Örgütlülük, Eylemlilik ve İçimizdeki İktidara karşı Savaşım!





Yaklaşık 1 ya da 1,5 yıl önce, değerli bir arkadaşımın da destekleriyle ve çabalarıyla başlayan İnteraktif imza kampanyasının metni şöyle idi;

"150 YILDIR ÜZERİN DE VATAN BİLİP YAŞADIĞIMIZ BU TOPRAKLAR DA HER VATANDAŞ GİBİ BİZ ÇERKESLER DE VATANDAŞLIK GÖREVLERİNİ HARFİYEN YERİNE GETİRMİŞ BİR TOPLUMUZ..
BİZ ÇERKESLERİN OSMANLI TOPRAKLARINA GELİŞ SÜRECİ ÇARLIK RUSYASI İLE TAM 101 YIL SÜREN ACIMASIZ BİR SAVAŞIN ve BU SAVAŞIN NİHAYETİN DE İSE ÇERKES HALKININ ÇARLIK RUSYASI TARAFIN DAN SİSTEMATİK BİR ŞEKİL DE SOYKIRIMA MARUZ KALMASI vede DÜNYANIN BİR ÇOK YERİNE SÜRGÜN EDİLEREK DAĞITILMASI İLE SONUÇLANMIŞTIR.
VE ŞİMDİ NEREDEYSE 150. YILINA GELDİĞİMİZ BU SOYKIRIM ve SÜRGÜNÜN Ve SOYKIRIMIN ŞUAN VATANDAŞI OLDUĞUMUZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİN DEN TANINMASINI vede BU SOYKIRIMIN TÜM DÜNYA KAMUOYUNA DUYRULMASIN DA BİZE KATKI SAĞLAMASINI BEKLİYORUZ...

GEREĞİNİN YAPILMASINI ARZ EDERİZ

BİRLEŞİK ÇERKES PLATFORMU.."

İşte internette başlayan bu imza sürecine; 2080 imza toplanabilmişti..  Kamuoyu oluşturabilmek içinse Facebook üzerinde "Çerkes Soykırımı Tanınsın" grubu açılmıştı. İnternet üzerinden kamuoyu yoklayan bu kampanya ile birlikte; bir çok grupta olduğu gibi istiflenen şahıs, şahıslar; bazı mücadeleler içinde bulunmuş ve bu grupları o mücadelelere araç etmişti.
13 Mayıs süreci, kuşkusuz Çerkesler içindeki sol camianın içinde bir dönüm noktası olarak durmaktadır. Çünkü kültürel derneklerimizin izbeleşmesi ve bu köşelerde konuşmaktan öteye gidemeyenlerin artık değer kaybettiği bir dönemde, eylemlilik sürecine devrimci kendinden bir şeyler feda edebilen gençlerin dinamizminin de yansıması olarak düşmüştür.  Bu sadece bizim düşüncemizi paylaşanların değil; Ulusal mücadelemizin siyasileşme sinyalleriyle birlikte önceden de sıragelen bazı hareketleri doğurmuştu. Bunun en belirgin özellikleri olarak elbette Kafkasya Forumu, Çerkesya Yurtseverleri, Çerkes Hakları İnisiyatifi ve bu hareketin doğasıyla gelişen ve büyümeye başlayan bağlantılı hareketler de. Kendi aralarında birden gelişen bu süreçte nasıl hareket edeceğini tam olarak kestiremeyen bu hareketler, kısa süre içerisinde bir raya girerek birbirleriyle didişmek yerine; somut projeler üreterek halkına kendini yansıtma eğiliminde oldular. Bugün de, aynı durum yine bu örgütlerin kendilerini oturttukları rayda çeşitli fraksiyonlar olarak devam etmektedir. Bizim bu hareketlerin içindeki bazı siyasi manevralara karşı şerhlerimiz bulunmakla birlikte, kazanımı halkımızın yararına olacak herşey de bir ambargo kültürünün devamı olan yok sayma politikasına girmediğimiz görülmüş, girmeyeceğimiz anlaşılmış; yolumuz netleşmiş ve kendi rayımıza oturmuş vaziyette ilerlemekteydik.

Şimdi diğer hareketlerin politik kritiğini çıkaracak kadar onların hareketlerini tahlil etmediğimizi söyleyelim. Ortalıkta uçuşan; birilerinin hain, birilerinin işbirlikçi, birilerinin o ya da bu gibi soyut ithamlarına takılmayalım. Kendi özümüzü tahlil edecek tecrübeyi yaşayarak öğrendiğimiz için; ilerlememizdeki aksaklıkların sebeplerini ve kendi içimizde başlayan küçük çatlakların ileriki dönemlerde büyümemesi ve sağlıklı evrilim ile politik devrinim hareketimizi güçlendirmeye çabalayalım. Muhakkak ki; son günlerde ortaya dökülmüş eylemlilik ve duyarlılıklarımızın geçtiğimiz senelerden daha yoğun olduğunu inkar da etmeyelim. Bu yoğunlaşmanın esas sebebini, kendi içimizdeki mutabakatı, çizdiğimiz haritayı ve varmak istediğimiz sonucu değerlendirelim. Kendimize bir de ad takalım istiyorum; bunu yazının devamında kolayca adlanabilmek; adlanabilişimizin verdiği anlaşılabilme arzusuyla yapalım. Kendimize soralım: " Biz kimiz?"

BİZ KİMİZ?

Biz tarihin yükünü sırtımıza almış birileriyiz. Tarihin yükünü sırtına almışları da bu yüzden çok iyi anlıyoruz; onlarla uzlaşmaya da hep açığız. Ancak bunu kavgamıza çevirdiğimizden bu yana, konuyla ilgili bazı ilkelerimiz bulunmakta. Her birimizin kendini olgunlaştırdığı, bu olgunlaştırmanın temelini oluşturan ilkeler bunlar. İlkemiz; İNSAN mesela. İnsanı seveceksin. İnsanı sevdireceksin. İnsana küfretmeyeceksin.

Gelin örgütlülük sürecimizin halkımıza yansımasındaki manifestomuzdan bazı kesitler alalım?

* Kadın tabanından başlayarak, çocuk haklarına uzanan ve bu bağlamda ana-kültür diyaletiği ile kendi ile başka bir kültür arasında yıkıcı tartışmalara/etkileşimlere meyil vermeyen, bu tartışmalara meyil veren düşüncelere kesinlikle tölerans göstermeyen insanlar tarafından koordine ediliriz.  Genel anlamda yalnızca kendine adını verdiği Çerkes önadı dışında, benzeri veya etkileşik sıkıntıları veya tavsiyeleri bulunan fikirleri de barındırdığı apaçık bir gerçektir.  Hiçbir vatan, hiçbir toprak, hiçbir millet, hiçbir bayrak; bir diğerinden üstün değildir. İnsan fikirler mahlukatıdır ve insan-insan ile olan ilişkisinde yalnızca fikirleriyle değerlendirilir. Bizler, hiç kimseye pozitif ayrımcılık hakkı tanımayız. Biz de, Çerkes olsun ya da olmasın herkes eşittir.

*KADIN
Kadın, insanlığın anasıdır. Halkların kardeşlik mayası da kadınların elindedir. Bu bağlamda yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz yerlerde tüm imkanlar dahilinde KADIN mücadelesi için fikren veya fiilen fikir yürütmek Bizim ANA temamız olacaktır. Aynı zamanda yaşamadığımız yerlerden edindiğimiz bilgiler içinde fikir üretmek, insanlık ödevi olarak sayılacaktır. Kadına karşı şiddet, ataerkil zihniyetin yaptırımı tüm davranışlar, kadını aşağılamaya yönelik söz veya küfürlere de asla tahammül edilmez. Hatta Kadına karşı olagelen haksızlıkların karşısında fikir üretemeyenler için bile öfke barındırabilir.
*ÇOCUK
Çocuk hakları ihlalleri, çocukların eşit büyüyememesi, hayallerinin faşistçe ellerinden alınmasına karşı mücadele fikirleri üretmek istiyoruz, bunun için örgütlenen yapılar ile destekli, örgütlenecek yapılar yaratacak fikirler bekliyoruz. Çocukların genç yaşta, öfke mayası ile başka halklara düşman edilmesine karşı tahammülümüz olamaz. Çocuklar, hangi dinden, dilden, renkten veya ırktan olurlarsa olsunlar.. Çocuk haklarının dini, dili, rengi ve ırkı olmayacaktır.
*EMEK, EMEKÇİ, PATRON, DEVLET VE HALK
Bu karmaşık denklemin her şartında emeğiyle kazananın yanındayız, hatta dahiliyiz-de. Biz emeğin kutsallığını tartışma konusu bile yapmaksızın savunmakta ısrarcıyız. Biliyoruz ki emek, emekçinin alın teriyle; hiç kimsenin hakkından çalmayarak kazanılmaktadır.  Emekçililk konusunda patronlara ve patronların garantörleri haline çevrilen devlete karşı mücadelemiz halkın çoğunlukta olan emekçilerinden yana tavrımız kesindir, bu konuda en ufak bir şüphe olmamalıdır. Emekçinin kemik sorunu haline gelen ve ekonomik buhranlarıyla köleleştiği sistemin silahlı-baskısal ve çarpık eğitimiyle bilimsel olmayan ve sermayeye dayanan düzenine karşı taviz vermemiz beklenilemez.
*DEVLET, EMPERYALİZM, BURJUVAZİ VE DÜNYA-
Dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık-ımıza inanıyoruz ve çocuklarımıza yaşanabilir eşit bir dünya bırakmanın peşindeyiz. Yaşanabilir olarak adlandırdığımız dünya, çocuklarımızın ücretli köleler halinde ekonomik baskılarla yıldırılmış şirket köşelerinde her türlü hakları ihlal edilen bir dünya asla olmadı, olmayacaktırda. Yaşanabilir dünya arzumuz, Emperyalistlerin kâr güdüsüyle her halka reva gördükleri şiddet, baskı ve sefaletin olmadığı, Burjuva sınıfının proleter sınıfı sömürerek sürekli daha yüksek kâr güdüsüyle sömürmediği bir dünyadır. Sınırlara bölünmüş dünyanın devlet aygıtları-da önce kendi halkının sınıflarında burjuvaziye ayrıcalık tanımamalı, sonra kendisinden geride kalmış ülkeleri sömürmek için hiçbir politika izlememelidir..
*BURJUVAZİ, MİLLİYETÇİLİK VE LİBERALİZM
Burjuvazi sınıfı, silahlı komplike kuvvetlerini yaratabilmek için aynı zamanda geri bıraktığı toplumlara entegre ettiği milliyetçilik akımını kullanmaktadır. Ancak yine aynı burjuvazinin paradan başka inancı, mülkiyetten başka arzusu olmadan, kendilerine yarattıkları lüks hayatın küresel çaptaki ortaklarıyla yeni bir düzeni sistematik olarak hayatımıza sokmaktadır. Bu kuşkusuz ki liberalizmdir ve halklar, ayrıcalıkları olduğunu düşünen burjuvazinin egemenliğini ilan etmek istediği son aşama olan liberalizme karşı hep birlikte direnecektir. Ancak tüm bunlar olagelirken, geri kalmış bireylerin köktencilik kavramıyla burjuvazinin silahlı askerleri olmaya devam edecek, kardeşlik mücadelesi verenler, sistemin entegrasyonu olan bu milliyetçilik akımına düşman lanse edilip susturulmaya çalışılacağından, milliyetçiliğe karşı mücadelemiz de liberalizme karşı mücadelemiz kadar diri olacaktır. Biz biliyoruz ki, milliyetçilik cehaletinden kurtuldukça liberalizm kendi enkazları altında daha da ezilecektir.
*LİBERALİZM, ÜRETİM VE TÜKETİM
Üretim, her ne kadar endüstriyel bir hal alsa da kökten bir emekçi çabalamasına muhtaçtır. Tüketim ise kuşkusuz ki emeğin ucuza alınıp, pahalıya satıldığı bir algıyı işaret etmektedir. Yani Burjuvazi, emekçi üzerinden, emekçi alınteriyle yarattığı üretim kapasitesini yine küresel tüketim ağının en büyük kitlesi olan emekçilere, elde ettiği maliyetten daha yüksek bir maliyete satmaktadır. Buradaki paradoks ise, üretim araçlarıyla alakalı bir sorunun karmaşıklaştırılmış yapısıyla gizlenir, oysa bugün üretim araçlarını da üretenler emekçilerdir, herşey bir noktada emeğe dayanır, ancak herşey bir noktada emeğin emekçisine daha pahalıya verilir. Aynı zamanda üretimden başlayan kâr güdüsüyle burjuvazi, her türlü hile ile sağlıksızlaştırdığı ürününü, insan sağlığını hiçe sayarak tüketime sunar. Bizim buradaki bakış açımız, üretim araçlarının üretilmesinden, kullanılmasına kadar olan süreçte emekçinin hak etmediği pozisyondan kurtulup, hak ettiği yaşamsal standartları kazanmasına değin ulaşır.
*TÜKETİM VE İNSAN
Üst maddedeki yaklaşımımız, burjuvazinin kâr güdüsüyle ürününü sağlıksızlaştırmayı ve bunu insana bu sağlıksızlıkla sunmasına bağdaşıktır. Daha fazla kazanma hırsıyla sağlıksızlaştırılan ürünü insana tükettiren sistem, insanın aynı zamanda sağlığını sömürür ve bunu teşhir etmek, buna karşı mücadele vermek, bunun içinde üretici emek olarak çalışan işçiden başlayarak tüketici olarak bulunan insana kadar bilgi taşımak, kuşkusuz ki insani vazifemizdir.
*İNSAN VE DÜNYA
Şüphesiz ki Dünya sağlığı, insan sağlıdır ve bu konuda insan-dünya ilişkisine yaşama standartlarıyla bakmaktayız. Biz, insanın vatan terimleriyle örülü bir dünya terimine karşıyız. İnsan herşeyden evvel, insandır ve insanoğlunun vatanı dünyadır. Dünyanın bir ucunda, hiç alakamız olmadığı halde yapılan yanlışlar, dünyanın bu ucunda insanlık ve elbette halkımızında sağlığını bozabiliyor. Bu anlamda, insan-dünya ilişkisine bakış açımız, sermayenin kazanma arzusuyla istediği gibi tahrip ettiği dünya sağlığına karşı oluyoruz. Bunu tartışma meselesi olarak bile görmüyoruz.
*İNSAN VE KADIN
İnsan arası meseleler içinde kadın konusu bizim için(de) herşeyin önündedir. Biz kadını; erkeğin yanına koyup eşit haklar ve hürriyetler ile biçimleyerek, sadece bu maddeyi eklemekle öyle olduğunu düşümlüyerek değil, bizzat kadın sorununu ana temamız halinde sürekli dir tutarak ve kadının aile içi öneminden, toplumsal anlamdaki yerine ve ta-ki insanlık öğretmenliğine kadar değerlendirmekte ısrarcıyız. İnsanlık betimlemeli kadın mücadelesinde kadınlarımızın aktif biçimde rol almasını arzuluyoruz, bunun için kadına, belirtmeli bir övgü, bir teşvik, bir cesaret peşindeyiz. Platformumuz, ataerkil düzeysizliğin kadına reva gördüğü konumu kesinlikle kabul etmez, konusu kadın olsun ya da olmasın; erkek egemen ağzıyla kadını aşağılayan ve zamanla saltımıza yerleştirilen jargona tahammül göstermez. Her düşünür, platformda yazıya gelen fikirlerinde bu jargona dikkat etmek zorundadır.
*KADIN VE ÇOCUK
Çocuklar, insanlık umududur ve en kötü şartlarda dahi çocukların varlığından gelen umut ile şartları kontrol edebilme ve emekçi lehine çevirebilme şansı ilelebet yaşayacaktır. Bu umudun hızı kadının çocuğa verdiği insanlık  dersinin seviyesine bağlı olarak değişecektir. Biz çocukları çok önemsiyoruz ve aslında herkes biliyor ki; kültürün umudu, kültürünü yaşatan çocukları yetiştirmekten, insanlığın umududa insanlık ile yetiştirilmiş çocuklardan kaynak bulur.
Bunlar gibi ön taslaklar ile örgütlü inisiyatiflerimizin kendini geliştirdiğine her geçen gün şahit oluyoruz. Buna bir bağlılık şartı olmamakla birlikte, ilkeleri içinde bunun benzeri düşünceleri paylaştığımız yoldaşlarımızın olduğunu herkesin bilmesi gerekiyor. Bu yoldaşlarımızın kendilerine oluşturdukları örgütlenme manifestolarıda ise, tüm bunların da daha ötesinde ilkeler edindiklerini görmek; özeleştiri kültürünün örgütlülük sürecine entegrasyonuna şahit olmak şahsen bana, her zamankinden daha fazla umut vermektedir.

Örnek vermek gerekirse; Antep İlindeki bir gençlik inisiyatifimizin;

* Nefret söylemi [Genişletilmiş]

Nefret söylemlerine karşı savaştayız. Biz insanın, başka bir insanı hiçbir fiziksel veya zihinsel durumundan ötürü, düşüncesinden ve davranışından ötürü aşağılama, küçük düşürme hakkını tanımıyoruz. Kişilerin bu tutumlarına karşı tavrımız kesindir.

İlkesini sizlerle paylaşmak isterim.

2012'nin ortalarında Antalya'da yapılan bir toplantıda ise; örgütlülük sürecinde örgütlülük biçimleri üzerine çok yoğun bir şekilde konuştuğumuzu daha dün gibi hatırlarım. Bu tartışma sonucu elde ettiğimiz düşünce; kimi inisiyatiflerin rizomlaşmasını ve hiyerarşiyi tamamen kendi süreçlerinden yok etmesini sağlamıştı. Bu inisiyatifleşmelerin bugün vardıkları mevki ve yaptıkları icraatlerin, rizomlaşamayan örgütleşmelerin yaptıklarıyla kıyaslandığında bize bir umut bağlamaktadır.

MÜCADELEMİZDEKİ İKTİDAR HIRSI, HEPİMİZİN YÜREĞİNDEN VE KALBİNDEN SÖKÜLÜP ATILINCAYA DEK!

Kavgası insanlık olanın, kavgasına gönül vermemek ayıp değil mi? Ayıp. Bende kavgası olanın kavgasına gönül verip yola düşebilirim. Düştüm-de. Dün düştüm, bugün düştüm ve yarın da düşeceğim. Kendimi olgunlaştırdığım insanlık düşüncesi; hayatımda haklının kavgasında nefer, haksızın karşısında yumruk olmamın temelini oluşturdu. Bir çok mücadele de, bir çok pozisyonda, aktif şekilde mücadele verdim; bunlar kendimi övgüleme değil; bunlar örnek teşkil etsin diye söylediğim şeyler. Bir çok arkadaşım için önemli biri oldum, kimi zaman basit gibi görünen aktivitelere gittiğim için onlardan eleştiri aldım, eleştirilere verecek cevap varsa cevap, verecek cevap yoksa özür verdim. Örgütlülük halindeyken eleştiriden çok özeleştiri vermeyi severim, çünkü bana sürekli yenilik katan, sürekli gelişmemi, ufkumu açmamı bahş eden şey özeleştiridir. Yaptıklarımdan ve yapmadıklarımdan ders almaktayım. Bu da benim hayatım da; beni eğiten en güzel okuldur. Açıkça söylüyorum: İnsan sürü halinde yaşar. Sürü halinin en temel iki problemi; takip etmek ve yön vermektir. Çoban-Sürü kavramıdır. Kimileri bu hastalıkla sürünün gittiği yeri kesintisiz, sorgusuz, sualsiz takip ederken; kimileri kendi sürülerini yaratmak için inanılmaz şeyler yapar hale gelirler. Kendi düşünceleri etrafında şekillenen hayalleri için yanlarında yürüyenlerden itaat, sadakat beklerler. Bunu sorgulayandan nefret ederler. O'nu sürülerinden uzaklaştırmak için tahakküm aygıtlarını kullanırlar. Bu bizim içimizde de vuku bulmaktadır. Birileri; istediklerini ve düşündüklerini bize empoze etmekte, sorgulayandan soğumakta ve onları sürü sandıkları yoldaşlarından ayırmaktadır. Tahakküm araçlarını kullanmaktadır. Bunu yok etmezsek; kişilerin bireysel güdüleri yüzünden, toplumsal amaçlar edinmiş hareketlerimiz bireysel hatalara kurban gidebilir. Bunun izahatini ileride kimseye veremeyiz. Bunun bedeli; sadece iktidar hırsına kapılmış zavallıların üstüne değil, buna boyun eğen ve susanlarında üzerine kalır. Bunun acısını, yanlışlardan geriye sarmaktan ileriye gidemeyen halk mücadelesi yaşar. Şimdi hepimiz bir özeleştiri vermek durumundayız. İçimizde bir iktidar oluşuyor; birileri kendini karar verme erki olarak görüyor ve bunu çeşitli bahanelere sığdırıyorlar. Hepimiz görüyoruz; hepimiz duyuyoruz; şimdi susarsak hiçbir zaman konuşamayacağız. İktidar hastalığını kavgamızdan silene dek! Buna kapılmış ve bununla kuduranları ehlileştirene kadar mücadele vermemiz gerekiyor. İktidar hırsını dingilleyemeyenleri de maalesef içimizden koparıp atmamız gerekiyor.

Bunu yapacak gücümüz de var. Onların iktidar hastalığı, bizim sürüleşme hastalığımıza dönüşmeden bunu yapmak zorundayız. Kavgamız ve kavgamızın selameti için; bunu yapmakla yükümlüyüz.

Dostlara ve Yoldaşlara
Devrimci Selamlar ve Dayanışma arzusuyla!
Share:

İhanetçiler için hatırlatma; 1866!





Rahat yaşamlarını tehlikeye atmamak için kukla olmuş ve yaşamın devrimci serüvenlerinde kısmen bulunup hayatı boyunca bedel ödemeyi göze almamış, koltuklarına yapışıp emeğini satarak  kendini rahat zanneden ve ellerinin değebildiğince bu yaşam biçimlerini bir yaşam dersiymiş gibi anlatan zavallılar!

Devrimci ilerlemeyi sözde dozlayarak yaşanılması gereken bir çocuk oyuncağıymış gibi anlatıp durduğunuz için; o narin poponuzu koyduğunuz sıcak koltukların, günde 16 saat çalışmadığınız zamanların, aldığınız tazminatın hikayesini anlatayım size. Böylelikle; yüreğimizde kurduğumuz ve şuanda dünyaya ördüğümüz dünyanın ne kadar gerçekçi olduğunu anlarsınız belki. Belki karşınız da sizden daha aşağılık şartlar da çalışan işçilere efelenmekten utanır, belki devrimci hareketin içinde can veren, kol veren, göz veren gençlerin çocuklarınıza ne kazandırdığını anlarsınız!

1886 da, 1 mayısta, ABD'de, Luizvil'de.. bugün sizin o narin kıçlarınızı dayadığınız haklarınızı almak için grevler başlamıştı. Olaylar 3 mayısta da sürüyordu. İşten atılan grevciler, greve yeni katılanlar ve halen grevde olan işçiler yürüyüş yapıyordu. Grev kırıcı yalakalar; (diğer işçilere hayatın gerçekliğinden bahseden, kendi haklarını peşkeş çeken onursuzlar) bir fabrika düdüğü ile fabrikadan çıktı. Grevdeki işçiler de onları protesto etmeye başladı ve bu sırada; bugün yoldaşlarımızı öldüren polislerin, Amerikalı meslektaşları yürüyen gruba doğru ateş etti ve 4 grevci öldü.

Ertesi gün, öldürülen 4 kardeşini protesto etmek isteyen işçiler yine HAYMARKET'te toplandılar. Tam göstericilerin dağılacağı sıra, bir bomba patladı ve 7 polis öldü.  Böylelikle yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklanırken, Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe.

Bakın ne dedi onlar?

http://anarsi.org/foto/haymarket2.swf utanmayın, izleyin.. zaten utanmasızsınız.
Aralarından en gençleri olan Louis Lingg idamından bir gün önce intihar etti.
işte bugün, onların mücadelesiyle kazandığınız hakları, onların yoldaşlarına karşı bir farkmış gibi gösterip; onlara kendi yaşamınızdan örnekler vererek yol göstermeye kalkıyorsunuz. Asalak mı arıyorsunuz, kıçınızın yapıştığı koltuğu kimin kavgası sağladı iyice araştırın. Asalağı çok uzakta bulmayacaksınız.
1889`da toplanan İkinci Enternasyonal'de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada Birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verildi.
Share:

Barış kimin işine yaramaz?


 
Gezi Ayaklanmasında Polis, tüm mühimmatını sivil halka karşı kullanmıştı. Onlardan bir görüntü.

Yüksekova'da 2 kişinin POLİS tarafından katledilmesinden sonra gerginlik sürüyor. 



Biliyorsunuz ki epey süredir barış nakaratları atılıp tutulmakta ortalıkta. Devlet bir takım paketler içine sığdırabileceğini sandığı barışı tesis etmek için çalışmalar yaparken; Ülkedeki en ufak protestolara dahi çok sert karşılıklar veriyor. Bu protestolara karşı adeta bir savaş taktiği izleyen devletin katlettiği canlar ise en insafsız, yüreksiz, duyarsız, vicdansız insanların bile unutamadığı kadar yakın. Üstelik katillerini koruyor, katilleri teşvik ediyor, hatta ödüllendiriyor ve yeni katiller yaratmaya başlıyor. Devletin en üst mekanizmaları politik olarak ağızlarından Barış kelimesini hiç düşürmezken, her çapta gösteriye ilişkin olarak ise birilerine “Barışı bozdurmayın” mesajı veriyor. Sempatik devlet; “biz bu oyunlara gelmeyeceğiz, barış için durduğumuz çizgiyi koruyacak ve yönlendiğimiz yolda yürüyeceğiz” diyor. Tüm bunlar olurken ne yazık ki; birileri daha katlediliyor.

Bizi aptal yerine koyuyor, ama belki de ilk defa onların sıkça kullandığı bir dille cevap vermemiz gerekiyor. “Biz bu oyuna gelmiyoruz”!

Sizin örgütle çatışmasızlığınız; örgütün insan kaynakları ile devletin insan kaynakları arasındaki dengeden ibaret. Oysa; daha geçen gün katlettiğiniz iki insan vardı ya; işte onlar Kürt’tü. Hani gösteriler sırasında öldürülen yoldaşlarımız, akranlarımız, kardeşlerimiz yok muydu? Onlar Aleviydi.. Onlar Türktü, Kürttü.. Bizdik! İnanır mısınız, bizim istediğimiz barış; sadece sizin kirli militanlarınız arasındaki çatışmasızlıktan çok uzakta, belki kapasitenizi zorlayacak kadar da derin: Biz, kendimizle barışmak istiyoruz. Özgürlüğümüzle barışmak istiyoruz! Biz Çerkesiz, Kürdüz, Arabız, Türküz.. İnsanız biz. Şimdi siz; elinizdeki katil aparatlarını üstümüze doğrultmuşsunuz ve diyorsunuz ki “Barışa zarar veren provakatörlerin oyununa gelmeyeceğiz” öyle mi? Kusura bakmayın, insanlar yıllardır sizin gibi provakatörlerin oyunlarına gele gele birbirine düştü, kırıldı, küstü, saldırdı. İnsanlar sizin iki dudağınızın arasından çıkan talimatlar doğrultusunda öldü, öldürdü. Oldu bunlar bir kere, bir vatan dediniz tutturdunuz, benim vatan kavramım yok, vatanım dünya ama; sizin kendi şablonunuzda söylediğiniz vatan kavramına göre bile hainsiniz, yalancısınız. Sizin kelime anlamınıza göre bile siz teröristsiniz. Bizim barış için tek bir yolumuz kaldı; size inanmamak ve barışı kendimiz tesis etmek. Sizin o kirli oyunlarınıza gelmezsek eğer; yıllardır kullandığınız sistemin yedeği olan düşman araçlarından sıyrılabilirsek; barış bizim için sizin söylediğinizden daha da yakındır. Neden biliyor musunuz? Çünkü bizim savaşmak için bir nedenimiz yok.. ancak sizin saltanatınız yarattığınız savaşlarınız kadar uzun sürecek biliyorsunuz bunu. Bunu bizde biliyoruz; çünkü siz olmazsanız bizim paylaşamayacak hiçbir şeyimiz olmayacak. Devlet çıkarları diye kabaca tarif edilen ve bizimle uzaktan yakından alakası bulunmayan bir şey için, verdiğimiz can, ağlattığımız ana… yetti artık, yetti!

Kiminle nasıl barıştığınızı bilmiyoruz ama bizimle hala savaşıyorsunuz!

Hala bize silah doğrultmuşsunuz, hala kurşun sıkıyorsunuz. Hala annelerimiz ağlıyor, ölülerimizin katilleri hala dışarıda, hala saldırmaktasınız. Saldırılarınızı meşrulaştırmak için insanların gözünün içine baka baka yalan atıyorsunuz hala. Hala kutuplaştırıcı ağzınızla; yedeklediğiniz faşistleri kışkırtıp; savaşınıza piyonlarınızı sokma derdindesiniz. Biz ise hala insanız; yüreğimizle geliyoruz meydana, elimizde silah yok, elimizde hiçbir şey yok. Yumruğumuzu sıkmış, haklarımızı istiyoruz hala. Saldırıyorsunuz. Arkadaşlarımızı katlettiniz, hala katlediyorsunuz. Katillerini övdünüz, hala övüyorsunuz. Tüm bunlar olurken, “barış” diyorsunuz. Pardon ama, kiminle barış? Bizimle değilse, kiminle, açık olun ve söyleyin.. eğer bu barışı biz görmüyorsak, kim görüyor? Kime ne söylemek istiyorsunuz? Daha iki gün önce diyarbakır da öldürülen arkadaşlarımızla savaşırken, daha gezi ayaklanmasında katlettiğiniz arkadaşlarımızın kanı sıcak, katilleri dışarıdayken, henüz akrepleriniz zehirlerini sokaklara saçarken, polisiniz insanları av gibi avlarken kiminle barışıyorsunuz siz?

Sizin tek istemeyeceğiniz şey barıştır. Çünkü savaşlar; tüm haksızlıklarınızın üstünü kapattığınız bir örtü. Çünkü kan; sizin kirli oyunlarınıza rağmen insanları başka yöne sevk ediyor. Herşey olup biterken; çocuklarınız zenginleşmekte, siz de evinizde sıcak kahvenizi yudumlamaktasınız. Korkmuyorsunuz ki; herşey ortaya çıksın da yalanınız, sömürünüz anlaşılsın. Çünkü elinizde bir savaş var; herşey olup biterken iki askeri şehit eder, 3 gerilla öldürür ve öldürülen gerillalar üzerinden şövenlik taslarken, askerler üzerinden de edebiyat yaparsınız. Ölmüş 5 gencin kanı; kirli bir oyunlarınızın üstüne örttüğünüz örtüye dönüşür değil mi?

Adalet için yürüdüğümüzde, adalet için yürüyüşümüzü bile sizin sözde devletinizin temeli olan anayasanızdan aldığımız bir hak olduğunu idrak edemeyip; üstümüze onlarca katilinizi yollamıştınız. Tüm bunları biz yaşarken siz; televizyon karşısında cunta anayasası demokratik değil diye anayasayı değiştirmekten bahsetmekteydiniz. Cuntacıların bile anayasa da hak olarak bize verdiği bir şeyi, sizler şiddetle bastırmıştınız. Gerçi biz orada anlamamıştık sizin yalancılığınızı; ifşa etmiştik.

Herkes izlemişti.

Şimdi de barışınızı hepimiz izliyoruz. Bize düşman gibi saldıran; ama sözde barışan bir devlet.

Barış en çok size yaramaz, bu yüzden en çok siz savaş istiyorsunuz… 
Share:

Don Kişot Sosyal Merkezi



En başından belirteyim, orada emek veren tüm dostlara ve yoldaşlara ayıp etmemek ve haklarını yememek gerekiyor çünkü; ‘Yeldeğirmeni Dayanışmasının ya da Yoğurtçu Forumunun bir dışavurumu olarak işgal edilen bina bir yaşam okuludur. Orası hakkında kötü şeyler düşünecek bile değilim, bırakın söylemeyi. İyi ki var; olmalıydı, oldu ve iyi bile oldu.

Ancak komün evler, işgal kültürünün getirimi olan biçiminde ele alındığında hangi kalıba alınırsa alınsın, nereden tutulursa tutulsun; belirli bir amaca hizmet etmelidir. Bu amacı siz istediğiniz pratizmanın fiil kalıplarına uyduramazsınız. Manifesto gerekmektedir. İkincisi, özyönetim kültürünün günümüz riskleri göz önünde tutularak eleklenmiş bazı tehlikeli tarafları hariciyle uygulanması, uygulamaya çalışılması gerekir.

Ben Anarşist Komünist bir insan olarak Don Kişot’a komün demem. Don Kişot; Sosyal Merkez olabilir, devrim okulu olabilir, geçici statik kalıplara göre izole edilmiş bir dayanışma yeri de olabilir; ancak bir komün olamaz. Belki ilerleyen günlerde, işgal etme kültürünün İSTANBUL’daki tetikleyici başlangıcı da olabilir.

Bu arada, kır komünü olarak, komün yaşam içerisinde senelerdir süregelen yerler de var. Şimdi onlara da ne kadar Komün denir bilemeyeceğim fakat, insanımsılığın az olduğu ve genelde tercih edilmeyen ve kendimizi ondan izole etmiş insanlar olarak kıra uğramayışımızın onlara kattığı bir değerde; komite, komisyon, abi, sözcü gibi otoriter kavramsallar veya kanun koyucu, kanun koruyucu, kanun gibi şeyleri düzenleyen, kovalayan veya uygulayan bir kimselerin bulunmayışıdır. Çünkü kırsal işgale gidenler genelde birbirini tanıyan insanlar olduğu için arkadaşlık-dostluk gibi hiyerarşi içermeyen biçimde özyönetim benzemişliği yaşayabiliyorlar.

Bir daha söyleyeyim; Don Kişot, Kadıköy’ün buzları arasında açmış bir kar çiçeğidir. Kardelendir. Mistir, güzeldir! Ama… bir şeyleri yok etmenin tek yolu, onu sürekli karalamak değil; onu sürekli övmek ve olmadığı gibi şişirerek insanları ondan tiksindirmek olduğundan söyleyeceğim ki; Don Kişot’a olmadığı şeyleri biçmeyin..

İçinizdeki yoldaşlara, dostlara ve kardeşlere tavsiye ederim.

Dayanışma ile.

Canberk Apiş / Aralık 7 / İstanbul
Share:

Çene Sporu...




Arkadaşlarımızla birlikte, örgütlü bir cevap vermeme konusunda hemfikir olduğumuz şeylere sıkça rastlamakta iken geçen günler bu cevap verilmeye değmeyen şeyleri de elbette seyreltti. Şimdi biz; bir kolektif olarak, bir inisiyatif olarak, bir A çerkes grubu, bir B çerkes grubu olarak bu insanları kesinlikle hareketlerimizde cevap verilmeyecek şeyler konusunda tutmaya da ısrarcıyız. Ancak soyut iftira kampanyasına dönüşen ve kendi taban kitlesini yalanla idare edenlerin kendilerini ayakta tutan kolonlarını da sarsmadan edemiyoruz. Bunu kendim olarak, sana yazıyorum...

Çene Sporu olarak çok konuşanlar, kavga için sokağa dökülenleri; ancak kapalı odalarında, sıcacık kalorifer peteklerine dayanarak eleştiriyorlar. Cevap vermeyenler; soğuk bir istanbul da, saatlerce sokakta insanlara kavgasını anlatıyorlar..

ne mi o kavga?

Çerkesler, 1864 yılında son bulduğu yazılan bir savaşta soykırıma maruz bırakılmıştır. Sochi bir Çerkes toprağıdır ve orada olimpiyat düzenlemek ise Çerkeslerin özgürlüğü için ölmüş atalarına hakarettir. Türkiye, kendi içinde yaşayan, vergi ödeyen, çalışan veya vb. tüm vatandaşlık ödevlerini yerine getiren Çerkeslerin tarihsel trajedisini anlamalı, tanımalı ve destek olmalıdır. Bu, 149 yıllık ilişkilerin basit bir göstergesi olarak bize devletin ne kadar samimi olduğu konusunda bir ışık tutacaktır.

Tanıyacak mı?

Denemeden bilemeyiz, denenmediği içinde bilmiyoruz ve öngörülerimiz var; Başbakan, 21 mayısta Federasyona sözde bir mesaj iletmişti, şimdi sözünü tutacak mı? Öngörülerimiz bizi yanıltırsa, çok memnun kalacağız.

Çene Sporu?

Sürekli konuşmak ve bundan başka hiçbir şey yapmıyor olmak. Sokakta gözükmeyen devlerin internet hikayeleri...


Share:

Çok Hareketli Partiler geliyor! :)


Geçtiğimiz günlerde, Çerkesler Parti kuruyor başlıklı bir haber yayıldı ortalığa. İlk dikkatimi çeken ise, haberlere çok hızlı bir şekilde girişi oldu elbette. Bunu da açıkça belirteyim size; Çerkesler! Diye başlayan haberler de, en az Türkler kadar başlayan haberler ile ve hatta Kürtler ile başlayan haberler ile benzeri karakteristik özellikleri taşırlar. Gezi Parkı isimli mükemmel bir gerçeğimiz var bizim; Çerkesler Gezi parkında demeyi bir kenara bırakın, (ki parti kuran Çerkeslerden daha fazla Çerkes, Bir çok ilde Çerkes kimliği ile katıldı) Gezi parkı gibi toplumsal patlamayı bile bu kadar hızlı vermemişti basın. Hadi diyelim ki bu Çerkesler, Türkiye Siyasetinde öyle ya da böyle gizli ya da açık olarak etken haldeler (ki buna sizde gülebilirsiniz, ben yazarken güldüm) ve basını bir şekilde etkiliyorlar. Kaldı ki, mevcut partileşme müjdesini veren şahsiyetlere bunun kaynağı neresi diye sormak, evvela bir Çerkes ve harici bir yurttaş olarak benim özgürlüğüm (ki bilgi edinme hakkı, partileşen her hareketin uyması icap eden bir şeydir.)

Haber, öyle bir girdi ki;

Çerkesler Soykırım için İmza topluyorlar
Çerkesler Van’daki insanlar için oruç tutuyorlar.
Çerkesler 21 mayısta konsolosluğun önünde toplanıyorlar (Parti kuranların hareketidir)
Çerkesler TRT Çerkes’i istiyorlar (Parti kuranların kampanyasıdır)

Hepsini solladı..
Öyle bir zamanda dedi ki; Barzani, Tayyip Diyarbakır’da idi.. Tayyip tam üç defa ÇERKEZ demişti.. 
Kafanıza soru işareti olsun diye söyledim bunları, insan soru işaretleriyle yaşamalıdır. Soru işaretleri olmadan olmuyor çünkü parti işleri..
Bir de sosyal medyada bu sözde partinin (daha şubatta kurulacağını söylediler) partizanlığını yapan tipler var ki; Gezi Parkı eylemcilerine Liboşçular falan dedi.  Adını soracaksınız, kendisi Van’da.. bir kez olsa Van’da soğuktan hastalananlar için kılını kıpırdatmamış, ağzı bozuk ve hükümet yalakası olduğunu saklamayacak kadar onursuz bir adam. Adını bir çoğunuz tahmin edebilirsiniz ama etmeyenler için ben tekrarlamakta sakınca görmüyorum  “SELÇUK”  İşte böyle adamların, öyle zihniyetlerin partizanı olduğu henüz kurulmamış bir partinin propagandasını yaptığı bir partiden beklentilerimiz, ne Çerkeslik ile alakalı olabilir, ne de insanlık ile..

Henüz kurulmayan o partiye, inşa disiplin kurulu kurup; o terbiyesiz ve ahlaksız insanı da o inşa disiplin kuruluna sevk etmelerini öneriyorum. Kendim için değil, öyle adamlarla başlanan yolda, kendi kurulmaya çalışılan partilerine bir hayli zarar verir.

Bir de bizim tayfalara söylüyorum, bu konuyu kapatın.. Tartışmaya bile değmeyecek bir konu. O parti kurulsa bile, o partiye oy verecek kitleyi buradan rahatça kestirebiliyoruz. Siz vermeyeceksiniz, biz hiç vermeyeceğiz. Verecek olanlar da mevcut iktidarın tescilli yalakalığını saklamayan ya da mevcut iktidarın kömürüne muhtaç olanlar olacak. Ne sizin oyunuz olacaklara, ne de bizim kavgamızın içindeki kitlelere zaten şimdiden çok uzak durumdalar.


İsmini zikrettiğim ahlaksızın ne denli ahlaksız olduğunu merak edenler için (kendi yol arkadaşları ya da herhangi birisi) apiscanberk@gmail.com mail adresime konuyla ilişkin bir mesaj yollamaları halinde o dosyayı yollayacağımı da bildiriyorum.

Mücadele ve İstikrarla...


Share:

Herşeyin farkındayız!




Eylemlilik süreciyle oluşturduğumuz organik bağlar gün geçtikçe güçleniyor ve bu gücü önümüze koyarak kolektif bir şekilde değerlendiriyoruz. Bu değerlendirmelerimizin bir yöneticisi ve yürütücüsü yok, tüm süreçlerimiz kendi içimizde mevcut bulunan saygı ve hoşgörü içinde birbirimizi dinleyerek ve ikna ederek tamamlanıyor. Kısacası arkadaşlar; A inisiyatifi, B hareketi, C kurumu olarak değilde; ben Canberk olarak, Ümit amca ile, Deniz ile, Kadir ile, Gökhan ile, Özdemir abi ile, Cemal abi ile, Cihan ile, Gökhan ile, Leyla ile, Murat ile, Caner ile ve elbette tam anlamıyla listelemek çok uzun sürecek; ben ve tüm dostlarımız tamamen aramızdaki samimiyet ve saygı ile oluşturduğumuz dostluk bağları ile bir arada duruyoruz. Birilerinin dışına çıkamadığı teyamülleri altüst etmiş, farklı bir biçimde hedefler oluşturabilen, organize olabilen ve tavır koyabilen noktadayız.. Birilerinden konuyla ilişkin özür ise asla dilemeyeceğiz, hatta o birileri; benim ve bazı arkadaşlarımın arkalarından konuştukları şeyler için bizlerden özür dilemeliler. Peki ben ya da herhangi bir dostum, birbirine samimiyet ve dostlukla bağlanmış insanlarımız için yapılan bu haksızlıklara karşı; bu haksızlığı yapanların, özürlerini dileseler bile –özürlerini—kabul edecek miyiz? Kısacası söyleyeyim size.. Evet,  edeceğiz... ama bir daha asla güvenmeyeceğiz. Onların gelişen süreçte, hareketin ivedikleşmesi için yapılan mücadele de imzaları bulunmadığı için çıkardıkları engelleri, kendi özürlülükleri olarak kabul edecek, görmezden gelecek ve yolumuza devam da edeceğiz.

Biz bir şeyin farkındayız! ve diyoruz ki; eylemlilik halimiz sürdürülebilirliği kadar tüm dinamizmi ile devam edecek. Bunu kimin hazmedip kimin lağvettiği, kimin kimin arkasından ne dedikodusu yaptığı ya da saptadığımız olası dedikoduların ne yoğunlukta olacağı hiç umurumuzda değil. Bize hiçbir suretle kesin bilgi olmadan verilen kişi karşı propagandaları etki değildir. Bizim insanla – insan arasındaki ilişkilerimiz; kişinin kendisiyle edindiğimiz tecrübeye dayalı ilerlemekte, somut delillerin kesin ve samimi tahlilleriyle sonuçlanmaktadır. Bu yüzden, yedeklenmiş ve kullanımda olan gücümüzün hiçbir kısmı insan – insan arasında gelişen soyut davranış çatışmalarına yönelmemekte ve gücümüz kendi varlığını; sonuca odaklayarak bir şekilde muhafaza edilmektedir. Dedim ya, “Bir şeyin farkındayız” İşte o “şey” bizim için bize karşı yönelecek tüm soyut iftira kampanyalarında somut olarak savunacağımız “şey”in silahı olarak elimizde ve yüreğimizde durmaktadır. Yüreğimizin ise doğru yolda tereddütsüz gittiği, aslında birilerinin çok iyi idrak edip belki de hazım edemediği istikrarımızın kaynağıdır. Bu saatten sonra, herkes atacağı adımı hesaplamalı ve hesabını yapamadığı adımları atmaktan sakınmalıdır. Her nasıl başlatılırsa başlatılsın, kişilerin kendi yaşam alışkanlıkları üzerinden itibarsızlaştırılmasına karşı tavrımız çok nettir ve tekrar edilmek gerekirse; alkol alma, sigara kullanma, barlara gitme, meyhanelere gitme vb. gibi çirkin söylemler ile kişiler itibarsızlaştırılmaya çalışıldığında bu bizim hiçbir surette kabul edemeyeceğimiz bir karalama kampanyasına dönüşmekte demektir. Bu durumda tavrımız, kampanyayı yürütenlerin niyetlerini tahlil etmek, elde ettiğimiz tahlili kendi içimizde konuşmak ve sonucu da halkımıza hiç çarpıtmadan açıklamak olacaktır.

Bir şeyin farkındayız efendiler;
Gücümüzün, inancımızın ve istikrarımızın farkındayız. Dinamizmizin reklam panosunu oluşturmayarak, hareketin içinden hareketi okuyarak önümüze koyduğumuz hedefler somuttur. Karşımıza çıkarılacak safsataların öngörüleri, kimlerin ne gibi politik dile ve dansözlüğe sahip oldukları hakkında kendimize yetecek kadar da bilgi sahibiyiz. Uyarırız ki; bizim kolektif hareketliliğimizin ve yol arkadaşlarımızın hakkında soyut olarak başlatılacak her iftira kampanyasına, somut olarak karşı koyacak materyal ve kuvvete sahibiz. Bunu bir koz olarak kullanmayı düşünmememiz, sizleri hedefimizin önünde engel olarak görmeyişimizdir. Ancak bu iyi niyetli düşüncemizi değiştirebilecek olanda bi tabii sizler olmaktasınız.




Share:

ah şu kızı güzel, erkeği faşist ÇERKESLER!



Bir Çerkes olarak şunu açıkça söylemeliyim ki; dünyanın bütün halklarının bütün kadınları güzel ve erkekleri genelde yobazdır. Kendini genelle değerlendirmeyenler elbette “istisna” ve biz mutlak suretle, kaideyi bozmaya and içmiş bir azınlığız.
Şimdi yukarıda yazdığım o yazıyı, bir Kürt olarak, bir Türk olarak, bir Arap ya da bir Haymatlos olarak yazmam neyi değiştirir ki?  Bence de...
Benim bakış açım, işte o açıya giren Çerkes ve Erkek profili, Çerkes ve Kadın profili, bir kedi, bir ağaç, bir amip yok. Benim bakış açımda, Erkek ve Kadın – İnsan ve Doğa var; basit, tekdüze, kategorilerden arındırılmış bir biçim, sade, saf gerçeğe yakın olmak isteyen, bunu arayan, buna yol açmaya çabalayan, bunun savaşımını veren; doğru ya da yanlış bir açı... 
Bazı dostlar; güzel insanlar, iyi ve hoş bir yarın isteyen; kimi “güneşi zaptedeceğiz” kimi “özgürlük sokakta” kimi “ne tanrı ne devlet” diye bağıran dünyanın en güzel insanları; benim canım insanlarım, çay masalarımın, en güzel heceleri; ahmetler, mehmetler, ethemler, ümit amca, ümit.. cemal abi, ya da cemal.. Sırıtırken ya da kızarken Melike, öfkeli Mihrimah; Yürüyen ansiklopedi Mimi, canım  otostopdaşım, yoldaşım Kadir ve elbette aynı değerlere sahip Gökhan, kardeşim..

Bunlar; Türk, Kürd, Laz, Çerkes, Arap ama Bunlar, İnsan evlatları, insanlar! Güzel bir yarına, güzel insanlarla, güzel sohbetlerle, güzel şeyler yapmak için ulaşmak isteyenler; İşsizler, işliler, ekonomikler, kirada oturanlar, evinde sığınmacı gibi yaşayıp, evin üyesi gibi hissetmemi isteyenler; Misal.. Murat, Caner, Başak, Misal Melike.. Misal Berfin ya da ne bileyim; Hereke’den Hayri abi.. Eskişehir’den canım ciğerim annelerim, babalarım..

Hepsinin, ama hepsinin bakış açısında; cılız bir erkek ve Çerkes bir devim. Gerçekten devrimci bir başka bir Çerkes için ise belkide kaba bir erkek, minik bir Çerkesim. Yok mu sanıyorsunuz başka devrimci, proleter, mavi yaka, bedel ödeyen, hak arayan Çerkes? Yok mu sanıyorsunuz feodaliteye, bir çeşit Emperyalizme karşı savaşmış bir Çerkes halkı? Çerkes halkından birileri yok mu sanıyorsunuz halkların kardeşliği için afedersiniz “kıçını yırtan”? Eğer keskin çizgilerle, altını çize çize yok diyorsanız, bence bize karşı faşist bir önyargıda bulunuyorsunuz.

Enternasyonal Sosyalist ya da Anarşist Enternasyonalle örgütlü ve en basit tabiri ile Anarşist mücadele içinde tesadüfen bile rastlayabileceğim Çerkes sayısı elbette Kürdler ve Türkler kadar olamaz. Zaten bilimin istatistiklerine de aykırı. Aynı süzgeç ve yüzgeçte, şartların bastırdığı ve insanların bırakın etnisitelerini; yaşamlarında dahi asimile eden bir sistemde yaşadığımız gerçeğiyle Çerkeslere bakmamız gerekiyor. En başta, sizin Çerkes diye hitap ettiğiniz kişiler tam olarak kimleri kapsıyor bunu konuşmalıyız. Birisi bana Çerkes dediğinde, ben  Adiğe olarak algılıyorum fakat genel olarak sözü geçen Çerkes sözcüğüne oturttuğunuz karakterde; Abhaz, Adiğe, Çeçen, Oset, İnguş, Lak, yer yer Karaçay ve Kumuk’lar da var. Bunların içinde kuşkusuz ki anadolu’da yaşayan en kalabalık kitle Adiğeler (söylemlere göre, 3,5 milyondan başlayıp – 6 milyon nüfusa kadar devam etmektedir.) Şimdi size, tüm bu etnik gruplara mı Çerkes diyorsunuz yoksa sadece Adiğelere mi? Velev ki, kültürel benzerlikler ve tarihsel dönemler olarak şartların yanyana zorladığı biçimde değerlendirip biz tümüne birden Çerkes diyoruz; şimdi soruyorum o zaman... Siz bu halkların tarihsel trajedilerine ne kadar hakimsiniz? Siz bu halklar ile ilgili ne kadar bilgi sahibisiniz kısacası. 1730larda kayıt altına alınmış tarihin bize gösterdiği nokta; kendi içindeki feodaliteye karşı ayaklanmaya başlayan bir halkın varlığına işaret ediyor. Kendi içindeki feodaliteye karşı mücadelesi de “Bzeyiko” savaşları olarak tarihteki yerini koruyor. Tarihin o döneminde, Elbruz dağlarının Batısından gelen tek şey ise; köle tüccarları ve din misyonerleri. Zaten kendi içindeki feodaliteye karşı savaşın patlak verme sebeplerinden biri de, bu halkın din ile insanları bir çeşit köle kampanyasına davet etmesi, osmanlı halifeliğinin din tüccarları tarafından zenginleştirilmiş Pşı’ların kurdukları egemenlikler ile osmanlı ya da başka coğrafyalara güzel kadın satımı, asker alımı gibi iğrenç vakalar ve o zaman Türklerin de Kürdlerin de feryatlarını işitmedikleri, kendi içindeki işbirlikçilere karşı kadınlarını ve çocuklarını koruyan dağlara çekilmiş bir halk kitlesi; yapa yalnız...  tüm bunlar ola gelirken, Elbruz dağlarının doğusundan gelen Çarlık orduları tarafından yaşadıkları topraklardan uzaklaştırılmak istenilen ve kendilerine “yabani, dağlı, barbar, ilkel” denilen bir halk. Bir tarafta, köleleştirenler.. diğer tarafta öldürenler, kendi içinde işbirlikçiler; osmanlı için Rusya askerleri, Rusya için Osmanlı toprakları; kendileri için doğup büyüdükleri, öldükleri, ekip biçtikleri ve sadece yaşadıkları bir yerdeler. O zamanlar sadece ingiliz tarihçiler, haberciler, falanlar, filanlar var. Kimseleri yok. 1864 diye tabir edilen ve çok eskiden gelip, çok sonralara ulaşacak bir savaşın içinde bir halk ve bunun günümüz Türkiyesine, tüm akrabaları öldürülmüş, halkı soykırıma uğramış, kendileri sürülmüş olarak gelen Çerkesler. Nerede indiler ve ne yaşadılar, hiçbiriniz bilmiyorsunuz (söz meclisten dışarı) Kefken’de Samsun’da, Trabzon’da indiler. Günlük ortalama açlıktan ve hastalıktan nasılda ölüyorlardı; siz bilmiyorsunuz. (sözüm meclisten içeri) Kendileri için, nasıl kirli anlaşmalar yapılıyordu, bu anlaşmalara uygun biçimlerde nerelere, nasıl ve neden gönderiliyorlardı. Siz duymuyordunuz (söz cihana...) ama onlar yaşıyorlardı bu tarihi. Tarihin en kirli sayfaları, bu coğrafyada Çerkesler için yazılıyordu kısacası. Tarih, 1860lardı. Henüz Ermeni Soykırımı yapılmadan 50 küsür sene önce. Bugün Kefken’de Kemik tarlası denilen yerde, yerüstünde bulunan o kafa tasları, insan kemikleri; işte bu kızı güzel, erkeği faşist dediğiniz halkın bu topraklardaki ilk tarihidir. İşte bu Sochi Olimpiyatları diye belki ilk defa adını duyduğunuz şehir; kızı güzel, erkeği faşist dediğiniz Çerkeslerin tarihindeki kanlı vadidir. Hadi kardeşliğimizi pekiştirelim; Siz ne zaman Sochi’ye hayır dediniz? Ne zaman Soykırım tanınsın, Kefken’de sürgün ve soykırım anıtı yapılsın dediniz?

Sizde aynı soruları bize soracaksınız, bunun farkındayım ve söylemek istiyorum.. Daha 5 yıl önceye kadar meydanlarda, mitinglerde, eylemlerde, savaşlarda, bir yerlerde görmediğiniz şu 3 ok ve 12 yıldızlı bayrağı tutanlar varya; hiç kendi bayraklarını sallamadan, her halkın yangınına koşmakta olan insanlardı. İsimleri; Ümit, Yusuf, Mahir, Nazım, isimleri Ethem, Cemal, Feridun, Jineps’ti. İsimlerin ne önemi var? Biz güzel bir yarını sadece kendi halkımız yaşasın diye isteyecek kadar cimrileşmedik ki hiç. Yok mu o söyledikleriniz? Faşistler, Entellektüel Faşistler, Irkçılarımız? Biz önyargılı ve yalancı değiliz, varlar elbette. Ama en çok sizler kadar varlar. 3,5 milyon Çerkes, kolonyalist bir tarihte soykırımdan geçirilen ve sürgünle parçalanan şu halk; geldiği topraklarda, Filistinden, Samsuna, Kosova’dan Van’a kadar yerleştirilmiş şu millet. Tarihinin en parlak Haini diye lanse edilen Ethem’in Çerkesliği.. At hırsızları; İngiliz Peksimetine dahi muhtaçken yapayalnız kalmış, ailesinin bir kısmı balıkesir’e diğer bir kısmı Kfar Kama’ya kadar iskan edilmiş, paramparça bırakılmış ve hiç duyulmamış, hiç sorulmamış, acılarıyla, kanlarıyla; kendi kendine kendi kaderine terk ettiğiniz şu halk..

Güzel kadını da var elbette. En az güzel Kürd kadını kadar, güzel Türk kadını kadar güzel kadını var.
Faşist erkeği de var muhakkak, ama Kürd faşisti kadar, Türk faşisti kadar vardır en fazla..

Ne senden daha az,
ne de senden daha çok..

İnsan gibi yaşamak isteyeni de, insan gibi dövüşebileni de var.
Share:

TÜRKİYE, CUMHURİYET BAYRAMI, KAFKASYA VE ARAP BAHARI..


Soğuk geçecek bir kışa tüm hazırlıklar yapıldı, Sochi önümüzde, dernekler arkamızda, Türkiye demokratikleşiyor(!) Arap coğrafyasında hala bomba sıcaklığı var. Türkiye Demokratikleştikçe, öldürülen insanlara gıdım sesi çıkmayan siviltoplum kuruluşlarımız genel kurullarında elbiselerini değiştirip, model manken gibi sergiye çıkıyor, Cumhuriyet filan yaşına, Ethem'in hainliği arka plana, Kafkasya'da Lazlar Gürcistana, Çerkesler Çerkezya'ya, Oseter Osetistana göz kırpıyor! Gürcistan diyor ki; Gel soykırıma uğramışsın meğer, gel! buradan Adigey 100 km, buradan Abhazistan 10 metre, buradan Osetistan 10 metre, Karaçay Çerkes 90 km, Kabartey Balkar 80 km gel diyor. Kimi; Artwin'den gitmiyorken, kimi Münih'ten gitmiyor, kiminin istanbul'da reklam şirketi var, cirosu var, hayatı var gitmiyor. Kimi proleter gitmiyor, kimi falan gitmiyor. Bu arada, Türkiye son hız demokratikleşip, Arap coğrafyasına bomba sıcaklığı servis ediyor.. Arap coğrafyası demişiz; Türkmen'i, de var, Kürdü'de var, Çerkesi'de var. Var oğlu var; CIA'den Amerikalısı, Mossad'dan Yahudisi, KGB'den Rusu da var, Çeçeni bile var vahabiden.. bir tek insanlıktan nasibi yok oranın, oranın bir tek ağlamaktan bahtı yok; kendi cenaze namazını kılanları var, cenaze namazımı kılacak kimse olmazsa diye. Araplar sımsıcak, Türkiye buz gibi, Kafkasya orta ateşte..

Burada bayram havası, ardı sıran peşincek..
İstiklal de, savaş mağduru burjuvazi araplar; çocuklarına nostajlik tramvayı gösterip; şükür çekiyorlar! Parmakları var diye..
Suriye'de savaş mağduru yoksul araplar; çocuklarına silahı gösteriyorlar, vatan kurtulacak diye..
Suriye'de savaş dahili araplar; Allah'u ekber diye koşuyorlar, Allah'u ekber diye oturanlara!

Kafkasya'da orta ateşte; insanlık pişiriliyor!
Gürcistan gel diyor, soykırıma uğramışsın meğer, eğer geleceksen diyor bir de, ardını bir tek biz bilmiyoruz!
Abhazya da Laz, Gürcü, Adiğe, Apsuva; bari kışın patlamasa şu sıcaklık diyorlar.

Zaman geçiyor!

Türkiye'de Cumhuriyet 90 yaşına demokrasiyle giriyor, ölülerimizin katilleri arasında bayram kutlanıyor, katiller çevre güvenlikte ellerinde hala silahlarıyla bizi koruyorlar! Rahat uyuyalım diye..

Günaydın!
Share:

Hantal Çerkes Hareketlerine ithafen..




Çerkes hantal hareketleri, kendi toplumu altında yetişen dinamik gençlerin eylemsel süreciyle birlikte umutlandı, elbette bu gençlerin; hantal hareketler olarak nitelendirdiğim gruplara karşı bir önyargı sahibi olmaması gerekiyor. Ancak bunu sağlayacak olan, gençlere bu umudu göstererek; yıllardır hareketlerde konuşlanmış, konuşan ve başka hiçbir halt yapamayan kişilerin bu gençlere karşı biz özeleştiri vermesiyle mümkündür. Pek naçizane affınıza sığınarak 26 yaşımı dolduran biri olarak elbette bende kendimi bu gençlerin içinde bir parça olarak göstermek durumundayım. Tüm yazdıklarım pratiken edinilmiş tecrübelerle kazanılmış birikimin teorik olarak karakterize edilmesi aslında. Bu yüzden, ister hoşunuza gitsin, ister gitmesin; Türkiye Diasporası toplumunda her yönde hareketler de konuşlanmış ve süreklilik arz edecek kadar çok konuşup herşeyi kendi bildiği gibi yapmak, herşeye kendi istediği gibi yön vermek isteyenlerin buna kulak vermesi gerekiyor.

Elbette ki, burada bahsini ettiğim gençlik; benim dahili olduğum aktif veya pasif eylem biçimlerinde yan yana geldiğim veyahutta eylem süreci veya sonrasında irtibata geçtiğimiz gençleri temsil etmektedir. Hiçbir tespitim, hiçbir analizim veya yazım tüm halkın her ferdini veya belirli bir yaş grubuda herkesi temsil edemeyeceği gibi, bu yazı da; diğer yazılarımda olduğu gibi bir takım gençleri muaf tutmaktadır. Yazılarımda muaf kalanlar ise, yaptıkları ve yapmadıklarıyla elbette kendini bize ve görmek isteyen herkese anlatmaktadır.

(Yukarıdaki temkinlilik, konular da bağımsız tartışmalar yaratmaktan öteye gidemeyenlere ithaf olur.)
Değişen dünyanın içinde dönüşen bir halk olduğumuzun mutlaka farkına varmalıyız ve dönüşümlerimizi geçmişimizdeki kültürel faktörlere yatkın fakat tamamiyle onların etkisinde kalmadan başarmalıyız. Değişen dünyayı fark etmemek elimizde değil ve dönüşmekten başka çaremizin olmadığı ise aşikar. Bunun çeşitli nedenleri var; bize özgün nedenleri ile birlikte tüm dünyaya yayılmış halkımızın ortak nedenleri de elbette. Dünyayı biz değiştirmiyoruz, bir çok faktör var dünyayı değiştiren iyi-kötü. Dönüşüme karşı koymakla, dönüşmemek mümkün değil; çünkü dünyadaki dönüşüm, tüm maneviyat kazanımları ve götürümleri ile birlikte aynı zaman da fiziksel olarak da bizleri buna zorlamaktadır. Bizim bunu algılayamamamız; bizim bunu algılayabilip kendi dönüşüm felsefemizi yapamamamız ya da kasten bir çeşit yobaz gelenekçiliğe mahkum etmeye çalışmamız kesinlikle ama kesinlikle bizi değişen dünyada dönüşmeyen bir halk yapmıyor.  Aksine, dönüşüm felsefemizi kendimiz koyamadığımız için; bizim yerimize dönüşümümüze yön verenlerin dönüşmemizi istedikleri şekilde dönüştürüyor. Modern asimilasyon metodları ile, onların istediği dönüşüme adapte olanlarımız, kapitalist rejimde geçici mevkiiler edinirken; direnenlerimiz ise birer birer sindiriliyor. Bzeyiko savaşlarından bu yana; modern kapitalizmin kökü insanlığın yüreğinde bir ur gibi kök salarken elbette bizi de es geçmedi. Herşeyi, bir anda ve en hızlı haliyle yaşayan toplumumuz içinde itibar kazanmış mevki sahibi birileri; sınıflar yaratıp aşağısında kalanların onurlu ya da onursuz kaderini tayin etme hakkına başladı. Birincisi, bu dönüşüm toplumsal ahengimizin kendi başına yönettiği bir dönüşüm değildi, tüm sinyalleri ve tarihsel materyalleriyle bu dönüşümü, o zamanların dünya kutuplarından olan Osmanlının yaptığını iddia edebilir, ardını savunabiliriz. Ancak ben konumuza Bzeyiko savaşlarından başlayarak dönüşümümüzün tarihini  yazmakla başlarsam, bu yazı hayli uzun ve geç ve elbette bir yerlerinden eksikler fışkıran bir yazı olarak kalır. Onursuz birilerinin kalpsiz dönüşüm projesi olan; Kapitalist Dönüşümün tarihiyle ilgili elbette isteyen bir yerlerden okuyacaktır.

Biz, dönüşümümüzün halkımızın tarafıyla yön bulması için mücadele veren gençleriz! Ancak dünyanın egemen olsun ya da olmasın hiçbir halkıyla aramızda düşmanlıklar üreterek kaotik ya da felsefi anlamda hantallaşarak prim yapacak kişileri hiç değiliz. Kendi adımıza, kendi kimliğimizle kararlar verebilme yetimiz ise sorgulanamazdır. Biz, kimlikle karar veren başka yetilerin kimliklerini ortaya koyuşlarına değil, birlikte sahip olmaktan başka çaremiz olmayan kimliğin bir düşmanlaştırma veya itibarsızlaştırma aracı olmasına ise karşıyız. Bunu İnsan, İnsan bir Çerkes, İnsan bir Çerkes Erkeği-Kadı ve İnsan bir Çerkes genci olarak hakkımız görüyoruz. Bu konuda karşı bir taraf varsa onlarla asla uzlaşamayacağımızı da bilmelerini istiyorum.

Geçenlerde, Van depremzedeleri adına Sakarya'da dayanışma eylemi yapan 4 kişiden 2si Çerkes'ti. Birisi çok sevdiğimiz bir büyüğümüz olan ve genellikle hantallık yaratacak bürokratik örgütlenme biçimlerinde pek rastladığımız karar alışta gecikmeyen, gündemi arkadan takip etmeyen Ümit Örten; diğeri ise çok yakın dostum, yoldaşım olan ve daha önce bir çok ortak eylem yaptığımız; bürokratik hantallıklardan en çok dem vuran gençlerimizden Kadir Canbek'ti.. ve elbette diğer iki kişi ise, insanlıklarıyla çok yakın tanıdığım; bir böceğin dahi yaşam hakkı için inanılmaz mücadele verdiğine şahit olduğum, bir çok konuda dünyaya aynı baktığımız, çocuklara aşık Harika ve biraz önceki saydığım pek sevgili yoldaşlarımdan bir adım geride bile olmayan, hayatım boyunca güveneceğim, güvenebileceğim Ayşegül'dür. Hepsini tek tek ve bütün olarak çok sevmekle birlikte, hepsiyle birlikte çeşitli ve kimseyi ötelemeyen insanlık eylemleri yapmışlığım, bir çok konuda konuşmuşluğum.. anlaşamazsak bile konuşarak sonuca varmışlığım vardır..
Onların eylemine çeşitli sebepler ile yakışmayacak şekillerde karşı oluşlara rastladığımız zaman toplumun bizden ya da bizden olmayan yön vericileri tarafından, 149 yıllık periyotik olarak ve bugünler de farklı dozajda olsa bile nasıl etki yarattığını algılayabilmekteyiz. Bizim içimizde inanılmayacak derece de Kürt düşmanlığı yapanlar utana dursunlar bunları onursuzca dillendirdikleri için, bunu söyleyemeden eylem sırasındaki bir takım simgelere takılıp bunu malzeme yaparak arkadaşlarımıza saldırmaya çalışanları, onlara bilerek, duyarak ve hissederek bir sebep veya bağzı sebeplerden ötürü sessiz kalanları yazımızın devamına taşıyayım;

Sizlerde iyi biliyorsunuz ki; hantalsınız. Hantallığınız, parmağınızın klavyeye dokunuşundan ya da dokunmayışınızdan okunuyor. Siz okunduğunuzu ya bilmiyorsunuz ya da artık gerçekten bunu fark edecek algıyı yitirmişsiniz. Acısak gurur yapacak, acımasak zarar verecek moddasınız ve biz ne sizin o inmeyen burnunuzu incitmek ne de anlık eylem bilincinde zarar vermenize müsade edecek değiliz. Biliyor musunuz bilmiyorum ama, artık siz olsanız da - olmasanız da .. hatta biz olsakta, olmasakta; anlık eylem bilinci, bürokratik hantallıklar kafasını aşmış; tavır alabilen, tavır koyabilen; yatak/dikey  partili/kolektif örgütlü/örgütsüz insanlar var ve biz ya da siz görebilsekte, göremesekte, görmek istesekte, görmek istemesekte buna karşı engel olamayız! Değişen dünya ile birlikte, değişmeyen kafalar da tozlanmakta ve her geçen gün olgu/mantık kavramlarından bir adım uzaklaşarak; saçmalamak devrine başlamaktadır. Ben şahsen; çeşitli sebepler ile herşey apaçık doğruyken belirli teyammülleri bahane ederek insanlar üzerinde hipotek kurabilecek, bunu isteyen, bunu arzulayan ve gereksinimmiş gibi servis edenleri zerre kadar umursamıyorum. Sadece bunu umursayan yoldaşlarıma üzülüyorum. Sözde; bir çok yoldan yoldaşınız olduğunu düşündüğünüz, söylediğiniz kişiler; VAN ZULÜMÜNE İNSANLIK DESTEĞİ verdiler. Onlara sizin karşı olduğunuzu bildiğim insanlar tarafından bir mühür konmaya kalkışıldı. Orada hepimizin simgesi haline gelmiş bir şeyler üzerinden; sanki sadece "tek tarafa" ait bir şeymiş gibi konuşuldu. Ben oradaydım, onlar da oradaydı ve tanımadığımız birileri daha, tahmin edemeyeceğiniz kişiler de; ama orada olmayan birileri vardı ve orada olmayan birilerinin orada olan biten herşeyden muhakkak haberi de vardı, onlar sizdiniz.

Değişen dünyada, dönüşen birşeylere karşı; hantallar! Eylemsellik sürecinde aktif olarak periyotlar çizmiş, kendi argümanları tekrarlamaktan baş şişiren, konuşkan, göbekli, gözlüklü hantallar. Ben ve bağzıları; dönüşümün içindeyiz..! Sizin dönüşüme olan tahammülsüzlüğünüz ancak dünyada büyüyen dinamik mücadeleler de bizim halkımıza şerh koymaktan ibaret kalacaktır. Ancak bizim halkımız dahil olsun ya da olmasın, bizler bu dönüşümün bir parçası olacak, insanlık ve adalet eylemlerinde bu dönüşüme uygun eylemler koyarak sokaklara ineceğiz ve siz, oturduğunuz koltuklar da bir yerlerinizi morartırcasına yazacaksınız, bir yerleriniz ağrıyınca kalkacak,  televizyonu açacak, telefonla konuşacak, toplanacak; satırları sayılmaz, anlaşılmayan kargaşaya kapılacaksınız.


Umuyorum ki;
Hantal kaldığınız yerlerde, dinamikleşir ve anlık eylem bilincine, mevcut olduğunuz kadarıyla dahilleşebilirsiniz. Ben ve arkadaşlarım, eylem isteminin mevcut şartlara göre nasıl değerlendirilebileceğini ve anlık yetiyi sizlere bir kaç defa gösterdik. Hiçbir şey yapamadığımızı sanıyorsunuzdur; ancak yaptığımız şeylere de şahit olacağınız zamanlar gelecektir.

Share:

Delimize sahip çıkalım!



Çulhanoğlu, bir yazı yazmış...

Yazıp saçmaladığı şeyler kendine kalsın, böyle adamların özgürlükçü sosyalistler ile anarşistlerin arasını açabilecek kapasitede olmadığı da belli. Zira bu topraklar üzerinde yükselen herhangi bir devrimci harekete dışarıdan biri olarak bile bakıldığında; görünmeyen tek şey kendisi ve partisidir.

Parti ismine nazaran saygı duyanları da nefret ettirmesi ise, esasta kendisinin kendi partisine mi darbe vurduruyor diye düşündürtmüyor değil;

Biz emekçileri ve yarının daha adil, daha özgür, daha eşit olabilmesi için mücadele verenleri  tabii ki TKP üyesi bile olsalar seviyoruz. Biz partilerin MYK üyelerine veya kendini bir şekilde yansıtma yapanlarını değil, partili dahi olsa yarın için özgürlük isteyen insanlarını seviyoruz.

Dostlar!

Bizler mücadele alanındayız, içimizdeki yalancılara karşı da mücadele edeceğiz elbette. Elbette herkes pak değil, ancak bu kirler, bu çamurlar; yapıştıkları yerlerden sökülecektir. Bugün kuvvetle yapıştıkları yerlerden mücadelemizi bölücü söylemlerine karşın bizler yine aynı yolun yolcusuyuz. Yarını bize zindan edenlere karşı, emek ve kimlik üzerinde birleşecek ve mücadeleye devam edeceğiz.

İktidar olmak istemiyoruz, yönetmekte istemiyoruz!
Adalet, Eşitlik ve Özgürlük istiyoruz ve bunu hep birlikte kazanacağız!

Birbirimizi mutlak eleştireceğiz!
Eleştirilerin olmadığı hareketler, gerilemeye mahkum kalırlar! Kendilerini zeki zannedip mücadelemizdeki yoldaşlarımızı aptal yerine koyanlara karşı kulağımız tıkalıdır.

Ancak herkes, içindeki delilere sahip çıksın! Mücadele alanlarımızda zehirlerini bırakanlar, bizi geriletmekten başka hiçbir şeye yaramaz..

Birbirimizi mutlak eleştireceğiz!
Ancak bunu güzel yarının mücadele birliğini zehirleyerek değil, daha güzel bir yarına ulaşabilmek adına yapmalıyız. Daha çok bilgi, daha çok öğrenim ve tecrübe kazanmak için, yanlışlardan arınıp; doğrulara kavuşmak için yapmalıyız.

Propaganda yapıp, kitleleri aptal yerine koyarak iktidar olmak içinse, zaten insanları aptal yerine koyup iktidar olanların tarihten beri insanlığa çektirdikleri zulümden ne farkı kalıyor?

Partimizi iktidara getirmek mi istiyoruz,
yoksa emeğin ve özgürlüğün dünyasını mı?

Parti iktidarında, mevkiili memur olmak; bir devrimcinin amaçları dışında değil midir?  Sosyalizm; bir parti başkanının BAŞBAKAN olma arzusuyla sınırlandırılabilir mi?

Dayanışmayla!

Share:

Herşeyin birşeye dönüşmesi..



Yaşadığımız zamanla ilgili düşüncelerimiz muhakkak ki kendimiz ve mücadelemizle ilgili bir değerdir; ancak sabit bir kompozisyon halinde; düşüncelerin farklı fiillerle aynı şeye ulaşması için süreklilik oluşturmak, bu sürekliliği herhangi bir şekilde kutsallaştırarak, dışında kalan şeyleri iğnelemek kadar da iğrenç birşey olabileceğini düşünmüyorum.  Bu yazıyı da tahmin edebileceğiniz üzere; BİZE VE KAVGAMIZA ARMAĞAN EDİYORUM.

Sevgili dostlarım, bizler iyi bir yarın için mücadele veriyoruz ve iyi bir yarının herhangi bir sınırı yok. İyiliğin sınırı, eşitliğin şartları, özgürlük belirli kompozisyonlar etrafında belirlenmiş fiillerin mutlak varlığı ve bir düşüncenin öyle ya da böyle bir şekilde egemenliği değildir. kötülüğün iyiliğe değdiği noktayla savaşacağız! Biz, iyiliğin ve özgürlüğün ne olduğunu dayatamayız, bize göre elbette bir iyi ve arzu edilen bir özgür yaşam var! ancak bizim gibi gitmek istemeyenler de var o iyilikle kavuşmaya! biz kötülüğün ve köleliğin ne olduğunu söyleyebilir ve onunla mücadele edebiliriz ve kötülükle, köleliği güçlendiren şeylerle savaşabiliriz. Bunun da bir sınırı yok!

Bizim kavgamız, kötülükle! Kölelikle!

Biz kötüyü ifşa ederek, iyiliğin propagandasını neşe ve huzur içinde insanlara teneffüz ettirerek mücadele vereceğiz. Gerekirse; bedenimize saldıranlara karşı kendimizi savunacak, gerekirse bizi mahkum edenleri yok etmeyi deneyeceğiz. Ancak bir iyilik sınırı çizip, dışında kalanlara kötü diyemeyiz..

Biz iyiliğin ne olduğunu elbette biliyoruz,
ancak iyiliğin nerede durduğunu asla göremeyiz!
Bize göre iyilik, kötülüğün olmaması kadar basit, kötülüğün yok edilmesi için verilecek mücadele takdire şayan, bunun için kötüye karşı küresel iyilik propgandaları yapmalı ve gerektiği zaman kendi tarzımız olmayan eylemler de bulunmalıyız!

MESELA; YÜRÜMELİYİZ!
Tek bir ateş yakmadan, tek bir slogan atmadan, tek bir politik sözcük etmeden. Hepimize lazım olan birşey için yürümeliyiz.

Komünist bayrakların yokluğu,
Sosyalist bayrakların yokluğu onları yok etmedi! Onları yok etmeyecek
ve Anarşist bir ağızla konuşulmadı diye, Anarşi susmayacak!

Ayaklar;
Sosyal olup Komüne yürüyecek..
Ayaklar, baş olup Anarşiyle sevişecek!

Yürünecek!
Tek bir politik sözcük edilmeden, tek bir bayrak taşınmadan, tek bir imza atılmadan..
hepimize lazım olan bir şey için yürünecek!

İyiliği; köylerden kentlere kadar her insan topluluğunun olduğu yerde dilimizi anlayan herkese anlatarak..

hayvanları, toprağı, suyu ve gökyüzünü severek..

Şarkılar söylerek,
Muhabbetler eşliğinde;

YÜRÜNECEK!
HEM DE, HEPİMİZE LAZIM OLAN BİR ŞEY İÇİN YÜRÜNECEK!
Share:

Devletin Fransızlaştıkları! -> VAN




2011 yılında Van'da gerçekleşen deprem hala tüm canlılığı ile hafızalarımızda oysa, üstelik canlılığını ilk günki kadar diri tutan bir de devlet politikası var başımız da. Yurtdışındaki afetlerde dahi hızır yardımını gönderen Türkiye, kendi sınırları içerisinde gerçekleşen bu büyük afette, gözümüzün içine baka baka sınıfta kalmıştır artık. Devlet, kendi vatandaşlarına fransızlık yaparken, Türkiye'nin vicdani tablosunu diğer ülkeler de gerçekleşen çeşitli afetler deki hızır hareketleriyle çizmeye çalışıyor. İç ve Dış durumları birbirine çelişen her yapı gibi; Türkiye hepimize samimiyetsizlikler ülkesi olarak kendini öğretiyor.

Fazla söze göre yok!

Van'da 2011 yılında gerçekleşen deprem de;

_______________________________________________
Ölü ve Yaralı Durumu
Hayatını kaybeden Vatandaşımız 644
Yaralanan Vatandaşımız 1.966
Enkazdan sağ kurtulan vatandaşımız 252

(A.F.A.D. resmi istatistikleri)

_______________________________________________

Yapısal hasarlar

28 Ekim günü sabah saatlerinde AFAD'dan yapılan açıklamada; Van ili Merkez ilçesi, köyleri ve Erciş ilçesi merkez mahallelerinde TSİ 09:30 itibariyle 10.621 binanın incelendiği; 5739 binanın hasarlı ve oturulmaz, 4882 binanın hasarlı ancak oturulabilir olduğu ve tespit çalışmalarına devam edildiği belirtildi. Deprem nedeniyle toplam 2262 bina yıkıldı.
_______________________________________________

Yeni olan şu; Depremin ocaksızlaştırdıkları, yaşadıkları konteynır kentinde de çok görüldü. Boşaltmaları istendi oraları, ancak gidecek bir yeri olmayan herkes gibi onlar da bir yere gidemediler oradan. Sonra elektriklerini kestiler; yılıp gitsinler diye.. insanlar, gidip açlıktan öleceklerine, orada kalıp açlıktan ölmeyi; toplumsal vicdanımızı sorgulamamız için tercih ettiler. Bugün oradalar, Orada bayrak var ancak devlet yok... Orada devlet, insanlara fransız kalıyor biraz! Kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyenler, herkesi kendileri kadar varlıklı sanıp; gidecek evi olmayan insanlara bakarak;

"ALTTA KALANIN CANI ÇIKSIN" dercesine duyarsız kalıyor. Merak ediyoruz..

Van hangi devletin bir ilidir.
 Vergiler neden toplanır?
Devlet sadece asker ve polis midir?
Komşusu aç ike tok yatan, kimden değildir?

Share:

Sosyalizminde "Tu-kaka Çerkes" sendromu.


Bizler bir halkı topyekün olarak sadece ve sadece "kendi kaderini tayin etme hakkı" ile anarız. Hele ki omuzları, omuzlarımız yanında yükselen bir yapılarıyla iken, omuzumuzu omuzlarına dayamamak bizde "xaynape"tır.

Şahsım adına bu topraklardaki Sol hareketlerin içinde hep bir sıkıntı olduğunu düşünüyordum. Yalnız şunu da unutmamak gerekir ki; var olduğunu düşündüğüm sıkıntıdan dolayı devrimci tarihin hiçbir öznesine değil yıkıcı, geliştirici bir eleştiri bile getirmeden; geleceğin dünyasını o öznellerle beslenmiş yoldaş zihniyetler ile birlikte ellerimizle kuracağımız günün mücadelesini vermek isterim.

Ben tahakküm aygıtının, organlarının, yandaşlarının
Kapitalizmin, Burjuvazinin ve de Emperyalizmin tam istediği kıvamda olduğumuzu ne yazık ki görüyorum.. Efendim, Çerkes nüfusu 3 milyon imiş, 149 yıldır buralarda imiş, devletle organize bilmem neyler yaşamışlar imiş, ermeni katliamını bile çerkesler yapsın hadi, etmişler imiş..
(Kürd kardeşlerimin affına sığınarak, kesinlikle algısal veriyorum.) Şimdi sen 149 yıllık resmi istatistik ve tarihlere dayalı sığ bilginle nüfusunun 3 milyon olduğunu söylediğin bir halka o dille, bu dille ya da bir şekilde "Tu-KAKA" diyeceksin öyle mi? Kusura bakma da, senin bu istatistiğinin öbür ucu; 1048 yılında sözde pasin ovasında sözde bizans ordularını büyük bir mağlubiyete uğratarak Anadolu'da kalıcı Türk varlığının sebebi ya da başlangıcına imza atan İbrahim Yinal'dan sonra tam tamına 965 sene geçti.. sen 965 yıllık birlikte kalım ile 149 yıllık birlikte kalımın şartlarını birbiriyle kıyaslarken ya da hep burada bulunan coğrafyanın yerli halkı olan Kürdler ile, buraya bir dizi savaşlar sonrasında, soykırım yaşayarak sürgünle gelen bir halkı birbirleri ve son 80-100 yıllık tarihleriyle değerlendirirken.. acaba nerede haksızlık yapmış olabilirim diye düşünmüyorsan, eğer ideolojin resmi tarihin palavralarını referans alıp, bir halkı yapmadıklarıyla sığ, başka bir halkı yaptıklarıyla derin imgelere taşıyorsa.. ben iyi ki de sosyalist kalmakla yetinmemişim demektir. Ama itiraf edeyim; böyle sığ bakabilen, resmi tarihi tek kaynakla referans almayan, kıyaslamalarla istatistiklerinde daha bilimsel ve adil davrana bilen bir çok sosyalist dostuma da ayıp ettim be dostum..

şimdi senin tüm referanslarını doğru kabul etsek dahi!
Çerkeslerin okul açmayı talep etmek, Çıkan bir yasaya görüş bildirmek, Faşizmle mücadele için farklı örgütlenmelerde olmak hakları yok mu? Velev ki, yaşayan 3(!) milyon Çerkesin 2 milyon 900 bini türk ırkçılığı ve Kürd düşmanlığı yapıyor; Sosyalizmin neresinde, böyle bir durumda egemen olmayan bir halka karşı yaptırımlar hoş karşılanıyor. Ayrıca, sosyalizm sadece bir ulus hareketi midir, ulusların tek ulus üstünden yaptıkları sosyalist mücadeleye ne diyor haberin de vardır eminim.

Ben bir Çerkesim, 26 yaşımdayım, reyhanlı'da doğdum... yenişehir mahallesinde büyüdüm..! Benim babam Aleppo'da doğdu, dedem reyhanlı'ya geldiğinde amik bataklığına sırtında toprak taşıyarak doldurduğu bir yere ev yaparak yerleşti. Hayatı boyunca çalıştı, dedem hiç Türkçe bilmemekle birlikte, babam da Türkçe'yi Türkiye'de asker de öğrendi. Hiçbir zaman Kürd düşmanı, Türk ırkçısı olmadılar.. oradakilerin bağzıları kapitalist, bağzıları da proleterdir. Aynı Kürdlerin içindeki burjuvalar ile emekçiler gibi.. aradaki uçurumlar gibi uçurumlar da vardır.. DÇH'de Emek konusunda tüm yeryüzündeki mücadeleleri mücadelesi gören, Kimlik konusunda Çerkes kimliğini söyleyip, ezilmiş olan tüm halklarla kardeşlik söylemiyle dayanışıp bu halkında kendi adına konuşma inisiyatifi kullanmaya çalışan bir yapıdır. Bunu yapıp  yapamayacağı da kendi işidir, ancak siz böyle baştan eşeği çayıra salan sosyal faşistler yüzünden, Çerkes halkının içindeki gericiler Sosyalist Çerkeslere sizin bu itici ve gerçekdışı söylemerinizi servis ederek; İşte sosyalistler bunlar diyor. Sosyalistler Çerkeslere "Tu Kaka" diyor diye bize karşı propaganda yapıyorlar. Birgün başarılı oldukları için size teşekkür etmelerini istiyorsanız; Klavyede sınır yok.. yazın tu kaka'nızı!
Share:

bir tarafa karşı taraf olmakta büyük hata!

ben inanılmış ya da inanılmakta olan tanrılarla savaşmıyorum.. ben mini eteklilerle, türbanlılarla, etek giyenlerle yada pantolon giyenlerle savaşmıyorum.. ben ezanlarla, ben dualarla savaşmıyorum..

Ben faşizm ile savaşıyorum ve bazen bu faşizm denen hastalık sırtını uluslara, bazen dinlere, bazen erkeklere, bazen insanlara dayıyor..

Bazen ırkçılık,
bazen dincilik,
bazen ataerkillik
ya da türcülük yapıyor.. başka ulusları, dinleri, inançları, kadınları ve hayvanları, ağaçları ve dağları hedef alıyor.. 

işte ben bu yüzden; ırkçılığa karşı savaşıyorum ama Türklerin tamamını düşmanım olarak görmüyorum..
cemaatlere ve tarikatlara karşı savaşıyorum ama dinleri ve dindarların tamamını düşmanım olarak görmüyorum..
erkek terörüne karşı mücadele veriyorum ama bir erkeğim ve terörist değilim..
hayvan hakları ve doğa mücadelelerinde en öne geçmek istiyorum..

cemaate karşı ulusalcılık
dinciliğe karşı da ulusalcılık yapamam..
erkeğim diye kadınları öldüremem
kadın hakları mücadelesindeyim diye erkekleri de öldüremem..
hayvanları öldüremem.. 

ne ırklar ne de dinler, ne de giyimleri insanların.. bunlarla olmaz!
mücadelenin özü;
faşizmin her rengine zehir olmaktır.. 
bir rengine imtiyaz sağlamak değil..

türbanlı diye kadınları aşağılayanları, aşağılıyorum.. aşağılıklık etmeyin..
Share:

Biz, o kayıp çocuklarız!



Biz o kayıp çocuklarız!


Kimse kimseye tahammül edemez mi? Şimdi soruyorum sizlere, bırakın türkü, kürdü bir tarafa, bir tarafa bırakın sunniyi, aleviyi.. bir çocuk olun, bir de abi bulun kendinize, bir de anne ve birgün abinizi gözaltına alsınlar; abinizin suçu da; sistemin hastalıklı olduğunu düşünmek ve hastalıkla mücadele ederek; insanların huzur ve refah içerisinde yaşayacağı bir dünya hayal etmek olsun; ta o güne kadar bir can yakmamış, bir köpeğe bile git demeyecek yufka yüreklilikte olsun, ağaçları ve doğayı sevsin, insanı sevsin, insanlığı sevsin, abinizi çok yakından tanıyın; kimseye bir zarar veremez, herkesin iyiliği ister olsun abiniz ve birgün abinizi yanınızdan, kollarınızdan,  yaşamınızdan, her yerden; önerdiği kitaplardan, ettiğiniz küçük tatlı kavgalardan, gidiyorum demesinden ve annenizin geç kalma demesinden mahrum bırakılın.. bunu yaşayın;

ne bileyim; Tolga Baykal Ceylan olun.. abiniz olsun, annesi olun, o annesi olun bir defa..

düşünün...
şimdi bir daha düşünün; siz, 2004ten beri yoksunuz...
; abiniz 2004ten beri yok
; oğlunuz 2004ten beri yok..

ne bir haber, ne bir şey.. hatıraları var, o yok.. gülüşünün hatırası, sinirinin, kitap okurken, kahvaltı yaparken, birinci sınıfa ilk başladığı günün hatırası, ilk itirazı, ilk sorusu.. ilk adımı, ilk nefesi.. hatırası var; o yok.. o yokluğunu neyle doldurabileceksiniz? Ben ölümün hayatın bir parçası olduğunun farkındayım, ancak Tolga da, bir çok kaderdaşı da hayatın bir parçası olan ölümün değil; sistemli bir hastalığın mutluluğa karşı katledici öfkesiyle; annelerinden, gülüşlerinden, hayatlarından koparıldılar. Arkadaşlar; Şimdi buraya ne yazsam az, ne yazsam çaresizlik hissi uyandıracak; ama dedim ya! Yüzlercesi var, ama sadece bir tanesini tanıyın ve onun annesi olmayı deneyin bir..

Sonra, Adaleti neden aradığımızı sorun kendinize..
Sizler ömrün bir yerindesiniz, ne olursanız olun.. bir zamanlar birilerinin bebeği, şimdi de belki bazı bebeklerin annesi-babasısınız.. kim olduğunuzu umursamıyorum bile; İnsansınız. Hangi partiye oy verirseniz verin, hangi lideri severseniz sevin, sizi kaç torba kömürle satın aldıklarını hiç sormadım ben, hiç kimseye.. Hele ki; sizi öyle eleştirip Mersin'de CHP'nin dağıttığı bedava mazotu bile bile, sırf size karşı olsun diye, sizi ezsin diye kaç torba kömür, kaç paket makarda, iş mi demem.. bilirim ki; bu sistemli hastalıkta hepimizin bağzı sorumlulukları var ve belki sizi elinizden tutan yok.. ortaya canını koymayanlar, elbette kaybedecek birşeyleri olanlar ama ortaya canını koyanlar da var.. bunları unutun;

Siz de, bende herhangi bir Adem olalım, Havva olalım;

Kadriye Baykal Ceylan olalım,
Tolga Baykal Ceylan olalım..

sonra kaybolalım; neredeyiz, kiminleyiz, nasılız? Bilinmiyor.. Hatıralar; ilk nefes, ilk emekleme, ilk anne deyişi, ilk okula başlayışı, ilk dayak yemesi, ilk dövmesi, ilk takdiri, ilk karnesi... sonra; ... ?


Share:

Yeni uçlar ve Ters bakanlar

İhanet mi – Katkı mı?
Olaya tersten bakanların bulunduğu günümüzde, her türlü kışkırtma yoluna başvurup, “böl, parçala, yönet” taktiğini uygulamaya çalışacaklar. İnsanların zihni karışsın diye, alakasız noktalardan tartışmalar ortaya atarak insanları bu tartışmalar etrafından toplayıp; meseleyi eritmeyi deneyecekler, vakit uyanık olma vaktidir! Dil talebi, Çerkesleri, Türk gören zihniyetin gözünde bir ihanet olsa-da, hiçbir zaman kendilerine Türk dememiş Çerkeslerin en doğal hakkıdır. Kendini, Türk hisseden Çerkeslere tavsiyemiz ise, kendini Türk olarak görmeyen Çerkeslerin adına, Gerçek Kuzeykafkasyalılar adına ortaya çıkarak bazı açıklamalar yapmamalarıdır. Eğer kendini Türk hisseden varsa; Türk’ün gelişmesine katkı sağlayıcı hizmetleri yapmasıdır. Biz genetik ve kültürel olarak kendimizi Türk hissetmeyen Çerkesler, bu ülkenin çıkarlarına ters düşecek, Türk kimliğini eritecek veya gelişimini sekteye uğratacak taleplerde değil, üstümüze uygulanan asimilasyoncu devlet anlayışını yıkmak ve dilimizin yaşaması, kültürümüzün erimemesi için bazı adımlarda bulunmasını istiyoruz. Bunları sivil ve demokratik yollarla aramamız ise samimiyetimizin işareti olarak aklınızda yer bulmalıdır. Çerkes halkı, Türkiye Cumhuriyetine, demokratik ilerleme açısından bir katkıda bulunmak istiyor! Baskıcı ve Tekleştirici zihniyetin yerine, özgürlükçü ve ileri demokratik bir ülkenin daha huzurlu olacağına inanıyor! Çerkes halkı, dünyanın hiçbir yerinde yaşadığı topraklara ihanet etmez, bugün Ürdün, İsrail, Suriye gibi ülkelerde Çerkes dili eğitimi ve yayını olmasına rağmen oralarda farklılaşma çabasına girmemişlerdir. Çerkesler, genetik olarak da, kültürel olarak da hiçbir şekilde Türk değiller, sadece Türkiye Cumhuriyetinin sadık ve bağlı VATANDAŞLARIDIR. Saldıracaklar, kendi içimizden bazılarını hakkımızda konuşturup, onların söylediklerini gerçek sayarak; halkın gerçek talebini eritmeye çalışacaklar. Medya üzerinden veya provakasyoncu zihniyetle bizlere karşı diğer Türkiye kamuoyunu kışkırtmaya çalışacaklar fakat; Davamızdan ve amacımızdan kendi dilimize olan özlemimiz için, insan haklarının bu ülkede gerçekten uygulanabilmesi için hem Ülke, hem de halklar olarak kendimize katkıda bulunabilmemiz için VAZGEÇMEYECEĞİZ!
YENİ UÇLAŞMALAR.
Yüzyıldır bu topraklar üstünde birbirlerine kardeş ve akraba olarak gören, kız alıp veren Çerkesler, bugün ırkçı yaklaşımlara tabi kalarak kendi içinde kısır tartışmalar yaratmayı amaçlayan uçlar tarafından kışkırtılmaya çalışıyor! Başımızdaki; faşist belalar, Bardakçı ve yardakçıları gibi sorunlar yokmuş gibi; duyarsız siyasi liderler ve duyarsız toplum yokmuş gibi bir-de kendi içimizdeki bu uçlara karşı bir mücadele vermeye çabalıyoruz. Değerli Adige halkından isteğimiz; Yüzyıldır kendinize kardeş olarak gördüğünüz Asetin, Abhaz, Çeçen gibi halkları bugünden sonra bazılarının söylemleriyle liste dışı bırakmamanızdır. Değerli Asetin, Abhaz ve Çeçen halkından isteğimiz ise birkaç “uç” kafa yüzünden Adige halkına kötü gözle bakmamamızdır. Buradan şunu-da açıkça deklere ediyoruz; Hiçbir yazımızda amacımız Kuzeykafkasya insanlarını Adigeleştirmek değildir. Bizim böyle bir derdimiz yoktur ve olamaz. Özden ve kaynakça Sosyalist bir yapıya sahip, sosyalist bilinçle donatılmış aklımız ve vicdanımız buna zaten müsaade etmez!  Asetinler, Çeçenler, Abhazlar, Adigeler, İnguşlar, Ubıhlar hepsi birer millettir. Hepsi, kendi rengi ve diliyle bu dünyanın en güzel renklerindendirler. Biz, tekleştirici Türkiye politikasına karşı koyarken, tekleştirici yeni başka bir politikaya asla destek vermeyiz! Lakin şu gerçeği göz ardı edenlere karşı da kırgınlığımız büyümüştür! Bugüne kadar hep birlikte olan, birlikte yaşayan ve ortak tarihlerini inkar etmeyerek kader ortağı saydıkları insanları, kendi içlerinden söküp atmaya ve sadece kendi isimleri altında herkesten farklı olduklarına inanan insanlar; Yarın bir durum söz konusu olduğunda en büyük desteği kimlerden bekleyeceklerini unutmasınlar! Bizim bu çıkışımız, sadece Adige halkına karşı uygulanması gereken özgürlükçü bir yapıyı inşa etmiyor! Aynı zamanda Asetinleri, Abhazlar, Çeçenleri, İnguşları, Ubıhlara da özgürlükçü gerçekten bağımsız ve eşit bir Türkiye içindir. Son günlerde, Abzekh İnisiyatifinin isim değişikliğine gitme amacı; Bu çıkışın ve demokratik taleplerin sadece Çerkes halkına karşı değil, aynı zamanda bütün Türkiye-de yaşayan her kültüre ve dile karşı özgürlükçü bir tavır-da, tek yürek, tek bilek olarak hareketlenmemizi işaret ediyor! Bizim için, insanlar eşit canlılardır ve yönetimleri-de insanlara ancak eşit fırsatlar tanıdıkları zaman özgür bir yapı inşa edilebilir. Yarın, Çerkeslere istedikleri talepleri veren yönetimlere, yarın başkalarına karşı yaptıkları zulüm için hesap soran Çerkes halklarının siyasi bir yapısını oluşturulması arzusundayız.

Canberk Apiş

2009 Aralık
Share:

Türkiye, Özgürlük ve Çerkesler [2010 yazımlı]

 Tercihim nedeniyle partili bir özgürlük anlayışı yerine her zaman hiyerarşinin bulunmadığı topluluk veya inisiyatif gibi mücadelelere katıldım. Yine görüşüm açısından ki, militarist bir örgütlenmede bulunmadım ve bulunmamda. Kendime çok tepeden bakmıyorum, çok alçaktan da görmüyorum kendimi benden daha eski ve hayatlarını neredeyse davalarına adamış, işkenceler görmüş bir dönemin bütün çilesini çekmiş büyüklerim var, şimdi onların karşısında böyle böbürlenerek kendimi yüceltmek benim anlayışıma sığmaz fakat gerçekleri konuşmak gerektiğinde kimin kalbinin kırılacağını pek umursamadım genelde. Bu halim, her zaman aynıdır. Evin içinden, evin dışına veya hayatın çok değişik noktalarında dahi gerçekleri (bildiğim gerçekleri diyeyim) konuşmanın pahası ne olursa olsun konuştum. Yine konuşurum.
Bildiğimiz üzere Türkiye’de bugünlerde demokrasileşme adına yaşanan ve vahim davranışlar gösteren bir takım hareketlenmeler var. Bu hareketleri dikkatle izliyoruz ben, yoldaşlarım ve birçok insan; kimisi batıya dayandırırken konuyu, kimisi samimi bulmamakta ve az talep diye homurdanarak, tatmin olmayan, sert çıkışanlar göstermekte. Bende sabit bir düşünceyle ne destek vermekte sonuna kadar ısrarcıyım ne de kınamakta, bana göre hareketlenme (uyanış) hiçbir şey yapmadan durmaktan daha iyidir.  Dinamikleri canlandırır ve doğru işleve doğru yol almak için çabalar, daha beter-de edebilir fakat öylece kalmaktansa, boyun eğip verilene şükür etmektense dimdik mücadele edilip daha kötü sonuç alma riskine karşı bile devrimci ve özgürlükçü mücadeleye girişmek iyidir. Şimdi daha beter olacak diye bulunduğumuz bu noktayı kabullenmek gerekmiyor, öyle düşünenlere ise hayret ediyorum! Biz bu betere alışmaya mahkum değiliz, öyle olmamızı talepte edemezsiniz. Biz inandığımız davamızı, özgürlüğü hedef edinip her ihtimale karşı düşünerek bir mücadelede bulunmalıyız. Biz tatmin olmamalıyız! Daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik istemeliyiz. Ama bugün ki mücadeleyi yetersiz görüp bize yüz çevirenlere-de hayret ediyorum! Bir anda, büyük bir değişim bekleyenlere hayret ediyorum… bir mücadele verirken, küçükten büyüğe doğru gitmek gerekir çünkü, en büyüğü hedef edinip, küçük değişimleri yok sayarak sırt çevirdikçe yerimizde saydığımız günlerin sayısına sayı ekleniyor… mücadeleyi tatmin olmaz bir özgürlük anlayışı ile fakat küçük kazanımları da başarı olarak kabullenen bir anlayış ile gerçekleştirmeliyiz. Biliyorsunuz ki tarihi bir değişim olarak Çerkesler ilk defa toplu halde meydanlara inip özgürlük, eşitlik arayışına girdiler, anayasa için taleplerde bulundular. Bu hem Çerkes milletinin içinde, hem de Çerkesleri tanıyan dışarıdaki kesimde bir şok etkisi yarattı. Bu şok öylesine belirgindi ki, Çerkeslerin içinde bazıları bunu hazmetmesi mümkün olmayan bir davranış olarak değerlendirip, kendi kültürel varlıklarının üstüne Türk kimliğini geçirip Çerkeslerin uyanmadaki haklılıklarını ispatlamaya yetti. Çünkü, vatan bilincini Türk kimliğine giydirmiş ve Türk’leşmeyi normal olarak algılayan Çerkesler, kendi hakları için mücadele veren Çerkesleri hainlik yapmaya yeltenmekle suçladı neredeyse. Kendi içlerinde bir kesim ise tatmin olmayıp neredeyse yüz çevirmeye varabilecek kadar darıldı bu tatminsizliğe, buda normal değil. Anlamak, sorgulamak ve bulmak lazım. Doğruyu, nedeni ve sonuçla ilişkiyi bulmak lazım, sonuca odaklanıp ayrıntıyı pas geçerek varacağımız bilgi ve düşünce tehlikelidir. Çerkesler, mitingde 2.000 kişi civarındalardı, bu mükemmel bir sonuç olmasa bile bugüne kadar (1864ten) uyumuş ve susmuş bir topluma göre ayakta alkışlanası bir durumdu. Henüz yeni dirilmeye başlayan Çerkes gençliğinin, Kaffed’e karşı inisiyatifler, örgütlenmeler içine girmesi ve aynı zamanda “Kaffed kimsenin babasının malı değildir, Kaffed bizim, Birkaf bizim; Biz kurumla değil, yönetimle anlaşamıyoruz” demesi olgunca bir davranıştı. Kentleşme sonucunda düştükleri durumların tespiti, kültürel varlıklarını korumak için üniversitelerde değil, ilk öğretimde ve hatta anaokulunda seçmeli olarak Çerkesçe eğitiminden bahsedilmesi, bugünün kapitalist dünyasında insanların televizyonla ilişkilerini çözümleyerek 7/24 yayın yapan Çerkesçe televizyon istemeleri ve bunları özellikle istemekteki düşüncelerin açılımı, Çerkes toplumunun devrimci mücadele içinde kitlesel olarak olmasa dahi, bireysel olarak olgunlaşmış kişilerin çok olduğunu gösteren şeylerdi. Şimdi Çerkes toplumu 2nci sınavıyla baş başa kalmıştır ve bende bir Çerkes olarak inanıyorum ki bu sorunu aşacaktır. Bu sınav, 1,5 asırdır sessiz kalan bir milletin bir anda parlaması ile ilgili kendi içinde doğan sorunlara karşı verdiği siyasileşme sınavıdır. Kendi içinde tartışarak doğruyu bulacakları, mücadeleye daha güçlü girişecekleri bir sınavıdır. Fakat şöyle bir sıkıntı var ki, nasıl halledileceği konusunda bir fikir çıkaramıyoruz. Özgürlük mücadelesi yalnızca Çerkeslerin, yalnızca Kürtlerin, Yalnızca Alevilerin değildir bu mücadele bu topraklar üstünde yaşayan her kesimin, her toplumun mücadelesidir ve birleşme ihtiyacı vardır. Çerkes toplumu bu gereksinimi nasıl anlayacaktır ve değerlendirecektir biraz kuşkulu. Zira Çerkesler geldiklerinden bu yana sessizliklerini korumakla kalmamış; Türk kimliğine üstün hizmetler ederek, devletin bir çok kritik yerinde üst düzey görevler almıştır ve bu durum Çerkes milletinin eşitlik, özgürlük, anadil gibi sıkıntılarında diğer mücadelelerle birleşmesini zorlaştırıyor. Şimdi halk bir karar vermelidir! Devrim bütün müdür? Yoksa parçalanmış mıdır? Şimdi halklar kendilerine sormalıdır! Kürtler isteklerine kavuşunca Çerkesler için konuşacaklar mı, susacaklar mı? Çerkesler isteklerine kavuşunca Kürtler için konuşacaklar mı? Susacaklar mı? Siyasi yapılanma süreci sadece kendi kutbunda ve ekseninde, başka hak ve özgürlüklere kapalı kalarak isteğine erişince tekrar eriyecek mi?…
Canberk Apiş
Share:

Hak istemekle - Hakkını almanın arası

Toplumsal isteğin arttığı günümüzde bastırılan bazı şeyleri görmemizi engellemek amacıyla aklımıza pompalanan ve nitekim bizlerde yoğun bir merak uyandırarak arkasından çevrilen oyunlara yabancı kaldığımız
ve aslında içine girip uğraş verdiğimiz şeyin devletin halkına sunduğu ve kafasını yorduğu bir evcilik oyunu olduğunu anlamadığımız acı fakat gerçek olması muhtemel gerçeklerdendir. Dünya tarihi, böyle evcilik oyunları ile
dolmuş ve taşmış olmasına rağmen insanların kandırılma geleneğine henüz uyanmamış olması, devlet otoritesinin veya devlet otoritesini gizliden elinde tutan her kimlerse onların bu oyunu halen kullanmasını sağlamaktadır. Toplumsal hareketlenmeyi erkenden durdurmak ve henüz başlamayan harekete ya da hareketlere karşı önlem almak zihniyetiyle bugün Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde kendisini güçlü gördüğü bazı toplumları ve o toplumların içindeki dalgalanma dinamiğini şimdiden bastırabilmek adına toplumun kendisini teselli edebileceği minimum haklar vermeye, verdiği hakları koz olarak kullanmak için maksimum propaganda yapmaya başlamıştır. Büyük dinamiklere, deneme sürümü olarak sunduğu özgürlüklerin, istenilenin üstünde bir etki yarattığı gözetlendiğinde ise bunu sürekli medya yolu ile insanların kafasına aşılamaya girişmiştir. Fakat Devlet, kendisine tehlike olarak görmediği ve 147 yılı aşkın zamandır kendisine asla hak istemeyen Çerkes toplumunun-da içinde potansiyel olarak mevcut bulunan fakat fiili hiçbir hareketlenmeye kalkışmamış bir dinamiği canlandırmış, ellerinde pankartları, bayrakları ile kendi haklarını isteyen Çerkes toplumuna karşı son derece olumsuz yaklaşımlar sergilemiştir. Bu sergi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin menfaatleri uğrunda yalnızca kendi çıkarlarına hizmet etmesini istediği toplumlara bir ayrıcalık tanıdığını göstermiş oldu. Bir topluma karşı gösterilen ayrıcalık, diğer toplumların üstüne çekme hamlesi devlet eli ile yapılanan bir ayrımcılığın ta kendisini oluştururken, ayrıcalık kazanmayan Çerkes toplumu içinde uçlaşacak bir kesim yaratmaya zemin hazırlar. Ayrıcalığın devam ettirildiği sürece, uçlaşacak her Çerkes, devletin ayrımcılık yaptığı gerçeği ile mutlaka haklı bir yan kazanacaktır. Devlet, uçlaşmayı içten durdurmak ve talebin sesini kısmak için kendi tarafından zehirlenmiş fakat Çerkes toplumunun bir parçası olan Çerkesleri, Çerkeslere karşı gizli bir şekilde kullanmaya da başlayacaktır ve yer yer, kendilerini devletin yönetmeliğine, kanunlarına, yasalarına henüz şimdiden feda edercesine, başka toplumlara verilmiş ayrıcalığın kendilerine de verilmesini isteyen Çerkeslere saldırmaya başlayan başka Çerkesler-de çıkmıştır. Öncelik olarak; Devrimciliğin, eşitlik ve özgürlükçü devrimciliğin henüz ne anlama geldiğini bilmeden vahşi ve barbar şekilde zehirlenmiş akıllarıyla bu ülkede insanların eşit haklardan yararlanması gerekliliğini savunanlara karşı bölücü gözüyle bakan her insanın, zihniyetini geliştirerek devrimciliği öğrenmesini talep ediyoruz kendilerinden. Milis kuvvet olarak halkı, halka karşı savaştıran hiçbir yapıya kesin olmakla birlikte ve öfke, nefret ve şiddetle karşı duran-da devrimciler olmuşken; halka silah ve zorbalıkla saldıranlara siper olanda devrimcilerin ta kendileri olmuştur. Çerkes toplumu içerisinde veya diğer toplumların içerisinde vicdan ve akıl sahibi hiç kimsenin kendisine şiddet ile karşılık verilmediği müddetçe, karşısındakine şiddetle saldıracak bir karakteri olamaz, mümkün değildir. Yer, yer gözlerimin önüne kadar sergilenen bir devrimcilik oyunu gördüğüm ise doğrudur. Henüz, sosyalizmin ne demek olduğunu tam olarak anlayamamış insanlar tarafından ya da başkaları tarafından kullanılmak üzere sabit fikirlerle yetişririlen insanlar, devrimci, özgürlükçü sosyalizmi ağızlarına sakız eder halde ortalıkta parıldayıp pisliklerini arkalarında bırakarak, eşitlik ve özgürlüğe kalbini, aklını vermiş insanlara meşguliyet çıkartıyorlar. Çerkes gençliği içinde ise henüz sosyalizmi tam olarak anlayabilmiş ve bir elin beş parmağını geçecek kadar sayıya ulaşan pek özgürlükçü sosyalist bir grup bulunmamaktadır. Bazı Çerkes büyükleri, devrimciliği halen terörle eş olarak kullanırken, kimileride ulusal sol diye tabir edilen solu, bütün sosyalizme mal ederek başka bir milliyetçi kimliğe bürünmektedir. Şurası kesindir; Devrimcilik bir oyun değildir, bir devrimci; haksızlık nerede ve kime yapılırsa yapılsın onun karşısında olacak vicdana sahiptir. Ayrıcalığın kaldırılacağı ve kimsenin, kimseden üstün olmayacağı bir dünyayı arzular. Aynı zamanda, güzel dilekleri ve iyilikleri; ülkesiyle sınırlı kalmayıp dünyayı kuşatırken sadece insanoğlu için değil, gökyüzünde uçan kuş için, deniz dibinde yüzen balık için, ormanlar için, böcekler için yani kısacası dünyası ve dünyadaki tüm hayatlar için güzel olanı arzular ve yapmak için uğraş verir. Şimdi; birileri tarafından ele geçirilmiş ve yönetilen ulusal sol, bir kimliği yüceltirken diğerlerini kendi kaderine bırakıyorsa ya da buna benzer bir sürü örnek yazılabilir… işte bu tip vakalar oluyorsa; kusura bakmasınlar.. Bizim devrimcilik, bizim sosyalizm anlayışımızda onların yaptığı bire bir faşistlik olarak yerini alır. Ayrıca, hak istemek o hakkı almanın ön kapısıdır. Bir hak isteniyorsa; herkes için istenir ve insanlık onuruyla alınır. Bu terörizm değidir. Başka bir etnik gruba verilmiş hak, size verilmiyorsa bu birebir teröristliktir, terörizmin ne aldığı en büyük bataktır.
Işıkla…

Canberk Apiş
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler