21 Mayısın ardından...


Ben bu yıl 21 mayısa, yetişebildiğim her yerde katılıp; katıldığım yerlerdeki tertip komitelerinin aldığı kararlara uyarak geçireceğim. Fakat şimdiden öngörülerim yok değil, bu yıl-da; kurumlarımızın halkımıza reva gördüğü bir adaletsizlik ile başbaşayız ve bunu göğüslemek zorundayız. Son defa, kendi yüzümüzden, tamamen kendi suçumuzdan ötürü; bu yıl da gerçekleşecek soykırım anmasını ve sözde dünyaya ilanını herşeyiyle göğüslemek zorundayız. Kimsenin suçu değil, bu tamamen benim ve arkadaşlarımın suçu. Bu konuda, konumlandığımız yerin avantajlarına rağmen, dezavantajlarıyla pek ilgilenmediğimiz için kapsamlı bir özeleştiri vermek zorundayız.  Son ana sığdırılmış bir zaman diliminde, ne denli bir örgütlülük sağlayarak harekete geçmişiz, ne yapabilecekken yapmamışız; sosyal yaşamın bizi sindirdiği noktalarla ne kadar oyalanmış ne kadar zaman kaybetmişiz bunları anlatmalıyız. Bazı örgütlerimizin, neden ve nasıl pasifize olduğunu açıklamalıyız ve ben bunu yapmakta, temasta olduğum kişi ve örgütleri itmeye, harekete zorlamaya mecbur hissediyorum kendimi.

21 Mayısa çok az zaman ayırdık, bahanelerin ardına sığınmak bizi haklı çıkarmaz ancak bazı durumların tespitini yapmak için kısaca bahsedeyim. Son 350 gündür tek gündemimiz Çerkes Soykırımı ve olay daha önceki yazılarımda yer yer bahsettiğim üzere şöyle gelişti:

13 Mayıs 2013 Çerkes Soykırımı Eylemi; Belirlenen iller arası yolculuklar yapıldı ve Çerkes Soykırımı hemen hemen karşılaştığımız ve bunu bilmeyen herkese anlatıldı.
25 Mayıs 2013 Sakarya KafDer'in bütün çirkinliğine rağmen Samsun'daki anmaya katılındı.
25 Mayıs 2013 - 31 Mayıs 2013 Samsundan - Kayseriye ve Kayseriden - Aydın'a belirlenen güzergahta Çerkes Soykırımı yine bilmeyen herkese anlatıldı.
2 Haziran 2013 - 15 Haziran 2013 Gezi Parkında bulunuldu
15 Haziran 2013- 12 Temmuz 2013 Yoğurtçu Parkında bulunuldu
18 Temmuz 2013- 30 Ağustos 2013 Adalet Yürüyüşü yapıldı
3 Ekim 2013- Çerkes Soykırımı Tanınsın İnisiyatifi oluştu ve bazı şehirlerde imza standları açıldı ve bu tarihten itibaren bir çok derneğimizle ve örgütümüzle temasa geçildi, siyasi partiler içindeki Çerkeslere ulaşıldı, HDP Halklar ve İnançlar komisyonunda bulunuldu, halklar organizasyonlarında Çerkeslerinde sesi duyuruldu, tüm bunlarda Çerkes trajedisi bir şekilde tüm katılımcılara iletildi.
Şubat 2014 Şehirlerde Gençlik İnisiyatifleri kuruldu, partiler içinde Çerkes sorunlarına karşı yaklaşımlar sağlandı,
Mart 2014 21 Mayıs Tertip komitesi oluşturuldu, Hendek projesi üzerine arge çalışmalarımız geçici olarak durduruldu, ÇSD-Aktif; iletişim kanallarını Türkiye'deki bazı gençliklerle genişletti ve kurulan Gençlik İnisiyatiflerimiz, kuruldukları illeredeki diğer halkların gençlik örgütleriyle temas etti,
Gençlik İnisiyatiflerimiz için, politize olmak, siyasallaşmak üzerine yoğunlaşıldı. Tüm bunlar olurken 21 mayıs tertip komitemiz sessiz kaldı, çalışmalar yürütemedi. Bugün ise, örgüt içi kendini feshetmese bile fesholdu.

21 Mayısa kadar, teorik-düşünsel üretim dışındaki bütün çalışmalarımız kilitlenmiş durumda şuanda, şuanda önümüzü açacak tek şey 22 mayıs.. 23 mayıs..

Bende size 21 mayıs ardından neler yapmak istediğimi anlatmak isterim;

Çerkes Gençliği, Soykırım Kampı
____________________________

Bu kampta, tarihsel bilgiye hakim insanlarımız tarafından Çerkes - Rus savaşları, savaşın sonucu ve halkımızın buraya sürüklenen kaderi, soykırımı, sürgünü net bir şekilde anlatılmalıdır. Bu durumun halkımızın belleğinde açtığı yara tartışılmalı ve asimilasyon süreciyle entegre olduğumuz düşünceler üzerine düşünülmelidir

Çerkes Gençliği, Çerkesya Haftası
_____________________________

Derhal 7 günlük bir aralık belirlenmeli ve gençlere ithaf edilmelidir, bu hafta; tarihsel dirilişimizin gençliğini simgelemeli, Gençlik bir şekilde siyasal birlikteliğe ve mücadeleye teşvik edilmelidir.

*
Soykırım Anıtları, Soykırım sessel ve görsel sanatlarıyla ilgili; sanat kolektifi oluşturulmalı; gençlerimizi teşvik edecek bir şekilde ödüllü kısa film yarışmaları düzenlenmelidir.

*
Tüm örgütler, gençlik temsilcileri oluşturmalı ve bu temsilciler her hafta kendi örgütleri içinde bir Çerkes, Çerkesya ve Çerkesçe üzerine bir gündem oluşturmalı, bir sonuca varmalı; her ay temsilcilerin bir araya gelip bu konular tartışılmalı ve örgütlerarası gençlik birleşkeleri oluşturulmalıdır

*
Şubat 2015ten geç olmamak kaydı ile, gençlik 21 mayıs programı oluşturmalı ve bunun için örgütlenmelidir.





Share:

Kaderimizi; Salonlardan taşırmak!


Susmanın dahası olmadığını, pratikle öğrenmek için yeterince kayıp vermedik mi? Peki şimdi bin yılların var ettiği kültürümüzü yüzelli yıl yok ederken biz 'herşeye rağmen' susacak mıyız? Susmalı mıyız? Peki yüzelli sene, bir buçuk asır bize; artık kapalı odalar içinde konuşmanın hiçbir şey kazandırmadığını ve sürekli kaybettirdiğini öğretmedi mi? Yeterince kaybettik ve daha fazla kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmadı bence, bence bu saatten sonra; ya küreselleşmenin insan havuzunda tüketici toplumun daimi fertleri olacağız ya da bitmeye ramak kalan yerimizden dirilip kaybettiğimiz herşeyi geri almaya başlayacağız. Bu kırılma noktasının kilidi; kendini yetiştirmiş bilince sahip ve bunu omuzlayıp ileriye doğru taşıyacak politize bir gençlik açabilir ancak ve inanın bu gençlik gökten zembille inmeyecek, bir yerlerden transfer olmayacak buraya; bu gençlik biziz. Eğer biz yoksak bu davada ve bu kavgaya omuzumuzu vermiyorsak; bu kadim halkın kendini ileriye taşıyacak hiç kimsesi de yok. Ama bugün görünür kılınmaya başlayan şey; halkının mücadelesine omuz veren gençlerin varlığıdır ve bu varlık halkımızın kaderi için bir umut ve bir fırsattır. İşte bu umuttan aldığımız ilham bizi geleceğe taşıyacaktır.

Kendimizi geleceğe taşırken, umudumuzla büyüyen bir HEDEF sahibi olmalıyız ve bu hedefe yaklaşmak için teknik araştırmalar yapmalı, düşünceler üretmeliyiz en önemlisi düşüncemizi yansıtacak fiillere başlamalıyız. Hedef çok önemli bir konudur,  bizi düşüncemiz etrafında bir araya getirecek olan hedefimiz olacaktır. Hedefi olmayan hareketlerde enerjimizin tükenmesi; hareketin başladığı yerden, yükseldiği yere kadar kendimizi tatmin etse bile, durulduğu yerden duracağı yere doğru bir hayal kırıklığı yaratır ve bizim artık hayal kırıklığıyla umudumuzu yitirecek lüksümüz olmamalıdır. Fakat hedefi olan hareketlerde; enerjimizi bir hedefe doğru sürüklediğimiz zaman, hareketimizi hedef yolunda zayıflatan hatalarımız bile birgün bizim hedefimizi edinecek başka kardeşlerimiz için tecrübeye dönüşecek ve hedefe yakınlaşmayı sağlayacaktır. İlk hedefimiz; bizi salonlara hapsetmek isteyen herkese karşı sokaklara atılmak ve aktif mücadele tecrübesi edinmektir. Salonlar, yüzelli yılın verdiği sabit tecrübeyle potansiyel dinamiği kendi içinde öldürmek için halkımızın hapsedildiği geleceksizlikten başka hiçbir şeyi ifade etmediğini garantilemiştir. Sokaklar; gerçek yaşamın bütün gerçekçiliğiyle donanmış ve insanı çelikleştiren tecrübeleri verebilecek yerler olduğu yine tarih tecrübeyle sabitlemiştir. Biz artık "kendimiz çalıp, kendimiz oynamak" istememeliyiz. Rahatsızlığımızı, talebimizi ve sesimizi bizim dışımızdaki her yere ulaştırmak için sokaklara inmeli ve sokaklarda mücadele alanları oluşturmalıyız. Bizi bu yolda bekleyen yanılgı; sokak felsefesini ağzına sakız etmiş bir takım yapıların nedense detaylandırmacı bulanıklık ile bizi umutsuzluğa sevk etmesidir. Enerjimizi sömürmek için karşımıza bize benzeyen yapılar ve kişiler çıkabilirler, bu konuda dikkat etmeliyiz: Bir şeyi değersizleştirmek ve durgunlaştırmak için ya sürekli ondan bahsedilir, onun hakkında yazılır, çizilir ama somut hiçbir şey yapılmaz ya da o toplumumuzun adapte olduğu başka bir şeye karşı düşmanlaştırılır. Peki bugün, kendine coğrafyasından bir ivme yakalayarak, diş ile tırnak ile kazınarak başlayan mücadeleler de bu yollar gözlemlenmiyor mu? Elbette gözlemleniyor hemde ikis birden ve yoğun bir şekilde. Bir tarafta halkı için dövüştüğünü ve mücadele verdiğini söyleyen, sürekli yazan, sürekli ama sürekli bundan bahseden ama somut hiçbir kazanıma yönelecek hareketi olmadan içi boş umut pompalayanlar, bir tarafta toplumsal adaptasyonumuzun bize bu coğrafyada kattığı ya da yükselttiği şeylerle (Vatanseverlik, Baskın Ulus İdeolojisi, Devletçilik, Din vs.) bir karşı konum ve bahaneler. Hedefimizi kavrayıp sönümlendirenler veya hedefimize karşı alenen savaş açıp onu öldürmeye çalışanlar bunlar kısaca. İşte bu ikisinin de ciritlerini sürekli ve sürekli attıkları tek yer Salonlar! İnternet salonları, dernek salonları, ev salonları, parti salonları.. Dört duvar ardında, ağzıyla dünya yıkıp, dünya kuranların gözümüzü ve zihnimizi boyadığı salonlardır onlar! Biz en başta hedefimizin sokağı olmak zorundayız, sokakta yanımıza gelmeyenleri veya kendi hedefleri için sokaklara inmeyenleri ciddiyete alıp onların yaratacağı hayal kırıklığına karşı savunma oluşturmalıyız ve emsal teşkil etmek için, hedefimize giden yolu daha fazla kavrayabilmek için sokaklarda, durmaksızın mücadele vermeliyiz.

Peki hedefimizi oluştururken nelere dikkat etmeliyiz?

Birincisi; kim olduğumuza ve ne istediğimize öznel tanımlamalar yapmak durumundayız. Önceki Siyasi Temas ve Örgütlerarası Ortaklaşma [*] yazımda netleşmemiz gereken konularda netleşmeli ve kesinleşmeliyiz, bu konudaki kırmızı çizgimizi; dostumuzun ve düşmanımızın görebileceği şekilde konumlanmalı ve hareketimizin sokak yapısını kendi dinamiğimizin elvereceği biçimde programlamalıyız. Eğer ben, nasıl programlanması gerektiğini de söylersem yazı benim siyasi duruşumda sabitleşir. Ama bunu istemiyorum; ben herhangi bir noktadan başlayacak siyasallaşma ve mücadele verme konusunda bizi salonlara hapseden bütün gerçekdışı söylemlere karşı, kendi gerçekçiliğini yakalayabilmiş herhangi bir örgütlenme hakkında yazmak istiyorum ve hangi örgütlenme olursa olsun; gençliğin potansiyel gücü; halkını yaşatacak iradesidir ve bu irade desteklenmelidir diyorum.

Örgütlenin, hedefinizi salonlardan sokaklara taşırın! Kaderimizi dört duvar ardında çürütenlere karşı; sokaklarda yükselen mücadelemiz ile cevap verme zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmektedir. Bu halkın, sizin iradenize ihtiyacı var.

Share:

Çerkes Soykırımının Işığında Ermeni Soykırımı


Parmağı kesilenin halini en iyi, parmağı kesilen anlar değil mi? O zaman yüreğinizi iyi açın ve dinleyin: Ermeni Soykırımını anlamak zorundasınız ve bu algınızı yönlendiren devletçiliğinizden sıyrılarak, acılarınızın sizi kardeş kıldığı noktada buluşmak ve bir daha hiçbir halkın sizin acı tarihinize benzer bir tarih yaşamaması için mücadele vermek zorundasınız. Ey Ermeni ve Çerkes Halkının aydınları, işte bu-da tarihten aldığınız tecrübeyle insanlık adına boynunuzun ortak borcudur; bu borcu halkınıza ve insanlığa yakışır biçimde ödeyin!

SOYKIRIMI LANETLEYİN.

Bir Ermeninin acısını en iyi anlaması gereken kişi bir Çerkestir. Çünkü savaşın çirkinliği; yaşayanları aynı zulümün eteklerinde, aynı acıyla, aynı sona taşır durur. Çünkü kendi halkına yapılmış zulümün başka halkada yapılmış olabileceğini en iyi onlar bilirler.

Bu noktada;

Zalimin kim olduğunun bir önemi yoktur, bunu önemlileştiren tamamen algımızı yöneten sistemdir. Burada, mazlumun çektiği acılar önemlidir ve zalim hangi adı kullanırsa kullansın zulüm etmiştir ve mağdur hangi dilde ağlamışsa ağlasın; zulüm görmüştür.

Zalimler Zalimlerle,
Mazlumlar mazlumlarla..
onlar bi taraf,
biz bi tarafız..
ya zalimler kazanacak bu savaşı
ya mazlumlar..

Share:

Siyasi Temas ve Örgütlerarası ortaklaşma


Eminim ki, içimizde kendini gökte görüp herşeyi bilen birileri hep var olacaktır. Bunun tarafları değişebilir, tarafları mühim değil; deli de bizim delimizdir, aptal da bizim aptalımızdır.. nihai olarak düşünüldüğünde; öbeğine oturduğumuz kimlik ve sınıfın hangi yönle gelirse gelsin kazanımına ve kaybına mecburi ortağız. Birbirini karşısına almış ve tribünlerine oynayan düşüncenin oyuncağı olmadığımızı sanıyorum. İlkesel olarak bakıldığında mutlaka kişilerimizden, örgütlerimize değin farklılıklarımızın olacağını en başta kabullenmeliyiz.  Fakat bazı konularda netleşmeli ve samimileşmeliyiz. Muallak kalan herşeyi karşılıklı olarak sabitlemeliyiz, bu bir zorunluluktur.

Netleşmemiz gereken zaruri konuların listesi çok net;

Biz, kimlik etrafında toplanan bir örgütlülük müyüz ve hangi kimlik etrafındayız? Kimliğimizin, mevcut bulunduğumuz ve faaliyette olduğumuz yerlerdeki diğer kimliklerle ilişkisi nedir ve nasıl olmalıdır? Burada acaba bir hata içerisine düşmüş müyüz, hata içerisine düşülebilecek riskli konular nedir?

Mesela;

A- Çerkes kimliğimiz bizim için tam ve net olarak neyi ifade etmektedir? Çerkeslik eksenli oluşturduğumuz "içselleşmiş taleplerimiz" ne kadar kapsamlı ve detaylı? 
A1- Çerkes kimdir?
A2- Çerkesce nedir?
A3- Çerkes Soykırımı neyi ifade etmektedir?
A4- Çerkesya neresidir?
A5- Çerkes içsel taleplerimiz nedir?
A6- İçselleştirilmiş Çerkes Taleplerimizi oluşturan toplantıların tutanakları var mı?

B- Çerkes kimlikli yapılaşmamız, diğer kimliklerle politik olarak uzlaşırken hangi elekleri referans almaktadır?
B1- Yaşadığımız coğrafyanın baskın ulus anlayışı
B2- Yaşadığımız coğrafyanın ezilen ulus anlayışları?
B3- Batı Demokrasisi?
B4- Kendi Kimliğimizin tarihine dayalı tecrübe?

C- Çerkes kimlikli yapılaşmalarımız hangi ideolojik donanımları barındırmalı?
C1- Milliyetçilik (Diasporası olduğumuz ülkenin)
C2- Milliyetçilik (Xeku'ya dayalı)
C3- Vatanseverlik (Diasporası olduğumuz ülkenin)
C4- Vatanseverlik (Xeku'ya dayalı)
C5- Sosyalizm (Enternasyonal)
C6- Sosyalizm (Lokal)
C7- Liberalizm

ve işin esası, yukarıdaki sıralamalar kimliğini öbekleştirdiğimiz örgütleşmelerimizin bunları kaçamak tutmak yerine; açık ve net şekilde söylemesi gerekiyor. Mesela; C2 ile C5'i UKKTH ile bir arada durabilir mi? ama C6 ile C2 arasındaki çatışmalar öngörülebilir mi? C6 ile C5 arasındaki benzeşme ve ayrışma nedir? Peki bir kimlik ile bakıldığında bile C1 yada C2 ekseninden ne kadar sıyrılmışça diğerlerine adapte olabilmekteyiz.

Tabi C ile başlayan maddelerden önce, A ve B ana ve alt maddeleri üzerinde örgütlerimizin birbirine netleşmeleri gerekiyor. C maddeleri üzerine örgütlerarası tartışma platformları ancak A ve B maddelerinin netleşmesiyle oluşturulabilir.


Share:

1 Mayıs ve 21 Mayıs; Tarihsel izlerine uygun biçimde anılmalı

Bizler, her ne kadar birinci enternasyonalin yaptırımlarıyla haksız yere ötelenenlerin ışığında Haymarketi dişimizle, tırnağımızla, canımızla ve kanımızla var etmişsek bile; Uluslararası Emekçi ve Dayanışma gününü zalimlerin zulmüne karşı zulüme başkaldıranların ideolojik kimliğine bakmaksızın dayanışmayla karşılamalıyız. Benim şahsi eğilimim, sınıf hareketinin içinde konumlandığım yerde zalimin bütün var ettiği gerçekliğe saldırarak; poposunu haymarket şehitlerinin kanlarıyla rahata ulaştıran işbirlikçi uzlaşmacıların rahatını kaçırarak, kırk türlü bahane ile yatıştırmayı amaçlarıkları ezilen sınıfın öfkesine, öfkemi de katarak; bana hergün saldıran faşist emperyalist düzene karşı, hak ettiği gibi olacaktır. Hep böyle olmuştur ve radikal bir gerçeklik kavramım hiç bilmediğim muazzam başka bir gerçeklik ile sarsılmadıkça hep-te böyle-de olacaktır. Sürekli konuşanları ve bunun dışında gözükmeyenleri, hayatından feragatler etmedikleri halde hayatlarından feragatler edenlere telkinde bulunanları boşverin, boşverin onlar tek bildikleri konuşmalarını boşverin ve günümüzün bütün korkaklarının elinin altında bulunan klavyeler yüzünden yazmaya olan ve yazmanın dışına çıkamayanları boşverin. Kendini bir şekilde tatmin edebilmişleri, bununla tatmin olabilenleri boşverin. Biz, devrimsel süreç somut olarak başlamadıkça hiçbir bahanenin gerçekliğimizi işgal etmesine izin vermeyeceğiz. Bunu, Haymarket'te gösterebilenlerin ışığındayız ve bu; burjuvazi ile uzlaşma tanımayan kimliğimiz 1866dan bu yana; burjuvazinin ve kendini her ne kadar gizlemeye çalışsalarda onların çeşitli işbirlikçilerinin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Devam ettireceğiz.. Sokaklar-da, ödenen bedelin üstüne parazit gibi yapışıp politika üretecekler ve potansiyel devrimci ilerlemeye katılacak gençleri bir şekilde kendi kanallarında eritmeye pekte niyetliler; ancak 21nci yüzyılda, iletişim çağındayız ve kimse sokağa çıkamayacak kadar korkak, buna rağmen susmayacak kadar arsızların yolunda olmak istemiyor. Herkes kendi geleceği için, kendini kendinin temsil edeceği özgürlüğü, sokakta kendi çabalarıyla örgütlüce çözmeyi öğrendi. Bizler 1 Mayıs'ı ruhuna uygun bir şekilde karşılayacak; Şehitlerimizin onurlu duruşuna uygun bir şekilde düşmanla asla uzlaşmayacağız. 

ve bizler ki, 1866da kapitalizmin yeryüzündeki her hücresine kadar deklare ettiğimiz sınıf hareketinin, İşçi sınıfının bilinçli ve mücadelecisi ve aynı zamanda 1864 yılında emperyal hayallere karşı özsavunmacı bir tutumla toprağını savunan işçisiyle,köylüsüyle,kadınıyla, erkeğiyle ölen, soykırıma uğrayan, sürgünlere yollananları; Çerkesleriz! 21 Mayıs 1864'ü asla unutmadığımız gibi, asla unutturmayacağımızı; kurduğumuz organik bağlarla, yaptığımız eylem ve kampanyalarla gösterdik. Mevcudiyetli siyasal yapılaşmanın içindeki organik bağlarımızla yaşadığımız yerlerin toplumsal karar mekanizmasını kendine toplayan meclislerinde; acılarımızın ve savaşımızın bu savaşımızın sonuçlarının tanınması için girişimlerde bulunduk. Mevcutta hazır ilişkide bulunduğumuz örgütlerin iletişim kanallarıyla; acılarımızı halklarımıza, emeçi dostlarımıza ve tüm kamuoyuna duyurmaya çabaladık. Bugün hala bunun bayrağını, hayatımızdan ödün verdiğimiz zevklerimizle taşıyoruz ve onurluyuz. Bu onuru yükselteceğiz! Halkımızı, grizekalı emperyalizmin tüm baskılarına rağmen rengarenk temsil etmekte ısrarcıyız. Halkımızı halkların özgürlük ve adalet şiarıyla örmeye çalıştıkları gökkuşağına bir şekilde entegre edeceğiz-de. Bunu durdurmaya-da; ne zalimin oyuncağı olsun diye kurulmuş devlet, ne de bu devletin bir şekilde nüfuz ettiği örgütlerin gücü yetmez, yetemez. 21 MAYIS'ı 21 MAYIS'ta kendine uygun bir şekilde anarken, 21 mayısı takip eden günlerde bunun örgütleyeceği ve halkımız adına dahilleşeceğimiz hareketlerle yeni bir hareketin en ısrarcı neferi olacağız.

Haymarket Şehitleri, kavglarıyla ölümsüzdürler!
Yaşasın Haymarketi doğuran düşünce
Yaşasın İşçi sınıfının dayanışması
Kahrolsun paraziter gruplar ve uzlaştırıcılar
Kahrolsun işbirlikçiler ve korkaklar!
Yaşasın Çerkesya ve Özgürlük için olan savaşımız
Çerkesya Özgürlük Savaşı Şehitleri ölümsüzdür
21 Mayısı asla unutturmayacağız!

Share:

Bürokratik Sosyalist(!) Çerkes Kimlikli(!) Emek Hareketi..


Bizim yoldaşlara diyorum ki;

"Böyle yazmışlar hacı, ne diyeceksiniz?" Gülümsüyorlar.

"Niye gülüyorsunuz diyorum?" Ne yapalım? diyorlar. Ciddi anlamda, öyle manalı bir şekilde ne yapalım diyorlar ki; bu ne yapacağını bilmeyen bir soru değil.. bu neden bu tartışmaların doğurulduğunu anlatan bir soru. Aslında bir cevap ama, bunu sadece benim anlamam hiçbir şeyi değiştirmiyor.

Ne yapalım biz sizinle? Atsak atılmazsınız, satsak satılmazsınız.. sussak olmuyor, konuşsak olmayacak. İçinizde hiç sevmediğimiz adamlar da var, çok sevdiğimiz yoldaşlarda var; konuşunca sevdiğimiz yoldaşlar üzülecek - susarsak sevmediğimiz adamlar sevinecek. Biz ne yapalım sizinle, siz karar verin; bunu önce üst (belki-de gizli) kadrolarınızla tartışın, gerekirse kulis yapın, sonra alt kadrolarınıza sunun, sonra çevre çepere, sonra dostlarınıza falan.. sonra çıkın deyin ki; "Bizim şununla bu, bununla şu problemimiz var" Biz de şunun-bu'sunu - Bunun-şu'sunu size; kendi teorik yaklaşımımıza göre, pratik tecrübelere dayalı, argümanlarımızla anlatalım.. İncelelim, kopalım da bitsin bizim sizinle imtihanımız. 

Netleşelim arkadaşlar, net olalım. Soruları net soralım, cevapları net verelim. Derdi de, dermanı da net yazalım. Bugüne bugün, hiç yoksa birbirimize geçmişten gelen bir parça saygımız olmalı, o saygıyı ya iki taraflı koruyalım ya da artık iki taraflı bırakalım. Tamam, Berkay Troçkist, Burcu onun kaşeni, Canberk Anarşist, Cemal Kürtçü.. Niye? Berkay Stalinist değil diye Sosyalist değil, Canberk zaten sosyalist değil, Cemal Kürtlerle konuşuyor, hiç sosyalist değil, değil mi?

Sırrı Sakık demiş ki "Pomaklar Çerkesler Haddinizi Bilin" sonra demiş ki "Hakan Fidan'a ve MİT'e teşekkürler"

sonra ne? işçi sınıfının kurtuluşu olmadan cart curt, emek ve kimlik eksenli mücadele de biz, biz demiştik, öngörmüştük, söylemiştik, soytarılık, kahrolsun akp, chp yaşasa da olur, chp de olmasın ama demokrasi, işçi sınıfı, işçi bayramı, 1 mayıs, 21 mayıs, iletişim birimi, cart birimi, oo onlar bunlarla, bunlar onlarla, o hain, o işbirlikçi.. 

Eeh be, eh artık..

Siz kimsiniz ve cidden hepiniz, hareket olarak, amaç olarak, araç olarak, nitelik olarak, istek olarak, kaynak olarak, söylem olarak, bakış olarak, görüş olarak ortak olduğunuza inanıyor musunuz? Sırayla kendinize bakın artık. Kendinize yönelik, iç anket yapın ve sizin bize söylediğiniz şeylerden daha çok kendinize söylemeniz gereken şeyler olduğunu düşünün.

Biz kimiz ve cidden hepimiz aynı mıyız? Siz bizim hepimizin siyasi yönelimlerini aynı mı sanıyor, yaklaşımlarımızın tek-tip olduğunu mu düşünüyorsunuz..

Şimdi, Kimlik kısmına gelelim;

Kimlik mücadelesi veriyor musunuz? diyelim ki evet.. nasıl bir kimlik mücadelesi veriyorsunuz? Kimliğiniz nedir, kimliğinizi oluşturan argümanlar hakkında bugüne kadar hangi envanterileri kullandınız, kimliğinizle ilgili nerede, nasıl çalışmalar yaptınız?  Ne kazandırdınız, hangi kazanımları amaçlıyorsunuz, programınız nedir? Bir kimlikli misiniz, bir kaç kimlikli misiniz yoksa kimliklerin kardeşliğine mi inanıyorsunuz? Hareketinizde kullandığınız kimlik, programınızın hitap ettiği kimlik nedir? 

Ya peki sınıf?

Tabanınızı oluşturanlar hangi sınıfa daha yatkınlar? Bugüne kadar proleter sınıfın mücadelesinde hangi teorileri baz alarak, hangi pratikliği sergilediler? Hangi işçi hareketinde aktif ve sürekli birliktelik içinde oldular. Destekliyoruz sözünün, söz kısmını geçince bunu kullandığınız eylem ve mücadeleler içinde; bürokratik hareketin dışına çıkabilen ve net olan hangi desteği verdiler? 

 * * *

Yazıp yazıp sildiğim kısımlar; hala içinizde bulunan yoldaşlarımın hatrı için.
Share:

Doğrudan Eylem

Eylemi büyültmek, onun karşısına aldığı haksızlığa karşı nasıl başkaldırdığını göstermekle mümkün olabilir. Daha önce de yazdığım gibi; baskı mekanizmasının yarattığı korkuyla sindirilmiş insan yığınları ile doluşmuş kentlerde, bu baskıya karşı gelmek için, korkuyla sindirilmiş toplumun korkusunu öfkeye çevirecek örgütlenmeler yapmak gerekiyor. İnsanlara teorik umudu ulaştırmanın en kolay yolu; pratik hareketin cesaretiyle tarif edilir. İşte bu yüzden; kentin korkuyla sindirilmiş yığınları bir şekilde örgütlü hale getirilmeye çalışılmalı, bu olurkende örgütlenmeye çalışılan yığına umut verecek pratik eylemlilik sergilenmelidir.

Bu çok önemli bir şey; bu korkuyla sinmiş bireyin artık kendisinden alınan şeye razı olmayabileceğini sokakta görebilmesidir. Bunu başarabilmek için ise doğrudan eylem takımları oluşturulmalı ve mevcut devrimci gündemin eylemsel takviminin dışına sızan ve eylem yapmak için fırsat kollayan yapılaşmalarının dışında, kendi anlık ve doğrudan eylem haline geçmelidirler. Eylemin açıklamalı alt yapısı; günlük ekonomik veya sosyal şiddete maruz kalan toplumun bütün kademeleriyle tarif edilecek düzeyde olduğu için; yapılan eylemi anlatmanın, eylemi yapmaktan daha kolay olacağını düşünüyorum.
Share:

Yurtseverliği anlamlandırmak


Malum Türkiye şartlarında, Türkiye sosyolojisine göre kelimelerin anlamları, ifade ettikleri biçimden daha çok laçkaya dönen başka anlamlar ile yozlaşmış durumdadır. Bunun bir çok alt nedeni ve örneği vardır.. Mesela; Anarşist kelimesi terörü, kanı, haksızlığı temsil etmemesine rağmen, bizzat devlet aklı tarafından sürekli bu anlamlar ile direkt ya da ilgili olarak kullanılır. Sebebi ve sonucu ne olursa olsun bir olayın içindeki vahşet; çıkan anarşi olayları anılır. Aslında Anarşi ile Anarşizme bakıldığı zaman tam aksine; mevcut terörize düzene, terörize düzenin silahlarına ve saldırılarına karşı savunmaya dönüşen ve efendisinin terörünü sahiplenmektense, hakkın ve adaletin safında yerini alarak bu teröre karşı savaşan bir akım gözükür. Devlet aklı ile empoze edilen hemen hemen her karşılığının tam aksinde söylemsel veya eylemsel bir yapılaşması gözükür. Bu sadece Anarşi ve Anarşizm ile kısıtlı değildir, mevcut terörize düzenin, hırsızların, katillerin karşısında adalet, eşitlik ve hak söylemiyle mücadele yürüten bütün örgütlerin, yapıların ve akımların genişliğindedir. Bütün bunlara karşılık devlet aklı, kendi olmayan kavramsal kutsallarını da sunuşa çıkarır. Mesela Milliyetçilik, mesela vatandaşlık gibi.. ve yine bu devlet aklı, anlattığı şeyin aksine bazı kavramları kendi sunuşlarına ulaşımı kolaylaştırmak ve insanı buraya hapsetmek için kullanır. Konumuz da sanırım bu; Yurtseverlik..!

Mesela yazının aşağısını okumadan; kendinizi bir yurtsever olarak hayal edin. Sizce yurdunu seven bir adamın yurdu için reva göreceği geleceğin içinde ne olur, içinde ne olmaz?

Yurdunu seven hangi kimse, tertemiz derelerinin simsiyah pisliğe dönüşmesine, yemyeşil doğasının grip beton yığınına çevrilmesine, yurdu içinde açlıktan ölen insanların varlığına, onların adaletsiz bir şekilde köle gibi çalıştırılmasına ve buna karşı çıktığı zaman kollukların şiddetine maruz kalmayı ister? Hangi yurtsever, parası yoksa evinin olmamasını, hastalıktan geberse dahi bakılmamayı, komşu yurdun içinde insanların öldürülmesini ister? O Yurtsever bilmez mi ki; yanıbaşında akan kan, kendi yurduna da değer? Sizce yukarıda olan şeyleri isteyen biri ne kadar yurtseverdir. Para kazanma hırsıyla doğasını sevmeyecekse, parası yok olanın yurdunda köle gibi çalıştırılmasına göz yumacaksa, tertemiz suyuna ne olduğu umurunda olmayacaksa, masmavi gökyüzünün kara zifiri dumanlarla örülmesi ilgisini çekmiyorsa; elinde silahı olan kollukların çocukları öldürmesi; çocukların elinde sapan olmasıyla vicdan rahatlatıyorsa; o yurtsever değildir. O tam bir yurtsevmez, hatta yurt dediği yeri; cehenneme dönme pahasına bile kirleten biridir.

İşte tam bu noktadan; devlet aklının aklımıza yerleştirdiği şeyleri, kendini devlet aklı tarafından evriltmeyen hareketlere yığmamalı, kavramsal gerçekliğin; kullanıcıları tarafından hangi amaçla kullanıldığına dikkat etmeliyiz.

Bizim yurdumuz dünyadır ve bu açıdan bakıldığı zaman tam anlamıyla yurtseverleriz. Yurdumuzun dereleri özgür akmalı, balıkları bu berrak sularda özgürce yüzmelidirler. Kuşlar tertemiz gökyüzünde uçarken, babalar çocuklarının geleceği için endişelenmeden anneler ile sevişebilmelidirler. Böylelikle refahın ve adaletin hakim olacağı dünya özlemiyle ne kadar bir anarşistin kendine yurt edindiği dünyayı güzelleştirmek istemesi bakımından ne kadar yurtsever olduğunu hepinize anlatmak istedim.

Share:

Gezi; Barikatın ardındaki özgürlüğün vatanı değildir. Bu vatanın sadece bir parçasıdır.

Direniş bitmedi, azalmadı öfkemiz ve inancımız...
Aslında azalan bir şeyler yok, biz kavgamızın azaldığına hiç şahit olmadık; kavgamız hep katlanarak arttı. Barikatların ardı, insanlığın vatanı olmaya Gezi'de başlamadı! Gezi'yi direnişin vatanı yapmaya çalışsalarda, sanki insalığın bu coğrafyasında Gezi'den başka direniş olmamış gibi algılasalar, algılatmaya çalışsalarda; biz Gezi'nin, insanlık için direnenler tarihinde durduğu yeri hep haykıracağız. Gezi direnişi; ne es geçilecek kadar küçük ve anlamsız değil ne de özgürlük tarihinin tek başına sığacağı kadar anlamlı ve büyük değildir. Gezi; Zalimin zulmüne isyan edenlerin hep beraber çizdikleri hürriyet-i halk sınırının bir parçasıdır.

Bugünler, net günler: Bu günler de küçük hesaplar için sokaklarda büyük isyana katılanların aramızdan çekildiği ve özgürlüğü için dövüşenlerin barikatın ardında kurdukları vatanı güçlendirdikleri günlerdir. Küçük hesaplarıyla gelenler, büyük bir hayal kırıklığıyla dönüyorlar; bu hayal kırıklığı tam anlamıyla şöyle tarif edilebilir: Almak istedikleri erk için aradıkları askerler; barikatın ardındaki özgürlük vatanında yok, el değiştirmesini istedikleri iktidar için, onları iktidara taşıyacak yol yok. Barikatın ardında; cesur adamlar var ve bu adamlar; ne istediklerini biliyorlar. Ne istediğini bilmeden aptalca yönetilen bir yığın yok.

ve ne istediklerini bilen bu adamlar;
zulümün kendine bürüdüğü kavramsal varlığı; bir elden diğer ele vermeyecekler. Zulümü yeryüzünden silene dek, barikatlarla çizdikleri insanlık sınırını yeryüzüne yayacaklar.

Share:

Neden Çerkesya?


Çetin geçecek günlerin henüz başındayız, belki biraz ham belki çok heyecanlı.. hata yapmaya o kadar açığız ki; bu yüzden bir sonraki atacağımız adımı, bir önceki attığımız adımın bize verdiği tecrübeyle değerlendirerek yapıyoruz ve işte bu durum; mevcut ilerleyişimizin yavaş olmasındaki en temel sebeptir. Fakat, temelinin sağlam olmasını istediğimiz bir siyasallaşma peşindeyiz. Aslında birlikte hareket ettiğimiz yol arkadaşlarımızın bireysel niteliklerine bakıldığı zaman; siyasallaşmanın içinde olduğumuzu bile söyleyebilirim, biz şuan mevcut bulunan küçük bir grup olarak elbette siyasiyiz fakat mevzu bahis kimlik olarak siyasallaşmaya dönünce nitelikli küçük grupların siyasallığı maalesef ki halkına yetmiyor. Halk olarak siyasallaşabilmek zorundayız, halkımıza bunu anlatabilmek, bunun olumlanmalarını sağlamak; her bir örgütümüzün bu güne değin kendinde oluşturduğu biricik siyasi temelini, halkımızın siyasi temeli olma doğrultusunda birleştirmesi gerekiyor. Birleşebilmemizin temel koşullarını konuşmalıyız, nasıl ki; bireysel kazanımlarla tatmin olup bir zümre içinde kavgamızı sürdürüyorsak yaşamda; toplumsal tarihimizinde tecrübeyle edindiği bilgileri/kazanımları değerlendirerek; küçük farklılıklara rağmen halk olarak uzlaşıp bir kavga sürdürebilmeliyiz. İşte mesele buraya dayanınca; bütün farklılıklara rağmen bizi birbirimize dokunduran biricik gerçekliğimizin avantajını, halk olarak sürdürmek istediğimiz kavgamızın lehine çevirmek için çabalamak zorunda olduğumuzu anlarız. Eğer bu çabalamaya karşı kökten alerjik yaklaşımlar besliyorsak; birbirimizi-farklılıklarımızla eleştirip kendi düşüncemiz dışında kalanlara düşmanlaşabiliyorsak ve bu düşmanlığımızı bir kendi içimizde bir savaşa çevirip; bize saldıran şey yerine kendi içimizde birbirimizla çatışacaksak; başarabileceğimiz bir şey olamaz.  Önce uzlaşmamız gereken konuları tespit etmeliyiz, uzlaşmamız gereken konularda; insanlık onurunu, insani ahlak ve değerleri, barışı ve özgürlüğü temel filtreleme mekanizması haline getirip, kendi kişisel veya örgütsel programımızda olmayan şeylere kör bir savaş veren yapılarımızı bertaraf etmeliyiz.

Bizi bize çıkaran yolu; Çerkesceyi, Çerkesyayı ve Çerkesliği; kişisel veya örgütsel gündemimizde olağanca hızlı bir durumda değerlendirmeli, bizi halk yapan bu üç temel hakkındaki görüşlerimizi netleştirmeliyiz. Bu üç temel; Diasporanın siyasi kaderini değiştirebilecek değerlerdir. Bu üç temel konusunda uzlaşma yapılmadıkça, diğer temeller etrafında ağzımızla kuş bile tutsak sağlam bir temel yapamaz, söylemlerimizi halkımızın geniş kesimlerine ulaştıramaz ve kabul ettiremeyiz. Bu üç temelin, halkımızın iradesini oluşturacak tek birleştiriciliğini ciddiye almalıyız. Çünkü bugün, Siyasallaştırmaktan bahsettiğimiz kimliğin bütün temelidir bunlar. Bu temellere oturtulmadıkça; Çerkes Solu-da Çerkes Sağı-da, Müslüman Çerkes'de, Ateist Çerkes'de, Politik Gençlik-de, Apolitik İhtiyarlık-ta; bizim kimlik olarak kendimizi geliştirebilmemizi asla sağlayamazlar.

Bu yüzden, Çerkesya konusunda netleşmemiz;  Çerkes Siyasi İradesini diasporamızda oluşturmamız ve yükseltmemiz için zaruri bir ihtiyaç meselesidir. Eğer temelini aldığımız bu konuyu ciddiye almıyorsak, Çerkesya ile ilgili olumlu-olumsuz bir gündem oluşturamıyorsak, söylemlerde bulunamıyorsak... kısacası Çerkesya ile ilgili söylenecek bir sözümüz yoksa; bugün Çerkes Siyasallığı, Çerkes Örgütlenmeleri oluşturmamız hiç samimi değil demektir.

Ben ve arkadaşlarım, bir süredir siyasal hareketlerin içinde halkımızı temsilen bulunuyoruz. Sokaklarda aradığımız özgürlük, eşitlik ve adaleti elbette kendi halkımızın içinde istiyoruz. Çerkescenin ilelebet var kalmasını istiyoruz. Bunu diğer halklarla dayanışarak ve onların da kendileri için istedikleri bu onurlu duruşa omuz vererek yapıyoruz. Bugün, kendimize Çerkes dememizin temelini aldığımız Çerkesya meselesini de; Siyasallaşmamızın sağlam temelde olması için  İnsanlık ailesinin güzel halklarından Çerkesler olarak; bizi taşıdığımız kimliğe iten gerçekliği gündemimizde tutuyoruz.



















Share:

üslup sikoş üslup!

Verdiğimiz mücadele, aldığımız sonuç ve hedefimiz ortada artık. Yaptıklarımızı sürekli övünç meselesi haline getirip, verdiğimiz emeğin karşılığını salt övgü olarak almak inanın arkadaşlarım ve benim için bir mesele değil. Meselemiz insanlık gökkuşağında Çerkeslik rengini hak ettiği gibi adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarında doğru konumlandırabilmektir. Bizim için dogma olan bu şeyi, insanlığın refahı için yaşanabilir bir dünyaya adapte etmemiz en başta insanlık ödevimizdir. Bizler de bu insanlık ödevini yapabildiğimiz en iyi haliyle yapıp, insanlık için daha yaşabilir bir dünyanın temelinde Çerkesliğin rengini; özgürlüğe, adalete ve eşitliğe bürüyeceğiz. Bu konuda gelenekselleşenlerin bize karşı muhalefetine ise, Çerkes Atasözü olan "Adigelik, insanlıktır" sözünü hatırlatıyor ve kendilerini gelenekselleştirdikleri yerin konumlanmasını düşünmeye davet ediyorum. Eleştirilere karşı bir antipatim de yok, bazı özel zamanlar hariç (çok sıkışık olduğumuz zamanlar oluyor) sırf eleştiri yapanları bile ciddiye alıp cevap vermeye gayret ediyorum, yerinde eleştirileri arkadaşlarıma iletiyor ve eleştirildiğimiz noktaları geliştirmeye çalışıyoruz.
Çok farklı yerlerden, çok farklı şeylere ilgi duyan arkadaşlarımız var. Nasıl ki halklar birer renk ve zenginliktir ve tüm farklılıklarına rağmen insanlık temeliyle kardeş olurlarsa, kişilerde toplumları içinde renktirler ve zenginliktirler. Tüm farklılıklara rağmen bir arada durmanın koşulunu bulabilmeliler. Bizim arkadaşlarımızın içinde bir arada durmamızın en temel dayanağı birbirimize karşı kullandığımız üslup ve samimiyettir. Belirli bir şeye karşı her ne kadar farklı duygular ve yaklaşımlar sergilesek bile, üslubumuz ve samimiyetimiz arkadaşlarımız içinde daha anlaşılır olmamızı ve uzlaşabilmeyi sağlamaktadır.

Bin dereden getirilen suya, tehditlere, engellere, iftiralara rağmen; bugünkü konumlanmamızı dünkünden daha ileri taşıyabiliyorsak, yarın için bir hedefimiz ve üstüne hayaller kurduğumuz bir amacımız hala ilk günkü diriliği ile duruyorsa, ilk günkü kadar heyecanlı, azimli ve istekliysek; birbirimize karşı kullandığımız üslubun birbirimze karşı güveni arttırmasından başka bir sebebi yoktur.  İçimizde, tarihten kendine aldığıyla Troçkist olanıyla; Anarşist olanı.. Leninist olanıyla, Marksist olanı yanyana ise; tüm teorik çatışmalara rağmen, öznel varlığı rafa kaldırıp, ayrıldığımız noktada susmayı bildiğimiz için; yanyanayız. Biz, önce kendimiz başta olmak üzere; toplumumuzda: bizi ayıracak şeylerden ziyade, bizi birleştirecek şeyler arıyoruz.. Kimliğimizi politize etmemiz için, siyasallaşabilmek ve halkın zümreleri tarafından kendini temsili edecek iradesini oluşturabilmek için birleşecek sebepler bulmalıyız. Bu sebeple, üslubumuzu her geçen gün dahada güven verici bir şekilde revize edeceğiz. İkibininci dereyi bile bulsalar bu şekilde karşı koyabileceğimize olan inancımızı asla yitirmemeliyiz.

Siyasallaşmak sancılı bir dönemdir, biz de halkın ilk sancısını çekmeye hazırız ve kendi yaşamımızla ilgili riskler alıyor,  eğer bir bedel gerekiyorsa da; o taşın altına elimizi sokmaya çabalıyoruz.

Artık bir üslup ediniyoruz.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler