Örgütlülük, Eylemlilik ve İçimizdeki İktidara karşı Savaşım!





Yaklaşık 1 ya da 1,5 yıl önce, değerli bir arkadaşımın da destekleriyle ve çabalarıyla başlayan İnteraktif imza kampanyasının metni şöyle idi;

"150 YILDIR ÜZERİN DE VATAN BİLİP YAŞADIĞIMIZ BU TOPRAKLAR DA HER VATANDAŞ GİBİ BİZ ÇERKESLER DE VATANDAŞLIK GÖREVLERİNİ HARFİYEN YERİNE GETİRMİŞ BİR TOPLUMUZ..
BİZ ÇERKESLERİN OSMANLI TOPRAKLARINA GELİŞ SÜRECİ ÇARLIK RUSYASI İLE TAM 101 YIL SÜREN ACIMASIZ BİR SAVAŞIN ve BU SAVAŞIN NİHAYETİN DE İSE ÇERKES HALKININ ÇARLIK RUSYASI TARAFIN DAN SİSTEMATİK BİR ŞEKİL DE SOYKIRIMA MARUZ KALMASI vede DÜNYANIN BİR ÇOK YERİNE SÜRGÜN EDİLEREK DAĞITILMASI İLE SONUÇLANMIŞTIR.
VE ŞİMDİ NEREDEYSE 150. YILINA GELDİĞİMİZ BU SOYKIRIM ve SÜRGÜNÜN Ve SOYKIRIMIN ŞUAN VATANDAŞI OLDUĞUMUZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİN DEN TANINMASINI vede BU SOYKIRIMIN TÜM DÜNYA KAMUOYUNA DUYRULMASIN DA BİZE KATKI SAĞLAMASINI BEKLİYORUZ...

GEREĞİNİN YAPILMASINI ARZ EDERİZ

BİRLEŞİK ÇERKES PLATFORMU.."

İşte internette başlayan bu imza sürecine; 2080 imza toplanabilmişti..  Kamuoyu oluşturabilmek içinse Facebook üzerinde "Çerkes Soykırımı Tanınsın" grubu açılmıştı. İnternet üzerinden kamuoyu yoklayan bu kampanya ile birlikte; bir çok grupta olduğu gibi istiflenen şahıs, şahıslar; bazı mücadeleler içinde bulunmuş ve bu grupları o mücadelelere araç etmişti.
13 Mayıs süreci, kuşkusuz Çerkesler içindeki sol camianın içinde bir dönüm noktası olarak durmaktadır. Çünkü kültürel derneklerimizin izbeleşmesi ve bu köşelerde konuşmaktan öteye gidemeyenlerin artık değer kaybettiği bir dönemde, eylemlilik sürecine devrimci kendinden bir şeyler feda edebilen gençlerin dinamizminin de yansıması olarak düşmüştür.  Bu sadece bizim düşüncemizi paylaşanların değil; Ulusal mücadelemizin siyasileşme sinyalleriyle birlikte önceden de sıragelen bazı hareketleri doğurmuştu. Bunun en belirgin özellikleri olarak elbette Kafkasya Forumu, Çerkesya Yurtseverleri, Çerkes Hakları İnisiyatifi ve bu hareketin doğasıyla gelişen ve büyümeye başlayan bağlantılı hareketler de. Kendi aralarında birden gelişen bu süreçte nasıl hareket edeceğini tam olarak kestiremeyen bu hareketler, kısa süre içerisinde bir raya girerek birbirleriyle didişmek yerine; somut projeler üreterek halkına kendini yansıtma eğiliminde oldular. Bugün de, aynı durum yine bu örgütlerin kendilerini oturttukları rayda çeşitli fraksiyonlar olarak devam etmektedir. Bizim bu hareketlerin içindeki bazı siyasi manevralara karşı şerhlerimiz bulunmakla birlikte, kazanımı halkımızın yararına olacak herşey de bir ambargo kültürünün devamı olan yok sayma politikasına girmediğimiz görülmüş, girmeyeceğimiz anlaşılmış; yolumuz netleşmiş ve kendi rayımıza oturmuş vaziyette ilerlemekteydik.

Şimdi diğer hareketlerin politik kritiğini çıkaracak kadar onların hareketlerini tahlil etmediğimizi söyleyelim. Ortalıkta uçuşan; birilerinin hain, birilerinin işbirlikçi, birilerinin o ya da bu gibi soyut ithamlarına takılmayalım. Kendi özümüzü tahlil edecek tecrübeyi yaşayarak öğrendiğimiz için; ilerlememizdeki aksaklıkların sebeplerini ve kendi içimizde başlayan küçük çatlakların ileriki dönemlerde büyümemesi ve sağlıklı evrilim ile politik devrinim hareketimizi güçlendirmeye çabalayalım. Muhakkak ki; son günlerde ortaya dökülmüş eylemlilik ve duyarlılıklarımızın geçtiğimiz senelerden daha yoğun olduğunu inkar da etmeyelim. Bu yoğunlaşmanın esas sebebini, kendi içimizdeki mutabakatı, çizdiğimiz haritayı ve varmak istediğimiz sonucu değerlendirelim. Kendimize bir de ad takalım istiyorum; bunu yazının devamında kolayca adlanabilmek; adlanabilişimizin verdiği anlaşılabilme arzusuyla yapalım. Kendimize soralım: " Biz kimiz?"

BİZ KİMİZ?

Biz tarihin yükünü sırtımıza almış birileriyiz. Tarihin yükünü sırtına almışları da bu yüzden çok iyi anlıyoruz; onlarla uzlaşmaya da hep açığız. Ancak bunu kavgamıza çevirdiğimizden bu yana, konuyla ilgili bazı ilkelerimiz bulunmakta. Her birimizin kendini olgunlaştırdığı, bu olgunlaştırmanın temelini oluşturan ilkeler bunlar. İlkemiz; İNSAN mesela. İnsanı seveceksin. İnsanı sevdireceksin. İnsana küfretmeyeceksin.

Gelin örgütlülük sürecimizin halkımıza yansımasındaki manifestomuzdan bazı kesitler alalım?

* Kadın tabanından başlayarak, çocuk haklarına uzanan ve bu bağlamda ana-kültür diyaletiği ile kendi ile başka bir kültür arasında yıkıcı tartışmalara/etkileşimlere meyil vermeyen, bu tartışmalara meyil veren düşüncelere kesinlikle tölerans göstermeyen insanlar tarafından koordine ediliriz.  Genel anlamda yalnızca kendine adını verdiği Çerkes önadı dışında, benzeri veya etkileşik sıkıntıları veya tavsiyeleri bulunan fikirleri de barındırdığı apaçık bir gerçektir.  Hiçbir vatan, hiçbir toprak, hiçbir millet, hiçbir bayrak; bir diğerinden üstün değildir. İnsan fikirler mahlukatıdır ve insan-insan ile olan ilişkisinde yalnızca fikirleriyle değerlendirilir. Bizler, hiç kimseye pozitif ayrımcılık hakkı tanımayız. Biz de, Çerkes olsun ya da olmasın herkes eşittir.

*KADIN
Kadın, insanlığın anasıdır. Halkların kardeşlik mayası da kadınların elindedir. Bu bağlamda yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz yerlerde tüm imkanlar dahilinde KADIN mücadelesi için fikren veya fiilen fikir yürütmek Bizim ANA temamız olacaktır. Aynı zamanda yaşamadığımız yerlerden edindiğimiz bilgiler içinde fikir üretmek, insanlık ödevi olarak sayılacaktır. Kadına karşı şiddet, ataerkil zihniyetin yaptırımı tüm davranışlar, kadını aşağılamaya yönelik söz veya küfürlere de asla tahammül edilmez. Hatta Kadına karşı olagelen haksızlıkların karşısında fikir üretemeyenler için bile öfke barındırabilir.
*ÇOCUK
Çocuk hakları ihlalleri, çocukların eşit büyüyememesi, hayallerinin faşistçe ellerinden alınmasına karşı mücadele fikirleri üretmek istiyoruz, bunun için örgütlenen yapılar ile destekli, örgütlenecek yapılar yaratacak fikirler bekliyoruz. Çocukların genç yaşta, öfke mayası ile başka halklara düşman edilmesine karşı tahammülümüz olamaz. Çocuklar, hangi dinden, dilden, renkten veya ırktan olurlarsa olsunlar.. Çocuk haklarının dini, dili, rengi ve ırkı olmayacaktır.
*EMEK, EMEKÇİ, PATRON, DEVLET VE HALK
Bu karmaşık denklemin her şartında emeğiyle kazananın yanındayız, hatta dahiliyiz-de. Biz emeğin kutsallığını tartışma konusu bile yapmaksızın savunmakta ısrarcıyız. Biliyoruz ki emek, emekçinin alın teriyle; hiç kimsenin hakkından çalmayarak kazanılmaktadır.  Emekçililk konusunda patronlara ve patronların garantörleri haline çevrilen devlete karşı mücadelemiz halkın çoğunlukta olan emekçilerinden yana tavrımız kesindir, bu konuda en ufak bir şüphe olmamalıdır. Emekçinin kemik sorunu haline gelen ve ekonomik buhranlarıyla köleleştiği sistemin silahlı-baskısal ve çarpık eğitimiyle bilimsel olmayan ve sermayeye dayanan düzenine karşı taviz vermemiz beklenilemez.
*DEVLET, EMPERYALİZM, BURJUVAZİ VE DÜNYA-
Dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık-ımıza inanıyoruz ve çocuklarımıza yaşanabilir eşit bir dünya bırakmanın peşindeyiz. Yaşanabilir olarak adlandırdığımız dünya, çocuklarımızın ücretli köleler halinde ekonomik baskılarla yıldırılmış şirket köşelerinde her türlü hakları ihlal edilen bir dünya asla olmadı, olmayacaktırda. Yaşanabilir dünya arzumuz, Emperyalistlerin kâr güdüsüyle her halka reva gördükleri şiddet, baskı ve sefaletin olmadığı, Burjuva sınıfının proleter sınıfı sömürerek sürekli daha yüksek kâr güdüsüyle sömürmediği bir dünyadır. Sınırlara bölünmüş dünyanın devlet aygıtları-da önce kendi halkının sınıflarında burjuvaziye ayrıcalık tanımamalı, sonra kendisinden geride kalmış ülkeleri sömürmek için hiçbir politika izlememelidir..
*BURJUVAZİ, MİLLİYETÇİLİK VE LİBERALİZM
Burjuvazi sınıfı, silahlı komplike kuvvetlerini yaratabilmek için aynı zamanda geri bıraktığı toplumlara entegre ettiği milliyetçilik akımını kullanmaktadır. Ancak yine aynı burjuvazinin paradan başka inancı, mülkiyetten başka arzusu olmadan, kendilerine yarattıkları lüks hayatın küresel çaptaki ortaklarıyla yeni bir düzeni sistematik olarak hayatımıza sokmaktadır. Bu kuşkusuz ki liberalizmdir ve halklar, ayrıcalıkları olduğunu düşünen burjuvazinin egemenliğini ilan etmek istediği son aşama olan liberalizme karşı hep birlikte direnecektir. Ancak tüm bunlar olagelirken, geri kalmış bireylerin köktencilik kavramıyla burjuvazinin silahlı askerleri olmaya devam edecek, kardeşlik mücadelesi verenler, sistemin entegrasyonu olan bu milliyetçilik akımına düşman lanse edilip susturulmaya çalışılacağından, milliyetçiliğe karşı mücadelemiz de liberalizme karşı mücadelemiz kadar diri olacaktır. Biz biliyoruz ki, milliyetçilik cehaletinden kurtuldukça liberalizm kendi enkazları altında daha da ezilecektir.
*LİBERALİZM, ÜRETİM VE TÜKETİM
Üretim, her ne kadar endüstriyel bir hal alsa da kökten bir emekçi çabalamasına muhtaçtır. Tüketim ise kuşkusuz ki emeğin ucuza alınıp, pahalıya satıldığı bir algıyı işaret etmektedir. Yani Burjuvazi, emekçi üzerinden, emekçi alınteriyle yarattığı üretim kapasitesini yine küresel tüketim ağının en büyük kitlesi olan emekçilere, elde ettiği maliyetten daha yüksek bir maliyete satmaktadır. Buradaki paradoks ise, üretim araçlarıyla alakalı bir sorunun karmaşıklaştırılmış yapısıyla gizlenir, oysa bugün üretim araçlarını da üretenler emekçilerdir, herşey bir noktada emeğe dayanır, ancak herşey bir noktada emeğin emekçisine daha pahalıya verilir. Aynı zamanda üretimden başlayan kâr güdüsüyle burjuvazi, her türlü hile ile sağlıksızlaştırdığı ürününü, insan sağlığını hiçe sayarak tüketime sunar. Bizim buradaki bakış açımız, üretim araçlarının üretilmesinden, kullanılmasına kadar olan süreçte emekçinin hak etmediği pozisyondan kurtulup, hak ettiği yaşamsal standartları kazanmasına değin ulaşır.
*TÜKETİM VE İNSAN
Üst maddedeki yaklaşımımız, burjuvazinin kâr güdüsüyle ürününü sağlıksızlaştırmayı ve bunu insana bu sağlıksızlıkla sunmasına bağdaşıktır. Daha fazla kazanma hırsıyla sağlıksızlaştırılan ürünü insana tükettiren sistem, insanın aynı zamanda sağlığını sömürür ve bunu teşhir etmek, buna karşı mücadele vermek, bunun içinde üretici emek olarak çalışan işçiden başlayarak tüketici olarak bulunan insana kadar bilgi taşımak, kuşkusuz ki insani vazifemizdir.
*İNSAN VE DÜNYA
Şüphesiz ki Dünya sağlığı, insan sağlıdır ve bu konuda insan-dünya ilişkisine yaşama standartlarıyla bakmaktayız. Biz, insanın vatan terimleriyle örülü bir dünya terimine karşıyız. İnsan herşeyden evvel, insandır ve insanoğlunun vatanı dünyadır. Dünyanın bir ucunda, hiç alakamız olmadığı halde yapılan yanlışlar, dünyanın bu ucunda insanlık ve elbette halkımızında sağlığını bozabiliyor. Bu anlamda, insan-dünya ilişkisine bakış açımız, sermayenin kazanma arzusuyla istediği gibi tahrip ettiği dünya sağlığına karşı oluyoruz. Bunu tartışma meselesi olarak bile görmüyoruz.
*İNSAN VE KADIN
İnsan arası meseleler içinde kadın konusu bizim için(de) herşeyin önündedir. Biz kadını; erkeğin yanına koyup eşit haklar ve hürriyetler ile biçimleyerek, sadece bu maddeyi eklemekle öyle olduğunu düşümlüyerek değil, bizzat kadın sorununu ana temamız halinde sürekli dir tutarak ve kadının aile içi öneminden, toplumsal anlamdaki yerine ve ta-ki insanlık öğretmenliğine kadar değerlendirmekte ısrarcıyız. İnsanlık betimlemeli kadın mücadelesinde kadınlarımızın aktif biçimde rol almasını arzuluyoruz, bunun için kadına, belirtmeli bir övgü, bir teşvik, bir cesaret peşindeyiz. Platformumuz, ataerkil düzeysizliğin kadına reva gördüğü konumu kesinlikle kabul etmez, konusu kadın olsun ya da olmasın; erkek egemen ağzıyla kadını aşağılayan ve zamanla saltımıza yerleştirilen jargona tahammül göstermez. Her düşünür, platformda yazıya gelen fikirlerinde bu jargona dikkat etmek zorundadır.
*KADIN VE ÇOCUK
Çocuklar, insanlık umududur ve en kötü şartlarda dahi çocukların varlığından gelen umut ile şartları kontrol edebilme ve emekçi lehine çevirebilme şansı ilelebet yaşayacaktır. Bu umudun hızı kadının çocuğa verdiği insanlık  dersinin seviyesine bağlı olarak değişecektir. Biz çocukları çok önemsiyoruz ve aslında herkes biliyor ki; kültürün umudu, kültürünü yaşatan çocukları yetiştirmekten, insanlığın umududa insanlık ile yetiştirilmiş çocuklardan kaynak bulur.
Bunlar gibi ön taslaklar ile örgütlü inisiyatiflerimizin kendini geliştirdiğine her geçen gün şahit oluyoruz. Buna bir bağlılık şartı olmamakla birlikte, ilkeleri içinde bunun benzeri düşünceleri paylaştığımız yoldaşlarımızın olduğunu herkesin bilmesi gerekiyor. Bu yoldaşlarımızın kendilerine oluşturdukları örgütlenme manifestolarıda ise, tüm bunların da daha ötesinde ilkeler edindiklerini görmek; özeleştiri kültürünün örgütlülük sürecine entegrasyonuna şahit olmak şahsen bana, her zamankinden daha fazla umut vermektedir.

Örnek vermek gerekirse; Antep İlindeki bir gençlik inisiyatifimizin;

* Nefret söylemi [Genişletilmiş]

Nefret söylemlerine karşı savaştayız. Biz insanın, başka bir insanı hiçbir fiziksel veya zihinsel durumundan ötürü, düşüncesinden ve davranışından ötürü aşağılama, küçük düşürme hakkını tanımıyoruz. Kişilerin bu tutumlarına karşı tavrımız kesindir.

İlkesini sizlerle paylaşmak isterim.

2012'nin ortalarında Antalya'da yapılan bir toplantıda ise; örgütlülük sürecinde örgütlülük biçimleri üzerine çok yoğun bir şekilde konuştuğumuzu daha dün gibi hatırlarım. Bu tartışma sonucu elde ettiğimiz düşünce; kimi inisiyatiflerin rizomlaşmasını ve hiyerarşiyi tamamen kendi süreçlerinden yok etmesini sağlamıştı. Bu inisiyatifleşmelerin bugün vardıkları mevki ve yaptıkları icraatlerin, rizomlaşamayan örgütleşmelerin yaptıklarıyla kıyaslandığında bize bir umut bağlamaktadır.

MÜCADELEMİZDEKİ İKTİDAR HIRSI, HEPİMİZİN YÜREĞİNDEN VE KALBİNDEN SÖKÜLÜP ATILINCAYA DEK!

Kavgası insanlık olanın, kavgasına gönül vermemek ayıp değil mi? Ayıp. Bende kavgası olanın kavgasına gönül verip yola düşebilirim. Düştüm-de. Dün düştüm, bugün düştüm ve yarın da düşeceğim. Kendimi olgunlaştırdığım insanlık düşüncesi; hayatımda haklının kavgasında nefer, haksızın karşısında yumruk olmamın temelini oluşturdu. Bir çok mücadele de, bir çok pozisyonda, aktif şekilde mücadele verdim; bunlar kendimi övgüleme değil; bunlar örnek teşkil etsin diye söylediğim şeyler. Bir çok arkadaşım için önemli biri oldum, kimi zaman basit gibi görünen aktivitelere gittiğim için onlardan eleştiri aldım, eleştirilere verecek cevap varsa cevap, verecek cevap yoksa özür verdim. Örgütlülük halindeyken eleştiriden çok özeleştiri vermeyi severim, çünkü bana sürekli yenilik katan, sürekli gelişmemi, ufkumu açmamı bahş eden şey özeleştiridir. Yaptıklarımdan ve yapmadıklarımdan ders almaktayım. Bu da benim hayatım da; beni eğiten en güzel okuldur. Açıkça söylüyorum: İnsan sürü halinde yaşar. Sürü halinin en temel iki problemi; takip etmek ve yön vermektir. Çoban-Sürü kavramıdır. Kimileri bu hastalıkla sürünün gittiği yeri kesintisiz, sorgusuz, sualsiz takip ederken; kimileri kendi sürülerini yaratmak için inanılmaz şeyler yapar hale gelirler. Kendi düşünceleri etrafında şekillenen hayalleri için yanlarında yürüyenlerden itaat, sadakat beklerler. Bunu sorgulayandan nefret ederler. O'nu sürülerinden uzaklaştırmak için tahakküm aygıtlarını kullanırlar. Bu bizim içimizde de vuku bulmaktadır. Birileri; istediklerini ve düşündüklerini bize empoze etmekte, sorgulayandan soğumakta ve onları sürü sandıkları yoldaşlarından ayırmaktadır. Tahakküm araçlarını kullanmaktadır. Bunu yok etmezsek; kişilerin bireysel güdüleri yüzünden, toplumsal amaçlar edinmiş hareketlerimiz bireysel hatalara kurban gidebilir. Bunun izahatini ileride kimseye veremeyiz. Bunun bedeli; sadece iktidar hırsına kapılmış zavallıların üstüne değil, buna boyun eğen ve susanlarında üzerine kalır. Bunun acısını, yanlışlardan geriye sarmaktan ileriye gidemeyen halk mücadelesi yaşar. Şimdi hepimiz bir özeleştiri vermek durumundayız. İçimizde bir iktidar oluşuyor; birileri kendini karar verme erki olarak görüyor ve bunu çeşitli bahanelere sığdırıyorlar. Hepimiz görüyoruz; hepimiz duyuyoruz; şimdi susarsak hiçbir zaman konuşamayacağız. İktidar hastalığını kavgamızdan silene dek! Buna kapılmış ve bununla kuduranları ehlileştirene kadar mücadele vermemiz gerekiyor. İktidar hırsını dingilleyemeyenleri de maalesef içimizden koparıp atmamız gerekiyor.

Bunu yapacak gücümüz de var. Onların iktidar hastalığı, bizim sürüleşme hastalığımıza dönüşmeden bunu yapmak zorundayız. Kavgamız ve kavgamızın selameti için; bunu yapmakla yükümlüyüz.

Dostlara ve Yoldaşlara
Devrimci Selamlar ve Dayanışma arzusuyla!
Share:

İhanetçiler için hatırlatma; 1866!





Rahat yaşamlarını tehlikeye atmamak için kukla olmuş ve yaşamın devrimci serüvenlerinde kısmen bulunup hayatı boyunca bedel ödemeyi göze almamış, koltuklarına yapışıp emeğini satarak  kendini rahat zanneden ve ellerinin değebildiğince bu yaşam biçimlerini bir yaşam dersiymiş gibi anlatan zavallılar!

Devrimci ilerlemeyi sözde dozlayarak yaşanılması gereken bir çocuk oyuncağıymış gibi anlatıp durduğunuz için; o narin poponuzu koyduğunuz sıcak koltukların, günde 16 saat çalışmadığınız zamanların, aldığınız tazminatın hikayesini anlatayım size. Böylelikle; yüreğimizde kurduğumuz ve şuanda dünyaya ördüğümüz dünyanın ne kadar gerçekçi olduğunu anlarsınız belki. Belki karşınız da sizden daha aşağılık şartlar da çalışan işçilere efelenmekten utanır, belki devrimci hareketin içinde can veren, kol veren, göz veren gençlerin çocuklarınıza ne kazandırdığını anlarsınız!

1886 da, 1 mayısta, ABD'de, Luizvil'de.. bugün sizin o narin kıçlarınızı dayadığınız haklarınızı almak için grevler başlamıştı. Olaylar 3 mayısta da sürüyordu. İşten atılan grevciler, greve yeni katılanlar ve halen grevde olan işçiler yürüyüş yapıyordu. Grev kırıcı yalakalar; (diğer işçilere hayatın gerçekliğinden bahseden, kendi haklarını peşkeş çeken onursuzlar) bir fabrika düdüğü ile fabrikadan çıktı. Grevdeki işçiler de onları protesto etmeye başladı ve bu sırada; bugün yoldaşlarımızı öldüren polislerin, Amerikalı meslektaşları yürüyen gruba doğru ateş etti ve 4 grevci öldü.

Ertesi gün, öldürülen 4 kardeşini protesto etmek isteyen işçiler yine HAYMARKET'te toplandılar. Tam göstericilerin dağılacağı sıra, bir bomba patladı ve 7 polis öldü.  Böylelikle yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklanırken, Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe.

Bakın ne dedi onlar?

http://anarsi.org/foto/haymarket2.swf utanmayın, izleyin.. zaten utanmasızsınız.
Aralarından en gençleri olan Louis Lingg idamından bir gün önce intihar etti.
işte bugün, onların mücadelesiyle kazandığınız hakları, onların yoldaşlarına karşı bir farkmış gibi gösterip; onlara kendi yaşamınızdan örnekler vererek yol göstermeye kalkıyorsunuz. Asalak mı arıyorsunuz, kıçınızın yapıştığı koltuğu kimin kavgası sağladı iyice araştırın. Asalağı çok uzakta bulmayacaksınız.
1889`da toplanan İkinci Enternasyonal'de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada Birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verildi.
Share:

Barış kimin işine yaramaz?


 
Gezi Ayaklanmasında Polis, tüm mühimmatını sivil halka karşı kullanmıştı. Onlardan bir görüntü.

Yüksekova'da 2 kişinin POLİS tarafından katledilmesinden sonra gerginlik sürüyor. 



Biliyorsunuz ki epey süredir barış nakaratları atılıp tutulmakta ortalıkta. Devlet bir takım paketler içine sığdırabileceğini sandığı barışı tesis etmek için çalışmalar yaparken; Ülkedeki en ufak protestolara dahi çok sert karşılıklar veriyor. Bu protestolara karşı adeta bir savaş taktiği izleyen devletin katlettiği canlar ise en insafsız, yüreksiz, duyarsız, vicdansız insanların bile unutamadığı kadar yakın. Üstelik katillerini koruyor, katilleri teşvik ediyor, hatta ödüllendiriyor ve yeni katiller yaratmaya başlıyor. Devletin en üst mekanizmaları politik olarak ağızlarından Barış kelimesini hiç düşürmezken, her çapta gösteriye ilişkin olarak ise birilerine “Barışı bozdurmayın” mesajı veriyor. Sempatik devlet; “biz bu oyunlara gelmeyeceğiz, barış için durduğumuz çizgiyi koruyacak ve yönlendiğimiz yolda yürüyeceğiz” diyor. Tüm bunlar olurken ne yazık ki; birileri daha katlediliyor.

Bizi aptal yerine koyuyor, ama belki de ilk defa onların sıkça kullandığı bir dille cevap vermemiz gerekiyor. “Biz bu oyuna gelmiyoruz”!

Sizin örgütle çatışmasızlığınız; örgütün insan kaynakları ile devletin insan kaynakları arasındaki dengeden ibaret. Oysa; daha geçen gün katlettiğiniz iki insan vardı ya; işte onlar Kürt’tü. Hani gösteriler sırasında öldürülen yoldaşlarımız, akranlarımız, kardeşlerimiz yok muydu? Onlar Aleviydi.. Onlar Türktü, Kürttü.. Bizdik! İnanır mısınız, bizim istediğimiz barış; sadece sizin kirli militanlarınız arasındaki çatışmasızlıktan çok uzakta, belki kapasitenizi zorlayacak kadar da derin: Biz, kendimizle barışmak istiyoruz. Özgürlüğümüzle barışmak istiyoruz! Biz Çerkesiz, Kürdüz, Arabız, Türküz.. İnsanız biz. Şimdi siz; elinizdeki katil aparatlarını üstümüze doğrultmuşsunuz ve diyorsunuz ki “Barışa zarar veren provakatörlerin oyununa gelmeyeceğiz” öyle mi? Kusura bakmayın, insanlar yıllardır sizin gibi provakatörlerin oyunlarına gele gele birbirine düştü, kırıldı, küstü, saldırdı. İnsanlar sizin iki dudağınızın arasından çıkan talimatlar doğrultusunda öldü, öldürdü. Oldu bunlar bir kere, bir vatan dediniz tutturdunuz, benim vatan kavramım yok, vatanım dünya ama; sizin kendi şablonunuzda söylediğiniz vatan kavramına göre bile hainsiniz, yalancısınız. Sizin kelime anlamınıza göre bile siz teröristsiniz. Bizim barış için tek bir yolumuz kaldı; size inanmamak ve barışı kendimiz tesis etmek. Sizin o kirli oyunlarınıza gelmezsek eğer; yıllardır kullandığınız sistemin yedeği olan düşman araçlarından sıyrılabilirsek; barış bizim için sizin söylediğinizden daha da yakındır. Neden biliyor musunuz? Çünkü bizim savaşmak için bir nedenimiz yok.. ancak sizin saltanatınız yarattığınız savaşlarınız kadar uzun sürecek biliyorsunuz bunu. Bunu bizde biliyoruz; çünkü siz olmazsanız bizim paylaşamayacak hiçbir şeyimiz olmayacak. Devlet çıkarları diye kabaca tarif edilen ve bizimle uzaktan yakından alakası bulunmayan bir şey için, verdiğimiz can, ağlattığımız ana… yetti artık, yetti!

Kiminle nasıl barıştığınızı bilmiyoruz ama bizimle hala savaşıyorsunuz!

Hala bize silah doğrultmuşsunuz, hala kurşun sıkıyorsunuz. Hala annelerimiz ağlıyor, ölülerimizin katilleri hala dışarıda, hala saldırmaktasınız. Saldırılarınızı meşrulaştırmak için insanların gözünün içine baka baka yalan atıyorsunuz hala. Hala kutuplaştırıcı ağzınızla; yedeklediğiniz faşistleri kışkırtıp; savaşınıza piyonlarınızı sokma derdindesiniz. Biz ise hala insanız; yüreğimizle geliyoruz meydana, elimizde silah yok, elimizde hiçbir şey yok. Yumruğumuzu sıkmış, haklarımızı istiyoruz hala. Saldırıyorsunuz. Arkadaşlarımızı katlettiniz, hala katlediyorsunuz. Katillerini övdünüz, hala övüyorsunuz. Tüm bunlar olurken, “barış” diyorsunuz. Pardon ama, kiminle barış? Bizimle değilse, kiminle, açık olun ve söyleyin.. eğer bu barışı biz görmüyorsak, kim görüyor? Kime ne söylemek istiyorsunuz? Daha iki gün önce diyarbakır da öldürülen arkadaşlarımızla savaşırken, daha gezi ayaklanmasında katlettiğiniz arkadaşlarımızın kanı sıcak, katilleri dışarıdayken, henüz akrepleriniz zehirlerini sokaklara saçarken, polisiniz insanları av gibi avlarken kiminle barışıyorsunuz siz?

Sizin tek istemeyeceğiniz şey barıştır. Çünkü savaşlar; tüm haksızlıklarınızın üstünü kapattığınız bir örtü. Çünkü kan; sizin kirli oyunlarınıza rağmen insanları başka yöne sevk ediyor. Herşey olup biterken; çocuklarınız zenginleşmekte, siz de evinizde sıcak kahvenizi yudumlamaktasınız. Korkmuyorsunuz ki; herşey ortaya çıksın da yalanınız, sömürünüz anlaşılsın. Çünkü elinizde bir savaş var; herşey olup biterken iki askeri şehit eder, 3 gerilla öldürür ve öldürülen gerillalar üzerinden şövenlik taslarken, askerler üzerinden de edebiyat yaparsınız. Ölmüş 5 gencin kanı; kirli bir oyunlarınızın üstüne örttüğünüz örtüye dönüşür değil mi?

Adalet için yürüdüğümüzde, adalet için yürüyüşümüzü bile sizin sözde devletinizin temeli olan anayasanızdan aldığımız bir hak olduğunu idrak edemeyip; üstümüze onlarca katilinizi yollamıştınız. Tüm bunları biz yaşarken siz; televizyon karşısında cunta anayasası demokratik değil diye anayasayı değiştirmekten bahsetmekteydiniz. Cuntacıların bile anayasa da hak olarak bize verdiği bir şeyi, sizler şiddetle bastırmıştınız. Gerçi biz orada anlamamıştık sizin yalancılığınızı; ifşa etmiştik.

Herkes izlemişti.

Şimdi de barışınızı hepimiz izliyoruz. Bize düşman gibi saldıran; ama sözde barışan bir devlet.

Barış en çok size yaramaz, bu yüzden en çok siz savaş istiyorsunuz… 
Share:

Don Kişot Sosyal Merkezi



En başından belirteyim, orada emek veren tüm dostlara ve yoldaşlara ayıp etmemek ve haklarını yememek gerekiyor çünkü; ‘Yeldeğirmeni Dayanışmasının ya da Yoğurtçu Forumunun bir dışavurumu olarak işgal edilen bina bir yaşam okuludur. Orası hakkında kötü şeyler düşünecek bile değilim, bırakın söylemeyi. İyi ki var; olmalıydı, oldu ve iyi bile oldu.

Ancak komün evler, işgal kültürünün getirimi olan biçiminde ele alındığında hangi kalıba alınırsa alınsın, nereden tutulursa tutulsun; belirli bir amaca hizmet etmelidir. Bu amacı siz istediğiniz pratizmanın fiil kalıplarına uyduramazsınız. Manifesto gerekmektedir. İkincisi, özyönetim kültürünün günümüz riskleri göz önünde tutularak eleklenmiş bazı tehlikeli tarafları hariciyle uygulanması, uygulamaya çalışılması gerekir.

Ben Anarşist Komünist bir insan olarak Don Kişot’a komün demem. Don Kişot; Sosyal Merkez olabilir, devrim okulu olabilir, geçici statik kalıplara göre izole edilmiş bir dayanışma yeri de olabilir; ancak bir komün olamaz. Belki ilerleyen günlerde, işgal etme kültürünün İSTANBUL’daki tetikleyici başlangıcı da olabilir.

Bu arada, kır komünü olarak, komün yaşam içerisinde senelerdir süregelen yerler de var. Şimdi onlara da ne kadar Komün denir bilemeyeceğim fakat, insanımsılığın az olduğu ve genelde tercih edilmeyen ve kendimizi ondan izole etmiş insanlar olarak kıra uğramayışımızın onlara kattığı bir değerde; komite, komisyon, abi, sözcü gibi otoriter kavramsallar veya kanun koyucu, kanun koruyucu, kanun gibi şeyleri düzenleyen, kovalayan veya uygulayan bir kimselerin bulunmayışıdır. Çünkü kırsal işgale gidenler genelde birbirini tanıyan insanlar olduğu için arkadaşlık-dostluk gibi hiyerarşi içermeyen biçimde özyönetim benzemişliği yaşayabiliyorlar.

Bir daha söyleyeyim; Don Kişot, Kadıköy’ün buzları arasında açmış bir kar çiçeğidir. Kardelendir. Mistir, güzeldir! Ama… bir şeyleri yok etmenin tek yolu, onu sürekli karalamak değil; onu sürekli övmek ve olmadığı gibi şişirerek insanları ondan tiksindirmek olduğundan söyleyeceğim ki; Don Kişot’a olmadığı şeyleri biçmeyin..

İçinizdeki yoldaşlara, dostlara ve kardeşlere tavsiye ederim.

Dayanışma ile.

Canberk Apiş / Aralık 7 / İstanbul
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler