Diaspora Penceresi: Geleceğin bir gelecek hayali



Bizim Çerkeslerin en büyük sorunlarından birisi odak problemi galiba.  Ne zaman güncel hayatımızı kaleme almayı ilke edinmiş bir Çerkes yazarını açıp okumaya başlasam; güncelin hep Çerkesleri teğet geçen ifadeleriyle aklımı karıştırıyorum. Dernekleri ve federasyonları saymazsak Çerkeslerin içinde bir çok irili-ufaklı enformel grup var. Bu grupların çok olmasının nedeni; çok fazla fikir ayrılıkları barındırmaları değil. Aynı düşünceden beslenen ancak yinede iç içe geçmeyen gruplar da var. Grupların bir çoğunun içerisinde de kişisel farklılıkları grup içine yansıtarak hep an kollayan bir mücadele var. Her an bir grubun içinden çıkıp, başka bir grubun içinden çekerek yeni bir grup olarak harekete geçecek bir potansiyel var. Gruplar genelde iki merkezli ve bir merkezleri elbette hepimizin şıp diye anlayabileceği  gibi; Çerkeslik merkezi. Diğer merkez ise genel olarak çok fazla ayrıntılara bölünmüş şekilde Çerkeslik olmayan merkezleri. Yani nedir derseniz; işte kimisi felsefe, kimisi ekonomi, kimisi inanç gibi şeyler. Bir taraftan hepsinin ortak merkezi olan Çerkeslik, bu grupları pekiştirmek ve çalıştırmak için  fırsat gibi gözükse de, diğer taraftan ikinci merkez olan diğer şeyler bu grupları ayrıştırmak ve hatta çatıştırmak isteyenlere fırsat oluyor.

Burada insanın motivasyon faktörü çok önemli tabi ama; genelde insanımızın düşünürken ve yazarken kendisini motive ettiği alan Çerkes merkezli olmayınca yani diğer ikinci merkezinden gelişince; insan yukarıda anlattığım bu grupların ikinci merkezlerine saldırarak Çerkes merkezlerini fethetmek üzerine bir düşünceye kapılıyor. Bu sadece birinin birine yaptığı şey değil, genel olarak farklı merkezlerin birbirine sürekli uyguladığı strateji.  Belki strateji bile değil... plansız, üstüne düşünülmeden, doğal olarak gelişen bir refleks.

Böyle konuları okuyunca ya da yukarıda anlattığım bir olayı tam da yaşarken, bu sorunun çözümü için herkesin aklına "ikinci merkezi" dışarıda bırakmak gerektiği geliyor. Çünkü ikinci merkez ortadan kalktığında herkesin Çerkes merkezinde birbiriyle kenetleneceği gibi saf ütopyalar kuruyoruz. Ancak ne yazık ki sadece Çerkesler değil, hiçbir insan tek kimlikli yaşamıyor hayatta. İnsanların ve doğal olarak Çerkeslerin hem toplumsala dönüşmüş hemde bireysel olarak hayatlarında taşıdıkları bir çok kimliği bulunuyor.   Çerkes gruplarının kendi içinde ve Çerkeslerin umuma açık meclislerinde de yeteri kadar konuşulmamış şeylerden birisi de dünyada insanların artık tek kimlikli bir hayatı yaşamıyor oluşu.  Her insanın artık birden fazla kimliği var ve insanların önceliklerini de belirliyen şeyler olabiliyor bu kimlikler. Artık insanlarımız sadece Çerkes değiller.  Hayatı sadece Çerkesliklerine bakarak değerlendirmiyorlar. Kazanmak istedikleri, korumak istedikleri, büyütmek istedikleri tek şey Çerkeslik değil. Belki bir çoğunda, söylemin dışında gelişen pratiğe bakılınca; Çerkeslik 'korunmak, yaşanmak, büyütülmek, kazanmak' istenen şeylerin listesinde bile olmuyor.  Bunları gözetmek gerekir. Bunları konuşmak, tartışmak gerekir ve hatta bunları konuşurken, tartışırken; bir disiplin de olmalıdır. Bilimsel bir disiplin olmalıdır. Uzman kişilerin bu disiplini oluşturması gerekir. Tartışmaları atışmalardan ayırararak; farklı görüşleri bu disiplin içinde tartışmaya açmak ve bu tartışmalardan bu disiplin çerçevesinde bir sonuç çıkarma amacı gütmek gerekir.

Bu disiplinden yoksunuz ve gruplarımızın birbiri arasında yaptıkları şeyler de, tartışmaktan ziyade atışmaktan öte gitmiyor. Çerkes camiasının alanlarında ortaya çıkan önemli ya da önemsiz her konu bir atışma alanına çevriliyor. Bu alanda gruplar, daha doğrusu grubu kalemleriyle motive eden yazar-çizer takımları; Çerkeslik meselesine sadece kendi doğrularına nicelik kazandırmak amacıyla kullanılabilir bir insan kaynağı gözüyle bakıyor. Daha temiz deyimle: İnsanları örgütlemek için değil, örgütü kalabalıklaştırmak çabası sürdürüyor. Eğer bu bir politika ise, bu politikaya Çerkesleri ilgilendiren yakın tarih üzerinden şöyle açıklama getirebiliriz.

* Demokratik açılım sürecinde Türkiye'de hiçbir haktan yararlanamayan tek kalabalık unsur Çerkes halkı oldu.

* Çerkes sorunu hiç kimseye anlatılamadı.

* Çerkes  talepleri Çerkesler tarafından dahi kabul göremedi.

* Suriye'deki terör saldırıları ve iç savaş sürecinde bu savaştan etkilendiği halde Çerkesler ne dünya gündeminde, ne Rusya gündeminde ne de Türkiye gündeminde çok ilgi gören bir konu olamadı.

* Çerkesler hiçbir zaman hiç kimse için caydırıcı bir kamuoyu oluşturamadı

* Hiçbir toplumsal proje üretilemedi, üretilen projeler hiçbir zaman toplumsal olamadı.

* Çerkes kimliği siyaset için şahıslar tarafından üniforma yapıldı. Şahsi kariyer için bu kimlik araçsallaştırıldı.

Ben dünyadaki hiçbir etnik kimliğe beğenmemezlik etmem, ancak toplumumuzun genelinde insanlar ne yazık ki Çerkes kimliklerini sözle-lafla öyle yüceltmişlerdir ki; Çerkes olmayan hiçbir toplumu beğenmezler. Onlar şöyledir, bunlar öyledir, bizde falanca yüzyıldır şöyleyken bunlarda daha yeni böyledir gibi laf kalabalığından geçilmez. Ancak şunu da not olarak düşeyim: Son 10 yılda yaşadığımız bu coğrafya da; olan biten herşey de hiç kazanmadan hep kaybeden tek kalabalık unsur: biz yani Çerkesler olmuştur.

Şapka öne konulmalı; kelimiz de kimseden saklanmamalıdır.

Gelecek vizyonu, geçmiş deneyimler olmadan hiçbir şey ifade etmez ve Çerkesliğin geçmiş 150 yıllık deneyimi tek cümlede: hep kaybedip, utanmadan sürekli övünmek olmuştur.

Peki ne olmalıydı? derseniz; olmayan şeylerin değerlendirmesini yapmanın bu saatten sonra bir değeri yok. Uzak veya yakın tarihin bir çok kırılma noktasında bulunmuş Çerkes halkı için, her kırılma döneminin kendi şartlarına uygun yüzlerce teoride bulunabiliriz. O zaman şöyle olsaydı, böyle olmazdı diye iddialarda bulunabiliriz. Ancak her çağ kendi içinde farklı gerçeklikler ve gereksinimler barındırıyor. Bizim sormamız gereken soru bugünden yarına doğru "peki ne olmalı?" sorusu olmalı.

PEKİ NE OLMALI?
Bu soruya tek başıma benim cevap vermemin de, başka birilerinin de bu soruya tek başına cevap vermesinin de toplumsal bir değeri yok.  Bu soruya hep birlikte - atışarak değil tartışarak, bir disiplin içinde cevap vermemiz gerekir. Niceliği örgütlemeye çalışan anlayışımızdan önce, niteliği örgütlemeye çalışmamız gerekir. Doğrusu mu; niteliğin kendisini Çerkeslikte örgütlemesi gerekir. Bu örgütlenmenin temeli Çerkeslik olan bir disiplinle inşa edilmesi ve bugün Çerkeslerin, Çerkeslik haricindeki diğer tüm kimliklerini içinde nitelik olarak barındıran üyeleriyle çalışması gerekir. Bu örgüt; Çerkes halkının 'Aydınlar topluluğu' olarak Çerkeslerin içinde yaşayan her ikinci-üçüncü vs. kimlikleri barındırmalı, bu kimliklerin Çerkeslikle ilişkilerini değerlendirerek formüller bulmalıdır.  Daha da önemlisi Çerkesliği bu kimliklere eritmeyen, bu kimlikleri Çerkeslikte eriterek toplumu önce bir HALK olarak; her düşünceden, her sosyal sınıftan, her cinsiyetten örgütlemelidir.

Share:

İslami Kemalizm


İslami Kemalizm
Bundan hemen hemen 10 yıl önce, Antalya'da amatör rock grupları ile 'rock bar' olarak tarif edilen işletmeler arasında köprü kuruyoruz. Sahneye çıkabileceğine inandığımız amatör rock gruplarıyla sürekli iletişim halindeyiz, kale içinde mekan mekan dolaşıyor mekan sahiplerine tekliflerde bulunuyoruz.. Şöyle bir organizasyon yapalım, falanca grup çıkaralım sahneye falan diye. Kabul eden mekanlara düzenlediğimiz organizasyonla ilgili afişleri bastırıyoruz, afişleri asmak için gerekli malzemeleri tedarik ettiriyoruz.. Bir de biz  kâr amacı gütmeyen bir organizasyonuz; en azından bizim hiç kârımız olmuyor, aksine bizim organizasyonumuzun olacağı gün mekandaki fiyatların aşağıya çekilmesi içinde çaba sarfediyoruz.
Bu organizasyonun içinde koşturan herkes gönüllü... Hepimiz arkadaşız... Bir çoğuyla daha öncesinden arkadaşız, bazılarıyla bu organizasyonlar vesilesiyle arkadaş olmuşuz.
Arkadaşlığımız ise ne çocukluk, ne okul ne mahalle kökenli. Bildiğiniz liseli politikliği üzerine kurulu bir arkadaşlık. Hepimiz Anarşistiz ya da kendimizi öyle  tanımlıyoruz diye arkadaşız.
Dolayısıyla zaten anlamışsınızdır; bu müzik organizasyonları da bu politik birlikteliğin bir ürünü olarak sürüyor. Amaç müzik değil, müzik araç. Amaç o zamanki etkileşimde bulunduğumuz ideolojiyi müzik aracılığı ile buluşturmak, pekiştirmek.

Gel zaman git zaman bizim organizasyonumuz güzel şeyler yapmayı başardı, amatör rock grupları kendilerini duyurmak, dinletmek.. mekan sahipleri ise etkinlik yapmak, bilinmek için.. bizde organizasyonda bildiri dağıtmak, anonslarla mesaj vermek gibi şeyler için iştahlı olunca deyimi yerindeyse "allah yürü ya kulum" dedi.  Eskiden gidip görüşmek için sıra beklediğimiz mekan sahipleri artık bizlerle iletişim kurup etkinlik yapmak istiyor, arayıp bulmaya çalıştığımız yerel rock grupları ise kendilerini listemize yazdırıyorlardı.
Gruplar sahneye çıkıyor, mekanlar doluyor, gelenler normalden ucuza, normalden fazla hizmet alıyorlardı artık. Bizde o zamanlar BarışaRock'ın Antalya inisiyatifiydik... 

Farkındayım; ne alaka diye düşünüyorsunuz.

Uzatmadan konuya gireyim...

İşte tam o  günlerin devamında; daha önce bizim hiç duymadığımız bir şey ortaya çıktı içimizde.

Anarko-Kemalizm.

O gün böyle bir şey olabilir mi ya diye düşünmemize fırsat kalmadan olamasa bile olduğunu öğrenmemiz uzun sürmedi.  Tabii doğal olarak içimizde ciddi tartışmalar da oldu, birbirimize güvenimiz azaldı, istediğimiz seyreldi.. hem o zaman ki acemiliğimiz hem de örgütlenme biçimimizin bu durumlar karşısında aşırı kırılgan olması sebebiyle, organizasyon dağıldı.

Bu dağılıştan sonra; eski 68 kuşağından olan yerel rock piyasasında bulunan eski bir kurt geldi üzerine oturdu herşeyin.

O da yapamadı. Sürdüremedi...

Çünkü işin kimyası bozulmuştu ama, zaten onun bunu sürdürmek gibi bir derdi de yoktu; piyasaydı onun için...

O gün öğrendiğimiz Kemalizmin kalıp değiştiren bu formu, o günden sonra aklımızın hep bir ucunda oldu ve bütün yaptıklarımızın içinde hesabı yapıldı, çizildi.

Şimdi bu tecrübeyle hükümetin her geçen gün artan Atatürk sevgisini düşünerek bunun adını temsili olarak  "İslami Kemalizm" olarak anarak düşüncelerimi aktarayım.

Atatürk'ün doğruları-yanlışları, yaptıkları-yapmadıkları, verdikleri-aldıkları şöyle bir kenara dursun.. bizim konumuz değil.

Bizim konumuzun Mustafa Kemal Atatürk ile zerre kadar ilişkisi yok.

Bizim konumuz "Kemalizm"

Kemalizm Atatürk'ün eseri değildir, Atatürk'ün manevi varlığını suistimal ederek bu ülkede Atatürk'ün vefatından başlayan ve şimdiye kadar kendini sürdüren kirli bir zihniyetin eseridir. Belki de şeytanın aklına gelmeyendir; ittihatçılıktır. Bilemeyiz... Bildiğimiz tek şey  bir araç olduğudur. Amaç ise iktidardır... ve ister inanın, ister inanmayın halk kimi seçerse seçsin iktidar işte bu zihniyetin ellerindeydi. Akp'nin ilk halk tarafından seçildiği zaman bu ilişkiyi en iyi geçtiğimiz günlerde RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle'nin konuğu emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı açıkladı... Halk 2002 de Akp'yi seçtiği zaman Akp iktidar olamamıştı. Çünkü o zaman iktidarda Kemalizm vardı... İşte kandırıldık denilen Fetö ilişkisinin siyasi başlangıcı da böylece oluşuyordu. Fetö Akp'ye iktidarın yolunu açabilecekti. Nitekim de ABD ve Fetö desteğiyle Kemalizmin derin iktidarına karşı mücadeleye de başladı ve artık onlarla yanlarındakilerle birlikte ne kadar iktidar olabilecekse, o kadar oldu. Doğrusu Kemalizmin iktidarını salladılar, ancak bunu kendi başlarına yapmadılar. Kemalizm kendini geri çekti ama yok olmadı. Kemalizmin kendini geri çektiğinde oluşan boşluk iktidara giden yoldu, ancak ne ABD, ne Fetö Akp'ye buyrun siz önden yürüyün demezdi. İktidarın cazibesi ve olanakları; onu gören tüm grupları büyüler.

İşte bu geri çekilmede oluşan boşluk, Akp tarafından doldurulamadı. Dolabileceği kadar Fetö ile doldu ve arka planda Kemalizm ile Fetö'nün bir iktidar mücadelesi başladı. Atamalar, tasfiyeler, emekli etmeler, yıldırmalar; işte halkın seçemeyeceği iktidar tam burada belirleniyordu.

Akp bu savaşın arasında iktidarın kendisi değil, halka yansımış sevimli, seçilmiş bir yüzü olarak bulundu. Kemalizm iktidarının kanattığı yaraları okşayarak onu geriletmek üzerine de reform politikaları hayata geçirdi.

Gel zaman git zaman Kemalizm iktidarı iyice yıldırıldığında, Fetö iktidarını perçimlemek ve kim seçilirse seçilsin hep kendi iktidarda kalabilmek için çalışmaya başlayınca; Akp bir kez daha yapayalnız kaldı.

Seçilmekten başka iktidarı yoktu ve seçilmiş iktidarın böyle ülkelerde hiçbir anlamı da yoktu.

 Bu sefer geriye çekilmiş olan Kemalizm Akp'ye yakınlaştı ve geri çekildiği alanları dolduran Fetö iktidarının kökünü kazımaya başladı.

Kısacık süreçte özetlersek;

Kemalizm iktidarını önünden kaldırmak için Fetö'ye yanaşan AKP (kendi deyimleriyle kandırılırken) Atatürk'ün manevi varlığına karşı bir kampanya başlatarak politika yaparken, şuan geldiği nokta kendi işbirliğiyle iktidarın boş alanlarına yerleşen Fetöyü yok etmek için Kemalizm'e yanaşarak Atatürk'ün manevi varlığını yücelten bir kampanya sürecine girdi.

Akp'nin tahmin edemediği ya da küçümsediği şey; Kemalizm eski kurttur ve ona elini veren kolunu kaptırır. Ki bugün görünen AKP'nin iktidara uzanan elinin çoktan kaptırılmış olmasıdır.

CHP'nin genel başkanı Akp'nin Atatürk sevgisiyle mutlu olduğunu açıklıyor. 

...oysa Kemalizmin bir anda "İslami Kemalizmi" doğurması da bir an meselesidir.

Halk tabanında kitap okuyarak Anarşist idealleri olmuş kesim bile kendi kendine; Anarko-Kemalizm doğurup bunu yaşamaktan gıpta etmezken, iktidar bloğunda Kemalizm kendi varlığını güçlendirmek üzere bugünki şartlarda çok rahat bir şekilde "İslami Kemalizmi" doğurabilir.

Çünkü dediğim gibi...

Kemalizm; Atatürk'ün ideallerini sürdürmek değil, onu iktidar aracı olarak kullanmak içindir.

Share:

Örgütlü bir halk olmak: örgütlenmeyi örgütlemek


Çerkes camiası içinde kafamızı ne tarafa çevirsek herkes örgütlü bir halk olmaktan bahsediyor. Bazıları hariç neredeyse hepsinin haklı bir gerekçesi var ki o gerekçeler üzerinden bakıldığında neredeyse herkes haklı. Örgütlü bir halk olmak; örgütsüz bir halk olmaktan iyidir. Ancak bazı durumlarda gördüğüm, herkesin "örgüt" derken aynı şeyi kastetmiyor olması. Neden örgütlü olmalıyız? sorusunun cevabı aynı: Çünkü Çerkesler, Çerkes olmayan camianın içinde çokta dikkate alınmayan, hiçbir demokratik haktan yararlanamayan, talepleri 'olumsuz' dahi olsa bir karşılık bulamayan bir halk konumunda. Çerkesler sadece bu durumda bile değil, aynı zamanda Çerkes olmayan herkes tarafından yanlış bilinen (önemli nokta: bilinmeyen değil.) ve yanlış tanınan bir halk. Daha da garip olanı aslında Çerkeslerin Çerkes olmayanlar tarafından yanlış bilinmesi bile değil, çünkü Çerkeslerin kendi içinde kendilerini doğru bilen sayısı, yanlış bilen sayısından fazla değil.  İşte sırf bu dış ve iç karmaşıklıklardan dolayı  ama daha da çok Çerkeslerin siyasi ve resmi arenalarda dikkate alınmayan 'olumsuz' bile olsa bir karşılığı bulunmayan yok sayılmışlığından dolayı olsa gerek, Çerkesliğini zaman nehrinin acımasız akışına bırakmaya kıyamayan kişiler örgütlü bir halk olmaktan bahsediyorlar.

Denklem buraya kadar güzel ve haliyle bende yukarıda saydığım sebeplerle de olsa örgütlü bir halk olmak söyleminin  yanındayım. Hatta belirli sebeplerden dolayı Çerkeslerin tümünü kapsayacak argümanlar geliştirememiş olsa bile, "örgütlü bir halk olma" fikri bulunan bir yapılanmanın da içerisindeyim. Dürüst olmak gerekirse içerisinde bulunduğum yapılanmanın da "bir halkı örgütleme" potansiyeli taşıdığına inanmıyorum. Aslında yukarıda yazdığım 'herkesin örgüt tanımı'ın farklı olması durumuda ciddi bir durumdur. Ancak benim açımdan daha ciddi olan ve Çerkeslerin örgütlü bir halk olması yönündeki en büyük engel olarak gördüğüm şey; halk olamamaktır. Türkiye'de Çerkeslerin örgütlü bir halk olabilmesi için en başta 'halk' olabilmesi gerekir. Uzun bir süreden beri Çerkes aydınları "aidiyet" üzerine yazar ve konuşurlar. İşte bir halkın var olabilmesinin en büyük alameti, kendi nüfusundaki neslin o halka dayalı bir aidiyet içerisinde olmasıdır. Bu aidiyet duygusunun kaynağını ise bizzat Çerkes aydınları, Çerkes tarihi ve kültüründen aldıkları ilhama dayalı oluşturmalıdır. Dolayısı ile kendi tarihinden beslenen ve gelecek kaygısı güden (ki aydın her zaman kaygılıdır) bu Çerkes aydınları etnik Çerkesliği bir halk olarak örgütlemelidir. Dolayısı ile önce Çerkeslerin halk olabilmesi için, halk olarak örgütlenmesi gerekir ki zaten bu durumun kendisi Çerkes halkını doğrudan örgütlü kılar. Fakat şuan görünen Çerkes etniğindeki aydının Çerkes aydını olmaktan daha çok diğer kimliğin içindeki parıltısı durumunda. Etnik Çerkesliği dolayısıyla diğer kimliğinin aydınlığını Çerkes etniklerine parıldatan bir durumdalar. Dolayısı ile bu da karşımıza farklı bir problem doğurmaktadır. Farzı misal olarak Türkiye'deki sosyalist örgütlerle bağı bulunan ya da sempati duyan Çerkes kalem takımları, Çerkes etniğini kendi değerleriyle bir halk olarak örgütlemekten ziyade Sosyalizmi ya da onun güncel politikalarıyla önce çıkan farklı değerlerini Çerkes etniğinin içinde örgütlemeye çalışması. Bu olup bitenin içindeki pay sahiplerinden birisi olarak bunları daha sonra kişisel anılarım olarak anlatmak için kaydediyorum ancak bunu Çerkesliğe karşı bir özeleştiri mahiyetinde olması bakımından açıkça söylüyorum ki; bu durum haliyle ne Çerkesliğe ne de Sosyalizme gözle görünür hiçbir faydası olmayan şeyler doğuruyor. O yüzden benim yukarıda Çerkes etniğini halk olarak örgütlemesi gerektiğinden bahsettiğim aydının da dinamiği kendi tarihi varlığı ile geleceği kurgulayan motivasyonu olmalıdır.

Çerkes aydını; Çerkes etniğini halk olarak örgütlemelidir ki bu durumda zaten Çerkesler bir halk olarak örgütlenmiş olabilmelidir. Bu durumdan sonra ki süreç ve esaste en başta bahsettiğim 'örgütlü bir halk olmaktan söz edenler'in olmasını arzu ettiği şeyler; siyaset ve politikadır. Örgütlü bir halk siyasi bir varlıktır ve kendi içinde çeşitli politikalar barındırır. Bugün halk olarak böyle  bir şey yoktur. Siyaset ve politika gruplarının sırtını dayadığı şey Çerkes halkı değildir ve Çerkeslerin genelinden kopuktur. Örgütlü bir halk olabilmek için, önce halk olabilmek...  önce şu soruların yanıtları olmalıdır:

1 - Çerkes etniği kimdir?
2 - Çerkes aydını nedir?

Bu sorular bir kaç sebeple önemlidir çünkü Çerkes etniği bir aydın doğuracaktır ve  bu aydın Çerkes etniğini halk olarak örgütleyecektir. Basit gibi gelse bile Çerkesler içinde ne birinci sorunun ne de ikinci sorunun üzerinde kesinlik yoktur.  Çerkes etniği tanımlanmışsa -ki burada önemli olan Çerkeslerin bir halk örgütlenmesi fikrinde birleşenlerin en başta kendilerine Çerkes etniği kimdir diye sorarak cevap vermeleri gerekir- biz Çerkes aydını nedir üzerinde durabiliriz.

Çerkes aydını: Çerkes tarihini öğrenme sorumluluğu duyan ve bu konuda sürekli araştırmalar yapan, Çerkeslerin geleceğiyle ilgili sürekli kaygı duyan ve bu araştırma ve kaygılarla Çerkesler için özsorumlulukla üreten herkestir. Çerkes aydınının milliyetçisi de sosyalisti de, demokratı da muhafazakarı da, dindarı da dinsizi de Çerkeslik haricindeki diğer kimliklerini Çerkeslerin geleceğiyle doğrudan ilişkilendirerek düşebilendir. Çerkes aydınının dış dünyadan aldıkları Çerkesler için araçtır, Çerkes aydının amacı Çerkesliktir. Farzı misal; Demokrasi, Çerkes aydını için Çerkeslerin geleceği için iyi olduğuna inandığı sürece bir argümandır. Çerkes aydını demokrasinin Çerkes geleceği için kötü bir şey olduğuna inandığı anda; onu açık yüreklilikle reddedebilmelidir. Çerkes aydının savunduğu ya da reddettiği şeylerde şahsiyeti olmamalıdır. O bütün Çerkes toplumu olarak düşünebilmelidir. Çerkeslerin geçmişini, tarihini araştırdığı öğrendiği kadar, şimdisini de bilmelidir. Çerkes toplumuyla iç içe olmalıdır. Bilgisini ve becerisini toplumuna tepeden bakmak için değil onlara hizmet vermek için kullanmalıdır. Çerkes aydını öğrenirken pinti, öğretirken cömert olmayı bilmelidir. Her duyduğuna, okuduğuna hemen inanmamalıdır.. Öğrendiğini ise sonucu ne olursa olsun saklamamalıdır ve Çerkes etniğine gerek geçmişten öğrendikleriyle, gerek gelecekle ilgili düşündükleriyle ortak duracak bir zemin üretmelidir. Çerkes aydınının yüzü; daima vatanına dönük olmalıdır. Örgütlediği halkın da yüzünü daima vatanına dönük tutmalıdır.

Bu aydın zemininin oluşması içinde, aydının kendini profesyonelleştireceği bir zemin oluşturulmalıdır.
Tekrar başa dönüp hızlıca buraya toparlayacak olursak; Çerkes halkının örgütlü bir halk olabilmesi için, bir halk olabilmesi gereklidir. Bir halk olabilmesi içinde aydınlar yetiştirmesi gereklidir. Aydınlar yetiştirmesi için ise bir zemin oluşturulmalıdır. Bu zeminde yetişen aydın Çerkesliğe karşı sorumlu olmalı, hesap verebilir olmalıdır.

Share:

Kızkardeşlerin Feminazi Cemiyetleri

Dünyada kimliği dolayısıyla ezilmiş, aşağılanmış, baskı görmüş ve hakkı yenen toplulukların bir çoğu içerisinde; ezildiği kimliğine sıkı sıkıya sarılıp o kimliğin dışında kalan herkesi kendisine düşman gören bir grup bulunmuştur. Mesela bugün Türkiye üzerinden düşünürsek Kürtler, Aleviler, Çerkesler içinde böyle gruplar bulunmaktadır. Aslında bu durum bir sonuçtur; yani o kişiler böyle olmaya itilmişlerdir ve o kişilere yaşadıkları toplum tutunacak başka dal bırakmamıştır. Dolayısıyla ben bu yazıyı yazarken, bahsettiğim bu gruplarda bulunan insanları bu duruma taşıyan sürece değinmeden, onların tamda tutundukları kimliklerin karşı cephesinde olmadığımı ifade etmem gerekir.

Artık buna inanmakta, buna karşı çıkmakta ve beni kendi tutundukları kimliklerine karşı tehlike veya dost olarak görüp görmemekte kendilerinin tercihi.

İşte dünyada kimliği dolayısıyla ezilmiş, aşağılanmış, baskı görmüş ve hakkı maddi manevi yenen toplulukların en başında kadınlar geliyor ve haliyle ezildiği kimliğe sıkıca tutunarak, o kimliğin dışında kalan herkesi düşman gören ve onlara hep bir önyargıyla yaklaşan; söyledikleri, yazdıkları, okudukları herşey de bir önyargı arayan bu grup onların arasında da var.

Eğer erkekseniz (cinsiyet anlamında) onlar için peşinen; açık ya da gizli bir düşmansınız. Söylediğiniz herşey art niyetli, yazdığınız her yazı onlara egemenlik taslamak üzerine kurulu, tüm hareketleriniz bir şekilde taciz.

Yani söylediğiniz şeyin iyi niyetli olması, yazdığınız şeyde eşitlik aramanız; onlarla aynı ideolojiyi bile paylaşmanız hiçbir şey ifade etmez.

Fikirleriniz erkektir, düşünceleriniz erkektir, hareketleriniz erkektir; hatta sizin feminizminiz bile erkektir.

Feminizm aleminde sıkça erkeklere karşı söylemler olur ancak bu söylemleri okuduğunuzda veya duyduğunuzda oradaki erkeğin bir biyolojik cinsiyeti ifade etmediğinizi anlarsınız. Ancak yazımın bahsi olan grup için bu böyle değildir; onların düşman  gördüğü erkek için eril olmanıza gerek yoktur, bacaklarınızın arasında penisiniz bulunsun yeter.

Size adeta erkek egemenliğinin kadınlar içerisine sinmiş casusları muamelesi yaparlar ve söylediğiniz herşey, ne söylediğinizin hiçbir önemi olmaksızın "kadınlara karşı bir hakarettir."

Oysa bir tarafta "Feminizm herkes içindir" diyerek feminizmin ne için erkek düşmanlığı olmadığını anlatmaya çalışanlar, bir tarafta feminist dahi (bir kısmı erkeğin feminist olamayacağını ifade eder) olsanız düşman olduğunuzu size hatırlatanlar olur.

Yeri de gelmişken, kendimi bir Feminist olarak tanımlamadığımı ifade etmek isterim ki; ne beni savunanlar feminist olduğum için savunma ihtiyacı hissetsinler ne de bana taş atacaklar tereddüt etsinler.

Feminizm aleminin dört bir yanı erkek karşıtı söylemlerde bulunurken hiçbirisinden rahatsızlık duymayıp Feminazileşen bir grubun feminizm içinde dile getirdiği erkek karşıtı söylemlerden neden rahatsız olduğumu sizlere şöyle ifade edeyim.

Çünkü Feminizm aleminin erkek karşıtı söylemlerinin (feminazi söylemleri hariç) bir çoğu erkek egemen anlayışına karşı söylenmektedir ve haklıdır. Feminaziler hariç, feministlerin söylemlerindeki erkeğin tanımını geçen yıl mayıs ayında yine buradan şöyle yazmıştım:
"...yaşam üzerinde kendini efendiliğe konumlandırarak kadını sömüren erkek bireyin cinsiyeti değil, kurumsallaşmış bir sömürge mantığıdır.

Bu kurumsallaşmış erkek, insanın cinsiyeti üzerinden kendini tanımlamış ve bir üst kültür oluşturup, bu üst kültür içerisinde yüzlerce parçaya bölünmüş ve kendini tekrar ederek kökleşmiştir. Yani kısacası; erkekliği kurumsallaştırmıştır. Bu noktadan sonraki erkek cinsiyetsizdir. Tıpkı kendi modern tanrısı gibidir.

Bu noktada erkeği tanımak çok önemlidir. Çünkü tam bu noktada bin yıllardır tarihle deneyimlediğimiz ancak bir türlü tanıyamadığımız erkeği; insanın apış arasına bakarak arama hatası bizi çoğu defa yanıltan en büyük gerçektir. Çünkü bu kurumsal erkek, bireyin cinsiyeti değil; toplumun üzerinde hastalıklı bir sosyo-politik üst kültürdür ve herkesin  apış arasında aradığı o erkek pipisi, sadece bayrağında bir sembolden ötesi değildir.  İşte bu yüzden ki; apış arasında pipisi olmadığı halde, kurumsal erkeğin fanatiği olmuş çok fazla kadın alt kültürü de vardır. Bireyin cinsiyeti olarak o kadınlara erkek demek imkansızdır, fakat esasta kurumsal erkeğin de en büyük temsilcileri o kadınlardır.

İşte feminizmin karşısına koyduğu erkekte bundan fazlası değildir. Feminizm bireyin cinsiyeti olarak erkek olana değil, sosyo-politik bir hastalık olarak kurumsal erkeğe düşmandır..."

Ancak Feministlerin aksine Feminaziler; "Kızkardeşlik" söylemi altında; bütün erkekleri (doğmamışlar dahil) doğal düşmanları olarak  görüp; yaptıkları herşeyin Kadınlara karşı yapılmış birer baskı olduğunu düşünürler.

Durumun vehametini anlatmak için biyolojik bir kadın süte "siyah" dediğinde, "hayır o siyah değil, beyazdır" diyen bir biyolojik erkek haksızdır. Açüklama (Erkekleme) yapmaktadır. Erkek herşeyi bilmemelidir, bilse bile söylememelidir, onun kadına, kadınlara ve kadınların düşüncelerine, fikirlerine, söylemlerine, yazıtlarına karşı yorum yapması, fikir belirtmesi veya cinsiyet sorunlarına karşı açıklama yapması kadınlığa karşı bir saldırıdır.
Kısacası: Erkek susmalı, konuşmamalı ve belki de kadınların arasında hiç olmamalıdır?

Kaldı ki bu eşitliğin neresindedir? Eşitliği savunan feminizm; her biyolojik erkeği baştan düşman ilan eden bu mantığı nasıl içinde tutabilmektedir; orası artık kendilerinin cevap bulması gereken bir yer.
Öte yandan bu her ne kadar bir cinsel adaletsizlik bile olsa, en çokta feminizme ve dolayısıyla kadın mücadelesine zarar vermektedir. Çünkü Patriyarşi penislerden çok daha fazlasıdır, ancak bu anlayış feminizmi penise o kadar odaklamakta ve düşmanı penise bakarak aratmaktadır ki her geçen gün kendini revize eden ve feminizmin bazı kanatlarını bile kendi içinde pazara dönüştüren bir çok giriftli politikayı aynı anda hayata sokan patriyarşi kadınlar başta, insanların ve tüm ekolojinin canına okumaya devam etmektedir.

Bunların feminizm anlayışı içerisinde tartışılamıyor olmasının küçük nedenlerinden birisi de feminizm içindeki bu indirgeyici ve öteleyici zihniyetin düşmanı sadece penise indirgeyen tavrıdır. Taciz, tecavüz, baskı, zulüm ve sömürü sadece biyolojik kadının maruz kaldığı şeyler midir? Eril zihniyet sadece kadını taciz etmektedir, sadece kadına mı tecavüz etmektedir, sadece kadınlar mı sömürülmektedir ve zulüm görmektedir? Baskı altında kalan sadece kadınlar mıdır?
Ya da
Erkek kimdir
Kadın kimdir
Taciz, tecavüz, baskı, zulüm ve sömürü nedir?

Geçtiğimiz yıl yine buradan yayınladığım bir yazımda Feministlerin bir kısmının (Feminaziler hariç) ve benim cinsiyet eşitliği meselesinde bahsettiğim erkeğe şöyle çözümleme yapmıştım:

"...Kurumsal Erkeği Çözümleme

Kurumsal erkeğin örgütlenme temeli kesinlikle hiyerarşidir.  Yaşama bakış algısını bu temelle şekillendirir ve hiyerarşinin en tepesine bir cinsiyeti toplumsal iktidar olarak yerleştirir; bu da elbette erkektir. İnsan toplulukları içerisinde kendini kültürel nüvelerle şekillendirerek bir takım toplumsal yasalar inşa eder, bunlara; gelenek denir. Bunlar kendi içerisinde bir topluluğu şekillendirir ve ona diğer topluluklardan farklılıkta kazandırır. Bu farklılıklar topluluğun yaşadığı coğrafyaya ve coğrafyadaki diğer topluluklarla arasındaki ilişki biçimine göre şekil alır. Bugün binlerce yıllık bu sürecin ortaya çıkardığı üst-kurum kavramı; ulustur. Bu kavrama göre şekillenen üst-örgüt ise devlettir.  Bazı feminist arkadaşlarımız kendilerini bu kavramın parçası olarak, onun örgütüne karşı bağlılık duysalar da, ne yazık ki ulus kavramı, kurumsal erkeğin güncel sosyal politikası olarak oluştuğundan, bütün uluslar erkektir ve bütün devletleri bu erkek uluslar inşa etmiştir.

Kısacası, ulus kavramı erkektir ve onu ortaya çıkaran tarihi de öyledir. Devlet örgütü erkektir ve onu ortaya çıkaran tarihi de öyledir. Devlet, genel anlayış olarak ulus kavramından eskiye uzanıyor gibi gelebilir. Fakat ulus kavramının üst örgütü olan devlet ile, tebaa kavramının üst örgütü olan devlet aynı devlet değillerdir. Çünkü her erkek kavramı, kendi devletini inşa etmiştir ve bu devletlerin hepsinin en büyük ortak tarafı; hepsinin erkek olmasıdır. Bütün devletler hiyerarşiyle yönetilmektedir ve hepsi güce dayalıdır. Kurumsal erkeği temsil etmekten asla taviz vermemişlerdir.
Kurumsal erkek, üst-örgütü besleyecek bir çok alt-örgütü ile hepsi aynı amaca hizmet eden karmaşık bir yapıya sahiptir.

En aşağıdaki alt-örgütü ailedir.

Bu düşünceye farklı sebeplerle bazı feminist arkadaşlarımız itiraz edecektir, çünkü klasik aile kavramı; bir çocuk ve onun varlık sebebi olan iki yetişkin tarafından tanımlanır. Bu da duygusal bir bağ oluşturmaktadır. Hiç kimse bir çocuğa, annesi ve babasıyla oluşturdukları aile yapısının kötü bir şey olduğunu anlatmaya cesaret edemez. Ancak bu, aile kavramının kurumsal erkeğin en alt-örgütü olduğu gerçeğini değiştiremez. Aile, oluşturduğu bireyleri kurumsal erkeğin toplumsal yapısına alıştırmaktaki en büyük rolü oynar. Aileler kendi kültürünü inşa edemez, ailenin bağlı olduğu ve kendini inşa eden bir kültür vardır ve o kültürün bağlı olduğu tek şey; erkek gelenektir.

Ailenin bir üst örgütü, toplumdur.
Toplum sokaktır, mahalledir, kenttir, bölgedir, milliyettir, vatandaşlıktır.
Aile topluma dayalı birey yetiştirmekle, toplum devlete dayalı vatandaş yetiştirmekle yükümlüdür. Her ikisi de, kurumsal erkeğin amacı doğrultusunda işler.

Şurası unutulmamalıdır, kurumsal erkeğin en alt-örgütü aile olsa da, onun devamlılığının ta kendisi de ailedir. Aile düzeni ve onun direkt ilişkide olduğu toplum düzenleri; (sokak, mahalle, kent, milliyet, soy, akrabalık vs.) kurumsal erkeğin okullarıdır..."

Burada iki sebeple daha önce yazdığım bir yazıdan uzun alıntılar yaptım. Çünkü Feminaziler bugün bütün erkekleri düşmanları olarak görürken, bütün kadınları da kızkardeşleri olarak görüyorlar.
Birinci sebebim; her erkeğin kurumsal erkek olmadığının anlaşılmasını istemem. Çünkü penisi olmadığı halde "kurumsal erkek" olan çok fazla kadın var.
İkinci sebebim; patriyarşi sadece biyolojik kadını değil; biyolojik erkeğinde içinde olduğu bütün bir yaşamı sömüren sistemin ta kendisidir ve ona karşı mücadele vermek için penisimizi kopartmamız gerekmiyor, en başta eşit ve adil olmak üzere; bizim için bir özgürlük davasıdır patriyarşi'ye karşı verdiğimiz mücadele.
Bu konuda her fikri olanın, düşünenin, savunanın, eleştirenin ne dediğine bakmadan önce bacakları arasında penisi var mı diye bakmayın,
çünkü penisi bacaklarının arasında olmayıpta, zihninde; kadına, erkeğe, ekolojiye tecavüz edenler de var, bacağının arasında penis taşıyıpta cinsiyetsiz fikirler taşıyanlar da var.

Share:

Globalizm ve Çerkes Toplumu: 1 - Jıneps Gazetesi Kasım 2017




Birşeyi peşinen kabul etmek gerekir, o da; bir hata kim tarafından yapılıyor olursa olsun hata olduğudur. Hatayı yapan kişi onu doğru kılmaz aksine hata kim tarafından yapılıyorsa yapılsın o kişiyi yanlış kılar. Benim emeğe, tecrübe ve bilgiye saygım sonsuz, hiç kimseyi bunlardan dolayı eleştiremem. Ancak bunlardan dolayı hiç kimseyi de peşinen her konuda haklı göremem. İnsan hatalar yaparak tecrübe kazanır ve insanın kültürü de hatalar yaparak tecrübeler kazanan insanların hatalarından kazandıkları tecrübeler üzerine inşa olmuştur. Her toplum sabit bir tecrübe üzerine değilde her biri kendi tecrübeleri üzerine inşa olduğu için olsa gerek, insanlar bu kadar fazla toplumlar oluşturmuşlardır. Bana sorsalar tarih nedir diye, tarihi bir tecrübe olarak yorumlarım. Resmi tarihlerin tüm propagandaya dönüşen ve sürekli kahramanlıklardan övünerek bahseden yapısına inat; tarih tam arkamızdan başlayarak insanlık tarihinin de ötesine de uzanan yapısıyla, oluşmuş veya yapılmış hatalardan elenerek bir basit doğru üzerinde yaşamı ve de insanı bugün ki konumuna getiren serüvendir. Ötesi bu serüveni yorumlamaktan başkası değldir.
Benim açımdan mensubu bulunduğum Çerkes toplumuda bunun içinde kendi özgün hatalarından tecrübeler kazanarak bir kültür inşa etmiş ve bu şimdiye kadar devam ederek şuana gelmiştir. Açıkçası sadece Çerkesler için değil tüm toplumlar için kültürel kıyıma dönüşen ve küreselleşme adına insanlığı tek kültüre -tüketim kültürüne- taşıyan kapitalizm; diğer kültürler gibi Çerkes kültürünü de bozmaktadır. Dolayısıyla söylemek istediğim şey bugün okuyan yazan Çerkeslerin olumlayarak veya eleştirerek bu meseleye kendi pencerelerinden ne kadar bakmadıkları... Baksalar bile bunu Çerkes kültürünün içinden toplumun kendi tarihsel ilerleyişiyle değil, aksine kapitalizmin karşısında varolan ve hatta kapitalizmin sınıf ilişkilerine karşı doğan başka bir küresel ideoloji ile bakabiliyor olmaları. Yani Çerkes kültürünün bu tüketim toplumu içinde yeni kazandığı ya da kaybettiği değerlere karşı; üretim toplumu içinde yeni kazanacakları veya kaybedecekleri değerler tam olarak yazılmış veya çizilmiş değil. Oysa Çerkesler bugün kapitalizmin içinde yeni değerler kazanırken, eski değerlerini de kaybediyor ve yine Çerkesler SSCB döneminde üretim toplumu inşa sürecinde yine bir şeyler kazanmış ve bir şeyler kaybetmiş olmalıdır. Dahası Çerkesler hem kapitalizmin tüketim aşamasını hem de sosyalizmin üretim toplumu aşamasını farklı topluluklar halinde tecrübe ederken, iki topluluğunda bu tarihsel süreçlerini deneyimlyen yazar çizer tayfası da varken, bu iki süreci yaşamış Çerkes topluluklarının hem birbirleriyle hem de geçmişleriyle karşılaştırılarak olumlamaları veya eleştirileri yapılmamış. Bunların yapılmamış olması başlı başına hatayken ve biz bu hatalar içerisinde yine küresel bir kültürün dejenarasyonu içerisinde yavaş yavaş ama işleye işleye tüketim toplumuna dönüşürken ya da tüketim toplumunun Çerkesler üzerindeki dejenarasyonunu değilde üretim toplumundaki sınıfsal eleştirisini yaparken; sanki bütün bunlar olmamış gibi, bütün bunlar olmuyormuş gibi bugün sadece şahsi tecrübelerimizin anlık olgular karşısında bir değer bulmasını talep eden halleriyle zaman tüketiyoruz. Zamanı ileriye taşırken, zamanla birlikte bu hatalarımızı da daha  katmerleyerek ve daha karmaşık hale getirerek ileriye taşıyoruz. Bizim bu duruma bakıp anlamamız gerekir. Bu duruma bakıp anlamaya çalışırken de duracağımız yer Çerkeslik olmalıdır. Çerkeslikte durarak ve durduğumuz yere bağlı kalarak objektif bir şekilde içinde bulunduğumuz global kültürün bize kazandırdığı yeni değerleri de, kaybettirdiği eski değerleri de tespit etmek gerekir. Bunları yaparken kazandığımız her yeni değerin iyi birşey olmayacağı gibi, kaybettiğimiz her değerinde iyi kötü olmayacağını unutmamak lazım. Zira her kazandığımız şeyi iyi ve her kaybettiğimiz şeyi kötü sanmak ya da her kazandığımızı kötü, her kaybettiğimizi iyi sanmak bizi başka bir hataya sürükler. Nihayetinde Çerkesler de diğer halklar gibi tarihin bir aşamasında bugün bilinen değerleriyle şıp diye oluşmamışlar, tarih içinde yeni değerler kazanarak, eski değerler kaybederek bugünlere gelmişlerdir.
Bu anlamda kalemin yettiğince ve aklım erdiğince bildiklerimi, gördüklerimi ve düşündüklerimi; benden daha iyi bilen, benden daha çok görmüş ve daha fazla düşünenlerin affına sığınarak anlatmayı bir sorumluluk kabul ediyorum. İnanıyorum ki düşündüklerimi yazıya dökmek ve genele açmak bu konuda bir başlangıç olur, yazdıklarımın içindeki hatalardan arınmış ve eksikleri tamamlanarak daha iyi ve gerçekçi bir şekilde Çerkeslerin bu toplumsal değişimleri tamamlanmış bir tartışmaya çevrilir. Beni yeni kazanılmış hiçbir değeri eleştirmediğim gibi eskiden olan kaybedilmiş hiçbir değeri koruma güdüsüne girmeden, hem yaşadığı yeni dünyanın farkında hem de yaşanılmış eski dünyanın huzurunda şahsi görüşümü Çerkesler için faydalı olması arzusuyla sizlerin eleştirilerine bırakıyorum.

* TOPLUMA BAKIŞ VE KÜLTÜR

Toplum kolektif bir yapıdır ve kültür toplumun üretimidir. Toplumun yarattığı kültür bir sanat değildir aksine bir düzendir ve toplumun bir arada yaşayabilmesi için, içinde bulunduğu şartlara uygun biçimde toplumun ferdi olan veya olacak bireylere roller kazandırır. Bu rollerin her biri toplumun yaşadığı tecrübeye dayalı biçimde gelişmiştir. Toplumun yaşadığı çağa özgü gereksinimleri neyse kültürü de o gereksinimleri karşılayacak bir düzeni oluşturacak biçimde değişir. Yaşadığı çağın gereksinimlerini karşılamak için değişmeyen kültür hatalıdır. Bu hata öyledir ki ihtiyaçlarını karşılamak için başka kültürün gelmesine ve yerleşerek toplumu kendi değerlerine bağlamasına sebep olur. Ancak bu yinede topluma gelen yabancı her kültürün kötü birşey olduğu anlamına gelmez. Yinede ihtiyaçlarını karşılamak için değişmeyen (değişemeyen) kültürün sürekli dışarıdan edinilmiş kültürlere bağlı kalmayı alışkanlık haline getirmesi her zaman kötüdür. Milliyetçiliğin global hatası olan; toplumun soy bağıyla bir arada olacağuna inancın aksine, toplumu birbirine bağlayan şey soy değildir. Kültürdür. Eski zamanların aksine -ki eski zamanların da eski zamanlarında toplum hiçbir zaman soya bağlı kalmamıştır- toplumlar sadece kendi soylarının yaşadığı dar bir alanda sıkışık kalmadılar ve asla da kalmayacaklar. Hatta Kapitalizmin globalleşme politikarıyla daha fazla iç içe girecekler. Bu anlamda toplumu soya dayandırmak ve milliyetçilikle bu şekilde tutuculaştırmak doğru değil. Toplumlar bir arada yaşayabilmek için kültür üretebilen insanlar sürüsüdür ve ürettikleri kültür topluma yetmediğinde hiçbir soy bağı insanı o kültürün bir parçası yapamaz. İnsan tükettiği kültürün toplumuna aittir. Bizim Çerkesler olarak toplumumuza ve kültürümüze bu şekilde bakmamız gerekir. Kültürümüzün günlük hayatımızı ne kadar karşılayabildiğini ve ne kadar karşılayamadığı yerleri neden karşılayamadığını duygusallıktan uzak ve hayatımızın akışına uygun biçimde ele almamız gerekir. Duygusallıktan uzak ve hayatın akışına uygun düşünmemiz, bu konuyu çözmeden ileri bir zamana ertelemememiz için o kadar gereklidir ki bunu anlayabilmemiz için hiçbir kültürün sonsuza dek bugün yaşayabildiğimiz düzeyde kalamayacağını anlayarak fark edebiliriz. Bunu da; bundan 30 yıl önceki kültürel varlığımızı, bundan 100 yıl önceki kültürel varlığımızı, bundan 150 yıl önceki kültürel varlığımızı zihnimizde pekiştirerek başarabiliriz. Elbette kültürel varlığımızın olduğu yerde kalmaması bir sorun değil ama kültürümüzün yerine farklı bir çok kültürün yerleşmesi ve kalıcı olması ise çok büyük bir sorun.  İnsanlar sürekli geçmişi özleyerek geleceği yaşayan canlılardır. Belirli bir yaşın üstü daimi geçmişteki ilişkileri arar ve onları savunurlar ama geçmiş hiçbir zaman geri gelmez, gelen hep gelecektir. Bu anlamda bakınca toplumun geleceğini oluşturanlarının ihtiyaçları düşünülerek ve hatta tam da onlar tarafından veya onların ağırlıklı söz sahibi olacağı platformlarda kültürümüzün dokunulmazlık tabusu yıkılmalı ve tartışmaya açılmalıdır. Toplumun ihtiyacı arttıkça, kültürü toplumun ihtiyacını karşılamalıdır ve toplumun en büyük ihtiyacı; gençleridir! Kültürümüz toplumun ihtiyacını karşılayacak biçimde sadece bir defa değil, tekrar tekrar ele alınmalıdır ve bu da hiç kolay değildir. Bu tartışmaları açacak kişi veya kişiler ve hatta ekipler kendi motivasyonlarını korumaları açısından bu tartışmaların kolay şeyler olmadığını ve bir anda etki sahası oluşturamayacağını bilmelidir.
Konu başlığımıza başlarken yazdığım gibi kültür toplumun değil, toplum kültürün üreticisidir. Toplum tarafından üretilmiş kültür ise toplumun sistemidir. Aslında daha iyi anlayabilmemiz için şunu da ilave edebilirim; bugün yaşadığımız tüketim kültürü kapitalist toplumun üretimidir ve insanlar bu kültürün içinde tüketim sistemini yaşıyor, yani günlük yaşantımızda olmazsa olmaz hiçbir değeri üretmeden sadece onları tüketmeye muhtaç bir şekilde gelişiyor. Tarımdan, hayvancılığa, sanattan, bilime kadar; tüketiyor. Oysa toplumun bunları üretebilmesi gerekirdi, bunları üretemediği için parayla satın alıyor ve para kazanmak için gelişen süreç kapitalist toplumun modern kölelik olgusunu başlatan temen faktör. Neyse...  Konumuza dönecek olursak Çerkes kültürünün Çerkes toplumu tarafından üretilen bir sistem olduğunu ve dokunulmaz olmadığını hatta bin yıllarca dokunula-dokunula oluştuğunu, çağına uyduğunu, çağın ihtiyaçlarını karşılayabildiği için bugünlere geldiğini anlamak gerekir. Bunu anlarken de kültürün bu tarihsel serüveninin hiçbir yerinde, tek bir defa tartışılarak değilmediğini de anlamalıyız. Dün öyle olmadı, bugün de öyle olmayacağı gibi eğer bir yarını olursa yarın da öyle olmayacak.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler