ben, 30 mart ve Türkiye: Toplumun kayıtsız şartlanışları!

Bugün 30 mart, Türkiye'de milyonların 'oy verip' bir şeyleri değiştireceği gün bugün. Ancak neyi, hangi vadede ve nasıl değiştireceği konusunda çok farklı kesimlerin akıl almaz inançlarından, küçük beklentilerine, tedirginlikten, umuda bir çok farklı yaklaşım, bir çok farklı duygu var. Bugün, toplumu temsil eden bir çok kişi için beklenen o büyük gün işte.  Artık birileri için; -ya umudun yıkıldığı ya da umudun kazandığı- gün olacak bugün. Ertelenecek, üstüne düşünülecek, hayaller kurulacak tek bir gün kalmadı; bugün; dünyayı böyle güzelleştirebileceğine inanan milyonlarca insan tüm umutlarını ve kaygılarını bir sandığa bırakacak ve henüz gün bitmeden umutlarının ve kaygılarının cevabını alacak. 

Bugünün milyonlara hitap eden anlam ve önemiyle; önce bugüne doğan güneşe hoş geldin diyorum Üsküdar'daki evimizden. Bugün doğan güneş ile birlikte uyanacak insanlar; Türkiye'nin kaderini değiştirme inancıyla tenlerine güneş nüfuz ede ede sandıklarına gidecekler çünkü. Bu güneş; umudu ve inancı ne olursa olsun; iradesini sandığa bırakacak hiç kimseyi ayırmadan dokunacak. Bu güneş yine umudu ve inancı ne olursa olsun, iradesini sandığa bırakıp kazanan ya da kaybeden hiç kimseyi ayırt etmeden ayrılacak tenden. İşte; günün anlam ve önemini sandığa giden insanları hiç ayırt etmeden kendinden faydalandıran ve kendinden mahrumlaştıran bu güneş hak ediyor.

Ben önce kendimden şöyle bahsedeyim istedim bugün; velev ki umudumu ve inancımı sandığa bırakacak bir insanım, velev ki irademi öyle vereceğim idareye, bunu yürekten istiyorum ve bunun yaşamımı değiştireceğine çok inanıyorum diyelim. Tüm bu şartlar dahilinde bile maalesef ki teknik sebeplerden ötürü oy kullanmayacağım. (Birileri AKP işbirlikçisi ilan eder kesin.) 
Teknik sebep: İkametgahım Antalya Muratpaşa İlçesinde ve ben İstanbul Üsküdar'dayım.

ama dedim ya; velev ki diye.. işte öyle değilim dostlar. Bunu sevsenizde, sevmesenizde..  işbirlikçi desenizde, demesenizde, kullanmadığım oy bir yere yarasa da yaramasa da; oy kullanmayacağım. Çünkü siz; Oy kullanmanın birşeyleri değiştirebileceğine nasıl inanıyorsanız, bende hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine öyle inanıyorum. Nasıl sizin oy kullanmak için makul sebepleriniz varsa ve ben onlara gülüyorsam, sizinde bana gülmenizi istediğim ve oy kullanmamak için  makul sebeplerim var.

Burada oy kullanmayı küçümsemek ve oy kullanmama propagandası yapmak istemiyorum. Nihayetinde şuan, öyle de olsa böyle de olsa; hepinizin oy kullanma özgürlüğü var ve bu özgürlüğünüz bana tehdit olmadıkça ben sizin kendinizde bulduğunuz bu özgürlüğe saygı duymak zorundayım/duyuyorum. Bazı arkadaşlarımızla aramızdaki samimiyete dayanıp yaptığımız konuşmaları saymazsak; oy kullanan kitlelere topyekün bir savaş halinde değilim. Bu yüzden oy kullanan sevgili dostlarda, kullanmayan dostlarda rahat olabilirler, samimice yazmak istediğim konu;

Bugün oy kullanan milyonların içindeki Mevcut durumdan rahatsız olan kişilere samimice bir mesaj, yarın için bir altmetin, gelecek için bir konu.. 

Konuyu kendimi ifade edebilmek için, henüz bu kadar yaymış olmama hayret etmeyin, yanlış anlaşılmak, anlaşılmamaktan çok daha kötü bir durum ve bu kadar önsözden sonra konumuza başlıyorum:

Sevgili arkadaşlar;

Bugün ülkenin kaderini değiştirebileceğinize olan inancınız ile sandıklara gideceksiniz ve hepiniz aynı zalimin zulmüne maruz kalıp yeter artık diye haykırıyorsunuz. Kendini iktidara getirip idareyi almasının kaynağı halk olmasına rağmen halkına saldıran iktidara karşı öfkeli olmakta-da son derece haklısınız. Bu öfke tamamen insancıl iradenizin sizde uyandırdığı doğal bir duygudur. Sizin bu öfkenizi kontrol etmek istiyorlar ama başaramıyorlar. Öfkeniz Haziran ile birlikte onların uykularını kaçıran gücünüzdü. Haziran ayından bu yana, öfkenizi şiddetle durduramadılar, öfkenizi satın aldıkları medya ile durduramadılar. Komşu ülkelerle savaş şartları yaratıp, öfkenizi korkuya çevirmeye çalıştılar ama bunu da başaramadılar. Şimdi, öfkenizi sandığa gömmeniz için siz uyurken harıl harıl çalışıyorlar. Üstelik bu defa, can havli diye tabir edilecek türden bir şekilde. Çünkü artık iktidarın sizin öfkenize dayanacak gücü kalmadı. İktidar, öfkemizin kendisi için olan tehlikenin farkında; biz de öfkemizin gücünün farkında olmalıyız.

Gücümüzün farkına vardığımız zaman, iktidar kavramı halkına karşı saldıracak yetkiyi dahi bulanların kavramı olmaktan kurtulacak ve halka, tamamiyle halka ait olacaktır. Bugün seçimlerde umut ettiğimiz sonucu alamayabiliriz, ancak bu gücümüzün farkında olduğumuz süre içerisinde; iktidarda kimin olduğunun hiçbir önemi kalmayacaktır. Kim ki iktidara gelip halkına zulüm ederse; nasıl bir karşılık alacağını görecektir bu güçle.

Sandık içinden neyi çıkarırsa çıkarsın; çocuk öldürmeyi, bunu teşvik etmeyi, insan yaralamayı ve adaletsizliği meşrulaştırabilir mi? İşte sandık içinden ne çıkarsa çıksın; bunları yapanlar meşruluğunu yitirmiştir. Bunu torbalarıyla çıkardıkları yasalar ile istedikleri kadar değiştirmeye çabalasınlar. İnsanın vicdan şirazesi vardır ve bu adalet duygusunu yitirmeye, zalimlerin çıkardığı zorba yasaların gücü yetmemelidir.

Sakın ola ki; Sandık öfkenizi öldürmesin.

Adalet sandıklarda aranmaz, adalet vicdanlarda aranır. Eğer adaletin geleceği sandıklara bağlanmış olsaydı bugün Partileri değil, mahkemeleri yönetecek kişileri biz seçiyor olurduk. Eğer mahkemeleri biz seçmiyorsak; partilerin adalet hükmünde işledikleri suçları aklamak için sandığa gitme lüksü yoktur.

30 mart'a yüklediğiniz umudu sandıkla yitirmeyin. Sandıklara sığmayacak kadar büyük vicdan sahibi insanlarsınız.

Adaleti ve kendinizi kayıtsız olarak sandığa şartlamayın!

Share:

Kendinden politik


Kendini politize eden toplumsal yapılaşma, çevresinde değişen etmenlere dahil veya karşı olumun olgun iradesini ortaya koyacağı için bir yaşamsal gerekliliktir. Değişime karşı bir tutum geliştiremeyen ve kendini konumlandıramayan kişi ile toplumun kaderi birbirine o kadar benzer ki, tutumsuzluğu; onu gelişimde kendini veya kendinden olanı temsil edemeyen bir sürece ister istemez entegre eder ve eritir. Gelişime direnmek bir sürelik muhafaza sağlasa dahi; bu muhafazakarlığa bağlanmak malesef ilerleyen zamanda yobazlaştırır, yobazlığı sapkınlığa ve saplantıya dönüşür. Bu durumda; kişinin kendi rengi olan şey ile, toplumun kendini ifade ettiği kültür; yobaz bir gericilikten başka bir şekilde tarif edilemez hal alır.

Kendini, mevcut zaman ve şartlara göre politize eden yapılaşmalar; çevredeki değişime kendini temsil eden bir faktör olacağı için kuşkusuz ki faydalıdır. Ancak yine de, çevrede değişen etmenlerin insani ahlak ve değerlere göre çözümlenmesi de, polltize olan yapılaşmanın gerekliliği kadar şarttır. İnsani ahlak ve değerler; toplumun dünya ile paralel bir şekilde çevreyi etkileyecek biçimde olmalıdır.

Politize olmaya karşı koymak ise tam bir saçmalıktan ibarettir, nihayetinde gelişimin kendine kattığı değeri ne kadar olumlu görsek dahi; bunda kendi payının olmaması bir o kadar olumsuzdur. Artı değerlerin sürekliliği gibi idealardan bakınca bile, bu kendini temsil edemeyen kişinin/toplumun başkası tarafından temsil edilmeye muhtaç olmasını gösterir. Kendini temsil edemeyeni temsil eden faktörün tüm iyimlemeler dahilinde bile bu tutumu, politize olmayanı kendine bir şekilde bağımlı kılması demektir. Bu yüzden; kişiler ve toplumlar; çevresindeki gelişime katkıda bulunacak kadar ve çevresindeki gerilemeye de direnecek kadar politize olmalıdır.


Share:

Sosyalist Çerkesler: Karşı muhalefette bilinç arıyor!


Çerkesler için son yıllar tartışma dolu geçiyordu. Bu tartışmaların bir harekete gebe olduğu ise kuşkusuzdu ve nihayetinde tartışmaların tarafları gebe oldukları düşünceleri doğurmaya başladılar birer birer, iyi kötü; hepsi gerekliydi. Düşüncelerini şekillendirip; sokağa inmeyenler hala tartışmalarda saplandıkları yerdeler ve hala son yılların başlangıcını oluşturan şartların geçerliliği üzerinden destanlar yazıp; sokak hareketinin çok gerisinde, ofis hareketine bağlı bir şekilde duruyorlar. Oysa zaman geçiyor ve geçtiğiyle kalıyor. Zamanı takip edebilen, şartları zamana uygun bir şekilde analiz edip kendini konumlandırabilen kişilerin birlekteliği; doğmuş düşünceye bellek katarak önünü açıyor ve yürümeye başlıyor. Ben bu şartlı birlikteliğe kısaca örgüt diyorum. Çerkesler için bu şartlı birlikteliğin en temel yapı taşı; kimlik bilinci. Kimlik bilinci; kimliğine saplı kalmayan bazı arkadaşlarımızla, kimliğinin selameti için dünyanın iyileşmesini öngören bazı kişileri de şartlı ortaklaşmaya yitiyor ve böylece tamamen uyuşmasa dahi; birbirine tahakküm kurmayan yapıların kimlik endeksli ortaklaşması doğuyor. İşte bazı arkadaşlarımıza bu konuyu anlatabilmenin ne denli zor olduğunu hepinizin bilmesini isterim. Sözüm onlara; saplı kaldıkları yer, kendilerine adım attırmayan şerlerle dolu ve kimlik endeksli ortaklaşmayı zihinlerine büyük bir felaketmiş gibi nakşetmeleri, bunun üzerine yoğun düşünmeleri; onların eylemsel geleceğini biraz daha ileri ve hareketin gerisine iten bir durum. Gel gelelim; ortaklaşmanın taraflarına; bu tarafların bazı zatlarının veya örgütsel hafızalarının, ortaklaşan zatlara ve taraflara tahakküm kurmadıkça; iki tarafı da kimliği çevresinde ilgilendiren konularda ortaklaşmasının hiç kimseye zararı olmaz. Bunun doğuracağı zararlar üzerinden sürekli manipülasyonlar üretmek; iki taraftan birine kendini kullandıracak kadar aptal, diğer tarafına ise suistimal derecesine varan itham oluşturur. Ancak eylemsel ortaklaşma kuran iki tarafın, kendilerini bu duruma iten sebepleri değerlendirerek birlikte hareket ettiğini düşünürsek; daha önce benzeri hiçbir fiili yaşayamamış ve iki tarafla-da mevzu olan konu hakkında fikir alışverişi yapamamış örgüt/kişilerin böyle ağır ithamlarda bulunacak seviyede olmadıkları açığa çıkar. Ayrıca; bu manipülasyonu yapan çevre çeperin içinde bulunan bazı arkadaşların, ortaklaşa fiiliyat gösteren çevrenin içindeki bazı dostlarımızla arkadaş olduklarını göz önüne alırsak; harekette ve düşüncede birlikteliği zehirleyen bir olguyla karşılaşırız. Bu durum; mevcut manipülasyonu yapan ve bundan ötesine gidemeyen zat veya örgütün saplandığı yere batmasına sebep verir. Bu-da kimseyi sevindirmez.

Kısacası; Sürekli ulaşılabildiği halde bir defa bile iletişim kurmayan tarafların eylemsel stratejileri birbirini bu derece etkileyecekmişçesine yorumlanmamalıdır. Eğer bir risk varsa, tarafların çeper dostları, eylem stratejisine geçmiş hareketin içindeki organik bağları olan kişileri usulünce iletilmelidir.

"Sosyalist Çerkesler" kastım kimdir, kime hitap etmektedir?

Bunlar, istanbul-sakarya-ankara-mersin-izmir de yoğun emek verilmek sureti ile, Tekirdağ'dan Tokat'a Samsun'dan Hatay'a kadar daha önce organik bağlar kurmuş bazı arkadaşlardır. Bu arkadaşlar, SDP, SYKP, ESP ve BDP içinde daha öncede emek vermiş kişilerdir. Bugün ise elbette HDK-P'nin içindedirler. Bazıları ise daha önce hiçbir partide emek vermemiş (bağımsız sosyalist diyorlar) ancak şartlara göre bütün örgütler ile amaç yolunda ortaklaşa kurmuş kişiler de var. 2 elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ise Anarşist, Anarşist Komünist-Kolektivist, Pan-Anarşist arkadaşlarda var. Bunların bir çoğu daha önce birbiriyle organik bağ kuran, hepsinin temel benzeşmesi Çerkeslik üzerinde  yoğunlaşan kişiler. Bazıları daha önce de birlikte eylem yapmakla birlikte (13 mayıs - 25 mayıs: Çerkes Soykırımını Halka anlatma, 31 Mayıs-17 Haziran: Gezi Parkı Direnişi 18 Temmuz - 30 Ağustos: Adalet Yürüyüşü, 3 Ekim- ****: Çerkes Soykırımı Tanınsın İnisiyatifi; Stand açmalar, halka anlatmalar vs. ) gün geçtikçe (HDK-P etkinlikleriyle çoğalan) eylemsel bellekleri çoğalmaktadır. Fikir gelimi artmakta, talepler; amaç hizasında strateji geliştirerek süzülmektedir. Bu arkadaşlar; Kişi, Kurum ve Devletlere karşı bazı talepler oluşturmakta, oluşturdukları talepleri geliştirmekte ve yaşama geçirmektediler. Stratejik önem konusunda mutabık oldukları zaman; bir yoldan somut ortaklık buldukları başka örgütlerle birlikte; sürecin ve amacın hizasında konumlanabilmekteler. Kendilerini konumlandırış biçimleri ise; özgün manifestolarına uygun bir yolla gerçekleşmektedir. Mesela; Sosyalist Çerkeslerin emperyalizme karşı duruşu nettir. Ancak global emperyalist karşı konumuna alternatif yerli emperyal güçleri tercih etmemektedirler. Mümkün mertebe; ikisiyle de aynı uzlaşma tanımaz savaşımı vermekteler. Faşizm konusunda, neyin-neden-nasıl faşist bir düşünce olduğunu analiz edebilmekte, net bir dille bunu ifade edebilmekteler. Örgüt içinde, kimse; sözde soğuk bir kurulun, sözde demokratik bir yoluyla seçilen sözde başkanının her söylediğini mutlak gerçeklik olarak görmemektedir. Bu arkadaşların bütün karar alma mekanizmaları; herkesin eşit derece önerebileceği-eleştirbileceği ve geliştirebileceği biçimdedir. Herşeyden önce, arkadaşların birbirleri arasındaki samimiyet, üst derecede önemlidir. Birbirini sevmeyen kimseler, birbiriyle birlikte hareket etmeye zorlanmamaktadır. Bu karakteri uyuşmaz kimseleri; birbirine dayatan hiçbir unsur yoktur. Örgüt içinde kişi; kime ne kadar yaklaşabileceğini ve eylemsel birlikteliğin neresinde olacağını kendisi seçer. Bütün işleyişi anlatmak çok uzun süreceği için; kısa bir özetle konuyu bu sosyalist çerkeslerin şuan ki konumlanışıyla tamamlayayım;

Bu kişiler, adalet, eşitlik ve özgürlük için, gönüllü olarak bir adalar. Emek ve kimlik mücadelesini de bu süzümlerden geçirip; kendilerinden olsun ya da olmasın herkes için yaşanabilir bir dünyanın inşasında katkıları olsun diye veriyorlar. Bu kişilerin emek mücadelesi; çok kollu ve bireysel farklılıklar barındırmak sureti ile eylemseldir ve sürmektedir. Emek için verilen mücadeleyi kavgalarında ve yaşamlarında taşımaktadırlar. Emek hırsızlarına karşı savaşımı farklı cephelerde de olsa aynı hedefe doğru yürümektedir. Bu kişlilerin en çok bir arada durdukları nokta ise kuşkusuz kimlik mücadelesidir. Kültür Emperyalizmine karşı, devrimci duruşun inşasında, kültürünü egemenlerin kıskacından kurtarmak için mücadele veren tüm kimlik mücadelelerini de sırtlanarak sürdürmektedirler. Bu mücadele içinde, kendi kimliklerini edebildikleri kadar temsil ediyorlar.

Peki! Bu Sosyalist Çerkesler, Kimlik mücadelesinde en çok neyin yokluğunu hissediyor?

Bu sorunun cevabı çok kısa; 'Bilinçli Muhalefet'

Bütün çalışmalarımıza karşı ezici çoğunluğu 2 ayrı damara ayrılan tek bir zihniyet eleştiriyor. Bunlar aslında birbirinin ikiz kardeşi olmalarına rağmen, kimlik mücadelemizin dışına çıktıkça sanki birbirlerine karşı taraflarmış gibi gözüküyorlar. Onlar istedikleri kadar birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini yedekleyen karşı taraflar olsunlar; bizim nedzimizde birler ve aynı amaca hizmet etmekteler. Bunlardan ilki; iliklerine kadar resmi ideolojinin neferleridir. Bu zehir, yıllarca baskıyla-eğitimle-işkenceyle empoze edilmiş şeylerin halklarımız bünyesinde oluştudukları sunni duygularu sömürürler. Ağır ve hafif milliyetçilik türlerinden en az birini, çeşitli kanatlar ya da söylemler ile dayatıp dururlar. Jargonları:

*Bölücülük
*Vatan
*BOP
*Atatürk
*Terörist

gibi kısıtlıdır.

Sloganları ise ; "Yediğimiz *KABA* pislemeyiz." "Bize *KUCAK* açtılar" gibi aşağılık, kendi halkını ancak bu kadar aşağılayabilecek kadar süzmeleşmiş şeylerdir. Bunlar, cehalet sınırının en üst makamının yegane sahipleridir. Tarihleri bilgileri de cehaletleri kadar karanlıktır. Bunları ciddiye alıp, onlara birşey söylemek şüphesiz idea ötesidir. İyi niyetli oldukları şüphelidir. Yazdıklarınızı anlamaya çalışmadıkları, yaptıklarınızı anlatmanızın imkansız olduğu kadar belirgindir.

İkinci Grup;

Her ilkesel duruşun getirdiği taktik stratejiyi öznenin öbeğinden koparıp, tartışmayı sonsuzluğa çekerek mevcut dinamiğin oluşturduğu enerjiyi sömürür durur. Bunlar aşağılıkta olabilirler, olmayada bilirler. Bu kişilerle konular üzerine oturup tartışılabilir; tartışmanın seyrine göre yerinde analitik tanı konulmalı ve egosu yüksek tepeden bakmacı yaklaşanları ciddiye alınmamalıdır.

Ben ve arkadaşlarım ise, milliyetçilik damarları üzerinde örgütlenmeye kalkan kişi ve gruplarda dahi, ihraç ve empoze edilmiş milliyetçilik, vatanseverlik gibi konularda; kendi halkının geleceği üzerinden bunu yapabilen bilince erişmişleri aramaktayız. Kaldı ki; bu şartlar da dahi milliyetçiliği tehlikeli bir zümre olarak görmekte, ona karşı savaşımızı kimin milliyetçiliği olduğuna bakmaksızın eleştirmekte ve yok etmek üzere mücadele vermekte olacağız. Ama en azından; milliyetçilik ve kavramları ile bize yaklaşan zümrenin, başkalarının aptalları olmasını istemeyiz. Kavramı; tam olarak stabil haliyle yaşayabilmek ve buna inanmak, buna zaman adamak ve mücadele vermek; karşımızda dahi olsa kişinin hakkıdır.


Share:

ADALETSIZLIĞE, EŞITSIZLIĞE, ÖZGÜRSÜZLÜĞE; ÇERKESÇE İTİRAZ!



Dil bir halkın kimliğidir ve bu yüzden çok önemlidir. İnsanları halklaştıran şey, onların konuştuğu dilden başka nasıl tabir edilebilir ki... İşte bu yüzden, emperyalizme (yerel ve küresel) karşı savaşımda, halkların eşitliği ve kardeşliği söylemi; farklı dilleri konuşan halkların aynı zalime karşı kendi diliyle karşı koymasıyla somutlaşır. Halkların dayanışması, zalimin zulüm duvarını sarsan yegane silahıdır. Bugün, Fatih Samatya Meydanında gerçekleştirilen Demokratik Halklar Şöleninde, Türkçeden, Kürtçeye, Çerkesçeden, Ermeniceye.. bu topraklarda aynı zalimin zulüm duvarı arasında yok olmaya zorlanan halklar, kendi dilleriyle ortak bir organizasyonda buluştular ve hepsi kendi dillerinde "Yaşasın Halkların Kardeşliği" sloganını paylaştılar. Biz bu savaşın içinde, Zalimlerin zulümüne maruz kalan ve mücadele edenlerin "Çerkesiyiz." Öyle başını öne eğip, verilene razı olanların değil. Biz, bu dünyanın barış ve huzur içinde yaşamak isteyen "Çerkesiyiz" Savaşlardan kazanılacak kirli zenginliklerin Çerkesi değil. Biz; nerede yaşıyor olursak olalım, vicdanımızı klavuz edinmiş, adalet ve eşitlik talep eden; özgürlük için verilen mücadeleye saygı duyanların "Çerkesiyiz" Başkalarının bekçisi olmuşların Çerkesi değil. İşte bizim kendimizi ifade ettiğimiz "Çerkesliğimiz" ile gurur duyuyoruz. Kendini, belirli çıkarlar için peşkeş çekmişlerin, halkını incitenlerin, yalan atanların ve gerçekliğe karşı hayaller uyduranların Çerkesliğinden ise utanıyoruz.

Biz; Yaşasın Halkların Kardeşliği diye, bulunduğumuz tüm toprak parçalarında bağıran ÇERKESLERİZ! Laf ebeliği ile toplumsal mühendisliğe soyunup, somut hiçbir şey yapamadan, olan herşeyi eleştiren acizlerin ÇERKESLERİ değiliz.

Biz, kendini başka bir şeye satmışların ÇERKESİ olmadığımız için:

Alanlarda adımızı haykırıyor,
Kültürümüz için eşitlik ve adalet istiyoruz.
Kendi dilimizde dayanışma mesajları veriyor
ve kendi dilimizdeki şarkılarımızı paylaşıyoruz.

Biz, "varlığımızı-zalimlerin-varlığına armağan etmeyen" Çerkesler olduğumuz için:

Zalimin tarafında değiliz, karşısındayız.
Mazlumun karşısında değil, tarafındayız.

Birbirimizi anlamamız için aynı dili konuşmaya ihtiyaç duymayanlarız, aynı zalimler tarafından aynı zulmü yaşıyoruz ve artık hep birlikte bağırıyoruz!

YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ




Bizi alanlarda gören diğer halkların mücadele veren satılmamışları seviniyorlar. Bizim Çerkes kalma mücadelemizi omuzluyorlar. Omuz omuza veriyor, faşizme karşı yürüyorlar. Biz soyut söylemlerin aksine somut kazanımları sokaklarda ve mücadele buluyoruz. Biz az konuşuyor, çok çabalıyoruz ve ezilen tüm kimliklerin dayanışmasını ilmek ilmek örüyoruz.



Bizim sesimize yabancı sahneler, sesimizle tanışıyorlar. Bizim sesimize yabancı insanlar sesimizle haykırıyorlar bizimle.



Sesimiz, zalime karşı sesin yükseldiği ve tüm halkların eşitlik, adalet ve özgürlük istediği sahnelerden, sokaklara yayılıyor. Artık Çerkesçe, zalime itirazın bir dili oluyor.



...ve sesimiz baskıya, asimilasyona, saldırılara karşı; dayanışmanın yerinde safını alıp mücadelemize can veriyor ve tüm sokaklarda, tüm meydanlarda haykırılıyor: YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!


...kavgamızı hayatımıza taşıyoruz ve halkımızın hayatının hapsolduğu yerlere ışık zümreleri olarak düşüyoruz. Karanlık var, karanlık yırtılacak! aydınlık saracak halkımızın yarınını.

Hep birlikte, özgür geleceğe..


Share:

Bugün çok önemli bir gündü.

Halkların Demokratik Partisi - Kadıköy İlçe Teşkilatı - Dayanışma Gecesi - Maltepe Çerkes Derneği Başkanı Murat Özden'in konuşmasından bir kesit.


Bugün Çerkes toplumu için tarihi günlerden birisiydi benim için.  Bugünü not ettim bir kenara, kuruluşundan bu yana en az diğer halklar kadar baskı görmüş ve neticesinde asimilasyonun en bariz işlediği toplumlardan biri olan Çerkeslerin, diğer halklar ile birbirine somut nüfuz edişine gözlerimle şahit oldum. Yani o ki; kişisel düzeyde mutlaka dayanışma içerisinde bulunan arkadaşlarımız vardı, biz onlarla bir masaya oturduğumuzda hep toplumumuzu ya da en azından bir kısmını temsil eden yapı ve kurumların diğer halkların omuz omuza verdiği mücadelelerdeki yoksunluklarını konuşur, dertleşirdik. Bugün, Caferağa Spor Salonunda (Kadıköy/İstanbul) elbette çok fazla görüştüğümüz Çerkes arkadaşlarla gözgöze gelip, mutluluktan ve gururdan gülümsedik. İşte bu gururu bize yaşatan, Maltepe Çerkes Derneği Başkanı sayın Murat Özden idi. Şimdi klavye başında, aklına geleni yazanları unutun, şimdi buna yazılacak şeyleri de unutun. Şimdi sokaklarda bir defa bile olsun göremediğimiz kişileri unutun. Şimdi konuşulanları unutun. Nüfuzumuzu, dayanışmamızı ve kardeşliğimizi konuşun. Türkiye'de Çerkesler de var ve Çerkesler de kendi haklarını, kendi dillerinde isteyecek; şimdi buna odaklanın. Bunu biz istemişiz, bizden başka biri istemiş hiç önemli değil; halkların gelecekleri örgütsel veya kişisel egoların çok üstündedir. Bunu siz isteyin.. bunu her bir yerde, her örgütte, her çalışmada söyleyin. O sahneye kimin çıkıp çıkmadığı hiç önemli değil, o sahnede ne konuşulduğu ve ne mesajı verildiği çok önemli, buyrun bu sahneye siz çıkın ve böyle bir mesajı siz verin. Biz sizin o sahneye çıkmanız için elimizden geleni yapmaya hazırız.

Yaşasın, dayanışmamız!
Yaşasın mücadelemiz

Mücadelemiz halkların omuzlarında yükseliyor!
Mücadelemiz sokaklara dökülüyor..




Share:

ya TARAF ya da BERTARAF!


Dünya hızla değişiyor, bu değişimi ise tarafımızı netleştirmek için takip etmekten başka bir çare yok. Taraf olmaktan başka da bir çaremiz yok; ancak hangi tarafta olacağımıza kendimiz karar vermeliyiz. Bizim adımıza karar vermek isteyen de çok, bizim adımıza karar vermek isteyenlere, bilinçli-bilinçsiz bir çok kişi destek veriyor, eğer bu destek bir suç ise bu desteğin en büyük suçlusu ise biziz, başkası değil. Destek verenlerin çoğunluğu, sistemin yedeğine alıp tembelleştirdiği yığınlardan başkası değil. Ancak şurası bir gerçek ki; değişen dünyada sistemin yanında ya da karşısında, radikal ya da yumuşak olarak birileri bizim adımıza bir tarafın içinde varlar. Taraflar, argümanlarını seçip, jargonlarını kuşanırken gerçeklik-biriciklik ve önceliklerine göre taraflarıda kendi programlarını sürdürmeyi de icra ediyorlar. Kim ki; salt bir şekilde kendi halkının dışına çıkmayan bir gerçekliği kuşandığını söylüyorsa ya çok iyi niyetli olarak birileri tarafından kullanılıyordur, ya da kötü niyetli olarak birileri ile işbirliği halinde halkı adına (bir kısmı dahi olsa) halkından birilerini bir tarafa yedekliyordur. Bu taraflaşma da hangi tarafta olduğumuz kişiseldir, ancak çoğunluğun yani irademiz denilen kısmın desteklediği tarafın doğuracağı sonuçlar ise toplumsaldır. Burada; çoğunluğumuzun desteklediği taraf ile temasta olan zümrenin gerçeklik-biriciklik ve öncelikleri; halkımızın yarına neleri kazanarak ya da neleri kaybederek varacağını gösterecektir. Burada önemli olan, değişen dünyayı takip ederek davranmaktan ötesi değildir.

Ancak sevgili dostlar!

Değişen dünyanın analitiği, toplumsal vicdan ve insanlık değerlerimiz tarafından süzeklenmeli; kısa vadede büyük umutlar ile ortaya atılmış ve kısmi kazançlar için uzun vadede büyük sorunlar doğuracak hareketlerden uzak durulmasında fayda var. Kuşkusuz ki, her kesimin içinde dinamiğini değerlendiren insanların tecrübesi konuşuyor. Bu potansiyel dinamiği, sokaklara taşıyan arkadaşlarımızın ve sokağa taşan hareketlerimizde dinamiği oluşturan kişilerin kararları, taraflarını belirginleştirirken.. özneleri değişen fakat yolları pararlel diğer hareketlerin tarihsel tecrübesini referans almadıklarını görüyoruz. Önceliklerimizin arasında, insanın doğası gereği ruhunu okşayan şovanist deyimler ve argümanlar sıkıştıran ve bizi bu bilinçsiz ruh okşamasına sevk edenler; büyük umutlar bağlanan söylemlerin toplumumuzda yaratacağı yıkımın risk analizini çıkaramıyorlar. Aslında gerçeğe; tüm hayallerin de ötesinde bakıldığında tarihimizde yatan şovanist söylemlerin bizi, o an içinde bulunduğumuz durumda motive ederken, yarında ettiği motivasyon kadar hayal kırıklığı getirdiğini de göreceğiz. Bu yüzden analitik değerlendirmelerimiz, herşeyden önce bilimsel ve elbette daha sonra toplusam vicdanımız, insanlık değerlerimiz gibi süzeklerde şekillenmelidir.

Bugün, herkes elindeki kozu iyi biliyor. Dışarıda bir yaşam, yaşamın bizi sıkıştırdığı biricik hayatımız ve sorumluluklarımızla meşgulüz. Bu sorumluluktan bir nebze ayrılabilen zümre; dışarıda senaryosu kurulan yarının çamurunu eline alıp şekil vermeye kalkıyor. İşte eline yarının çamurunu alabilen zümre; halklara ve inançlara göre onlarca kategoriye ayrılamıyor, o zümre de çok taraf yok, iki taraf var arkadaşlar.

1NCİ TARAF;

Bu taraf kısaca, yaşama biçimi olarak kazanmayı ve çıkar ilişkileri üzerinden yaşam inşa etmeyi alışkanlık haline getirmiş taraftır. Bu tarafın içinde ki insanlar; sırf çıkarları uğruna iki ülkenin askerlerinin birbirlerini gırtlakladıkları savaşları çıkaracak kadar alçaktırlar. Dünya halkları tarafından EMPERYALİSTLER olarak adlandırılıp, bir çok alt kanada bölünürler. Her kanadı kirlidir, fakat bütün kanatlarında pisliklerini; toplumların inandığı en kutsal değerleri de kirleterek örterler. Bu tarafa hizmet edenlerin söylemleri bellidir; buna inanan geniş zümre; milliyetçilik ve vatanseverlik üzerine kurulu şovanist bir hayal dünyasının içinde hapsolmuştur. Bu kişilerin o söylemlerin ördüğü duvarlardan sıyrılıp diğer düşünceleri samimice sorgulamaları çok zor olur. Bu tarafın içinde inanmışlar çoğunluktur, ancak bu taraf adına karar verenler; inananlara nazaran çok azdır. Ancak eğitim ve tarihe sürekli kendi söylem ve argümanlarını yedekleyerek süreklilik arz edecek bulaşıcı bir akıl hastalığını yaşamın her alanına taşımaya çalışırlar.

Bu tarafın SINIFLARARASI ilişkileri basittir; Bu tarafta; tüm kanunlar salt alt sınıfa teneffüz ederken üst kısım için aslında yazılı olmayan başka kanunlar da uygulanabilir. Defalarca yaşanmıştır. Bu tarafı ayakta tutan yegane duygu; düşmanlıktır. Neden mi? Çünkü sürekli barışı ve refahı getirmeyi vaadetmek için sürekli bir düşman yaratmak gerekir. Bu taraf; kirli silahlarıyla meşhurdur ve bu kirli silahlarını, sürekli bür düşman tehlikesiyle karşı karşıya kalacağımız gerçeğiyle yarına taşır. Aslında bu tarafın tek bir düşmanı vardır; o'da halk.

2NCİ TARAF;

Bu taraf kısaca, insancıl varlığını kendi rengi ve kokusuyla korumak için, kardeşçe ve insanca yaşanabilir bir dünya istemektedir. Bu taraf 1nci tarafın sürekli saldırısına maruz, savunmaya muhtaç taraftır. Genel yığınlar bu tarafın savunumlarına odaklanmıştır. Saldıran tarafı görmezler. Bu yüzden genelde; düşman bu tarafın içinde gösterilmektedir. Oysa bu tarafın silahları; genelde başkalarının elindekini zorla almaktan, başkalarını sömürüp zengin olmak için kullanmaktan öte; kendini sömürmek isteyenlere karşı kullanılmaktadır. Savaşlarda ölenler; her kimin askerliğini yapıyor olurlarsa olsunlar çoğu kez bu tarafın evlatlarıdandır. Savaşlara zengin olmak için katılmamaları, zorunlu kılınmaları genelde bu tarafın genel göstergesidir. Bu taraf KABUL ETSİN YA DA ETMESİN EZİLENLERİN TARAFIDIR. Bu tarafta bulunan, tarafını bilen kişilerin genel söylemi; Eşitlik, Kardeşlik, Barış ve Umuttur. Bu tarafın başka bir halka dili,dini,rengi için küfretmediği aşikardır. Bu tarafın elinde tuttuğu silah, kendini savunanların silahından başkası değildir.

Bu tarafın SINIFLARARASI ilişkileri basittir; Bu tarafta; tüm kanunlar onları yok etmek üzere kuruludur. Hatta bazen kanunlarda olmayan baskılara bile maruz kalırlar. Defalarca Yaşanmıştır. Bu tarafı ayakta tutan yegane duygu; dostluk ve dayanışmadır! Neden mi? Çünkü başka hiçbir şeyi yoktur. Çünkü tüm eğitim kurumları karşı taraf tarafından işgal edilmiş, tüm iletişim kanalları karşı tarafa hizmet etmektedir. Genel yığının önüne atılmış teröristlerdir bu tarafın savunanları. Genelde üretilen düşmanlar hep bu tarafın savunucularıdır. Ama bu tarafın tek düşmanı EMPERYALİZMDİR.

Değişen dünyadaki pozisyonumuz; insan ilişkilerimiz henüz tam olarak kontrol altına alınmayan yaşamsal içgüdülerimizle ve elbette mantıkla alınacaktır. Bu durumun bir tarafsızlığı söz konusu değildir. Artık pek seçenecek kalmamıştır ya bir TARAFIZ ya da BERTARAFIZ. Ya kendi adımıza kendi halkımıza isteyeceğiz. Ya da bizim adımıza, halkımıza reva görülen YOKOLUŞU yaşayacağız.

olduğumuz tarafın tek sorumlusu da biz olacağız.

Güçlenecek ve güzel bir dünyada savaş olmadan, pislik olmadan yaşayabileceksekte biz yapacağız.
Giderek eriyen bu yok oluşu görmezden gelip, pisliğin ve savaşın aleti olacaksakta biz yapacağız.

ya TARAF olacağız
ya da BERTARAF..

ancak her iki durumun da kararı; halkımızın ortak iradesini yansıtacaktır.

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler