Yeni uçlar ve Ters bakanlar

İhanet mi – Katkı mı?
Olaya tersten bakanların bulunduğu günümüzde, her türlü kışkırtma yoluna başvurup, “böl, parçala, yönet” taktiğini uygulamaya çalışacaklar. İnsanların zihni karışsın diye, alakasız noktalardan tartışmalar ortaya atarak insanları bu tartışmalar etrafından toplayıp; meseleyi eritmeyi deneyecekler, vakit uyanık olma vaktidir! Dil talebi, Çerkesleri, Türk gören zihniyetin gözünde bir ihanet olsa-da, hiçbir zaman kendilerine Türk dememiş Çerkeslerin en doğal hakkıdır. Kendini, Türk hisseden Çerkeslere tavsiyemiz ise, kendini Türk olarak görmeyen Çerkeslerin adına, Gerçek Kuzeykafkasyalılar adına ortaya çıkarak bazı açıklamalar yapmamalarıdır. Eğer kendini Türk hisseden varsa; Türk’ün gelişmesine katkı sağlayıcı hizmetleri yapmasıdır. Biz genetik ve kültürel olarak kendimizi Türk hissetmeyen Çerkesler, bu ülkenin çıkarlarına ters düşecek, Türk kimliğini eritecek veya gelişimini sekteye uğratacak taleplerde değil, üstümüze uygulanan asimilasyoncu devlet anlayışını yıkmak ve dilimizin yaşaması, kültürümüzün erimemesi için bazı adımlarda bulunmasını istiyoruz. Bunları sivil ve demokratik yollarla aramamız ise samimiyetimizin işareti olarak aklınızda yer bulmalıdır. Çerkes halkı, Türkiye Cumhuriyetine, demokratik ilerleme açısından bir katkıda bulunmak istiyor! Baskıcı ve Tekleştirici zihniyetin yerine, özgürlükçü ve ileri demokratik bir ülkenin daha huzurlu olacağına inanıyor! Çerkes halkı, dünyanın hiçbir yerinde yaşadığı topraklara ihanet etmez, bugün Ürdün, İsrail, Suriye gibi ülkelerde Çerkes dili eğitimi ve yayını olmasına rağmen oralarda farklılaşma çabasına girmemişlerdir. Çerkesler, genetik olarak da, kültürel olarak da hiçbir şekilde Türk değiller, sadece Türkiye Cumhuriyetinin sadık ve bağlı VATANDAŞLARIDIR. Saldıracaklar, kendi içimizden bazılarını hakkımızda konuşturup, onların söylediklerini gerçek sayarak; halkın gerçek talebini eritmeye çalışacaklar. Medya üzerinden veya provakasyoncu zihniyetle bizlere karşı diğer Türkiye kamuoyunu kışkırtmaya çalışacaklar fakat; Davamızdan ve amacımızdan kendi dilimize olan özlemimiz için, insan haklarının bu ülkede gerçekten uygulanabilmesi için hem Ülke, hem de halklar olarak kendimize katkıda bulunabilmemiz için VAZGEÇMEYECEĞİZ!
YENİ UÇLAŞMALAR.
Yüzyıldır bu topraklar üstünde birbirlerine kardeş ve akraba olarak gören, kız alıp veren Çerkesler, bugün ırkçı yaklaşımlara tabi kalarak kendi içinde kısır tartışmalar yaratmayı amaçlayan uçlar tarafından kışkırtılmaya çalışıyor! Başımızdaki; faşist belalar, Bardakçı ve yardakçıları gibi sorunlar yokmuş gibi; duyarsız siyasi liderler ve duyarsız toplum yokmuş gibi bir-de kendi içimizdeki bu uçlara karşı bir mücadele vermeye çabalıyoruz. Değerli Adige halkından isteğimiz; Yüzyıldır kendinize kardeş olarak gördüğünüz Asetin, Abhaz, Çeçen gibi halkları bugünden sonra bazılarının söylemleriyle liste dışı bırakmamanızdır. Değerli Asetin, Abhaz ve Çeçen halkından isteğimiz ise birkaç “uç” kafa yüzünden Adige halkına kötü gözle bakmamamızdır. Buradan şunu-da açıkça deklere ediyoruz; Hiçbir yazımızda amacımız Kuzeykafkasya insanlarını Adigeleştirmek değildir. Bizim böyle bir derdimiz yoktur ve olamaz. Özden ve kaynakça Sosyalist bir yapıya sahip, sosyalist bilinçle donatılmış aklımız ve vicdanımız buna zaten müsaade etmez!  Asetinler, Çeçenler, Abhazlar, Adigeler, İnguşlar, Ubıhlar hepsi birer millettir. Hepsi, kendi rengi ve diliyle bu dünyanın en güzel renklerindendirler. Biz, tekleştirici Türkiye politikasına karşı koyarken, tekleştirici yeni başka bir politikaya asla destek vermeyiz! Lakin şu gerçeği göz ardı edenlere karşı da kırgınlığımız büyümüştür! Bugüne kadar hep birlikte olan, birlikte yaşayan ve ortak tarihlerini inkar etmeyerek kader ortağı saydıkları insanları, kendi içlerinden söküp atmaya ve sadece kendi isimleri altında herkesten farklı olduklarına inanan insanlar; Yarın bir durum söz konusu olduğunda en büyük desteği kimlerden bekleyeceklerini unutmasınlar! Bizim bu çıkışımız, sadece Adige halkına karşı uygulanması gereken özgürlükçü bir yapıyı inşa etmiyor! Aynı zamanda Asetinleri, Abhazlar, Çeçenleri, İnguşları, Ubıhlara da özgürlükçü gerçekten bağımsız ve eşit bir Türkiye içindir. Son günlerde, Abzekh İnisiyatifinin isim değişikliğine gitme amacı; Bu çıkışın ve demokratik taleplerin sadece Çerkes halkına karşı değil, aynı zamanda bütün Türkiye-de yaşayan her kültüre ve dile karşı özgürlükçü bir tavır-da, tek yürek, tek bilek olarak hareketlenmemizi işaret ediyor! Bizim için, insanlar eşit canlılardır ve yönetimleri-de insanlara ancak eşit fırsatlar tanıdıkları zaman özgür bir yapı inşa edilebilir. Yarın, Çerkeslere istedikleri talepleri veren yönetimlere, yarın başkalarına karşı yaptıkları zulüm için hesap soran Çerkes halklarının siyasi bir yapısını oluşturulması arzusundayız.

Canberk Apiş

2009 Aralık
Share:

Türkiye, Özgürlük ve Çerkesler [2010 yazımlı]

 Tercihim nedeniyle partili bir özgürlük anlayışı yerine her zaman hiyerarşinin bulunmadığı topluluk veya inisiyatif gibi mücadelelere katıldım. Yine görüşüm açısından ki, militarist bir örgütlenmede bulunmadım ve bulunmamda. Kendime çok tepeden bakmıyorum, çok alçaktan da görmüyorum kendimi benden daha eski ve hayatlarını neredeyse davalarına adamış, işkenceler görmüş bir dönemin bütün çilesini çekmiş büyüklerim var, şimdi onların karşısında böyle böbürlenerek kendimi yüceltmek benim anlayışıma sığmaz fakat gerçekleri konuşmak gerektiğinde kimin kalbinin kırılacağını pek umursamadım genelde. Bu halim, her zaman aynıdır. Evin içinden, evin dışına veya hayatın çok değişik noktalarında dahi gerçekleri (bildiğim gerçekleri diyeyim) konuşmanın pahası ne olursa olsun konuştum. Yine konuşurum.
Bildiğimiz üzere Türkiye’de bugünlerde demokrasileşme adına yaşanan ve vahim davranışlar gösteren bir takım hareketlenmeler var. Bu hareketleri dikkatle izliyoruz ben, yoldaşlarım ve birçok insan; kimisi batıya dayandırırken konuyu, kimisi samimi bulmamakta ve az talep diye homurdanarak, tatmin olmayan, sert çıkışanlar göstermekte. Bende sabit bir düşünceyle ne destek vermekte sonuna kadar ısrarcıyım ne de kınamakta, bana göre hareketlenme (uyanış) hiçbir şey yapmadan durmaktan daha iyidir.  Dinamikleri canlandırır ve doğru işleve doğru yol almak için çabalar, daha beter-de edebilir fakat öylece kalmaktansa, boyun eğip verilene şükür etmektense dimdik mücadele edilip daha kötü sonuç alma riskine karşı bile devrimci ve özgürlükçü mücadeleye girişmek iyidir. Şimdi daha beter olacak diye bulunduğumuz bu noktayı kabullenmek gerekmiyor, öyle düşünenlere ise hayret ediyorum! Biz bu betere alışmaya mahkum değiliz, öyle olmamızı talepte edemezsiniz. Biz inandığımız davamızı, özgürlüğü hedef edinip her ihtimale karşı düşünerek bir mücadelede bulunmalıyız. Biz tatmin olmamalıyız! Daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik istemeliyiz. Ama bugün ki mücadeleyi yetersiz görüp bize yüz çevirenlere-de hayret ediyorum! Bir anda, büyük bir değişim bekleyenlere hayret ediyorum… bir mücadele verirken, küçükten büyüğe doğru gitmek gerekir çünkü, en büyüğü hedef edinip, küçük değişimleri yok sayarak sırt çevirdikçe yerimizde saydığımız günlerin sayısına sayı ekleniyor… mücadeleyi tatmin olmaz bir özgürlük anlayışı ile fakat küçük kazanımları da başarı olarak kabullenen bir anlayış ile gerçekleştirmeliyiz. Biliyorsunuz ki tarihi bir değişim olarak Çerkesler ilk defa toplu halde meydanlara inip özgürlük, eşitlik arayışına girdiler, anayasa için taleplerde bulundular. Bu hem Çerkes milletinin içinde, hem de Çerkesleri tanıyan dışarıdaki kesimde bir şok etkisi yarattı. Bu şok öylesine belirgindi ki, Çerkeslerin içinde bazıları bunu hazmetmesi mümkün olmayan bir davranış olarak değerlendirip, kendi kültürel varlıklarının üstüne Türk kimliğini geçirip Çerkeslerin uyanmadaki haklılıklarını ispatlamaya yetti. Çünkü, vatan bilincini Türk kimliğine giydirmiş ve Türk’leşmeyi normal olarak algılayan Çerkesler, kendi hakları için mücadele veren Çerkesleri hainlik yapmaya yeltenmekle suçladı neredeyse. Kendi içlerinde bir kesim ise tatmin olmayıp neredeyse yüz çevirmeye varabilecek kadar darıldı bu tatminsizliğe, buda normal değil. Anlamak, sorgulamak ve bulmak lazım. Doğruyu, nedeni ve sonuçla ilişkiyi bulmak lazım, sonuca odaklanıp ayrıntıyı pas geçerek varacağımız bilgi ve düşünce tehlikelidir. Çerkesler, mitingde 2.000 kişi civarındalardı, bu mükemmel bir sonuç olmasa bile bugüne kadar (1864ten) uyumuş ve susmuş bir topluma göre ayakta alkışlanası bir durumdu. Henüz yeni dirilmeye başlayan Çerkes gençliğinin, Kaffed’e karşı inisiyatifler, örgütlenmeler içine girmesi ve aynı zamanda “Kaffed kimsenin babasının malı değildir, Kaffed bizim, Birkaf bizim; Biz kurumla değil, yönetimle anlaşamıyoruz” demesi olgunca bir davranıştı. Kentleşme sonucunda düştükleri durumların tespiti, kültürel varlıklarını korumak için üniversitelerde değil, ilk öğretimde ve hatta anaokulunda seçmeli olarak Çerkesçe eğitiminden bahsedilmesi, bugünün kapitalist dünyasında insanların televizyonla ilişkilerini çözümleyerek 7/24 yayın yapan Çerkesçe televizyon istemeleri ve bunları özellikle istemekteki düşüncelerin açılımı, Çerkes toplumunun devrimci mücadele içinde kitlesel olarak olmasa dahi, bireysel olarak olgunlaşmış kişilerin çok olduğunu gösteren şeylerdi. Şimdi Çerkes toplumu 2nci sınavıyla baş başa kalmıştır ve bende bir Çerkes olarak inanıyorum ki bu sorunu aşacaktır. Bu sınav, 1,5 asırdır sessiz kalan bir milletin bir anda parlaması ile ilgili kendi içinde doğan sorunlara karşı verdiği siyasileşme sınavıdır. Kendi içinde tartışarak doğruyu bulacakları, mücadeleye daha güçlü girişecekleri bir sınavıdır. Fakat şöyle bir sıkıntı var ki, nasıl halledileceği konusunda bir fikir çıkaramıyoruz. Özgürlük mücadelesi yalnızca Çerkeslerin, yalnızca Kürtlerin, Yalnızca Alevilerin değildir bu mücadele bu topraklar üstünde yaşayan her kesimin, her toplumun mücadelesidir ve birleşme ihtiyacı vardır. Çerkes toplumu bu gereksinimi nasıl anlayacaktır ve değerlendirecektir biraz kuşkulu. Zira Çerkesler geldiklerinden bu yana sessizliklerini korumakla kalmamış; Türk kimliğine üstün hizmetler ederek, devletin bir çok kritik yerinde üst düzey görevler almıştır ve bu durum Çerkes milletinin eşitlik, özgürlük, anadil gibi sıkıntılarında diğer mücadelelerle birleşmesini zorlaştırıyor. Şimdi halk bir karar vermelidir! Devrim bütün müdür? Yoksa parçalanmış mıdır? Şimdi halklar kendilerine sormalıdır! Kürtler isteklerine kavuşunca Çerkesler için konuşacaklar mı, susacaklar mı? Çerkesler isteklerine kavuşunca Kürtler için konuşacaklar mı? Susacaklar mı? Siyasi yapılanma süreci sadece kendi kutbunda ve ekseninde, başka hak ve özgürlüklere kapalı kalarak isteğine erişince tekrar eriyecek mi?…
Canberk Apiş
Share:

Hak istemekle - Hakkını almanın arası

Toplumsal isteğin arttığı günümüzde bastırılan bazı şeyleri görmemizi engellemek amacıyla aklımıza pompalanan ve nitekim bizlerde yoğun bir merak uyandırarak arkasından çevrilen oyunlara yabancı kaldığımız
ve aslında içine girip uğraş verdiğimiz şeyin devletin halkına sunduğu ve kafasını yorduğu bir evcilik oyunu olduğunu anlamadığımız acı fakat gerçek olması muhtemel gerçeklerdendir. Dünya tarihi, böyle evcilik oyunları ile
dolmuş ve taşmış olmasına rağmen insanların kandırılma geleneğine henüz uyanmamış olması, devlet otoritesinin veya devlet otoritesini gizliden elinde tutan her kimlerse onların bu oyunu halen kullanmasını sağlamaktadır. Toplumsal hareketlenmeyi erkenden durdurmak ve henüz başlamayan harekete ya da hareketlere karşı önlem almak zihniyetiyle bugün Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde kendisini güçlü gördüğü bazı toplumları ve o toplumların içindeki dalgalanma dinamiğini şimdiden bastırabilmek adına toplumun kendisini teselli edebileceği minimum haklar vermeye, verdiği hakları koz olarak kullanmak için maksimum propaganda yapmaya başlamıştır. Büyük dinamiklere, deneme sürümü olarak sunduğu özgürlüklerin, istenilenin üstünde bir etki yarattığı gözetlendiğinde ise bunu sürekli medya yolu ile insanların kafasına aşılamaya girişmiştir. Fakat Devlet, kendisine tehlike olarak görmediği ve 147 yılı aşkın zamandır kendisine asla hak istemeyen Çerkes toplumunun-da içinde potansiyel olarak mevcut bulunan fakat fiili hiçbir hareketlenmeye kalkışmamış bir dinamiği canlandırmış, ellerinde pankartları, bayrakları ile kendi haklarını isteyen Çerkes toplumuna karşı son derece olumsuz yaklaşımlar sergilemiştir. Bu sergi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin menfaatleri uğrunda yalnızca kendi çıkarlarına hizmet etmesini istediği toplumlara bir ayrıcalık tanıdığını göstermiş oldu. Bir topluma karşı gösterilen ayrıcalık, diğer toplumların üstüne çekme hamlesi devlet eli ile yapılanan bir ayrımcılığın ta kendisini oluştururken, ayrıcalık kazanmayan Çerkes toplumu içinde uçlaşacak bir kesim yaratmaya zemin hazırlar. Ayrıcalığın devam ettirildiği sürece, uçlaşacak her Çerkes, devletin ayrımcılık yaptığı gerçeği ile mutlaka haklı bir yan kazanacaktır. Devlet, uçlaşmayı içten durdurmak ve talebin sesini kısmak için kendi tarafından zehirlenmiş fakat Çerkes toplumunun bir parçası olan Çerkesleri, Çerkeslere karşı gizli bir şekilde kullanmaya da başlayacaktır ve yer yer, kendilerini devletin yönetmeliğine, kanunlarına, yasalarına henüz şimdiden feda edercesine, başka toplumlara verilmiş ayrıcalığın kendilerine de verilmesini isteyen Çerkeslere saldırmaya başlayan başka Çerkesler-de çıkmıştır. Öncelik olarak; Devrimciliğin, eşitlik ve özgürlükçü devrimciliğin henüz ne anlama geldiğini bilmeden vahşi ve barbar şekilde zehirlenmiş akıllarıyla bu ülkede insanların eşit haklardan yararlanması gerekliliğini savunanlara karşı bölücü gözüyle bakan her insanın, zihniyetini geliştirerek devrimciliği öğrenmesini talep ediyoruz kendilerinden. Milis kuvvet olarak halkı, halka karşı savaştıran hiçbir yapıya kesin olmakla birlikte ve öfke, nefret ve şiddetle karşı duran-da devrimciler olmuşken; halka silah ve zorbalıkla saldıranlara siper olanda devrimcilerin ta kendileri olmuştur. Çerkes toplumu içerisinde veya diğer toplumların içerisinde vicdan ve akıl sahibi hiç kimsenin kendisine şiddet ile karşılık verilmediği müddetçe, karşısındakine şiddetle saldıracak bir karakteri olamaz, mümkün değildir. Yer, yer gözlerimin önüne kadar sergilenen bir devrimcilik oyunu gördüğüm ise doğrudur. Henüz, sosyalizmin ne demek olduğunu tam olarak anlayamamış insanlar tarafından ya da başkaları tarafından kullanılmak üzere sabit fikirlerle yetişririlen insanlar, devrimci, özgürlükçü sosyalizmi ağızlarına sakız eder halde ortalıkta parıldayıp pisliklerini arkalarında bırakarak, eşitlik ve özgürlüğe kalbini, aklını vermiş insanlara meşguliyet çıkartıyorlar. Çerkes gençliği içinde ise henüz sosyalizmi tam olarak anlayabilmiş ve bir elin beş parmağını geçecek kadar sayıya ulaşan pek özgürlükçü sosyalist bir grup bulunmamaktadır. Bazı Çerkes büyükleri, devrimciliği halen terörle eş olarak kullanırken, kimileride ulusal sol diye tabir edilen solu, bütün sosyalizme mal ederek başka bir milliyetçi kimliğe bürünmektedir. Şurası kesindir; Devrimcilik bir oyun değildir, bir devrimci; haksızlık nerede ve kime yapılırsa yapılsın onun karşısında olacak vicdana sahiptir. Ayrıcalığın kaldırılacağı ve kimsenin, kimseden üstün olmayacağı bir dünyayı arzular. Aynı zamanda, güzel dilekleri ve iyilikleri; ülkesiyle sınırlı kalmayıp dünyayı kuşatırken sadece insanoğlu için değil, gökyüzünde uçan kuş için, deniz dibinde yüzen balık için, ormanlar için, böcekler için yani kısacası dünyası ve dünyadaki tüm hayatlar için güzel olanı arzular ve yapmak için uğraş verir. Şimdi; birileri tarafından ele geçirilmiş ve yönetilen ulusal sol, bir kimliği yüceltirken diğerlerini kendi kaderine bırakıyorsa ya da buna benzer bir sürü örnek yazılabilir… işte bu tip vakalar oluyorsa; kusura bakmasınlar.. Bizim devrimcilik, bizim sosyalizm anlayışımızda onların yaptığı bire bir faşistlik olarak yerini alır. Ayrıca, hak istemek o hakkı almanın ön kapısıdır. Bir hak isteniyorsa; herkes için istenir ve insanlık onuruyla alınır. Bu terörizm değidir. Başka bir etnik gruba verilmiş hak, size verilmiyorsa bu birebir teröristliktir, terörizmin ne aldığı en büyük bataktır.
Işıkla…

Canberk Apiş
Share:

Nereye kadar böyleyiz?

Nereye kadar böyleyiz?
Fedakârlığın ne demek olduğunu kendi toplumuma bakınca daha iyi anlamaya başladım. Sonra daha fazla anlamaya başladığımda, bunun bir fedakârlık olmadığını, çok ince bir çizgi-de kerizliğe dönüştüğünü fark ettim. Daha derine inmesine, inerim.. Fakat derinlerde beni bekleyen iyi bir şeylerin olmayacağı aşikâr, gerek yok. Şimdi, bir Adige olarak, Adige halkına hitaben, yazıştırıyorum. Alacağım tüm olumsuz eleştiriler-de, -mantık ve akıl çerçevesine sığanlar için teşekkürümü- peşinen ederken, -yapma kahraman bir tavırla ne dediğini bilmezlerden, kendilerini ciddiye aldırmaları için daha fazla aydınlanmalarını- dilerim.
Türk müyüz, Adiğe mi?
Bu soruya iki yüzlü cevap verenler çok, vatandaşı olduğun ülkenin baskın milletlerinin adını taşıtma geleneği, üstün olan bir topluma devşirilen diğer toplumların kendilerini iyi hisssetmelerini sağlaması için atılmış yalanlardır. Açık olunca, her değerlendirme ve araştırmada ve bilimsel olarak-da, dinin emrettiği şekillerde-de biz ancak; İnsanız. Bize Adiğe dedirten unsurlar, yaşadığımız topraklar üzerinde kendimize özgü kültürü ve dili yaşatma çabamız.. Vatan dediğimiz, 5 karış toprak. Şimdi yaşadığımız toprak Türkiye veya Kafkasya aradaki fark ne? Arada şöyle bir fark var efendiler; Burada baskın bir toplum değiliz ve biraz yontulmuş kültürümüzle kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan bahanelerimiz var. Ya Türk’sünüz ya da Adiğe’siniz. Bu ikisinden birisi olmak sizi ne küçültür ne de büyültür; Sonuç olarak ne olursanız olun yalnızca bir İNSANSINIZ. Ama şu gerçek ki, sadece ikisinden birisiniz, ikisi birden değilsiniz; Türkiyeli Çerkes’siniz. Kafkasyalı Türk’sünüz vs.
Türkiye mi Kafkasya mı?
Bu konu hassas bir konu, biz Kafkasya kökenli olduğumuzu biliyor, geri döneceğimize inanıyor ama Türkiye’de yaşıyoruz.! Sorunların çözümüne yönelik yaklaşımımız bir gün geri döneceğimiz üzerine kurduğumuz hayallerimizle teselli olurken, o güne gidene kadar kaç Çerkes kalacağı ise meçhul. Evet, yazık.. Çok yazık; Biz bir gün Kafkasya’ya nasıl gideceğiz? Size cevabı ben vereyim; belki Turist olarak gideceğiz, belki de nasıl buraya bir yabancı olarak geldiysek, şimdi oraya dönerken bir yabacı olarak döneceğiz? Herkes, yaşadığı yeri savunmayı, yok olma pahasına haykırıyor.. Evet, yaşadığımız yeri savunalım, güçlendirelim; ama yok olmayalım.. var kalmak için, tertemiz ve saf kalmak için yaşadığımız yere zarar vermeyecek şekilde mücadelemizi yaşatalım.
Şimdi, karar verme zamanı; Tek yüzle, tek gerçeğe.. Var olmaya, var mıyız? Yoksa Türkiye Cumhuriyetine adını veren, üstün haklarla donatılmış tüm halkları kendisi gibi eğiten, giydiren ve konuşturan Türk halkına “Varlığımız, varlığınıza armağandır” mı diyeceğiz? Aklımıza empoze edilmiş bilgileri kuşanarak, kendi varlığımızı garanti altına almak için yapacağımız girişimlerin hainlik olduğuna bizi de inandırdılar mı?
NEREYE KADAR BÖYLEYİZ?
Fazla zaman kalmadı, şimdi, şuan yok olmanın ucundaki Adige halkı aklını başına alarak sıkıca düşünsün, mihrakların geçici olarak ortaya sundukları saçma-sapan tartışmaları; varlığımızı garantiye ettikten sonra tartışalım.. Şuan, gözler önünde yitip giden gençliğin geri telafisi mümkün gözükmüyor, aksine; onlardan olan ve dünyayla tanışan insanların-da; erimiş anne ve babalarından farklı olarak yetişmesi olanaksız. Ya varız, ya yokuz! İkisi arasında kalınmıyor. Zamanın yıprattığı bir şeyi, hiç kimse onaramaz..
Canberk Apiş
Share:

Önce - Sonra

Sonradan yapılan hiçbir önlem, önceden
gelişmiş anıları yok edecek güçte değildir fakat şimdiden yapılmış bir hareket,
sonradan oluşacak anıların kaderini belirlemekte bir katkı payı barındırır.


Hayat,
şimdi ile sürülen bir sefa da olsa, biraz sonra yaşayacağınızın iyi şeyler
olacağını garanti etmez, bu durumda insan olmak bazı avantajlar sağlayarak bize
geleceğin yol haritasını çizmekte faydalı olur. İnsan hayatı ise tam bu
prensipler üzerine kurulu bir düzen içerisinde gelişir, sonuçlanır. Bu durumu
kavrayan, ele alan ve geliştiren kimseler geleceğini istediği gibi
güncelleyerek hayatta pozitif atılımlar yaratır. Devletler, toplumlar ve
kültürlerde bu prensipte güncel kalarak varlıklarını korumaya yönelik, yaptığı
atılımları geleceğe dönüştürme pahasına çalışır, bazen dâhili olan insanlara
bedeller ödeterek bile olsa aslında bütün amaç ve gayeleri; varlıklarını
korumak adına alınmış tedbirlerin, sonradan oluşabilecek bazı durumlarda işe
yaramasıdır. Örgütlü halk; birleşmiş toplum ve organize işlev demektir.
Organizasyon, insan hayatının kaderini belirleyen temel etmendir. İnsanlar
organize bir şekilde yaşarlar, hayatlarını organize eder ve organizasyonda
güçlenmeye çalışarak varlıklarını korumaya yönelirler. Örgütlenmek,
organizasyonların kolonudur. Örgütsüz bir organizasyon başarısız bir denemedir;
örgütlenmenin ne şekilde olacağı ise kuşkusuz tartışma sebebidir. Çünkü örgüt;
3 veya daha fazla kişinin amaçları uğrunda vereceği mücadele ve genel anlamda
her kimseyi tatmin edecek bir organizasyondur. Bu organizasyon tek bir kişi
veya kesimin elinde; amacından düşerek, elinde olduğu kimselerin hizmetine ve
çıkarına dönüştüğünde bütün organizasyon başarısız ve negatiflik yayar. Bu
negatifliğin anlaşılması, organizasyonun ne şekilde saklandığına ve
eğilimlerine göre değişebilir. Kesim veya kişilerin, örgütlü organizasyonun
kuruluş amacından saptırılarak ele aldığı ve organizasyonun parçası olan diğer
kimseleri; kendi çıkar ve amaçları doğrultusunda kullanarak yanılttığı bir
organizasyon ise, demokratik koşullarda sağlanmış belirli bir süre karar
mekanizmasını tek elinde barındırabilecek güce erişilebilen koşullarda
oluşacaktır. Bu koşulların minimuma indirgeneceği ek önlemlerle, organizasyonun
içinde gereksiz ve çeşitli değişik birimlerin oluşacağı düşünüldüğünde bile
verimine karşı olumsuz bir etki yaratacağı ise kabul edilmesi gereken bir
durumdur. Sebeplerine gelince; içeride oluşturulmuş ve kötü amacı engelleyici
önlem birimlerinin de ele alınabileceği, kadrolaşmanın mümkün olduğu gerçeğidir.
Zira devlet; organizasyonlar içinde en mantıksız olmasına rağmen, kadrolaşma
kültürünü silah ve şiddetle koruyabilme paketleriyle kendini garantiye almak
isteyen en kötü organizasyondur. İçindeki farklılıkları; en başta belirttiğim
şekilde henüz ortaya çıkmadan tespit ederek; kurduğu gereksiz birimlerde
organizasyonun gidişatını belirlemek amacıyla, dahili ettiği bütün kişi ve
kimselerin adına tek başına karar verebilme yetkisine sahiptir. Devlet; bir
örgüttür. Bu örgüt, adına halk denmiş bir organizasyon yaratarak, kurulmuş
diğer organizasyonlar içinde bir yarışma sürecine tabi olur. Para denen
belirleyici unsuru; gücünün simgesine çevirir ve işlevin ana maddesini gücüne
dayatarak, organizasyonlar arası bir sidik yarışında milyonlarca insan adına
yetki sahibidir. Aynı zamanda ise organizasyonun dahili olan insanlara çeşitli
görevler yükleyecek ek paketleriyle; işçi-memur gibi kavramları yaratır.
Yarattığı kavramlara, denetleyici birimleri yaratır, birimleri ise kendi başına
işlevli bir hale sokmak için hiyerarşiyi, hiyerarşide bir sorguyu yok etmek
için ise gücünün simgesi olan parayı koyar; paraya değer katar ve insan yaşama
biçimini oluşturan döngüde parayı geçerli kılarak hayatın standartlarını ona
kodlar. Bu çok mühim ve karmaşık gelen döngü basittir. Örneklemek gerekirse;
avcı bir av yerine üç av ile döner, avlanmayana avını verirken karşılığında
ateşini kullanır ve elinde kalan fazladan bir avı da pişirerek, avlanmayan ve
ateşi olmayana, evini temizlemesi karşılığında hazır verir. İşte tüm bu
örnekteki işlevselliğe avcı, av, ateşçi ve tembelin arasındaki hukuka sadece
paranın adını koyarak devam eder. Bu durumda; avcı bir yerine üç av yapar,
ateşçiden para karşılığında ateş alarak, ateşçiye para karşılığında bir av
verir ve aldığı ateşle elindeki iki avı pişirir, avlanmayan ve ateşi olmayana
ise para karşılığında evini temizlettirir ve o kişide aldığı parayla avcının
elindeki pişmiş bir avı alır. Peki, bu basit örneğin organizasyonla ne alakası
var diye düşünüz mü? Evet, çok büyük bir alakası var, size organizasyonlar
içindeki en büyük ve en saçma olanının devlet olduğunu söylemiştim. Bu organizasyon,
tamamen önceden alınmış tedbirlerin ve projelerin gelecekteki dönümüyle
beslenir. Daha açık olmak gerekirse; önceden yarattığı projelerin gelişimini
sağlarken ek tedbirler alarak insanların bu tedbirlerle istenilen şekilde
ilerlemesini ve gelişmesini sağlar ve bu gelişimin ilerlemesiyle hiçbir emek
harcamadan, avından avını, ateşçiden ateşini ve tembelinden hizmetini
alabilecek bir döngüyü yaratır. Bu döngüyü sabitler ve ek projeler üreterek
bunun boyutunu yeniden şekillendirir, ek tedbirlerle bu projenin gidişatını da
hızlandırırken kısır bir döngüde hiçbir zaman emek harcamadan geçinen ve bunu
alışkanlık haline getiren bir kesimi var eder. Buna kısaca, parazitlerin
örgütlü gücü diyelim. Daha net boyutta: Devlet parazitlerin örgütlü gücüyle, emekçilerin
sırtından geçinen ve hiç çalışmadan onlardan daha çok beslenen döngüyü yaratır.
Konumuzla ilgili kısımda ise önce-sonra meselesinde, devlet kadar kötü bir
organizasyonun bile böyle bir prensipte buluşarak bu kadar garip bir döngüyü
yarattığını görerek, örgütlü ve öngörülü bir organizasyonun ne kadar güçlü
olacağını tahmin etmek çok zor değildir. Örgütlü halklar; böyle bir prensipte
buluşursa, geleceklerini tayin etme konusunda daha işlevsel ve güçlü bir konuma
gelebilir. Projeler, şimdiyi yaşamaktan çok, sonrayı etkileyecek unsurlar
üzerine kurulu ve şimdi yaptıklarına geleceği yönlendirmek üzerine dayalı
olmalıdır. Aksi halde, bir anda ses verip, gelecekte sönecek bir organizasyon
sadece insanın kendini tatmin etmesi yolunda bir adım olacaktır.


Canberk Apiş

Share:

2nci sürgün

1864
yılından sonra, dalga dalga Anadolu topraklarına sürgün edilmiş Çerkes
milletlerinden bir emanetim size. Doğduğumdan bu yana büyüklerim bana devleti
vatan olarak öğretip, vatan konusunda nasıl duracağımı öğretti. Ben, vatanını
seven, koruyan, kollayan ve düşmana taviz vermeyen bir insan olarak büyüdüm.
Ben beton şehirler arasında apartman dairelerinin soğukluğunda bir yerlerde
doğmadım ve büyümedim, fakat devletin ekonomik yapısı gereği ile ailem
şehirlere taşındığından bu yana, şehirlerin içinde sürgün hayatı yaşayıp
gidiyorum. Bana göre Türkiye toprakları üzerinde asimile olanlar sadece
Kürtler, Çerkesler, Araplar, Ermeniler, Rumlar, Bulgarlar ve Lazlar değil. Bu
ülkede Türklerde asimile oluyor ve hep birlikte tüm örf, adet ve geleneklerimizi
unutuyoruz. Bu konu esasına göre Türkler bize göre biraz daha şanslı çünkü
devletin onlara sağladığı bazı olanaklar var ve en azından kimse sorgulamadan
Türkçe eğitim alıp, konuşabiliyor. Bizler bunu talep edince terörist olmaya
kadar varan ve ihanete kadar çıkan bir suçlanma ile karşı karşıya kalıyoruz.
Oysa, benimde dedelerim bu ülkenin kurulumunda savaşmış, kan dökmüş, meclise
girmiş, memurluk yapmış ve vergi ödemiş insanlardır. Bizim ikinci sürgünümüz
köylerden şehirlere doğru olmuştur. Şehirler ki, kapitalizmin pençesinin en
keskin yerlerini saplarlar içindeki insanlara, yüreklerinden aşklarını,
sevdalarını.. hayatlarından onurlarını, şereflerini.. fikirlerinden
dayanışmayı, yardımlaşmayı söker alır; dilimizi mi, adetlerimizi mi, kültürümüzü
mü sağ bıraksın. Bırakın efendim, Allah aşkına bırakın.. Tam bir tüketim
çılgını oluyor insanlar hem de ne ırk ne din ne de dil fark ediyor.. Baktığını
göremeyen, gördüğünü anlamayan, satın alan ve ticaret yapan; ilişkileri zayıf,
performansları yüksek insanlara dönüşüyoruz ve hergün aynı yerlerde, aynı
görüntülere o kadar tabi kalıyoruz sessizleşiyoruz, yalnızlaşıyoruz ve
robotlaşıyoruz. Köylerde güzeldi aslında, tarlamıza gider, ekinimizi biçer,
yemeğimizi yer… düğünümüz varsa düğünümüze, toplantımız varsa toplantımıza
giderdik… bazıları köyün manzaralı yerlerinde oturup sohbet ederken, kimse
neden Çerkesçe eğitim verilmiyor tartışmazdı çünkü köyün anadili Çerkesçe
olurdu. Çocuklar doğduğundan beri Çerkesçe konuşmaya tabi kaldıkları için doğa
gereği Çerkesçeyi öğrenirler ve konuşurlardı. Sonra devletin kapitalist
ünitelerinin baskısı gereği, ekonomik açıdan kendine yetemeyen aileler mecburen
şehirlere doğru göç etti, şehirler köylere mi benzer? Herkes farklı bir milletten,
ayrı bir havadadır ve mecburen herkesin bildiği ortak dili dolarsın ağzına.
Tabi yaşamak için anlaşmak mühimdir ve genelde anlaşmak içinde konuşmak
gerekir. Şehirlere göç arttıkça, dilimize talep azaldı ve bugün yumurta kıça
dayandı. Bir seçim yapmak zorunda kaldık! Ya herkesin bildiği gibi uslu
çocuklar olacak, ne verilirse yiyecek ve şükür edecektik her şeye rağmen ya da
artık yok olduğumuzu gördüğümüz için acı çekip bağırmaya başlayacaktık. Bizim
büyüklerimiz, (Kaffed gibi) sessizliğini korudu, gençliğimize dur dedi. Onlara
göre bilinen Çerkes modelini korumak ve uslu yapıyı bozmamak, bizim üzerimize
gelebilecek baskıları yok etmek miydi? O bile olsa, yakın gelecekte Çerkesçe
konuşmayı bilmeyen Çerkeslerin çoğalması, onların çocuklarının yalnızca Çerkes
olduğunu bilmesi ve torunlarının bunu önemsememesi haliyle Çerkesliğin
erimesini göz önüne alarak baktığımız zaman artık bizde kötü insanlar olarak
bilinmeyi dahi göze alarak, büyüklerimizin çıkaramadığı sesi kendimiz bağırmaya
karar verdik! Geç olmadan, elimizden geleni yapmaya-da niyetliyiz. Şimdi, ya
köylerimize dönüp, açlığımızla varolduğumuz kadar yaşayarak kendimizi korumaya
alacağız ya meydana çıkıp insanlara derdimizi anlatacağız ya da geri döneceğiz.
Bu bizim ayıbımız değil, hakkımız ve geleceğimizdir.

Canberk Apiş
Share:

örgütçülük, Çerkeslik...

Örgütlü dünya, örgütlü halklar, örgütlü talepler ve örgütlü
işlevler. Şu önyargıyı kırın: Örgüt demek militarist, saldırgan ve bölünmeci
bir topluluk demek değildir. Belirli ortak talepler etrafında toplanan
insanların taleplerini güçlendirmek ve alabilmek için toplandıkları,
çalıştıkları platformlardır. Örgüt demek; talebin gücü demektir.

Yanlış
yürütülen bir olaya karşı doğruyu talep etmek iyi bir örgütlenme nedenidir ve
haklı bir davadır. Biz Çerkesler yanlış bir devlet politikasıyla eriyip
kaybolmak yerine örgütlenerek doğru bir devlet politikasıyla hem kendi
varlığımızı korumak hem-de genel bir doğruya ulaşmak için örgütlenme
gereksinimi duyan halklardan sadece biriyiz ve nasıl örgütleneceğimizi
araştırıyor muyuz? Evet, artık bizde örgütlü bir halk olmak için arayışlarda ve
çalışmalardayız. Büyüklerimizin baskılarına boyun eğmeden yapsak bile şunu asla
unutmamalıyız ki; biz onlara terbiyesizlik ve saygısızlık yapacak bir kültürün
ürünü değiliz. Biz, saygımızdan kusur etmeden-de büyüklerimizin bize dayattığı
bu karşı konulmaları kıracak ve örgütlü bir gençlik, örgütlü bir halk olacağız?
Nasıl mı…?
Bu hepimizin bildiği bir yoldur ve ara sıra hepimizin diline
düşen bir taktiktir; birleşerek, güçlenmek. Birleşmelerimizi sadece eğlence
sohbetlerine çevirmek yerine, geleceğimizi güçlendirecek samimi bilgi
alışverişiyle yapacağız. Yok olan biziz; bizi bizden başkasının savunmaya
ihtiyacı yok, biz kendimizi koruyacak güçte miyiz? Bunu kendimize soralım. Ben cevap
vereyim: EVET! Bizden başka kimseye birebir ihtiyacımız yok, fakat ikili
mücadele konusunda, aynı kaygıyı taşıyan başka örgütlenmelerden alacağımız
desteğin ve yapacağımız işbirliğin hiçbir tehlikesi yok. Sonucunda örgütlenme
kararına vardığımızda gelecek böyle talepleri, kendi içimizde değerlendireceğiz
zaten. Nasıl bir örgüt? Bu örgütü kim yönetmeli, ilk eylemi ve varlığını ilan
etmesi nasıl olacak? Çalışma prensibi, tekniği, projeleri nasıl olmalı?
Bunların hepsi örgütlenme aşamasında ciddi şeyler. Bunlar sanal ortamda
tartışılarak varılacak esasları barındıran tek cevabı olabilecek şeylerse hiç
değil ama örneklemek amaçlı kısa cevaplar verilecek olursak. İlan örgütü
olmalı, ses getirecek eylemler yapmalıyız fakat yinede riski değerlendirmeli ve
minimum riski yaratarak tehlike arz etmeyecek şekillerde. Bu örgütü yönetme
konusunda değişik fikirler olur; örgütü, örgüt mensubu kişiler taleplerle
yönetirler. Otoriteli örgütler yada otoritesiz örgütler vardır dünyada. Eğer
bir otorite olacaksa, kongrelerde demokratik bir şekilde seçilecektir,
seçilmelidir. Eğer bir otorite olmayacaksa, kararlar toplantılardan sonra genel
olarak kabul gören (demokratiktir yine) şeylerle olmalıdır. Otoritenin varlığı
yokluğu önemli husustur. İlk eylemi, kendi milletine duyulacak şekilde
olmalıdır ve Çerkes halkının tanımasını amaçlamalıdır; İlanıda aynı şekilde
olmalıdır. Çalışma prensibi, Çerkes halkının taleplerini, Türkiye kamuoyuna
duyurmak şeklinde başlamalıdır. Sanal değil reel, geçici değil kalıcı
çalışmaları bulunmalıdır.
 Canberk Apiş
Share:

Hazirandan Eylüle, #DirenÇerkes !



Diren Çerkes!

Türkiye’de gelişen olaylar elbette bir Türk kadar, bir Kürt kadar bir Çerkes’i de ilgilendirmektedir. Hatta o denli bir hareketliliktir ki, toplumun tüm kesimleriyle birlikte, ekolojiyi de ilgilendirmektedir, bu hareketlilik içinde dahili bulunmak, süreçte bizi ilgilendiren konular hakkında kendi sözümüzü, kendi ağzımızla söyleme hakkını tanır bize ve Çerkeslerin bir kısmı hoşnut olsun ya da olmasın, ben ya da başkası ama mutlaka birisi bu hareketliliğin dahilidir ve biz ne nadar kabul etsekte etmesekte bu hareketliliğe karşı paralel Çerkesler de olacaktır. Ancak hareketliliğe dahil olan Çerkeslerin jargonu ile buna karşı paralel hareketsizlikte bulunan Çerkeslerin jargonu, iki tarafın da seviyelerini herkese analitik bir veri olarak sunmuş, sunmaya devam da ettiğinden dolayı, bununla ilgili kaba bir analiz yapmalıyız, bu veriler; hareketlilik ile hareketsizlik içinde dahili olarak bulunan, aynı toplumun farklı iki yönü arasındaki mantıklı veya mantıksızlığın en net delilleri olacaklar çünkü.

Birincisi, iktidar ağızlığı yapan ve hareketlilikten açıkça rahatsız olduğunu gösteren, bunu belirten ve hareketliliğe karşı mücadele eden gülüm Çerkeslerin, o gülüm Çerkeslerin etki alanında bulunan masum cahillerin, o masum cahillerin içinde gözlerini de cehaleti gibi karartan neferlerin; en geniş söylemine kısa bir cevap:

Hem iktidarcı olmamak, hemde cehepeli olmamak; günümüzde pek olağan bir durum yahu, bunu ne zaman kavrayabileceğinizi bilmiyorum. En basit tabiri ile, ben ve bir çok ÇERKES yoldaşım hem iktidarcı değil, hemde cehepeli değil. Günümüzün şartlarında artık bu mümkün, her iktidarı eleştirene bir Cehepe yaftası vurmamak gerekir, rezil olunur, dumur olunur yani. Sizden ricam, öncelikle karşınızda tartıştığınız adama, o’cusun – bu’cusun demeden önce onu tanımaya çalışın, zira o’suyla – bu’suyla vurmaya götüren mantıkta, adamın gerçekten öyle olması gerekir. Bunu size, insanlık namına, insanlığınız zedelenmesin, aptal görünmeyin diye söylüyorum, malumunuz bir Çerkes olarak; aptal görünen Çerkesleri görmek beni de üzüyor.
İkincisi, hemen hemen her seferinde, gelişen tüm olaylara ‘Bunun Çerkeslikle ne alakası var?’ gibisinden yaklaşan ve sürekli bu yönde eleştiri veya temenni de bulunan Çerkeslere cevap vermek istiyorum
Çerkeslikle alakası olmayan şeyler ile Çerkeslikle alakası olan şeyler ayrımını, hangi mantaliteye göre ve nasıl bir bakışla yapıyorsunuz anlayamıyorum; bunun kıstası nedir, eğer bunun açıklamasını bize yapabilirseniz size özel Çerkeslikle alakalı şeyler de teklif edip, konuşup ve düşük ihtimalde olsa uzlaşma yoluyla onları da yapalım? Ama dediğim gibi, öncelikle bu kıstası belirleyen temel özneyi bilmemiz gerekiyor. Mesela genel hareketlilik halinin bizim bakış açımız da Çerkesliği de ilgilendiren noktaları var, bir çok ÇERKES yoldaşım bir çok kere, bir çok yer de size bunu en yalın haliyle anlatmayı denemişti, fakat siz hiç ikna olamamıştınız, bu durumda bizim sizin ÇERKESlikle alakalı şeyler kıstaslarınızı bilmeden bu konuda sizi tatmin etmemiz çok ciddiyim ama ‘atomu parçalarına ayırmaktan daha zor’ olsa gerek. Bir çok yoldaşımın daha önce bir çok yer de, bir çok çeşitle size anlatmayı denediği şeyi, bu sefer de bu yazıyla bende size anlatmaya çalışayım. Arkadaşlar, Çerkesler dünyada yaşıyor, çok ciddiyim. Ayrı bir galaksi de, ayrı bir gezegende değil, hele hele dilini de yazı dili olarak seçtiğimiz Türkiye’nin içinde; ülkenin genel hareketliliklerini de göz önünde bulundursak, arkadaşlar, Aynı gezegende, aynı coğrafya da, hareketin tam içinde yaşıyoruz ve size yemin ederek söylüyorum ki, bizi diğer toplumlardan ayıran ilahi bir fanusumuz yok; olan herşey, olmayan herşey, olması düşünülen herşey, olmaya başlayan herşey, herşey ama herşey bizi çok yakından etkiliyor, çünkü bize tenaffuz ediyor.  Değiyor bize, ülke baskıcı bir rejime girince, biz de baskı altında yaşamaya başlıyoruz, ülke özgürleşince biz de özgürleşiyoruz, benzine zam gelince, biz de o zamma göre benzin alıyoruz, ülkede anayasa değişince bizim de haklarımız genişliyor veya daralıyor. Olup biten herşeyde, birebir, doğrudan doğruya bizim de alakamız var ve bu alakaya kayıtsız kalmıyoruz, bunu Çerkeslikle alakasını kurcalamaya, eşelemeye gerek yok. Bariz olarak, alakamız var işte, sen daha neyin tartışmasını yapıyorsun? Kimse size, bizimle olun demiyor ama biz artık size; karşımızda bile olsanız gelişen iyi ya da kötü herşey de bizimde alakamız var, bunu söylemekten vaz geçin diyoruz.

Üçüncüsü, homojen bir toplum değiliz, heterojeniz ama... iyilerle kötüler yanyana durmayacaklar.

Kralcılarla yanyana durmamak bir tercihtir ve biz bu tercihe sonuna kadar saygı duyma taraftarıyız. Kralcılar da, özgürlükçülerle yan yana durmama hakkına sahiptirler ve ne olur yan yana durmama haklarını sonuna kadar kullansınlar! Ben ile onları istesekte – istemesekte ‘biz’ yapan kavram en yalın öznelimiz olarak Çerkesliktir ancak, böyle bir birlikteliğin çıkaracağı hiçbir harekette yoktur.  Şahsen ben; katillerin destekçisi ve işbirlikçisi olan hiç kimseyle, hiçbir koşulda, hiçbir şey uğruna mücadele etmem. Tüm insanlık halleri gibi heterojeniz ve böyle de olmalıyız ancak Çerkeslik öznesiyle homojenize hareket tavrı geliştirip mücadeleler verilemeyecek derece de alçak insanlarımız da var, yani bizi bölen şeyler;  Çerkesliği bölen şeylerdir ki onlar (sizin söyleminizle), bizi iyi ki bölüyorlar; Katiller ile faillerin davası hiçbir zaman birleşemez, katillerin şakşakçılarıyla, faillerin yoldaşları da asla aynı yolda yürüyemezler!

            #DİRENÇERKES – Gezi Parkından, Adalet Yürüyüşüne.. Antalyadan – İstanbula!



Süreçte vardık, süreçte var olacağız! Çünkü biliyoruz, aynı zalim tarafından, aynı baskı araçlarıyla, aynı acıları çekerek eziliyoruz! Mücadele de olduk, mücadele de olacağız da! Zalimin zulmü bitene dek, mazlumun tarafında, acılarla çelikleşen kavganın en ön saflarında bulunacağız ve bunu hiçbir kuvvet engelleyemeyecek. Tüm bunlar olurken, doğduğumuz günden bu yana olduğumuz kadar Çerkes olarak olacağız ve tüm halkların mazlumları ile birer Çerkes olarak dayanışacak, birer Çerkes olarak konuşacağız. Bunu gerici, faşist, yobaz vs. Hiçbir Çerkes engelleyemeyecek, kendi içimizdeki pisliklerle de mücadelemiz de, mücadelemizle var olacağız. Siz de gelin, bu kavganın önüne taşlar örüp, kendi geleceğinizi hapsetmeyin! Önümüzde, halkımızın tüm halklarla birlikte kardeşçe, özgürce, insanca yaşayacağı güzel günler var; önümüz de, kirli duvarların tam ardında, birbirimizden ayrıştırıldığımız noktaların ötesinde bizi bekleyen bir aydınlık var; gelin ona, tüm halklarla birlikte, el ele kavuşalım.

Biz, onlarca Çerkes genci olarak; Gezi Parkındaydık! Biz onlarca Çerkes olarak Adalet Yürüyüşündeydik, Berkin Elvan için onlarca Çerkes olarak ağladık, Mehmet’in, Ethem’in Abdullah’ın, İsmail’in ailelerinin acılarını paylaştık biz. Bunları yaparken, Suriye’deki Çerkesleri rafa kaldırmadık, Çerkeslik insanlıktır, biz hem insanlıkla hem de Çerkeslikle yan yana olabildik. Yine olabiliriz! Bizi birbirimize, bizi halklara, bizi mücadeleye, bizi kavgaya, bizi özgürlüğe soğutan; bizi şu koca küçücük dünyada yalnızlaştıranlara karşı birleşin! Dünyanın tüm halkları kardeştir; zalimin halkı yoktur, olmamalıdır. Halklar mazlumlarındır ve mazlumlar hakları için yan yana olmak zorundadır.

                                                                                              Canberk Apiş / 17 Eylül 2013 
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler