Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve biz: Çerkesler.

Gezi sonrası Türkiye batısında hareketlenen sol politik yapı, bir çok söylem ve pratik sergiledi. Gezi, henüz parktaki kolektif yapısının içindeyken, oradaki birikime "kaynak" muamelesi yaparak kendi örgütlerinin propagandasının peşine düşen ve parktaki itirazın sadece nesnel ideolojik yönlerine katılıp ya da en azından katılmış imajı yaratıp; parkın içinden bütüne dönüşen itirazın herhangi bir tarafı olmayan örgütler; taksim'de vücut bulan dayanışma pratiğini, sol propaganda havuzlarıyla sömüre sömüre bitiremediler. Her an, teorik olarak öne sürdükleri ve karşıt her harekete etiket ettikleri "emperyalist" yaklaşımın ta kendisine dönüştüler. Bugün adeta kanlanmış bir bit gibi, birbiriyle alakasız bir çok örgüt; hep "gezi" jargonlu bir propaganda programının sürdürücülüğünü yapmaktadır. Hepsini bu kefeye koymak, bu kefede değerlendirmek elbette haksızlık. Fakat aslından değişen ve başkalaşan, başkalaşmışlarla ortaklaşan örgütleri de tenzih ederek bunların hala ihtimal olan en ufak dayanışma umutlarını baltalamasına müsade etmekte büyük bir haksızlık olur. Haksızlık etmemek lazım. Bizler, HDK sürecinden bu yana bu hareketin içerisinde yer almış Çerkesler olarak, arkadaşlarımız HDP'de siyaset yapmakta olan Çerkesler olarak, HDK/P'ye katılım sürecimize eş ve eşit olarak BHH'nin toplantılarına da katılmış ve gözlemci arkadaşlarımızın notlarını tartışarak bazı fikirleri öne çıkardık ve artık bunu halkımızla paylaşmak gereği duyuyoruz. Bu gereği, Gezi direnişine aktif olarak katılmış Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda parkın içindeki kolektif koordinasyonda yer almış (Sivil İnisiyatif, Taksim Dayanışması) Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda kurulmuş barikatların sıcağını hissetmiş, faşistlere karşı aktif mücadelede en ön barikatlarda direnmiş Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda "parklar bizimdir" hareketiyle istanbulun tüm parklarındaki halk meclisleri kurulumuna katılmış, "Abbasağa, Yoğurtçu" başta olmak üzere İstanbul, Antalya, Bursa, Kayseri, Sakarya, Düzce" deki tüm forumlarda aktif katılımcılar olarak görev almış Çerkesler olarak duyuyoruz. Antalya'dan - İstanbul'a "Gezi özelinde, Türkiye genelinde" adalet talebiyle yürüyüş düzenleme iradesini ortaya koyan Çerkesler olarak duyuyoruz. Aynı zamanda; halkı için talepleri olan, talepleri için eylemler düzenleyen, Çerkes Soykırımı ve Sochi için, Çerkesya'da faşist saldırılarda öldürülen Aşine için sokağa çıkan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Sendika hareketleri içinde burjuvaziyle uzlaşma tanımayan işçi hareketlerinin içinde bulunan, işçi olan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Bizler, sokaklarda Çerkes kimliğimizle; Barışı, kardeşliği, Adaleti ve Özgürlüğü talep etmiş, eden ve edecek olan Çerkesler olarak BHH'nin son günlerde ilgili Çerkes örgütlerinin gündemine taşıdığı tartışmalarda; en başta işçi, emekçi kimliğimizle, gezinin ruhunun bir parçası olmuş Çerkesler olarak, kör fanatik olmayacak kadar akılcı, gerçekliği kavrayıcı ve aktarıcı kadar bilimsel ve ihtiyaçlarımızı bilecek kadar farkındalık içinde Çerkesler olarak kendi adımıza düşeni söylemekteyiz.

Gezide öne çıkan dayanışma söylemlerinin sadece parkın içindeki forumlarda en basit tabiri ile kemalist laisizm ile bir parçası olmuş bir çok kişi ve örgüt sahipleniciliğini yapmaktadır. Oysa Gezi'yi oluşturan iradeyi ortaya koyan şey kemalist laisizm ve bunun talepleri değildir. Bunu böyleleştiren şey; mevcut iktidarın anti-laisist söylemleridir. Bu söylemlerle perdelediği faşist uygulamaları, hırsızlıkları, doğa, işçi ve kadın düşmanlıklarıdır. Bu düşmanlığa karşı oluşan doğal karşı koyumun iktidardan önce uzun yıllar hüküm sürmüş kemalistler tarafından kuşatılması ise o düşüncenin sömürgeci mantığının bir örneği olmaktadır. Bugün biliyoruz ki; her ne kadar eskisi kadar güçlü olmasa bile, halen medya organları olan bu düşünce, Gezi'de ortaya koyulan iradeyi bugün elinde olan medya güçleriyle sahiplenmek için inanılmaz bir propaganda süreci başlatmıştır. O derecedir ki; bu topraklarda anti-laisist düşünceyi iktidara taşıyan insanların gözünde Gezi; kemalist bir "kalkışma" imajındadır. Normal şartlar altında, kaynağını "dindar" tabandan alan iktidarın bu imajı yaratması gerekirken, Kemalistler medya organlarıyla bu imajı, iktidardan önce yaratmış ve Gezi'yi başkalaştırmıştır. Bizler pratikte dayanışan bir Gezi'yi, direnişe dönüştüren alanlardaki Çerkesler olarak, "birlik-beraberlik ve zafer" söylemleri olan hareketlere en başta, siz hangi Gezinin örgütüsünüz diye sormak durumundayız. Bu bizim Çerkesler olarak halkımıza karşı sorumluluğun en temel ihtiyacıdır. Zira bizler; olagelmiş Gezinin içinden çıkmış ve o ruha şerhi olmayan kişileriz, fakat o ruhtan çok uzakta, hiç içine girmeden, olmasını istedikleri gezi'nin peşinde propaganda yapan bir çok örgütün programını, halkımız için tehlike olarak görmekteyiz ve bunun için haklı nedenlerimiz; tarihte tüm ağırlığıyla mevcuttur. Bu soruya; BHH'de hiçbir cevap çıkmamıştır. Sosyalizmin teorik maddeleri dışında, bu coğrafyanın pratik tarihleriyle ilgili, halkımız adına duyduğumuz endişeyi ortadan kaldıracak herhangi bir cevap bulamamaktayız.

Bizler HDK/P içinde aktif mücadele yürüten Çerkesler olarak sıkça "Kürtçü" olmakla itham ediliriz. "Kürtçü" olarak itham edilen sadece Kürtlere karşı uygulanan faşizmle mücadele eden Çerkesler değildir, aynı zamanda Türkler de dahil olmak üzere neredeyse tüm halklardan "Kürtçü" ithamına maruz kalmış insanlar vardır. Tarihte çeşitli tarafların ağzına sakız gibi dolanmış "Kürtçü" ithamının kökeninden, amacından ve sonucundan yola çıkarak süren bir tartışmada "Kürt Metaforu" olarak tanımladığımız bir durum sonucu ortaya çıktı. BHH'nin içinde ve çeperinde bulunan kişi ve örgütlerin bizim "Kürt Metaforu" olarak tanımladığımız bu düşünceden ne kadar uzak olduklarına dair en ufak bir fikrimiz yoktur. Çünkü toplantıda ortaya çıkan durum, Kürtlere karşı bastırılmakta olan bir "duygu"dur. Kürt Metaforu olarak tanımladığımız durumu da hemen anlatayım: Kültürel hakları için taleplerini ortaya koyan ve bunun mücadelesini yürüten Türkiye'nin bütün Arapları, Ermenileri, Çerkesleri, Lazları; Kürtçüdür. Çünkü Kürtler; asimilasyona, baskıya ve işkenceye karşı en aktif savaşı yürütmüş, iradesini ortaya koymuş bir halk olarak, diğer halklarında kazanımlarında kanı-canı bulunan ve bu ülkede etnik faşizme karşı direnişin tarihini yazan başarılı, iradeli, örgütlü bir halktır. Bugün asimile olmakta olan en başta Çerkes halkının, örgütlülüğü emsal olarak alabileceği tek halk Kürt halkıdır. Bu topraklardaki tecrübeleriyle Çerkes halkının mücadelesine ışık tutacak tek halkta Kürt halkıdır ve Kürt halkının mücadelesinden ilham ve cesaret alarak mücadele yürüten Çerkesler Kürtçüdür. Fakat buradaki Kürt; asimilasyona, baskıya, işkenceye karşı savaşma anlamındadır. Bir metafordur. Bu anlamda hiçbir zaman Kürtlerle karşılaşmasa dahi; halkının temel hakları için mücadele yürüten Çerkesler, birileri için Kürtçü, Kürtler gibi, vs. olmaya, böyle anılmaya mahkumdur. BHH'nin Türkiye'deki halkların asimilasyona karşı mücadelesi ve siyasetiyle ilgili nasıl bir düşüncesi ve bakışı vardır, dahası sadece düşünce ve bakışın dışında; o halklarla nasıl bir dayanışma zeminini öngörmektedir. Ya da bunu hala öngörememiş midir? 

Emekçi mücadelesine gelince, hareketin işçi sınıfıyla ilgili söyledikleri elbette takdire değer bir haldir, fakat zaten bu "biz sosyalistler" demenin en temel dayanağı olduğundan, işçi sınıfıyla ilgili birşeyler söylemesi değil, söylememesi garip olurdu diye düşünüyorum. Emek safında birleşmenin temel koşulu, halkların taleplerine ve ihtiyaçlarına körelmek değildir. Gezi üzerinden bugün içinde olduğumuz hareketin eleştirilmesi kemalist laisizmin medya organlarıyla yaptıgı propagandaların yarattığı etkinin kolaycılığıdır ve buna karşı BHH içerisinde gelişen muhalefeti takip ediyoruz. Gezi Parkında ve tüm Türkiye'deki yankılarında; HDK/P'nin bileşeni olan bir çok örgüt en aktif biçimde varken bunu bugünde en aktif bileşenlerden olan tek bir örgütün bir kaç söylemiyle inkar etmeye kalkmak ciddi bir güven sorunu yaratır. Bizler de bu sorun kesinlikle vardır. Kaldı ki tüm o "söylemlere" rağmen parkı haftalarca ayakta tutan en temel dinamiklerden biri de o gün "BDP" olan hareketin tabanı ve o tabanla dayanışma içerisinde bulunan örgütlerin varlığıdır. Bizler bunları bir sorun olarak görmekteyiz ve halen kesin bir sonuç içerisinde olmasakta, bu sorunlar ortada durdukça daha iyi bir yaklaşım sergileyemeyeceğimizin anlaşılmasını isteriz. BHH'deki Çerkes varlığın hareketleride incelemekteyiz. Bizler; en basit söylemle, kendini "sokağa ait" adleden bu hareketin birleşenlerini, sokakta görmeyi de ummakta ve öznelden başlayarak genele ulaşan taleplerimiz için yürüttüğümüz mücadelenin bir yerinde görmeyi arzulamaktayız. Bir söz "lafla peynir gemisi yürümez" der. Salonlarda sıkışarak sokakta kazanılmayacaktır.

İşçi hareketinden, Halkımızın taleplerine kadar bir çok ortak nokta bugün ortada. Bugün bunları sırtlayan insanlar, bunlara savaş açanlarla mücadele eden insanlar olarak; beklediğimiz tek şey, bir birlik ve beraberlik söylemiyle yola koyulan tüm hareketlerin, salonlardan sokaklara taşması ve faşizme karşı kesin tavır konmasıdır.
Share:

Ermeni Soykırımı ve Çerkesler

Bu konu ara ara açılır, tartışılır ve hiçbir sonuç elde edilmez. Bu konu ne kadar uzarsa, ne kadar gürültü koparırsa, eli halkların kanına bulaşmış katiller o kadar rahat nefes alırlar. Çünkü ortada tarihin tüm ağırlığıyla duran gerçek, etrafında kopan gürültüden ötürü fark edilmez olur. Bu tartışma basit bir tartışma değildir, özel bir tartışmadır. İtina ile üretilmiştir bu tartışma! Çünkü hem inkar edilemeyecek kadar gerçek, hemde kabul edilemeyecek kadar yanlış yönleri vardır bu konunun. Bu konunun doğurduğu 2 müdahil taraf, kendi gerçeklerini seslendirir. İki tarafta, kendi baktığı yönde haklıdır. Fakat tartışma bu ya; iki haklı varken, bir sonuç çıkaramaz. Bir sonuç çıkaramayınca iki tarafta birbirlerini kırdıklarıyla, üzdükleriyle kalır. Oysa bu tartışmaların dışında kalan bir taraf çok memnundur bu durumdan, niye olmasın ki zaten; kendi kirli işleri bir süre daha ertelenmiştir...

Eğer bugün ben, bir Çerkes olarak Ermenilerden özür dileyeceksem, Ermenilere soykırım yaptığımı kabul ettiğim için özür dilemeyeceğim; bugün hala bu tartışmalarda Ermenilere küfür eden Çerkeslerin adına özür dileyeceğim. Diliyorum-da.. Sık sık, açık-saçık diliyorum. Utanıyorum bu durumdan, yerin dibine giriyorum bir süre çıkamıyorum oradan çünkü. Hemen hemen aynı kaderi, farklı tarihlerde, farklı biçimlerle yaşamış olmamıza rağmen, tarihsel şartlar bu kadar yakınken empati yapamayan, iktidarın söylediğine inanıp Ermenilere düşman gözüyle bakan Çerkesler adına özür diliyorum. Nefret suçu işleyen, bizim kültürümüze uymayan, Çerkeslik adına Ermenilere nefret savaşı açan Çerkeslerden ötürü özür diliyorum.

Diğer taraftan, inkar edilemeyecek kadar gerçek olan bir konu: Ermeni soykırımı sırasında tetikçilik yapmış Çerkeslerin varlığıdır. Oysa bu tetikçi varlık Çerkeslerle sınırlı değildir, Kürtlerle sınırlı değildir, Araplarla, Lazlarla, Gürcülerle de sınırlı değildir. Bu varlık; o dönemin iktidarına maddi-manevi bağlarla bağlı olan Ermenileri de kapsamaz mı? Devlet iktidarının kadrolarında görev almış, maddi-manevi çıkarı için kendi halkına tetikçilik yapmış hiç mi Ermeni olmamıştır? Bugün Kürdistan'da, Kürtlere karşı savaşan Kürtler kadar, Çeçenistan'da Çeçenlere karşı savaşan Çeçenler kadar, Çerkesya'da Çerkeslere karşı savaşan Çerkesler kadar ağır bir gerçektir; 1915'te Ermenilere karşı tetikçilik yapan Ermenilerin varlığı. Fakat bu; "Ermeniler Ermenileri vurdu" anlamına gelemez. Eğer bugün biz; Osmanlı kadrolarında görev almış Çerkes varlığına şartlanarak, onlara dayanarak soykırımı tüm Çerkes halkına mal etmeye kalkarsak, gerçek sorumluları perdelemiş olmaktan başka hiçbir şey yapmamış oluruz. O kötü günlerde namlusunu Ermenilere çevirip ateş açan her tetikçi Devleti temsil etmektedir. Hiçbiri kendi halkını temsil etmemektedir. Sorumluyu tetikçilerin kimliğinde aramaya kalkmak; bu olayı kristalize etmekten, bugün tekrar nefreti körükleyip devletin istediği gibi yedeklemeler yaratmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.

Acılarımız üstünde oyun oynanmasına izin vermeyelim. Acılarımızın etrafında koparılan gürültüye alet olmayalım; gerçek tüm ağırlığıyla orada durmaktadır ve er ya da geç ortaya çıkacaktır. Bugün bu gürültülerin esas sebebi, o gerçeği görünmez kılmaktan başka hiçbir şey için değildir.

Share:

Çerkes müşterekliği üzerine: 3


*Müşterek Biriciğin Temel Uzlaşısı

Sorunlarımıza karşı çözümler üretebilmek için, önce sorunlarımızı kavrayabilmemiz gerekir. Aynı zamanda bir de bizim için neyin sorun olduğunu anlayabilmek ve anlatabilmek için mantıklı, tutarlı ve açık dayanaklarımız olmalıdır. Burada bir halk olarak tek dayanağımız da tarihimizdir. İyi-kötü, güzel-çirkin, sevdiğimiz-sevmediğimiz, savaşlı-barışlı, öyle-böyle olan, ama bugün bize “Çerkes” kimliğini taşıyan, bu kimliğin temeli olan ve bugün onun özgün varlığından yoksun olduğumuz o tarih. Bu dayanağı reddedemeyiz, bunu reddettiğimiz an; sağımıza-solumuza yazdığımız tüm Çerkeslik; başka bir şeyi makyajlamak için kullandığımız bir araca dönüşür ve elbette bugün bir çok tarafta bu makyavelist yaklaşım belirtileri de açıkça gözükmektedir. Sağlı-sollu bu makyavelist hareketler ya da karakterlerin Çerkesliği bencilce sömürmesine engel olmak için, kimliğimizde dayanak olan tarihimizin üzerine içeriden-dışarıdan, dostlardan-düşmanlardan, bilinçlice-bilinçsizce indirilmiş perdeleri aralamak zorundayız. Tarihin tüm gerçekçiliğiyle oluşmuş ve bugün aidiyet hissi duyduğumuz bu kimliği netleştirmek; en çok bu kimliği bulandırarak kendi amaçlarına araç edenleri üzeceğine hiç şüpheniz olmasın. Bu kimlik, tarihsel gerçekliğiyle ortaya çıkıp anlaşılmaya başladığında bir düşmanlık, bir saldırganlık, bir bencillik oluşmayacak.. aksine bugün oluşmuş düşmanlıklar, saldırganlıklar, bencillikler tamamen yok olacaktır. Bunun aksine; bu kimliğin tarihsel varlığıyla sabitlenmiş gerçekçiliği konuşmayı bir bölücülük, bir mikro milliyetçilik, bir ayrışma, düşmanlaşma emaresi sayanlar, tüm bu tezleri ortaya atarak bir panik havası yaratma gayesini yıllardır sürdürmekteler ve kendi tarihlerinden bir şekilde kopmuş ve özgün varlıklarını bir hikaye, öykü, masaldan ibaret sananlarda bu panik havasından etkilenmekte ve tarihsel gerçekçiliği sorgulayan kişilere karşı yürütülen sosyal linç kampanyasının parçası olmaktadırlar. Halbu ki bizimde bilmemiz icab eden şey “Gerçeğin, birgün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olduğudur” ve artık bu süreç, engellenemeyecek biçimde yürürlüktedir. Dostlarımızın, kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, kaderdaşlarımızın, komşularımızın, köylülerimizin panik etmesine hiç gerek yoktur. Çünkü bu süreç, iktidarda egemenlik algısıyla değil.. yabanda sürgün anlayışıyla yaşanmaktadır. Çünkü Çerkeslerin egemen oldukları, iktidarda durdukları, baskın milliyetçilik, faşistlik, ezicilik yapabilecekleri bir gücü-de, durumu-da, niyeti-de yoktur. Çerkeslerin ve özellikle sürgün coğrafyadaki Çerkeslerin, Çerkeslik için daha hayati meselesi vardır. Bu hayati meselenin çözümüde, dayanak alacakları somut ve net tarihin bugün kendilerini müşterek kıldığı asgari düzeyde birleşmek ve kendileri için özgün talep iradesini oluşturmaktır. Son bir-iki yıldır yaşanan tartışmalarda tamamen bunun üzerinedir. Bugün Çerkeslerin diğer halklarla aralarındaki bütün düşmanlığın, kültür çatışmasının ve kavganın sebebi; Çerkeslerin kendi tarihsel birikiminden yoksunluğu yüzündendir. Kendi tarihsel belleğini bilmeyen, idrak edemeyen Çerkeslere, sürgün coğrafyalardaki bölgesel iktidarların bir bellek oluşturması sonucunda, Çerkesler için, iktidarların tanımladığı “dost-düşman” kavramının varlığıdır bugün hala içimizde bir ur gibi duran düşmanlık mantıkları. Oysa bugün sıradan bir Çerkesin, Türkiye'de kendine düşman olarak gördüğü hiçbir halkla alıp veremediği yoktur. Yani anlatmak istediğim; bir düşmanlıktan ve çatışmadan söz edildiğinde bu Çerkesler için tamamen, kendi somut tarihinin kendine taşıdığı özgün kimliğinden yoksun olmasından kaynaklıdır. Bu başkalaşım ciddiye alınmadıkça, bunun üzerine çözümcü yaklaşımlar, gerçekçi ve bilimsel olarak düşünülmedikçe, Çerkeslik 1860'dan 1923'e - 1923'ten 1980'e kadar, başkaları tarafından yazılan çarpıtılmış-çarpıtılmakta olan, bulandırılmış-net olmayan tarihten kurtulmadıkça; bugün Çerkesliği hangi kavramsal ilkeler etrafında çözümlerseniz çözümleyin, sağlıklı bir sonuç, yürünebilir bir yol elde edemezsiniz. Çünkü, bir yerinde “gerçek” olmayan tarihi yaşayan insanların “dayanak” aldıkları temelinde bir bozukluk, onları yükseldikçe sallanacak-sarsılacak bir duruma taşır. Bu sarsıntılar; uzun emekler verilmiş ve bedeller ödenmiş bir davaya inanan insanları toplumsal depresyona, umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler. Bunlarda ciddi sorumsuzluklardır. Hatta sorumsuzluklardan da ötedir; maddi veya manevi satılmışlık, iktidar veya muhalefet için, din veya dava için insanları bir aldatmaca etrafında yoran alçaklık olacaktır.

Bugün, sağdan-soldan (Kemalist, Müslüman, Devrimci, Kuvayici, Birleşikçi, Öyleci Böyleci) damar alıp kan bulan hareketlerin, (ki içlerinden bazılarıyla ortak kaygılar, amaçlar ve hedeflerde taşıyorum) bu soruna karşı çözümcü hiçbir yaklaşımı göremiyorum. Aksine görünen; bugün önümüzde güneş gibi parlayan bir gerçeğe körelerek, başkalarının Çerkeslere yazdığı uydurma tarihin 150 yıldır ördüğü Çerkes karakterini sahiplenmişçe davranmakta olduklarıdır. Çok üzücü ve düşündürücü bir haldir bu. Zira, bu hareketleri “diğer/başka” amaçlarının dışında en başta “Çerkes/aynı” oldukları noktada değerlendirmezsek ciddi bir hata etmiş oluruz. “Çerkes müşterekliği 2” yazımda;bir çok özgün hareket varken, yani aslında amacın kendisi, dallanıp-budaklanmadan ortada dururken, bunların Çerkesi, Kürdü, Lazı, Arabı vs. olmasının amacı nedir?” diye sorgulamıştım. Aslında cevap basit; Müslüman Çerkes; Allah'ın varlığına ve Hz. Muhammed'in onun resulü olduğuna inanan, Allah'ın Hz. Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği Kur'an'da belirtildiği üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi sürdüren Çerkesdir. Fakat Müslüman Laz'da; Allah'ın varlığına ve Hz. Muhammed'in onun resulü olduğuna inanan, Allah'ın Hz. Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği Kur'an'da belirtildiği üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi sürdüren Laz'dır.
Marksist Leninist Devrimci Çerkes ile Marksist Leninist Devrimci Laz'da mesela Çerkes ve Laz'lık dışında aynıdır. Anarşistte, Kapitalistte tamamen benzeridir. Ben Çerkeslerin, “devrimci, evrimci, müslüman, ateist” olarak derlenmiş hareketler oluşturmasından rahatsız değilim. Bende derlenmiş bir hareketin içinde Çerkesim. Beni anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyuyorum ve kendilerini anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyanlara da saygı duyuyorum. Herkesin yaşama farklı bir bakış açısının olabileceğini de kabul etmek gerekir ve yaşama bakış açılarında ortak bir paydada buluşabilen Çerkeslerinde, Çerkes meselesini konuşmak için derlenme ihtiyacı mutlaktır. Bu demek değildir ki, “Çerkesliği” bu derliliğin buluştuğu ortak payda için araçsallaştırmak gerekir. Buluşulan ortak payda ile ilgili, özgün mücadele verilebilecek yerlerde, derli-dersiz, örgütlü-örgütsüz bulunulmalı ama Çerkesliği, bu derliliğin buluştuğu ortak paydanın ilkeleriyle ele alarak, bu paydaya aykırı Çerkeslere karşı düşmanlık, nefret, kin ile yaklaşılarak, bitmek tükenmek bitmeyen ve hiçbir sonucu olmayacak tartışmalar açılmamalıdır. “Çerkes Müşterekliği: 2” yazımda yazdığım gibi: “Sosyalist bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok kolaydır. Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi eleştirmesi de çok kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider, sonuçta; birbirine zıt iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini eleştirdiği ve destek görebildiği genişlikte olur. Amacımız, Çerkesliğin yanına iliştirdiğimiz diğer kimliğimiz olduğunda; asimile olmakta olan, bir çıkış yolu bulamamış, siyasileşemeyen, iradesiz, uzlaşılmış bir talepten mahrum bir kimliğin, ayrı düşünen öbekleri olarak “diğer amacımız” için “aynı sona varıma” gittiğimizi göremeyen olmamız normal değil mi? Dayanağımız tarihimizin tüm Çerkeslere müşterek kıldığı özelliği, amacımız da bugün yok olmakta olan bu özelliği korumak olacak şekilde, bu yok oluşa karşı ciddi bir “ret” çekene kadar Çerkes müşterekleri etrafında ortak bir talep yaratacak bilinci oluşturmak için asgarilerimiz etrafında uzlaşmamız gerekmekte. Bu uzlaşma, Çerkesliğin tarihsel dayanaklarının ortaya çıkaracağı ilkeler ile sabitlenmelidir. Dini, ideolojik ve ekonomik bakış açılarından arınmış, gerçek tarihden kök alan bir uzlaşıyı sağlayabilirsek, bugün içine battığımız asimilasyonu yaracak güce hızla ulaşabilir ve amacı “Çerkesliğin Yaşamı” bir talep toplumumuzu da arkasına alacak güçle savunulabilir. Tarihsel tecrübelere bakılınca; istatiksel verilerin yarattığı kimliğin hiçbir birleştirici etkisi bulunmadığını da ayrıca anlatmama gerek var mı? Bugün, bazı obsesiflerin kişiliklerin etkin olduğu Çerkes hareketlerinde “Emek – Kimlik” gerçekliği, “Çerkes kimliğinin %90'ının emekçi olduğunu” iddia ederek; kendi yarattıkları “emek” kavramını ilkesel bir duruş olarak şart koşması gibi örnekler incelendiğinde, bunun karşılığında ortaya çıkabilecek ve daha gerçekçi bir analiz olan Çerkes kimliğinin %99'u Müslümandır o halde “İslam” inancının kavramı ilkesel duruş olmalıdır diye şart koşacak örneklerin oraya çıkması durumunda nasıl bir yorum yapacakları kuşkuludur. Kaldı ki zaten böyle istatistiksel verilere dayanarak bir kavramsal ilke fetişizmi yaratmak, farklı ve karşıt bir grubun aynı yöntemle bir kavramsal ile fetişizmi yaratmasına karşı koyduğu an kendisini de çürütecektir. Aslolan; yadsınamaz gerçek sayılacak ve tümüyle bu halkın her bireyini kapsayan (inancıyla, sınıfıyla, mücadelesiyle, yaşantısıyla) müştereklerimizin, Çerkes halkının sürgün coğrafyalarda bugün içinde bulunduğu duruma karşı gerçekçi bir çözüm konusunda bir araya gelebilme iradesine katkı sunmaktır. Bunun içinde, kibirler bir kenara bırakılmalı ve herşeyi bilicilik, herşeyi yoruculuk huyundan vazgeçilmelidir. Etrafına aldıkları 3-5 kişiyle kendi dar kampını oluşturarak, geniş anlamda kendilerine benzemeyen herkese saldıran anlayış terk edilmelidir. Zaten bunlar olduğunda, müşterek tarihimizin bizi bir araya getireceği uzlaşı da daha rahat ve sancısız bir şekilde gerçekleşebilir.


Share:

Pazartesi Seansı: 3




Kötü insanlar tanıdım, onların tek ortak noktası kibirli olmalarıydı. Her insan zaman zaman kibirli olur, yani zaman zaman kötüleşir. Sürekli iyilik yoktur, sürekli hiçbir şey olmaz, ancak insanın yaşamda genel bir duruşu olur ve bu duruş insanın karakterini belirler. Karakterinde iyi bir insanın, bazen kötü şeyler yapması muhtemeldir, bu onu kötü birine çevirmez ancak karakterinde kötü bir insanın da iyi şeyler yapması muhtemeldir ve bu-da onu iyi birine çevirmez. Benim tanıdığım kötü insanların tümünün ortak noktası; kibirli olmalarıydı. Hangi dine inanıyor olurlarsa olsunlar, hangi milliyetten, cinsiyetten, renkten, hangi bakış açısından olurlarsa olsunlar; hepsi kibirliydi ve gerçektende bir çok dinden, milletten, cinsiyetten, renkten ve bakış açısından kötü insanlar tanıdım.

***

Onları yaşamımın farklı-farklı bölümlerinde tanıdım ve şahitlik ettim ki kibirliydiler. Kibirleri onları tüketiyordu, onlarla birlikte olanlara da zarar veriyordu. Kibirli insanların genel davası; egolarını tatmin edecekleri bir zemin bulabilmekti, hangi zemin onlara daha yatkın ise o zemine çöreklenmiş ve kibirlerini icra ediyorlardı. Çöreklendikleri zeminin davaları umurlarında bile değildi, fakat o dava için koştururlardı; sonra çıkıp "ben yaptım" derlerdi. Dava ne için olursa olsun, onlar için sadece kibir kaynağıydı. Solcuları, sağcıları, dincileri, dindarları, laikleri, muhafazakarları hepsi aynıydı; kibirliydi. Kötü insanlar tanıdım, hepsi kibirliydi. Bazılarıyla sokakları paylaştım, bazılarıyla sofrada ekmeği.. Bazılarıyla davayı paylaştım, bazılarıyla güneşi... hepsi kibirliydi. Siz de hayatınızdaki kötü insanları tanıyın.


Share:

Çerkes Malı

Gün geçmesin ki, Çerkeslerin yoğun bulunduğu tartışma platformlarında birileri, Çerkes Solu-Çerkes Sağı tartışmaları açmasın. Fakat gün geçiyor, bu tartışmalar açılıyor, süregenleşiyor, gündemdeki yerine konumlanıyor. Bende o zaman, size sağa-sola bulaşmış bir Çerkes malı hareketinden bahsedeyim, belki buradan çıkılacak yolla bu “sağ-sol” tartışmaları daha sağlıklı bir pozisyona konumlanarak tartışılır. Geziyle politize olan mizah (kara mizah) anlayışının halklar nedzinde ürettiği bir sloganın, Çerkesler için öznelleştirilmiş halinin konu başlığı “Çerkes Malı”, bahsini ettiğim slogan ise “Kahrolsun Halkların Salaklığı”dır. Bende o halde konunun en başlarından belirteyim, bu “salaklığı” Çerkesler içinde belli bir zümreye hitaben değil, aksine her zümrenin içinde bulunan salaklara icaben yazıyorum.

En başta, kendi okuyucularımın okumakta es geçebileceği fakat “halkımızın salaklarının” mutlaka okuması gerektiği bir zirve not yazıyorum: Güneşin doğduğu yöne doğu denir, güneş doğarken yüzünüzü güneşe dönüp; sağ kolunuzu kaldırırsanız kuzeyi, sol kolunuzu kaldırırsanız güneyi bulursunuz. Eğer bahsettiğiniz sağ-sol buysa, hatırlatmak isterim. Sağ denilen şey bu ülkede “milliyetçiliği-muhafazakarlığı”, sol denilen şey de; “sosyal demokratlığı-sosyalist düşünceyi” ifade ediyor. Kendinizi hangi tarafta hissediyorsunuz hiç ilgilenmiyorum, fakat kendinizi ait hissettiğiniz tarafları öğrenmeniz gerektiğini de ayrıca belirtmeliyim. Yoksa halkımızın “salağı” olmaktan kurtulamayacak, aksine bu salaklık sizde perçimlenecek ve gözünüze perde gibi inerek, size kendi onurunuzun bile kabul edemeyeceği “rezil” bir hayatın neferi haline getirecektir. En başta insanlık onurumdan gelen ve sizin tesadüfende olsa insan oluşunuzdan kaynaklanan bir sorumluluk duygusuyla yazıyorum bunu. Diğer bir konu ise, içimde zerre kadar hissettiğim aidiyet hissinden kaynaklı. Tesadüfende olsa, aynı halkın, aynı tarihin, aynı kaderin silsilesiyle ortak bir aidiyet hissimiz oluşmuş. Bunun da mutlaka bana ve bir çok insana yüklediği bir sorumluluk oluyor. Ha, eğer siz olayı doğru anlamışsanız, hala sosyal medyada olduğu gibi sürdürmekte ısrarcıysanız; hakikaten tanrı varsa, bizi ve tüm halkları sizin illetinizden korusun. Çünkü siz, artık markalaşma yolunda giden “mal” sıfatındasınızdır. Markanızı yaymak ve ticari olarak yayılmak hisleriyle, çamura bürüyemeyeceğiniz tek bir parçanız kalmamış demektir o zaman. O zaman-da, benim ve bir çok kimsenin vazifesi, halkını “markalı mallara” karşı olağan gücüyle savunmaktır. Bu-da bu yönden bence, kendini halkına adamış her kişinin sorumluluğudur.
_______________
İnsan yaşayarak öğrenen bir canlı, sonradan öğrenir. Hatta bu topraklarda bir söz der ki “bilmemek değil, öğrenmemek ayıp” ve Çerkesler-de “ayıp” yüz kızartıcı bir durumdur. Eskiden yüzü kızaran bir Çerkes, (ayıp eden) yurdun da bile barınamazdı. İntihara kadar yolu olurdu ve bu yüzden insanlar ayıp etmemek için ekstra çaba sarf ederlerdi. Bu kendiliğinden, yaşanılarak, tecrübelere dayalı nizami-hukuka biz Xabze deriz. Yazılmamış Anayasa'dan ziyade, yürürlüğü, tecrübeyle sabit toplumsal hukuk-vicdan diyebiliriz Xabze'ye. Ee, sadece dilimiz değil, kültürümüzde asimile oluyor dediğimizde; ayıp ettiğinde-yüzü kızarmayan Çerkeslerin dolup taşmasıyla belirginleşiyor değil mi? Bununla yola çıkarak, toplumumuzun doğaya, kadına, halklara, özgürlüğe, adalete ve kendine karşı değişen bakış açıları tartışabiliriz. Hatta bir çok yerde “gündem olamayan” tartışmaları da oldu. Fakat bizim konumuz; “Çerkes Malı”nın, “Çerkes Sağı-Solu” diye açtığı, iki tarafla da alakası olmayan, bomboş ve uzun bir tartışma. Bilmemek ya da çarpıtmak. Aptallık ya da hainlik.. Gelin tek tek bakarak, sağımızı-solumuzu tanıyalım?..

Popüler olan Çerkes Sağı(?)
_______________________

Gündemde sürekli taarruzda olan, nüfuz eden, tartışmalar açan, tartışmalar yaran ve adına başkaları tarafından “Sağ” eklenen Çerkeslerin, “Çerkes sağıyla” ne alakası var? Onlar olsalar olsalar Türkiye Sağı olurlar. Türkiye sağının politikalarının nüfuz ettiği Çerkesler olabilirler. Mantıksal olarak bakınca, eğer bir “Çerkes Sağı”ndan bahsetmemiz gerektiğinde, bu sağın gündemi yurdu, dili, kültürü, tarihi, geleneği vs. olurdu. Halbuki gündemdeki “Çerkes Sağı” Yurdundan bihaber, dilinden vazgeçmiş (latif-fars alfabelerini önemseyen), halkını “Kafkas” figürü üstünden tanıyan, bu figüre sürgün coğrafyaların değişik ülkelerinde yüklenen anlamlar ile bağlı, kendi tarihini; sürgün coğrafyaların resmi tarih kitaplarından öğrenen, yıllar önce birilerinin “kıvam” politikalarının bugün öngördüğü düzeyde “kıvama gelmiş” bulundukları ülkelerin yılmaz “vatan savunucuları” “askerleri” “kurtarıcıları” “kahramanları” “yediği kaba pislemeyenleri”dir. Ben kendim, ideolojik anlamda bir Anarşist olarak; popüler olan “Çerkes Sağı”nı, bir sağ olarak tanımıyorum. Bir “mal” olarak tanıyorum. İktidarın, adını gazlayarak sağına aldığı ve ne olduğunu bilmeyen, söylendiği şey olan “sağ malı” olarak değerlendiriyorum. Ben sağa, en çokta böyle “malları” üretmek için bir araç olduğu için karşıyım. İktidarın, Otoritenin her söylediğine inanan ve ne için dövüştüğünü bilmeyen “malların” dünyaya, insanlığa, kadınlara, işçilere, doğaya kazandırabileceği hiçbir şey yoktur. Ama, kendini milliyetçi adletmekten hoş olan kişilere-de, kimin milliyetçiliği yaptıkları konusunda bilinçli olmaya çağırıyorum. Yani, eğer siz, bir Çerkes sağı davasının neferi olacaksanız, sizin yolunuz bir hayli uzun. Çünkü en başta, sürgün coğrafyalarında dahili olduğunuz ülkelerin size nüfuz ettirdiği ulusal bilinçten, etnik tarihten, geniş figürlerden kurtulmanız ve daha sonra kendi ulusal bilincinize kavuşarak, tarihinize hakim olmanız ve kendi figürünüzü tanımanız gerekecek. Bu anlamda, bu anlamın karşısına doğurduğu “Solla” bu topraklarda “ilkesel” tartışma dışında hiçbir sorunu da yoktur. Zira, zaten Lenin “ezilen halkların milliyetçiliği”nde bugün Çerkeslerin Türkiye'deki durumuna uygun, kabullenilebilir bir zemin hazırlamıştır. Bu topraklarda Çerkes Milliyetçileri, neden Çerkes Sosyalistleriyle tartışsın ki zaten? Ne Sosyalistlerin istekleri Milliyetçilerin istediklerine, ne de Milliyetçilerin istedikleri, Sosyalistlerin isteğine aykırı değildir. Bir tartışma meselesi bile değildir. Yoğunlukları farklıdır. Fakat ikisi de iktidar değildir. İkisi de bu ülkede bir iktidar istememektedir. Bu ikisinin birbiriyle tartışmak için bir sebebi yoktur, bu ikisiymiş gibi malların birbirleriyle aralarında, sembolik sloganlara dayalı bir tartışma vardır. Belli bir açının “malı” olmuş “bazı-Çerkeslerin” açılarının kullandıkları slogan yönündeki tartışmaları, “Çerkes sağı-Çerkes solu” tartışması falan değildir. Hatta aksine, bugün görünen köy; kibirlerini aşan sağcı-solcu grupların bir gerçeklik etrafında ortaklaşabildiklerini de göstermektedir. Yurdunu, ulusuyla önemseyen Çerkeslerle, dünyayı eşitlikle arzulayan Çerkeslerin bir tartışması değil, aksine tartışmalarda ortak üslubu görülmektedir.

Popüler olan Çerkes Solu?
_____________________
Sol yapısı itibariyle, bugün ezilmekte olan halkların adaleti, eşitliği gibi kavramlara sarılıdır. Popüler Çerkes Solu'nda bir yanılgıdan bahsetmek, bu yanılgıyı aşmış hareketlere de genellenebileceği için apayrı ve istemediğim bir haksızlık olur. Bugün Ümit Örten gibi, Nartan Mefewud gibi insanların ne solla, ne de Çerkeslikle ilgili çelişkili durumlarından bahsemeyiz. Fakat bir şekilde ortaya çıkmış eskinin “yetmez amacıları” yeninin “diktatör karşıtçıları” var. Onların siyasi “sol” söylemleri ve bugün onların ortaya çıkardığı “halkların mücadeleciliği” sağlıklı değil. Çünkü kendi bünyelerinde barınan ve hala bu söylemlere yakışmayan, bunu içselleştirememiş, solu araçsallaştırmaya kalkan “malları”nı yok sayamayız.

Çerkes Sağcısı, Çerkes Solcusu olmak sorun değil. Ama bu ikisinden biri olduğuna inanan bir “Çerkes Malı” olmak büyük bir sorun. Buna inanmadan, bunu araçsallaştırarak “markalı mal” olmak büyük bir tehlike. Bizde, bu “mallara” karşı artık daha dikkatli olmalı ve onların saçma tartışmalarına araç olmaktan daha uzakta kalmalıyız.

O zaman bir daha yazılı sloganları hatırlatarak yazımı tamamlayayım:

“Yaşasın Halkların Kardeşliği”

“Kahrolsun Halkların Salaklığı”
Share:

Şimdi, samimiyet sınavını geçme vakti*




Ön özet:
*****
Sochi Olimpiyatları, Türkiye'de de Çerkes gündeminde bir hayli yer bulmuştu. Halkına ve yurduna duyarlı kişi ve örgütler bir çok makale/bildiri yayımlamış, kampanyalar oluşturmuş ve eyleme dökülmüşlerdi. Aynı zamanda Çerkesya Yurdunun bugün üç bölgeye ayrılan kısımlarından biri olan Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nin Başkenti Nalchik'de de tam olimpiyatların açılış günü, aktivist Çerkesler tarafından bir eylem organize edilmişti. Sochi Karşıtı yapılan eylemler içerisinde gözaltı (30) olan tek eylem buydu. Gözaltına alınan eylemcilerden Anzor (Aktivist) işkence görmüş daha sonra serbest bırakılmıştı. Daha sonra yaşanan gelişmelerle, Anzor'un hala baskı altında olduğu, dinlendiği, takip edildiği ve taciz edildiği ortaya çıktı. Anzor, yayınladığı bir bildiri ile “dayanışma” çağrısı yaptı (*Çerkesya Yurtseverleri Çevirisi -Tuapse Press).
******

Her ne kadar ayrı fikirler, eylemsel bir davranışa döküldüğünde birbiriyle çatışsa dahi; aynı haksızlığa baş kaldıranların ve bu başkaldırıda birbirinden bağımsız ya da birbiriyle iç içe aynı amacı savunanların, kullandıkları dil, izledikleri yol her ne kadar ayrı bile olsa birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. İşte Anzor Ahohov'a karşı, bugün Türkiye'de “Çerkeslik” için mücadele ettiğini söyleyen tüm kişi/kurum/örgütlerin sorumluluğu olduğu gibi. Bu sorumluluk, hepimizindir ve onun dayanışma çağrısına cevap vermekte boynumuzun borcudur. Samimiyet sınavımız, Çerkeslik için bir yerde yedeklendiğini haykıran tüm örgütlerin, Ahohov için harekete geçmesini gerektiriyor. Olacakları ve olmayacakları göreceğiz ve artık olanlara ve olmayanlara karşı bir fikir sahibi olmamız gerektiği de kesin. Bu sınav, halkımızın hakkı ve adaleti için mücadele ettiğini söyleyenler içinde kimin kuru gürültü, kimin samimi olduğunu gösterecektir. İşte bu nedenle Türkiye Diyasporası için böyle bir özellikte barındırmaktadır.

Sevgili Ahohov,


Halkımızın tarihsel adaleti ve gerçeğin duyulması için, tehlikenin tam karşısında cesurca yaptıkların için minnettarım ve kendim adıma sana ne kadar teşekkür etsem azdır. O soykırım zamanlarında ölmemeyi başarabilen, Karadenizden Türkiye'ye ulaşma şansını yakalayabilmiş, Salgın hastalıklar ve açlık karşısında inatla yaşayan, geldiğimiz topraklarda, sokulduğumuz çatışma ve savaşlardan da sağ çıkan atalarımın ve Türkiye'nin tüm asimilasyon politikalarına karşı, en azından Çerkes olduğunu söyleyebilecek kadar sağlam çıkan anne ve babamın çocuğuyum. Halkım için düşünen ve birşeyler yapmak isteyen kardeşin olarak; bizi tam birbirimizden kopardıkları noktada, farklı tarihlere ayrıldığımız yerde, Sochi'de birbirimizi unutmadığımızı haykırdığın için, aynı zamanda yoldaş-ta olduğumuzu bilmeni isterim. Sana karşı yapılan baskıları üzerime alınıyor ve buna karşı elimden gelen herşeyi yapacağımı bilmeni istiyorum. Elimden gelen şeyler, bugün Türkiye'de Çerkesler için oluştuğunu söyleyen tüm Çerkes kurum/kuruluş ve örgütlerini, sana karşı yapılan baskılara duyarlı olmaya çağırmak ve Rusya'ya senin yalnız olmadığını, seni takip eden birilerinin olduğunu duyurmaya çalışmaktır. Bunu yapacağım. Seni, bugün sürgün olarak geldiğimiz topraklardan takip edeceğim. Sesini, buradaki soydaşlarına duyurmaya çabalayacağım. Yalnız değilsin, bugün başka yurtlara sürülmüş ve orada seninle aynı dava için çabalayan kardeşlerin var. Hep birlikteyiz, Çerkesya'da ve Diyasporada. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için Ahohov.


Share:

Pazartesi Seansı: 2


Bir ülke, adalet, eşitlik, özgürlük getirerek bölünmez. Bir ülke, bunları ihlal ederek bölünür. Bölünür çünkü, bir gün adalet, daha önce ona hiç ihtiyaç duymayan birileri için de mutlaka gerekecektir. Bölünür çünkü, bir gün eşitlik daha önce ona ihtiyaç duymayanlar için de mutlaka gerekecektir. Bölünür çünkü, bir gün özgürlük herkese lazım olacaktır.

***

Bir ülkeyi bölmek istemiyorsanız, o ülkede ırkçılığa karşı savaşın. Nefret söylemlerinden vazgeçin, ötekileştirmek, her türlü birlikteliğe zarar verir. Eğer bulunduğunuz bir yapının bölünmesini istemiyorsanız yapabileceğiniz en güzel şey, o yapının içindeki tüm farklılıkları kabullenmektir.

Share:

Çerkes müşterekliği üzerine 2


-Birlik ve beraberliğin önemi-


Bir amaçta netleştikten sonra, o amaç için güçlenilir. Amacı dallandırıp-budaklandırmaya, dolandırmaya, çeşitlileştirmeye hiçbir gerek yoktur. Zaten bugün, esasını aldıkları adla, mücadele verdikleri kulvar arasında adeta herkes “Çerkes” için biricikleştiğini iddia ediyor. Ancak yaşanılan tartışmalar ve son durum bize; “Çerkes” için biricikleşilmediğini, Çerkesleri “bir şey” için biricikleştirdiklerini göstermektedir. Bu durum hakkında, herhangi bir Çerkesin herhangi bir itirazı veya desteği olabilir. Örnek vermek gerekirse; Müslüman bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeyi destekleme ve islama aykırı bir biricikleşmeye itiraz etmesi, buna karşın başka bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeye itiraz etmesi ve islama aykırı bir biricikleşmeyi desteklemesi gibi, çokta çoğaltılabilecek durumlar gösterilebilir. Yani, herhangi bir Çerkesin, Çerkesliğinin tam önünde ya da arkasında taşıdığı ikinci kimliği mutlaka vardır, fakat bu ikinci kimliğe dayalı bir yolun Çerkes halkını tamamen temsil etme gibi bir şansı yok denebilecek kadar zayıftır. Bugün, adına-hareketine-örgütüne Çerkes koyanlar her yapının bunları iyice anlaması, araştırması, tartışması ve karar vermesi gerekir. Çerkeslik bir davaya mı entegre edilecek, yoksa amacı Çerkes Diasporasının dün yaşadığı problemleri anlayan, bugün yaşamakta olduğu sıkıntıları kavrayan ve yarına sorunsuz bir Çerkeslik bırakmak isteyen bir Çerkes davası, halkının zihnine entegre edilecek? Açık olmak gerekirse, ikiside bir sorumluluktur. Fakat sorumlulukların bulundukları şartlara göre asgari sıralamaları da vardır. Bugün Çerkesler, bir davaya entegre olacak düzeyde birikim sahibi değillerdir. Hatta, yaşadıkları bölgelerde egemen olanların onlar için biriktirdiği suni vasıflarla, etkisinde kaldıkları egemenlerin biriktirmek istedikleri yere dolmaya hazır ve nazır durumda olduğumuzu söylemek bile mümkün olabilir. Önceki yazımda-da belirttiğim gibi, belki bu sorunların bir çok nedeni vardır, fakat temeli; kendi müşterek tarihinden uzaklaşması ve başkalarının kendileri için yazdığı tarihe tutunmasıdır. Bu sorunları gerçekçi olarak, bilimsel düzeyde ele almak ve bugün Çerkes Diasporasının tarihinden kopuk yapısını, tarihine yakınlaştırarak toplumsal vicdanı oluşturmak gerekir. Bugünlerde birileri tarafından söylenen o “toplumsal vicdan”ın kökeni, Çerkesya halkının müşterek tarihinin derinliklerinden gelmektedir. Çerkesya halkının Türkiye kopuntusunda ne yazık ki hem o vicdanı oluşturan tarih silikleşirken hem de o tarihin hepimizi müşterek kaldığı mirası tehlikeye girmektedir. Çerkes halkı, kendini müşterek kılan tarihinden uzaklaştıkçada, başkalarının kendileri için yazdığı tarihte ne yazık ki istenildiğinde katil, istenildiğinde kahraman olmaya, o tarihi yaşamaya mahkum olacak ve bu mahkumiyet, diasporanın tarihinden tamamen uzaklaşması ve müşterek tarihinin kendine miras bıraktığı değerleri de tamamen yitirmesiyle son bulacaktır. İşte bizim içinde, farkında olmadan hızla gittiğimiz yerde ne yazık ki bu sona varımdır. Çerkes halkının bu “sona varıma” gidişini durdurmak için bir çok yol olsada, bugün içinde yaşadığımız şartlar ne yazık ki her yol için bazı sorumlulukları yükümlü hale getirmektedir. Bu sorumluluklar gözardı edilerek, yokmuş gibi davranılarak, “at gözlüğü” ile bakılarak gidilecek türden değildir. Kişiler, kendilerini ne kadar geliştirirse gelişltirsin, kendilerini ifade edecekleri kitlelerin, o kişileri önce dinleyebilmesi ve en önemlisi de sonra anlayabilmesi gerekir. Halbuki bugün, son 150 yıldır yoğun bir şekilde bize tarih yazan egemenlerin tarihini yaşamaktan ötesi olmayanlar büyük bir çoğunluk içinde ve ne yazık ki kendilerini kontrol eden bir otokontrolle, bazı şeyleri duymamakta kararlılar. Onların bu kararlılığı özgün bir irade olmamakla birlikte, kabul etmek gerekir ki söz konusu olan bir irade de, ancak onlarla mümkün olabilmektedir. Hiç kimse onlara rağmen, onları dışlayan ve Çerkes halkını kapsayan bir iradeden söz etmemelidir, zira bu durum; bugünlerde diasporada en çok raslanan “siz kimsiniz ki çerkesleri...” tartışmalarını doğurmaktadır. Bu tartışmalar ise toplumsal olarak asgari düzeyde uzlaşabileceğimiz herşeye zarar vermekle birlikte, bizleri müştereklerimizin çok dışında farklılaşmış bir kamplaşmaya itmektedir. Çerkesler, A-B-C-D olarak kamplaşıp, kendi içinde tartıştıkça, asıl problemleri görmemekte ve sona varıma daha da yaklaşmaktadır. Diyaspora olarak, sona varımın hangi aşamasında olduğumuzu tahlil etmeden, sanki henüz daha bunun başındaymışız gibi, çok hızlı bir şekilde bunu atlatabilecek güçteymişiz gibi davranma lüksümüz olmamalı. Fakat biliyorum ki, çılgın radikallerimiz var. Jineps Gazetesinin 2015 Ocak sayısında yayımlanması muhtemel olan yazımda bir itibar açlığından bahsedeceğim. İşte orada bahsedeceğim “İtibar Açlığı” burada bahsettiğim “çılgın radikaller” içinde geçerli. Bir düşüncede kamplaştıktan sonra, kendi kampımızda olmayanları suçlamak çok kolaydır. Sosyalist bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok kolaydır. Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi eleştirmesi de çok kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider, sonuçta; birbirine zıt iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini eleştirdiği ve destek görebildiği genişlikte olur. Fakat esasında soru; herşeyin yerinde ve yeteri kadar olup olmadığı? Sınıf hareketini, kimlik hareketine bütünlemek Türkiye'de popüler olsa bile, bunu popüler kılan yapıların kimlik bilinciyle, Çerkeslerin kimlik bilincinin eşit olmaması ve bu durumun bu şekilde incelenmeden, tahlil ve analiz etmeden mutlak bir yolmuş gibi devreye sokması, acaba Çerkes Diyasporasının çoğunluğunda nasıl bir etkidir ve bir tepki doğurmakta mıdır? Gerçek sorunları, olağanca şeffaf bir biçimde önümüze koymalıyız. Kişisel bir tavır sahibi olmak, insanı yolunda karakter sahibi kılsa bile, kişisel tavrımızı tüm toplumsal inkara rağmen bir topluma dayatmak da toplumsal olarak gidilen bir yolda, eşit derecede kişiyi karaktersiz bir kişiye bürür. Hepimiz hayatımızın bir bölümünde yanlış yapabiliriz, ancak bu yanlışın esiri olmamak gerekir. Bu yanlışın esiri olmaya başladığımız an, bu yanlışı çürütecek her doğruya saldırarak, doğrudan saparız. Kibirli insan oluruz. Bizim, kişisel kibirlerle minimize olmaya değil aksine bu kibirleri yenmeye ve birlikte olmaya ihtiyacımız var. Bunu herkese anlatabilmek imkansız, ancak çoğunluk olabilmek mümkün. Çoğunluk olmak ise “Çerkesler” olabilmeyi başarabilmek demektir. Eğer birlikteliklerimiz bir biricik etrafında oluyorsa, biriciğimiz de Çerkeslikse, bu biricikler etrafında bir araya gelebilen zümrelerin amacı “Çerkesler” olabilmeyi başarmak değil midir? Bir daha hatırlayalım o zaman: Toplumsal müştereklerimiz etrafında toparlanamayacaksak, bu müştereklerimize rağmen, bazı başka gerçekleri-inançları-kavgaları bağırarak ayrılacaksak “Çerkeslere rağmen” nasıl “Çerkesler” olacağız? Peki Çerkesler olamadan hangi talebi, ciddiye alınacak güçte seslendirebiliriz? Eğer müştereklerimiz etrafında birleşebilirsek, Çerkesler olabiliriz. Nasıl ki Sosyalizmin müşterekleri, enternasyonali oluşturuyorsa ve “devrim” bu enternasyonalin gücü oluyorsa.. bir mücadeleye girişildiği vakit, o mücadelenin amacına yönelik müştereklerin bir araya gelip, bir güç oluşturması gerekir. Bu insanın toplumsal tabanlı tüm hareketlerinin şartlarından biridir. Örgütlenmek demek, müşterekler etrafında toparlanmak demektir. O halde tüm Çerkes örgütlerinin, müştereklerini ortaya koyması gerekir. Eğer müşterekler, Çerkesler ile oluşmuyorsa, örgütün kendine neden Çerkes öznesini seçtiğini de düşünmesi gerekir. Devrimci Çerkes örgütlerinin müşterekleri, devrimci gelenek- amacı da Çerkeslerle devrime girişmek midir ya da İslami Çerkes örgütleri? Ya da a-b-c'ci Çerkes örgütleri? O halde, kendi örgütlerine seçtikleri özne, Çerkesleri amaçlarına yönlendirmek için sayılabilir mi? Yani Leninist bir Çerkes, Leninizmi muzaffer kılmak için, bazı Çerkesleri Leninist mücadele için örgütlemek istiyor? Olabilir. Ya da Kemalist, ya da İslamist, ya da ... halbuki onların örgütlü yapılarındaki bir çok çeperin kendilerine ulaşmasındaki en önemli şey, Çerkesliktir. Çünkü Leninistler için Leninist, Kemalistler için Kemalist, İslamcılar için İslamist mücadele yürütecekleri bir çok özgün hareket varken, yani aslında amacın kendisi, dallanıp-budaklanmadan ortada dururken, bunların Çerkesi, Kürdü, Lazı, Arabı vs. olmasının amacı nedir? Hiçbir fikrim yok. Bende, Çerkes halkının bir ferdi olarak, Çerkesleri asimile eden sebeplere karşı bir araya getirecek müşterekleri anlamayı, Çerkes halkının, halk olarak kendine yönelen tehditlere direnebileceği bir mücadeleyi oluşturmayı istiyorum. Akabinde, sınıf tabanlı mücadelemde, kendi ideolojik kavgamıda verebiliyorum. Zaten bu iki mücadele, iki gerçekle yol almaktadır ve birbirine alternatif değildir. Fakat, işçi sınıfının kavgasına; henüz kendini anlayamamış bir halkı entegre etmeye çalışmak, hem o halk için hemde işçi sınıfının kavgası içinde fayda sağlayamaz. Eğer bir halk, kendine özgün tehditler (asimile olma, kültürsüzleşme, vs.) ile baş edemiyorken ve bunlara karşı, binlerce yıllık müşterekleriyle bile bir araya gelemiyorsa, zaten o halkı başka müşterekler etrafında birleştirmeye çalışmanında akla hizmet edeceğini söyleyemeyiz. Her hırsatta, herkes kendi Çerkes profilini baz alarak; işte bu profilin dışında kalanlara karşı kötü suçlamalarda bulunuyor, halbuki halihazırda bulunan Çerkes profili, işte bu tip suçlamalardan bıkmış ve usanmış, gençliği halkı adına umudunu yitirmiş bir haldedir. Binlerce yılın müşterek tarihiyle oluşan Çerkes profilini, bir kaç ideolojik-inançsal revizeyle, kendi düşünceleri içinde eritmek isteyenlere karşı; binlerce yıldır süregelerek oluşan bu Çerkes müşterekliği, birgün kendisine takılan tüm budaklardan arınarak, gövdesinde güçlenebilirse, yani en iyi Türk askeri, en iyi komünist, en iyi müslüman, en iyi kapitalist gibi dallardan arınarak, “en iyi Çerkes” olmayı başarabilirse, işte bugün ortalık bulandıranlara en güzel cevap verilecektir. Aynı zamanda, Çerkeslik ağacının gövdesi güçlendikçe, kendisiyle birlikte bu halkın içinden çıkacak diğer düşüncelerde güçlenecektir. Bugün, gövdesi(Çerkesliği) çok zayıf kalmış bir ağaçtan(halktan), çok iri dallar(düşünceler) beklenmekle hata yapılmaktadır. Bu ağırlıklar altında, gövde(Çerkeslik) dahada zayıf düşmektedir. Müşterekler etrafında netleşmek, bugün yok oluşa karşı dirençli bir güç oluşturmak gerekiyor. Zira, Çerkeslik; tüm güzel sözlerin ardında artık tarihteki en zayıf konumundadır, pamuk ipliğindedir. Bir halkın kimliği dilidir ve bugün Çerkes dili, diyasporada yok olmaya yüz tutmuştur. Bir halkın tarihinden kopukluğu, kendi geleneklerinin sönümlenmesidir ve bugün Çerkes halkı tarihinden çok uzaktadır. Müşterekler etrafında birleşerek, Çerkesliğe karşı sorumluluklarımızı yerine getirmenin zamanı çoktan geldi, bu artık kendine Çerkes diyen her birimizin görevidir. Birleşerek irade oluşturmak için geç olsada, hiçbir şey için çok geç değil. Bu saçma-sapan tartışmalardan arınarak, Çerkes halkının ihtiyaçlarına yönelik talepleri savunacak müşterek bir harekete ihtiyacımız var. Bugün değilse ne zaman? Biz değilsek kim?  
Share:

Pazartesi Seansı: 1


...bir Çerkesin, bir türke, bir kürde, bir laza, bir gürcüye, bir kazaka, bir slava, kendisiyle ortak kültürü/coğrafyası olsun ya da olmasın sen "Çerkessin" dediğini düşünebiliyor musunuz?

Peki Çerkeslerin bağımsız bir devleti olsaydı, mesela "Çerkesya'da yaşayan herkes Çerkesdir" deseydi. Mesela Türkçe şarkıları yasaklasaydı, Kürtçe konuşmayı yasaklasaydı, bunun için baskı, işkence falan yapsaydı.. bu devlet, sizin gözünüzde nasıl bir devlet olurdu?

Peki devletin bu uygulamalarını destekleyen kişi nasıl bir karakter sergilerdi size?

peki mesela; bir Türk, bir Kürt vs. "Çerkesya da yaşayan herkes Çerkesdir" "Türkçe-Kürtçe bölücülüktür" "Hepimiz Çerkesiz" deseydi.. 

sizde kendi kültürel haklarınızı isteyen bir Kürt ya da Türk olsaydınız, o devletçi Türk-Kürt hakkında ne düşünürdünüz?

Mesela oradaki Türk-Kürt, Arap-Boşnak olsa ne fark ederdi? ya da Abhaz-Oset?

Kardeş olmak için aynı olmak zorunda mıyız? Bunu neden zorunlu hale getiriyoruz acaba? Mesela Türkiye'de "Kızıl Elmacı"lar hariç, kendini Türk hisseden ama Türk olmayanları neredeyse Türklerden çok seven faşistler yok mu? Türk olsunda, isterse uzaylı olsun, yabancı saymazlar. 

Ben kardeşlik için, ortaklık için, birliktelik için aynılaşmayı savunanları, kendilerine ne derlerse desinler iyi niyetli, kötü işler yapan zavallı faşistler olarak görüyorum.

Kardeş olmak için aynı olmamıza gerek yok,
farklı dilleri konuşmamız, farklı kökenlere sahip olmamız, aynı acıları anlamamızı engelleyemez. 
Share:

Çerkes müşterekliği üzerine 1

Birlik ve Beraberlik üzerine__*

Yaşadığımız dünyada, dünyayı paylaştığımız diğer canlıların temel ihtiyaçlarını karşılamak için sahip oldukları donanımlarına kıyasla çok zayıf konumda olmamıza rağmen, insanlar olarak müşterek hareket edebilmemiz, bizi yaşadığımız dünyaya yön verebilecek güce sahip canlılar yapabilmiştir. Müşterekleri oluşturan tarihsel serüvende, bu gücün farkında olan ve bu güce ne yazık ki hükmederek yanlış kullananların bir sonucu olarak hem insanın-doğaya ekolojik hemde insanın-insana politik olarak çıkardığı krizler tartışmaya açıktır. Fakat burada, sorun; insanın müştereken yaşamayı başarabilmesi değil, müşterek bu yaşamı kendi siyasi hareketine kanalize eden kötü bir niyetin varlığına ve sonuçlarına rağmen, müşterek bu yaşamı daha huzurlu ve güvenli bir harekete kanalize edecek olanların hala müşterekler etrafında tutunmayı anlayamamasıdır. İnsanın tarihte inkar edilemez bir şekilde müşterekleştiği evreler; “aile, sülale, kabile, millet, ulus, devlet” olarak görülmektedir. Müştereklik; amaç için güçlenmektir. Amaçlar ne kadar değişirse değişsin müştereklik, amaca giden yolun temel gücü olarak durur. Müşterek olmak, insanın aciz yapısını ortadan kaldıran, cılız gücü ve enerjisini bir güce dönüştüren bir değerdir. Bugün amaçlarımız için müşterek olarak, amacımıza giden yolda aciz kaldığımız herşeyi ortadan kaldırmak ve cılız gücümüzü-enerjimizi amacımız için bir güce dönüştürmek zorundayız. Bunu ancak, müşterek olabileceğimiz bir amaç sabitleyerek başarabiliriz. Müşterek olabileceğimiz bir amacı yaratabilmek için, kibrimizi, nefretimizi, egomuzu ortadan kaldırmak, gerçeğe farkındalık içinde dokunmak, anlamak, aklımızı çalıştırmak zorundayız. Çerkesiz, diyoruz; bu ne insanlığın üstünde, ne de altında bir durum. Çerkes olmak, dünyanın diğer halklarından daha güçlü ya da daha zayıf olduğumuz veyahut olabileceğimiz bir şey değil. Çerkes olmak; bizim hiçbir çaba sarf etmeksizin, tarihin bizi müşterek kıldığı ve müşterek tarihimizi ördüğü sonucun ibaretidir. Sadece tesadüfen Çerkes olmakla; ne tarihin gelişiminde doğurduğu olumsuzluklardan kurtulunabilir ne de olumluluklardan pay çıkarılabilir. Bugün ise Çerkes olmanın bazıları nedzinde nedense yüksek bir değeri, pahabiçilemeyen bir önemi ve konumu vardır. Eğer böyle bir şey mümkünse, bu tamamen tarihin bizi müşterek kıldığı evrelerde, tümümüzün geçmişi sayılabilecek insanlarımızın (atalarımızın) sorunlar karşısındaki çözümsel yaklaşımları, gelişen etkilere karşı özgün tepkileri veya tarihte kendilerine özgün yarattıkları etkilerinden kaynaklanmaktadır. Eğer Çerkesliğin, tarihte tehlikelere karşı savunmalarında, toplumsal ilişkilerindeki şeffaflıkta, yaşam biçimlerinde ve doğayla aralarındaki bağlarında muazzam bir çekiciliği varsa bu hepimizin tarihidir ve övüncüdür. Ancak, bu övünç kaynakları bir Çerkesin, kendi yaşadığı çağdaki tutumuyla örtüşmedikçe, övündüğüyle yaşadığı arasında muazzam farklar varsa, bunun bir değeri yoktur. Övüncü ile yaşamı çelişen, bir de; övüncünü zırh yaşamını amaca çevirenler ise kendi tarihlerini sömürenlerden ibarettir. Tarihinin övüncünü oluşturan karakterden çok uzakta bir yaşam sürerken, övüncünü bir zırha çevirip; halkı için çabalayan insanlara saldırmak ise, kuşkusuz ki yoksun olduğu karakteri örtmeye çalışmaktan başkası olmayacaktır. Bizler, müşterek tarihimizin bize sunduğu tüm farklılıklarımızı ileriye taşımak ve gelecek nesillerle paylaşmak zorundayız. Fakat bugün ne yazık ki, ileriye taşımak bir kenara dursun, onun yavaşça yok oluşunu görmekteyiz. Bunu görmemek için kelimenin tam anlamıyla kör olmamız gerekiyor. Bunu görerek, yokmuş gibi davranmamız içinde aptal olmamız gerekiyor açıkçası. Buna karşı çözüm üretebilmek, müşterek tarihimizin adını kullanıyorsak, bununla övünüyor, bununla yaşıyorsak; boynumuzun borcudur. Müşterek tarihimizin sonuçlarıyla yaşadığı halde, bu tarihten bihaber ve onu görmeyen insanların bunu anlayabilmeside çok zor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere; tarihi 1864ten sonra başlayan bir Çerkes jenerasyonu, 1864ten sonra yaşadığı tarihe hükmedenlerin kendilerine biçtiği bir misyonlara tutunmakta ısrarcılar. Çünkü o tarihe dahiller. Fakat Çerkes tarihi, o tarihi de kapsamakla birlikte, o tarihi oluşturan sebepleride kapsayan ve çok daha eskilere uzanan bir tarihtir. Bugün ise başımızdaki en büyük bela, müşterek tarihin derinlerinden bugüne uzanan tarihin, 1864den öncesi için bize karartılması ve 1864ten sonrası için bize yazılmasıdır. Bu belayı paramparça edip, 1864ten öncesi için bize karartılan tarihimizi aydınlatmadan ve tekrar, müştereklerimizle, müşterek tarihimizin bize miras bıraktığı özgün varlığımızı yok oluşun ellerinden kurtarmamız nasıl mümkün olabilir? Bugün bizi asgari müşterek kılan şeye Çerkeslik diyoruz. Bu bir toplumsal sözleşmedir ve bu sözleşmenin bir dili, bir vicdanı ve hukuku vardır. Tarihin bizi kıldığı bu müştereklik, bu toplumsal sözleşme ve onun değerleri; bugün her sınıftan ve görüşten Çerkesin ortak değeridir. Hiçbiri, bunda bir diğerine göre daha fazla hak iddia edemez. Her biri, kendi stratejileri çerçevesinde sorumluluklar edinebilir ve faaliyetler yürütebilirler. Fakat, bu sorumlulukların ve faaliyetlerin amacını; müşterek oldukları tarihi başka yöne çekecek biçimde tayin etmemelidirler. Zira bugün, müşterek tarihin hepimize eşit bir şekilde ve sorumlulukta miras bıraktığı değerler büyük bir tehdit altındayken, böyle bir tehdidin varlığını yok sayarak hareket etmek, bu tehdidi derinleştirmekte ve toplumumuza dahada iliştirmektedir. Müştereklerimi etrafında kenetlenmeli, müşterek tarihin bize miras bıraktığı değerlerimiz için endişelenmeliyiz. Bu endişelere karşı çözüm yolları düşünmeliyiz. Bu çözüm yollarını tek-tipleştirmekten ziyada, her türlü çözüm yolunu irdeleyerek; müşterek mirasımızın üzerindeki tehlikelere karşı örgütlenmeliyiz.


Share:

Çerkes Karakteri, Çerkes tarihidir.


Halkımızın çevresinde gelişen dünyaya baktığı zaman verdiği tepkiler, tamamen kendi tarihinden kopuk olmasının bir sonucu olabilir. Kendisini hep başkalarının tarihinde okuyan, hep başkalarının tarihindeki veriler ile kahraman, hain olan bir halktan; halkı temsil eden toplumsal bir vicdan, özgün bir duruş beklemek ne derece doğrudur bilemiyorum, ancak kendi tarihini araştırmadan, başkalarının tarihlerindeki dayanaklara göre nitelikler edinen ve bu nitelikleri fanatik bir şekilde savunan insanların, halkına referans olacak bir duruş sergileyebileceklerini hiç sanmıyorum. Kime dost, kime düşmanız diye soruyoruz sürekli, oysa bu soru hileli bir soru. Çünkü dostta, düşmanda bir değil. Asıl soru; biz neye dost, neye düşmanız? Bunu cevapladık mı? Biz, adı-şanı ne olursa olsun; zalime düşman mıyız – değil miyiz? Haksızlık edene, yanlışlar yapana, cinayetler işleyene, kanlar akıtana, ezene düşman mıyız – değil miyiz? Bizim tarihimizdeki yeri nedir bu duruşun? Birbirimizi, “o'cu - bu'cu” diye ilan etmek, “o'culara – bu'culara” fanatikler toplamak, birbirine düşürmek kolay olan değil mi? Çünkü, kendisi olması unutturulmuş, başkası olmaya zorlanmış bir halkın içinde, böyle fanatikler yaratmak ve fanatikleri birbiriyle çarpıştırmak kolay geliyor olmalı. Kendi toplumsal tarihindeki tecrübelere dayalı bir akıl yoksunluğumuz var, bu yoksunluk kolay değil. Bu yoksunlukta gökten zembille inmedi, kendi kendine unutulmadı bu tarihte. Bugün, halihazırda olduğumuz kıvam, dün birilerinin; yarın işime yarar diye olmamızı istediği yerin ta kendisidir. Çerkesler, kendilerini temsil eden bir karakteri, başkalarının yazdığı tarihteki süslü cümlelerde değil, kendi tarihlerindeki tecrübeye dayalı toplumsal aklın, vicdanla harmanlanacağı yerde bulacaktır. Bugün bu kıvranma, bu belirsizlik ise birilerinin bu karakteri gökten indirmeye çabalamasından kaynaklanmaktadır. Umut ederim ki, birgün bunun yerde olduğunu anlayanların sayısı çoğaldığında, işte o gün dostta, düşmanda; zalim için korkutucu, mazlum için umut veren Çerkes karakteriyle tanışacaktır. 
Share:

Ulusal Şizofreni

#apiscanberk


Travma sonrası çağdayız, hem de öyle ben-sen-o değil, hep birlikte, hepimiz tabiyiz bu çağa. Bakış açılarımız bazı kalıplar ile çevrili; müslümanız, devrimciyiz, sadakat sahibiyiz.. ama hepsinden önce ya da sonra mutlaka Çerkesiz. Mesela; Müslüman Çerkesiz, Devrimci Çerkesiz, Sadık Çerkesiz. Ama illa Çerkesiz, biri çıkıp Çerkesler olarak Bir şey yapsa, “kim verdi ona bu yetkiyi” diyebilecek kadar Çerkesiz. Biri gidip biriyle görüşse Çerkes olarak “o kim ki” diyecek kadar Çerkesiz. Evimizde televizyon izlerken, bilgisayarda, sokakta, okulda, camide, dernekte, partide.. hep Çerkesiz. Çerkesiz çünkü; annemiz-babamız, atamız Çerkes, Çerkesiz çünkü; 1864 yılında kaybettiğimiz savaşla, yaşadığımız soykırımla yurdunu terk eden Çerkesya halkının kopuntusuyuz.
Çerkes olduğumuzu söylerken göğsü çatlarcasına kabaran, beli kırılırcasına dikleşen, bakışları sertleşen, duyguları depreşen insanlarımız var, hani o soykırımı hatırlayacağı bir konu geçtiğinde, lafı olduğunda gözlerinin önüne bir Rus gelse, gözlerinin ateşiyle yakacağı kadar öfke dolan Çerkeslerimiz de var. Çerkesliğini bir tek düğünde hatırlayan, hayatın ekonomik akışında savrulmuş Çerkeslerimiz de yok değil. Acayip bir Çerkes karmaşası var açıkçası.. Abhaz Çerkesleri, Oset Çerkesleri, İnguş ve hatta Karaçay Çerkesleri var. Zorlasak inanıyorum ki Çerkes İnsanlığı, Homosapienscauscaslık filan bile çıkaracağız. Çünkü çok önemli bu, Çerkes olan cennete gider, Çerkes olan zengin olur, Çerkes olan devrim yapar, Çerkes olan bla bla bla... Çerkesler olarak; 1864 yılında kaybettiğimiz savaştan sonra, Devleti Aliye Sultanı olan Halife'nin bize kucak açtığını ve en iyi yerlerde bize topraklar verdiğini söyleyen, Kurtuluş Savaşında en ön cephede savaştığımızı, kurucu unsurlardan olduğumuzu söyleyen, Necdetler, Mustafalar, Yusuflar, Suphiler, hatta Mahirler Çerkesdi, yolları devrimdi diyen Çerkeslerin devrimci olduğunu söyleyen, Atatürk'ün samsuna çıkarken yanında bulunan herkes Çerkes'di, Çerkesler Atatürkçüdür diyen Çerkesler var. Çerkesleri abarta abarta, oraya-buraya sıkıştıra sıkıştıra, hep başkası yapa yapa; kendisine yabancılaştırdılar. Çerkeslik; farklı bakış açılarına göre, aklın mantığını muazzam bir şekilde zorladı ve ulusun diasporası için ulusal şizofreniye dönüştü. Açıkçası 1864 öncesiyle ilgili, Çerkesler için sürekli birşeyler söyleyen kimseler ne biliyor, orasından emin değilim, 1864 sonrası herkesin bildiği farklı şeyler var. Fakat Çerkes halkı, 1864 yılında gökten zembille inmediğine göre, bu halkı kendi varlığına bürüyen ve bugün yabancılaştığı bir tarihi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ulusal Travma soykırım ve sürgünle tetiklenmiş olsa bile, 150 yıldır bu istikamette ilerlemedi. Sürgün ve soykırım sonrası gidilen coğrafyaların etnik siyasi girişimleri Travmayı derinleştirdi ve kendi tarihi bilgisinden gittikçe uzaklaşan ve tarihini sadece mitlere dayandıran Çerkes halkı için bütünlüğü inkar eden bir kaos başladı. Bu kaos onlarca yıl süregeldi, kaosa itiraz hep olsada, itiraza tutunuş yine coğrafyanın siyasal baskılarından ötürü mümkün olamadı, zira diasporanın kısa tarihine bakıldığında bu kaosu yarma girişimlerinde bulunan ya da kaosu yarma düşüncesini tetikleyecek girişimlerde bulunan Çerkes halkının bazı evlatlarının nasıl da cinayetlere kurban gittiğini görebiliyoruz. 90 yıllık cumhuriyet, her halkı kapsayan ve her dönemde bulunan asimilasyon politikaları, bölge halkları lehine gelişen siyasal akımlarla gelen darbeler, resmi tarihin akıl çöplüğü, cinayetler, faili meçhuller, gözaltında kayıplar... Bunlar bizim dışında kaldığımız şeyler miydi? Tam içinde, iliğimize kadar dayanan ve bizi sindiren şeyler değil miydi? Diasporanın ulusal bilincindeki kaosu sürdüren, bu sinme, bu aydın zümrelerinin yok edilişi/susturuluşu değil miydi? Hepimizi, kendi kulvarının en radikal Çerkesi yapıp, başka kulvarlara karşı düşmanca yaklaştıran şey değil miydi bunun sonucu. Peki, diasporanın kendi tarihinde eksik kalan, tüm çevrede gelişen olaylara karşı tepki koyup, bir etki yaratamadığı şey neydi? Neydi bu kaosu halkımızın üzerinde muzaffer kılan, diline, kültürüne doğan yaşam güneşini batıran? Neydi tatmin olunan, korkulan? Ulusal şizofreni, varlığını Türkiye'deki kentleşme politikaları ile oraya çıkardı. Sürgünle gelinmiş coğrafyalarda zaten yurtlarından zorla sürülmüş, açlık ve sefalet içinde bulunan ve ciddi bir Travma yaşamış bu halk için, bu topraklarda da ulusal anlamda güzel günler yoktu. Zamanın iktidarı da bu halkı tüm sosyal ilişkilerinden ve birliğinden ayıran, kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanmak üzere bir kadere sürüklüyordu. Anayurdumuzdan kopuntuyduk, diasporada birbirimizden de kopuntuyduk. Zamane iktidar zihniyetinin çeşitli politikalar ile kolonize ettiği yerlerde; kah Ermenilerle, kah Araplarla, kah Kürtlerle, kah Ruslarla, Yunanlarla, Fransızlarla hiçbir ilgimizin olmadığı savaşlarda sıra neferi olacağımız günleri bekliyorduk. Altımıza at, elimize silah verilecek günler hızla geldi. Taraflar; anlaşmazlıklarını ilan edip kendi ulusal çıkarlarının savaşını vermeye başladılar. Araplar, Ermeniler, Yunanlar, Türkler, Kürtler vs. hepsi ulusal çıkarları gereği vermesi gereken mücadeleye sarıldılar, işte o gün Çerkesler, kendilerinin hiçbir ulusal düşünce üretmedikleri bir savaşın içinde; kimileri için katil, kimileri için kahraman oldular. Kendilerini kahraman ilan edenlerde, katil ilan edenlerde bu savaşların sonunda kendi ulusal politikaları ile giriştikleri savaştaki durumlarına göre, çıkarlarının uyuşabildiği antlaşmalarla paylalarına düşenleri aldılar. Tarihe kendi savaşlarını yazdılar. Hiçbir taraf; Çerkesler için önemli olan birşeyi dinlemedi. Dil, yurt, kültür, hak, adalet.. Tarafların hepsi, kendi ulusal stratejilerine ters düşmediği müddetçe Çerkeslere misyonlar biçti. Çerkesler “asil” “vatansever” “kahraman” oluyorlardı. Bazen “hain”de oluyorlardı. Fakat her ne olurlarsa olsunlar, kendi yurtlarından, kendi tarihlerinden ve kendi uluslarından hızlıca kopuyor ve yok oluyorlardı. Türkiye Devletinde, baskın ulus ideolojisi katı bir asimilasyon programı oluşturdu. Aydınlar, yazarlar, biliminsanları yetiştirecek eğitim kurumları ile bunu bölgedeki tüm halklara dayadı. Bugün, yaşayan tarihin içinden gördüklerimizle çok net ifade edebiliriz ki; Asimilasyon, Çerkeslerin diyasporada kolonize sayılabilecği köylere bile eğitim ile girdi, ciddi ve katı bir program ile okullardan evlere bile etkisini sürdürdü. Çerkeslerden seçtikleri köy öğretmenler, Çerkes çocuklara Çerkesce konuşulmaması için baskılar bile yaptı. Zamane çocuklarının anılarında; bu çocuklar aracılığı ile evde bile Çerkesçe konuşulmasının engellenmeye çalışıldığı anlatıldı. Fakat bunların içinde, fiziksel etkisi görünmeyen ama etkisi en tehlikeli olunan şey ise; toplumun entelejansiyasını oluşturacak zümrelerin üzerinden gidiyordu. Belki köylerde Çerkesce konuşulmaya devam etti, fakat okuyacak olan, bilgiye erişecek, donanımı artacak olan, eğitimli zümrelerin büyük çoğunluğu dilinden, kültüründen uzaklaştı. Nihayetinde okuyan zümreler, gelişen dünyada köylerine de sığamaz oldular. Köylerdeki dar ekonomi ve yaşam alanı, tahsilli insanları köylerden uzaklaştırmaya ve kentlere itmeye başladı. Kentler ise ekonomik karmaşanın içinde, asimilasyon yatağının en kuvvetli olduğu yerlerdi. Hatta o dereceki, baskın ulus üzerinde bile; üretim-tüketim toplumu olarak kültürel asimilasyon uyguluyordu. Tüketim toplumu, kentte artan ihtiyaçlarını karşılamak için sadece geniş kültüründen değil, kişisel ahlakından bile tavizler verdiyordu. Kentleşme, yarı-politik ve tam ekonomik bir dayatma olarak; bu coğrafyada köylerde kolonize olmuş tüm halkları ciddi bir tehlikeye soktu. Çünkü köylerde, kentlere kıyasla yaşam alanları çok dardı, açıkça ifade etmek gerekirse varlıklı bir köylü bile, orta sınıf bir kentliye göre daha sefil bir yaşam sürüyor diyebiliriz. Yani, ya köylerinde kalıp; herşeyin gerisinde olacaklardı ya da kentleşeceklerdi. Eğitim alan kişiler, kenti görüyor, duyuyor, tanıyor ve oranın parlak yaşamına özeniyordu, zamanla okuyanlar, okumayanlardan daha çok oldu, okuyanalar kentleştikçe, köyler boşaldı ve köyler boşaldıkça asimilasyon derinlere nüfuz etmeye başladı. Böylece kolonize bir şekilde yaşamanında sağladığı küçük avantajlar yitirildi. Köylerdeki küçük avantajlar ise; Çerkes kültürünü sosyal olarak sürdürebilmek, dil konuşabilmekti ve belki sözlü tarihin taşıdığı tarihsel gerçeklikler de barındırıyordu. Fakat; kolonize kültürlerin yaşayamayacağı çağlarda değil miydik? Köyde, sıkışıp kalmaya yönelmek bizi kendini geliştirebilen, dilini koruyabilen, kültürünü yaşayabilen Çerkesler olarak daimi mi kılacaktır? Sürgünden sonra planlanan yerleşimlere göre bakıldığında, küçük köylerde büyük bir ulusal bilinç yaratamayacağımız açık, iletişim çağında olsak bile; kentleşmenin ekonomik ve psikolojik baskısı gözardı edilemeyecek kadar yoğun ve gerçek değil mi? Hayaller ve temenniler ile gerçeği görmezden gelerek hiçbir şey kazanamayız. Gerçek; soğuk, katı ve ağır. Bu gerçeği anlamak ve bu gerçek etrafında düşünmek zorundayız. Ulusal bilinç, tarihe kök salmış somut varlığımızı kavramış ve bunu kabul edebilen, köylerde ve kentlerde kendini bu bilinç getirecek örgütlenmeyi zorunlu kılıyor. Yani, diyasporanın önce tarihini bilmesi ve bu tarihin delilleriyle kendi kadim varlığını en başta Çerkes bireylerine, sonra diğer halklara anlatması ve kabul ettirmesi gerekir. Ulusal kaos; eşitlik, özgürlük, adalet gibi tüm taleplerin de önünde büyük bir engel olmakla birlikte, Xeku, Xabze ve Bze içinde çok büyük bir yaradır. Kendi yurdunu, tarihini, dilini, kültürünü kavrayamamış bir halktan, kendi tarihsel varlığını oluşturan bütün özneleri ciddi bir tehlikedeyken, Xeku tarihi unutulmuş, Adığebze yok oluyorken, Xabze paramparçayken, sanki kendine özgü bu özellikleri ve gerçeklikleri muazzam bir şekilde korunuyor gibi; halkı adına, kendini yok eden şeyler dışında radikalize olmuş örgütlerin birbirleriyle mücadele yürütmesi; diyasporamızın ulusal şizofrenisi sonucudur. Dediğim gibi; 1864 öncesi tarihsel varlığı hakkında hiçbir şey bilmeyen, 1864 sonrası kendisine öğretilen farklı şeylere saplanıp kalmış bu duruma derhal bir çözüm bulmalıyız. Ulusal şizofrenimize bir son verip, içine gittikçe battığımız yok oluşu yarmalıyız, varlığımızı güçlendirecek çözümler üretmeliyiz. Farklılaştığımız yerleri, kendi özgün zeminlerinde yaşayabiliyorken; Çerkesliğe iliştirmemiz bu ulusal şizofreniyi derinleştirmekten ötesi olmayacaktır. Bizler, aynı olduğumuz yer olan “Çerkesliğin” içinde bulunduğu tehlikeyi görüp, bu tehlikeye karşı ortak bir mücadele vermek zorundayız. Eğer Türkiye diyasporasında Çerkeslik, bizi ortaklaştıramazsa, ulusal şizofrenin sonucu ne yazık ki halkımızın bu topraklardaki kopuntusunun yok oluşu olacaktır. Çerkes Diyasporasının yok olmamak için, yurduyla bağa, dile ve kültüre ihtiyacı var. Oysa ne devrimin, ne islamın ne de türklüğün Çerkeslere ihtiyacı yoktur. Çerkesler olarak ulusal bilince erişip, tarihsel varlığımızı anladıktan sonra; ulusumuzun refahı, ekonomisi, özgürlüğü, inancı üzerine mutlaka tartışamar çıkabilir. Fakat bir kimlik olarak netleşemedikten sonra, o kimliğe iliştirdiğimiz tüm kavramlar boş kalıyor, boş kalmakla kalmıyor, yarım kalmış Çerkesliğimizi de içinde eritiyor.

Share:

Kimin Çerkesi?

Bizi çürüten eski, bizi boyayan yeni ve bu ikisi arasına şartlanmışlığımız hiçbir şekilde bizi yarına götürmüyor. Hep başkalarının bizim için söylediği bir Çerkes olmaya çalışmaktan, hiç kendi bildiğimiz gibi bir Çerkes olmayı akıl edemiyoruz. Sahi; biz Çerkes olmayı nasıl biliyoruz. Bu sorunun yanıtını hiç aradık mı? Ethem bey ile "hain" Şeyh Şamil ile "kahraman" 1864te "sığınmacı" 1919da "direnişçi" hak isteyince "yediği kaba pisleyen" iktidara biat edince "asli unsur" olmayı başardık, bunlardan her birini içselleştirenlerimizde, reddedenlerimizde oldu, oluyor. Her birimizin elinde bir Çerkesmetre var ve bu çerkesmetrelerimiz, bizimle aynı düşünmeyenleri hızlıca Çerkeslikten çıkartabiliyor (...) herkes kendi bildiği Türküyü, avazı çıkana kadar bağırırken, peki tarihimizde bize bağıran ve bugün ona sağırlaştığımız Çerkeslik nedir? Eğer bu soruya cevap veremezsek, vermezsek.. elimizde tuttuğumuz Çerkesmetrelerimiz ile birbirimizin boyunun ölçüsünü almaya devam edersek, hep başkalarının biçtiği kıvamda, istediği kadar olmuş bir Şipsi olmaktan öteye gidemeyecek gibiyiz.
Share:

BÖLGE, DENGE VE ÇERKES DİYASPORASI

BÖLGE, DENGE VE ÇERKES DİYASPORASI
_________________________________________
"Rahat olun, hepimiz Çerkesiz."

Bölgemizde değişen dengeler koltuklarına kök saldığına inanan iktidar zihniyetinin canını bir hayli sıkıyor. Havada kimileri için korku, kimileri için umut kokusu var.. Korkunun kokusunu alan zihniyet kendini güçle örtpas etmek için iyice saldırgan tavır sergiliyor. İstiyor ki; kendi ruhuna sinmiş dehşeti, kendinin ortaya saçılmış en vahşi haline rağmen hala inatla umut kokusu alarak direnen kitleleri sindirebilsin. Fakat artık birşeyler netleşmiş vaziyette. Bunu en iyi analiz edebileceğimiz durum ise, bölgede konuşlanmış emperyalist yapıların taraflara karşı artık değişiklik gösteren tutumları. Bir zamanlar işbirliği halinde bölgeyi paylaştıkları, birlikte cinayet işledikleri, birlikte büyük-küçük sömürgeler yarattıkları iktidar zihniyetine karşı iyice açığa çıkan güvensizlik halleri; eski iktidar zihniyetinin tüm vahşetine rağmen umutla direnenlerin gücünü ciddiye aldıklarının işareti gibi okunabilir. Bölgemizde saldırganlara karşı direnen kitlelerin içinde ki pürüz de ciddiye alınacak olursa, bir anda değişebilecek dengelerden bahsetmekte ne yazık ki mümküm. Bölgenin çeşitli devlet  yapılarında, iktidarların resmi ya da gayrı resmi ordularına karşı savaşan yapılar içinde savaşın ağır şartlarından kaynaklanan bazı politik paradokslar var, kuşkusuz ki savaşın içindeki şartlar; masa başından değerlendirilebilecek kadar kolay değil. Bunlar ise mutlaka tartışılması gereken şeyler. Fakat tartışmalarda yanlış-doğru yaklaşımında hassas olunması, anlaşılması için daha faydalı olabilir. Günümüzün dünyasında sermaye odaklı iktidarların kaynağa dönüştürdüğü savaş ve savaşın yarattığı ticari sermayenin burjuvazi tarafından ticari bir kaynak olarak algılanması; savaş kazandıran şartları değiştirebilecek nitelikle silahlar üretir vaziyete getirmiş ve artık neredeyse tamamen bir tekele dönüşmüştür. Buna karşı çözümsel yaklaşımlar olmadan, savaşın içindeki kitlelerin kendileri için hayati nitelik barındıran bazı yanlışları yapmalarını eleştirmenin yapıcı bir yanı olduğu konusunda ne yazık ki kuşkuluyum.

Bölgede dengeler değişirken, mevcut şartlar altında geleceğini göremeyen halklar içinde bir tartışma başlatıyor. Mevcut iktidarın kendi hakimiyet alanında tuttuğu halkların şartlarına yaklaşımı-da bu tartışmaların bir parçası olurken, yıllardır mevcut şartlara itiraz eden kesimlerde bölgede değişen dengelerin kendilerine taşıdığı umutla seslerini yükseltmeye başlıyorlar.
Son yıllarda, Bölgede yaşayan Çerkes Diyasporasının bir ferdi olarak kendi halkıma baktığımda gördüğüm durumda tamamen bu yönde seyir ediyor. Uzakta bir umut gören fakat hangi patikanın o umuda gittiğini görmeyen Çerkes grupları var ama bazı Çerkes gruplarının bir umut gördüğünü anlayabilen bir de iktidar var. İktidar, kendi temsil ettiği yapının açtığı yaraları iyi biliyor ve oralara yönelik bir siyaset geliştiriyor. İktidarın ürettiği siyaseti taşıyan Çerkes grupları ve kişileri var. Bunlar bilinçli ya da bilinçsiz, hesaplı ya da hesapsız olabilirler bilemiyorum, bilmekte istemiyorum fakat bildiğim birşey varsa; iktidarın ne yaptığını çok iyi bildiği. Fakat iktidarın ne yaptığını bilen muhalif Çerkes grupları ve kişileride olduğunu ve siyasi bir yükseliş içinde olduklarını da biliyoruz. İki tarafında olması; diyaspora için daha verimli bir siyasi düşünceyi örgütlemek için iyi bir neden, fakat yapılar içinde iktidar zihniyetinin sancağını taşımayan grupların belirsizliklerine son verememeleri bunu ciddi bir risk haline getiriyor.  Bu riski görebilen grupların öncülerinin son günlerdeki tutumu bana umut vermekle birlikte, belirsizlikleri üzerinden atarak kendini netleştiremeden geçirdikleri her gün, ne yazık ki büyük bir kayıp. Büyük bir kayıp çünkü; bölgenin diğer halklarının ortaya çıkardığı talepler, bunların gündemi ve konuşulması, netleşilmesi başlamış ve ilişkiler yerli yerine oturmaya başlamış bir vaziyette. Bugünlerden geçtikten sonra, ortaya çıkaracağımız her talep, haklı ama ne yazık ki geç kalınmış bir talep olabilir ve ağır işleyen bir sürece sıkışabilir
Kısaca demek istediğim şey; "kendi haklı" radikal sınırları içerisinde sıkışan ve bu sınırların dışında kalanlara karşı düşmanca saldıran grupların birbirleri arasındaki tartışmayı gündemlerinden ve değdikleri halk kitlelerinin  gündemlerinden düşürmeden tartışmaları, bugün Çerkes halkının gündemini işgal ederek; kendi geleceğine yönelik politik bir program üretmeyi ertelediği gibi engelliyorda. Epey zaman önce yazdığım bir makalemde; "Kısacası; Çerkes siyasetinden bahsetmek zor, fakat Çerkeslerin kendi içlerindeki siyasetlerinden bahsetmek mümkün. Mümkün evet; çevrenize dikkatlice bakınca gördüğünüz şey; bir Çerkesin, diğer Çerkese hala siyaset yapmakta olduğudur. Çerkeslerin ülkede siyaset yaptığı falanda yoktur." yazarakta belirtmiştim bu durumu. Çeşitli gruplara ve o grupların düşüncelerini paylaşan insanlara açıkça söylediğim gibi. Çerkeslerin devrim yapmak gibi bir derdinin olduğunu söyleyemeyiz, Çerkeslerin islamı yeryüzüne yaymak gibi bir derdinin olduğunu da söyleyemeyiz, Çerkeslerin iktidarı güçlendirmek gibi bir derdinin olduğunu da, Çerkeslerin topyekün bir partiyi güçlendirmek gibi bir derdinin olduğunu da... Çerkeslerin, mevcut şartlar altında en büyük dertleri; var kalabilecekleri şartları oluşturmaktır. Bunu nasıl yapacağımız ise ne yazık ki bizim arzuladığımız şekilde olamamaktadır, bunun belirleyicisi halkın mevcut sosyo-kültürel durumudur ve bu durum göz ardı edilemez. Tabiri caizse "Tayyibin Bilal'e anlattığı gibi" halkımıza anlatabileceğimiz bir yol bulunmalıdır. Eğer söz konusu Çerkesler için, Çerkeslik için birşey yapmaksa; dini  ya da siyasi kalıplarımızın üzerine kurulu bir politika üretmekte ısrar etmek, çocukluktur. Anlamamız gereken şey ise; bu halkın çocukluk hayalleri üzerinden kaybedecek vaktinin olmadığıdır. Halkımızla uzlaşmadan, halkımıza ne kazandırabiliriz? Radikal devrimcilerimiz, devrimci tüm birikimlerini; devrim üzerine sabitlenmiş örgütlere harcayabilir. Dini misyonerlerimizde aynı keza. Bunları yaşatabileceğimiz ve mücadelesini destekleyebileceğimiz, bunlara odaklı örgütler zaten bolca varken; asimilasyonun derinlerine nüfuz ettiği Çerkes Diyasporasının siyasi bilincini-de radikal ideolojik yörüngelere entegre etmeyi arzulamak; amaç her ne kadar insani olursa olsun halkımızın toplumsal entellektüel birikimlerinin gerçekçi karşılığı değerlendirildiğinde gerçekleşmesi imkansıza yakın durduğu göz önüne alındığında ihanet etmekten farksızdır. Çerkeslerin ihtiyaç duyduğu şeyleri doğru yorumlamak ve ortalama siyasi bilince sahip bir Çerkesin anlayacağı türden bir yol oluşturmak artık zaruri bir ihtiyaçtır. Peki, hareketlerin birbirlerinin yaptıklarını ya da yapmadıklarını bu kadar yoğun tartıştığı bir dönemde, zaruri ihtiyaçlarımıza çözüm üretecek tartışmaları nasıl başaracağız? Bunun cevabı hepimizde. Sorun bizim sessizliğimiz, çözümde bizim sesliliğimiz gibi duruyor.
Share:

İnsan olmak gerekir.

Son yıllarda, geniş kitlelere tüm ağırlığıyla çöken zulüm; bir yandan yaşamlarımızdan  çalarken, bir yandan da kendisini daha görünür-duyulur veriler üzerinden yoğun biçimde konuşulur kıldı. Önceleri zulmü görmeyenlerin, duymayanların, konuşmayanların bir kısmı yaşamaya başladı. Bu-da ortada "mücadele, eylem, pratik" gibi konulara hiç alışık olmayan ve daha önce bunlarla yaşayan gruplara daha önce bunlarla ilgili hiçbir düşüncesi, katkısı ve izlenimi olmayan kimselerin tartışmalarını taşıdı. Daha önce, kendisinde olanı ortaya dökmeyen yararlı-zararlı, anlamlı-anlamsız bir kitle yığınlaştı. Daha vahimi ise, bunlar örgütleşti. Yoğunlaştı. Bollaştı. Dolayısıyla bu da çoğu yerde, kısmi akıl kaosuna dönüştü. Sosyal Medya'da; gittiği tatili, yediği yemeği, aldığı hediyeyi, babasıyla tartışmasını, konser pozunu paylaşmaktan öteye hiç gitmemiş bir kitle, artık sosyal medyada derin tartışmalara sığlık taşıdı. Daha önce bir defa bile Ermeni Soykırımını, Dersim Soykırımını, Çorum, Maraş, Madımak katliamlarını, vahşetlerini hiç araştırmamış, iktidarın devlet ile medyaya verip, kitaplarına yazdırdığı herşeyi hiç araştırmadan kabul etmiş kimseler; bugün anti-faşist, anti-emperyalist, radikal devrimci tavırlar ile inanılmaz bir özgüven içerisinde her yere yayıldılar. Onlara ulaşmak ve örgütlemek isteyen bazı örgütlenmeler ise yanlış yöntemler ile onları daha da sıkıcı hale getirdiler. Açıkça söylemek istiyorum; bugün hemen hemen tüm örgütleşmelerin içinde veya çeperinde bu tür insanlar var ve bu tip kişilere bir şekilde ulaşmak ve bu tip kişileri bir an önce bilinçlendirmek ya da içimizden, herşeyimizden uzaklaştırmak durumundayız. Son günlerde; yaşadığımız şeyler hoş değil. Herkes birbirini, birşey olmakla suçluyor. Bugün Kobane için verilen desteğe akıl kıran itiraz biçimleriyle karşılaşıyoruz. Şurası açıkça bilinmelidir ki; Kobane'yi, Kürt Halk Mücadelesini savunmak için Kürt olmak gerekmez. Hayvan Haklarını savunmak için hayvan olmak gerekmez. Sokakta açlıktan ölmüş bir kedi için üzülmek için kedi olmak gerekmez. Bu, Uygur Türklerinin zulmüne üzülmek için Uygur Türkü olmamak gibi, Filistin için filistinli olmamak gibi bir durum. Bütün bunları anlamak, zalime karşı mücadele yürütmek, hakkı, adalet ve gerçekle savunmak için tek birşey olmak gerekir; o'da insan.. Son günlerde, Çerkes camimasının içinden bazı cahiller tarafından "Çerkes olmamakla" suçlandım. Zihniyet basit ve sığ; Çerkes olmamak bir suç mudur? Elbette yaşamı boyunca övüneceği tek birşeyi olmayan birisi içinde kıymetli olabilir ancak benim Çerkes olmamaktan utanıp-sıkılacağım yok. Hayatta çaba sarfetmeden olduğum nadir şeylerden birisidir Çerkes olmak.. benim ondan başka şeylerim de var. İnsanlık değerlerim, başka bir dünya hayalim, mücadelem, devrimciliğim.. ama herşeye rağmen; Çerkes bir anne-babanın vasıtasıyla mensubu olduğum halkın parçası olduğumu da inkar edemem. Nihayetinde halkımın tarihine, bugün onu yok eden şeylere, ona hayat bulduracak çözüm arayışlarına dahilim. Halkım için; Kobane ve Kürtlerin dışındada mücadeleler yürütmüşlüğüm vardır, mesela "Çerkes Soykırımı Tanınsın" kampanyası gibi.. O zamanda aklen veya fiilen hiçbir katkısı olmayan birileri bugün benim Çerkesliğimi de sorgulamaktalar. Bugün bizim devrimciliğimizi sorgulayanlar da var; elleri Ermeni kanına, Kürt kanına, ırkçılığa, tekleştirmeye bulaşanların yolunda ilerleyerek hemde.

Dediğim gibi,
Kobane'ye üzülmek, orası için düşünmek ve mücadele vermek için Kürt olmanız gerekmez. Kafası, bedeninden sadece Alevi olduğu için koparılan küçük çocukları anlamak için Alevi olmanız gerekmez. Bıçak boğazına dayanmış bir hayvanı anlamak için, hayvan olmanız gerekmez. Hepsi için sadece insan olmanız gerekir. Lütfen biraz insan olun.
Share:

Kürt, Kobane ve Türkiye...

Türkiye'nin "Kart kurt"una karşı onlarca yıldır direnen ve bir adım bile geri gitmeyen Kürtlerin meselesi yeni değil tabi. Kürtler iradelerini her geçen gün daha da ileri bir biçimde göstermekte, yanıbaşında "ekmek-yemek-kab" edebiyatı yapan zavallıların etki alanından sıyrılan gençler için; halklarına dair bir yarın umudunun, bir yarın inancının yolunu da aydınlatmaktadırlar. Zaten esasın özüne bakılacak olduğunda; Devlet sadece Kürtlere değil, halklara saldırmaktadır ama en büyük direnişi elbette Kürt halkı göstermektedir. Kürt halkı üzerine oynanan, mezhepçi, dinci, milliyetçi saldırılar, işkenceler, faili meçhul cinayetler, köy boşaltmalar(sürgünler) bunlar sadece Kürt halkını değil, epeydir sesleri solukları çıkmadan asimile olmaya yüz tutan diğer halkları da dahada geriletmektedir. Çünkü daha öncede belirttiğim üzere Kürt halkı, bölgede yaşayan hemen neredeyse bütün halkların, hakkını arayan çocuklarının önünde somut bir örnek olarak umutları yükseltmektedir. Kaldı ki, tüm bu umutların dışında Kürtlerin halk direnişleriyle elde ettikleri bir çok hakkı, diğer halklar da almaktadırlar. Muhtemelen diğer halkların azgın devletçilik yapmasının temel sebebide burada başlamaktadır. Şöyle ki; hiç itiraz etmediği bir baskı, hiç talep etmediği, uğruna mücadele vermediği, bedel ödemediği bir hak... belki de Kürtlerin bu yolda ödediği bedelleri, geçtiği yolları anlamakta ve empati kurmakta zorlamaktadır. Kürtler yaşadığımız çağda, olduğumuz coğrafyada hem yanıbaşında bulunan diğer halklara hemde elbette Kobane ile tüm dünyaya faşizme karşı direnişi, mücadele azmini göstermektediler. Rojawa Anayasası ile birlikte, kardeşçe ve barış içinde yaşamın temellerini atmaktadırlar. Bugün evet, nihayet Kobane, nihayet Rojawa'da bütün dünyaya yayılan bir umut vardır, kaldı ki; en vahşi faşistler tarafından, ağır silahlara, tanklara rağmen yiğitçe direnen, boyun eğmeyen ortak yaşamın bu çelik iradesi; kültür ve kaynak emperyalizmini benimsemiş tüm devletler için hakiki bir tehdittir. Bizler de bu tehdidin bir parçası olmanın bilincini, otoritenin, hiyerarşinin, devletçiliğin yalan tarihinde yoğrulmuş kişilere ulaştırmanın bir yolu olmak durumudayız. Bizler, bizi tektip olmaya zorlayan ve meydanlarda sürekli "tek devlet, tek millet, tek bayrak" edebiyatı yapanlara karşı "hep birlikte kardeşçe" bilincini yaymalıyız. Türkiye, hemen yanıbaşında pratiğe geçen bu bilinçten en fazla rahatsız olan devlettir. Çünkü bu devlet, içinde onlarca halkı asimile etmek için çabalarken hemen yanıbaşında gösterilen bu pratik, gösterilen bu bilinç Kobane'den Türkiye'nin her şehrine yayılacak bir dalganın kaynağı olacaktır.
Share:

bir dönemeçteyiz.

Kobane'yi ateşiyle yakmak isteyen; kana doymayan örgütlenmiş cehalete, faşizme ve tüm bu gerici yobazlığa karşı direnen, orada bulunan, göğüs göğüse "insanlık mevzilerini" savunan tüm halklara selam olsun. Kürdistan'ın fedaileri; insanlık onurunun parlayan yıldızları olarak bugün tüm dünyanın gözünün önünde, dünyanın bütün halklarına bir ders vermektedirler. Bugün bu derse, aklen, fikren, ruhen destek olanlar; oranın çığlını dünyanın tüm sokaklarına taşımaktalar. Yanıbaşında; insanlık mevzilerine kahramanca savunanları destekleyen Güney Kürdistan başta olmak üzere, Türkiye'nin tüm halklarına karşı; orada cehaleti örgütleyen "eğit-donat" stratejisiyle ortadoğuda akan kanın en büyük sorumlusu olan terörist Türkiye devleti vahşice saldırıyor, tüm bu saldırılar gösteriyor ki; telin diğer tarafında "açık-seçik" yapılan katliam, telin bu tarafında "zihniyet kardeşleri" tarafından da "el altından" uygulanmak isteniyor.

Şimdi; örgütlü cehalete karşı aydınlık blokları oluşturmanın; Kobane'nin, Güney Kürdistan'ın çığlığına omuz vermenin, mücadele azmini perçimleyerek akan kana, yayılan pisliğe karşı en sert, en güçlü mücadeleyi yürütmenin "son vaktidir". Bugün yanıbaşımızdan, yürek kıyımıza kadar dayanan bu savaşa sessiz kalmak, açıkça taraf tutmaktan ötesi değildir. Görülüyor ki; Terörist devletin paralı kalemleri tarafından bir propaganda kampanyası başlatılmış, bir çok arkadaşımız başta olmak üzere, Anti-Faşist Çerkesler sayfasıda bu provakatörlerin saldırılarına maruz kalmaktadır. Anlaşılmalıdır ki; propaganda organlarımızda, Kürdistan halklarına, Kobane'ye, Rojawa'ya karşı her çeşit karapropaganda yürütenlerle tartışacak hiçbir şeyimiz yoktur. Bugün Kürt halkının öncülük ettiği "insanlık savaşına" destek olan Çerkeslere, Çerkes örgütlerine; "Rus Ajanlığı" Türk, Kürt, Arap, Süryani, Zaza ve diğer halklara "Amerika, İsrail ajanlığı" gibi bilinçli bir karalama yapılmaktaysa; bugün köşelerine sinmiş ve tüm yaşamları boyunca haksızlık karşısında tek kelime etmemiş insanlar; "ortalık ateşe veriliyor" diye feryad figan" ediyorlarsa, bugün; "ya sev, ya terk et" zihniyeti tekrar diriltiliyorsa, faşistler; ellerinde bıçakları, sopaları ile tekrar sokaklara inip direnen onurlu insanları katlediyorlarsa şu çok açıktır ki; bugün artık bir "dönemeçteyiz" demektir. Bugün yaptıklarımız ve yapmadıklarımız yarını tayin edecek demektir. Biz yarını belirleyen bu yolda; Rojawa Devriminin bize aşıladığı umuda tutunmakta, serhildan'ı yaymakta ve yaşatmakta kararlı olmak durumundayız.

Buradan tüm Anti-Faşist, Devrimci Çerkes yoldaşlarımıza duyurmak isteriz ki;

Cinayetlerini, katliamlarını, baskılarını, yalanlarını bir takım propagandif söylemler ve eylemler ile kapatmak isteyen; Rojawa'dan yayılan devrimden ürken, ödü kopan terörist devlete karşı uyanık olun. Bugün, yarının temelidir. Yarın; "ya hepimiz için güzel, ya da hepimiz için çirkin olacak"
Share:

Delirmiş bir çağın içindeyiz.


Belki algımızı oluşturan, bir görüşe dönüşen ve yaşamlarımıza akan tüm pak- kapsayıcı ve çözümcü bir bakış açısının sahibiyiz. Savaşıyoruz.. Savaşımız Tanrının kutsal savaşı değil, ulusumuzun kendi refah savaşı değil; savaşımızın -insanın, yaşama tılsımıyla yüreğine uzanan -onur- savaşı-! Savaşımız; zalimin karşısında mazlumun direnişidir. İnsanoğlunun kavimlere, medeniyetlere, uluslara bölünüşü; her birinin kendi refah seviyesini arttırmak için bir diğerine açtığı savaşın parçası olması; aidiyetin yaşamaktan uzaklaşıp, yaşatmaktan bahsettiği insanoğlunun ilk mülkiyet kavramları, bunlar deli zırvalığı. İnsanın-da, yaşayan herşey gibi ilk görevi; yaşamaktır. İnsanoğlunun kimliği yaşamdır. Yaşamak için tüm doğalkaynakları ele geçirip, onları başka canlıların(insanlarda dahil) varlığından temizlemek mi gerekiyor? Elbette bu saçmalık, Doğalkaynaklar; sadece birilerini daha zengin kılmak için zaptediliyor... Birileri daha zengi olsun diye, asla zengin olamayacak birileri; milliyetçilik adı altında başlayan bir başka deli zırvalığı yüzünden ölüme neredeyse koşarak gidiyor. Biz asker değiliz, insanız! Ne tanrının, ne de bir halkın askeri değiliz. Biz insanız! Babamızın yumurtalıklarından, anamızın kucağına düştüğümüz, anamızın kucağından ayağa kalkıp, ilk arkadaşlar edindiğimiz ana kadar bütün arzumuz yaşamaktır.  Hiçbir şeyi bencilce tüketme hakkımız yoktur. Akan suları zaptetmek, ağaçları kesmek, toprağın içini boşaltmak, kendi yaşamımızı kolaylaştırmak için, kendi yaşamımızında parçası olduğu doğayı zehirlemek, diğer canlıların özgür yaşama iradelerini tanımamak, bunlar insanoğlunun tarihte yazdığı sözcükler içinde en masumane olarak ancak "faşizm" olarak tanımlanır. Daha az emek verip, daha çok elde etmek isterken; çocuklarımıza lazım olan hayatın içini boşalttığımızı göremiyoruz, çünkü bu deli saçmalığının içindeyiz ve hepimizi tımarhanelerde yetiştiriyorlar. Onların ulusal tarihleri, dini savaşları; onların mülkiyet kavramı ve refah yaşam öğretileri.. beynimizi yıkıyor. Beyni yıkanmayan tüm canlıları seyredin, yaşamak için ne gerektiğini gösteriyorlar. Doğumun, ölüme uzanan yolunda; yaşamın amacını burnumuzun dibinde sergiliyorlar. Biz bize yetmeziz gibi, bir-de onlara uzanıyor pisliğimiz. Bunlar hep deli zırvalığı. Delirmiş bir çağın içindeyiz.


Share:

Sakallının günlüğü.


Yıllanmış varlığını incelediğimiz-de sakalın kerametine- mutlaka rastladığımız oluşumların, kör-topal da olsa nihayet! bir yerden harekete geçebilmeleri belkide teselli kaynağım olabilir.
Malum; işçiye ölümün helal olduğu ama patrona kar hırsının bir türlü haram olmadığı senelerin belkide içinde-bilinçle yaşadığımız en dehşet verici zamanlarındayız. Yanıbaşımızda insan kanının oluk oluk aktığı bir coğrafya, insan başı kesmenin normalleştiği çağ, tecavüzün, alıkoymanın şahlandığı bir dönem geçiriliyor. Bu çağda; açlıktan ölmek pahasına, susuzluktan ölmek pahasına, tarihini, yaşamını, anılarını, bazen çocuklarını, bazen annelerini bırakarak bir "göç" oluşturmuş. Buna göç yazmakta benim patavatsızlığım. İşte Çerkes halkı; bugün içinde bulunduğu legal politik organizasyonun, yanıbaşında halka biçtiği hayata mercekle baksın. Baksın da; 1864te kendi halkının yaşadığı zulümü izleyebilsin. O zamanlar şimdi ki kadar kameralar yoktu, kaydedilemedi belki; ama inanın dünyanın bütün savaşları birbirini andırır. Bugün yanıbaşında ölümden kaçan halk, ölen halk, zulümü gören halk Kürtlerdir, Araplardır belki.. ama bu halkların ne yazık ki kaderi; 1864 yılında Çerkeslere, Abhazlara yapılanla birebir. Diller farklı, ağıtlar başka.. zalim aynı zalim (iktidar) mazlum aynı mazlumdur (halk). 1864'te, dilini bilmediklerini, daha önce hiç gelmedikleri topraklara gelerek, açlıktan-hastalıktan ölen Çerkesler (Bknz: Talihsiz Çerkeslere İngiliz Peksimeti), yoksulluktan kadınlarını hareme satan kimseler (Bknz: Osmanlı'da Çerkes Köleler).. bugün 2014te; Çerkeslerin 150 sene önce çağın şartlarıyla yaşadıkları zulmü revizyon geçirmiş şekilde Kürtler, Ezidiler vs. yaşamaktadır. Biz isteriz ki; bu haksızlığa karşı ses çıkarılsın, mücadele verilsin. Bu haksızlık hasıraltı edildikçe; savaştan kaçanların, açlıkla ve yoklukla yaşadığı bu ülkede; ölüm riskinin çok yüksek olduğu şantiyelerde çalışmayı "koşa koşa" kabul edenler de çok olur, patron bu çokluktan güçte alır, proleterya'nın "üretim" gücü de zayıflar. Görüyorum ki; sakallı, daha önce girilmemiş bir yoldadır, isterim ki orada kalsın. Orada kaldıkça; muzaffer amacımızın bizi birbirimize iteceği günde yaklaşır elbet. Nihayet; salonun yasakladığı "sokak" taşmıştır artık. Salonlar can sıkıcı yerlerdir, nihayete ancak sokakta varabilirdik. Görüyoruz ki; yakınızda. Ancak dikkat etmekte fayda var, yaşadıkları şehir gibi kapitale dönüşen göbekli bürokratların zehri; sokağı hep el altında tutmak ister. O halde; gençlik, içeriden-dışarıya karşı.. her yerde direnişe geçmelidir. O günde yakındır artık.

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler