Kişisel yaklaşımlarımızı Çerkesliğe mal etmemeyi öğreneceğiz.

Biliyorsunuz, 1864 yılında, uzun süren savaşların ardından, yaşadığımız soykırımın ardından ve kalanların kendi yurdundan sürgün edilmesinin ardından dünyanın bir çok yurduna dağıldık. Bu dağılım sırasında zamanlama da hiç iyi değildi, zira neredeyse dağıldığımız her yurtta başka bir savaş sürüyordu ve gittiğimiz her yerde, o savaşlardan yakamızı kurtaramadık. Sanki, Nartların destanlarında anlattıkları bir kesit olan o "Son Savaş"ta kızdırdığımız tanrı tarafından lanetlenmiş gibi, gittiğimiz hiçbir yerde istikrar, barış yoktu. Gittiğimiz her yerde de, henüz dilini dahi konuşamadığımız halklarla omuz omuza savaştık. Bugünlere, o savaşların ardından süzüle süzüle, yurdumuzdan incele incele geldik. Şimdi bakınca; ne haldeyiz diye, durum hiç parlak değil açıkçası. Tamam durum kötü, kendi yurdu ve tarihine kopacağı yere kadar incelmiş hallerde olan Çerkesliğimizi bu kötü durumun kaderi mi terk edeceğiz? Bizim tarihten aldığımız miras bu mu? Kendisinden kat be kat üstün Çarlık ordularını görünce, yurdunu hiç savaşmadan bu zalim işgalcilerin kaderine mi terk ettiler? Hayır hayır... belki kaybettiler ama, savaşarak kaybettiler ve bizim de tarihimizden aldığımız miras budur. Biz mağlubiyeti kabul ederbiliriz ama teslimiyeti asla kabul etmemeliyiz. Edemeyiz, boynumuzun tarihe borcu budur, biz teslimiyetin değil, mücadelenin geleneğiyle yoğrulmuşuz. Yani, şuan inceldiğimiz noktaya bakıp, kendi halkımızın kimliğini taşıyarak halkımızın mücadelesine saldıranlara teslim olamayız, olmamalıyız! Bugün kü halimizde yaşadığımız acı tarihimizden kopuk değil, yaşadığımız her acı, yaşadığımız her zorbalık bizi bir duruma, şekilden şekile soktu durdu. Bugün, içinde yaşadığımız hiçbir şeyden bağımsız değiliz dediğim de anlaşılması gerekende bu aslında. Kendimizi çevremizde hiç kimse yokmuş gibi şekillendiremeyiz, bunu yapamayız çünkü çevremizde bir çok unsur var. Biz Türkiye'de, Tayyibist, Kemalist, Vahabist vs. diye diye 30 parçayız, "ne mutlu Türküm" demeyi asalet sanıp bunu söylemeyene "terörist" muamalesi yapanlar var bir de siz hayal edin, dünyanın diğer dağıldığımız ülkelerinde "Esadistler, ibranistler, lübnansitler vs. vs." kaç çeşit parçamız vardır. Biz tüm bunlara odalanacak konforda, donanımda, güçte, iradede miyiz? Hiç kimse, iradesini bizi yansıtmayan bir yere ipoteklememeli, irademizi halkımızın değerlerine en çok sahip çıkabileceğimiz yerlerde kendimiz, gür sesimizle haykırabilmeliyiz. Derdiyle neşesiyle, varlığıyla yokluğuyla, acısıyla tatlısıyla görülebilir olmak, sorunlarını tartışmış ve bunlara çözümler üretmiş, ürettiği çözümleri talep edebilir olmak zorundayız. Adımızın ne olduğunun, hangi filmi izleyip, hangi müziği sevdiğinin bizim için, bizi yansıtan bir değer olmadığını öğrenmeliyiz. Çerkesleri, hiç kimsenin askeri yapamayız. Hiç kimsenin, bizlere biçtiği misyonu yaşam vizyonumuz halie getirmesine izin vermemeliyiz. Kişisel olarak her dünyevi görüşten olabiliriz, ancak bunları kesinlikle Çerkesliğe mal edemeyiz. Söylediğimiz her sözü; Çerkeslere ne ifade ediyor diye düşünmeliyiz. Ucuz kahramanlık günleri bitti, ne kadar inkar eden olsa da, bugün asimilasyon batağının burnuna kadar batırdığı bir halkız ve bunun sebepleri belli. Bunu idrak edecek kapasiteye, buna üzülecek vicdana ve buna mücadele edecek yürekliliğe sahip olmalıyız.  Kişisel yaklaşımlarımız; Çerkesler yediği kaba pislemez gibi çirkin ifadelerimiz, başkalarına "tu-kaka" deyip kendi acınacak halimizle kutsal övüncümüz bunlar bize zarar veriyor. Biz, hiç kimse adına hiç kimseye düşmanlık veya dostluk kuracak keyfiyette değiliz. Bugüne kadar başkalarının askeri olarak ödediğimiz bedellerin Çerkeslikten uzaktan yakından alakası yoktur. Ne yani? Doğuda yurdunu savunan Kürt halkına karşı işgalci, işkenceci konumunda bulunan bir orduda Çerkeslerin neyini savunmuşuz? Şimdi ona ödenmiş bedellerin demagojisini yaparak siyasi irademizi tartalım? Bu onurlu birşey değil, aksine zamanında yurdumuzu Çarlık adına işgal eden Kazak askerlerinin yaptığı kadar onursuz bir davranış biçimidir. Bu yüzden, kişisel yaklaşımlarımızı Çerkesliğe mal etmemeyi öğreneceğiz, sonra öğreteceğiz, sonra haykıracağız ve bin yıllardır süren var kalma savaşımızın sönümlenmiş ateşini bizler tekrar körükleyeceğiz.
Share:

Ambalaja değil, içeriğe destek olacağız

Çerkeslerin, yüzyıllık suskunlukları bozulurken; yüzyıllık susulmuşlar bir anda uluorta, kıra-döke konuşulmaya başlandı. Trans-Çerkeslerin, artık modası geçmekte olan itaatkar siyasetlerinin büyüsü ne güzel dağılıyor değil mi? Beğensekte beğenmesekte, bizden olsa da  olmasa da; herkes tarafını kimliğine göre belirliyor? Adaylarımız, kuvai-milli ruh ile şovvari bir üslubu değil, bizden, bize ait olan ve bizi mahrum bıraktıkları şeyleri, kendi jargonlarına uygun biçimde anlatarak oy istiyorlar. Bu ileri bir adım değil mi? İleri bir adım! Hatta her çeşit dünyevi görüşten bir araya gelerek, Çerkes ortamlarında Çerkesiz diyenler bile, T.C.'nin asimilasyon programlarına itiraz ederek, halkımızın kendinisi temsil eden bir siyasi yapısı olduklarını öne sürerek, müştereklerimiz Çerkesliğimizdir diyor. Hoş gerçi; Çerkes ortamları dışında, Pomak, Arnavut, Rum, Ermeni, Laz da oluyorlar, ee-bizde siyasetin güleryüzlü ikililiği diyelim. Maalesef bu ülkede popüler siyasetin temelini, "nabıza göre şerbet" formülü oluşturuyor. Neyse.. biz gelelim bizim radikallere; yıllardır "adalet" diye bağıranlara, "eşitlik" diye haykıranlara "kardeşliği" dilinden düşürmeden "meydanlarda" omuz omuza veren yoldaşlara. Onlar da, hiç unutmadıkları kimliklerinin siyasetini bu kez, o kimliğe dayalı olarak temsil etme yetkisi istiyorlar. Bu yetkiyi isterken "biz Çerkesiz, bize oy verin" olarak değil.. "biz insanız, biz işçiyiz, biz kardeşliğin neferleri, eşitliğin sokakta bedel ödemekten, alacaklı duruma geçmiş insanlarıyız, biz; onlarca yıldır kardeşlik ettiğimiz halkların onurlu direnişçileriyle, halkların kardeşliğinin teminatıyız, onlarca yıldır özgürlük ve demokrasi için verdiğimiz mücadeleyle; o yolun sınır taşlarıyız! eşitlik ve adalet için gösterdiğimiz feragatlerle, gideceğimiz yolu gösteren pusulalarız; iki gün önce Türk milliyetçiliği yaparken, iki gün sonra Çerkes milliyetçisi olanlardan değiliz, iki gün önce neysek, bugün tam da oyuz!" diye haykırıyorlar. Yani, bakın ambalajımda Çerkes adı yazıyor gibi basit bir siyasetin değil, içeriğimde mücadele tarihi var diye köklü bir kavganın yüksek siyasetini yapıyorlar. Ee, bizi şimdi ambalajlar mı, içerikler mi temsil edecekler? Düşünün bakalım, üstünde "fasulye" yazan içinde "nohut" olan bakliyat poşetinden "ne kadar kurufasulye yapılır" diye? Baskıya direnişi "terör", hak istemeyi "ihanet", adını bağırmayı "kalleşlik" sürgünümüzü "kucağa oturma" bedel ödeye ödeye yaşamamızı "kabdan yeme" olarak zihnine bürümüş dünyevi görüşleri olan kişiler Çerkeslik müştereğiyle bir araya geldiğini iddia ederek bizi ne kadar temsil edebilirler? Şu şöyle bilinsin, biz onurlu insanlar; seçimlerde de, sokaklarda da; ambalajını haykıranlara değil, içeriğini yaşayanlara destek olacağız!
Share:

Meraklılarına "Çerkes Solu" Hikayesini anlatayım.

Lisede okumayı reddettiğim günden sonra  entellektüel sosyalistlerin "proleterya" dediği "işçilik" yılları başladı hayatımda. İlk önceleri, babamın arkadaşı olan bir adamın trafik takip bürosunda trafik şube müdürlüğü ile büro arasında evrak götüren, evrak getiren bir çocuk olarak, bilek gücü de, emek gücü de istemeyen, işlerin biraz tanıdıklarla, biraz tanışmışlık ve sürekli yapmanın ne yapacağını ezberlettiği süreçle yürüdü. Yani açıkçası, çokta üretim gücü olmayan, tembel orta sınıfın araçlarının ruhsatlarını çıkararak para kazanılan bir büroda, o büronun evraklarını taşıyan bir çocuktum. Hemen canım sıkıldı o işten, hemen başka bir işe, beni yoracak, bana öğretecek, beni uzmanlaştıracak bir işe ihtiyaç duydum, bu ihtiyaç duyma sürecim de öyle uzun sürmedi. Oturduğumuz evden 10 km uzakta, bana verdikleri haftalık, haftalık yol parama bile yetmeyen, ama bana nitelik kazandıracak bir işe ve ayrıca zihnen ve kalben dünyaya aynı baktığım kişilerle başladım. Elektrikçi çırağıydım. İki kooparatifte, tozlu topraklı bloklarda, bir elimde balyoz, bir elimde hilti, bir elimde pense, bir elimde kontrol kalemiyle, hangi kablonun nereden, ne için, nereye gideceğini öğrenmeye başladığımda doğal kalfalık süreci yaşadım. Uzmanlaştım, uzmanlaştıkça aldığım haftalık hem yol parama, hem hafta sonları dostlarla bir iki duble içkiye, hem sigara parama yetiyordu hemde biraz birikiyordu. Derken çalıştığım elektrikçi, bina iletişim otomasyonları işine (diafon vs.) yoğunlaştı. Böylelikle, uzmanlığımda yeni bir boyut, işçiliğimde yeni bir sınıf, yeni bir üretim alanı oluştu. Orada da uzmanlaştım bir süre sonra, artık aldığım haftalık yol ücretimi, dostlarla haftanın 2 günü üç-dört duble içkimi, hatta sevgilime hediye almamı, dışarıda yemek yememi karşılıyor, bir de bir kenarda daha çok birikiyordu. Uzmanlaştığım alanda kendimi en güzel geliştirmeye başladığım yıllarda beni, hiçte gönüllü olmadığım, hiçbir uzmanlığımın bulunmadığı bir hizmete zorladılar. Askerliğe. Hayatımdan 15 ay çalındı, 15 ay her an katil olmaya hazır, silahı olan bir militan olarak yaşama, istemeye istemeye zorla hizmet ettirildim. Bu zorlamaya teorik olarak karşı gelen bir çok örgüt, benim zorla götürülmeme, benim gibi binlercesine pratik olarak hiçbir şekilde karşı koymadılar, koyamadılar. Onları anlamak zorundayım, onlar henüz taleplerini iradeye dönüştürüp bir sistemi alt edecek kadar güçlü değiller tabii, öncelikli görevim onları anlamak ve anlıyorum. Yazımın bu kısmında, benim ve benim gibi binlercesinin gösteremediği bireysel feragat ve cesaret örneğini, benden kat be kat daha ağır şartlar altında göstererek iradesiyle mücadelemizi perçimleyen ilk vicdani retçi Tayfun Gönül'ün hatırasını selamlamak isterim. Her neyse, hayatımdan çaldıkları 15 aydan sonra bir de sözde babamı onure etmek için eve gönderdikleri "üstün hizmet belgesiyle" beni militan zindanlarından, yarı kapalı cezaevinden çıkardılar. Bir süre daha eski çalıştığım firmalarda çalıştım, eskiden bana yeten ücret artık yetmiyordu, bende yeni arayışlara girerek bir süre sonra tanıdıklarım vasıtasıyla Birleşik Arap Emirliklerinden Katar'ın Ad Doha kentinde yapılan "NDIA" projesine iklimlendirme personeli olarak girdim, iyi kazandım ve Türkiye'ye geldim, sonra Mersin'de bir yol yapım işine girerek belki de Türkiye Proleteryasının en yoğun hakkının sömürüldüğü şantiye düzenine katıldım. Harita bölümünde şenör olarak 8 ay, yarı oparatör olarak 4 ay, oparatör olarak 1,5 yıl çalıştım.

Şimdi sevgili okuyucum, biliyorum başlık "Meraklılarına "Çerkes Solu" Hikayesini anlatayım" dı ve ben iş hayatımı anlattım buraya kadar, muhtemelen biraz sürükleyici olsada konudan alakasız olduğu için gittikçe sıkıcı hale gelmeye başladı. İşte senin merağına, benim cevabım burada başlıyor. Hatay'da Vali Ürgen İlk. Öğt. Okuluna başladığım zamandan bu yana, sosyalizm sempatizanı, Antalya'da Konyaaltı Lisesine başladığımdan bu yana Sosyalist, Okumayı ret ettiğimden şu güne kadar Anarşizm sempatizanıyım. Hepsi için kendimi tatmin ettiğim kısımlar var, nedenlerim var, kendimi bulduğum yönler var. Beni ifade eden yerler var hepsinde. Yani anlayacağın, Trafik takipten, kooparatif elektrikçiliğine, otomasyondan topografiye.. hep sınıf bilinci, ideolojisini yaşıyorum. Hem de bir sınıfın, yani işçi sınıfının içinden biri olarak. Yani hem sınıfın içinde, hem sınıf bilincinin farkında biri olarak. Peki sınıf bilinci taşıyan ve kendi sınıfının mücadelesini yürüten bir PROLETER olarak bunca işte ne öğrendim biliyor musun? Hemen konuyu yukarıdaki hikayeyle devam ettireyim.

Üniversiteden gelen şefler, mühendisler, teknikerler hiçbir şey bilmezler. Her şeyi, işçi sınıfının öğrendiği gibi, şantiyede, iş sahasında öğrenirler. Yani, işin teorisini bilmeleri, sınavlarını geçmeleri, aldıkları dersler, fasa fiso.. bütün bunların tek bir anlamı var; sistemi yaşatmak, imza sürgüsü vermek, hiyerarşi oluşturmak.. sınıfları daim kılmak! İstisnai durumlar dışında, bir mühendis, bir şef, bir tekniker; hiçbir zaman şantiye okullarında bölümünü öğrenmiş bir formen, bir usta işçi kadar bilgi ve beceri sahibi olamazlar. Anladınız mı? Yani teori, size kağıt üstünde binlerce hesap, ihtimal ve tartışma yetisi kazandırsa da, iş sahada sizin kağıdın üzerinde yazıp çizdiğiniz gibi yürümez. İşte Çerkes Solu'da; sizin sınıf indirgemeci tüm tavırlarınız, kağıtların üstünde punto punto yazılarınızın, sosyalist argümanlarla süslemelerinizin, kendinizi beğenmiş entellektüelliğinizin dışında, sokakta; ezilmiş halkların davasını omuzlarken, şantiyede işçilerin haklarını da sahiplenerek pratikte ne olduğunu, nereye yürüdüğünü çoktan gösterdi. Çokta merak ediyorsanız söylüyeyim; Çerkes Soluna ilk tepkiyi de ben verdim, üstelik içinden, mücadelesinden, davasından, kalbinden.. "Türkün, Kürdün, Çerkesin, Lazın solu mu olur? İşçi sınıfının vatanı ve ulusu yoktur"u bizzat bu davayı yürüten arkadaşlarıma, mücadele yoldaşlarıma söyledim. Ama tüm bunları söylerken, daha evvelden ortalıkta Çerkes Solundan daha cazgır olan, ırkçılık semptomlarını ortaya saça-saça gösteren Türk Solu'na da söyledim. Eğer Çerkes Solu, teoride her ne kadar yanlış bir isim kullansa da, HDK'nın içinde diğer tüm halklarla dayanışma pratiği sergiliyor, emperyalist-kapitalist bir ülkenin iktidarına diğer halkların tamamıyla birlikte direniyor, mücadele gösteriyor, kapitalist savaşı değil barışı, hırsızlığı değil emeği savunuyorsa, siz teoride ne kadar sosyalist konuşursanız konuşun, pratikte sizden daha faydalı işler çıkarıyordur. Bu anlamda da; Çerkes Soluna, HDK'daki çalışmalarına hak vermek, takdir etmek gerekir. Ezbere eleştiriyi de, kolaycılık olarak değerlendirmek ve sadece fikir üretmek için insanları yıllarca birbirine düşmanlaştıranlara karşı kardeşliğin bayrağını taşıyanları eleştirmeyi de nereye sığdıracağımı bilmemek benim hakkım. Alın size, sınıf bilinci olan, savunduğu sınıfın içinden pişmiş bir Çerkes Solcusu, alın size Çerkes solu.. çok mu sağ geldi? çok mu komik? Artık klavye başından kendinizi beğenmiş entellektüel teori solculuğunuzun canını çıkarında, şantiyelerde tazecik ellerinizde bir nasıl çıkarın, savaşta barışı bağırın, nefreti yok edin, kardeşliğin kapılarını aralayın. Yetti sizin kendini bilmiş teorik solculuğunuz artık. Sizin tartışmalarınızın arasından akan yıllar bu ülke de işçi sınıfını ne bilinçlendirmeye, ne örgütlemeye götürdü.. siz o sol mu bu sol mu diye tartışırken yıllar ülkeye neo-liberalizmi getirdi, siz hala o sol mu bu sol mu diye tartışıyorsunuz. Aha sizin solculuğunuz!
Share:

Biz kazanıyoruz!

Bilenlerin, araştıranların, aydınların, gençlerin, halkı için düşünenlerin sesi çıkmaya başladıkça; Türkiye'de devlet milliyetçiliği yapan trans-çerkeslerin mobbing çabaları altüst oluyor. Onların mobbingi altüst oldukça, halklar kazanıyor, Türkiye; Kürdüyle, Çerkesiyle, Rumuyla, Ermenisiyle, Türkiye el ele, kardeşçe bir yaşama bir adım daha ilerliyor. Sevgili dostlar, siz sustukça sizin yerinize konuştular, onlar konuştukça düşmanlık hortladı, nefret hortladı, cinayetler işlendi üstü kapatıldı.. siz konuştukça; Çerkes halkının sesi, Türkiye'nin diğer halkları tarafından karşılık buldu. Susmayın, konuşun ve hatta bağırın. Siz; biz düşman değiliz dedikçe, halkımız kazanıyor! Biz düşman değiliz dedikçe, halklar kazanıyor! Biz düşman değiliz dedikçe, Türkiye kazanıyor. Bize, kendilerinin askeriymişiz gibi tarih yazanlar kaybediyor siz konuştukça! Bize "size kucak açtık" diye kaz gibi yolanların hayalleri başlarına yıkılıyor! Emin olun, siz konuştukça biz kazanıyoruz! Siz konuştukça kazanıyoruz ve 150 yılın suskunluğunu örgütleyerek çığlığa dönüştürme vakti gelmiştir.

Kürtler bizim düşmanımız değil, kardeşimizdir! Aynı acıların eleklerinden süzülerek bugünlere geldik. Bugüne kadar, birbirimizle konuşmamızı engellediler. Bugüne kadar Çerkesler adına Kürtlere, Kürtler adına Çerkeslere hep onlar konuştu. Hiçbir sorunumuz yokken, sanki bir çuval sorunumuz varmış gibi bize, birbirimizi dinlemeyi haram ettiler. Artık onların düşmanlıklar üreterek kurdukları saltanatı başlarına yıkmalıyız. Halklarla diyalog kurmalı, kardeşliği örgütlemeliyiz. Kardeşlik örgütlendikçe, nefret değil dostluk kazanacaktır. Dostluk kazandıkça, faşizm değil özgürlük kazanacaktır. Özgürleştikçe, Türkiye, içindeki tüm halklarıyla, Çerkesleriyle, Kürtleriyle, Türkleriyle, Rum, Ermeni, Arap, Lazlarıyla kazanacaktır. Yaşasın kardeşliğimiz, yaşasın bize dayanışma fırsatı sunan Kongremiz, yaşasın kongremizi meclise taşıyan partimi HDP. Halklar HDP'ye,
Share:

21nci yüzyıl, köleler ve özgürler

Bazen kendimizi öyle süslü aşağılıyoruz ki, süsüne takılı kalıp "aşağılanma" kısmına bir türlü vakıf olamıyoruz, nasıl bir halkın evladı ki; başka bir halka yüksek minnet ve sadakatini, kendi halkını aşağılayarak izah etsin? Biz öyle bir halkın çocukları mıyız? İşte insanın yüreğinde duran sabır taşını çatlatan türden olaylar bunlar. -Yok olur mu öyle şey- sakın demeyin, hepiniz hayatınızda en az 1 defa bunu yaşadınız ve inkar ettikçe hiçbir mesafe yürünemedi. Kendi asilliğini yorumlarken, kendini başkasına kul eden tiplemelere hiç şahit olmadım demeyin. "Biz Çerkesler o kadar asiliz ki" deyip kendi dilini, kültürünü, tarihini savunan dava adamlarına demediklerini bırakmadıkları bir zamanda hepiniz şahit oldunuz. Bunlar niye oluyor? Bunlar siz susuyorsunuz diye oluyor. Birileri konuşuyor çünkü siz susuyorsunuz. Siz sustukça, sizin adınıza konuşuyorlar. Bze, Xeku, Xabze gerçekten çok umurlarında mı? Nasıl bir umurdur ki; Xeku ile ilgili Kafkasya demekten bir adım ötesini bilmemekten, Bze'nin B'sine vakıf olmamaktan Xabze'nin hiçbir değerini taşımamaktan rahatsız değiller? Nasıl bir umurdur; asimilasyonun en can yakıcı şu zamanlarında, gençlerine bakıp eridiklerini gördükleri halde hiçbir ses çıkarmazlar? Gerçekten çok mu umurlarında? Onlar Çerkesliğin sadece övülebilir hikayelerini almışlar. Dedeleri, Khanskaya'nın bilmem hangi köyünden gelmiş, bilmem kim beyin kızıyla evlenmişte; onun çocuğularmış. Pşıhalive yerlermiş, güzel dans ederlermiş? En çokta övündükleri; güzel kızlarıymış.. böyle övünç mü olur? Bu mu "en iyi Çerkeslik?" Yerin dibine batsın böyle Çerkeslik. Sadece o kadar da değil, Diasporada dili yitip biterken buna duyarsız kalıp, birileri dilleri için siyaset yapmaya başladığında onlara "bölücülük yapmayın"diyen Çerkeslikte yerin dibine batsın. Bu ülke bize kucak açtı, biz o kucağa oturduk, bize kabdan yemek verdi, biz o kabdan yedik, minnet etmeliyiz, hak aramakta neymiş? diyen Çerkeslikte yerin dibine batsın. Kendilerini asimile eden milliyetçiliğe sımsıkı tutunarak, toplumda panik yaratıp bundan övünenlerin Çerkesliği de yerin dibine batsın? Bu mu Çerkeslik? Çerkeslik, tarihini, dilini, kültürünü, becerini, yeteneğini paylaşıp; başka uluslara askerlik yapmak, kendi hakkını savunan insanları bölücü ilan etmek mi? İşte böyle Çerkeslik, yerin ta en dibine batsın. Ne Çerkesliğin ne de Çerkeslerin böyle köle ruhlulara zerre kadar ihtiyacı yok. Hep kullanıyorum, birgün sırf şu hep kullandığım kelimelerden ötürü beni milliyetçi zannedecekler ama, başka türlü nasıl tarif edilir? Bütün Çerkeslikleri, tesadüfen Çerkes bir anne-babadan dünyaya bir Çerkes köyüne gelmiş olmak, birini gerçekten ne kadar Çerkes yapar? Kendi toplumunun sorunları adına endişelenmeyen bir Çerkes ne kadar Çerkesdir? Başkaları için seve seve askerlik-polislik yapıp, kendi toplumu için taş üstüne taş koymaya aciz Çerkesin, hangi Çerkese, hangi Çerkesliğe faydası olur? Çerkeslik köle ruhlu alçaklık değildir. Başkalarının askerliği, bekçiliği, itliği hiç değildir. Hiç kimse bir Çerkese, kime dost kime düşman olacağını söyleyemez. Her Çerkes, kendine zarar verenleri görür ve dostunu düşmanını öyle seçer. Bugün ise birileri, aramızda hiçbir husumet olmadığı halde başkalarını bize düşman olarak lanse etmeye çabalıyor, birileri de bu hareketin içinde gönüllü olmuşlar. Peki, soralım? Çerkesler neden Ermenilere düşman olsun? Aralarında ne problemi var?.. ya da Çerkesler Kürtere neden düşman olmalı, neyi paylaşamıyorlar? Bu sorulara verilen cevaplar, kişilerin hangi yönde köle bir zihniyete sahip olduklarının belgesidir. Efendim, Ermeniler masum çocukları, hatta hamile kadınları bile öldürmüş? Nereden biliyorsunuz? Bilmiyorlar.. Televizyonda öyle duydular, resmi tarih onları böyle militarize etti. EE Kürtler, hani şu Hamidiye Alaylarında birlikte Ermeni kasaplığı yaptığınız halk? Onlar? Onlar bölücü.. Adamların tüm biz ayrı bir devlet kurmak istemiyoruz, dilimizle, kültürümüzle, onurlu, kardeşçe bir yaşam istiyoruz demelerine rağmen onlar bölücü? Niye? bilmiyorlar.. çünkü TV'den öyle izlediler. Hiç kimse, bildiği bu yanlışın kaynağını araştırma zahmetine girmiyor, çünkü Türkiye, bilinçli olarak tembel ve cahil bir halk yaratıyor. Türkler de bilmiyor.. Bir insan, birisinden nefret edecekse; sebebini merak etmez mi? Hiç, Kurtuluş savaşını kazanmaktaki en büyük aktör Ethem Pşevu iken, savaştan sonra Pşevu Ethem'e "Hain Çerkes" demelerinin, Kürtlere bölücü demekle aynı politika olduğunu anlayamaz mı? Bir insanın bunları anlamaması için, araştırmaması için ve devletin her öğrettiğine hemen inanması ve radikal bir taraftarı olması için ne olması lazım?

Köle zihniyetli olmalı.

Halbuki Özgür bir kişi iyi bilir ki; düşmanının kendine tehlike arz etmesi gerekir. Peki ey özgür ruhlu Çerkesler, bizim diasporamıza tehlike arz eden şey nedir? Kürtlerin bölücülüğü mü? Yoksa Türkiye'nin asimilasyonu mu? Özgür bir kişi, kendisine her söylenene inanmaz. Peki ey özgür ruhlu Çerkesler; Ethem Pşevu'dan sonra sizlere yıllarca hain dendiğinde, sizler kendinizin de hain olduğuna, babalarınızın, dedeleriniz hainler olduğuna inandınız mı? da şimdi size terörist dedikleri herkese inanıyorsunuz?

Çerkesler, Türkiye'de huzur içinde, dillerini yaşatarak yurtlarına dönecekleri güne kadar kültürlerini yaşatarak, dilleriyle konuşarak yaşamak istiyorlar. Çok şey değil, bunun çözümü; adalet ve eşitlikle gelir. Kimsenin kendi değerlerini korumak için ölmesini, öldürmesini istemiyorlar. bunun çözümü Barış..  Kimse, bir Çerkeslerin namusuna göz dikmedikçe, dilini asimile etmedikçe, tarihini sömürmedikçe Çerkesin düşmanı değildir.


Share:

TC Milliyetçisi Çerkeslerin neredeyse hepsinin ağzının bozuk olması; Bir TESADÜF MÜ?

Hayatımda tesadüflere çok inanmadım, inanmaya niyetim de yok. Bu yüzden dere yataklarında akan suyun, ormanlığa taşıdığı yaşama bir tesadüf olarak bakmadım, o yüzden sevdim o düzeni.. o ağaçların üzerine yuva yapan kuşları, o kuşların ağaçların tohumlarını çok uzaklara taşımalarını.. ekolojist olmam; ekoloji bilimiyle çok haşır neşir olmamla ilgili değil, aksine; akan suyun beslediği ağaçların, üzerinde yuva yapan kuşların, o kuşların o ağaçları daha ilerilere taşımasının bir denge olduğuna inanıyorum. İnanıyorum ki; İnsan sosyolojisinin de içinde tesadüflere yer yok. Bir insanın katil olması, bir insanın hırsız olması, bir insanın yalancı, küfürbaz, ahlaksız, namussuz olması birer tesadüf değil. Konumuz ise, bugün Çerkeslerin kimlik siyasetinin tarihin en üst seviyelerine ulaştığı zamanlarda, devletin öğrettiği içi boş milliyetçilik söylemleriyle toplumda paniğe sebep olmak isteyenlerin hepsinin, kadın bedenini ve yaşamını aşağılayan biçimde evrilmiş küfürbaz dilleri. Sizce bu tesadüf mü? Bence değil. Çünkü sağlıklı bir canlı, kendi dişisini lanetlemez. Sağlıklı bir canlı, kendi dişisini yüceltir. Oysa milliyetçilik, tam anlamıyla sağlıksızlıktır ve milliyetçilik yapan insanlardan tüm sağlıklı tepkiler beklenebilir.

Kendi tarihinin "t"sini bilmezken, milliyetçiliğine kapıldıkları ulusun tüm şovenist milliyetçi tarihine ve o tarihin yalan-gerçek tüm argümanlarına sahip olurlar. Eğitim sistemi tarafından tarumar edilmiş zihin durumları sayesinde, devlet; bu tür kişileri her an militarize olabilecek kıvamda paramiliter şahıslar olarak yedekte tutar ve birgün halklara, özgürlüklere, adalete, eşitliğe karşı militan olarak kullanır. Bunun tarihte bir çok örneği varken, en yakın örnekleri bugün Suriye, Irak veçevre bölgelerde militarize edilmiş kişilerin yaptıklarından zerre kadar etkilenmiyor olması gösterilebilir. Ancak bir kişinin bu derece sapkın olmasını sürekli hale getirmek için, o kişinin tüm insani yönleri minimilize edilmelidir. Kişi hayata sevgi ve dostluk yerine, nefret ve düşmanlıkla bakmaya alıştırılır, böylelikle kişinin temel yaşam felsefesi; nefret ve düşmanlığa endekse olur. İşte tüm bunlar maalesef, belli bir yöne sabit kalmadığı için, bu tür kişiler genellikle; hem mezhepçi, hem erkekçi, hem milliyetçi olabilirler. Bu gruplar birbirinden ayrı değildir, tüm milliyetçilerin aynı zamanda mezhepçi olmaları ve aynı zamanda patriyarkal geleneklere bağlı olmaları tesadüf değildir. Onlar, kendilerini ait hissettikleri tarafta, kendileri olmayan herşeye düşmanlaşmış durumdadırlar. Bu yüzden, milliyetçilerin tartışmalarda sürekli kadına yönelik küfür ve aşağılama biçimleri kullanmaları, diğer dinleri hakaret olarak yöneltmeleri (gavur, hristiyan, kafir vs.) tesadüf değildir.

Sonuç; milliyetçiliğin aptallaştırdığıdır ve bu bir hastalıktır. Bu hastalıktan, doğa adına, çevre adına, kadınlar adına, halklar adına, inançlar adına derhal kurtulmalıyız. Çünkü bu hastalık ölümcüldür, bu hastalık paramiliter güç edinmek adına onları yaratan iktidarların beslediği bir hastalıktır. Bu hastalığa karşı, halklar kadınlarıyla, birbirleriyle ve doğalarıyla barışmalıdır.







Share:

Çerkesler seçimlerde neyi kazanacak?


Haziran seçimlerinin etkisine girdik, bu etkiye girmemizle birlikte; iktidarın zihniyetinin yıllarca halklara aşıladığı nefret tohumları da filiz vermeye başladı. Kimi tarafta, Türkçü-Turancılar; "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" diyerek, gayrı türk tüm toplumlara nefret söylemini doz aşımı yaşarken, kimi tarafta, Türk milliyetçiliğinin neferi olmuş bazı Çerkesler, bölüne-bölüne paramparça olmuş bu ülkenin toprak bütünlüğünün edebiyatını yapıyor. Efendim neymiş? Bu ülkeyi böldürmezlermiş. Geç kaldınız, devlet bu ülkeyi kurulduğu günden bu yana, her gün, her cinayette, her katliamda, her faşist saldırıda defalarca böldü, paramparça etti, herkesi birbirinden uzaklaştırdı, herkesi birbirine küstürdü, düşmanlaştırdı, yuhalattı, demokrasisini zehirledi zaten, siz şimdi hangi sağlam kalmış parçayı böldürmeyeceğinizi haykırıyorsunuz? Oysa bugün paramparça olmuş bu ülkenin tekrar birleşmesi söz konusu, sizler de saman altından gizlice, alçakça; "biz bu ülkeyi birleştirmeyeceğiz!" diye bağırıyorsunuz. Hemde bunu ironik olarak "bu ülkeyi böldürmeyeceğiz" diye bağırarak yapıyorsunuz.

Bu seçimlerde, tüm Türkiye birbirini kazanacak. Türk'ün Kürde, Kürdün Türke.. ve dahası Çerkesin; Ermeniye, Kürde, Laza, Arapa dostluğunu kazanacak. Birbirleri arasında hiçbir düşmanlık gerekçesi olmayan toplumlar, iktidar zihniyetinin kendilerini böldükleri yerden bir daha tutunmaya, bir daha birleşmeye ve bir olmaya başlayacaklar. Hemde hiçbirisi kendisinden fedakarlık yapmayacak. Çerkes, Çerkescesini.. Kürt, Kürtçesini... Ermeni, Ermenicesini... konuşacak ve tüm halklar kendi anadillerinde birbirlerine "kardeşlik, barış, birliktelik" söylemlerini bağıracak. Korkmayın, biz yıllarca; Türk olmayı gönüllü kabul edenler, Türk olmayı reddedenler diye bölünmüş toplumlara; Türk olmadan da kardeş olabileceğimiz bir yarının fırsatını veriyoruz. Biz ülkeyi parça parça bölüp, her parçasından bir zenginlik çalan iktidarı sarsıyoruz! Biz artık biriz! diyoruz. Bölünmüş yürekleri, bölünmüş kardeşliği, bölünmüş adaleti, bölünmüş eşitliği birleştiriyoruz. Özgür, Demokratik, Adil, Eşit bir Türkiye'nin temellerini; Kürt, Çerkes, Türk, Laz, Ermeni, Kadın, LGBTİ olarak hep birlikte atıyoruz. 

Çerkesler bu seçimlerde; Kardeşlik kazanacak. 
Çerkesler bu seçimlerde; Adalet kazanacak
Çerkesler bu seçimlerde; Özgürlük kazanacak
Çerkesler bu seçimlerde; Demokrasi kazanacak.
Çerkesler, Tüm halklarla el ele, kardeşçe bu seçimlerde BARIŞ kazanacak.

Bu kazancı oluşturan dinamiklerden biri olmak mümkün.

Share:

Biz kendi içimizde uzlaşabildik mi ki?

Kimimiz Çerkesya'ya dönüşü örgütlüyoruz; bunu temellendirmenin bir tartışmasını yapmadık. Herkes kabaca bu temeli; "Orası bizim vatanımız" olarak değerlendiriyor ve aslında baktığımızda evet, gerçekten de orası "bizim vatanımız" ancak Türkiye'deki bir çok Çerkesin bu temeli, temelin slogan halinden daha fazla bildiği yok. Mesela irdelemek lazım; "bir insanın vatanı neresidir?" diye. Vatan, insanın kendini ait hissettiği yerdir. Size kısaca, kabaca şöyle bir örnek vereyim; dünyayı bir apartman olarak düşünün, bu apartmanda yaşayan her aileyi de bir halk.. peki bu durumda ailenin vatanı apartmanın neresine denk düşüyor? O zaman bir iyice düşünelim-taşınalım. Biz Çerkesya'yı, bu apartmanın neresinde görüyoruz diye.. bugüne kadar, "ille de vatanım" diyen bülbüllerin hepsi ne yazık ki Çerkesya ilgili bir şeyler üretirken, o çok övündükleri vatanlarına apartmanın en altında Türkiye'de genelde kömürlük olarak bakılan "sığınak" muamelesi yaptılar. Ergün Yıldız, Kaffed'in istişare toplantısında konuşurken ne dedi? Daha da gerçekçisini, biraz argoydu ama emin olun durumu o kelimeden daha net, daha temiz, daha sade anlatacak başka bir kelime yoktu? "vatanına genelev, soydaşına fahişe muamelesi" yapan anlık vatanseverlikçiler. Vatan böyle mi sevilir? Neden daha önce hiç -bugün dönüş şartları en kolay  haline gelse bile kitlesel bir harekete dönüştüremeyeceğimizi- tartışmıyoruz? Söyleyeyim; çok korkunç sonuca çıkıyor. Tam bir umut çölüne gidiyor. Çünkü, artık neredeyse hiç kimse vatanını sevmiyor. Vatanını sevmesi için gerekli hiçbir şeyi de bilmiyor, aydınlar bunu hiç konuşmuyor, örgütlerin neredeyse hepsi; kendilerinde bile olmadığı halde, varmış gibi halk tabanımıza "vatanseverlik" methiyeleri düzüyor.  Türkiye'de Çerkeslerin 3 temelde birbirinden ayrılan ve vatanı, lafla peynir gemisi yürütmekten öteye gitmeyecek şekilde ilgilendiren tartışması var. Birincisi Laiszm, ikincisi İslam, Üçüncüsü "Ne mutlu Türküm diyene" açın bakın tartışılan yerlere, konuşulan şeylere. Bu üçü dışında siyasi ve radikal biçimde tartışılan şey ne? Vatanla ilgili paylaşılan tek şey "haber bülteni" ee, bu da artık kendi içimizde çözülmesi gereken bir konu. Bu konuyu önemseyin.

Kimimiz Faşist İktidarı devirecek gücü örgütlüyoruz; bunu Çerkesliğe ise, Çerkeslere de zarar veren yapının iktidar olduğunu ve Çerkeslerin de halk olarak kurtuluşunun iktidarın gitmesi olduğunu söylüyoruz. Açık olayım, henüz yayına almadığım "bir adım ileriniz ne" isimli taslak metnimde iktidar ile ilgili açıkça:
...İktidar, (ki bunu yalnızca bugün meclisin içerisinde hükümet kurmuş bir partiye giydirmemiz, ancak kendimizi kandırmaktır) nedir ve topluma nasıl nüfus eder? Seçimlerde gerçekten bir iktidar mı seçilir? Bana göre, hiçbir seçim hiç kimseyi iktidar kılmıyor. Seçimler; iktidarın sözcülüğü içindir ve seçilmişin iktidara etkisi asla yoktur. Halka iktidarı seçme hakkı tanınmaz, çünkü halkın seçimi muammadır, halkın seçimi risktir ve iktidar böyle bir riski asla almaz. Ancak herşeye rağmen, iktidarın kanunlarını, yasalarını, düzenini halka açıklama görevini halkın seçtiği sözcülere açıklama nezaketinde bulunur. Bu nezakette, aslında bir politikadır. Çünkü halk, iktidarın her yaptığını, her yapacağını; kendi seçtiğinin ağzından duyarak rahatlayacaktır...
böyle yazdım, bunun böyle olduğunu savunuyorum, böyle olduğuna inanıyorum, inanarak, bilerek ve isteyerek yazdım bunları. Çünkü iktidar, 5 yılda bir seçilen sözcülere denmez, iktidar bugün üzerinde yaşadığımız üniter devlettir, bu devletin geleneğidir, tarihidir, nüfuzudur ve bugün Türkiye'de Çerkeslerin bu iktidarda ayakta kalmasının mümkünatı yoktur. İktidar yalnızca akp değildir, halkımız akpden öncede ezildi, eziliyordu... ve hatta bu devletin ilk temelleri atılırken, o an oluşmaya başlayan bugünün iktidarının diasporamıza yaşattıklarını hiçe atamayız. Şimdi bir kısım çerkes, sanki katıldığım tüm gösterilerde bu sözcülere karşı verdiğim mücadelede kendileri varmıştı gibi beni suçlayacaktır, ancak ben artık konuşanların değil, savaşanların söyledilerini önemsiyorum. Belki de bu topraklarda öğrendiğim en anlamlı deyiş "Ağzı olan konuşuyor" oldu. Peki, siz Çerkeslerin içindeki, Çerkesleri engelleyen iktidara karşı ne yapıyorsunuz? hiçbir şey! Gençleri susturan, susmayan gençleri sindiren iktidara karşı bugüne kadar ne eleştirisi yaptınız? hiçbir şey! Çerkesleri kuvai seyyare'de Türkiye İktidarının askeri yapan içimizdeki iktidara karşı neyi araştırdınız açıkladınız? hiçbir şey! Yıllarca Kürt-Türk çatışmasında, Türke "kucak açtı, yemek verdi" diye propagandalar yapan, bu savaş bizim savaşımız değil diyenleri duyulmaz kılan, karşı tarafın haklılıklarını da konuşanları "bölücü, hain, işbirlikçi" ilan eden iktidarlarımıza karşı neyin mücadelesini verdiniz? hiçbir şey! Kabardey, Abzex, Şapsığ, Hatkoy, Ubıh diye kabile kabile ayırıp usta bir mizahla bunu gizleyen ve biz biriz, Çerkesiz dememizi yıllarca engelleyen iktidara karşı ne bedel ödediniz? hiçbir şey! Abhazı, Oseti, Lakı, hatta Karaçay'ı Çerkes yapıp, Kabardeyi, Abzexi, Şapsığı Çerkes yapmayan iktidara karşı ne zaman karşı çıktınız? hiçbir zaman! Siz önce kendi iktidarınızı devirin de, hemen arkanızda susturduğunuz gençlerin konuşmasına bir müsade edin bence.

Kimimiz; Bölünmenin alameti olmayan bir Türkiye'yi inatla böldürmüyor hala. Gerçi bu kişiler hiç olmasa samimiler. Oldukları durumu örtbas etmiyorlar. Aidiyetlerini inkar etmiyorlar. Biyolojik Çerkesiz, psikolojik Türk'üz diyorlar. Onları tartışmak bile istemiyorum. Neyse..

Şimdi başlığa dönelim; Sahi... Türkiye gerek demokraik, gerek kritik, gerek zorlu ve çetin bir dönemece giriyor ve bizim Çerkesler olarak tüm bunlarda da toplumsal bir katkımız yok. Bireyler ve küçük zümreler olarak katkı sunan insanları da görmezden gelemem elbet, ancak toplumsal olarak bir katkıdan da söz edemem.. Daha dönemece gelmedik, bir kaç adım gerideyiz ve her o dönemece yaklaştığımız her milimde, Çerkeslerin içinde bir kıyamet aldı başını kopuyor! Oo, sınıf indirgemeciliği Çerkeslerde, Siyasal islamcı yaklaşım Çerkeslerde, Siyasette baştan başa dönüp dolan kalpaklarımız Çerkeslerde! Kürtlerden sonra, Kürtlerin temsil etmediği tüm kesimleri temsil edeceğini iddia eden "Çerkeslerin Partisi" elbette bizde.. sosyologların tartıştığı konular bizde.. İstanbul'da bağımsız adaylarımız, geniş Çerkes kitleleriyle miting yapacaklar neredeyse, partilerden Çerkes adaylarda açıklanıyor.. hepsi "Çerkesler için" diyor. Halkımızla uzlaşı içinde, Türkiye'nin demokratik gelişimine katkı sunarak diyor.. hep birlikte, kardeşçe diyor. He, daha Kabardey-Abzexle.. Şapsığ-Hatkoyla uzlaşamadan, Uzunyayla'nın taşra bir Çerkes köyündeki Fazilet teyzenin tek derdi, ineğine yem alacak kadar para çıkını oluşturmakken.. tüm örgütler; bırakın talepleri, daha kimliğimiz üzerinde bile anlaşamamışken biz bunları yapmaya talibiz? Talibiz? Biz önce bir yerlerden, Çerkeslerin Türkiye'deki kahramanlık-hainlikleri dışında, kendi tarihlerini anlatan kaynaklar bularak kendimizi tanımaya başlamalıyız bence. Önce dilimiz, ağzımızla uzlaşmalı.. gözümüz, kaşımızla.. anamızı-babamızı ikna etmeliyiz önce; bir olduğumuza. Çerkes olduğumuza. Sonrası zaten siyasal adaptasyon, gelişir, güzelleşir, olgunlaşır, meyve verir..
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler