Yoldaşlara...

"...sabahları erken kalkıyor, geceleri geç yatıyoruz."

Kişinin kendini düşünebilmesi, kendi adına karar verebilmesi, ihtiyaçlarına kendi karar vermesi, ihtiyaçlarına kendi çözüm araması... kendi yaşamıyla ilgili, kendi geleceğini kendi başına ve hiçbir müdahaleye, direkt yönlendirmeye maruz kalmadan yapabilmesi çok önemli şeylerdir. Hatta, bu önemi o kadar yücelteyim ki; 'bu özgürlüğün en temel yapı taşıdır' bile diyebileyim size. Bununla ilgili; düşünsel anlamda, bunu sürekli konuşanlara neden itiraz edeyim? Bir kişinin, neyi yaşamak istediğine karar vermesi, bunun için kendine ihtiyaç gördüğü şeyleri edinmesi, programlı ya da doğaçlama olarak istediği yaşama doğru yürümesi beni neden rahatsız etsin? Zaten beni rahatsız eden şey; neyi nasıl yaşamam gerektiğine karar veren, yaşamın en temel ihtiyaçlarını bile verdiği bu karara oturtan ve kendini bana sürekli dayatan şey değil mi? Benim, sizin gibi düşünmediğimi söylemek kadar kırıcı bir durum yok. Ben kişinin, kendi edinebildiği bilincine saygı duyuyorum ve bu anlamda; her ne kadar uyuşmazlıklar barındırsa bile, kişinin benim yaşamımı etkilemeyeceği herşeyi onaylıyorum. Ancak sorunun kökeni de sanki burada başlıyor. Çünkü; kişi kendi başına karar alımını bana zarar vermeden ne kadar yapabiliyor? Onun, yaşantıma etkisi ne ve neyin benim ihtiyacımı gidermek için çözüm olmadığına, benim çözüm olarak gördüğüm şeyin yanlış olduğuna nasıl karar veriyor? Bunu hangi tarafa dayanarak yapıyor? Bunu hiç tartışıyor mu acaba içinde? Yoksa, kendini ve bilincini kutsalı sayarak; neyin kaderini(*1) değiştirecek olursa olsun yapmayı özgürlüğü sayarak, kaderini değiştirdikleri için hiçbir sorumluluk duymak istemiyor olabilir mi? Sizce kişinin, (her kişi olabilir) özgürlük gibi bir kavramı kendine merkezleştirip; merkezinden dünyadaki diğer kişilerle olan etkileşimini sadece kendi özgürlük algısıyla yorumlaması doğal mıdır?

Bu soruların çıkaracağı cevaplardan çok, yeni sorular sordurtacağını düşünmekte benim biriciğimin gerçekçiliğidir. Gerçek; içinde bulunduğumuz durumun somut tahlilleri üzerine oturduğu zaman; günün en büyük sorununu oluşturan şeyin; kişinin kendi inisiyatifinin bütün kişilerin inisiyatiflerine rağmen kendi penceresinden düştüğü durumun bugün oluşturduğu alışkanlık hastalığıdır. Bir gerçekte yaşıyoruz, her ne kadar insanlığın gerçekliği olduğuna inanmasak bile, bizi içinde bulunmaya mecbur eden, dışına çıkmayı pek tecrübe edinemediğimiz; somut, dayanmış ve bastıran, hayatımızın her alanına kast eden ve hayallerimizi vahşice sömüren, içinde yaşadığımız yalandayız ve onu gerçek gibi yaşamak; inkar etsek bile maalesef ki kaya gibi ağır bir hakikat. Yaşamamız dayatılmış bu yalana bir hakikat gibi davranmak zorunda kaldığımız ise kim ne derse desin içinde bulunduğumuz durumun en nazik tarifidir. Birbirimizi kandırmadığımız için, vaadlerde bulunmadığımız için ve hepimiz özgürlüğün nerede bulunabileceği konusunda hemfikir olabildiğimiz için yanyana değil miyiz? O zaman yoldaşınız olarak size gerçeği tarif etmekte, yoldaşlarım olan size karşı bir öz sorumluluğumdur.

Bu yüzden derim ki;

Tarihin özgürlük için çarptığı zamanlarda, bizim bugün onlardan aldığımız ilham taşıdığımız kavgamızın değerini iyi bilelim. Çünkü özgürlük arayışımızın tarifini ve savaşını vermiş olanlar sayesinde bugün kendimizi bir araya getiriyoruz. Kendi içinde bulunduğumuz ve düşmanımız tarafından sürekli manipüle edilen suyumuzu berraklaştırmak, anlaşılabilir kılmak ve neyi neden ve nerede-nasıl talep edeceğimizi anlatabilmek; hayalini kurduğumuz yarına doğru bir adım daha gidebilmekten başkası değildir. Her birlikte oluşumuzda, birlikte başlayan tartışmalar ve birbirini tekrar eden deyimler; bizi özgürlük için aradığımız çözümden uzaklaştıran şeyler olmamalıdır. Tartışmalar, konuşmalar elbette doğal, fakat doğal olmayan şey; bunca tartışmanın bir sonuç doğuramaması değil mi?

Bugün, sayfalarından sözler paylaştığınız ve makalelerini dilinden düşürmediğiniz insanların; bugüne uzaklığı ve bu uzaklığın anlaşılmazlığı kabul etmelisiniz. Düşmanımız, kavgamızdan korkuyor! Biliyor ki; onu yok edecek olan biziz. Bizi birbirimize karşı anlaşılmaz kılmak istiyor ve asla bitmeyecek bir fitneyi aramıza aşılıyorlar. Bunun adına her ne denirse densin; ki bugün sözde kendini bireyselci anarşistler olarak tanımlayan ve anarşist kolektiflerin ve örgütlenmelerin birlikte hareket etme duyularına saldıran; birlikte hareket etmeyi doğru bulan yoldaşlarımızın kafasını karıştırmaya çalışanlar da; bu fitnenin kendi organik ağlarımıza gelmesine bilinçsizce hizmet etmektedirler. Defalarca rastlamama rağmen ve iletişim kurmaya çalışmalarıma rağmen; kendi sesi dışındaki bütün seslere kapanmış kulakların ardında, kimin ne istediğine kendi karar verip, buna gerçekmiş gibi inanan arkadaşlar, her ne kadar anlık organize olabilen yapılaşmaların içinde fiziken bir sayı teşkil etselerde; inancımızı söyledikleri ve kendi söylediklerini bile dolaylı inkar etmeleri yüzünden; kendi içlerinde neyi istediklerine karar veremeyişin inanılmaz birer baş ağrısını çekere, bu ağrıyı kendi akıllarından, kolektiflere taşımaya devam etmekteler. Bu yaptıkları, bazı anarşist teorisyenlerin makale ve sloganları ardına sığdırıp gerçekliğine; kendi inkar ettikleri yolla bizleri de inandırmaya çalışıyorlar.

bizim paradokslar üzerine kendimizi tüketeceğimiz vaktimiz yok. Kimsenin efendisi olmak istemiyoruz fakat kimsenin kölesi olmakta istemiyoruz ve kölesi olmaya zorlandığımız bir yaşam içinde doğduk; savaşıyoruz! Düşman müfrezelerini oluşturmuş ve bize saldırıyor. Direnmek için bir barikat kurmalıyız. Bu barikatı savunmalıyız, şimdi susmaya da hakkımız yok; konuşmaya da.. ikisini bir arada oluşturmalıyız.



Share:

Sochi; Geçmiş-Gelecek


Yaşamın bizi taşıdığı yerdeyiz. Tarihimizin kırım noktası olan 1864'ü, Umutlarımızın süsü iken, halkımızın mezarına çevrilmiş Sochi'yi ve bizi acımasızca savuran Savaşı da unutmuyoruz. Gerçeklik ve duygusallık ikilemindeyiz. Robot değiliz, farkındayız. Duygusal davranabiliyoruz fakat bu duygusallığı hayatımıza endekse edemeyiz. Duygusallığımız geçmişten beslenirken, gerçekliğimiz geleceğimizi inşa ediyor olacak. Bu yüzden şurasını iyice anlamalıyız ki; ne duygularımızı söküp atabiliriz içimizden, ne de duygularımıza esir olup geleceğimizi risk altına alabiliriz; tek bir yol var! Geçmişi unutmadan, geleceği planlamak!

Ölenler; boyun eğmediler diye öldüler... boyun eğmediler, çünkü; özgür yaşamak istiyorlardı ve inanır mısınız bilemem ama, ölene dek özgür yaşadılar ve özgür insanlar olarak öldüler. Bize bu savaşı kazanacak bir erk, silah bırakmadılar ; çünkü onlarda yoktu.. bize sandıklar dolusu altın, kutular dolusu para bırakmadılar, çünkü onlar da yoktu. Ancak, hiçbir erkin zaptedemeyeceği ve hiçbir altının satın alamayacağı o şeyi bize bıraktılar.. çünkü onlarda vardı o, asla teslim etmedikleri ve asla yolundan dönmedikleri bir şeydi; ÖZGÜRLÜK RUHU.. işte kara tarihimize tanıklık eden karadenizin rüzgarında kulağımıza taşıdığı fısıltı da bu.. bize öylesine kesin, öylesine gerçekle konuşuyor ki karadenizin fısıltısı; "İyi dinleyin beni" diyor ve "Hiçbir gücün, hiçbir baskının ve şiddetin teslim alamadığı ruhu dinleyin, bu ruh ki; sizin yüreğinizden ve aklınızdan sökülmedikçe; hiçbir şekilde esir olmayacaksınız. Herşeyin bitti dendiği noktada, yeniden varolmanın ne olduğu; dosta-düşmana göstereceksiniz" diye devam ediyor.

Sochi'de olimpiyat yapabilirler-yaptılar-da! Devam da edecekler buna.. Çünkü devlet, ahlaksızlığın ve savaşın kendisidir. Rusya da bir devlettir. Kendi içinde, kendi eğitim adı altında aşılağıdı şeylerde, kendi altında ezilen işçilerine diyor ki; "Ben güçlüyüm. Korkun benden" Bunu bize de söylüyor. "Sizin tarihinize kıydım. Sizin yaşamınıza kıydım ve sizi dağlarınızdan çıkartıp çöllere kadar yollattım. Öldürmekle bitmediniz. Kalanlarınız şu gücüme tanık olsun ve haddini bilsin. Ben bugün, tekrar; size yine aynı acıyı yaşatacak güçteyim. Sochi'de kanıtımdır." diyor. Biricikliğinin temelini, kana ve vahşete; baskıya ve dayatmaya oturtup; "Bu topraklarda, benim istediğim herşey olur" diyor ahlaksızca. Uluslararası özgürlük istemine de şunu iyice gösteriyor ki; bir devlet; savaşın en acımasız olduğu yerde, barışı temsil eden olimpiyatları kullanacak kadar yalancı, göz boyayıcıdır. Biz Çerkesiz ve İnciniyoruz tabi, bu yaşamın insancıl refleksidir. Biz-de bu insancıl refleksimizin kalbimize bıraktığı acıya karşılık tepki veriyoruz. Tepkimiz kronikleşiyor sonra, sonra iyice sıradan bir şeye dönüşüyor bizim için. Aslında şurayı unutmayalım; sochi sıradan bir kent değildir. Rusya sıradan bir olimpiyat düzenlemedi. Biz sıradan bir eylem yapmadık. Sochi bir soykırım toprağıdır ve özgürlük ruhu taşıyan Çerkesyalılar tarafından, canları pahasına savunulmuş Çerkesya'nın işgaline, soykırımın fiziksel bütün belirtilerine tabidir. Rusya, biraz yukarıda bahsettiğim gövde gösterisini yapmış, savaşın en acımasız olduğu bir kenti barışı temsil eden bir organizasyona ev sahibi yaparak; dünya devletleri için; savaşın ve barışın ne kadar oryantal olduğunu göstermiştir. Hiçbir şey sıradan değilken ve olimpiyatlara hayır eylemleri de kaynağını buradan alırken, çirkinliğine tanık olduğumuz devlet rusyası bu olimpiyatları yapmıştır. Buna karşı da kaynağını buradan alan, olanı kınayan eylemler yapılmıştır. Bu süreçte biz; uyuyan bir halkın ayağa kalkan bazıları olarak eylem yapma refleksimizi ve tarzımızı da oluşturduk. Şimdi aylarca ve yıllar kendimize sochi'yi anlatıp, sochi üzerinden dirilen halk tabakamızı sürekli sochi üzerinden eyleme besleyemeyiz. Sochi; bizim için acı Rusya için yüz karası olarak tarihe ikinci defa yazılmalıdır ve tarihte, ait olduğu yerde yerini almalıdır (Geçmişte) Bizler de, yaşayan ve organik bağlantı kurabilen Çerkesler olarak, kültürümüzü, dilimizi ve bizi biz yapan herşeyimizi canlı tutacak birşeyler yapmalıyız.

Geleceği tesadüfen değil, planlayarak yaşamalıyız. Plan-programlarımızı organize etmeli ve geleceği bu organizasyona uymaya zorlamalıyız. Bunun için eylem göstermeliyiz.

Tabi herşey olurken, geçmişimizi de asla unutmamalıyız.

Çerkes Soykırımını artık dışarıya anlatmalıyız. Halklarla birlikte (Türk, Kürt, Arap, Laz, Alevi,  Sunni, Dinsiz, Hristiyan) halkımızı temsilen, halkımıza hitap eden, halkımız adına konuşan ve isteyen olmalıyız.

Share:

dünya anadil gününde, konuşamayan anaların hatrına!



Bugün dünya anadil günü yoldaşlar!

Tarih ile yitip biten ve tek konuşanı kalmayan ölü dilleri bugün teker teker selamlamalıyız ve hala konuşulabilen, bu fırsatı olan dillere de sarılmalıyız. Bugün anadil günü, bugün diğer dilleri kendi adlarıyla selamlamalıyız. Neşe günü değil, sevinç günü değil çünkü hala öldürülen dillerin var olduğunu bilmeliyiz, katillerin failleri teker teker öldürdüklerini ve öldürülen dillerden sonra sıranın bizim dilimize geleceğini de idrak etmeliyiz! Bugün, kardeş halkların kendi dilini konuşmasını kucaklamalı ve dosta-düşmana şu mesajı vermeliyiz: BİZİM KAYBEDECEK BİR DİLİMİZ KALMADI!

...fakat yoldaşlar;

hangi dili konuşuyor olursa olsun; şehrin ve kırsalın en izbe köşelerinde; yaşamın en zor sanatını icra eden, kire, pise, haksızlığa rağmen-
-acıya, kana ve savaşlara rağmen hala dönen bu dünyada, hala insan yetiştirmeye devam eden ANA'lar; BABA'lar tarafından işkenceye uğratılıyor.
Bu BABA'ların ve zihniyetinin sona ermediği her gün; ANA'dan başlayarak, inananlar için VATAN, inanmayanlar için KARA.. DİLlerimiz hep tehlikedeler.  Çünkü bu melun babalar, vahşi bir sistemi yaşama önce kadının bedeninden, sonra doğanın yüreğine değin her yere dayatarak, baskı ve şiddetle geçirdiler. Başka halkların analarına dillerini unutturdular, silahı icat edip; evlatların canına kıydılar ve ölen evladı arkasından, anasının hangi dilde ağladığına hiç bakmadılar.

Bugün, Dünya ANAdil günü; ağzını açıp tek kelime edemeyen analarımızın da günü..
bugün kutlanacak gün değildir kurtuluşa kadar.
bugün analarımız için,
ana dillerimiz için dövüşeceğimiz gündür..

Share:

Sadece doğa değil, biz de kirleniyoruz.



Sadece ağacın, kuşun ve böceğin hatrına değil; yanılgısına kapıldığınız benliğinizin aşkına da sahip çıkın yaşama. Canlılık birbirine paranın, sermayenin, iş gücünün, rahatın ve huzurun, bolluğun ve çokluğun bağlarıyla değil, organik bağlarla bağlıdır. Bu organizmanın hastalanan bir parçası, sadece ona temas eden organları değil, onunla birlikte olan bütün organları hastalandırır. Şu gerçek gözünüzün önünden asla yitmesin; bizler dünya denen bu canlının parçasıyız. Herşeyle birlikte; bu canlının kendini yaşatan ve kendini yaşatırken bize de sunan parçasıyız.. eğer kanserli gibi hareket edip, bu canlının yaşam devrelerini geleceği gözetmeden zehirlemeye devam edersek, kanserimizi durduramaz ve canlının her yerine aynı pislikle bulaşırsak, kendi yaşamımızı da tehlikeye atacağız. Bunu görmek için okullar okumamız gerekmiyor. Bunu anlamak için kitaplar yutmamız da gerekmiyor. Zifiri cehalet dönemine sırtımızı dayamış, mecburi aydınlık çağına şahitlik ediyoruz artık; artık biliyor ki, zehirlediğimiz gökyüzünden uzakta değiliz, gökyüzünü ciğerimizde tutuyoruz. Zehirlediğimiz su kaynaklarının dışında değiliz, bütün sular bedenimizde akıyor. Yediğimiz bitkilerin dışında değiliz, onlardan alıyoruz ve onlara veriyoruz. Yaşam her ne kadar dışsal algımızın önüne serilse bile, organik biçimde hayatımızın içine de giriyor. Sadece gökyüzünü, suyu ve toprağı kirletmiyoruz! Kirlettiğimiz kadar da kirleniyoruz..

Lütfen, sadece ağacın ve kuşun değil; yaşamın hakkı için duyarlı olun. Sadece doğayı değil, kendinizi de korumak için uyumlu yaşamayı arzulayın. Sadece doğayı kirletmiyoruz çünkü, doğayla birlikte kirleniyoruz çünkü bunu anlayın.

Çocuklarınıza reva gördüğünüz kanserli bir dünyada, acılı bir hayat olmasın.

Sağlıklı bir yaşam için, uyumlu bir canlı olmayı öğrenin. Doğayı ve yaşamı kirletmelerine izin vermeyin.
Share:

gerçeklik ve faşizm

Sevgililer, gerçek öylesine acımasızdır ki 'yalancının' kim olduğunu sormaz.. Enternasyonaldir gerçeklik.. ve bazı gerçeklikler öylesine biricikleşmiştir ki; onun felsefi bir 'dışa akımı' ve 'başka yorumu' yoktur! Sadece kendisi vardır; olduğu yerde, ağır ve acı verici olarak tarifini iyi yapar.. İşte FAŞİZM'de bu gerçekçilik tanımı içindedir. Türkiye'de küçücük bir zümre dışında kendine faşist diyeni pek azdır aslında, ancak Türkiye'de faşist olmadığını iddia eden on-milyonlarca faşist yaşar. Onların kendilerine ördüğü hiçbir mazeret, hiçbir söylem akıla hitap etmez.. Onların kendilerini olduğu gibi kabul etmesi-de zordur. Faşizmin pek çok özelliğini bünyelerinde taşırlar ve faşist olduklarını anlamazlar. Bunları pek uzakta aramayın, çok yakındadırlar aslında; hepimizin evinde, çoğumuzun odasında bile.. ve hatta yine azımsanmayacak kadar çoğu-da aynanın karşısındadır bunların; öyle gözünüzü uzaklara dikmeyin hemen! Kendinizle tanışın..

Kimileri barikatlar-da bu arkadaşların,
kimileri sokaklar-da
kimileri açık açık faşist
kimileri ise gizliden gizliye!
kimi bilir, kimi bilmez
kimi ise inkarcıdır..
kimileri mutfakta; kasaptalar

bir annenin yavrusunu öldürüyorlar kimileri,
kimileri bu ölümden pay alıyorlar
kimileri onu anne-yavru saymıyorlar.

herkesin bir bahanesi var;

kimi; Türkiye'yi böldürmeyecekmiş
kimi; sağlık için yiyecekmiş..
kiminin de parası yokmuş, çaresizmiş..

kimine göre; kadın susacakmış
kimine göre; herşey bizim içinmiş
kiminin hiç görüşü yok..

#milyonlarcafasist e...

bir kedi için dövüşeceğiz, bir köpek için, bir dana için..
bir adım geri durmayacağız..
ne insandan,
ne hayvandan asla vazgeçmeyeceğiz!
bugün hayvan ölümleri için susanlar,
hayvan katliamına adalet istiyoruz diye kızanlar iyi bilsinler!
işkenceyle öldürülmüş bir kedinin hakkını arayamayan,
öldürülmüş insanın hakkını da aramazdı;
ucunda politika (bir çıkar) olmasaydı..!
Share:

Çerkes Soykırımı Tanınsın - İmza Kampanyası


Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler