Çerkes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çerkes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çerkes mahallesinde davul-zurna çalmak





Mishe Berslan'ın Çerkesya Hareketi'nin internet sitesinde "İKİYÜZLÜLÜK… YARANMAZSAN, YOK OL…" yayınlanan  yazısı gerçekten okunmaya değer bir yazı, Türkiye'deki Çerkes realitesini hem bireysel hem de kurumsal olarak irdelememize olanak sağlıyor. Aslında biz bunu yıllardır güncel politik metinler ile anlatmaya çalışsak bile, Türkiye'deki diğer toplumsal unsurlar ile ortaklaşmış karakterler üzerinden anlatmayı bu kadar güzel başarabilmiş değildik. Bu açından bakıldığında Mishe Berslan'ın kaleme aldığı bu yazı, Çerkesleri Türkiye'deki diğer toplumsal unsurlar ile somut tarihler üzerinden kesiştirip buradan Çerkeslere pay çıkaran analizinin bir çoğumuzun dikkate alması gereken toplumsal sorumluluk örneği olduğunu da ifade etmem gerekecek.

Türkiyeli sıradan bir Çerkesin kültürünü illüzyonal ego ile yaşadığını söylemek zor değil, çünkü mahalleye inince mevcut durumunu hayatı boyunca hiç sorgulayamamış bir tabanın şişkinliği hangi yöne baksak gözüküyor. Mahalle demişken, örgütlü cemaatler mahalleyi pek umursamıyorlar. Küçük vurup, büyük alma peşinde mahalleye yönelik cılız ama coğrafyaya yönelik kuvvetli umutların peşindeler. Kalemler coğrafyayı yazarken, unutulan bir nokta şu ki; hayaller mahalle de inşa edilemiyor.

Çerkes mahallesindeki illüzyonal egoyu masaya koyma vakti çoktan geldi, kendini Çerkes siyasetinin bir parçası olarak konumlayan her bireyin bu illüzyonal Çerkes varlığını ortadan kaldırmak üzere çaba sar fetmesi lazım. Ama daha önce belki de mahalleye inmeden bir şeyler yapmak lazım, o ki; bu illüzyonal egoyu gruplarımızın kendi içinden söküp atması gibi. Çünkü mahalleye inip, mahalledeki illüzyonal egoyu yok etmek üzere çabalarken, bu çaba içerisinde kendi illüzyonal egomuzla hareket etmemiz mahallelinin çokta sindirebileceği bir şey olmaz.

Mishe'nin yukarıda bahsettiğim yazısı; o muhteşem Çerkes illüzyonunu perdeleyen vakalardan biri. Özellikle Türkiye için, Türkiyelilik kimliğini içselleştirmiş Çerkesler için, Osmanlı'dan bu yana hepimize çivilenmiş Kafkaslılık öğretisinin anlaşılması için bu illüzyon perdesini aralamak çok önemli. Bunları konuştuğumuz zaman ne yazık ki ilk başta kendi toplumumuzdan bazıları otomatik bir manipülasyon yaratıyorlar ve gördüğüm kadarıyla bu manipülasyonlarla birlikte konu hep rayından çıkıp bozuluyor. Bunu yapan Türk sağına adapte insanlar ve hatta Türk'ün islamla şerbetlenerek içine Çerkeslerden bir öbekte ekleyen mutasyon ideolojisine adapte insanlar için söyleyecek pek fazla şey bulamıyorum. Fakat bu manipülasyonlara kapılarak konunun rayından çıkmasında etki sahibi olan kesimler için söyleyecek bazı şeylerim olacak. Ama konu dağılmadan, konumuz hala illüzyonal egonun yakınlarındayken, bu illüzyonist egosu ağır basan her kesimden insana da hatırlatmam gerektiğine inandığım bir şeyler var. Çerkes olduğunuz için muhteşem insanlar değiliz. Sadece Çerkessiniz. Çerkessiniz diye ne Arapları, ne Kürtleri, ne Türkleri ne de başka birilerini aşağıdan göremezsiniz, eğer böyle bir eğilimiz varsa bilin ki siz hastalıklı insanlarsınız ve en aşağılık insanlar da sizlersiniz. Çerkeslerin geçmiş deneyimleri, yani kısaca tarih bizlere elbette bazı değerler katmış olabilir, bu değerler sizin şımarık ukâlalığınız adına değil, aksine insanlık adına Çerkeslerin ördüğü değerlerdir ve dahası, o güzelim değerlere verdiğiniz önemde laftan fazlası olsaydı, bugün içine düştüğümüz şu bitap hali sanıyorum yaşamamış olurduk. Asalet ve Nezaket diye böbürlene böbürlene geldiğiniz yolun sonu bugün ki tablo ile daha güzel ifade ediliyor, birbiriyle konuşmayı bile beceremeyen, neredeyse ortak hiçbir değeri kalmamış balondan asilzadeler topluluğu. Ne bugün hala adına methiyeler düzülen kadına verdiğimiz değerden bir eser, ne de geçmişte uzlaşı sağlamak adına araçsallaşan xase geleneğinden bir hava duruyor. Türkiye'deki Çerkeslerin çoğu bir aptallık uykusunda hala kadına, doğaya, halklara, insanlığa karşı kendine ait ufacık bir fikri ve görüşü olmadan; kendisine kalanlardan ödeye ödeye, başkası gibi ola ola yaşıyor. Sanırım dünyada bizden daha fazla geçmişiyle övünüp, geçmişinden eser barındırmayan bir halk yoktur. Yavuz Sultan Selim diye köprü açılıyor, bunların hepsi argüman. Aleviler karşı çıkıyor? Neden! Çünkü bu argümanın ne anlama geldiğini biliyorlar. Biliyorlar çünkü; bu argümanla bir tarihte kesişmişler ve kendi kaderleri için iyi şeyler olmamış. Çerkeslerin ise söyleyeceği hiçbir şey yok. Neden? Çünkü kendi tarihinden zerre barındırmıyorlar. Üstelik birileri bunları konuştuğu zamanda sadakat damarları incinip bir anda o ağızlarını kaplayan Çerkeslikten ışık hızında ayrılıp, efendisinin köpeği moduna girebiliyorlar... ve bu sadece geçmişle sınırlı kalmıyor! Bugün de Çerkesleri ilgilendiren meseleler de aynı reflekse sahipler. 7 gün 24 saat Çerkesliğiyle övünen birileri, Çerkeslerin talepleri konusunda iş başa düştüğünde kılını kıpırdatmıyor. İşi başına alıp yollara düşenlere ise yine sahibinin köpeği modunda saldırıyorlar.

Artık ismen ve cismen bizden olup, ruhunu sahibinin kayışına bağlayan bu saray, iktidar, güç soytarılarının mahallede kullanabildikleri tek silah ise manipülasyon. Onların bu silahına güç verenlerde bana kulak versinler.

Sevgili arkadaşlar siz kabul etseniz de etmeseniz de mahalle sizin hayal ettiğiniz sosyo-politik bir yapıya sahip değil. Bu yalnızca Çerkesler için değil, Türkiye'deki bütün halklar ve kesimler için böyle.
***
Haftalar ayları kovalamışken, yazılacak çok şey de birikti.. birikti de; önünde koca dağları görmeden kum tanesine edebiyat yapmakta pek mahir olan her görüşten insana; bir şeyler anlatmaya çalışmak insanı yoruyor.
Bu ay Jıneps gazetesine diğer Çerkeslerle aynı Türkiye'de mi yaşadığımızı sorma gereği duydum, zira ziyadesiyle Çerkesleri de etkileyen ve üstelik kimin Çerkesi olduğunun da pek farkı kalmadığı böyle alengirli zamanlarda dahi; kurumsal Çerkeslik hala bir ütopyanın içindeymiş gibi sessiz, silik; var ile yok arasında.
Anlatan bir kaç insan,
Müslüman mahallesinde salyangoz satıcısı gibi..
Gören yadırgıyor, duyan hayretlere düşüyor; sanki bütün yaşananlar arasında bir vaha var ve Çerkesler o vahadalar.









Share:

Kürtçü Çerkesler

Türkiye'de Kürt sorunu devletin şiddetini arttırdığı ölçüde derinleşiyor mu? Evet. "Görünen köy klavuz istemez" derler. Şimdi Türkiye Kürdistan'ına bakınca görünüyor ve klavuzların hepsi hokkabazlık peşinde. Şuradan bakınca gözüken en net şey, Devlet; Kürtleri öldürebilecek, onları katledebilecek, kentlerini mezarlığa çevirebilecek bir gücü var. Ancak Kürtleri teslim alabilecek hiçbir güç yok. Eğer olsaydı, şimdiye çoktan almışlardı. Bir tarafta, savaşmak için üretilmiş kitle imha silahları, zırhlı mı zırhlı, etkili mi etkili.. Diğer tarafta zırhsız vücuduyla, zırhlı savaş canavarlarına direnen bir inanç. Üstelik bu savaş 3-5 aylık değil. Kürtler ziyadesiyle bağırdılar "birlikte yaşayalım" diye. Bu saatten sonra hiç kimse onlara "biz sizin yanınızda yaşayalım" dedirtemeyecek o kesin, fakat bir de şu "birlikte yaşam" nasıl bir paradoksa dönüştü onlar için hayal bile edemiyorum. Kürtlerin birlikte yaşam diye çığlık ata ata öldükleri diğer halklar, ki en başında şüphesiz Türkler geliyor, Kürtlerle birlikte yaşamak istemiyor, hatta Kürtlerin ölüsüne, dirisinden fazla kıymet veriyorlar. Elbette hepsi değil, ama büyük bölümü öyle!  En başta söylediğim gibi, Kürtler ölecek, katledilecek, kentleri paramparça edilecek, evleri mezarlıklara çevrilecek ama yenilmeyecekler. Çünkü teslim olmayacaklar, olmayacakları çok açık. Teslim olmayacaklarını yalnızca kendileri ve biz değil, yaşamı onlara zehir edenler de biliyorlar. Bütün bu savaşın çıkacağı yer; Kürtler yalnız mı kazanacaklar yoksa hep birlikte mi kazanacağız? Çünkü Kürtler yalnız kazanırsa, geri kalanlar eski sefil hayatlarını yaşamaya devam edecekler. Eski sefil hayatlar demişken? Bugün anadil dersi denen ucubeye dahi bel bağlamış halkımızın, onu kazanmak için hangi bedeli ödediği de araştırılabilir.

Kürtçülük?

Kürtçülük ithamının kullanıldığı her yerde kuşkusuz Türkçülükte kullanılır, çünkü Kürtçülüğü bir itham olarak var eden en temel sebep Türkçülüktür. Kürtçülük ithamı; Türkçülük içerisinde cep oluşturan insanların milliyetçi duygularını azdırmak üzere kullanılmaz, zaten Türkçülük doğası gereği Kürtlere düşmandır, ama yalnızca Kürtlere değil, Türk olmayan, kendini Türklüğe sunmayan herkese, her topluma düşmandır. Kürtçülük ithamı daha çok Türkçülük karşısında refleks kazanmış, içinde minimum da olsa eşitlik, adalet ve özgürlük taşıyan insanlara yönelik bir ifadedir ve o yüzden Kürtçülük tanımlanmaz, tanımlanmış olan Türkçülük ifadesinden sonra ortaya konur ve aynı şeyi ifade ettiği algısı oluşturulur. İçinde minimum insanlık değerleri taşıyan hedef kitlenin kafası karışır. Her ne kadar kabul etmesekte, en azından onların tarif ettiği Kürtçülüğü açmak zorunda olduğumuzu işte bu minimum insanlık değerleri taşıyan insanların kafasındaki bulanıklığı gidermek üzere anlamalıyız. 

Çerkesler açısından Kürtçülük-Türkçülük nedir?

Türkçülük; Kendini inkar etmektir

Kürtçülük; Kendini ifade etmektir

Türkçülük; Çerkesya'yı unutmaktır

Kürtçülük; Çerkesya'yı hatırlamaktır

Türkçülük; Çerkesce'yi kaderine terk etmektir

Kürtçülük; Çerkesce'yi yaşatmak üzerine mücadele vermektir

Türkçülük; "Ne mutlu Türküm diyene" diye bağırmaktır

Kürtçülük; Ben Türk değilim, Çerkesim demektir

Türkçülük; Hizmetçi olma hakkını içselleştirmektir

Kürtçülük; Eşit olduğumuzu ilan etmektir

Türkçülük; Bir kab yemektir

Kürtçülük; Binlerce yıllık kültürdür

Türkçülük; Ölümdür

Kürtçülük; Yaşamdır

Türkçülük; Savaştır

Kürtçülük; Barıştır

Türkçülük gerçektir, Kürtçülük hayaldir. Çünkü Çerkes gençleri Çerkesceyi unutup Kürtçe konuşmuyorlar, Çerkesya'yı unutup Kürdistan'a yurdumuz demiyorlar, Çerkes tarihinden koparak Kürt tarihinde erimiyorlar.  

Peki en kısa özetiyle bir Çerkes için nasıl açıklayabilirim?

Türkçülük nedir?

Esad Bozkurt'un üzerini çizdiği üzere, kendini Türk'e, Türklüğe hizmet etme aşkıyla adayan, kendisinden alınana razı, kendisine verilene razı, hiçbir zaman Türk olamayacak zavallı kimselerdir. Kendisinden alınan; binlerce yıllık tarihi, o tarihin içerisinde yoğrulan dili, kültürüdür. Kendisine verilen ise "bir kab yemek"tir. Bütün amacı, ona pislememektir.

Kürtçülük nedir?

Kürtçülük ise, çoluk-çocuk demeden insanların öldüğü bu savaş karşısında "barış" deme cüretkarlığını göstermek, birlikte yaşamın tek formülünün eşitlik olduğunu söylemektir. Buna alerjisi olan Türkçülüğe karşı mücadele etmektir, diğer mücadele edilenlerle birlikte "birlikte yaşam" şiarıyla hareket etmektir.

...gerisi mi? Yok efendim Kürtleri ABD, AB kışkırtıyormuş.. Kürtler BOP'un oyuncağıymış.. Siyonistlere hizmet ediyormuş gibi bir takım batılların derlendiği, kısaca "dış mihraklar" olarak adlandırılan kara mizah kitabı. Çünkü aklı yeterince kıtlaştırılmamış her insan, bugün Türkiye'yi savaşa sürükleyen devletin, ABD, AB ile ilişkilerini sanıyorum görebilir, BOP'un neresinde durduğunu ve bugün siyonistlerle hangi hukuka sahip olduklarını işitir. Türkiye ABD'nin ortadoğu karakolu değilse, incirlik üssü sanıyoruz Kürdistan'a ait. ABD ordusu için TBMM'nden değilde, Kürdistan Meclisinde tezkereler imzalandı. Kore'de, Afganistan'da ABD'nin müttefiki olarak Türkiye değil, Kürdistan bulundu? daha bütün bu yazı uzar gider...

Nazım Hikmet Ran'ın Vatan Haini şiirini hepiniz bilirsiniz, 

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bizim de diyeceğimiz aynen budur; Çerkesler Kürtçülüğe devam ediyor hala! Kendi kentlerine tankla, topla giren devletin öldürdüğü küçük çocuklar yaşasın dedi Çerkesler! Birlikte yaşayabiliriz diyenlere omuz verdiler, birlikte yaşayabileceklerini söylediler. Çerkesler Kürtçülüğe devam ediyor hala! Hala inanıyorlar, birlikte; eşit ve özgür bir yaşam sürebileceklerine; Kürtlerle, Türklerle, Abhazlarla, Araplarla!  








Share:

Kültür Çerkesciliğinden, Siyaset Çerkesciliğine ilişkiler (1)

Kültür Çerkesciliğinden, kimliğe dayalı bir siyasi Çerkesciliğin yaratıcısı biz değiliz, bitiricisi de olamayacağız, fakat çok açık ve net bir şekilde kaleme alabilirim ki; kararımız olmayan bu geçişin şu günlerde ki Çerkes halkına en verimli siyaset üretenleri de, bırakın üretmeyi; kimliğimize dayalı ve yaşadığımız gerçekliği göz önüne alarak gelecekte en verimli siyaset üretmeyi işaret edenleri de bizim içimizde ve çevremizde. Salona sıkışmış kalıpta, dört duvarın içinde cılız ve kısık, hatta kendisini bile işitemeyen kültür Çerkesciliğinin hazin son on yılı, giderek kendine ağırlaşan yapıları arasında neredeyse kırılmak üzere olan beli; kültürcülüğün hatalı olmasından ziyade, kültürcülüğün yanlış yorumlanmasından kaynaklı. "Politik Hat: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür" isimli yazımda, kültürün ne anlama geldiğini ve diyaspora da nasıl okunduğunu ve işlendiğini anlattım, fakat burada da tek kelimeyle anlatmam gerekirse; kültürcülük yalnızca düğüncülük, kaşencilik, halujculuk olmamalıdır, birazcıkta dilcilik, adaletçilik, temasçılık olmalıdır diyebilirim. Nitekim, artık Çerkeslere, siyasi kimliklerinizi askıya bırakın ve içeri girin diyen dernek mantalitesinin çöküşünün arifesindeyiz ve herkes iyi biliyor ki, artık Çerkesler içinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve siyaset gençlik tarafından, bizzat onlara siyaseti yasaklayanların bile zihniyetlerine girecek. Giriyor da!

İşte bu, kültürcülük ve siyasetçilik arasındaki ara geçişin etkileriyle, toplumun belirli kesimleri arasındaki çatlakların görülebilir bir hal alması da, siyasetçiliğin doğal politikası olarak okunmalıdır. Bu çatlağın, artık görülebilir hale gelmesine ise hiç üzülmemeliyiz, nitekim artık bunun ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış durumda değil mi? Bir yandan, Çerkesim demeyi hayatının her evresine entegre etmiş ancak Çerkesliğin en önemli nüvelerini hiçbir şekilde kendisinde barındırmayan bir yığın, Çerkesliğin tahrip olan nüvelerini ortaya çıkarmak isteyenlere karşı adeta "Çerkesim" demeyi yasaklar halde değil miydi? Çerkesim diyerek; utanmadan, sıkılmadan ve rahatça karşıt görüşteki insanlara ulu-orta küfür edenlerin varlığı ayyuka çıkmamış mıydı? Memleketi, içinde bulunan tüm kesimleriyle sürekli kana boğan bir savaşı durdurmayı üstelik bunu ayrım gözetmeksizin tüm toplumsal kesimlerin faydasına isteyenleri "yemek-kab" gibi ezik ve zavallı argümanlarla bastırmak isteyenler, dillerinin altındaki baklalarıyla "daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla ölüm" diye kudururken, aynı kelimeyi aidiyet iması olarak kullandığımız için en az bir kere utanıyor değil miydik?  İş yerimizde, okulumuzda, sokağımızda, mahallemizde Türk arkadaşlarımız dahi bize beğenmeyen gider demezken, sözüm onlara bizimle aynı kaderi paylaşmış bu Çerkesler, beğenmeyen gider gibi ukalaca bize hitap ederken, ne hissediyorduk? İşte 150lik Çerkeslerin, içeriden içeriden çatladıkları ve çatlaya çatlaya uçuruma dönüştükleri bu durumun ortaya çıkmasından hiç rahatsız değilim. Ben onlardan, onlar da benden utanıyorlar; ne kadar adilce bir durumdayız..  Artık onlarla benim aramdaki farkın bir anlamı ve karşılığı var, onlar "Çerkez" ben "Çerkesim" ve aramızda tek harfi değişen bu ima, yalnızca bundan ibaret değil, onlar başkalarının tarihiyle bir yol bulmuş ve gidiyorlar, ben ise kendi yazılmış tarihimi klavuz edinmiş; "Çerkeslik İnsanlıktır" deyimine sadık, dünya ile bir Çerkes olarak bağlantı kuruyorum. İşte bu, kültürcülüğün kendini düğüncülük, kaşencilik ve halujculuk arasına alarak daralttığı, bizim ise bu kültürün bir nüvesi olarak gördüğümüz dilcilik, adaletçilik ve temasçılığın bir gereği. Dünya ile temas eden, kendi adalet anlayışı olan ve olguları bu anlayışla ele alıp kendi dilinde okuyabilen bir politik kültürcülük. Siyasetçilik!

Siyasetçilik, kendine kültürcülükte bir taban bulabiliyor ve bu tabanla, politik bir dizi teması da olabiliyor. Bunun anlaşılması basit, sonuçta giderek Çerkeslikten yozlaşan, biyo-çerkesler görünmez değiller ve üstelik gözümüzün önündeler, onları görmemek için bir çeşit körlük yaşıyor olmamız lazım ve bunu yalnızca yazarlar, aydınlar, enteller, kimlik savunucuları, post modern dönüşçüler değil, bir çoğu görüyor. Kimisi kampının etkisinde, siyaseti ne kadar reddetse dahi onu yaşayarak bunu görmezden gelmeyi denese, hatta görmediğini ilan etse de, onlar da görüyor ve bu görülme, bir kaç yıla kadar Çerkesim diyen herkesin inkar edemeyeceği bir hal alacak, gidişat böyle. İşte bu gidişatı şimdiden görebilen insanlar, kültürcülük ile kendini sınırlayan yerlerde artık refleksif bir siyasetçilik pozisyonu alıyorlar ve bu refleksif durum bir müddet sonra kendini bir bilince taşıyor, bu bilince taşınım; siyasetçilik yapanların çalışmalarına bağlı bir şekilde hızlı ya da yavaş olsa da, yozlaşmaya paralel şekilde direngenlik gösteren ürettiği siyasetin gidişatı da, ileri ki günlerde bilince ulaşımın hızının artacağını işaret ediyor. Ancak Kültürcülük, kendini siyasetçilik arenasında pek temsil edemiyor, aslında bunu istese dahi yapacak bir ön çalışması hiç olmadı, seçimlerden evvel kültürcülük üzerinden türkiye'nin en büyük Çerkes örgütlülüğüne sahip bir kurumun durumu da bunu işaretlemişti, ama az durun; o kuruma alternatif olarak kendini ortaya koyan ve kısa tarihinde bir dizi siyasi refleks göstermiş bir diğer kurumun da böyle olduğunu söyleyecek veriye sahibiz. Soykırımın yüzellici yıl anmasında, o kurum yöneticileriyle HDP arasındaki uyumluluk, kurumun tabanına yansıyabilmiş değildi. O kurumun oluşum süreci her ne kadar belirli bir çalıştaya ve hak taleplerine yönelik atakla başlamış olsa bile, bugün o kurumun en üst derece sorumlusunun, o kurumun nüvesi olan bir inisiyatifin ortaya çıkardığı bir diğer kurum olan siyasal kanatın altında tabanına yaklaşacak kadar cesur olamadı. Toplumsal muhalefetin tepkisini her geçen gün arttıran ve bugüne kadar Çerkesler için hiçbir olumluluğu gözükmeyen, elindeki kanı dünyanın her bir yerine bulaşmış bir terör örgütünü finanse ettiği belgeleriyle kanıtlı bir siyasal eğilimin çatısı altına girmeyi canı gönülden denese dahi, bunu da yapamadı. İki örnekte, kültürcülüğe sıkışmış, tabanını bu taraftan yakalayabilen yapıların, siyasetçilik kulvarındaki hezeyanı olarak okunmaya müsait. Karşıt kuvvetlerin de, bu açıkla ilgili çalışmaları oluyor, ancak tamamen Çerkes talepleri ve bu taleplerle birlikte Çerkeslerin, yurtlarına yönelik bir geleceği kurgulayan tabanı, bunu ütopya olmak dışında, mümkün olacak sınırları içerisinde değerlendiren; mevcut durum ve şartların değerlendirilmesini ve bir gerçeklik ile hareket edebilmesini küçük bir zümre deniyor, başarmaya çok yakın, ancak yolu çukur doldu bir zümre. Bugün o zümrenin, genişleyen dallarının bir kısmı kendini karşıt konumda pozisyonlatarak olsa bile kültürcülük için kendini kapatan tabana girdiği tartışılmaz bir konu.






Share:

P.H.: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür

Kültür, bir insan topluluğunun kendini diğer insan topluluklarıyla ayırdığı en büyük farklılığıdır. Etnik anlamda olan "biz" ancak kültürle vardır. Fakat gel gelelim bugün çoğunlukla anlaşılan "kültüre"?  Düğünlerde oynamak, kaşen peşinde koşmak, ondaki "bağzı" geleneksel hukuk terimleriyle yalnızca "övünmek" (mesela; büyüğe saygı, kadına değer, asalet ve nezaket masalları vs.) gibi şeyler. Halbuki kültürü salt bu şeylere indirgemek, kültürsüzleşmek olmalıdır. Bizi oluşturan temel nüve, nasıl ki insanlıksa bizi bu ailede diğer üyelerden ayıran temel nüve de kültürdür ve kültür nüvesi, insan topluluğunun tarihe kök saldığı topraklardaki çevresiyle etkileşerek kendine kattığı değerler yargısıdır. Dans etmek, yemek yemek, yemek yapmak nasıl ki kendi bölümleriyle bir insan topluluğunun kültüründe varsa, bu o kültürün tamamı değildir. Kültürün en önemli mihenk taşı; iletişimdir. Yani dildir, temastır, davranış biçimidir. Eğer bir insan topluluğu, diğer insan topluluklarından bağımsız bir iletişim geliştiremiyorsa, orada sağlıklı bir kültürden bahsetmek sanırım yalnızca şaşkınlık olabilir. Bizlere gelince, hiç kimse diyaspora da giderek kültürsüzleşen varlığımızı inkar edecek kadar cahil olamaz sanıyorum, birbirine küfür eden, hatta ölüsüne hakaret edebilecek seviyeye ulaşan saygısızlık, tahammülsüzlük? ve üstelik her birinin sebebi, başka bir aidiyet duygusundan ibaret? Kendilerini sürgünle geldikleri coğrafyanın suyuna bırakıp, akışına karşı direnmeyen nesiller altı-üstü 150 küsür yıldır buradalar. 150 yıl bir insan ömrü için ulaşılmaz bir rakam olabilir ancak bu hiçbirimizi yanıltmasın, çünkü 150 sene, Çerkes halkının kültürünü oluşturan tarihte hiçte büyük bir rakam değildir. Ancak açıkça görüldüğü üzere, 150 yıl akan başka bir su, bin yılların oluşturduğu değerlerin en temel değerini kökünden tahrip edebilmektedir. Bunu, sırf 150 yıldır bu topraklarda yaşamaya mahkum edilmiş Çerkeslerin geçirgenliğiyle yapabildiğini söylemekte çocukçadır, burada gelişmekte olan ve çevresini kendine katmak üzere organizasyona dönüşmüş bir kültür yapısının politik hattı vardır. İşte biz, yüzeysel olarak bu politik hatta; asimilasyon demekteyiz. Kültürün temel öğesi tahrip olurken, diğer öğeleri ne yazık ki sağlam kalamaz.  Bunu görmek için, 150 yıldır; mahkum olduğumuz toprakların egemen kültürüne bağlı adaptasyonumuzun gelişimini izlemek yeter. Dille birlikte, diğer değer yargıları da büyük tahribat görmüş olup; Çerkes kültürünün kadına bakış açısından tutun da, kendi kültürel vicdanı ve diğer toplumlarla ilişki biçimene kadar yara almayan hiçbir öğe kalmamıştır. En basit şekilde ve üzülerek şöyle izah edebilirim ki; bugün diyaspora içinde bulunduğu  tüm kopuntular da ne yazık ki içinde bulunduğu coğrafyanın egemen kültürünün etkisine girmiş ve dünya ile bu etkileşimle temas kurmaya mahkum olmuş vaziyettedir. Mahkum oldukları coğrafyaları; cennetleri sanmış, yurtlarını ise masallara konu olacak ütopik bir mertebeye taşımıştır. Yurtlarını bile doğru düzgün telafuz edemeyen hale, ucundan ucundan gelmiştir. Mahkum oldukları coğrafyalarda güce dayanım boy göstermiştir, bu yüzdendir ki; araştırıldığında elde edilen veriler hep; Çerkeslerin yaşadıkları topraklarda hep güçlüden taraf gösterir. İşte diaspora da, politik bir vizyon izleyen entelijansiyanın bu gerçekliği görmesi, bunun üzerinden bir hat çizmesi gerekir. Bugün ise, biz Türkiye'de Çerkeslerin politik entelijansıyasının tek damarda toplanması gereken mücadelesinin, ayrı ayrı dallara bölünüp, üstelik bir de kendi aralarında çatışmacı bir tarzla ilerlediğini ve bunun çok riskli şeyler olduğunu gördüğümüzü açıkça söyleyebiliriz. Bu entelijansiyanın içerisindeki küçük cemaatlerin kendi aralarındaki çatışmanın farkında olmadıkları kötü sonuçlar doğurmaktadır.  Bunu düşünmemiz, bunun doğuracağı sonuçları hesaplayabilmemiz gerekir. Diyasporayı, kültürünün en temel öğelerinden sarsan politik bir hattı yok sayarak veya görmezden gelerek, sanki bir gün hepimiz çantalarımızı toplayacak ve bir anda yurda dönüp, 1864ten kaldığımız yerden devam edebileceğimizi düşünmemeliyiz, çünkü hayali güzel de olsa, böyle bir gün gelmeyecek. Fakat aynı zamanda diyasporanın yurdunu unutup burada elde edebileceği haklar ve özgürlüklerle sonsuza kadar yaşayabileceği bir ortam da oluşmayacak. İşte bu söylediğim durumun iki tarafının bir orta noktası var ve bu orta yol, halkımızın geleceğini belirleyebilir. Burada yetişmekte olan nesiller için, onlara atalarından miras kalan ancak yok edilmek üzere sistematik bir politika uygulanarak büyük ölçüde tahrip edilmiş öğeleri düzeltmek, onları bu nesillere tekrar kazandırmak için çabalarken, bu kültürü oluşturan temeli yani, tarihsel serüvende taşıyla-toprağıyla, zoruyla-kolaylığıyla, verdiğiyle-aldığıyla bizim kültürümüzün mihengi olan yurdumuza geri dönüşü adalet talebiyle örgütlemeye başlamamız lazım. Ancak herşey bir yana; kendi yüreğinde, bizleri (Çerkesleri) oluşturan nüveleri yitirmiş, kaybetmiş, unutmuş olan çoğunluğun yüreğine, bizleri oluşturan nüveleri, insanlığı, xeku'yu ve kültürü (xabze'yi) hatırlatmamız gerekecektir. Bugün, Türkiye diyasporasının yüreğine baktığımızda, ne kendi kültürel adaleti, vicdanı görülebiliyor ne de Çerkesya izleri bulunabiliyor. Sadece düğünlerde oynuyor ve psıhalive yiyorlar, işte yakın nesil atadan bugünün çocuklarına reva görülen koskoca Çerkes kültüründen yalnızca bu kadarı? Sizce bunu hak ediyor muyuz? İşte şimdi, tarihinde hiç sömürgeci bir duruş sergilemeyen, kadınıyla erkeğini eşit tutan,  yaşama, hayata, dünyaya, geleceğe, özgürlüğe saygısıyla dünyaya nam salmış, filozofların parmakla işaret ettiği bu halkın bugün düğüne ve yemeğe indirgenen kültürü içler acısı değil mi? Eğer atalarımız, bugün bu halimizi öngörebilselerdi; kahrından ölürlerdi... ancak, onlar bize bıraktığı insanlık mirasına güvendi ve teslim olmadan, bize onurlu bir tarihi miras bırakmak için direnerek öldüler!

Share:

Doğru yol, Sol ur ve yanlış yöntem: Çerkesyasız Çerkes Diasporası?

Hiç kimse, bir ötekinin öfke beşiğini test etmeye kalkmasın. Hepimiz öfkeliyiz ancak, öfkemizi kendini var ettiği yöne doğru kanalize etmekte problem yaşıyoruz. Mahalle deyişi ile biyo Çerkeslerin, Türk'lük çığlıkları midemizi ne kadar kaldırsa az, ancak daha da ötesi; işte bu kişilere karşı kimlik mücadelesinde ortaklaşanlar bile, birbirleri arasında üstünlük arzularına kapılıyorlar, işte asıl midemizi kaldıran da bu oluyor. Ne desem, nereden başlasam bilmiyorum. Fakat yeterince problem olduğu aşikar. Çerkes mahallesinde, "ne mutlu türküm" demeyi bir onur haline getirmiş yüzsüzler, bu karaktersiz duruşlarının hiç ama hiç farkında değilken, bu türlü kişilerin yarattığı kimliksel tahribata karşı mücadele yürüten unsurların içinde büyüyen bir sol ur, kimlik mücadelesinde milim milim gelinen noktadan santim santim geri alıyor. Üstelik bir kaç aydır, insanlara; onların anladığından emin olmak arzusuyla defalarca 'müşterekler' üzerine fikirler sunuyorum. Kaç seferdir, Çerkesliğe yönelik tüm yazılarımda, diasporadaki kimlik hareketinin yurttan kopuk olamayacağını da anlatıyorum. Fakat diasporanın, bunlara en yatkın sol duyusu içinde ne yazık ki yurda karşı körleştiren bir ur büyüyor. Ne iyi, ne kötü; hiçbir şekilde yurdunun değerlerini yansıtamayan, onu bilmemezlikten, görmemezlikten, ona sessizleşmekten, yok saymaktan ötesi yok. İşte artık bir şekilde, kimliği için bir mücadele yürüten nitelikli kişilerin, yurdunun ve oradan başlayan kadim tarihinin yok sayılmasına karşı, seferber halde 'farkındalık' kampanyaları başlatması lazım. Çerkeslere, içinde olduğumuz coğrafyalarda mutlaka ama mutlaka tüm hareketlerinin yanısıra, yurduna dönük bir hareketin de neden olması gerektiğini anlatacağız. Zira, bugün diasporada yok olmasına karşı büyük bir kızgınlık duyduğumuz bu dil ve kültürün temeli,  yurdundadır ve onu tekrar kazanmaya yönelik ve onu korumayı amaçlayan hareketin de yurduyla ilişkili olması gerekecektir. Hiç kimse, bit pazarında ucuz hayal satmasın, zira bugün satılmış hayallerin kullanıcıları yarın kırıklığa uğradığında, bunun izahatini veremezler. Hep diyorum, bugün Çerkes diasporası içindeki sol duyunun, siyaseten ve kültüren yurduna yönelmesi, yozlaşmasından ziyade, ihtiyacından ve gerçekliğinden olacaktır. Ötesi, teori kitaplarında bit pazarı kurup, bunu Çerkes gençliğine yönelik bir sınıf-kimlik harmanlı sol argümanlı hayaller satımından fazlası değil. Biz, nereden geldiğini bilen, nereye gideceğine dair fikir sahibi bir gençliğin taraftarıyız. Biz, nerede olursa olsun; ezene karşı ezilenin safında, barışı ve adaleti savunan bir yarının arzulayanlarıyız. İsteriz ki; bu halkın gençliği, Çerkesya'da ve bütün dünyada, insan hakları ve özgürlüklerine saygılı, ezene karşı, ezilenin safında bir anlayışın bayrağını kuşansınlar. İsteriz ki, tarihin bize miras bıraktığı bu insanlığı, biz de onlara, onlar da kendi çocuklarına miras bıraksınlar. Her duyduğuna inanmayan, araştıran, entellektüel ve aydın bir kuşak olsunlar. Fakat, bunların şartı yurdunu yok saymaktan geçmiyor. Asıl olan, kendi kadim tarihlerinin kökenini ve kültürel köklerinin salındığı yeri bilen, başka vatanların ajitatörlerine prim vermeyen, özgürlüğü ve vicdanı dışında hiç kimsenin askeri olmayan bir gelecek yaratmaktır. İşte ondandır ki; bu geleceğe yönelmiş her yol, Çerkesya'dan geçmek ve onu bilmek, onu tanımak zorundadır.
Biraz daha fedakar, biraz daha mütevazi insanlar olmayı başarabiliriz ve bunu yapmak zorundayız. Kırmızı çizgilerimizi kaldırmayalım! Fakat, onları gerektiği yerlere çekelim. Çerkesyasız Çerkes diasporasının, Çerkescesiz Çerkes asaletinin varacağı en güzel yol, bir kab yemeğe tamah eden zavallı bir tarihtir ve o tarih bugün paçalarımızdan bizlere bulaşmaya başladı. İşte biz, özgürlüğe, barışa ve adalete giden her yolumuzu Çerkesya bilinci ile kuşatacağız ve bu bilincin tarihten bize miras bıraktığı insanlık onuruyla dünyanın bütün halklarıyla kardeş, dünyanın bütün ezilenleriyle omuz omuza olabilmenin yollarını keşfedeceğiz.

Share:

Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve biz: Çerkesler.

Gezi sonrası Türkiye batısında hareketlenen sol politik yapı, bir çok söylem ve pratik sergiledi. Gezi, henüz parktaki kolektif yapısının içindeyken, oradaki birikime "kaynak" muamelesi yaparak kendi örgütlerinin propagandasının peşine düşen ve parktaki itirazın sadece nesnel ideolojik yönlerine katılıp ya da en azından katılmış imajı yaratıp; parkın içinden bütüne dönüşen itirazın herhangi bir tarafı olmayan örgütler; taksim'de vücut bulan dayanışma pratiğini, sol propaganda havuzlarıyla sömüre sömüre bitiremediler. Her an, teorik olarak öne sürdükleri ve karşıt her harekete etiket ettikleri "emperyalist" yaklaşımın ta kendisine dönüştüler. Bugün adeta kanlanmış bir bit gibi, birbiriyle alakasız bir çok örgüt; hep "gezi" jargonlu bir propaganda programının sürdürücülüğünü yapmaktadır. Hepsini bu kefeye koymak, bu kefede değerlendirmek elbette haksızlık. Fakat aslından değişen ve başkalaşan, başkalaşmışlarla ortaklaşan örgütleri de tenzih ederek bunların hala ihtimal olan en ufak dayanışma umutlarını baltalamasına müsade etmekte büyük bir haksızlık olur. Haksızlık etmemek lazım. Bizler, HDK sürecinden bu yana bu hareketin içerisinde yer almış Çerkesler olarak, arkadaşlarımız HDP'de siyaset yapmakta olan Çerkesler olarak, HDK/P'ye katılım sürecimize eş ve eşit olarak BHH'nin toplantılarına da katılmış ve gözlemci arkadaşlarımızın notlarını tartışarak bazı fikirleri öne çıkardık ve artık bunu halkımızla paylaşmak gereği duyuyoruz. Bu gereği, Gezi direnişine aktif olarak katılmış Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda parkın içindeki kolektif koordinasyonda yer almış (Sivil İnisiyatif, Taksim Dayanışması) Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda kurulmuş barikatların sıcağını hissetmiş, faşistlere karşı aktif mücadelede en ön barikatlarda direnmiş Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda "parklar bizimdir" hareketiyle istanbulun tüm parklarındaki halk meclisleri kurulumuna katılmış, "Abbasağa, Yoğurtçu" başta olmak üzere İstanbul, Antalya, Bursa, Kayseri, Sakarya, Düzce" deki tüm forumlarda aktif katılımcılar olarak görev almış Çerkesler olarak duyuyoruz. Antalya'dan - İstanbul'a "Gezi özelinde, Türkiye genelinde" adalet talebiyle yürüyüş düzenleme iradesini ortaya koyan Çerkesler olarak duyuyoruz. Aynı zamanda; halkı için talepleri olan, talepleri için eylemler düzenleyen, Çerkes Soykırımı ve Sochi için, Çerkesya'da faşist saldırılarda öldürülen Aşine için sokağa çıkan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Sendika hareketleri içinde burjuvaziyle uzlaşma tanımayan işçi hareketlerinin içinde bulunan, işçi olan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Bizler, sokaklarda Çerkes kimliğimizle; Barışı, kardeşliği, Adaleti ve Özgürlüğü talep etmiş, eden ve edecek olan Çerkesler olarak BHH'nin son günlerde ilgili Çerkes örgütlerinin gündemine taşıdığı tartışmalarda; en başta işçi, emekçi kimliğimizle, gezinin ruhunun bir parçası olmuş Çerkesler olarak, kör fanatik olmayacak kadar akılcı, gerçekliği kavrayıcı ve aktarıcı kadar bilimsel ve ihtiyaçlarımızı bilecek kadar farkındalık içinde Çerkesler olarak kendi adımıza düşeni söylemekteyiz.

Gezide öne çıkan dayanışma söylemlerinin sadece parkın içindeki forumlarda en basit tabiri ile kemalist laisizm ile bir parçası olmuş bir çok kişi ve örgüt sahipleniciliğini yapmaktadır. Oysa Gezi'yi oluşturan iradeyi ortaya koyan şey kemalist laisizm ve bunun talepleri değildir. Bunu böyleleştiren şey; mevcut iktidarın anti-laisist söylemleridir. Bu söylemlerle perdelediği faşist uygulamaları, hırsızlıkları, doğa, işçi ve kadın düşmanlıklarıdır. Bu düşmanlığa karşı oluşan doğal karşı koyumun iktidardan önce uzun yıllar hüküm sürmüş kemalistler tarafından kuşatılması ise o düşüncenin sömürgeci mantığının bir örneği olmaktadır. Bugün biliyoruz ki; her ne kadar eskisi kadar güçlü olmasa bile, halen medya organları olan bu düşünce, Gezi'de ortaya koyulan iradeyi bugün elinde olan medya güçleriyle sahiplenmek için inanılmaz bir propaganda süreci başlatmıştır. O derecedir ki; bu topraklarda anti-laisist düşünceyi iktidara taşıyan insanların gözünde Gezi; kemalist bir "kalkışma" imajındadır. Normal şartlar altında, kaynağını "dindar" tabandan alan iktidarın bu imajı yaratması gerekirken, Kemalistler medya organlarıyla bu imajı, iktidardan önce yaratmış ve Gezi'yi başkalaştırmıştır. Bizler pratikte dayanışan bir Gezi'yi, direnişe dönüştüren alanlardaki Çerkesler olarak, "birlik-beraberlik ve zafer" söylemleri olan hareketlere en başta, siz hangi Gezinin örgütüsünüz diye sormak durumundayız. Bu bizim Çerkesler olarak halkımıza karşı sorumluluğun en temel ihtiyacıdır. Zira bizler; olagelmiş Gezinin içinden çıkmış ve o ruha şerhi olmayan kişileriz, fakat o ruhtan çok uzakta, hiç içine girmeden, olmasını istedikleri gezi'nin peşinde propaganda yapan bir çok örgütün programını, halkımız için tehlike olarak görmekteyiz ve bunun için haklı nedenlerimiz; tarihte tüm ağırlığıyla mevcuttur. Bu soruya; BHH'de hiçbir cevap çıkmamıştır. Sosyalizmin teorik maddeleri dışında, bu coğrafyanın pratik tarihleriyle ilgili, halkımız adına duyduğumuz endişeyi ortadan kaldıracak herhangi bir cevap bulamamaktayız.

Bizler HDK/P içinde aktif mücadele yürüten Çerkesler olarak sıkça "Kürtçü" olmakla itham ediliriz. "Kürtçü" olarak itham edilen sadece Kürtlere karşı uygulanan faşizmle mücadele eden Çerkesler değildir, aynı zamanda Türkler de dahil olmak üzere neredeyse tüm halklardan "Kürtçü" ithamına maruz kalmış insanlar vardır. Tarihte çeşitli tarafların ağzına sakız gibi dolanmış "Kürtçü" ithamının kökeninden, amacından ve sonucundan yola çıkarak süren bir tartışmada "Kürt Metaforu" olarak tanımladığımız bir durum sonucu ortaya çıktı. BHH'nin içinde ve çeperinde bulunan kişi ve örgütlerin bizim "Kürt Metaforu" olarak tanımladığımız bu düşünceden ne kadar uzak olduklarına dair en ufak bir fikrimiz yoktur. Çünkü toplantıda ortaya çıkan durum, Kürtlere karşı bastırılmakta olan bir "duygu"dur. Kürt Metaforu olarak tanımladığımız durumu da hemen anlatayım: Kültürel hakları için taleplerini ortaya koyan ve bunun mücadelesini yürüten Türkiye'nin bütün Arapları, Ermenileri, Çerkesleri, Lazları; Kürtçüdür. Çünkü Kürtler; asimilasyona, baskıya ve işkenceye karşı en aktif savaşı yürütmüş, iradesini ortaya koymuş bir halk olarak, diğer halklarında kazanımlarında kanı-canı bulunan ve bu ülkede etnik faşizme karşı direnişin tarihini yazan başarılı, iradeli, örgütlü bir halktır. Bugün asimile olmakta olan en başta Çerkes halkının, örgütlülüğü emsal olarak alabileceği tek halk Kürt halkıdır. Bu topraklardaki tecrübeleriyle Çerkes halkının mücadelesine ışık tutacak tek halkta Kürt halkıdır ve Kürt halkının mücadelesinden ilham ve cesaret alarak mücadele yürüten Çerkesler Kürtçüdür. Fakat buradaki Kürt; asimilasyona, baskıya, işkenceye karşı savaşma anlamındadır. Bir metafordur. Bu anlamda hiçbir zaman Kürtlerle karşılaşmasa dahi; halkının temel hakları için mücadele yürüten Çerkesler, birileri için Kürtçü, Kürtler gibi, vs. olmaya, böyle anılmaya mahkumdur. BHH'nin Türkiye'deki halkların asimilasyona karşı mücadelesi ve siyasetiyle ilgili nasıl bir düşüncesi ve bakışı vardır, dahası sadece düşünce ve bakışın dışında; o halklarla nasıl bir dayanışma zeminini öngörmektedir. Ya da bunu hala öngörememiş midir? 

Emekçi mücadelesine gelince, hareketin işçi sınıfıyla ilgili söyledikleri elbette takdire değer bir haldir, fakat zaten bu "biz sosyalistler" demenin en temel dayanağı olduğundan, işçi sınıfıyla ilgili birşeyler söylemesi değil, söylememesi garip olurdu diye düşünüyorum. Emek safında birleşmenin temel koşulu, halkların taleplerine ve ihtiyaçlarına körelmek değildir. Gezi üzerinden bugün içinde olduğumuz hareketin eleştirilmesi kemalist laisizmin medya organlarıyla yaptıgı propagandaların yarattığı etkinin kolaycılığıdır ve buna karşı BHH içerisinde gelişen muhalefeti takip ediyoruz. Gezi Parkında ve tüm Türkiye'deki yankılarında; HDK/P'nin bileşeni olan bir çok örgüt en aktif biçimde varken bunu bugünde en aktif bileşenlerden olan tek bir örgütün bir kaç söylemiyle inkar etmeye kalkmak ciddi bir güven sorunu yaratır. Bizler de bu sorun kesinlikle vardır. Kaldı ki tüm o "söylemlere" rağmen parkı haftalarca ayakta tutan en temel dinamiklerden biri de o gün "BDP" olan hareketin tabanı ve o tabanla dayanışma içerisinde bulunan örgütlerin varlığıdır. Bizler bunları bir sorun olarak görmekteyiz ve halen kesin bir sonuç içerisinde olmasakta, bu sorunlar ortada durdukça daha iyi bir yaklaşım sergileyemeyeceğimizin anlaşılmasını isteriz. BHH'deki Çerkes varlığın hareketleride incelemekteyiz. Bizler; en basit söylemle, kendini "sokağa ait" adleden bu hareketin birleşenlerini, sokakta görmeyi de ummakta ve öznelden başlayarak genele ulaşan taleplerimiz için yürüttüğümüz mücadelenin bir yerinde görmeyi arzulamaktayız. Bir söz "lafla peynir gemisi yürümez" der. Salonlarda sıkışarak sokakta kazanılmayacaktır.

İşçi hareketinden, Halkımızın taleplerine kadar bir çok ortak nokta bugün ortada. Bugün bunları sırtlayan insanlar, bunlara savaş açanlarla mücadele eden insanlar olarak; beklediğimiz tek şey, bir birlik ve beraberlik söylemiyle yola koyulan tüm hareketlerin, salonlardan sokaklara taşması ve faşizme karşı kesin tavır konmasıdır.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler