Zulüme, işkenceye ve katliama aday adayı olan kalpaklılar

Evvela "sosyal medya" da "platform" olarak kurulmuş grupların çalışma mantığını anlamanızı isterim. Her birinin özgün kuralları olur, aynı zamanda bu kuralların yanında, üstüne kurulu oldukları kaynağın genel kuralları olur ve aynı zaman da, uygar(!) dünya da; insanlık namına bazı sosyal kurallar olur. Örnek vermek gerekirse; Işıkta bekleyen yaşlıları karşıdan karşıya geçirmek, zulüm gören bir canlıya yardım etmek, aç-susuz kalmış bir canlıya yardım etmek gibi, ya da bazı yerlerde değişik kurallardan da bahsedebiliriz. Bunlar hiçbir yerde yazmaz; mesela - İstanbul'da toplu ulaşım araçlarının yürüyen merdivenlerinin sol tarafında durulmaz.- Bu yazı böyle uzar gider, herkes bir ortamda yeteri kadar zaman geçirince anlar ki; her yerin kendine özgün bazı kuralları vardır... İşte aynı zamanda "sosyal medya"da kurulmuş grupların da, kurulma amaçları ve bu amacı çerçeveleyen özgün kuralları olur, o kuralların tek amacı, grubun kurulma şartlarının dışına taşmamasıdır. Taşmak deyince; aynı zamanda bu gruplarda "paylaşım" yapar her üye; paylaşımının bu çerçeveler içinde olduğunu ve grubun diğer üyelerinin bilgisine, düşüncesine, desteğine, yorumuna açık olduğunu kabul eder. Yani; insanların özel hesaplarından yaptıkları paylaşımlarla, grup (topluca)larda yaptıkları paylaşımlara karşı etkileşim farklıdır. Grupta bir gönderi; o gönderi gören herkesin eleştirisine açılır. Eğer eleştirilmeye tahammülü olmayan birisi bu gruplardan birine üyeyse, rica ederim hiçbir şey paylaşmasın. Çünkü o gönderi "gruba düştüğü" an, eleştiriye açılmış demektir.  Malum, Çerkesiz.. bizimde yaşam etkileşimimiz de, toplumsal duruşumuzu çerçeveleyen sosyal kurallarımıza da "Xabze" deniyor. Kaldı ki, sürgünlük geçen 150 yıldan sonra, yaşadığımız coğrafyanın kültürleri ile etkileşime geçerek değişmiş olması da pek muhtemel, ama bunda bir hata yok, sonuçta ortam değişince, ortamdaki hukuk değişir, şartlar değişir, zaman değiştikçe; bulunduğumuz ortamda nüfuz eden bir takım yenilikler, bizim 150 yıl öncesinden buraya taşıdığımız Xabzeyi mutlaka değiştirmektedir. Zaten bunu inkar etmeye, bunu reddetmeye de bir çeşit "yobazlık" denebilir. Bundan 150 sene önce, bir de gidip Mezapotamya'da yaşayalım diye buraya gelmedik, bundan 150 sene önce, 101 savaştığımız büyük bir savaşı kaybettik, soykırıma uğradık ve buralara sürgün edildik. Olaya bu etkileşimde bakmakta fayda var, yani bizim 251 senedir, toplumsal yapımız savaş, soykırım ve sürgünle şekillenmektedir. Önceleri çok eleştirdiğim; "Babanın çocuğunu topluma açık bir yerde sevmeme"sinin sebebini öğrendiğimde gözlerim dolmuştu. Savaş öyle uzun ve acımasız geçmişti ki, babası savaşta ölen çocuklar köylerde çoğunluk olmuştu ve bu Xabze, işte o çocukların üzülmemesini düşünüyordu. Çok inceydi, ne kadar sert gözükse bile, aslında bir o kadar hassas ve inceydi. Günümüzde de bu çevreyle etkileşime giren ve insan onurunu düşünen Xabzelere ihtiyacımız yok değil, nihayetinde; bugün diasporası olduğumuz toprakların doğusunda çok kanlı içsavaşlar, savaşlar, cinayetler, katliamlar yaşanmaktadır. Oradaki savaşların, cinayetlerin bizim yaşadığımız topraklara taşırdığı "savaş mağdurlarının" sayısı da milyona ya ulaşmak üzere ya da geçmiş bulunmaktadır. Bizler, bunun farkındalığına varmalıyız. Xabzeyi, tartışmaları sönümlendirecek bir araca çevirmeye çalışmaktansa, bu gerçekliğin işleyişine karşı toplumsal vicdanımızı etkileyecek bir hukuka çevirmeliyiz. Bu şartlarda; bugün, 2015 genel seçimlerinin arifesinden yazıyorum o halde. Xabze; Zulüme, işkenceye ve katliama ortak olma adaylığına karşı bize neyi öğütlüyor?

İçimizde adımızı bağırarak oyumuzu çalmak isteyen katil adayları mı var? 

Kimin kime oy vereceğini sorgulamıyorum, fakat verilecek bir oyun bile hayatımıza kattığı herşeyi düşünmek gerekir. Bugünler de yine, hiç oy kullanmadığım ve bu seçimlerde de oy kullanmayacağım için samimi bazı çevrelerim tarafından şakayla karışık eleştirilmeye başlandım. Canları sağ olsun; fakat ben aslında tam da "oy kullanmanın hiçbir şeyi değiştireceğine inanmama" hakkımı seçiyorum. Benim kullanmadığım oyu, rızam olmadan paylaşanların iktidardaki zulümleri; aynı zamanda bana tanıdıkları bir hakkı bile kendi lehlerine sömürerek(ya da gasp ederek) hem bana hem de benim üzerimden halklara, doğaya, çevreye yaptıkları zulümleri oluyor. Bu duruşum gayet ideolojik. Gayet açık söylüyorum ki; Anarşist Komünistim, bunu hayatım boyunca, yer yer, şart şart ne kadar ihlal etsem bile onurla taşıyacağıma eminim. Oy kullanacak insanların tartışmalarını izliyorum, bende katılıyorum bu tartışmalara, bu tartışmalara katıldığım zaman; insanların beni hiç tanımadan etiketlemesine hayret etsem bile, inanın son 5 yıldır buna alıştırıldım. Bugün iktidarda olan partinin "aday adaylarını" tartışırken, kabul etmeliyim ki; sanki muhalif bir partinin sempatizanı gibi tartışıyor olabilirim. Ama niyeyse, onca muhalafet partisi arasından, iktidar partisini eleştiren herkesi; "kemalist" olmakla itham ediyorlar. Bu saçmalığı anlamıyorum, iktidar partisinin iktidarını kıskanan başka bir partinin ideolojik açısında düşünülmem bile utanç verici. O tartışmalarda beni kemalist olmakla itham eden kişiler; ya bilinçli bir propaganda peşindeler ya da gerçekten çok cahiller. Ülkede, yüze yakın parti var ve bu partilerin içinde "İslamcı - Kemalist" diye bir ikilem yok. Sosyal Demokratlar, Liberaller, Sosyalistler, Komünistler de var. Gayet muhalif partileri de var. Sistem partileri içinde, sistem muhalefeti yapacak kadar da çılgın muhalefetlerdir. Neyse. Bari en azından bunun anlaşılmasını ümit etmekteyim. Tartışmaların bir bölümünde Çerkeslerin siyasallaşması gerektiliğinin dile getirilmesi güzel bir gelişme, nihayetinde kısa bir süre önceye kadar; Çerkeslerin siyasete alet edilmemesini söyleyen bir çoğunluğun tüm toplumsal baskılarına rağmen artık bunun dillendirilebiliyor olması bir gelişmedir. Bu gelişmeyi de bir zamanlar "Çerkesleri siyasallaştırmayın" sloganını hayatına yaymış bir zümrenin taşıması ise hayretler ettiricidir. İnsanlar değişir, fakat bazı alışkanlıkları ne yazık ki taşırlar. O zümre, o zümrenin düşüncesine sempatizan olan bir çeper takımı, o çeper takımının etkisinde kalmış bir güruh; bugün siyasetin içindeler. Bugün meclise vekiller taşıyan bir genel seçimin, önseçimlerinde "aday adaylarını" hayatımıza sokmaktalar. Bazı sosyal platformlarda (ilk baştaki açıklama tam bu arkadaşlaraydı) bunu açıklamakta, kendi aday adaylarının propagandasını yapmaktadırlar. Bu platformlara bağım ise "etnik" bir mesele. Etnik aidiyetimden ötürü takip ettiğim platformlarda konuşulmakta olan siyasi konulara hemen katılıyorum. Hem de Anarşist Komünist kimliğimle değil, sadece bu kimliğin en yumuşak muhalif tarafını barındırmakta olan "Çerkes kimliğimle". Buna rağmen, tartışmalar her kadar siyasi olursa olsun, siyasi bazı yorumlar yapınca, konuyu tartışmaya açan kişiler siyaseti hemen etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Yine bu iyi, önceleri bunu hemen yaparlardı, şimdileri ise biraz savunmaya çabalamak gibi durumları da gözüküyor. Biraz çabalıyorlar, karşılarında attıkları oltaya sazan gibi takılanlar çıkarsa onlar için ne ala? Fakat çıkmazsa hemen gözümüzün önüne "XABZE"yi dayıyorlar. Durun hele soydaşlar(!), şimdi madem Xabzeyi kullanmaya başlayacağız, bunun bir kullanım metoduyla ilgili tartışmayı da başlatalım. Xabze sizin babanızın mülkü değil, size nasıl işliyorsa, bizde bunu kendimize işletebiliriz. Ama böyle de yapmayalım; Xabzenin genel işleyiş mantığı ve hukukuyla konuşalım! Xabze'de çocuk, kadın, ihtiyar öldürmek, doğayı yağmalamak, kazanma hırsıyla her türlü yalanı atmak, hırsızlık yapmak nasıl karşılanır? Peki tüm bunları yapanları desteklemek, onları güçlendirmek, silahlandırmak, beslemek Xabze'de o suçlara ortak olmak mıdır- değil midir? Buyurun Xabzenizi su üstüne çıkarın biz de bilelim. Bizim Xabzemiz; savaşta babası ölmüş çocuğu düşünecek kadar merhametli ve o çocukların üzülmemesi için topluma kendi çocuklarını sevmeyi ayıplayacak kadar da katı bir tutarlılık içinde işler. Ya bugün? Sadece bu toplumun iki ferdinin aile kurmasıyla dünyaya biyolojik olarak Çerkes gelme tesadüfünde bulunmuş bir kişinin, bu tesadüften ötürü hiçbir şey yapmadan övünme, bu kimliği taşımayanları (özellikle belli bir zümreyi) aşağılama hakkı görmesi, bu aşağılamasında kendi tesadüfi kimliğinin tarihsel duruşunu kaynak göstermesi çok mu hoş? Buyurun Xabzenizi su üstüne çıkarın, malum imam söyleyişiyle sesleneyim size; Bizim xabzemiz; haklının, gerçeğin, adaletin, eşitliğin, vicdanın, merhametin, özgürlüğün adını taşıyanların, onu canıyla, kanıyla savunanların, boyun eğmeyenlerin, diz çökmeyenlerin xabzesidir. Bizim Xabzemiz; Filistinde katledilen arap çocukları için, Kürdistan'da köyü yakılmış Kürt kadınları, çocukları, halkı için, Dersim'de bombalanmış, kimyasal silahlarla vurulmuş, içten içe yanarak can vermiş Zazalar için mücadeleyi temsil eder, onlarla dayanışmayı, dayanışmada insanlığı emreder. Ya sizin Xabzeniz? İsrail'de çocuk öldüren siyonist pilotları afyon'da yetiştirenleri, Irak'ta Suriye'de kadınları köle yapanları, onları pazarlarda satanları, çoluk çocuk, kadın ihtityar demeden onları katledenleri destekleyenleri, silahlandıranları mı destekletir size? Bizim Xabzemizde siz; cinayete, işkenceye, zulüme, baskıya, katliama ortak olmaya aday adayı olmuş karaktersizlersiniz, varsın sizin gibi alçakların Xabzelerinde biz; bölücü olalım! Böyle bölücü olmak, öyle katil olmaktan bin kat daha şereflidir. 



Share:

Mükemmeli arayan sefil yaşamların itirazında ki samimiyet eksikliği

Evet acı ve zor, ancak yaşadığımız bu şey bir gerçek ve bu gerçekle iyice yüzleşemediğimizi düşünüyorum. Yaşadığımız sisteme bakıp, en iyi ihtimalle bile; adaleti ve özgürlüğü göremiyoruz. Bir yeri değil, iki yeri değil, üç yeri değil evet, her yeri bozuk bu düzenin. Bu yaşamın değil, ölümün düzeni ve bu düzen burjuvazinin hayatını refaha erdirebilmek için, ölümüne yetiştirilen milyarlarca çocuğun yarın eli silahlı katillere dönüştürülmekte olduğu bir gerçek ve bu gerçek yadsınamaz, saklanamaz. Gözümüzün önünden, burnumuzun dibinden daha da gerçek bir ölüm, gerçek bir yıkım, gerçek bir işkence bu. İçinde olduğumuz, etimizi koparan, hayatımızı çalan, hayallerimizi öldüren, bizi esirleştirmiş bir gerçek. Gerçeği hissedin, içindeyiz ve boka batmış durumdayız. Burnumuza kadar falan değil hem de, boyumuzu misliyle aşmış bir boka batmış durumdayız. Gerçeği hissedin, gerçeğe en başta kendi içinde, dahili, çarkı olduğumuz yerleri hissederek uyanın. Açın o kitap okuyarak yorulmuş gözlerinizi. Benim halimi görün, halime sövün, halimize küfür edin, isyan edin hakkınızdır elbette, ama benden önce kendi halinizi görün, sosyal şovenizme dönüşmüş sloganvari radikalliğiniz, aynı boka batmış olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Aynı boka batmış vaziyetteyiz, aynı kitapları okumuşuz, aynı çığlığı atıyoruz, aynı insanlar tarafından anlaşılmıyor, aynı işkenceciler tarafından cehennemi yaşıyoruz ve bugün birbirimizi tatmin etmekten başka vazifemiz yokmuş hissi vermeye başlayan yoldaşlarım! kitaptaşlarım! hayaldaşlarım! İçinde biriktiğimiz sefaleti reddetmek için, onu tanımak gerekiyor ve aynı sefil yaşamı paylaşıyoruz da, o halde aynı sefil yaşamımızda, kitaplarda yazılmış kusursuz devrimin taşımamakla suçladığımız yerlere; özeleştiri iliştirerek eleştiri koymalıyız. Samimi olmak zorundayız. Samimiyet en başta; birbirimize karşı özsorumluluğumuz olmak zorunda, birbirimize bile samimi değil miyiz? Kaldı ki; bugün anarşizme biçtiğimiz ünvanlarımızla bir çeşit toplumüstü devrim hiyerarşisinde hayali rütbeleri; söylemlerle süslüyoruz. Kendinize gelin! Biz; kendimize, karşımızdakine ve yaşama samimi olmadıktan sonra, ne okuduğumuz kitapların, ne de hayalini bağırdığımız yarınların kendimizi tatmin etmekten ötesi olmayacak. Bugün; Kobane'de faşizmin tetikçilerine aylardır direnenleri ve faşizmin en kanlı tetikçisi olmuş olanları, oradaki yaşama tehdit olmaktan söküp atanları kitap okuyarak acımasızca eleştirmenin bir sorumluluğu olmalıdır. Kitapta; ordular, devletler, yönetimler reddedilir olsa bile, kadınları kölesi edinip pazarlarda satan, çocukları, hayvanları, yaşlıları boğazlayan, gerici şiddeti en üst dozda savunup, yaşama ve her türlü özgürlüğe ölümcül tehdit mahiyeti taşıyan ve gittikçe büyüyen, gittiği her yerde; kandan başka iz bırakmayan, küçücük çocuklardan ölüm makineleri yaratan bir zihniyetin örgütlü hali karşısında henüz bizlerin olgunlaştıramadığı bir direnişi esas alarak eleştiri pozisyonuna geçmek; orada düzenli ordu kurup, o örgütlü faşizme karşı savaşmaktan daha eleştirilesi bir durumdur. Bir çoğunuz; Kobane'deki, Rojawa'daki direnişi bu yönleriyle en radikal biçimde eleştirirken, yaşadığınız hayat maalesef eleştirdiğiniz yanınızı hiç yansıtamamaktadır. Kabul etmediğiniz sistemin şartlarında tutunmaya çalışırken kendinizi teselli ettiğiniz bu düzende, bu düzene her ne kadar eleştiri koysanız dahi kazandırmakta olduğunuz, bazen unuttuğunuz ama hepinizin çok iyi bildiği bir gerçekten ibaret değildir. Bu düzende, ordulaşmak sadece ve sadece elinize silah alıp, militarize olmakla mı tarif edilir sanıyoruz bilmiyorum ama varlığımız, ufacıkta olsa bu sistemi ayakta tutmaktaysa (-ki öyle) bizler de bu kolpa düzenin içinde (istemediğimiz bir şekilde) askerlik yapar vaziyetteyiz. Hepimizin bahaneleri var, hiçbirimiz bu bahanelerin dışında değiliz ve eğer eleştirilerimiz; kendi bahanelerimizi aşamıyorsa, samimiyetimiz de bir eksiklik olduğunu anlamak zorundayız. Bizler bu düzenden tamamen izole bir yaşam sürmediğimiz gibi, aynı zamanda bu düzenin şartlarına bağlı bir yaşamın gerekliliklerini de yerine getirmekteyken, Kobane'de; eli kanlı faşistlerin en temel değerlerimizi bile ayaklar altına alarak oradaki canlıların yaşamlarına tehdit olmalarına karşı direnenlerin düzenini bu kadar rahat eleştirebiliyor olmamız içler acısı durumdadır. Halbuki; orada kadını köleleştirenlere karşı, özgürleştirenler.. ölüme karşı yaşam, faşizme karşı direniş savaşmış ve kazanmıştır ve tüm bu şartlarda orada ki sonuç bugün insanlığın zaferidir. Bunu manipüle etmenin, hele ki bunu Anarşizmle yapmanın ne kavgamıza ne de özgürlüğe hiçbir kazanımı ve katkısı olmayacaktır. 

Share:

Bir alanda uzmanlık, diğer alanda aptallığa engel değildir.


Dün, Xabze Işığında Düşünce Paylaşım Platformunda paylaşılan o malum programın kaydını izledim. Baştan sona kadar izlemeye ve anlamaya gayret ettim. Programdaki malum şahıs dışında İlber bey ve pek konuşmayan biri kadın uzman vardı. Bunlar; asimile olmanın sebeplerini; dilin evde konuşulur olmamasına bağlamaya çalışıyorlardı. İlber beye soruluyor, İlber beyde tarihçilikten öte, felsefecilikte uzman gibi soruları cevaplıyordu. Zaten saçmalığın başı "Tarihin arka odası" isimli programda "güncel siyaset" konuşulması olsa bile, daha da zorladılar saçmalığın sınırlarını. Almanya'dan, İtalya'dan örnekler vermeye çalışarak ve onu bile tam başaramayarak birşeyler anlatmaya çalıştılar akıllarınca, aslında anlattıkları hiçbir şey yoktu, tamamen Bardakçı isimli hadsiz tarihçi-araştırmacı müsvettesinin misyonunun propagandasını yapmaya, ünvanlarıyla altını doldurmaya çalışıyorlardı. Ne kadar trajikomik; tarihçilerin siyaset yaptığı, kabadayıların ülke yönettiği, müteahitlerin belediye yürüttüğü bir ülke.. ülkenin genel problemi bu; hiç kimse kendi işine bakmıyor. Herkes, kendi işindeki uzmanlığını, en alakasız konularda referans olarak verip kullanıyor. Böyle bir hakları olmadığını söylemiyorum, elbette ünvanı ve eğitimi ne olursa olsun herkesin, herhangi bir konu üstünde fikir beyan etme özgürlüğü vardır ama varsa da; bunu kitle iletişim araçlarına erişim kolaylıkları sayesinde bir propagandaya dönüştürmeleri bir özgürlük değil, aksine bir ihlal olarak düşünmek gerekir. Dikkat edin; "Prof. Dr." tarihçi, çıktığı program "tarihçi" konuşulan şey; Çerkeslerin siyaset yapması, parti kurması, hak talep etmesi vs.  Kimse kusura bakmasın da, o müsvettevari tarihçinin de, onun propagandasını yapan kişilerin de, onları yayınlayan televizyonun da, gazetelerinde; üstlerinde taşıdıkları ünvan, yaptıkları aptallığı örtemez. Birer tarihçi olarak, bugün sokakta gezen Mustafa amcaların bile bildiği "Asimilasyon politikalarına" yok demeleri, bunu ima etmeye çalışmaları da ne kadar tarihçi olduklarını, ya da kimin tarihçileri olduklarını ortaya serer vaziyette. Sizler kentleşmeyi ve kentleşmenin taşıdığı toplumları, ekonominin zalim bir diktatöre dönüştüğü dünyayı, kırsalden kentlere halen akmakta olan azınlıkları ve kentlerde devletin oluşturduğu oto-asimile havuzlarını bilemeyebilirsiniz, böyle haklarınız var; ancak böyle bilmediğiniz konular hakkında yorum yapmaya çalıştınız vakit; bu bizim tarafımıza "uzmanlaştığınız tarafla kazandığınız ünvanı, aptallaştığınız tarafları örtmeye çalıştığınız" gerçeğini oluşturuyor. Eğer bir had bildirilecekse, bu haddi size en başta kendi meslektaşlarınız bildirmeliler. Çerkesler; Osmanlı'ya değilde, Küba'ya da sürgün edilmiş olsalardı, orada da yaşayacak kadar onur, beceri ve bilgi sahibi olurlardı ama, Türkiye'de Çerkesler olmasaydı, sözüm ona; milli mücadele günlerinde Çerkeslerin doldurduğu yerleri kimleri doldururdu bilemiyoruz. Tarihte dosta ve düşmana karşı iyi-kötü herşeyimiz ortadadır, yağmacı tarihinin bu topraklara taşıdığı, bu topraklarda başka halkların bilgi ve tecrübelerini de yağmalayarak oluşturduğu geleneği kültür edinmiş bir toplum, tarihinde yağmacılığa hiç bulaşmamış ve kültüründeki bir çok şeyi kendine ait Çerkes kültürüne böyle hakaret edebilecek nitelikte ve seviyede olamaz. Çerkesler eğer bugün Türkiye'de yaşıyorlarsa, burada yaşamanın bedelini misliyle ödemişlerdir ve bugün de ödemeye devam etmektedirler. Bu anlamda hiçbir müsvette tarihçi, Çerkes toplumunu aşağılama ve o toplumun hiçbir ferdine kapı gösterme hakkına sahip değildir. Müsvette tarihçiler değil söylemeyi, bunu düşündükleri an ilk yapmaları gereken şey; bu ülkenin kuruluş (kurtuluş) tarihini açıp, nitelikli kişileri dikkatlice araştırmalılardır.
Share:

Çerkeslere verilen duvar pasları ve şöhretin (onursuz) kalesi.

Pek futbol izleyen biri değilim, hatta futbola maruz bırakılarak öğrendiğim şeylerin dışında pek bildiğim şeyler yoktur. Mesela ofsayt, tac, ceza sahası falan, hep maruz bırakıldığım ve sanırım hayatımın hiçbir yerinde benim işime yaramayacak bilgiler... bunlardan bir diğeri de "duvar pası"dır. Eğer bunu yanlış söylüyorsam lütfen düzeltin; benim bildiğim "duvar pası", amacı gol atmak olan bu oyunda, rakip takımın oyuncularını hızlıca geçmek için komplike bir şekilde topun bir oyuncudan diğer oyuncuya atılması ve hemen geri aynı oyuncuya dönmesidir. Böylece, bunu yapan takım, rakip takımın savunmasında kendilerine engel olan oyuncuları hızlıca geçer. Neyse, ben hiç futbolla ilgili teknik bir şeyler yazmadım(malum 3F kuralında ki Futbolla ilgili ise teknik olarak değil, siyasi olarak ilgileniyorum), yazacak kadar bilgim de olmadı ve elbette yazmayacağım da... Başlıktaki "duvar pasları;" kısmen bu durumun özetidir, bunu anlatmaya çalıştım. Gelelim konuya...

Hani çok örgütlü bir halk değiliz ya, bu yüzden gündemde tutarlı bir yerimiz yok. Ara sıra; örgütlenme faaliyetleri canlanır, işte o zaman bazı entrikalar oluşur, o entrikalar; canlanan faaliyetlerin enerjinisi sömürür, öyle sömürür ki; faaliyetlere can katan tüm unsurlar sönümlenmeye başlar. Ne tamamen yok olur, ne de var denecek kadar hareket eder. Biçilmiş bir seviye, o seviyeyi aşmadıkça sınırsız tartışma ve hareket. Ne zaman ki biçilmiş seviye aşılır, o zaman bir şeyler olur. Hep olmuştur, bilmiyorsunuz diye yok saymayın! Kimi zaman toplu sürgün, kimi zaman aydınlar sürgünü, kimi zaman baskı ve hatta cinayetlere varmıştır. Bu yüzden tarihte, belki de Çerkes toplumunun bir çoğunun bilmediği Gönen Manyaslar, 150likler listesi, Mektep kapatmaları, Hainler, Yayın yasakları, Mahmutlar, Özdenler ve belki adı hiç kayıtlara geçmeyenler.. söylemeye korkulmuşlar; Reyhanlı'da bir Çerkes Derneğinin, 1990larda, gizlice dil kursu vermeleri, onların bile engellenmeye kalkışılmaları.. ulusal değerlerimizi yontacak nice tezler, nice hiç yaşanmamış tarihler, o tarihi savunan tarihçiler.. Hepsi, hem bizden birileri hem de bizden olmayan birileri tarafından bilinerek ya da bilinmeyerek, bir amaç için paslaşılarak oluştu. Bugün de oluşuyor. Bugün; kazananların propagandasına dönüşmekten ötesi olmayan bir tarihin tarihçileri, toplumları, farklılıkları çatıştırıp, sahtekarların pis işlerini görünmez kılma vazifesini üstlenmiş medya kuruluşlarının vuruş başına maaş alan kukla gazetecileri ve iktidar ya da muhalefet; sistemin aklama-aktarma merkezine dönüştüğü odakların kapıları içine girmek için her türlü aidiyet hissini sömüren yönetme gayesi ibraz eden örgütlerin yaptığı tek şey; her birisinin kendi kulvarında kendini popüler kılmak için birbirlerine attığı kısa paslardır. Her ne kadar birbirlerini demediklerini bırakmasalar da; her biri, bir diğerini yükseltir. Bunun bugünlerde (son yıllarda) Çerkesler üzerinde işleyen bu iğrenç tutumlarına şahidiz ve o görüyorum ki, birbirlerine verdikleri paslar işliyor. Bu duruma ne kadar daha tahammül edilebileceğini merak ediyorum. Zira, daha çok yakın tarihte; açığa çıkan yalanları tarafından toplumumuzun hedefine oturmuş kişiler, bugün onlara verilmiş pas ile toplum tarafından sahiplendirilmeye çalışılıyor, bir de başka stadyumun tribünine oynayan birileri; sözüm ona halkımız için çabalamaktan başka gayesi olmamış bir zat, Çerkeslerin Türkiye'de etkili olduğu yerden, bir zamanlar "Şimdi Çerkesler mi çıktı" diyen bir yöneticiye sahip yönetme gayesi olan bir örgütten adayın adayı olmuşlar.

Ey mazlum halkım, sen ki kılıçlarla ve toplarla soykırımdan geçirilmiş ve çıkar anlaşmalarıyla yurttan yurda gönderilmiş, acılardan ve ihanetlerden tarihi olan koca bir halkın buradaki kopuntususun ya; o tarihte içinde, düşmanla paslaşan ve seni kullananları unutmadan hareket etmelisin. Sen ki; asırlar öncesinden temeli olduğu halde, bugün unuttuğun ulusal bilincine tekrar kavuşmadan; birileri için hep kahraman olurken, birileri tarafından da hep hain olacağını asla unutmamalısın. İşlerine geldiği kadar kahraman, işlerine geldiği kadar hain olmaktan bık ve usan artık. Uykuya daldığın tarihine uyan, yurduna ve insanlığına çevir yüzünü.. birbirleri arasında paslaşıp, seni kullananlara yüz çevir. Düşman ırksız, renksiz ve cinsiyetsiz! hem içeriden hem dışarıdan kuşatılıyorsun..

Share:

Cefalar, Sefalar, İyiler, Kötüler, Kürtler ve bazı Çerkesler.


Sanki memlekette olan kötü herşeyden muaf, iyi herşeyden paydaşız gibi bir hava var Çerkesler de, birisi de çıkıp "Haddinizi bilin" dediği zaman, feryat-figan ediyoruz. Haddimizi bileceğiz arkadaş, bileceğiz.. madem yediğimiz kaba pislememekte bu kadar ısrarcıyız, o zaman yediğimiz kaba adam gibi pislemeyeceğiz. Kürtler ölsün, öldürsün bir hak kazansın efendime söylüyeyim "Anadil dersi" sen koşa koşa git çocuğunu yazdır okusun. Kürtler ölsün-öldürsün "Türkçe konuş arkadaş" kampanyalarını yarsın geçsin, sen köyünde, kahvende git koşa koşa dilini konuş. Kürtler ölsün, öldürsün bir hak kazansın efendime söylüyeyim; "Anadilde yayın yapan kanal" sen koşa koşa meydana çık, aha Kürtlere verdiniz, biz de isterük" diye bağır. Kürtler ölsün-öldürsün 81 darbesinin baskılarını tek tek yarsın, sen koşa koşa git dernek kur, onu yap bunu yap.. sonra sen çık; bedel ödeye ödeye ilerleyen adamın karşısına, bölücü-terörist-hain-maşa falan de, "ah canım benim, seni öperim" demesini mi bekliyorsun? Ya öyle olun ya böyle; ikisi arasında durup hangisi işinize geliyorsa o tarafa koşmak kadar iğrenç bir davranış olamaz. Çerkes  Partisi kurulmuş hayırlısı olsun, diyor ki ülkede Türk-Kürt dışı etnik gruplarda var, doğru var.. alevi-sünni dışı inançlar da var... doğru o da var... inançsızlar da var... doğru var! Senin siyasetin bu mu? Doğru bu... Sen partini nasıl kurdun? Doğru, nasıl kurdun? Ülkede Çerkeslerden başkaları da var, gani gani var.. bu topraklardaki en yeni topluluklardan birisi sensin hatta.. doğru biziz... ee, senin, senin oyunu da alarak adapazarından, antepten, kayseriden falan çıkan milletvekillerin, hatta cumhurbaşkanların, askerlerin falanda var; sen bunların peşinde "en iyi kürt, ölü kürttür" demeye getirip onlara sunulan rezil bir yaşamı reva gör, bu rezaletin sistemine dahil ol, felsefesine ortak ol, yaşa, yaşat, askerliğine soyun, vekillerin, başkanların, imamlarınla, meclislerde, salonlarda, camiilerde adamlara tüm nefretini kus; ee haddimizi de bi zahmet biraz bilelim. Xabze'yi gözümüzle okuyalım biraz, bakalım bize nerede nasıl had bildiriyor değil mi? Memlekette olan her kötü şeye dahil, etkileşimli ve tepkisiziz, her iyi şeyde de zerre kadar payımız yok. Bu memlekette iyi herşey için bedeller ödendi, cefalar çekildi..  ödenen bedellerde, çekilen cefalarda; halk olarak halkımız için zerre kadar payımız yok. Başkalarının sefa sürmesini için cefa çekmekten başka birşeyimiz yok. Haddimizi bilelim; başkalarının ödediği bedeller üstünde; hala derneklerde, meclislerde, partilerde "Bze, Xeku, Xabze" derken başkalarının ödediği bedellere "Tu kaka" etmek, ne Çerkes kültüründe, ne de İnsanlık onurunda yeri olmayan, onursuz, zavallı, satılık, kiralık bir durumdur.
Share:

Çerkes Müşterekliği Üzerine: 4

-Figana geçen başkalaşım-


Arayı soğutmakta üstümüze olmadığını düşünüyorum; belki çay içilecek bir dostla gezilecek günlerin seyri azaldı, ama gelinen noktada şunu çok net ifade edebilirim ki; toplumsal uzlaşı için olgunlaşan şartlar öyle kendi haline bırakıldı ki, artık çürüyor. Fakat tecrübe edinilmiş bir üslup, pratiğe dönüşmüş bir yanyana gelim, bir ilk, bir ikilik, bir üçlük.. birlik olabilme azmi, bunlar çürüyüp kargaya yem olacak türden değil, bunlar tekrar toprağa düşüp filiz verecek türdendi. Telaşem ise, buna vaktimizin kaldığına dair hiç yeşermemiş umudumun mahsülüdür. Yanyana hemen gelebilir miyiz? Buna dair bir program yok, ancak buna karşı senaryosu yazılmış bir şeyler, birileri, bir hareket gözle görünüyor. Anasından doğduktan 35-40 yıl sonra kendine yeniden isim verip, iletişim kanallarımızda cirit atan yüzsüz, kimliksiz, hayalet kişilikler; çorbaya düşmeye and içmiş sinekler gibi dolaşıyor. Uyku moduna girmiş düşünceler yeniden hortluyor, yeniden saçma sapan şeyler tartışılıyor. Taraflar; birbirini en hassas yerlerinden vurmaya dursun, bizden birileri de bu tiyatronun doğaçlama karakterine bürünüp hemen karşılarında "taraflaşıyor." Biz bu tiyatro süregelirken söylediğimiz şeylerin farkındalığını yitirmeye ne kadar yatkınız? Halbuki, en son konuşulacak şeyler yine, yeniden daha başlamamış bir Çerkes Davasının içine girebildi. Bizim yanyana gelmemize ürken kişiler; figan etmeye ne tez başladı farkında mısınız? Bu başkalaşımı, odak kaydırma operasyonunu ve bunun bilinçli-bilinçsiz tüm provakatörlerini iyi analiz etmemiz gerekli. Zira bu senaryoyu yazanlar, müştereklerimizi dağıtacak kodları iyi biliyorlar. Toplumsal tabanımızın içinde açtıkları yarayı elbette bilecekler. Onların bilmediği şey; bizim müştereklerimizin 150 yılı defalarca aştığıdır. Pratik tarihte, tecrübeyle kazanılmış toplumsal hafızadır. Bizler de buraya yoğunlaşarak, onların açtığı yaralama operasyonuna karşı en büyük savaşı vermekle mükellefiz!

Halkımız için, insanlık, kardeşlik ve adalet için! Ayrıştırıcı Figanlara karşı, Birleştirici davamızı yükseltelim! Odağımız halkımız ve yurdumuz, amacımız ise birlikteliktir! Faşizmin intikam çığırtkanlığına karşı, yaşasın insancıl adalet arayışımız!
Share:

Faşizmin hedeflediği bir Çerkes proleteri; Zafer!


Yarını düşünmek, yarına direnmektir ve halkların en güzel çocukları; hakkını, insanlıkla eşit bir şekilde yaşamak isterler. Onların ayrıcalık istemini duyamazsınız, onlara bunu söyletemez, onlara bu saçmalığı dinletemezsiniz; çünkü dünyanın en güzel halkı da olsa, haksızlık karşısında dünyanın en kötü insanı bu haksızlığa karşı susmanın tam karşılığıdır! Onların düşmanıdır ayrıcalık ve onların tek isteği vardır; herkes hak ettiği gibi yaşamalıdır. Yaşamı ilmek ilmek ören emekçilerin hakkıyla yaşamasıdır ve buna hiçbir etnik aidiyet, hiçbir dini aidiyet filtre değildir. Filtre; tüm etnik ve dini değerlerinde üstünde; tüm bu ayrıcalıklara rağmen, herşeyin yerli yerine oturmasıdır! "Toprak ekenin, mahsül biçenin" hakkıdır onlar için ve bende Zafer Kaygın'ı Çerkes olduğundan değil, bunu bağırdığından ve buna susturulmak istenmesinden ve onun bedenine sistemsel ve psikolojik bu işkenceleri uygulayan ayrıcalık iktidarına karşı, eşitlik savaşından ötürü selamlıyor, yanında olduğumuzu herkese duyuruyorum.

**

Zafer'i etnik tartışmaların yoğun döndüğü Çerkes platformlarında pek işitmezsiniz, bunu işitmeyince ve bunun parçası olmayınca dolaylı olarak her tartışmada "Bunun Çerkeslikle ne alakası var" diyen bir güruhu, bugün Zafer'in yanında da göremezsiniz. Bu, onların ikiyüzü olsun! Zafer'in zaten onların istediği gibi bir hayali yoktur. Zafer, tesadüfen Çerkes halkının evladı olmuş ve bu halkın faşizm karşısında sürüldüğü coğrafyalarda büyümüş. Kendisi için ne kadar önemli, ne kadar değil; kendi bileceği bir iş. Benim için ise önemli olan; halkı fakirleştirdikçe zenginleşen, emperyalist, emekçi düşmanı ve sömürgeci asalak sisteminin ona karşı, onun üzerinden, onun mücadelesini paylaşan herkese, bize ve diğer tüm yoldaşlara çektiği hiza, verdiği mesaj ve yaptığı işkencedir. Zafer'in bedeni ve ruhu bu işkenceyi yaracak olgunlukta, bilinçli ve kararlıdır fakat bu durum onun bu işkenceye maruz kalmasına sessiz kalacağımız anlamını asla taşımaz. Bugün, HDK-P içinde ve elbette diğer örgütlerde-de sözde sol tabandan gelen Çerkeslerin hepsi özeleştiri vermeliler. Zira; Zafer'in Çerkesliği, onu bu işkencede ayrıcalık sahibi yapmasa da, onun sol kamuoyu tarafından hala duyulmamış olması tamamen bu Çerkeslerin yaratmış olduğu sorumsuzluktan ötesi değil. Bu sorumsuzluğu nasıl açıklayacaklar merak ediyorum, nasıl susacaklar buna? Biz bugünlerde, herkesi olduğu kadar izlemekte ve susulan-bağırılan herşeyi geleceğe taşımakta ısrarcıyız. Basit tartışmaların açtığı arada, ne Zafer'i ne de başka bir gencimizi siyasi linç kültürünün devamı olan bir zihniyetin adaletsizliğine kayıtsız-şartsız teslim etmeyeceğiz! Haksızlık karşısında bir tarafımız vardır ve bilinmelidir ki, bizim tarafımız haksızlığa uğrayanın yanıdır. Haksızlık edenin karşısıdır. İşçi sınıfının yılmaz savunucularıdır, dünyayı emeğiyle örenlerdir ve bu gücünün farkında mücadele yürüten herkes bizim yoldaşımızdır.

Share:

2015'e dostlarımla ve Jineps ile girdim.

***

2015 senesine, Üsküdar/Bağlarbaşı'nda bulunan değerli arkadaşım Mehtap'ın evinde, çok sevdiğim nice arkadaşımla ve aynı zamanda 10 yıldır kesintisiz olarak Çerkeslerin dili olan ve sesini duyuran Jineps Gazetesinde bana verilen bir köşeyle girdim. En başta bana yoldaşlıklarını, dostluklarını ve arkadaşlıklarını lütfeden tüm dostlarıma ve beni önemseyen, bana değer veren, beni okuyan, beni eleştiren tüm herkese çok teşekkür ederim. Bir köşesinde yer verip, kendimi halkım adına ifade edebilme fırsatını benimle paylaşan tüm Jineps Gazetesi emekçilerine de teşekkür ederim. 10 senedir, tüm zorluklara rağmen halkımızın sesini duyurmaya azmeden bu gazete de bir köşe sahibi olabilmek benim için onur verici bir durumdur, bana bu onuru yaşatanlara bin selam olsun.

***

10 yıldır tüm zorluklara rağmen, emekçilerinin kendilerinden feragat ederek ayakta tuttukları Jineps Gazetesi, (bilmeyen dostlarım adına açıklama gereği duyuyorum) Çerkes Diasporasının bu topraklardaki sesidir. Bu sese güç verende, Çerkesler ve dostlarından başkası değildir. Bu anlamda hem Çerkesler hem de dostları için biraz daha önemlidir ve bugün ne yazık ki önemi ne Çerkesler ne de dostları tarafından tam olarak anlaşılmamaktadır. Halbuki medya organlarının "taraflara" yedeklendikleri ve Çerkeslerin en çokta duyulmaya ihtiyacı olduğu şu zamanlarda, sesimizi duyurma gayretini omuzlanmış Jineps'e sıkıca sarılmak ve onu ayakta daha güçlü tutmanın ne derece önemli olduğunu hepimizin anlaması gerekir. Vaziyetin ciddiyetinin, öneminin ve bugün tam 10 yıldır bu halkın sesini omuzlamış Jineps'in pratik tarihinin anlaşılması gerekir. Jineps'ten tamamen kişisel bakış açımızı ve kişisel doğrultumuzu beklemek, bunu bulamadığımız için onu yok saymak ya da bu doğrultuda eleştirerek onu protesto etmek büyük bir sorumsuzluktur bence. Bende kişisel ideolojimin, dinimin, sanat tarihimin tam karşılığını bulamıyorum, fakat bu gazetenin Çerkes halkının genelinin sesi olmaya çalıştığını ve bunu 10 yıldır pratiğe döktüğünü anlayabiliyorum. Kendi kavgamdan taviz vermediğim gibi, Jineps'inde kavgasından taviz vermemesini doğal karşılıyorum. Sizi de, Çerkes halkının sesi olmayı 10 yıldır pratik olarak sürdüren bu gazeteyi güçlendirmeye davet ediyorum.

10 yıldır halkımın sesi olduğun için,
bana da bu seste bir yer verdiğin için teşekkürler Jineps.

Share:

Hayvanseverlik mi? Hadi be...


Şehirleşmeyle başlayan ilginç bir serüven, bir çeşit günah çıkarma terapisi gibi adeta. Çoğu kimse, hayvanların kendi doğasını altüst eden varlığımız hakkında bırakın birşeyler yapmayı, bunu düşünmezken bile; evindeki kediyi vegan beslemeyle kendini rahat hissediyor olabilir, oysa biz bugün insanın etçil olmadığı konusunda ne kadar eminsek, şuna da emin olmalıyız ki; kediler de otçul değildir ve bunu tartışmak bile kediye karşı yapılmış ahlaksızlığımızın daniskasıdır. Ama en büyük ahlaksızlığımız bu değil! Hadi gelin kediye ahlaksızlık yapmayalım diyecek olsak, bu sefer o kedinin kabına koyduğumuz mamaya dönüşen canlıya ahlaksızlık yapmış olmaz mıyız? Hemde büyük bir endüstri ve bu endüstrinin içinde muazzam derecede korkunç bir zulüm, işkence, kölelik ve ölüm sürecinden geçmiş o canlılara? Ama tek ahlaksızlığımız bunlar da değil. Saymakla tükenmeyecek kadar ahlaksızlığımız var bu konuda ve biz  hangi tarafa ahlaksızlık yapacağımızı tartışıyoruz bence. Zaten şehirlerimiz, şehirdeki yaşama alışkanlıklarımız, varlığımız bir ahlaksızlık. Ahlaksızca, bencilce, türcü, erkil, efendi mantığıyla kurulmuş toplumların, kurduğu şehirlerde, koyduğu kurallarla yaşayan, gördüğü şeyden rahatsız olup bu rahatsızlığını görmediği birşeylerle gidermeye çalışan insanlarız bence. Bunu kabullenmiyoruz ama içinde yaşıyoruz ve evimizde neden bize muhtaç yaşadığını umursamadığımız kedinin-köpeğin şuanda ne yemesi gerektiğine biz karar veriyoruz.

Gerçekten çok hayvanseverce...
Share:

Bilinçaltından Derin Sızı: İslamafobi, islamcı çetelerin insan kaynağıdır.

Zulumü İslamda tekelleştirmeye çabalamak bence büyük bir haksızlık, ancak bu tekelleştirmenin en büyük dayanağını ne yazık ki orantısız zulüm ile müslümanlar sağlamaktadır. Diyelim ki "evet, gerçek islam o değildir" peki siz bu inançla doğup-büyüyen ve onunla olmaktan huzur duyanların böyle bir sığınakla aklanma hakkınız olabilir mi? Bu da apayrı bir sorumsuzluğun başka bir konusu. Nihayetinde; birileri gerçek ya da değil ama müslüman jargonla kafa kesmeyi, eline silah alıp insan öldürmeyi, kadınları pazarlarda satmayı, çocuklara işkence yapmayı sürdürüyor, bunu ellerinde kuran ile, ağızlarında allah ile yapıyorlar. Bunu gözümüz önünde, burnumuzun dibinde yapıyorlar. Aşağı ve yukarı mahallelerimizden Müslüman gençler de, bu cinayete ortak olma yolunda ellerinde kuran, ağızlarında allah olup insan başı kesen örgütlere katılıyorlar. Bunlar tarışılırken, müslüman birileri de çıkıp, cinayet işleyenlere tek kelime etmezken, onları eleştirenlere "onlar gerçek müslüman değil, islam bu değil" diye müdafa pozisyonuna geçmekteler. Bu durumda, "islamın gerçekten bu olmadığına" en başta "islamın adıyla bunları yapanların" cinayetlerine karşı tepki göstererek başlanması gerekir.
 
Aynı zamanda gerçekten insan kafası kesmeyecek çoğunluğa düşüncesizce psikolojik savaş yürütenler, onları gerçekten biraz daha ileri iteklerken bu zulümü bitireceklerine eminler mi? Ben olsam biraz emin olmaya başlamadan, toplumsal ve kültürel normları dikkate almadan, sonucunu öngörmediğim bir hiçbir harekete geçmezdim. Sonuç itibariyle müslüman doğmaktan ve buna inanmaktan çare bırakılmayan toplumun tabanından insan kaynakları bulan bu tip örgütlerin insanları militarize ederken kullandığı bir yöntemde, bu sorumsuzca yaklaşımı bir propaganda malzemesine çevirmektir. Toplumsal tabanda ne yazık ki entellektüellerin ve aydınların çok uğrak yeri değildir. Bizim bu coğrafyadaki entelejansiyamızın şablonu daha çok; nezih ya da politik cafeler&barlar bilinen arkadaşlarla gidilecek ve ve o arkadaşların dışında toplumsal iletişimden arındırılmış manzaralı oturma, içme ve sohbet etme alanlarıdır. İletişim alanıda ne yazık ki sosyal medya gibi alanlardır. Yani toplumsal gerçekliği tahlil etmeden; varoşlarda, taşrada islam ile büyüyen ve vicdan sahibi olan insanlarında  değerleri olan şeylere hakaret etmenin, eleştirmenin haddinin aşılmasının, nefret ve aşağılama kampanyasına dönüştürmesinin, küfürvari sloganları kusulmasının doğurduğu sonuçları umursamamak hem sosyal bir şovenizmin militanı olmak hemde karşı tarafın insan kaynağı olarak girdiği taşralarda, varoşlarda propaganda malzemesine dönüşmek demektir. 

"Başka bir dünya mümkün" olabilse de ve biz bugün o dünya için mücadelemizi yürütüyor olsakta, başka bir dünyayı, buradan başka bir yerde değil, tam da bu dünyada öreceğimiz gerçeğini unutmadan, faşizmin insan kaynağı edindiği yerlerde, insanları militarize eden ve faşist çetelerin kendini, toplumsal tabana meşru kılmayı başardığı söylemlerden kaçınmalı. Bir topluma ve inanca topykeün savaş açmak yerine, tüm toplumlardaki ve inançlardaki şiddete karşı mücadele ettiğimizi daha da belirgin hale getirmemiz gerekmektedir.

Share:

İntihar demek vicdansızlıktır

İçimizdeki iktidarı söküp atmadıkça, dışımızdaki iktidara karşı savaşımız iki yüzlü olmaya mahkum kalacak. Bugün, Eylül Cansın'ın anısına, içimizdeki iktidara tekrar değineceğim. Seni ve nicesini; en faşist iktidarın ellerinden kurtaramadık, bize küfret Eylül Cansın, biz ne yazık ki affedilmeyi hak etmedik...


Çevremizde bir çok devrimci, sözüm ona faşizme karşı mücadele içerisindeler. Oysa bu çok "dar" bir mücadeledir. Çünkü faşizmi kendi iktidarlarına çizdikleri sınır kadar açıp, bu sınırın dışarısında kalan otoriteye, egemenliğe karşı yürütüyorlar mücadelelerini. Bunlar en darından söylemek gerekirse; insan ile insan arasında basit çıkar ilişkileri üzerine kuruluyor. Halbuki elbette hepimiz bu dünya üzerinde birşeyler tüketerek yaşayabiliyoruz, fakat bugünki hayatımızı "yaşamak" olarak adlandırıp kendimizi paklamamız da vicdan boşalmasından başka hiçbir şey olamaz. Bizler hastayız, bize benzemeyen herşeye karşı aşırı saldırgan hastalarız ve bu toplum denen sürünün tabanında yaygın bir hastalık. Bu hastalık; dünya üzerinde göz alabildiğince görülen herşeye sahip olduğumuzu sandırıyor bize, bir türlü bizim de bu dünyadaki herşeyle birlikte olduğumuzu kabul edemiyoruz. Bunu düşünmeyelim diye, sorgulamayalım diye; dini, ulusal, modern bir sürü delisaçmalığı var. İşte biz bu delisaçmalığına kapılmış bir halde, o denli kan yoksunluğu çekiyoruz ki, kendi içimizde bize benzemeyen birilerini arıyoruz saldırmak için. Farklı dil konuşanlara, farklı inanca sahip olanlara, farklı renklere, farklı cinsiyetlere, farklılığa saldırıyoruz. Bize benzemeyen herşeye saldırmak meşruymuş gibi geliyor. Faşizmi; "sınıflararasına" "milletlerarasına" sıkıştırmak, daralmak çok yanlış, faşizm daha basit anlatılabilir; "Faşizm, farklılık düşmanlığıdır" bu kimi zaman bir patronun işçiye, kimi zaman bir ulusun azınlığa, kimi zaman bir erkeğin kadına ve kimi zaman da bir toplumun Eylül Cansına ve nice arkadaşına saldırısıdır. Devrimci tabanda bile, homofobi, transfobi gibi faşist hastalık alışkanlıkları varken ve bunlar bugün tartışılmamışken, LGBTİ bireylerin mücadelelerine omuz verilmemişken "emek" diye daralarak anti-faşist mücadele diye tanımlanmak bile paradoks değil midir? Tüm ulusların da üstünde, toplumların kadınları, doğayı sömürüsü küresel bir emperyalizm değil midir? Kapitalizm, bu toplumun kolonları arasında; toplumsal rolleri biçmişken kadınlar ve LGBTİ bireyleri ezerken, ezilenlerin öfkesini "insana ve daha çok erkeğe" dayalı ekonomi dengesine indirgemek haksızlığın dik alasıdır. Hiçbirimiz; bu yükseltiyi göremiyoruz. Patriyarka en başında cinsiyetçiliği, sonra emperyalizmi ve kapitalizmi körüklüyor, tüm bunların tarihinin zirvesinde duruyorken, emperyalizme ve kapitalizme karşı normlarda patriyarkanın en büyük mağduru olan LGBTİ ve kadın bireyler niyeyse mücadele kavramında gerektiği kadar önemsenmeden, pratikten yoksun ve teoride karşı en son ilkeler olarak duruyor. Şimdi kendisinin hayatını önemsemesi ve dertlerine çözüm için mücadele etmesi gereken devrimcilerin bile sınıfta kaldığı şu hayatta Eylül Cansın'ın ölümüne intihar demek vicdansızlıktır. Eylül, bu toplum tarafından 24 yıl sürekli linç edilmiş ve geçtiğimiz gün ne yazık ki can vermiştir. Onu öldüren, içimizde yaşayan diktatördür. Onu öldüren, içimizdeki iktidardır ve içimizdeki diktatöre karşı savaşmadıkça, onu yok etmedikçe, şimdi onu konuşmak, sadece politikadır. 

Share:

Koca Kayanın hikayesini biz yazıyoruz.

Adalet ve Özgürlük istedik, koca bir kaya gösterdiler bize. O koca kaya, altında nice halkı, nice dili, nice kimliği, nice kadını, nice çocuğu, nice hayvanı, nice canlıyı, nicemizi ezen bir kayaydı. O kayanın altında son Wıbıh vardı, o kayanın altında kendilerine fedailik yapmış bir adamın çekişmelerinden sonra hain ilan edilmiş koca bir halk vardı. Adamın adı Ethem idi, halkın adı Çerkes idi. Sadece Ethemler değil, Saidler, Suphiler, Nazımlar vardı. Sadece Çerkesler değil, Ermeniler, Rumlar, Kürtler vardı. O kayanın en başında; bu kayanın altında "Türk olmayanlara tek bir hak tanınıyor"du, o da "kölelik etme hakkı"ydı. Adaleti ve özgürlüğü; Türk olmayan ve sadece kölelik etme hakkı tanınan tüm Türk olmayan çocuklar, kadınlar, yaşlılar için istedik. Dediler ki öyle güzel istemeyin, biz böyle güzel kaya olmadık. O kayanın çevresinde 72 milletten onbinlerce adam, onbinlerce adam gibi kadınlar; gürültü, çığlık, bağrış, çağrış, nefret söylemleri, küfürler ediyorlardı. Birileri ise elini o kayanın altına sokuyorlar, ellerine kangren bulaşıyor, milim milim, an an ölüyorlardı. Ölenin yerine hemen bir başkası geçiyor, kaya da milim milim -an an kalkıyordu. Kayanın etrafında gürültü koparanlar, kayanın altına elini sokanlara akıl veriyor, küfür ediyor, bağırıyor, çağırıyordu. Elini kayanın altına sokanlar, kayayı milim milim kaldırıyor, ellerine kangren bulaşıyor, milim milim, an an ölüyorlardı. Ölenin yerine hemen bir başkası geçiyordu. Adalet ve Özgürlük istedik, bize o kayayı gösterdiler. Ellerini kayanın altına sokanları gördük, onları işittik, tüm gürültü arasından, tüm bağrış, küfürlerin arasından elimizi o kayanın altına sokmak için sıramızı bekledik. Şimdi bu sıra bizde, elimizi kayanın altında soktuk, kaya bize milim milim, an an kangrenini veriyor, bizde kayayı milim milim kaldırıyoruz. Bize benzeyen birileri, bize gürültüler koparıyorlar. Sesimiz yerine, biz ölünce yerimize geçeceklere ulaşsın.
Share:

İşte Fırsat, Haydi Çerkeslik Yapalım (Jıneps Ocak 2015)

Şartlar iyi değil, ama alışığız biz bu şartlara. Daha kötü şartlarda da bir arada olma
iradesini gösterebildiğimiz bir tarihe sahibiz ve tarihin bize miras bıraktığı tecrübeyle
bu şartları aşabiliriz. Aşmak zorundayız da biraz. Tükenecek çok şeyimiz kalmadı,
bu noktadan sonra artık ya "iradesini ortaya koyabilen bir HALK" ya da "kopan
gürültülerin sancısında yiten bir HALK" olacağız. Bu kötü şartların, oluşabilecek
en iyi atmosferlerinden biri gelişiyor. Örgüt temsilcileri, farklılıklarından ziyade
ortaklıklarından bahsedip, neden bir araya gelmemiz gerektiğini seslendiriyorlar.
Doğru söylüyorlar, çünkü artık "yok olmak" bir hikayeden daha yakın, çünkü artık
yok oluşun fiziği gözümüzü kaçıramayacağımız kadar yakınımızda. Burnumuzun
dibinde. Bunu göremeyenlerin ortak yönü, kendi tarihinden kopuk olmalarından
başka nasıl izah edilir? Bireyin yaşamdan beklentileri ve toplumu için özel endişe ve
arzuları olsa-da, toplumu kendini yok eden bir krizin içindeyken bireysel algılarıyla
hareket ederek bu krizi derinleştirmenin başka nasıl bir izahı olacaktır. Bu krizi
her zamankinden daha fazla dikkate almalıyız ve her zamankinden daha fazla
ödün vermeliyiz kendimizden, vermeliyiz ki; bu kriz bizi bitirmesin, biz bu krizi
bitirelim. Şimdi toplumu adına endişe duyduğunu beyan eden, bunun için örgütlenen,
düşünen, çabalayan her insanımızın görevi, toplumu bir araya getirecek fedakarlığı
kendinden, örgütünden, çevresinden başlayarak topluma nüfuz ettirmektir. Bunu
bir şekilde reddetmek, bugün olgunlaşan büyük bir fırsatı deperek yarın iliğimize
kadar dayanan krizde pay sahibi olmak olabilir. Bu sorumluluk iyice düşünülerek
hareket edilmelidir. Kriz ne kadar derine nüfuz ederse etsin, yarın o krizi hisseden
her Çerkes bireyi, bugün yapılan yanlışın hesabını, bu krizin derinleşmesinde pay
sahibi olacak herkese tek tek soracaktır. Dilimiz, kültürümüz ve bilincimiz yitse
bile, tarihimiz kalacaktır nihayetinde. Tarihte krizin sorumlularını arayan ve hesap
soracak olan nesillerde çıkacaktır. Bu zamandan sonra hiçbir şey, bir bilinmez
olarak asla kalmayacaktır. Tüm bunları düşünmek "dün" "bugüne" ve "yarına" karşı
sorumlu olmak anlamını taşır. Bizler, bugün dünden gelen müştereklerimiz etrafında,
bireysel farklılıklarımızı bir kenara koyarak bugünleri oluşturabilirsek, yarınlar için
yükselen bir umudun başlangıcı olabiliriz. Bugün, bunu yapmamız için tüm şartlar
ortadadır. Buna engel olacak tek şey, bu şartlara uygun davranmamak, bireysel
farklılıklarımızı toplumsal uzlaşmamız önünde engel tutmaktan başka hiçbir şey
değildir. O halde sesleniyorum; daha fazla tükenecek bir şeyi kalmayan halkımız için
üretin! birlikteliğimizin, irademizin şartları üretin ey Çerkes halkının aydınları. Bu
artık hepimizin boynunda, yarına ödememiz gereken bir borçtur!

Bu yazı, Jıneps Gazetesi'nin Ocak 2015 sayısında 12nci sayfada yayınlanmıştır.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler