Çerkes Diasporası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çerkes Diasporası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kürtçü Çerkesler

Türkiye'de Kürt sorunu devletin şiddetini arttırdığı ölçüde derinleşiyor mu? Evet. "Görünen köy klavuz istemez" derler. Şimdi Türkiye Kürdistan'ına bakınca görünüyor ve klavuzların hepsi hokkabazlık peşinde. Şuradan bakınca gözüken en net şey, Devlet; Kürtleri öldürebilecek, onları katledebilecek, kentlerini mezarlığa çevirebilecek bir gücü var. Ancak Kürtleri teslim alabilecek hiçbir güç yok. Eğer olsaydı, şimdiye çoktan almışlardı. Bir tarafta, savaşmak için üretilmiş kitle imha silahları, zırhlı mı zırhlı, etkili mi etkili.. Diğer tarafta zırhsız vücuduyla, zırhlı savaş canavarlarına direnen bir inanç. Üstelik bu savaş 3-5 aylık değil. Kürtler ziyadesiyle bağırdılar "birlikte yaşayalım" diye. Bu saatten sonra hiç kimse onlara "biz sizin yanınızda yaşayalım" dedirtemeyecek o kesin, fakat bir de şu "birlikte yaşam" nasıl bir paradoksa dönüştü onlar için hayal bile edemiyorum. Kürtlerin birlikte yaşam diye çığlık ata ata öldükleri diğer halklar, ki en başında şüphesiz Türkler geliyor, Kürtlerle birlikte yaşamak istemiyor, hatta Kürtlerin ölüsüne, dirisinden fazla kıymet veriyorlar. Elbette hepsi değil, ama büyük bölümü öyle!  En başta söylediğim gibi, Kürtler ölecek, katledilecek, kentleri paramparça edilecek, evleri mezarlıklara çevrilecek ama yenilmeyecekler. Çünkü teslim olmayacaklar, olmayacakları çok açık. Teslim olmayacaklarını yalnızca kendileri ve biz değil, yaşamı onlara zehir edenler de biliyorlar. Bütün bu savaşın çıkacağı yer; Kürtler yalnız mı kazanacaklar yoksa hep birlikte mi kazanacağız? Çünkü Kürtler yalnız kazanırsa, geri kalanlar eski sefil hayatlarını yaşamaya devam edecekler. Eski sefil hayatlar demişken? Bugün anadil dersi denen ucubeye dahi bel bağlamış halkımızın, onu kazanmak için hangi bedeli ödediği de araştırılabilir.

Kürtçülük?

Kürtçülük ithamının kullanıldığı her yerde kuşkusuz Türkçülükte kullanılır, çünkü Kürtçülüğü bir itham olarak var eden en temel sebep Türkçülüktür. Kürtçülük ithamı; Türkçülük içerisinde cep oluşturan insanların milliyetçi duygularını azdırmak üzere kullanılmaz, zaten Türkçülük doğası gereği Kürtlere düşmandır, ama yalnızca Kürtlere değil, Türk olmayan, kendini Türklüğe sunmayan herkese, her topluma düşmandır. Kürtçülük ithamı daha çok Türkçülük karşısında refleks kazanmış, içinde minimum da olsa eşitlik, adalet ve özgürlük taşıyan insanlara yönelik bir ifadedir ve o yüzden Kürtçülük tanımlanmaz, tanımlanmış olan Türkçülük ifadesinden sonra ortaya konur ve aynı şeyi ifade ettiği algısı oluşturulur. İçinde minimum insanlık değerleri taşıyan hedef kitlenin kafası karışır. Her ne kadar kabul etmesekte, en azından onların tarif ettiği Kürtçülüğü açmak zorunda olduğumuzu işte bu minimum insanlık değerleri taşıyan insanların kafasındaki bulanıklığı gidermek üzere anlamalıyız. 

Çerkesler açısından Kürtçülük-Türkçülük nedir?

Türkçülük; Kendini inkar etmektir

Kürtçülük; Kendini ifade etmektir

Türkçülük; Çerkesya'yı unutmaktır

Kürtçülük; Çerkesya'yı hatırlamaktır

Türkçülük; Çerkesce'yi kaderine terk etmektir

Kürtçülük; Çerkesce'yi yaşatmak üzerine mücadele vermektir

Türkçülük; "Ne mutlu Türküm diyene" diye bağırmaktır

Kürtçülük; Ben Türk değilim, Çerkesim demektir

Türkçülük; Hizmetçi olma hakkını içselleştirmektir

Kürtçülük; Eşit olduğumuzu ilan etmektir

Türkçülük; Bir kab yemektir

Kürtçülük; Binlerce yıllık kültürdür

Türkçülük; Ölümdür

Kürtçülük; Yaşamdır

Türkçülük; Savaştır

Kürtçülük; Barıştır

Türkçülük gerçektir, Kürtçülük hayaldir. Çünkü Çerkes gençleri Çerkesceyi unutup Kürtçe konuşmuyorlar, Çerkesya'yı unutup Kürdistan'a yurdumuz demiyorlar, Çerkes tarihinden koparak Kürt tarihinde erimiyorlar.  

Peki en kısa özetiyle bir Çerkes için nasıl açıklayabilirim?

Türkçülük nedir?

Esad Bozkurt'un üzerini çizdiği üzere, kendini Türk'e, Türklüğe hizmet etme aşkıyla adayan, kendisinden alınana razı, kendisine verilene razı, hiçbir zaman Türk olamayacak zavallı kimselerdir. Kendisinden alınan; binlerce yıllık tarihi, o tarihin içerisinde yoğrulan dili, kültürüdür. Kendisine verilen ise "bir kab yemek"tir. Bütün amacı, ona pislememektir.

Kürtçülük nedir?

Kürtçülük ise, çoluk-çocuk demeden insanların öldüğü bu savaş karşısında "barış" deme cüretkarlığını göstermek, birlikte yaşamın tek formülünün eşitlik olduğunu söylemektir. Buna alerjisi olan Türkçülüğe karşı mücadele etmektir, diğer mücadele edilenlerle birlikte "birlikte yaşam" şiarıyla hareket etmektir.

...gerisi mi? Yok efendim Kürtleri ABD, AB kışkırtıyormuş.. Kürtler BOP'un oyuncağıymış.. Siyonistlere hizmet ediyormuş gibi bir takım batılların derlendiği, kısaca "dış mihraklar" olarak adlandırılan kara mizah kitabı. Çünkü aklı yeterince kıtlaştırılmamış her insan, bugün Türkiye'yi savaşa sürükleyen devletin, ABD, AB ile ilişkilerini sanıyorum görebilir, BOP'un neresinde durduğunu ve bugün siyonistlerle hangi hukuka sahip olduklarını işitir. Türkiye ABD'nin ortadoğu karakolu değilse, incirlik üssü sanıyoruz Kürdistan'a ait. ABD ordusu için TBMM'nden değilde, Kürdistan Meclisinde tezkereler imzalandı. Kore'de, Afganistan'da ABD'nin müttefiki olarak Türkiye değil, Kürdistan bulundu? daha bütün bu yazı uzar gider...

Nazım Hikmet Ran'ın Vatan Haini şiirini hepiniz bilirsiniz, 

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bizim de diyeceğimiz aynen budur; Çerkesler Kürtçülüğe devam ediyor hala! Kendi kentlerine tankla, topla giren devletin öldürdüğü küçük çocuklar yaşasın dedi Çerkesler! Birlikte yaşayabiliriz diyenlere omuz verdiler, birlikte yaşayabileceklerini söylediler. Çerkesler Kürtçülüğe devam ediyor hala! Hala inanıyorlar, birlikte; eşit ve özgür bir yaşam sürebileceklerine; Kürtlerle, Türklerle, Abhazlarla, Araplarla!  








Share:

Rusya Çerkes cinayetlerini teşvik etmeye devam etmemeli


Daha önce "düşünceyi eyleme geçirmek" isimli yazımda, Rusya Federasyonunda artan faşist saldırılardan bahsetmiştim. Biz bir halkın birbirinden silah zoruyla koparılmış iki kısmıyız, birbirimizin her hakkını kollamamıza izin vermezler, ama biz en azından birbirimizin yaşama hakkını kollamaya çalışmalıyız demeye çalışmıştım. Bir zulüm var, engel olamıyoruz ama bari en azından ses çıkarabilirdik. Seni görüyoruz, silahını görüyoruz diyebilirdik. Katile; işlediği cinayetin yanına kar kalmayacağını hissettirebilirdik. Yapmadık.. Aşina Timur, Rus ırkçıları tarafından katledildiğinde eylem yaptık, bir elin sayısını aşamadık. Büyükçe kurumlarımız ise, yalnızca internet organlarından basın açıklaması yapmakla yetindiler. Bu saldırılar, cinayetler ne yazık ki ne ilk ne de son olacaklar, bazı insanlar Aşina'nın katledilmesiyle ilgili Rus polisin çalışmalarını ve içeriye atılan 3-5 kişiyi paylaşıp memnun olduklarını belirttilerse de, ben sorunun çözümünün yalnızca bu cinayetin faillerinin ceza almasıyla çözüleceğine inanmıyorum. Rusya'da faşizm büyüyerek sürüyor ve her geçen gün oradaki kardeşlerimiz için bir risk teşkil ediyor. Rusya'yı buna karşı caydırıcı olmaya çalışması için harekete geçirmeliyiz. Diğer bir taraftan, işte biz Rusya'ya caydırıcı bir güç olarak gözükmedikçe, Rusya caydırıcı olmak bir kenara dursun, teşvikçi konumunu koruyor. Üstelik türlü türlü bahanelerin arkasına sığınarak, Çerkes aktivistleri baskı altında tuttuğu da bir gerçek. Şiddetin şiddeti, nefretin de nefreti doğurduğu ve bunun bir çeşit harekete geçtiği şu günlerde bunlar hem Rus halkına, hem Çerkes halkına zarar veren davranış biçimleridir.

2 Ağustos 2014'te Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başkenti Nalchik'te ölü bulunan Çerkes aktivist Timur Kuaşev'in  akut koroner yetmezlliğinden öldüğü açıklaması, Timur Kuaşev'i tanıyan hiç kimseyi inandırmadı. Üstelik koltuk altındaki enjeksiyon iziyle ilgili hiçbir açıklama olmaması çok garip. Timur Kuaşev'in  üstünde pijamaları ve ayağında terliğiyle evine 20 km uzakta ölmesi de bir başka soru işareti, bende Timur Kuaşev'in ölümüyle ilgili arkadaşları  gibi bir cinayet olduğunu düşünüyorum. Üstelik böyle düşünmem için çokça sebepte var. Rusya'nın Çerkes aktivistlere veya diğer halkların yaşadıklarına yönelik duyarlılık gösteren insanlara tutumu belli. 1993 yılından bu yana sadece Çeçenistan'daki hak ihlalleriyle ilgili haber üretirken öldürülen gazeteci sayısı 14, kaçırılan 22.. hatta bilinen gazetecilerden Anna Politkovskaya ve Natali Estemirova da katledilmişlerdi, davaları ise sonuçsuz bırakıldı. Biliyoruz ki Rusya, Çerkesya dahil olmak üzere tüm Kafkasya ülkelerine bir yozlaştırma çalışmaları yapıyor ve bunların en başında orada adam kaçırma, uyuşturucu satışı gibi toplum huzurunu bozacak yapılara fırsat tanıyor. Ancak ne hikmetse, uyuşturucu çeteleriyle, mafyalarla veya mafyavari yapılar bir risk teşkil etmezken "Müslümanlar" Rusya'yı endişelendiriyor, Müslümanlara yönelik devlet baskısı, devletin bizzat elleriyle uyguladığı hak ihlalleri ve bizzat devlet personelleri tarafından müslüman katletmeleri sürüyor. Bu da bize şu sonucu doğuruyor, Çerkesler için ortaya konulacak tek suç "müslüman" olmak. Ayrımcılık ve faşistlik yalnızca etnik temelli olmasa bile; baskılarken, öldürürken, hak ihlal ederken müslüman veya gayrimüslim diye bir gözetim yapmak faşistliğin önde gidenliğidir.

Timur Kuaşev'in ölümünün cinayet olduğu yönündeki inancımı güçlendiren şeylere gelince, kendisi Sochi olimpiyatlarıyla Çerkes halkına küfretmekten geri durmayan Rusya'nın bu durumunu protesto eden bir gazeteciydi ve Rusya Sochi olimpiyatları gibi bir meselede kendisini protesto eden ve üstelik gazetecilik yapan hiç kimseyi sevmez! Zaten olimpiyat karşıtı düzenlenen eylemde gözaltına da almıştı Kuaşev'i. Aynı şekilde Çerkes Soykırımının 150nci yılında düzenlenen eylemden önce de gözaltına almıştı. Rusya, bir gözünün Kuaşev'in üzerinde olduğunu hissettirmişti. Hem kendisine, hem de Çerkeslere.. Diğer bir taraftan Kuaşev, "müslüman-milliyetçi" gibi ayrımlarla bir araya gelemeyen Çerkes örgütlenmelerini birbirine yaklaştırmaya da çabalıyordu. Müslümanların milliyetçilere, milliyetçilerin de müslümanlara karşı olan fikir ayrılıkları Rusya için bulunmaz bir hint kumaşıydı. Ancak Kuaşev, gazetedeki köşesinden bu iki grubu birleştirecek yayınlar yapmayı kafasına koymuştu. 30 Nisan 2013'te yayınladığı açık mektupta bir polisin kendisine "bu şekilde devam edersen, bedelini ödersin" dediğini açıklamıştı. Blogundan ve köşesinden onlarca ölüm tehditi aldığını yazmıştı. Üstelik güvenlik birimlerine de iletmişti bunu. Hiçbir önlem alınmamıştı.

Timur Kuaşev'in cesedi Nalçik yakınlarında bir yerde evinden tam 20 km uzakta bulundu. Üzerinde Pijamaları, ayağında terlikleriyle. Koltuk altında bir enjeksiyon iziyle. Şimdi kalkmışlar onun akut koroner yetmezliğinden öldüğünü söylüyorlar, bu da "devletin eliyle" bir şeyler olduğu yönündeki kuşkularımızı iyice arttırıyor. Koroner, kalbin etrafındaki atar damarlardır. Akut Koroner Yetmezliği denen şeyse, bu damarların tıkanmasıdır. Akut Koroner Yetmezliğinden uzak durmak için doktorlar; sigara içmemeyi, alkol almamayı, spor yapmayı ve stresten uzak durmayı önerirler. Timur Kuaşev'i iyi tanıyan ve yoldaşı olan Kabardey-Balkar İnsan Hakları Savunucusu Hatajukov Timur Kuaşev için; "düzenli spor yapar, alkol ve sigara kullanmaz" dedi. Stresten uzak durmak ise Rusya'daki Çerkes aktivistler için neredeyse imkansız, ancak koltuk altındaki enjeksiyon izi, evinden 20 km uzakta, terlik ve pijamayla bulunan cesedi sanıyorum onun Rusya'daki faşist uygulamalarla strese girerek akut koroner yetmezliğine dayanan bir kalp kirizi geçirme riskinden daha çok cinayete kurban gittiğini gösteriyor.

Rusya kendi geleceğini kirleten bu tip cinayetlerden derhal vazgeçmelidir. Kendi içerisinde oluşturduğu paramiliter faşizmi yok etmelidir, Çerkes cinayetlerini teşvik etmeye devam etmemelidir. Bu Çerkes halkı için ne kadar kötüyse, Ruslar içinde bir o kadar tehlikelidir. Şiddet şiddeti, nefret nefreti doğurur.

Share:

Diasporanın Kafkasları, Çerkesya'nın insanları

Tamara Zengin, 8 Mayıs 2015'te Ajans Kafkas'taki köşesinde "Diasporanın Laikleri, Kafkasya'nın müslümanları" başlığıyla bir yazısında şöyle giriş yapmış...
"Kafkas Diasporası içerisinde daha örgütlü görünenlerin laik kesim olduğu biliniyor. Genelde kendilerini solda konumlasalar da daha çok Kemalizm soslu bir solculukları olduğu ve hayat tarzı üzerinden kendilerini var ettiklerini söyleyebiliriz. Bunu anlamak yada hissetmek için bu kesimin hakim olduğu derneklere başörtülü biri olarak gitmeniz yeterli. "
...ve tanımını dahi doğru düzgün yapamadığından anladığımız kadarıyla hiç takip etmediği, araştırmadığı, bilmediği, kulaktan dolma şeylerle, diasporanın solda konumlu insanları hakkında suçlamaya varan bazı görüşlerini paylaşmış. Umuyorum ki gerçekten, bilmediğini yazmaya çalışmış olsun, aksi takdirde bildiği halde "Timur Kuaşev" örneğinden yola çıkıp, Çerkesya'da mücadele yürütürken katledilen bir insanımızın yaşantısının bir kısmıyla zemin bulup, o zeminden; karşıt görüşte olduğu insanlara "iftira atıyorsa" durum kendi temsil ettiği görüş için artık bir hastalık boyutuna varmış olacaktır. Kendisinin ortaya attığı "Kafkas Diasporası" tam olarak neyi ifade ediyor bilmiyorum, ancak Kafkas Dernekleri Federasyonu isminden yola çıkıp böyle bir tanım yapıyorsa, malumunuz bir süredir olagelen ayrışmalardan sonra KAFFED'e bağlı derneklerin neredeyse büyük çoğunluğunu Çerkesler oluşturuyor. Bende solda örgütlü, toplumsal duyarlılığı olan ve pratik mücadele sürdüren bir Çerkes olarak Tamara Zengin'in ortaya attığı "Kafkas Diasporası"nı, "Kafkas Makronu" zihniyetinden eleklenmiş bir vaziyette önüme "Çerkes Diasporası (Çerkes Makronu ötesindeki)" olarak getiriyor ve tartışıyorum. Timur Kuaşev, Aşine Timur, geçtiğimiz günlerde Nalchik'te katledilen insanlarımız, Çerkesya'da yıllardır baskı altında tutulan insanlarımız, son olarak Adnan Khuade, kızı ve çalışanı, Fenerbahçe'deki Çeçen kampları, o zalim kış aylarında kampın elektriğini kesenlere karşı oluşan tavırda, hepsinde bizzat vardım. Sizin ortaya koyduğunuz yazının üslubundan anlayabildiğim kadarıyla bunu hayal bile edemezsiniz ama, başörtülü üniversitelere alınmayan insanların haklarını da savundum, bugün de bir yerde, birisinin inancı, görüşü, cinsiyeti, sınıfı gibi konularda ayrımcılığa uğradığını gördüğüm anda, ona ayrımcılık yapanın inancı, görüşü, cinsiyeti, sınıfı ne olursa olsun hiç umursamıyorum ve ayrımcılığa tabi tutulan, hakkı yenilenin omuzlarına omuz veriyorum. Siz elbette, yardım edeceğiniz, hakkını savunacağınız kişinin inancını, görüşünü, cinsiyetini, sınıfını belirleme özgürlüğüne sahipsiniz, ben yapıyorum diye sizde yapmak zorunda değilsiniz. Ancak bir mücadele konusunda örgütlenen Çerkesleri itham ederken, onları tanımak zorundasınız. Birincisi, Çerkes sosyalistleri kemalist değillerdir, Çerkes kemalistleri de sosyalist değillerdir, çünkü sosyalizm ve kemalizm birbiri ile çatışan düşüncelerdir ve sizin bunu bilmeniz icap eder, diyelim ki siz biliyorsunuz ve tam da bundan bahsetmişsiniz "solda konumlasalar da, kemalist vs. vs." olarak. O zaman daha büyük hatanız, Çerkes diasporası içerisinde örgütlü "kemalist" Çerkesler kimlerdir? Bugüne kadar, kim için ne yapmışlardır ki, bugün birisi için birşey yapmadılar diye, bir çizgi çizmişsiniz. Kemalist yönetim, "ne mutlu Türküm diyene" sloganıyla örttüğü ve uzun yıllar Türkiye topraklarında hakim olan devşirme politikalarıyla, Çerkesinden, Lazından, Rumundan, Ermenisinden, Kürdünden bir tabaka yarattı evet, ancak bu kesimin kendi halkları adına bugün ancak sıfat derecesinde bir bağ vardır. Bir insanın milliyetini sadece kan bağı belirlemez, aidiyet duygusu da çok önemlidir ve işte bu yüzden asimile etme politikaları hastanelerde kan vererek değil, eğitimhanelerde aidiyet devşirerek yapılır. Kemalizmin bu ülkedeki programı ve programı çerçevesindeki politikaları bu kadar göz önündeyken, o'na denize düşmüş misali sarılan Çerkesleri, Çerkes Diasporasının en örgütlü temsilcileri olarak addetmek yalnızca sizin ayıbınız olabilir. Çünkü biz, sınıfsal bağlarla sosyalist Çerkesler olarak, kendi içimizde hiçbir kemalist nüve taşımayız. Laikliğe gelince, laiklik dünyaya kemalizmin kazandırmış olduğu bir kavram değildir, kemalizmin dünyadan aldığı bir özelliktir. Zaten kemalizmin dünyaya da, türkiye'ye de, kendine de kazandırmış olduğu hiçbir kavram yoktur, açıp incelediğinizde zaten kemalizm, oradan-buradan toplanmış ilke ve kavramların bileşkesidir. Kısacası, "Laiklik" ile "Kemalizm" arasındaki ilişkiyi iyice bilmek lazım. Eğer okumaktan çekinmeyen biriyseniz, bu konuyla ilgili daha önce yazmış olduğum bir yazıyı http://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/03/biz-kendi-icimizde-uzlasabildik-mi-ki.html bu adresten okumanızı tavsiye ederim.

Sayın Tamara Zengin,

Ben şahsım adına bugüne kadar başörtülü derneğe gittiği için dışlanan, ötekileştirilen birini görmedim, ancak böyle bir terbiyesizliği yapacak insanları varsayarak size şu kadarını söyleyebilirim; böyle bir iddiayı köşesini yazdığınız ajanstan haber olarak paylaşırsanız, yanınızda ilk olarak Sosyalist Çerkesleri bulacaksınız, bizim de, laikliğinde dine bakışı çok açıktır; din işleriyle, devlet işlerini birbirinden ayırmak. Kısacası, şeriat değil - demokrasidir. Diğer taraftan, ailemizin içerisi dahil olmak üzere, örgütlü yapılarımızda, arkadaş çevremizde, meslek hayatımızda 5 vakit namazını kılan, dinin her gereğini yaşayan başörtülü kadın dahil epeyce Müslüman bulunmaktadır ve onların diğer hiçbir arkadaşlarımızdan, tanıdıklarımızdan farkı yoktur. Ancak madem ki, siz bizleri inançlı insanları hor gören, ayrımcılık yapan insanlar olarak tanımladınız ya, açık yüreklilikle soruyorum; Müslümanların inançlarıyla etkin olduğu yapılara birisi gelip ateist olduğunu açıklasa (malum ateistlerin başörtüsü gibi, uzaktan bakınca anlaşılacak bir sembolü yok..) nasıl bir tepki alır? Madem ki eleştireceksiniz, gelin sosyalist Çerkesler gibi; bir yanlışın iki tarafını da açık yüreklilikle eleştirin derim.



Ha, İslamcı yada muhafazakar kurumlar ne yapıyor yada bu konuda neler yapılabilir derseniz, o da başka bir yazının konusu olsun…
diyerek bitirmişsiniz yazınızı, size naçizane tavsiyem sosyalistlerin yola çıkış açısından bir örnekle; önce özeleştiri yaparak, sonra eleştiriye yönelmeniz olacak. Çünkü, "biz ne yaptık" demeden, "siz ne yapıyorsunuz" demek başka bir yazının konusu olabilir ancak.








Share:

Rusya-Türkiye "Uçak krizi" ve Türkiyeli Çerkesler


Çeçenistan'ın çakma devlet başkanı Ramazan Kadirov; Rusya'ya bağlılık yeminleri etti bile ve bir anda Rusya'nın Çeçenistan'daki işgalci tavrı karşısında konumlanan her görüşten Çeçen ve elbette kardeş halkı biz Çerkesler, Ramazan Kadirov'u topa tutmaya başladık. Nasıl tepki göstereceğimizi bilmediğimiz gibi, bilmediğimiz zaman, bilmediğimiz şeylere nasıl sessiz kalacağımızı da bilmiyoruz galiba. Biliyorsunuz; Rusya bir süredir Suriye'de Esad rejimine karşı silahlanan teröristleri vuruyordu, Türkiye'de bu duruma karşı tepkiliydi ve geçtiğimiz gün, şeytanın aklına gelmeyen şey oldu ve Türk Hava Kuvvetlerine ait iki savaş uçağı, Rus bombardıman uçağını Türkiye-Suriye sınırının üzerinde vurdu. Vurulan uçaktan atlayan pilotlardan biri, paraşütüyle süzülürken yerden "Allah'u ekber" nidaları atan "ÖFKELİ BİR KALABALIK" tarafından vuruldu. Daha sonraları ise, Türkçe bir ses "Atma, atma, esir geliyor" diye bağırdı. Hatay Valisinin koordinasyonunda yapılan insani yardımı görüntülemeye giden basın, sözde Türkmen diye lanse edilen aslen Türkiye Elazığ nüfusuna kayıtlı bir çetebaşının Türkiye'ye teşekkürleri peşinsıra dizerek 2 pilotun öldüğünü söylüyordu.  Konumuz bu değil, ne Rusya orada gerçekten Arap halkının kara kaşına, gözüne orada ne de Türkiye gerçekten Türkmenlere kan bağıyla bir aşk besleyerek onlara her türlü anlamda lojistik sağlamıyor. Ancan bu kirli oyunun, bazı kuralları var.  İşte Türkiye, bu kurallara hakim değil ve haylazlık ediyor. Bu haylaz çocuklukta, biz Çerkeslerin Türkiye diyasporası için felakete gıdım gıdım ilerliyor. Ancak ne yazık ki, şimdi burada bahse konu olan şeyleri bir çeşit teslimiyet gibi yorumlarken gerçekten şövenist görüntü verecek insanlar bize "Rusyacı" diyecek. İşin esası, Rusyacı olmadığımızı onlar da biliyor ya, ancak bunu söylemek için içlerinde dinmek bilmeyen egoları bizim üzerimize basmak için çıldırtacak onları. Oysa biz; Suriye üzerinden dönen bu oyunda ne Türkiye, ne de Rusya taraftarı değiliz, insanlık saflarında düşüncelerimizi defalarca söylediğimiz gibi, pratik olarak bu karşılıkta oluşturduk. Fakat kenardan kenardan, bu durumdan da size bir "Çerkes sorunu çıkarayım mı." Aygün adında bir arkadaşımızın ekran görüntüsünü alarak paylaştığı bir "ne düşünüyorsun" iletisinde, kendine Çerkes diyen ve beni ikna eden bir arkadaş tam olarak şöyle söylemiş:

Savaş çıkarsa ve ciddi silah yardımı yapılırsa Rusya ile Kafkasya'da savaşacak 500 bin kişilik 10 Çerkes ordusu hazır ve nazır. Aslında bu rakam 15 orduya çıkabilir ama komünist, ateist, dinsiz, imansız ve rus kanı taşıyanları (kadirov) çıkardık mı temizinden 5 milyon çıkar. Hafife almayın, Selahaddin Eyyübü'nin ordularıda bizlerdik :) smiley smiley.

Gülmeyin, abartıları çıkarıp olayı "kafkasya"dan "türkiye"ye çektiğimizde sayıları milyonu bulmasa da, hatrı sayılacak derece de böyle insanlar var. Daha bir önceki yazım "Rusya Dışişleri Bakanlığı Hangi Kozu Oynadı?" Türk-İslam sentezi ve etkilerini konulaştırdığım altbaşlığı "2 - Din, Çerkesler ve resmen ideoloji!."  . yorumuza sunmuştum şimdi  bu konuyu bu yönüyle ele alalım. Türkiye Çerkes Kopuntusunun tabanında, Türkiye'nin Rus uçağının düşürülmesi için sevinecek nasıl bir sebebi olabilir? Eğer, içinizde tutuşan bir intikam duygusu sizi körüklüyorsa, şimdi esas konumuza gelelim. Düşürülen bir Rus uçağı, Çerkeslerin vatanına "Turist" olarak gidebilme hürriyetini bile sarstı. Geri dönüş hareketi içinde artık herşey, dünden daha zor. Geridönüş, dönüştürebilme umuduyla içinde barındırdığı bu ayrık otlarını tekrar düşünmelidir.Dönüşemeyen veya dönüşümünde sanrılar geçiren bir grup devşirme, politik hattan uzaklaştırılmalı ve siyasal örgütlenme sancıları gösteren kitlelerin önde gelenleri bu konuda birliktelik sağlamalı ve Çerkezler ile Çerkesler arasında kırmızı bir çizgiyi; dünyanın her bir yerinden gözükebilecek şekilde oluşturabilmelidir.

A - Rusya ve Türkiye arasındaki gerginlik Çerkeslere nasıl yansıyabilir?

Sembolik olarak bir kaç örnek vermek isterim evvela, az önce Jıneps Gazetesi'nin sosyal ağından Dünya Çerkes Birliğinin, Ankara'da yapılması planlanan YK toplantısı iptal edildi. Çerkesya toprağı olan Kabardey Balkar Cumhuriyetinde yaşayan bir dostumuzun Türkiye'den gelen kargosu geri çevrildi. Türkiye ile Çerkesya toprakları arasında seyehat düzenleyen Nuhoğlu Turizm'in de eşya götürmeyi reddettiği ve oraya giden eşyaların gümrükten geçmediği hatta kişilerin de kabul edilmediğini söylemiş. Rusya'daki Türkiyelilere yığınla dert ve baskı oluşturuldu bile. Hatta işadamlarının Çerkesya'nın Sochi topraklarındaki gözetimevlerine toplatıldığı da söyleniyor ve bir dizi iz daha peşinde; henüz bir hafta önce Rusya'nın Suriyeli Çerkesler için sarfettiği "Yurttaşımız değiller" sözü, kulağımızda çınlıyor. Türkiye ile Rusya arasında başlayan bu gerginlik bir kaç dalda Türkiye'ye yansıyacak. En başta, Rusya ile ticaret yapan burjuvaya, devletlerin taraflarınca vardıkları işbirliğine, karşılıklı olarak inşaat sektörüne. Bu durumdaki olay tamamen ekonomik, ancak tüm Çerkesler nedzinde bu yansımanın en mağdur ettiği geniş benzer kitle elbette Çerkesler olacak.  İşte bunu görebilmek için, azıcık bilgi ve vatana karşı aidiyet hissi gerekirken, görememek için gözü köreltecek kadar başkalaşım geçirmiş olmak gerekir.

Çerkesler ile Yurtları arasına, Türkiye'nin uçak krizi de girdi. Birgün Rusya, bugün böylesi krizlerden sonra Türk refleksi gösterip 500 bin kişilik 10 ordu kuran hayal gücüne dayalı devşirilmişliği önümüze koyup; siz artık yurttaş değilsiniz diyecektir. Bizde derler ya "Kraldan kralcılık" diye, konu tam böyle; Türkiye'li bir çok Türk, Rusya ile arasında çıkacak krizden yana değilken ve hatta Türkiye Devlet erkanının en başının "Bilseydik, vurmazdık" demesine rağmen; içlerine enjekte edilmiş Türk zihni, şovenizmin zirvesine çıkıyor.

Demek ki artık, asla geri dönüşmeyecek bir taban kitlesi var ve o kitleyi dil, yurt ve eşitlik isteminin dışında tutacak bir söylemi hayata geçirme vakti gelmiş.


Share:

Rusya Dışişleri Bakanlığı, hangi kozu oynadı?

Hafıza: Çerkes kopuntusunun kısa tarihi ve Modern Rusya

Rusya Dışişleri, kendi sürgün ettiği Çerkes halkının ateşe düşen bir kopuntusuna, gözümüzün içine derin derin bakarak "onlar bizden değil" dedi. Bunu söylemesini içimize sindirip, sindirmediğimiz başka konunun sorusu, fakat tüm şartlarda şu unutulmamalıdır ki, Suriyeli Çerkesler, kendi kaderlerini tayin ederek oraya gitmediler ve orada ne kadar deformasyon yaşamış olurlarsa olsunlar, bunun yegane sebebi Rusya'nın mirasçısı olan Çarlık Rejimidir. Rusya'da Çarlık Rejiminin devamcısı değilse, şunu unutmamalıdır ki, 152 sene evvel miras aldıkları siyasal otoritenin yanlışını sürdürmeyi bırakmalı ve bunu telafi ederek, Çerkes halkının yurduna geri dönüşünün önünü açmalıdır. Ancak görüldüğü üzere, bugün Rusya'da egemen olan siyasal otorite, Çarlığın yalnızca topraklarını değil, politikalarını da miras almış, topraklarına hükmederken, o topraklar üzerindeki politikalarını da sürdürmekte olduğudur. Ancak, sürdürmekte olduğu bu tip çirkin politikaları, bazı gerekçelere sıkıştırdıkları ve o gerekçeleri ne yazık ki kopuntuların sağladığını da göz önüne almamız lazım, bu tespitle yola çıkarak, henüz geçen günlerde "Suriyeli Çerkesler soydaş değil" deme cüretini gösteren dışişleri bakanlığının nasıl, ürettiği politik gerekçeleri, bugün Türkiye Kopuntusundaki Çerkesler üzerinden ele alalım. Sonuç olarak şunu çok iyi okuyabiliyoruz ki, Çerkesler bugün yaşadıkları ülkelerin egemen ideolojisine yedeklenmiş ve o yedekte asli bir unsur olarak dönüşüp hassasiyetlerini kaybetmişlerdir. Suriyeli Çerkesler, suriye toplumuna devşirken, bunla birlikte Türkiyeli Çerkesler de, Türkiye toplumuna devşimiştir, bugün 'Çerkes Kalma' diye de ortaya atılmak istenen, "Siyaset Çerkesciliği" olarak ortaya attığım hareketin temel amacı, bu devşimeye karşı, Rusya'nın "Onlar bizden değil" deme cüretini ortadan kaldıracak siyasal bilinç ve aidiyeti ortaya koymaktır.

Sınıfsal ve Ulusal İdeoloji çemberinde; Çerkesler!

Yıllardır, bize yüklenen "Çerkesleri, ideolojinize alet etmeyin" cümlesine bir karşılık koyalım isterseniz, gerçeklerin, insanlığın, hürriyetin ve vicdanın  bir ideolojisi yoktur, onlar tarihin ortaya koyduğu kavramlar olarak insan sosyolojisinin en net ölçütleridir ve biz bugüne kadar 'Çerkesliğimizi' yalnızca bu ölçüt içerisinde tutmaya gayret ettik, karşıt grupların bunu ideolojik bir takıntıya çevirmesi bu durumun bir ideolojik hamle olmasından ziyade, bu gayretleri gösteren ve büyüten insanların nedense hep ideolojik bir kimliği de olmasıydı, en azından dünya üzerinde, Çerkes toplumu üzerinden de anlaşıldı ki, insan sosyolojisinin hiçbir ideolojiye bulaşmayan insanlık ölçütünün savunucuları nedense hep, sınıf davasında da haklıdan yana tavır alan ideoloji sahibi kişileri olmaktaydı. Kısaca şurası çok net biçimde anlaşılmalı ki, bugün bizim ortaya koyduğumuz ve genel ölçütlerini, insan sosyolojisi çerçevesinde belirlediğimiz politik vizyon, bizim ideolojimizi belirlemezken, buna karşı alerjik tavır gösteren insanların bizim üzerimize yapıştırmaya çalıştıkları etiketin en temel faktörü tamamiyle bir ideolojik bir tavırdı, yani biz hiç Çerkesleri ideolojimize alet etmeye çalışmadık ama, onlar hep ideolojilerinin tutsağı olarak Çerkeslerin geleceğini olumsuz yönde etkiledi. İşte bu, bugün Baas Rejiminden beslenerek Çerkeslik taslayan ve bunu benimseyen, bunun dışında temel insanlık nüvelerini Çerkeslikle çerçeveleyip bir mücadele yürütememenin bir sonucuna dönüştü ve ateş dünyanın en kirli savaşının yaşandığı topraklarda kalan soydaşlarımız için bir anda "onlar bizden değil" politikasına evrildi. Şimdi bu soruya, siz cevap verin; Suriyeli Çerkesler kimden? ve onlara bizden diyenler, onlara nasıl bir gelecek tasarladı?  Rusya Dışişleri elbette masum değil, nihayetinde açıkça söylemek isterim ki; onlar Çerkesleri yurtlarından sürerken, sürüldükleri yerlerdeki geleceğini de zaten buna uygun tasarlamıştı, araştırıldığında görüleceği üzere Çerkeslerin bir daha Adığe Xeku'ya dönmelerini engellemek üzerine, politik bir mühendislik de yapıldı, işte bu mühendisliğin bir ürünü olarak bugün Rusya Dışişleri de, Suriyeli Çerkesler için "Onlar bizden değil" deme cüretini gösterdi ve kendisini Çarlığın devamcısı olarak neredeyse tescilledi bile. Ancak her şeye rağmen, Rusya vatandaşı vicdanlı Ruslar dahil olmak üzere, federasyon topraklarında yaşayan ve bu gerçeği görebilen insanlardan, "Hayır, onlar bizim soydaşımız" deme cüretini, cılız kalsa dahi göstermelerini beklediğimi de ifade etmek isterim. Çünkü, Suriyeli Çerkeslerin bugün Rusya himayesinde bulunan yurtlarından silah ve süngü yoluyla sürüldüklerini, gittikleri yerlerde dahi Çarlık politikalarının kurbanı olmaya devam ettiklerini, yalnızca biz değil; Rusya gibi geniş bir coğrafyanın içerisinde bizden olmayan nice onurlu insan da biliyor. Bize düşense, Rusya'nın bu cürete kaynak bulduğu eksikliklerimizi tespit etmek, bu eksikliklerimizi gidermek üzere ciddi çalışmalarda bulunmak ve bu çalışmalara karşı radikal direngenlik gösteren unsurlarımızı, kendimizden net şekilde ayrı tutmak olacaktır.

"Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı"

Suriyeli Çerkeslerin, sosyo-politik durumunu tam olarak bilmiyorum, ancak tahmin etmesi zor değil. Bugün Türkiye'ye bakıldığı zaman, Çerkesler nasıl görülüyorsa Suriye'de de Çerkesler hemen hemen öyleydi, öznesi değişik benzerlikler gösteriyorlardı diyebilirim. Dünya üzerindeki Çerkes kopuntusunda, birbirini andıran en büyük iki damar; kesinlikle Suriye kopuntusuyla, Türkiye kopuntusuydu diyebilirim. Ve bugün Suriye'nin içine yakılan ateşin, bir gün Türkiye'nin içine yakılmayacağının hiçbir garantisi yokken, şunu açıkça belirtmek isterim ki; Sevgili Türkiyeli Çerkesler, sizin "bu ülkede tek bir hakkınız vardır, o da köle olma hakkı, hizmetçi olma hakkıdır" Bu sözün mimarı da ben değilim! Siz benden iyi bilirsiniz!!! Tarihte bu denli çirkin ve bu denli doğru bir söz bulamazsınız.. Bu kısaca şunu demektir, gelenekleriniz, bu ülkeye göre kodlanmadıkça, bu ülke sizin yurdunuz olmadıkça, ağzınızdan çerkesce kelime çıkmadıkça, siz geleneğiniz, yurdunuz ve diliniz için mücadele etmedikçe, bunlardan vazgeçerek, bu ülkenin babylon'una verginizle, emeğinizle hizmet etmeye devam ettikçe, bu ülkenin militarist yapılanmalarına katılıp, savaşlarında öldükçe; cici çocuklarsınız, siz dilinizi yaşamak istedikçe, bunun için mücadele yürüttükçe; hainler olursunuz, siz geleneğinizi korudukça makul şüpheliler olursunuz, nicesi gibi maktüllere dönüşürsünüz, sizin bu ülkedeki hakkınızı, eski bakan Mahmut Esat söyleyeli çok zaman oldu, ancak siz onu anlamayalı da bir o kadar çok zaman oldu. Siz, bu vatana hizmet ettiniz, onun savaşında öldünüz, ona emek verdiniz, kazandırdınız ama o sizin dilinizi, geleneğinizi çürüttü.. varın adınızı siz koyun, başucunuza Mahmut Esat'ın bu sözünü asarak... Ve Baas Rejiminin ulusal hareketinden sonra, o hareketin çerçevelediği yurttaşlar rolünde Suriye devletine hizmet eden, onun için ölen, öldüren Çerkeslerden ne farkımız var diye de, küçük bir soru iliştirin kendinize. Bende size şöyle anlatayım; hiçbir farkınız yok.. Çünkü, Devlet-i Aliye sınırları içerisinde yerleştirildiğimiz hiçbir yer bizim değil ve hiçbir yerde bizim tarihimiz yok, biz başkalarının köklü tarihi üzerine ortaya sürdüğü piyonlardan ötesi olamayız, bugün iktidarın bize kab kab koyduğu yemeğin faturasına bakmayı hiç akıl edemedik, ama ben size bunun faturasını açıklayayım mı? Şöyle bir Çerkes çevrenize baka-durun da, o faturanın kab kab yemekler karşılığından sizden alıp götürdüğü şeyleri inceleyin. 


Türkiye'li bir Çerkes olmak bireysel bir tavır, ancak Türkiyeli Çerkesleri oluşturmak Çerkesler açısından hastalıklı ve hatalı ideolojik bir tavırdır.

Hiçbirimiz kalkıp, kendini tamamen bu ülkenin bir ferdi olarak kabul eden bir Çerkesi aforoz edecek halimiz yok, ancak yine hiç kimseninde bu halkı, tarihinden koparacak bir lüksü yok. Üstelik dahası, Çerkes halkının Adığe Xeku'da filizlenmiş kültürünü, başka yerde taşıyacak bir projesi, bir fikri, politikası, siyaseti de yok. Kaldı ki bunlar olsa bile, bu gücü yok. Olmayan tüm bu şeyleri bir kenara bırakıp, hayal etmekte mi parayla kafasıyla bir göz atalım desek dahi, geçen 1,5 asırın önümüze koyduğu en net veriye de görmeyecek kadar kör olabilir miyiz? Arkadaşlar, yurdumuzdan sürgünde geçen 1,5 asır bırakın Çerkeslerin kadim kültürü için bir adım hayal etmeyi, en büyük değerlerini bile gözle görülecek, kulakla duyulacak ve hatta elle tutulacak şekilde eksiltmedi mi? Bunu da mı göremiyoruz? Geçen 1,5 asırda; Çanakkale'de dahil olmak üzere, her savaşında şehidinden-gazisine, haininden-paşasına, cumhur reisinden, genelkurmayına kadar girdiğimizle övündüğümüz, üstelik keza; bazı kritik kurumların neredeyse tamamen Çerkesler tarafından kurulduğunu öne sürecek kadar içselleştirdiğimiz bu Türkiyeli ÇerkeZler kavramı içerisinde, Çerkesliğin hangi emaresine +1 katkı görüldü? Ben size söylüyeyim; işte bu kavramın politik egemenler tarafından da şerbetlenerek halkımıza sunulmasıyla bugün, dili yok olma riskiyle karşı karşıya, kültürel emarelerinden giderek uzaklaşan ve kendini etnik olarak bile net ifade edemeyen bir nesil, bu ülkedeki Çerkes yığınının en büyük yüzdesi haline gelmeye başladı, işte bundan ötürü ki; bugün aynı sınıfsal ideolojileri paylaşmayan ve hatta karşıt sınıf propagandacılarının bir noktada aynı yere endişeyle bakmasına vesile oluyor. Bu vesile, sınıf devrimcileri için ne kadar olumsuz olsa da, karşıt tarafta yığılan hatanın çoğunluk yüzdeye ulaşması, bu olumsuzluk dahi tartışılmayacak bir noktaya gıdım gıdım gelmiş bulunuyor. Konumuz sınıf ideolojileri değil, o halde sınıf devrimine gönül vermiş arkadaşların omuza binen, ulusal davanın karşıt konumunda cephelenen ve kendini ideolojik olarak nitelemeyen esas ideolojistlerimizi konuşalım..! Çünkü, bugün Suriyeli Çerkeslerin başına, Rusya tarafından örülen çorabın bir ucu da tam anlamıyla buraya dayanıyor!


1 - Aidiyet Şizofrenisi etkisinde, rüzgarın estiği yöne göre hassasiyet gösteren, KAB ÇERKEZİSM'i

Suriye Çerkesler de, tıpkı Türkiye'li Çerkesler gibiydi ve bugün onların başına gelen kötü sonucu, kendimizin başına gelmiş gibi kurgulayabiliriz. Siz bilir misiniz bilemem, ancak size bilen birilerini bulmanızda yardımcı olacak ipucunu verebilirim. Doğu Akdeniz Bölgesinde yaşayan neredeyse her Çerkesin, Suriye'den Lübnan'a.. İsrail'den Amerika'ya bir kan bağı uzanır, kimileri için bu öyle pek iştah açıcı bir kan bağı olmasa da, o bölgelerde mutlaka; o kan bağının izini sürebilen birilerini bulabilirsiniz, dolayısıyla o bölgedeki Çerkes Dernekleri veya Çerkes topluluklarından konuyla ilgili bilgi edinme şansınız yüksek... Suriye ile İsrail arasında patlak veren Golan Tepeleri savaşı sırasında, Suriye Cephelerinde savaşmış cesur Çerkeslerin farkedilmesi, bir sonuç olarak; New Jersey'i biz Çerkesler için kopuntunun bir parçası haline getirdi. Kısacası anlatmak istediğim şeye gelecek olursak, giderek içi boşalan ve gittileri yerin rengini almaya başlayan bir ruh haline büründüler. Bugün Türkiye'de; sözü edilen milyonlarca Çerkeste, Türkiye'nin rengini aldı. Genel toplum refleksini kazandı, kendi kültürel vicdanını ve öz aklını, rafa kaldırdı. Çocuklar da, rafa kalkmış bu öz akıldan payını alamazken, genel toplum refleksine hızlıca adapte oldular. Bu sürece ise, bu topraklarda ulusallaşma diyoruz. Türkiye'deki Çerkeslerin, Çerkesliklerini ilgilendiren bir gelecek vizyonları olmadığı gibi, bunu tetikleyebilecekleri politik bir tabanı da olmadı ve tüm bunların nedeni ise, tarihsiz olduğu topraklardaki sinmişlikten ötürüdür. Gerisi; Çerkesler kendilerini misafir adlettiler ve kendilerini misafir edenlere hıyanet etmezler gibi içi boş söylemler ise, bugün kendi vatanlarından ve öz varlıklarından uzaklaşan yapıları göz önüne alındığında elbette geçersiz söylemler. Jıneps Gazetesine Mart ayında yazdığım "Aidiyet Şizofrenisi, Çerkeslerin üzerindeki karabulutun ta kendisidir" yazımda ise konuyu bağlayan genel bir anlatım sağlamıştım. Hatırlayacak olursak, yazımda tam olarak şöyle demiştim:

  Hiç kendi bakışımız olmadı hayata. Hayata hep başkalarının pencereleriyle baktık. Türkiye'de Türk, Suriye'de Arap, ABD'de Amerikan pencereleri.. Halbuki bizim bugün özlem duyduğumuz şey; kendi penceremiz.. kendi etkileşimimiz, kendi duygumuz, özlemimiz... Bugün yine öyle, önümüzdeki pencere kimin diye sormuyoruz.. halbuki bu pencerenin baktığı şey, gösterdiği yer hayırlı değil. Çerkesya silik, Türkiye net. Orası ata, burası ana vatan bu pencere de; halbuki gerçekte atavatan söyleminin bir karşılığı yok. Bugün Xeku'ya atavatan diyen zihniyet yarın Çerkesceye atadil diyecek. Bugün Türkiye'ye anavatanım diyen zihniyet, Türkçe'yi de anadili görecek ve bize atalarımızdan sadece sözler miras kalacak. Atasözleri.. Bugün Çerkesya'yı yüreğinde hissetmeyenlerin sayısı az değil, tehlikeli bir çoğunluktur ve tüm bunun sebebi bugün Türkiye'deki Çerkeslerin kendilerini yurtlarına değilde, Türkiye'ye ait hissetmelerinin sonucudur"


Çerkes kopuntusunun, gittiği yere ait olma hızı ve bunu genel yaşamının bir çok yerine taşıması, bugün Çerkesleri yurtlarından süren Rusya için bulunmaz bir hint kumaşı değilde nedir? 1,5 asır önce işgal ettikleri Çerkesya'dan sürdükleri nesillerin çocukları, bugün süngü zoruyla sürüldükleri yurtları ile ilgili hiçbir hisse sahip değil, Rusya için hava hoş zira onlar zaten atalarımızı sürdükleri gün, geri dönmememizi dilemişlerdi tanrıdan, bunu planlamışlardı. Buna karşı önlem alacaklardı, fakat hiçbir önlem almaya dahi gerek duymadılar, nasıl olsa bugün Çerkes kopuntusunun nüfusu, kayda değer biçimde bir Xeku refleksi taşımıyor, taşımadığı gibi; taşıyanları da taşlamaktan geri adım durmuyor. Devletlerin duyguları yoktur, devlet bir coğrafya değildir.. Devlet, bir coğrafya üzerindeki siyasi hakimiyetin son halidir ve bugün Çerkesya coğrafyasının Çerkeslere, dünyaya yayıldıkları her ülkeden daha çok ihtiyacı vardır. Ancak Çerkesler, inat ve azimle gittikleri ülkenin siyasi hakimiyetinin görkemli şovenizmlerine tutunmuş ve yurdunu unutarak, aidiyetini reddederek, bunu deklare ederek, başka milliyetlerin refahı için cepheleşerek; kendi yurdunda siyasal egemenlik kurmuş bir kuvvete; bakın, onlar halinden memnun, onlar buranın yurttaşı değiller deme hakkını, kozunu vermiştir.


2 - Din, Çerkesler ve resmen ideoloji!.

Bireyin dini inancı konusunda, olumlu ya da olumsuz yorum yapamam. Ancak halihazırda hayatımın en önemli faktörlerinden; ailemden, arkadaşlarımdan ve dostlarımdan yola çıkarak bu konunun benim ile dini inancı olan veya olmayan insanlar üzerindeki etkisini anlatabilirim sanıyorum. Benim ailemde çok dindar ve dini gereği, görevlerini yerine getirmekten de ötesi, dinin çerçevesinde yaşam sürdüren insanlar olduğu ve benim onlar ile aramda hiçbir çatışmanın olmadığı bir gerçek. Aynı zamanda arkadaşlarım ve dostlarım arasında da dini inancı kuvvetli insanlar hayli fazla. Benim onlarla hiçbir derdim yok, hatta bugün politik Çerkesler için politik altyapı girişiminde bulunduğumuzun hareketin çekirdeği içerisinde de dindar insanlar var ve benim onlarla hiçbir problemim yok, problemim olmadığı gibi konular üzerinden birbirimizin eleştirisini yapmıyoruz. Hepimiz, aklı başı yerinde ve karşısındaki insanın vicdani yönelimine saygı duymayı bilen insanlarız. Bu halde; Dinin, bir inanç biçimi olarak Çerkesler üzerinde şerh koyabileceğimiz bir noktası olmadığını da söylemek isterim. Fakat madalyonun öbür yüzü denen bir şey var. Din, örnek vermek gerekirse "Türk-İslam" Sentezi gibi, inanç sınırlarının dışarısına çıkıp benim yaşam biçimime müdahale etmeye başladığı an, o noktada benim en doğal hakkım olarak bir itirazım doğar.  Ayrıca, başkalaşımın bir başka yöntemi olarak, bu tip bir din anlayışının bireyin inancından çıkıp toplum merkezine doğru ilerlemesi de, kültürel yozlaşmanın da ta kendisidir.  Dinin, İslamiyet üzerinden siyasallaşarak Çerkes kaderini etkileyecek biçimindeki ilk nüfuzunu daha önce "Türkiye, Kafkas Makronu ve Siyaset" üzerine yazımın bir bölümünde şöyle tanımlıyordum:

Bu makronun temel birlikte olduğu nokta; İslamiyettir. Bu makronun Türkiye’den önce bir tarihi olsa da, bugün türkiye’nin mirasçısı olduğu Devleti Aliyye politikalarıyla Kafkaslar bölgesindeki etkinliğiyle de bir tarihi olup, o bölgelerde “şeyh”ler “hacı”lar ile sona vardırılan bir özgürlük savaşının tüm komutanları tarafından neredeyse islamiyet hususunda, halife hazretlerine karşı bağlılık akdi olduğu anlaşılmalıdır

Bu yazıdaki, makron belirli bir süredir tartışmada olan "Mikro Milliyetçilik" Tezine bir karşılık olarak ortaya konulmuştu. Bir makron oluşturabilmek için, özellikle Kuzey Kafkasya geniş coğrafyasındaki farklı etnik unsurları bir amaç dahilinde bir arada tutma politikasının çatısı olarak ortaya koyduğu ortak değerde derlenmeye çalışılmıştı. Fakat bu makronu oluşturan gücün tüm istemi yitti, hatta bugün ortada o güce dair emareler; dar çevrelerde sadece hayal olarak kalmaktan ötesini tarif etmemektedir. Gelin hatırlayalım! Devlet-i Aliyye sultanları ve İslam da hilafeti soyuna bağlamış bir egemen sınıfın politikası olarak ortaya atılan bu şanlı "Kafkas" makronunun giriş, gelişme ve çöküşüne rağmen inatla sürdürülmek istenmesinin özet tarihine... İslamiyeti egemenliği altında tutan ve bir imparatorluğa hükmeden bir zümre, egemenlik sınırlarını muhafaza edebilmek için gittiği her yere, altınla ve silahla din taşıyordu. Fakat ödenen her bir altının da, sallanan her bir kılıcında ağır bir faturası oluyordu, işte bu fatura Çerkesya'da "Bzeyiko"yu oluşturup, halkımızın kendi öz aklına yeni bir kader biçmeye çalışmanın ilk krizi olarak bir vakadan ibarettir. İşte bu vakalar, tarihte hiçbir zaman değiştiremeyeceğimiz bir noktada bugün ancak bize yarın için tecrübe olarak öncülük edecek şeyler değil mi? Devlet-i Aliyye mekteplerinden yetişen, cephelere sürülen Çerkeslerin, siyasal islamın etkisiyle bağlandıkları bir coğrafyada döktükleri kanı kutsiyesi olarak kabul ettikleri bu bağın sonu, kanıyla suladıkları ve kiminle neden bilip bilmeden savaştıkları bu topraklara, Türk-İslam sentezinin, İslam bölümünden girip Türk yoluna çıkaracağı bir hatalı kök oluşturmuştur. Ancak, bu yalnızca Türkiye'de değil Çerkeslerin yaşadığı eski imparatorluk topraklarının her bir yerinde gerçekleşmiş, Din kisvesi altında, Arap milliyetçiliğine, arap aidiyetine, Türk milliyetçiliği ve türk aidiyetine doğan bir sonuca ulaşmıştır. İşte, eski imparatorluk topraklarına hükmeden sultanların halifelik bağıyla ilgisi kalmayan kısımlarında yaşayan Çerkeslerin, halifelik bağıyla oluşan siyasal islamın etkisinde kalarak yaşayanlara kıyasla kültürel aidiyetini koruyabilmesi, bir de bu pencereden okunmalıdır. Din bireysel olarak, vicdan olsa da; siyasallaştığında yeryüzündeki en katı ideolojilere dönüşmeye ve etkisindeki grupları da bu ideolojinin etkisine alarak dönüştürmeye yarayan en büyük ideoloji olmaktadır.

" Devamı Gelecek " 

Share:

Kültür Çerkesciliğinden, Siyaset Çerkesciliğine ilişkiler (1)

Kültür Çerkesciliğinden, kimliğe dayalı bir siyasi Çerkesciliğin yaratıcısı biz değiliz, bitiricisi de olamayacağız, fakat çok açık ve net bir şekilde kaleme alabilirim ki; kararımız olmayan bu geçişin şu günlerde ki Çerkes halkına en verimli siyaset üretenleri de, bırakın üretmeyi; kimliğimize dayalı ve yaşadığımız gerçekliği göz önüne alarak gelecekte en verimli siyaset üretmeyi işaret edenleri de bizim içimizde ve çevremizde. Salona sıkışmış kalıpta, dört duvarın içinde cılız ve kısık, hatta kendisini bile işitemeyen kültür Çerkesciliğinin hazin son on yılı, giderek kendine ağırlaşan yapıları arasında neredeyse kırılmak üzere olan beli; kültürcülüğün hatalı olmasından ziyade, kültürcülüğün yanlış yorumlanmasından kaynaklı. "Politik Hat: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür" isimli yazımda, kültürün ne anlama geldiğini ve diyaspora da nasıl okunduğunu ve işlendiğini anlattım, fakat burada da tek kelimeyle anlatmam gerekirse; kültürcülük yalnızca düğüncülük, kaşencilik, halujculuk olmamalıdır, birazcıkta dilcilik, adaletçilik, temasçılık olmalıdır diyebilirim. Nitekim, artık Çerkeslere, siyasi kimliklerinizi askıya bırakın ve içeri girin diyen dernek mantalitesinin çöküşünün arifesindeyiz ve herkes iyi biliyor ki, artık Çerkesler içinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve siyaset gençlik tarafından, bizzat onlara siyaseti yasaklayanların bile zihniyetlerine girecek. Giriyor da!

İşte bu, kültürcülük ve siyasetçilik arasındaki ara geçişin etkileriyle, toplumun belirli kesimleri arasındaki çatlakların görülebilir bir hal alması da, siyasetçiliğin doğal politikası olarak okunmalıdır. Bu çatlağın, artık görülebilir hale gelmesine ise hiç üzülmemeliyiz, nitekim artık bunun ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış durumda değil mi? Bir yandan, Çerkesim demeyi hayatının her evresine entegre etmiş ancak Çerkesliğin en önemli nüvelerini hiçbir şekilde kendisinde barındırmayan bir yığın, Çerkesliğin tahrip olan nüvelerini ortaya çıkarmak isteyenlere karşı adeta "Çerkesim" demeyi yasaklar halde değil miydi? Çerkesim diyerek; utanmadan, sıkılmadan ve rahatça karşıt görüşteki insanlara ulu-orta küfür edenlerin varlığı ayyuka çıkmamış mıydı? Memleketi, içinde bulunan tüm kesimleriyle sürekli kana boğan bir savaşı durdurmayı üstelik bunu ayrım gözetmeksizin tüm toplumsal kesimlerin faydasına isteyenleri "yemek-kab" gibi ezik ve zavallı argümanlarla bastırmak isteyenler, dillerinin altındaki baklalarıyla "daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla ölüm" diye kudururken, aynı kelimeyi aidiyet iması olarak kullandığımız için en az bir kere utanıyor değil miydik?  İş yerimizde, okulumuzda, sokağımızda, mahallemizde Türk arkadaşlarımız dahi bize beğenmeyen gider demezken, sözüm onlara bizimle aynı kaderi paylaşmış bu Çerkesler, beğenmeyen gider gibi ukalaca bize hitap ederken, ne hissediyorduk? İşte 150lik Çerkeslerin, içeriden içeriden çatladıkları ve çatlaya çatlaya uçuruma dönüştükleri bu durumun ortaya çıkmasından hiç rahatsız değilim. Ben onlardan, onlar da benden utanıyorlar; ne kadar adilce bir durumdayız..  Artık onlarla benim aramdaki farkın bir anlamı ve karşılığı var, onlar "Çerkez" ben "Çerkesim" ve aramızda tek harfi değişen bu ima, yalnızca bundan ibaret değil, onlar başkalarının tarihiyle bir yol bulmuş ve gidiyorlar, ben ise kendi yazılmış tarihimi klavuz edinmiş; "Çerkeslik İnsanlıktır" deyimine sadık, dünya ile bir Çerkes olarak bağlantı kuruyorum. İşte bu, kültürcülüğün kendini düğüncülük, kaşencilik ve halujculuk arasına alarak daralttığı, bizim ise bu kültürün bir nüvesi olarak gördüğümüz dilcilik, adaletçilik ve temasçılığın bir gereği. Dünya ile temas eden, kendi adalet anlayışı olan ve olguları bu anlayışla ele alıp kendi dilinde okuyabilen bir politik kültürcülük. Siyasetçilik!

Siyasetçilik, kendine kültürcülükte bir taban bulabiliyor ve bu tabanla, politik bir dizi teması da olabiliyor. Bunun anlaşılması basit, sonuçta giderek Çerkeslikten yozlaşan, biyo-çerkesler görünmez değiller ve üstelik gözümüzün önündeler, onları görmemek için bir çeşit körlük yaşıyor olmamız lazım ve bunu yalnızca yazarlar, aydınlar, enteller, kimlik savunucuları, post modern dönüşçüler değil, bir çoğu görüyor. Kimisi kampının etkisinde, siyaseti ne kadar reddetse dahi onu yaşayarak bunu görmezden gelmeyi denese, hatta görmediğini ilan etse de, onlar da görüyor ve bu görülme, bir kaç yıla kadar Çerkesim diyen herkesin inkar edemeyeceği bir hal alacak, gidişat böyle. İşte bu gidişatı şimdiden görebilen insanlar, kültürcülük ile kendini sınırlayan yerlerde artık refleksif bir siyasetçilik pozisyonu alıyorlar ve bu refleksif durum bir müddet sonra kendini bir bilince taşıyor, bu bilince taşınım; siyasetçilik yapanların çalışmalarına bağlı bir şekilde hızlı ya da yavaş olsa da, yozlaşmaya paralel şekilde direngenlik gösteren ürettiği siyasetin gidişatı da, ileri ki günlerde bilince ulaşımın hızının artacağını işaret ediyor. Ancak Kültürcülük, kendini siyasetçilik arenasında pek temsil edemiyor, aslında bunu istese dahi yapacak bir ön çalışması hiç olmadı, seçimlerden evvel kültürcülük üzerinden türkiye'nin en büyük Çerkes örgütlülüğüne sahip bir kurumun durumu da bunu işaretlemişti, ama az durun; o kuruma alternatif olarak kendini ortaya koyan ve kısa tarihinde bir dizi siyasi refleks göstermiş bir diğer kurumun da böyle olduğunu söyleyecek veriye sahibiz. Soykırımın yüzellici yıl anmasında, o kurum yöneticileriyle HDP arasındaki uyumluluk, kurumun tabanına yansıyabilmiş değildi. O kurumun oluşum süreci her ne kadar belirli bir çalıştaya ve hak taleplerine yönelik atakla başlamış olsa bile, bugün o kurumun en üst derece sorumlusunun, o kurumun nüvesi olan bir inisiyatifin ortaya çıkardığı bir diğer kurum olan siyasal kanatın altında tabanına yaklaşacak kadar cesur olamadı. Toplumsal muhalefetin tepkisini her geçen gün arttıran ve bugüne kadar Çerkesler için hiçbir olumluluğu gözükmeyen, elindeki kanı dünyanın her bir yerine bulaşmış bir terör örgütünü finanse ettiği belgeleriyle kanıtlı bir siyasal eğilimin çatısı altına girmeyi canı gönülden denese dahi, bunu da yapamadı. İki örnekte, kültürcülüğe sıkışmış, tabanını bu taraftan yakalayabilen yapıların, siyasetçilik kulvarındaki hezeyanı olarak okunmaya müsait. Karşıt kuvvetlerin de, bu açıkla ilgili çalışmaları oluyor, ancak tamamen Çerkes talepleri ve bu taleplerle birlikte Çerkeslerin, yurtlarına yönelik bir geleceği kurgulayan tabanı, bunu ütopya olmak dışında, mümkün olacak sınırları içerisinde değerlendiren; mevcut durum ve şartların değerlendirilmesini ve bir gerçeklik ile hareket edebilmesini küçük bir zümre deniyor, başarmaya çok yakın, ancak yolu çukur doldu bir zümre. Bugün o zümrenin, genişleyen dallarının bir kısmı kendini karşıt konumda pozisyonlatarak olsa bile kültürcülük için kendini kapatan tabana girdiği tartışılmaz bir konu.






Share:

Zafere inanın, biz kazanıyoruz!


Kasım seçimleri, bizim için mitinglerimize konulan bombalardan, parti bürolarımıza yapılan her türlü saldırıya kadar düşünüldüğünde; başlı başına bir zaferdir. Fakat, sanki gerçekten eşit koşullarda bir süreç yaşayıp, bu durumlara gelmişiz gibi bizi inandırmak istedikleri şey; kaybettiğimizdir. Televizyonlar, devleti saran vebanın ağzıdır ve bu seçimlerden sonra sürekli "halk, HDP'ye ne mesaj verdi?" gibi ve benzeri bir propaganda sürecine girdiler. Fakat şunu anlamamız lazım, Halk HDP'ye; "devam" mesajını çok açık biçimde verdi. Bir önceki seçim de, "emanet oy" kavramını öne sürerek, HDP'nin bir baraj aşacak tabanı olmadığına ima ederek siyaset üretenler, şimdi emanet oylarını geri alanları ortaya çıkardığınıza göre, HDP'nin Türkiye'nin en büyük 3ncü partisi olduğunu ve bu özelliğini sürdürdüğünü, sürdürmeye devam edeceğini anlayacaklar. Her türlü saldırıya ve haksızlığa rağmen bugün 2nci defa paramparça ettiğimiz baraj, artık bizim için hayaldir. Üstelik, bombalardan, büro saldırılarına kadar konuşuyoruz, peki hiç; Kırşehir'de yağmalanan yakılan kitapevini, batıdaki mevsimlik işçilere yönelik faşist saldırıları, doğudaki olağanüstü hal adı altında yarattıkları katliamı neden konuşmuyoruz? Veba, ilk elden partinin halka, halkın partisine ulaşmasını; bombalı saldırılarıyla engellerken, aynı zamanda televizyon programlarına çıkarmayarak kitle iletişim araçlarından da mahrum bıraktı, yetmedi HDP'li olma olasılığı olan insanlara yönelik dahi saldırılara göz yumdu batıda, hiçbir olanağını kullandırtmadığı gibi, partinin kendi olanaklarıyla ortaya koyduğu kampanyaları da engellemek için  elinden gelenin en iyisini yaptı ve herşeye rağmen parti, bu ülkede barışa, kardeşliğe, umuda ve yeni yaşama karşı set gibi örülmüş faşist barajı yerle yeksan etti. Bu, tüm saldırılara rağmen, tüm engellemelere, tüm adaletsizliklere, tüm hukuksuzluklara rağmen kazanılmış bir zaferden başka hiçbir şey değildir. Şimdi, vebanın inanmamızı istediği şeye inanarak, umut tüketme vakti değildir. Asıl şimdi, çalışmalarımızı sürdürüp, mücadelemizi yükselterek demokratik yaşamı özünden, geleceğe doğru örme vaktidir. Vakit, barajı altüst eden varlığımızın, faşizmi altüst edecek güce dönüşmesini sağlamak üzere inanarak, isteyerek, azimle çalışma vaktidir. Ortada HDP'nin kaybettiği bir seçim olmadığı gibi, HDP'nin kazandığı bir zafer vardır ve bu mücadele, devletin dört elle ve tüm olanaklarıyla saldırıları altında kazanılmış bir mücadelenin ürünüdür! Eğer şimdi, baskıyla tehditle, saldırıyla, adaletsizlikle, yalanla, iftirayla tekrar iktidar olabilmiş yapının zafer kazandığına inararak, mücadelemizi bırakırsak.. eğer şimdi umutsuzluğa kapılıp, azimden azalırsak, HDP değil, Türkiye kaybeder. Türkiye'nin; adalete, eşitliğe, insanlığa inanan insanlarının mücadelesine hiç olmadığından daha fazla ihtiyacı olduğu şu günlerde, tüm bunları bünyesinde yanyana getiren, kendi içinde eşitlik yakalayan ve zulüme sessiz olmayan HDP'nin büyümesi için durmak bilmeden, susmak bilmeden çalışmalıyız.

Baskılar, işkenceler, katliamlar, savaşlar, adaletsizlikler, orantısızlıklar, saldırılar, sindirme operasyonları, yalanlar, iftiralar çemberinde, gelmiş bulunduğumuz nokta; her geçen gün biraz daha fazla kazandığımızın resmidir. Bu şiddet sarmalında, kendi adına hiçbir riske aldırmayarak sadece halkı zarardan korumak adına mitinglerini bile iptal ederek, büroları yağmalanmış ve kendisine destek verenlerin saldırıya uğradığı bu noktada, geldiğimiz şu durum kazandığımızı gösteriyoruz. Faşizm, her türlü hile ve baskıyı reva görerek, iktidarını bir dönem daha sağlayabilmek için kan akıtmaktan çekinmezken, kan akmasın diye miting bile yapmadan, seçim broşürlerine bile izin verilmeyen HDP'nin gücünü, biz'ler; inanan ve yılmayanlar sağladık. O gücü, bugün büyütecek ve faşizmi; bizi kendi yoldaşlarımızın kanında boğmak için Suruç'ta, Ankara'da çabalayanları, kendi döktükleri kanda boğacak konuma yine biz taşıyacağız.
Üzülmeyin, inancınızı asla yitirmeyin. Her geçen gün, her geçen an; zafere doğru yürüyüyoruz. İşte korkuları da bundan, saldırıları da. Ve onların korktuklarını başlarına getirmek için; inancımızla, var gücümüzle; kardeşliği, barışı ve adaleti savunarak mücadelemizi sürdürelim.

Share:

Dilimdeki Çerkes, neyi ifade ediyor?

ÖN-NOT:


Mikro Milliyetçi olmadığımı sanıyorum, zira milliyetçi değilim. Aksine; milliyetçiliğe karşı da tavır sahibiyim. Bu anlamda, bu tip bir ithamın bana yakıştırılması, yakıştıranın beni yeterince tanıyamaması ya da anlayamaması (ben kendimi tanıtamamış veya anlatamamış olma ihtimalimi de eklerim) sonucu doğan bir sonuçtan öte, hiçbir şey ifade etmez benim için. Asırlar geçmese de, milliyetçilik karşıtı bir çok faaliyete, özellikle milliyetçilik mağduru olmuş bir halkın ve aynı zamanında milliyetçiliğin hedefine oturmuş politik bir düşüncenin ferdi olarak katıldım. Milliyetçilik karşıtı faaliyetlerde de bulundum. Milliyetçiliği, teorik olarak da, pratik olarakta görmüş, milliyetçiliğin egemenler tarafından nasıl bir geleceğe yatırım politikası olarak aktarıldığı konusunda da gayet netim. Üstelik sosyalist de değilim ve Lenin’in “Ezilen halkların milliyetçiliği” üzerine, sanki yeryüzündeki ezilen bütün halkların latin amerika, filistin veya Kürdistan’daki halklar gibi mücadele yürüttüklerini düşünerek katılmayacağım. Bir başka ezilen halk milliyetçiliği klasiği olarak, bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyanın parçası olan, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni ve hatta Kürt, Çerkes, Arap milliyetçiliklerinin bir de diğer taraftan kullanışlı bir paramiliter havuza çevrilmiş yönünün araştırılmasını ve eşitlik, hak ve özgürlük için sürdürülen kimlik tabanlı mücadelelerin bu coğrafyada “ezilen halkların milliyetçiliği” tanımına ne kadar hitap ettiğinin de araştırılmasını öneririm. Bu ezilen halkların milliyetçiliği üzerine, bir de “Çerkes” özümlü farklı bir yaklaşımda bulunmak isterim ki, asıl anlatmak istediğim noktalardan birisi de budur. Ben, ezilmiş bir halkın ferdi olarak dahi, bugün Türkiye’de bu yolla milliyetçiliği; Lenin’in olumladığı şekline en uygun halde oluşturanların, oluşturduğu milliyetçilik anlayışının da savunucusu değilim. Ezilmiş bir halkım, fakat bunun milliyetçiliğini yapmayı da reddediyorum.  Bugün ezilmişliği tüm yüküyle hissederek, bunun yarattığı yoğun bir duygu güdüsü olan tutunuşla Çerkesliği sahiplenen ve yarına dair, sadece ve sadece Çerkesler üzerinden bir bakış sergileyen, tüm politik eğilimi bu yönde ve tüm ilkeleri sadece bu darlıkta olan bir yapı beni ifade edemez. Bende o yapıya hiçbir katkı sunamam. Ancak, bu tip yapının ezilmiş olan yerine karşı dayanışma talebini görürüm ve bu noktadan itibaren, baskılayana karşı direnen, ezene karşı savunan bir pozisyonda kendi çizgilerimi aşmadan mücadelemi de sürdürürüm. Bu beni milliyetçi değil, aksine kendisiyle tutarlı bir noktaya taşır.


*


Dilimdeki Çerkes, kimi ifade ediyor?,


Bugün içine doğup, büyüdüğüm ve bana etnik bir kimlik kazandıran kültürel ve tarihsel bütünlüğün adı Çerkeslik. Ben Çerkes derken, Çerkeslerin kendilerine söylediği gibi Adığe’yi anlatırım. Bir Çerkes arkadaşım beni aradı gibi basit bir cümle kurduğumda, ifade ettiğim şey: “Bir Adığe arkadaşım beni aradı”dır mesela. Birisi bana “ben Çerkesim” dediği zaman, benim anladığım şey “ben Adığeyim”dir. Çerkesler üzerine konuştuğum her konu, yazdığım her yazı, katıldığım her faaliyette, tereddüt etmeden Adığeleri anlatıyor, adığeleri konuşuyor, adığeleri yazıyorum. Çerkesler Barış İstiyor dediğimde, Adığeler Barış istiyor söylüyorum. Çerkes mutfağı aradığımda, Adığe mutfağı arıyorumdur.


Çerkes kelimesinin, benim için Adığelikten öteye anlattığı hiçbir şey yok.  Böyle doğdum, böyle öğrendim, böyle okudum, böyle biliyorum.


Nasıl ki Abhaz kelimesi, Megrelleri temsil etmiyorsa.. Nasıl ki Alan kelimesi Nogayları temsil etmiyorsa, Çeçen kelimesi, İnguşları temsil etmiyorsa benim için Çerkes kelimesi de öyle sadece Adığeleri temsil ediyor. Üstelik bir çok şey gibi bunu da ilk başta yanlış öğrenmiş olabilirdim, ezbere de söylemiyorum; fakat belki hayatımda çocukluğumdan şimdiye kadar taşıdığım nadide gerçeklerden birisi de bu. Bunu ben değil, bunu tarih söylüyor.


Galileo “Beni assanızda gerçek değişmiyor, dünya dönüyor” demişti ya.. bana kızsanız da gerçek değişmiyor benim için.


Bunu neden açıklıyorum, onu da söylüleyim.


Yarın, Çerkesler üzerine konuşurken çok sevdiğim Abhaz, Oset ve Çeçen dostlarımı yanlışlıkla aldatmamak için.


Çünkü onları çok seviyorum..

Share:

Devletin "AHLAKSIZ" Çerkeslerine karşı, Halkların "ONURLU" Çerkesleriyiz!

Devletin "AHLAKSIZ" Çerkeslerine karşı, Halkların "ONURLU" Çerkesleriyiz!

Son yıllar, "yüce devletin" pimini çektiği bazı Çerkesler, yırtık çoraptan fırlayan parmak misali çıktılar karşımıza. Bizleri sindirmek için her yolu denediler, bizleri yıldırmak için her pisliğe bulaştılar, bizleri susturmak için her kapıyı dolaştılar. Gördük ki, efendilerinin arzularını yerine getirmek için yapmayacakları şey kalmamış. Fakat olmadı! Dosta ve düşmana ilan ettiğimiz gibi, bizler de hemen yılmayacağımızı, sonuna kadar direneceğimizi gösterdik onlara.  Her geçen gün yurdumuza ve insanlığa bir adım atmaya başladık. Bizi duymayanlar, duydu. Bizi görmezden gelenler, gördü. Asırlık sessizliğimiz, kardeşlik çığlığıyla yardı halkımızın geleceğine örülen karanlık duvarı. Artık daha duyulur, daha görülür, daha sesli bir kimlik anlayışı; eşitlik kavramıyla yanyana; düşmanlıklar üreten politikaları sarsacak biçimde konumlanmaya başladı. Kime neden düşmanlık ettiğimizi sorduk, sordurduk. Ermeniler neden bizim düşmanımızdı? ya da Kürtler, ya da Rumlar ya da nice güzel halk? Neyi paylaşamıyor olabilirdik? Her birimizin iliğini kurutan anlayış, dilimizi susturan, tarihimizi çarpıtan, geleceğimizi törpüleyen, geleceğimizi silikleştiren, geleceğimizi sessizleştiren anlayış aynı değil miydi? Biz konuştukça, kardeşlik güçleniyordu. Bu kimliği temsil eden karanlığı yardık, aydınlık bir kere düştü onların karanlığı ortasında. Çıldırmış ite döndüler. Bunu her yerde gösterdiler. Küfür ederek susturmak istediler, yalan atarak karalamak istediler. Tehdit ederek korkutmak istediler. Ama ne yaptılarsa olmadı. Bu ülkede sınıfsal ve kimliksel adalet istedik, cinsiyet eşitliği istedik, eşitlik istedik! Özgürlük istedik. Kim bunları istediyse, onların yanına koştuk. Yoldaş olduk. Bir yol bulduk, o yolda yürüdük. Biz yürüdükçe karanlık aralandı, aralanan karanlık ortasında, "Çerkeslik İnsanlıktır" diyen bir aydınlık parıldadı. Biz o aydınlığı, atalarımızdan; çocuklarımıza teslim etmek üzere ödünç almıştık. Tüm bunlarla birlikte, tarihsel yurdumuza da yakınlaşmaya başladık. Gördük ki, yurdumuza yakınlaştıkça, buradaki hastalıklarımız eriyor. Burada egemenlerin halkımıza yazdığı yalan tarih ortaya çıktıkça, paramiliter zihniyetlerde kümelenmiş Çerkeslik anlayışı dağılıyordu. Daha çok tutunduk. Biz tutundukça; dünyada olup bitene sesi çıkmayan pısırık Çerkes modeli, yerini direnişin en ön saflarında yer alan cesur Çerkes modeline bırakıyordu. Bu mücadelenin en güzel yüz metresini koştuğumuz arkadaşlarımız; 
21nci yüzyılın bölgemizde veba gibi yayılan barbar örgütlerince harabeye çevrilmiş umutlar bölgesi Rojawa'daki çocuklara gülücük olmaya karar verdiler. Bohçalarına, bölüşecekleri ekmeği.. Çantalarına çocukları için oyuncakları koydular, yola düştüler. Okullar kurmak ve bölgeye umut vaadeden Rojawa'ya sahip çıkmak için. İşte tam bu sırada, Suruç'tan bir kara haber düştü içimize. Ciğerimiz yandı! Daha adil, daha eşit ve daha özgür bir dünya için omuz omuza verdiğimiz yoldaşlarımızı katletmişlerdi. Yalanlarıyla, baskılarıyla, tehditleriyle, yıldırma politikalarıyla durduramadıkları çocukları, silahlarıyla, bombalarıyla vurmuşlardı. Bu aydınlığa karşı işlenen soykırımın bir parçasıydı. Bizler de bu soykırımın en büyük mağdurlarıyız. Fakat, bölgeye ışık saçan bu hareketin karartılmasına asla müsaade etmek niyetinde değiliz. "Bir ölür, bin doğarız" bunu da dosta düşmana karşı tekrar iletmek, bildirmek isterim. Yalanlarız, baskılarınız, tehditleriniz nasıl vız geldiyse bugüne kadar, silahlarınız, bombalarınız da öyledir. Katliam girişimleriniz bizi korkutmaktan ziyade, içimizdeki öfkenin ateşini harlamakta ve bizleri bu kavgayada daha sıkı tutundurmaktadır. Bu uğurda hiç yılmayacağız, adaletten ve eşitlikten asla vazgeçmeyeceğiz. Kardeşlerimizi ne Rojawa'da ne Türkiye'de ne de K. Irak'ta asla yalnız bırakmayacağız. Devletin  Ahlaksız Çerkesleri, ölülerimizin arkasından bile ağza gelmeyecek laflar ederken hatırlatmak isteriz, daha düne kadar bizlere "Xabze" diye, göz yummayı tembihleyenler, sessiz kalmayı öğütleyenler; işte bu alçak namussuzların doğumunun ebeleridir. Onların, tüm insanlık değerlerini hiçe sayarak; egemenlerin faşist politikalarını en sadık köpekler olarak sahiplenmeleriyse; onlara cesaret veren efendileridir. Fakat "ok yaydan çıkalı" çok zaman geçti. Biz; dünyada adaleti ve eşitliği bölgede kardeşliği bağırmaya başlayalı, çok şey değişti. Siz nasıl devletin ahlaksız çerkesleri olduysanız, biz de halkların onurlu Çerkesleri olduk çoktandır. Çoktandır sizin açtığınız yaralara tuz bastık biz. Siz sindiğiniz köşelerden varın, istediğiniz kadar havlayın. Varın ölümümüz arkasından bayram edin ey köpekler! Sizin gibi, bir kab yemek uğruna şerefini ve onuru satanların yolunda olmayacağız. Onurumuz için ölenler olacağız. Siz alçaklığınızla, biz onurumuzla anılacağız. Alçaklık sizin, ölüm de bizim kaderimiz olsun. Siz 70 yıllık ömrünüzde ekmeğiniz için onurunuzu satın, biz şu kısacık ömrümüzde onurumuz için ekmeğimizden vazgeçmeye hazırız ve emin olun, son sözü biz söyleyeceğiz! Biz Söyleyeceğiz! BİZ SÖYLEYECEĞİZ!

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler