Çerkes Halkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çerkes Halkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Geleceğin bir Gelecek Hayali



Bizim Çerkeslerin en büyük sorunlarından birisi odak problemi galiba. Ne zaman güncel hayatımızı kaleme almayı ilke edinmiş bir Çerkes yazarını açıp okumaya başlasam; güncelin hep Çerkesleri teğet geçen ifadeleriyle aklımı karıştırıyorum. Dernekleri ve federasyonları saymazsak Çerkeslerin içinde birçok irili-ufaklı enformel grup var. Bu grupların çok olmasının nedeni çok fazla fikir ayrılıkları barındırmaları değil. Aynı düşünceden beslenen ancak yine de iç içe geçmeyen gruplar da var. Grupların bir çoğunun içerisinde de kişisel farklılıkları grup içine yansıtarak hep an kollayan bir mücadele var. Her an bir grubun içinden çıkıp, başka bir grubun içinden çekerek yeni bir grup olarak harekete geçecek bir potansiyel var. Gruplar genelde iki merkezli ve bir merkezleri elbette hepimizin şıp diye anlayabileceği gibi; Çerkeslik merkezi. Diğer merkez ise genel olarak çok fazla ayrıntılara bölünmüş şekilde Çerkeslik olmayan merkezleri. Yani nedir derseniz; işte kimisi felsefe, kimisi ekonomi, kimisi inanç gibi şeyler. Bir taraftan hepsinin ortak merkezi olan Çerkeslik, bu grupları pekiştirmek ve çalıştırmak için fırsat gibi gözükse de, diğer taraftan ikinci merkez olan diğer şeyler bu grupları ayrıştırmak ve hatta çatıştırmak isteyenlere fırsat oluyor.

Burada insanın motivasyon faktörü çok önemli tabi ama; genelde insanımızın düşünürken ve yazarken kendisini motive ettiği alan Çerkes merkezli olmayınca yani diğer ikinci merkezinden gelişince; insan yukarıda anlattığım bu grupların ikinci merkezlerine saldırarak Çerkes merkezlerini fethetmek üzerine bir düşünceye kapılıyor. Bu sadece birinin birine yaptığı şey değil, genel olarak farklı merkezlerin birbirine sürekli uyguladığı strateji. Belki strateji bile değil... Plansız, üstüne düşünülmeden, doğal olarak gelişen bir refleks.

Böyle konuları okuyunca ya da yukarıda anlattığım bir olayı tam da yaşarken, bu sorunun çözümü için herkesin aklına “ikinci merkezi” dışarıda bırakmak gerektiği geliyor. Çünkü ikinci merkez ortadan kalktığında herkesin Çerkes merkezinde birbiriyle kenetleneceği gibi saf ütopyalar kuruyoruz. Ancak ne yazık ki sadece Çerkesler değil, hiçbir insan tek kimlikli yaşamıyor hayatta. İnsanların ve doğal olarak Çerkeslerin hem toplumsala dönüşmüş hemde bireysel olarak hayatlarında taşıdıkları birçok kimliği bulunuyor. Çerkes gruplarının kendi içinde ve Çerkeslerin umuma açık meclislerinde de yeteri kadar konuşulmamış şeylerden birisi de dünyada insanların artık tek kimlikli bir hayatı yaşamıyor oluşu. Her insanın artık birden fazla kimliği var ve insanların önceliklerini de belirliyen şeyler olabiliyor bu kimlikler. Artık insanlarımız sadece Çerkes değiller. Hayatı sadece Çerkesliklerine bakarak değerlendirmiyorlar. Kazanmak istedikleri, korumak istedikleri, büyütmek istedikleri tek şey Çerkeslik değil. Belki bir çoğunda, söylemin dışında gelişen pratiğe bakılınca; Çerkeslik ‘korunmak, yaşanmak, büyütülmek, kazanmak’ istenen şeylerin listesinde bile olmuyor. Bunları gözetmek gerekir. Bunları konuşmak, tartışmak gerekir ve hatta bunları konuşurken, tartışırken; bir disiplin de olmalıdır. Bilimsel bir disiplin olmalıdır. Uzman kişilerin bu disiplini oluşturması gerekir. Tartışmaları atışmalardan ayırararak; farklı görüşleri bu disiplin içinde tartışmaya açmak ve bu tartışmalardan bu disiplin çerçevesinde bir sonuç çıkarma amacı gütmek gerekir.

Bu disiplinden yoksunuz ve gruplarımızın birbiri arasında yaptıkları şeyler de, tartışmaktan ziyade atışmaktan öteye gitmiyor. Çerkes camiasının alanlarında ortaya çıkan önemli ya da önemsiz her konu bir atışma alanına çevriliyor. Bu alanda gruplar, daha doğrusu grubu kalemleriyle motive eden yazar-çizer takımları; Çerkeslik meselesine sadece kendi doğrularına nicelik kazandırmak amacıyla kullanılabilir bir insan kaynağı gözüyle bakıyor. Daha temiz deyimle: İnsanları örgütlemek için değil, örgütü kalabalıklaştırmak çabası sürdürüyor. Eğer bu bir politika ise, bu politikaya Çerkesleri ilgilendiren yakın tarih üzerinden şöyle açıklama getirebiliriz.

* Demokratik açılım sürecinde Türkiye’de hiçbir haktan yararlanamayan tek kalabalık unsur Çerkes halkı oldu.

* Çerkes sorunu hiç kimseye anlatılamadı.

* Çerkes talepleri Çerkesler tarafından dahi kabul göremedi.

* Suriye’deki terör saldırıları ve iç savaş sürecinde bu savaştan etkilendiği halde Çerkesler ne dünya gündeminde, ne Rusya gündeminde ne de Türkiye gündeminde çok ilgi gören bir konu olamadı.

* Çerkesler hiçbir zaman hiç kimse için caydırıcı bir kamuoyu oluşturamadı.

* Hiçbir toplumsal proje üretilemedi, üretilen projeler hiçbir zaman toplumsal olamadı.

* Çerkes kimliği siyaset için şahıslar tarafından üniforma yapıldı. Şahsi kariyer için bu kimlik araçsallaştırıldı.

Ben dünyadaki hiçbir etnik kimliğe beğenmemezlik etmem, ancak toplumumuzun genelinde insanlar ne yazık ki Çerkes kimliklerini sözle-lafla öyle yüceltmişlerdir ki; Çerkes olmayan hiçbir toplumu beğenmezler. Onlar şöyledir, bunlar öyledir, bizde falanca yüzyıldır şöyleyken bunlarda daha yeni böyledir gibi laf kalabalığından geçilmez. Ancak şunu da not olarak düşeyim: Yaşadığımız bu coğrafyada son 10 yılda olan biten her şeyde hiç kazanmadan hep kaybeden tek kalabalık unsur: biz yani Çerkesler olmuştur.

Şapka öne konulmalı; kelimiz de kimseden saklanmamalıdır.

Gelecek vizyonu, geçmiş deneyimler olmadan hiçbir şey ifade etmez ve Çerkesliğin geçmiş 150 yıllık deneyimi tek cümlede: hep kaybedip, utanmadan sürekli övünmek olmuştur.

Peki ne olmalıydı? derseniz; olmayan şeylerin değerlendirmesini yapmanın bu saatten sonra bir değeri yok. Uzak veya yakın tarihin birçok kırılma noktasında bulunmuş Çerkes halkı için, her kırılma döneminin kendi şartlarına uygun yüzlerce teoride bulunabiliriz. O zaman şöyle olsaydı, böyle olmazdı diye iddialarda bulunabiliriz. Ancak her çağ kendi içinde farklı gerçeklikler ve gereksinimler barındırıyor. Bizim sormamız gereken soru bugünden yarına doğru “peki ne olmalı?” sorusu olmalı.




Peki Ne Olmalı?

Bu soruya tek başıma benim cevap vermemin de, başka birilerinin de bu soruya tek başına cevap vermesinin de toplumsal bir değeri yok. Bu soruya hep birlikte - atışarak değil tartışarak- bir disiplin içinde cevap vermemiz gerekir. Niceliği örgütlemeye çalışan anlayışımızdan önce, niteliği örgütlemeye çalışmamız gerekir. Doğrusu ise, niteliğin kendisini Çerkeslikte örgütlemesi gerekir. Bu örgütlenmenin temelinin Çerkeslik olan bir disiplinle inşa edilmesi ve bugün Çerkeslerin, Çerkeslik haricindeki diğer tüm kimliklerini içinde nitelik olarak barındıran üyeleriyle çalışması gerekir. Bu örgüt; Çerkes halkının ‘Aydınlar topluluğu’ olarak Çerkeslerin içinde yaşayan her ikinci-üçüncü vs. kimlikleri barındırmalı, bu kimliklerin Çerkeslikle ilişkilerini değerlendirerek formüller bulmalıdır. Daha da önemlisi Çerkesliği bu kimliklere eritmeyen, bu kimlikleri Çerkeslikte eriterek toplumu önce bir HALK olarak; her düşünceden, her sosyal sınıftan, her cinsiyetten örgütlemelidir.



 Bu makale Jıneps Gazetesi Mayıs 2018 baskısında yer almıştır.

Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.


https://www.jinepsgazetesi.com/makale/gelecegin-bir-gelecek-hayali-2078

Share:

Çerkeslerin Asaleti: Xase ve Demokrasi


Çerkesleri “asaletin ve nezaketin” timsali saydıran en önemli özelliği, halkın içinde soylu bir sınıfın bulunmasından ziyade toplumun tamamının soylu olması için tasarlanmış kültürüdür. Çerkesler çok eski zamanlardan beri bir insanın soylu sayılabilmesi için ihtiyaç duyduğu “onur ve şerefi” toplumun içinde en önemli değer olarak yaşadılar ve böyle yaşamayı ilke edindiler. Yaşlılar hayatlarıyla gençlere bu ilke etrafında yaşamayı nesiller boyunca aktarmayı başardılar.


İşte bu onur ve şerefin en değerli olduğu ilkenin nesiller boyunca kusursuz aktarımı Çerkes halkını “asaletin” bir yansıması haline getiriyordu. Ancak yinede her kişinin bu asaleti koruması beklenirdi. Çerkeslere göre onur ve şeref çok zor kazanılan ancak çok kolay kaybedilebilirdi. Birinin asaletini koruması için, en temel olarak kendisinde olan bir şeyi, ihtiyacı olan başka bir kişi istediğinde verebilmesiydi. Cimrilik Çerkes toplumunda şeref kaybına yol açan bir hadiseydi. Bu sebeple, feodal düzende prensler dahi şereflerini kaybetmemek için kendileri için dikilmiş elbiseleri başkalarına verir ve kendileri herkesin ulaşabildiği mütevazi kıyafetler giyerlerdi.

Her Çerkesin en temel görevi: Yaşlılara, yetimlere, dullara ve elbette çocuklara bakmaktı, onları gözetmek, korumaktı.

Ayrıca asaletin korunmasıyla ilgili belli başlı yasalarda bulunurdu. Bunlar şöyleydi:


Düşmanını asla arkasından vurarak öldürmemek

Silahsız bir düşmanı öldürmemek

Rakiplere karşı her zaman eşit şans vermek

Atını bir dost olarak görmek, öyle yetiştirmek

Kibirli, egolu, düşkün olmamak

Arzularını kontrol altında tutabilmek

Güzel konuşmak ve nazik olmak

Yiyeceklerde seçici olmamak,

Onurun çok yavaş kazanıldığını ancak hızlıca kaybedilebileceğini unutmamak

Şeref kaybetmeyi ölmekten beter saymak

İnsanlara karşı, özellikle kadınlara karşı dikkatli ve saygılı davranmak.


Çerkesler toplum olarak bu onur ve şeref için yaşarlar ve onu asla kaybetmemek ve lekelememek için herşeyi yaparlardı. Bu insanlar içerisinde halk içinde en sevilenler Çerkes Xasesinin içinde olurlardı.


Çerkesler çok eski zamanlardan bu yana bu yasalar konusunda çok titizlerdi ve her aile çocuğunu “Xase’ye katılmayı hak et” felsefesiyle büyütürdü.


Xase Çerkeslerin toplumsal düzenini belirleyen ve dışarıya karşı bir duruş sergileyen bir parlamentoydu. Xase konseylerinde bulunanlar gündemde olan her türlü önemli mesele için kararlarını verirler ve arkasından okçuluk, aş atma, güreş ve dans, şarkı söyleme ve ustalık yarışmaları düzenletirlerdi. Xase konseyleri periyodik olarak toplumsal düzeni sağlayacak ciddi kararlar alır, böylece daha değerli demirciler, silah ustaları, savaşçılar, bilgeler, kahramanlar, terziler ve harika hatipler çıkmasına vesile olurlardı. Bir halk meclisi olarak Xase’nin en önemli başarılarından biri; alınan kararların en uzakta kalmış Çerkesler tarafından dahi takip edilmesiydi. Modern dünyanın demokrasi ile yürürlüğe girmiş bu hakkı, Çerkesler için eskiden eskiden bu yana yürürlükte olan ve asaleti koruyan en önemli değerlerden biriydi.
Share:

Dünya Pelte, Xabze Xabzeyken...




XABZE

Xabze bugün yeni formu ile Çerkes dünyasında yaşamaya devam ediyor. Kendi özünden çıkalı ve değişeli bir insan için çok eski, bir toplum için ise çok yeni olsa da toplum eskiyi unutmakta, insan geçmişi hatırlamakta çok mahır.

Xabzenin bugün ortalarda dolaşan formatı her yerde, her görüşe, her mezhebe uygun biçimde bulunabilir; peki Xabze’nin xabze olduğu zamanlardaki formatı?

Ben bu küçük belgeyle sizlere XABZE’nin okyanusundan bir Kepçe vermeye çalışacağım.

****
Xı kelimesi sınırsız, okyanus, evren anlamına gelir, bze sözcüğü dil anlamındadır. Yanı Xabze Dünyanın, Evrenin dili, temeli ve yasası anlamındadır.

Bugün Çerkeslerin yazılı olmayan anayasası olarak bilinen Xabze, Eski Çerkes dininin (Çerkes paganizminin) topluma şekil veren ve toplumun kişiden kişiye, toplumdan topluma, insandan dünyaya ve doğaya karşı yaklaşımını belirleyen öğretileridir. Çerkeslerin eski dinlerindeki hayattan bugüne yaşamlarında bir çok şey değişmesine rağmen Xabze’nin format değiştirerek toplumla bugünlere gelmesinin temel nedeni; Xabze’nin değişimi engelleyen değil, hatta onu destekleyen bir din olmasından kaynaklanmaktadır.

Xabze dininde “Tha” tek tanrıdır. Görünmezdir. Evrene yayılmıştır. Dünyanın ve yasalarının yaratıcısı ve kaynağıdır. İnsana bilgisinin olanağını sunar ve böylece insan Tha yakınlaşır. Tha doğrudan günlük hayata karışmaz, mucizeler ve diğer doğaüstü olaylar ona özgü değildir. İnsanlardan ibadet beklemez. Evrenin yaratıcısı, insanın ibadetine muhtaç değildir. Tha’ya saygı göstermek, O’na, O’nun dünyasına ve yasalarına saygı ifade etmek için insanlar dini kendi seçimleriyle ibadet ritüellerinde bulunur.

Xabze Geleneksel İbadet Ritüeller şu şekildedir:

1-21 Mart arası -Bahar Sonrası

Bu tarihler arasında hiçbir şekilde et yenmez, ancak süt ve yumurta gibi gıdalar yenilebilir.

21-22 Mart Gece yarısı -Yeni Yıl

22 Mart sabahı -Yılbaşı gecesi

21-23 Haziran -Kadınlar şöleni

Efsaneye göre Setenay Guaşe güneşten 3 gün durmasını istemiş ve güneş 3 gün durmuştur


Sonbahar ekinoksundan bir ay önce -Oruç (1 ay)

Gündüz vakti yemek yemekten kaçınılır ancak su içilir.

Sonbahar ekinoksundan sonraki ilk perşembe -Sonbahar sonrası

21-22 aralık -Kış Gündönümü


Bu tür ibadetleri; Thamade, Thakako, Thapsh, Ahokh uzmanları başlatır. Thamade, Thakako, Thapsh, Ahokh uzmanları bilginin taşıyıcısı, ayinlerin lideri, ibadetlerin başlatıcısıdır; ancak bu sistemde bir tapınak kültürü yoktur, bu din doğal ve açık alanda yaşanır. Ancak bu ritüellerin yapılması için seçilen doğal yerler “kutsal” ilan edilir ve oradan hiçbir zaman hiçbir şey kesilmez ve alınmaz. Genellikle yerin seçiminde de üzerine yıldırım düşmüş bir ağacın altı seçilir. Her insanın doğrudan Tha’ya ulaşabileceği inancından dolayı; peygamber, rahip, kahin benzeri ilahi iradenin tercümanı olabilecek kimse bulunmaz. Tha ile insanlar arasında aracı yoktur.

Xabze yasaklayıcı bir sistem değildir ve istisnalar dışında yasaklar üzerine kurulmamıştır. Xabze hem insan hemde toplum için insani gelişmenin mümkün olduğu bir sistemdir ve değişimle uyumludur. Xabze sisteminde ceza olarak bedensel yaralama yoktur. Xabzenin bir diğer özelliği ise genellikle sürekliliği ve geleneği korurken, değişim şartıdır. Bu insanı ve toplumu çevreleyen dünyanın sürekli değişmesi gerçeğinden kaynaklanmaktadır ve yeni ortaya çıkan görevleri başarılı bir şekilde çözmek için, probleme yaklaşımları ayarlamak gerekir. Bu özelliği Xabzenin temel felsefelerinden birinin ne kadar başarılı olduğunun kanıtıdır, değişen dünyada gelişen sorunlara çözüm üretebilmektedir. Xabze dört bütünleşik felsefi yaklaşımıyla:

1-Kişinin sahip olması gereken niteliklerini
2-Bir kişinin başkalarına karşı tutumunu
3-İnsanın dünyaya ve doğaya karşı tutumunu
4-İnsanın Tha ile olan ilişkisini belirler.

XAbze’nin doğaya karşı tutumunu belirleme örneklerinden:

İnsanın doğaya karşı tutumu, etrafındaki dünyaya karşı tutumu Xabzenin bir parçasıdır.

Xabzeye göre doğa, Tha’nın yaratması, tezahürü ve yaşayan tapınağıdır.

Xabze doğaya sadece saygı duymayı değil, onu sevmeyi ve korumayı gerektirir.

20 Ekim gününden önce ve şubat ayından sonra avlanılmaz.
Avlanmak için dışarı çıkan kişi; karada dolaşan, havada uçan yada suda yüzen hayvanlardan sadece bir tane yakalama hakkına sahiptir. Bu nedenle Çerkesler avlanmak için sadece 3 ok alırlar.

Dişi, genç ve özellikle güzel-büyük hayvanları avlamak yasaktır.

Ağaçlar ancak sap akış süresi sona erdikten sonra kesilebilir.

Baltayla ormanda yürüyen bir kişi baltasını saklamak zorundadır.

Bir evin inşaatının tamamlanmasından sonra doğaya olan borcunuzu iade etmeniz gerekir. Bir ev inşa etmek için kestiğiniz ağaç kadarını dikin.

Meyveleri toplarken, dallarını kırmadan toplamalısınız ve yabani hayvanlar için meyvelerin en az üçte birini ağaçta bırakmalısınız.

Ormanlık alanlarda, ibadet yeri olarak seçilen alanlarda ne dallar ne de ağaçlar kesilemez.

Çimler elle yolunmaz.

Nehirler ve Akarsular dünyanın atardamarlarıdır. Temiz ve özenli tutulmalıdır.

Xabze insana bu dünyada geçici olarak bulunduğunu hatırlatmayı gerektirir ve bu nedenle doğa sadece bizim değil, bizden sonra gelenlerindir.



Xabze, Psape

Psape, onurun korunması, şefkatin tezahürü gibi kategorilerle birlikte insanın ruhunu iyileştirmenin bir yolu olarak; muhtaçlara yapılan yardımdır. Kelime iki bileşenden oluşur “Pse” Ruh - “Pe” Başlangıç, Kaynak, Üs. Bu nedenle Ruhsal başlangıç olarak ifade edilebilir. Psape’nin yardıma ihtiyacı olanlara yardım sağlayarak manevi doyum sağladığına, ruhsal olarak zenginleştirdiğine inanılır. Ruhu kusursuzlaştırmanın bir aracı olarak kabul edilir. Psape işleyen kişi hakkında büyük bir saygıyla bahsedilir.

Psape işleyen kişi hiçbir karşılık maddi manevi hiçbir karşılık beklememelidir. Bunların peşinde koşarsa, karşılığında bir beklentiye girerse o zaman yapılan Psape sayılmaz çünkü ücretsiz değildir. İzin verilen tek ödül: neşe ve memnuniyet duygusudur yani yaptığı iyilikten alacağı tek ödül Psape gerçekleştirdiğinin farkına varmasıdır.

Makbul olan Psape’nin isimsiz olduğu, yardım sağlanan kişinin bunu kimin yaptığını bilmediği şekildir. Örneğin: Yakacak odun kesmek için yalnız yaşlı bir kadının bahçesine geceleri gelir ve odunlarını gizlice keserler. Başka bir örnekte: Ekonomik durumunu kötü olan bir kişinin kapısının önüne sabah erken saatlerde gizlice yiyeceklerin bulunduğu sepet bırakılır.

Böyle gizli Psape’nin önemli yönü şudur: Yardımın verildiği kişinin şükranları bu durumda belirli bir yararlanıcıya yönelik olmaz. Bu yardımı alan kişiyi hayırsevere ahlaki bir bağımlılıktan, onun lehine bir zorunluluktan kurtarır. Psape’yi işleyen kişi memnuniyet, rahatlama ve neşe hissederse Psape hedefine ulaştı sayılır.

**

Sizlere bu belgede eski Xabze’yi ve bu eski Xabze’de Thamade’yi.. ve Thamade’nin görevini ve Xabzenin dünyaya ve doğaya karşı tutumuzu belirleyen bir takım bilgileri aktarmaya gayret ettim. Eksiğinin çok olduğu kuşkusuz doğrudur, ancak yazılı tarihi olmayan bir halkın radikal deformasyonlar geçirmiş ve kendi formatını kaybetmiş önemli bir değeriyle ilgili doğru-tarafsız bilgiler bulmak kolay değil. Bu konulardaki araştırmalarım ilerledikçe sizlerle paylaşacağım.
Share:

Çerkes Halkı yokturculuk!



Reyhanlı'da doğdum büyüdüm ve kendimi bildim bileli ben Çerkesim, benim doğduğum yerde ki tek Çerkeste ben değilim. Ben neden Çerkesim? Çünkü babam Çerkes! Babamında kendi yaş grubunda çok fazla Çerkes arkadaşı var! Geçen yıl birisi, Çerkes Soykırımı panelinde "Çerkes Halkı yoktur" dediğinde, gidip babama "Baba biz Çerkesiz değil mi?" dedim. Şüpheyle baktı bana, acaba Çerkes değil miyiz? biz diye korktu belki adam.. "Hayırdır?" dedi... Yani dedemler, dedesigiller falan hep Çerkes miydi? dedim.. "Evet!" dedi ama, beni gözaltına almıştı... "biz çerkes değilmişiz" dememi bekliyor olsa gerek, endişe ve öfkeyle yüzüme bakıyordu, hiçbir soru sormamıştı ama benden bir cevap bekliyordu, belliydi. Bende dedim ki, "geçen gün Ankara'da Çerkes Soykırımıyla ilgili bir panel vardı, panelin katılımcılarından birisi Çerkes halkı diye bir halk yoktur dedi" dedim. Babamın yüz ifadesi rahatladı ve bana "oğlum o kişi Çerkes mi" diye sordu. Bende "Evet" deyince... babam dedi ki; "bir daha ben Çerkesim demesin, hem kendi rahatlar hem bizi rahatlatır" dedi.

Benim babam 70 yaşına merdiven dayamış bir insan! Çerkesce Anadili, sadece Çerkesce konuşmuyor, Çerkesçe düşünüyorda! birde yabancı dil olarak  hem Türkçe, hem Arapça konuşabiliyor. Arapça dilini Türkçe'den daha iyi biliyor olabilir.

Babam biz Çerkesiz diyor.  Ama bize Çerkes olmayı babamdan daha çok öğreten birisi var ki onu anlatmadan geçemem!

Rahmetlik nenem Apişlerin gelini, Pihavaların kızıdır... Pihava Guga tam bir Çerkes kadınıydı! Ne zaman doğduğu kesin değil, ancak rahmetlik olduğunda 100 küsür yaşındaydı! Guga  Türkçe'yi çat pat bilirdi.. Yaşadığı hayatın yükü de çok ağırdı nenemin... Suriye ile İsrail'in Golan savaşında çocuklar büyütmüş bir kadındı. Şimdiki aklım olsa, otururdum karşısına; ben sorardım, o anlatırdı, o anlatırdı, ben yazardım!

Nenem bize hep; "biz Çerkesiz, Çerkes gibi olun" derdi! Babasının Çerkesliğini filan da anlatırdı. Babasından-annesinden gördüklerini de anlatırdı.

Şimdi;

benim nenemin annesi, babası..
benim nenem
reyhanlı'daki Çerkesler
benim babam
ben,
Türkiye'de kendine Çerkes diyenler
onların neneleri, dedeleri, babaları, köyleri

Aslında yok muyuz?  valla biz varız, Kafkasya'da da varız... Türkiye'de de varız, Suriye'de de varız! Amerika'da, İsrail'de bile varız.

*

Şimdi birisi çıkmış Çerkes Soykırımı panelinde, Çerkes halkı diye bir halk yoktur diyor. Bunu söyleyen arkadaş; Afrikalı değil. Katıldığı Panelde Nijerya paneli değil. 

Münferittir diyorsun! Yani Çerkeslerin diğer halklardan neyi eksik? Şuursuz insan mı olmaz yani! Olur elbet, her halkın içinde olur!

Sonra Kafkas Dernekleri Federasyonu'nun Olağan Kongresine bazı milletvekilleri katılıyorlar, bir tanesi kürsüden söz istiyor ve kürsüye çıkıyor! Karşısında Federasyona bağlı bilmem kaç derneğin delegelerinden oluşan koskoca genel kurul var... Milletvekili önce Çerkes olduğunu da anlatma gereği hissediyor.. Sonra Çerkes Soykırımı yoktur diyor.. bunu derken de, soykırıma uğramak suç gibi, alçak bir şey gibi sunuyor.. "kardeşim; soykırıma uğramak, ancak soykırımı yapanların suçu ve alçaklığıdır! Biz niye soykırıma uğradık diye utanalım? Niye soykırım yoktur diyerek soykırımcıyı aklayan ifadeni bizim lehimizdeymiş gibi anlatıyorsun? El-İnsaf!" diyen çıkmıyor genel kurulda, sadece bunu demeyen değil; hiçbir şey demiyor koskoca genel kurulda bir Allahın kulu! birşey demeyen çıkmadığı gibi, alkışlayanlar da cabası!

Münferittir diyorsun! Yani Çerkeslerin diğer halklardan neyi eksik? değil mi! Dünyada yaşayabilen her türlü insanın bir halkı var sonuçta, bizim içimizde de böyle biri olmuş çok mu! diyorsun...

Birisi çıkıyor televizyon kanalına...  Programın adı: "Çerkesler!" Çıkan kişi "aydın!" "yazar!" "thamade!" Diyor ki "Kafkasya'da Çerkes yok!" falan... 



E ama yuh artık!  Yetmedi mi! Kafkasya dediğiniz yerde yerli halklar kendi dillerinde kendine  Çerkes demiyormuş! mu...   diye savunacaksınız yine!

Kafkasya'daki yerli halklar kendine Çeçen de demiyor! Oset de demiyor mesela!

Kafkasya'da Çeçen yoktur, Kafkasya'da Oset yoktur! demek mi oluyor bu...

ama yok...

... Çeçen var, Oset var; Çerkes yok...

Yahu siz münferit değilsiniz anladım! Programlısınız.

Çerkesler yoksa, biz Çerkesiz! Sizde bizden değilseniz; gidin ait olduğunuz yerlerde cirit atınız!

Bıktık!

Kafkasya'da bıkmak  yok dersiniz diye söylüyorum, Türkiye'den bıktık!

Share:

Örgütlü bir halk olmak: örgütlenmeyi örgütlemek


Çerkes camiası içinde kafamızı ne tarafa çevirsek herkes örgütlü bir halk olmaktan bahsediyor. Bazıları hariç neredeyse hepsinin haklı bir gerekçesi var ki o gerekçeler üzerinden bakıldığında neredeyse herkes haklı. Örgütlü bir halk olmak; örgütsüz bir halk olmaktan iyidir. Ancak bazı durumlarda gördüğüm, herkesin "örgüt" derken aynı şeyi kastetmiyor olması. Neden örgütlü olmalıyız? sorusunun cevabı aynı: Çünkü Çerkesler, Çerkes olmayan camianın içinde çokta dikkate alınmayan, hiçbir demokratik haktan yararlanamayan, talepleri 'olumsuz' dahi olsa bir karşılık bulamayan bir halk konumunda. Çerkesler sadece bu durumda bile değil, aynı zamanda Çerkes olmayan herkes tarafından yanlış bilinen (önemli nokta: bilinmeyen değil.) ve yanlış tanınan bir halk. Daha da garip olanı aslında Çerkeslerin Çerkes olmayanlar tarafından yanlış bilinmesi bile değil, çünkü Çerkeslerin kendi içinde kendilerini doğru bilen sayısı, yanlış bilen sayısından fazla değil.  İşte sırf bu dış ve iç karmaşıklıklardan dolayı  ama daha da çok Çerkeslerin siyasi ve resmi arenalarda dikkate alınmayan 'olumsuz' bile olsa bir karşılığı bulunmayan yok sayılmışlığından dolayı olsa gerek, Çerkesliğini zaman nehrinin acımasız akışına bırakmaya kıyamayan kişiler örgütlü bir halk olmaktan bahsediyorlar.

Denklem buraya kadar güzel ve haliyle bende yukarıda saydığım sebeplerle de olsa örgütlü bir halk olmak söyleminin  yanındayım. Hatta belirli sebeplerden dolayı Çerkeslerin tümünü kapsayacak argümanlar geliştirememiş olsa bile, "örgütlü bir halk olma" fikri bulunan bir yapılanmanın da içerisindeyim. Dürüst olmak gerekirse içerisinde bulunduğum yapılanmanın da "bir halkı örgütleme" potansiyeli taşıdığına inanmıyorum. Aslında yukarıda yazdığım 'herkesin örgüt tanımı'ın farklı olması durumuda ciddi bir durumdur. Ancak benim açımdan daha ciddi olan ve Çerkeslerin örgütlü bir halk olması yönündeki en büyük engel olarak gördüğüm şey; halk olamamaktır. Türkiye'de Çerkeslerin örgütlü bir halk olabilmesi için en başta 'halk' olabilmesi gerekir. Uzun bir süreden beri Çerkes aydınları "aidiyet" üzerine yazar ve konuşurlar. İşte bir halkın var olabilmesinin en büyük alameti, kendi nüfusundaki neslin o halka dayalı bir aidiyet içerisinde olmasıdır. Bu aidiyet duygusunun kaynağını ise bizzat Çerkes aydınları, Çerkes tarihi ve kültüründen aldıkları ilhama dayalı oluşturmalıdır. Dolayısı ile kendi tarihinden beslenen ve gelecek kaygısı güden (ki aydın her zaman kaygılıdır) bu Çerkes aydınları etnik Çerkesliği bir halk olarak örgütlemelidir. Dolayısı ile önce Çerkeslerin halk olabilmesi için, halk olarak örgütlenmesi gerekir ki zaten bu durumun kendisi Çerkes halkını doğrudan örgütlü kılar. Fakat şuan görünen Çerkes etniğindeki aydının Çerkes aydını olmaktan daha çok diğer kimliğin içindeki parıltısı durumunda. Etnik Çerkesliği dolayısıyla diğer kimliğinin aydınlığını Çerkes etniklerine parıldatan bir durumdalar. Dolayısı ile bu da karşımıza farklı bir problem doğurmaktadır. Farzı misal olarak Türkiye'deki sosyalist örgütlerle bağı bulunan ya da sempati duyan Çerkes kalem takımları, Çerkes etniğini kendi değerleriyle bir halk olarak örgütlemekten ziyade Sosyalizmi ya da onun güncel politikalarıyla önce çıkan farklı değerlerini Çerkes etniğinin içinde örgütlemeye çalışması. Bu olup bitenin içindeki pay sahiplerinden birisi olarak bunları daha sonra kişisel anılarım olarak anlatmak için kaydediyorum ancak bunu Çerkesliğe karşı bir özeleştiri mahiyetinde olması bakımından açıkça söylüyorum ki; bu durum haliyle ne Çerkesliğe ne de Sosyalizme gözle görünür hiçbir faydası olmayan şeyler doğuruyor. O yüzden benim yukarıda Çerkes etniğini halk olarak örgütlemesi gerektiğinden bahsettiğim aydının da dinamiği kendi tarihi varlığı ile geleceği kurgulayan motivasyonu olmalıdır.

Çerkes aydını; Çerkes etniğini halk olarak örgütlemelidir ki bu durumda zaten Çerkesler bir halk olarak örgütlenmiş olabilmelidir. Bu durumdan sonra ki süreç ve esaste en başta bahsettiğim 'örgütlü bir halk olmaktan söz edenler'in olmasını arzu ettiği şeyler; siyaset ve politikadır. Örgütlü bir halk siyasi bir varlıktır ve kendi içinde çeşitli politikalar barındırır. Bugün halk olarak böyle  bir şey yoktur. Siyaset ve politika gruplarının sırtını dayadığı şey Çerkes halkı değildir ve Çerkeslerin genelinden kopuktur. Örgütlü bir halk olabilmek için, önce halk olabilmek...  önce şu soruların yanıtları olmalıdır:

1 - Çerkes etniği kimdir?
2 - Çerkes aydını nedir?

Bu sorular bir kaç sebeple önemlidir çünkü Çerkes etniği bir aydın doğuracaktır ve  bu aydın Çerkes etniğini halk olarak örgütleyecektir. Basit gibi gelse bile Çerkesler içinde ne birinci sorunun ne de ikinci sorunun üzerinde kesinlik yoktur.  Çerkes etniği tanımlanmışsa -ki burada önemli olan Çerkeslerin bir halk örgütlenmesi fikrinde birleşenlerin en başta kendilerine Çerkes etniği kimdir diye sorarak cevap vermeleri gerekir- biz Çerkes aydını nedir üzerinde durabiliriz.

Çerkes aydını: Çerkes tarihini öğrenme sorumluluğu duyan ve bu konuda sürekli araştırmalar yapan, Çerkeslerin geleceğiyle ilgili sürekli kaygı duyan ve bu araştırma ve kaygılarla Çerkesler için özsorumlulukla üreten herkestir. Çerkes aydınının milliyetçisi de sosyalisti de, demokratı da muhafazakarı da, dindarı da dinsizi de Çerkeslik haricindeki diğer kimliklerini Çerkeslerin geleceğiyle doğrudan ilişkilendirerek düşebilendir. Çerkes aydınının dış dünyadan aldıkları Çerkesler için araçtır, Çerkes aydının amacı Çerkesliktir. Farzı misal; Demokrasi, Çerkes aydını için Çerkeslerin geleceği için iyi olduğuna inandığı sürece bir argümandır. Çerkes aydını demokrasinin Çerkes geleceği için kötü bir şey olduğuna inandığı anda; onu açık yüreklilikle reddedebilmelidir. Çerkes aydının savunduğu ya da reddettiği şeylerde şahsiyeti olmamalıdır. O bütün Çerkes toplumu olarak düşünebilmelidir. Çerkeslerin geçmişini, tarihini araştırdığı öğrendiği kadar, şimdisini de bilmelidir. Çerkes toplumuyla iç içe olmalıdır. Bilgisini ve becerisini toplumuna tepeden bakmak için değil onlara hizmet vermek için kullanmalıdır. Çerkes aydını öğrenirken pinti, öğretirken cömert olmayı bilmelidir. Her duyduğuna, okuduğuna hemen inanmamalıdır.. Öğrendiğini ise sonucu ne olursa olsun saklamamalıdır ve Çerkes etniğine gerek geçmişten öğrendikleriyle, gerek gelecekle ilgili düşündükleriyle ortak duracak bir zemin üretmelidir. Çerkes aydınının yüzü; daima vatanına dönük olmalıdır. Örgütlediği halkın da yüzünü daima vatanına dönük tutmalıdır.

Bu aydın zemininin oluşması içinde, aydının kendini profesyonelleştireceği bir zemin oluşturulmalıdır.
Tekrar başa dönüp hızlıca buraya toparlayacak olursak; Çerkes halkının örgütlü bir halk olabilmesi için, bir halk olabilmesi gereklidir. Bir halk olabilmesi içinde aydınlar yetiştirmesi gereklidir. Aydınlar yetiştirmesi için ise bir zemin oluşturulmalıdır. Bu zeminde yetişen aydın Çerkesliğe karşı sorumlu olmalı, hesap verebilir olmalıdır.

Share:

Ruslan Direniyor.




Kimileri çeşitli söylemler üreterek her ne kadar kabul etmese de, açlık grevi bir insanın yaşadığı bir haksızlık karşısında adaletin işlememesiyle ortaya koyduğu bir onurlu bir direniştir.

Siz devlet olabilirsiniz, iktidar olabilirsiniz, ordularınız, polisleriniz olabilir, televizyonlarınız da her türlü algı operasyonu geliştirebilirsiniz, cahilleri sindirebilir, korkakları geri itebilirsiniz. Parayla milyonlarca kişiyi çalıştırabilirsiniz, adalet kurumuna istediğiniz rengi verebilirsiniz.. İnsanları benim suçlu olduğuma, cezamı hak ettiğime inandırabilirsiniz de..  beni  mahkum edebilir ve bana ceza verebilirsiniz; ancak beni teslim alamazsınız demektir.

İnsan kendini aç bırakarak, doymak için yaşamadığını söyler açlık grevinde. Sadece doymak için yaşayan insanların açlığını gidermek için susarak, görmeyerek ve konuşmayarak zalimlere cesaret veren aç yığınları da protesto etmiş olur.

İnsanın esas mahkumiyeti; mahkemenin hükmettiği cezalar değildir. İnsanlar susarak, görmeyerek ve konuşmayarak yaşadıkları her ülkeyi cezaevine çevirir ve o ülkeyi zalimlere mahkum edebilirler.
Düğünlerde kasılarak bel çatlatan, asalet ve nezaket masallarıyla beyni uyuşmaktan burunlarının ucunu dahi göremeyen; taşı sıksa suyunu çıkartacak güçte her sosyal gruptan Çerkes delikanlısının aksine Ruslan Guaşho, geçirdiği hastalıklar sebebiyle sağlık sıkıntıları olan, ihtiyar bir büyüğümüz. Türkiye'deki gençlerin bir çoğu kendisini tanımazlar çünkü asalet ve nezaket masalları anlatmaktan ziyade, kendisi yaşamının büyük bir bölümünü gerçek hayatın içindeki sorunları görerek, Çerkes halkı için mücadeleye adamış birisi. Türkiyeli Çerkesler daha çok; güzel Çerkes kızlarını, pşinawoları, köşesinden asalet ve nezaket masalı anlatıp elindeki Çerkesmetre ile insanların Çerkesliklerini ölçen ümmetçileri tanır. Her fırsatta zaman geçirmeksizin kendisine bir karşı yaratıp ona gol atma peşinde maharet sürdüren Çerkes kalemşörleri bugüne kadar hangi Çerkes meselesine ulusal bir yaklaşım sergilemiş olabilirdi ki Ruslan Guaşho için harekete geçeceklerdi?

Türkiye Çerkes diasporası derin bir yozlaşmanın yatağında. Ulusal varlığımızı sulandıracak tartışma meselelerinde ışık hızını yakalayan, tartışmaların ve çalışmaların en hararetlisini buralara yığarak toplumun okuma becerisini kullanmaktan imtina etmeyen fertlerinin gözlerini ve zihinlerini yoran demagoglar, bir  halkın bütün hepsini ilgilendiren meselelerinde kaplumbağalara dönüşüyorlar. Anavatanımızda gerçekleşen bir çok olayda olduğu gibi, Ruslan Guaşho içinde böyle davranıyorlar. Bir süre geçtikten sonra her demagogumuz kendi sosyal grubunun bu konuyla ilgili bütüne varamayan çalışmalarını örnekleyerek; diğer sosyal grupların basiretsizliğini sergilemeye başlayacak nasıl olsa.
Halbuki bazı şeyler toplumun tamamını ilgilendirir ve o şeylerde toplumun başarısı da başarısızlığı da bütünüyle değerlendirilir. Mesela; Adalet öyledir.

Bugün Ruslan Guaşho'num mücadelesi de bir Adalet mücadelesidir ve kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi uğradığı haksızlık yalnızca kendisine yönelik değildir. Kendisi üzerinden bütün Çerkes toplumuna bir mesaj verilmek istenmektedir.

Bu mesaj da; "Acınızı istediğiniz zaman konuşamazsınız"dır.

Daha önce Hulıjıy'da geleneksel danslarımızı yapan gençlere saldırılmış ve gözaltına alınmıştı.

O zaman ki mesaj da; "Sevincinizi istediğiniz zaman yaşayamazsınız"dı.

Demokrasisini Çerkeslerden esirgeyen Moskova hükümeti; dünyanın dört bir tarafına dağıttığı Çerkeslerin sessizliğinden güç alıyor. Açlığı peşinde ömür çürüten dünyanın bütün Çerkeslerine en güzel mesajı da yine Ruslan Guaşho veriyor; candan önce onur gelir.

Mahkeme Ruslan Guaşho üzerinden Çerkeslere "istediğiniz zaman acınızı konuşamazsınız" diye mesaj verirken, Ruslan Guaşho'da açlık grevine başlayarak Çerkeslere "candan önce onurun geldiğini" hatırlatıyor.

Şimdi bakalım Çerkeslere; Çerkesler kimin mesajını dikkate alıyor.

Share:

Çerkeslerin yarını ne olacak?



Bugün Türkiye'de tüm büyük illerde gördüğümüz Suriyeli mültecilere baktıkça hüzün doluyorum. Vatanını terk etmenin ne demek olduğunu aslında en iyi Çerkesler bilebilirler. Çerkesler de 1864 yılında hem deniz hem kara yoluyla bugünün Türkiye'sine gelmişlerdi. Geçtiğimiz aylarda İstanbul'da sırf etnik bağımız olduğundan ötürü merhabam olan bir insanla oturup çay içerken mültecileri kastederek "bunlar da buraya doldu" demesi üzerine parladım. Savaş görmüşüz, ölüm yaşamışız, vatan terk etmişiz... gelmişiz; aç kalmışız, hasta olmuşuz, ölmüşüz... kadınlarımız beyaz köle diye pazara çıkarılmış, asker olarak balkanlardan-ortadoğuya kadar her bir yere yerleştirilmişiz, her savaşta ve isyanda ölmüşüz, öldürmüşüz.. şimdi kalkmış; neredeyse bizimle aynı yollarla bu ülkeye sığınmak zorunda kalan birilerini beğenmiyoruz. Tarihsizlik, hafızasızlık, onursuzluk bu! Halbuki Çerkeslerin en çok övündüğü atasözüdür Psem Yipe Nape! Yani: Candan Önce Onur Gelir...

Bu olaydan hemen sonra ben masadan kalktım ama aklım masadan kalkmadı. Aklım Suriyelileri düşünmeye başladı. Türkiye, Suriye'deki terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptı, silah verdi.. dünyanın her bir yanından teröristlere Suriye'ye açılan kapı oldu, kolaylık sağladı ve ülkenizde iç savaş çıktı... yeriniz yurdunuz yıkıldı, belki bir çok arkadaşınız, eşiniz, dostunuz öldü... belki çocuğunuz öldü... kaçtınız! Ölümden, terörden, yıkımdan kaçtınız ve yurdunuzu cehenneme çevirmek için elinden geleni yapan, bir çok şeyim sorumlusu olan ülkeye sığınabildiniz. Avrupa sizi istememiş. Türkiye siz Avrupa'ya gitmeyin diye milyar paralara anlaşmış avrupayla... kalmışsınız Türkiye'de... Düşünebiliyor musunuz? Ülkenizde terörü destekleyen ve yurdunuzu terk etmek zorunda kalmanızın ana sebebi olan bir ülkeye sığınmışsınız... bu ülke; sizin varlığınız üzerinden dış siyaset yapmış! Açarım haa kapıları demiş! Otobüslere bindiririm ha! demiş... Avrupa da sırf siz gelmeyin diye çok şeyi görmemezlikten gelmeye razı olmuş... düşünebiliyor musunuz? Sonra kalkmış adamın birisi; hayatı boyunca iktidarı hiç sorgulamamış, bir şey için bu yanlış dememiş birisi... sizi yadırgıyor.. düşünebiliyor musunuz?

Hiç tahmin edebilir misiniz acaba, o kişinin de sizin gibi geldiğini?

Neyse!

Bu konuyu çok derinlikli düşündüm kendi kendime, utanarak, sıkılarak...

Hem bu ülkenin bir vatandaşı olarak utandım, sıkıldım. Hem de Suriye'liyi yadırgayan adamın soydaşı olarak..

Bir yönüyle farklı zamanlar da eşit kaderi yaşayan toplumlardan Çerkesler içlerinden böyle insanlar çıkarıyorlarsa ne diyelim; sonumuz hayır olsun.

Şuan yaşadığımız ülkenin güney doğu sınırları kanlar içinde.. o topraklardan kaçıp sığınacak yer arayanlar ise devlet eliyle yerleştirildikleri kamplarda her türlü istismara uğradılar hem devlet eliyle hem de halk eliyle. Suriyeli kadınlar Türkiye'de de parayla satıldılar. Güney doğu illeriyle ilişkisi olan herkes bunu iyi biliyor. Üniversite mezunları dahil bir çoğu inşaatlar başta olmak üzere bir çok sektörde ilikleri sömürülürcesine çalıştırıldı, mesleğinde inşaatçılık olanlar da bunu iyi biliyor. Geçen gün Türk işverenin Suriyeli işçiye bakış açısının tablosunu çizen İzmirli faşistin teki, işe geç kaldığı iddiasıyla darp ettiği Suriyeli işçinin üzerine basarak poz veriyor ve bu pozu sosyal medya hesabında "Türkün Suriyeliden intikamı" diye paylaşıyordu, ya paylaşılmayanlar? Burdur'un bir beldesine bağlı köyde fayans işçisi olarak çalışan Suriyeli inanılmaz düşük ücrete şap döküp fayans döşüyordu, babamın arapçası vasıtasıyla konuşabildiğim kadarıyla şuana kadar (3 yıldır Türkiye'de) çalıştığı en iyi iş bu olmuş. Babam kendisine; devlet size yardımda bulunmuyor mu diye sormuş, kamplarda kalırsak bakıyor demiş. Neden kamplarda kalmadıklarını ise hepimiz iyi biliyoruz bence. Büyükşehirlerde dilencilik yapanların çoğu da Suriyeli değilmiş (deyimine göre) Suriyeli taklidi yapan Türkiyelilermiş.

Neyse...

İşte kanlar içindeki komşularımızdan gelip sığınanların en hafif hali bu, hafızasız olmayanlar bu toprakların nasıl kanlar içinde kaldıklarını iyi hatırlayacaklardır. Tunus'ta başlayan ve domino gibi Suriye'ye kadar dayanan, batı medyasının ve Türkiye'nin o meşhur "Arap baharı" anlatımlarını kim nasıl unutabilir.

Bu süreçte komşularımıza kan dökmeye gelen kiralık katillerin son durağı hep Türkiye idi ve dahi savaşta yaralanan katillerin tedavisi de Türkiye'de yapılıyordu. Bu süreçte Türkiye'de yuvalanmadık yer bırakmayan bu katillerin örgüt/leri; Batının Suriye politikasını değiştirerek Türkiye'yi ters köşe etmesi sonucunda tam da Putin'in yıllar önce söylediği gibi yapmaya başladılar. Putin şöyle demişti: "Bu akrep onu cebinde taşıyanı da sokar." Bir çok terör saldırısına maruz kaldık, bildiğimiz son saldırı yılbaşında gerçekleşti ve henüz bu katillerin büyük çoğunluğunun hala yerleştikleri bataklarda duruyorlar.

ve dahası... 15 Temmuz'da darbe yapmaya kalkışanlar; -ki onlar da bir zamanlar Türkiye'nin cebinde taşıdığı akrepti ve Türkiye'yi soktu- bize gösterdi; Türkiye'de bir zamanlar devlet eli ve yardımıyla bu ülkede devletin her türlü kademesi dahil, Türkiye'nin her yeri teröristlerle dolduruldu. Tam bu atmosfer de devlet siyasi bir gerilim yaratacağı ayan beyan ortada olan bir hamle yaptı. Yetkilerin tek elde toplanacağı bir başkanlık sistemini referanduma taşıdı. O da yetmez gibi, Meclisin 3ncü büyük partisi olan ve Türkiye'de sessiz sedasız kalmayacak bir kesimi temsil edenleri hedefine oturtarak parti başkanlarını, milletvekillerini, il eş başkanlarını, ilçe eş başkanlarını, belediye eşbaşkanlarını ve binlerce parti çalışanını tutukladı. OHAL sebebiyle yayınladığı KHK'larla Akademi dahil, Yargı dahil, ülkenin her kurumunu kendine biat eden kişilerle doldurmak için boşalttı.

Bir kriz yaşandığı çok bariz, ancak henüz bir savaşa dönüştüğü söylenemez. Allah muhafaza ya istenmeyen olur da Türkiye'de bu krizden gizlenerek-beslenerek güçlenen ışid hücreleri, fetö teröristleri bir kargaşa çıkarırlarsa?

Ya da hiçbir kriz çıkmadan tüm yetkiler bir kişide toplanır ve bu kişi tüm bu yetkilerini kötüye kullanmaya, ezmeye, sindirmeye her zamankinden fazla başlarsa?

Ya da bu referandum evet ya da hayır da çıksa...

Çerkesler yarını her ihtimaliyle nasıl değerlendiriyorlar. Gelin kısa kısa bir kaç olayı hatırlamaya ve düşünmeye çalışalım.

Geçtiğimiz günlerde Çerkes camiası için emek veren ve bir çok kesim tarafından bu emekleri hoşgörü ile karşılanan Ghut Erdoğan Boz'un da dahil olduğu bir çok akademisyen meslekten ihraç edildi. Dahası şurasına yüksek ihtimal ki ne fetöcü ne dhkpci ne pkkli ne de başka silahlı bir örgütten olmayan ve henüz toplumumuz tarafından pek bilinmeyen Çerkesler de görevlerinden ihraç edilmiş olabilir.

Ondan önceki aylarda Türkiye'de sadece Çerkeslere yönelik program yapılması için ve Çerkes bir sunucu ve ekibin hazırladığı "Marje" programını barındıran İMC TV kapatıldığında, web sayfaları bile kapatıldığında  Türkiye'de Çerkeslerin 2 hafta üst üste kendi gündemlerini seçip konuşabilecekleri tek bir program kalmadı.

ve dahası; iktidarın kanatlarının altında Türkiye'de devletin her kurumunun en önemli yerleriyle birlikte orduya da sızarak darbe yapacak cesarete ulaşan FETÖ örgütü boğazda onlarca insanla birlikte toplumumuzca tanınan Erol Olçok ve onun henüz çiçeği burnunda oğlu! öldürüldüğünde ve onların katillerini o mevkiye taşıyanlar hakkında henüz hiçbir şey yapılmıyorken

ve dahası; sözde demokratik açılımlarla devlet televizyon ve radyosu TRT'nin Kürtçe, Arapça ve daha başka dillerde 24 saat yayına başlayıp TRT Çerkesce talebinde bulunan insanlara TRT Türk, TRT Avaz izleyin diye yanıt gönderilince hiçbir şey düşünemiyorken

ve dahası; Bu ülkede hala kardeşçe yaşanabileceğini, komşuların savaştan yıpranan çocuklarının tekrar sevindirilebileceğini inanan içlerinde bizim canımız-ciğerimiz olan Nartan ve Ferdane'ninde olduğu üniversite öğrencisi ve sivillerin kuş uçurulmayan bölgede ellerini kollarını sallayarak gelen bir canlı bomba tarafından katledilmesinden sonra susmayı bile beceremeyenlere hala tahammül ediyorsak

Sözde en kan ve soy kardeşimiz, kendimizden zinhar ayrı görmediğimiz Abhaz halkının Anavatanı Abhazya Cumhuriyeti'nin seçim sandıklarına Türkiye polisi el koyarken, el pençe duruyorsak

Çerkes sorunlarının araştırılması ve çözüm üretilmesi üzerine meclise verilen önergeye ilk başta biz karşı çıkıyor ve engel oluyorsak

Tabii ki korkacağız yarından.

Bu topraklarda bir anne deyimi olarak "herkes kendini kurtarır, sen ortada kalırsın" diye bir söz vardır. Ne Türkün ne Kürdün bir Çerkese ihtiyacı yok. Onlar şuanda "birlikte yaşamak" ile "birlikte yaşamamak" arasında kavga dövüş ediyorlar. Ya birlikte eşit yaşayacaklar ya da birlikte yaşamayacaklar bana göre. Şöyle bir açıp Irak, Suriye ve Türkiye'nin Kürt bölgesine göz atınca; Kürtlerin de, Türklerin de yarından korkuları olmadığını görürsünüz. İkisi de yarından emin, ikisinin de alternatifleri var. Onların kavgası yukarıda söylediğim gibi.

Ya biz?

Ethem Pşevu gibi birisinin en öndeki askeri olup, ölüp-öldürüp sonra yine mi değersizleşeceğiz?

Ya da Suriyeli Çerkesler gibi, Anavatanımıza alınmazsak Avrupa'ya mı kaçacağız?

Artık herşeyi bir kenara bırakıp, bir Çerkes olarak bunları da düşünmek zorundayız. Bu zorundalığı biz değil; hayat dayatıyor.


Share:

Bin Dokuz Yüz Çerkes sekiz...


O olmuş, bu olmuş, çok savaşmışız, ölmüşüz.. öldürmüş öldürmüş tüketememişiz Çarlığın askerleri; seneler seneleri kovalarken, 1864 yılında Rusların Zafer, Çerkeslerin Yenilgisi resmileşmiş iyice... İşte sırf bu yüzden Çerkesler acılarını, Ruslar da zaferlerini o tarihe sığdırabilir. Sığdırıyorlar da; yenilgi Çerkeslerin, Zafer de Rusların hakkı sonuçlara bakılırsa. Buradaki ince çizgi şu; Çerkesler yenilmiş olsalar bile, o savaşta haksız değillerdi. Ruslar zaferle tamamlasa bile, o savaşta haklı değillerdi. Nitekim; Çerkesler haklı bir savaşta yenildiler, Ruslar haksız bir savaşta kazandılar. Bakunin'in dediği üzere "Tarih kazananların propagandasıdır" sözü, daha önce binlerce kere olduğu üzere tekerrür etti ve haklı ile haksızı ayırmadı. Kazanan ile kaybedeni ayırdı.

Gerçek mi yalan mı bilmem de; bir sürü mit, efsane var o tarihlerle ilgili, yani bütün efsaneler doğruysa bile, bütün o mitler yaşanmışsa bile "yenilgi" o kadar ağır ve gerçek ki; hiçbir efsane ve mit, yenilgimiz kadar değiştirmemiş kaderimizi.

Sonuçta bende, Türkiye'de yaşayan milyonlarca Çerkes gibi o efsanelerin, mitlerin kahramanlık destanlarının ekmeğini yemiyorum, bir yenilginin 152nci yıla taşan ağır gerçeğini yaşıyorum. 

Ancak bazıları, yaşadığı gerçeğin farkında bile değiller. Hala efsanelerle, mitlerle, kahramanlık hikayeleriyle bakıyorlar hayata. Elbisesi temiz, papucu boyalı, karnı tok, başının üstünde bir dam, yatağının üstünde yorganı var. Belki memur, belki değil, belki kendi işyeri var; kısacası sırtı pek... yarına dair, elbisesiyle, papucuyla, karnıyla, damıyla, yorganıyla ilgili hiçbir kaygı taşımıyor. Haklı taşımamakta. Kim ne diyebilir? Ama bütün bunların bir bütün olarak Çerkeslikle, Çerkesliğin içinde olduğu durumla ne ilgisi var? Diyorsun ki; Çerkesliğin elbisesi Vatanın, yurdun.. Karnı; kültürün, dilin.. papucu; ulusal kimliğin, gençliğin.. yorganı; mücadelen, talebin.. 

Diyor ki "ben yediğim kaba pislemem" bazı arkadaşlarımız uzunca bir müddet "siz köpek misiniz, kabdan mı yiyorsunuz" dediği için, bugün daha güncelleşmiş bir hale taşıdılar bu sözü; "ben yediğim tabağa tükürmem" olarak. Türkiye'nin avrupa birliğine yaklaşıp yaklaşıp uzaklaştığı şu yıllarda böyle faydalarını gördük, Türkiye'deki Avrupalı ÇerkeZler; yediği tabağa tükürmüyorlar. Takdire şayan, 152 yıllık Anadolu yaşamında üretebildikleri en sağlam argüman bu olsa gerek.

Ha... onların yediği kaba pislediği ya da yediği tabağa tükürdüğü de yaşadıkları ama farkında olmadıkları en büyük ikinci gerçek. Bunları onlara anlatabilmek, imkansıza yakın bir durum. Onların hangi damardan beslendikleri çok bariz çünkü. Bu konuları daha önce "Kafkas Makronu *1" etiketleriyle çok yazdım. Yani Çerkesliği, Çerkesliğin geneliyle algılamakdıkları katıksız bir gerçek. Türkiye Diasporasında artık yaygın olarak kullanılan ÇerkeZ kelimesi, (Z'si büyük) tam olarak onların kimliği kabul ediliyor. Çünkü esasen, Çerkesliği, Çerkesliğin geneliyle algılayan farklı görüşte olsalar bile bütün insanlar, o kişilerle aynı kimliği taşımadıklarını düşünüyorlar. Kendilerine de "Çerkes" diyorlar. 

velhasıl ben artık bu ÇerkeZleri konuşmaktan sıkıldım, daha önce de "yok saymak *2" üzerine fikrimi beyan ettim. Enerji kaybından ötesi değil.

Biz Çerkesler, üstümüzdeki kıyafetin, ayağımızdaki papucun, tok karnımızın, baş üstündeki damımızın, yatak üstündeki  yorganımızın, cebimize taşıdığımız paramızın, Çerkesler olarak yaşadığımız ağır gerçeği yok etmediğinin farkındayız. Hepimiz aynı fabrikadan çıkmış gibi aynı görüşleri, aynı mücadeleleri, aynı dini de paylaşmıyoruz açıkçası. Kimimiz sosyal demokrat, kimimiz Çerkes milliyetçisi, kimimiz biraz liberal, kimimiz çok sosyalist, ben deniz anarşist, bazıları apolitik.. kimisi rock müziği seviyor, kimisi hip-hop'ı.. kimisi kır da bayır da yürümeyi seviyor, kimisi alışveriş yapmayı. Biz sadece; Çerkes olarak aynıyız.. Aynı ağır gerçeğin içinde, farkındayız.

Bu farkındalık çok önemli, bu farkındalık bizi harekete geçirecek çünkü.

Biliyorsunuz, bu farkındalığın harekete geçirdiği önemli adımlardan birisi de "dönüşçülük" hareketiydi. Türkiye'den anavatanına dönen büyüklerimiz olmuştu. İşte bu büyüklerimizin de içinde sosyal ve siyasal olarak hakim bir anlayış yoktu. Tek benzedikleri nokta; yaşadıkları ağır gerçeğin farkında olmaları ve bu farkındalıkla o gerçeğin ağırlığından kurtulma çabalarıydı. Anavatana dönüş, Çerkesler için her şartta önemli bir mevzudur. Anavatana dönemedikten sonra; hiçbir hamle ve ilerlemenin sürekli faydası olmayacaktır. Kalıcılığı olmayacaktır. Devamlılığı olmayacaktır. 

Yani kısacası; Türkiye demokrasisini Çerkeslik meselesiyle düşünerek kendi mücadele alanı haline çeviren arkadaşlarımızdan tutun da, Çerkes kimliği üzerine milliyetçi bir refleks oluşturmaya çalbalayan arkadaşlara kadar hepsinin programında bir anavatan, bir diaspora ve ikisiyle bütünleşik bir "dönüş" hedefi olmak zorunda. 

Bilmeyen yoktur, varsa diye tekrar edeyim. Türkiye'de İsveç demokrasisi olsa da, Çerkesler kendi anadillerinde eğitim yapan okullar kursa da, devlet onlara radyo ve televizyonlar açsa da; Türkiye'de öyle ya da böyle asimile olacaklardır. Küreselleşmeyle birlikte zaten Türkiye'nin egemen halkı dahi bir şekilde asimile olmaktadır. Toplumsal kültür, neoliberal politikalarla tüketim kültürüne devşimektedir. O bakımdan dahi, bu toprakların yerlisi olmayan bir halkın bu devşimeye kendi etkisini verebilmesi zaten imkansızdır. *3

Yani; bugün Türkiye de Çerkesler olarak küçük grup ve inisiyatifler hangi yolla, hangi yöntemle ne yapıyor olursa olsunlar, bütün yaptıkları herşeyi bir dönü politikası ile taçlandırmakla mükelleftirler.

Dönüşçü abilerimizin "Vatanınıza dönün" demesi; doğru yoldur.

Ama dönüşçü abilerimizin de, inatla (ve sebepsiz, amaçsız bir şekilde) anlamadıkları, lafı sürekli sağa sola çekerek konuyu çorbaya çevirdikleri ve karşılarındaki insanlar sırf bıkarak sustuğu zamanda kendilerini haklı zannettikleri bazı meseleler var, kendileri unutmuştur diye tekrar edelim.

Birinci meselemiz, Türkiye'deki Çerkesler kendilerinin sandığı gibi homojen değiller. Katıksız kalmamışlar ve çok farklı bakış açılarına sahipler. Birincisi; kendileri dönüşçü olabildikleri ve sırf bunu yapabildikleri için kendilerini yapamayanlara akıl verecek konuma taşıdıkları için bazı soruların cevaplarını vermeleri lazım.

1 - Kendileri Türkiye'deyken Çerkeslerin homojen olmayan yapısıyla ilgili nasıl araştırmalar yapmış, ne çeşit mücadeleler örgütlemişlerdir ve kendilerini kaç kişiye anlatmayı başarmışlardır.

2 - Kendileri Türkiye'de dönüş yapmaya karar verdikleri zaman, bu kararlarını toplumsallaştırmak adına nasıl çalışmalar yapmışlardır ve bu çalışmaları kaç kişiye anlatmayı becerebilmişlerdir

3 - Kendileri dönüş yaptıkları zamandan itibaren; dönüşü örgütlemeye katkı sağlayacak ne gibi sosyal projeler (belgesel, tiyatro, sergi, kitap, kitapçık, yayın ) de yer almışlardır ve bu projeleri kaç kişiye anlatmayı başarabilmişlerdir.

4 - Kendileri dönüş yaptıkları zamanla, bugün dönüş yapmak isteyenlerin yaşadıkları hukuki süreç aynı mıdır? Bununla ilgili herhangi bir makale yayınlamışlar mıdır?

5 - Kendileri dönüş yaptıktan sonra, yurdumuzdaki stklara Türkiye'deki Çerkesleri anlatan herhangi bir çalışmada bulunmuşlar mıdır? Bunu oradaki halka (Çerkes, Rus vs.) ne kadar anlatabilmişlerdir?

6 - İlk beş soruda "başarılmayan, becerilmeyen, anlatılmayan, yayınlanmayan" şeyler hakkında herhangi bir rapor veya analizde bulunmuşlar mıdır? Bulunmuşlarsa, kısaca sebepleri nelerdir.

7 - Türkiye'nin iç işleri olan demokratik hareketlerdeki Çerkeslerin konumlarıyla ilgili

a) Gerçekten Çerkeslerin Daimi kurtuluşu olarak yapıldığını mı sanmaktalar?
b) Neden sürekli takip edip, olumsuz görüş bildirmeyi vazife edinmekteler?
c) Nasihat vermeye çalışmakalar

8 - Yedinci soruda "Türkiye iç demokrasi mücadelesi veren Çerkeslerin" dönüşe karşı olduklarını mı düşünüyorlar, bu konudaki görüşleri nedir?


Bu soruların cevaplarını ister kendilerine, ister arkadaşlarına veya bize versinler hiç fark etmez. Bu soruları da, bir savaş metni gibi düşünmemeleri gerekir, zira hiçbirisi "bir şey yapmadıklarını" veya "az şey yaptıklarını" ispatlama niyeti taşımaz, bu değeri de yok. Bu sorular, bugün yaşadığımız ağır gerçeğin yeterince farkında olunup, olunmadığıyla ilgili ve bu gerçeğin son 15 yılın mu yoksa çok daha eski yılların mı ürünü olduğunu anlamak üzerine kurulu. Ben 29 yaşında genç birisiyim. Aklım erdiğinden beri; Çerkeslerin hiçbir zaman bir bütün olarak aynı gerçeği savunabildiklerini göremedim. Farzı misal; Çerkes kimdir sorusu bugün bile herkeste aynı cevabı oluşturan bir gerçek değil. Bu en basit soru, bu kadar basit bir sorunun bile karmankarışık çok fazla cevabı var. Şimdi peki; bu basitçe soruyu bile karmakarışık hale taşıyan temel nedir? Bu elbette benim sorumluluğumdur. Ama aynı zamanda benim babamın, benim dedemin, benim dedemin babasının da sorumluluğudur. Sadece benim de değil, hepimizindir. Peki bu sorumluluğa karşı bugüne kadar ne yapıldı? ne kadar yapıldı, ne kadar başarılı olundu? Bugün Türkiye'de en azından bu basit soruya verilen cevapta gelinen noktadaki ilerleme 10 yıl önceye göre daha sağlam. Biz bunun, sizin döneminizden kalan ve topluma mal edilmiş hiçbir emaresini göremiyorsak (gençler olarak), kusura bakmayın da; size hesap sormak bizim de en büyük hakkımızdır.

Hem aidiyetimiz sizin ve sizden öncekilerin zamanından tarumar edilmiş olsun, sinmiş bir topluma evrilişimiz, kapalı bir toplum olarak kalışımız sizin ve sizden öncekilerin zamanından bize miras kalmış geri kalmışlıklar olsun; siz hiç diyet ödemeden kalkın; yaşınızın arkasına saklanarak bizi nasihat yağmuruna tutun? Biz de hiçbir şey demeyelim. İyi valla. Güzel yere demir atılmış.

Ey yaşı kemale erip, bugün sürekli akıl veren abilerim... kardeşinizi dinleyin.... çok şey değil, bir özeleştiri bile veremiyorsanız; ilk baştan zaten söylediklerinizdeki samimiyetsizliğini anlıyorum ben.

Diğer bir yandan,

"Harikalar diyarı" terimini kim ortaya attı hatırlayamıyorum ama, biz onun içerisinde yaşasaydık; sanki her isteyen vatanına dönebiliyormuş gibi yazardık, çizerdik hatta şiir yazar, şarkısını bile okurduk. Lakin durum ortada. Son başvuran 161 kişi (siz istediğiniz kadar şov deyin, Rusya dışişleri bakanlığının suriye ateşinden kaçan Çerkesler için söyledikleri de bu kadar ortada ve yakın iken *4) vatanına dönemedi. İçlerinde yaşı 18i geçenler de dönemedi. Siz de az biraz tahmin edersiniz ki dönemeyecekler. Bu dönemeyişi Rusya hukuki bir dille, bir şeyler diyerek falan filan ederek eminim bize açıklayacaktır ama, siz de bizim toplumun içine bir "şov" velvelesi yapacaksınız. Yapıyorsunuz da.

Neymiş? Sessiz sessiz gelmeliymişiz. Önceden gelmeliymişiz, şöyle bir gezmeliymişiz.. karar vermeliymişiz..

Doğru ya. Sochi'den Türkiye'ye de tıpkı öyle geldik ya..

önce geldik, şöyle bir gezdik, karar verdik ya..

Yani diyor ki; bir amerikalı kızılderili nasıl rusya vatandaşı olacaksa, siz de öyle olacaksınız. Yani burasının sizin anavatanınız olması, sizin anavatanınızdan sürülmüş olmanız, geri dönme hakkınızın bir adaleti temsil etmesi fasa fiso.. ya amerikalı kızılderili gibi gelin, ya da gelmeyin diyor kısaca.

Siz Türkiye'den Çerkesya'ya; bir amerikalı kızılderili gibi giderek vatandaş olmuş olabilirsiniz, vallahi umurumda değil ama, ben Türkiye'den Çerkesya'ya bir Çerkes olarak geleceğim ve siz istediğiniz kadar velvele çıkarabilirsiniz. Biz Türk değiliz, orası da Hindistan değil. Biz Çerkesiz, orası da bizim anavatanımız ve oraya 100er 100er, 1000er 1000er gelmek kadar, gelirken sevinçten bağırmak, düğün yapmak kadar doğal bir hakkımız olamaz.

Sizin hoşuna gitse de, gitmese de.

Artık bu yolda sizin hangi rolü oynayacağınız size kalmış. 

Dönüş dönüş demek kolay, papağanım bile söylüyor evde yoksa..

Siz oradan, buraya aktivistlik öğretiyorsunuz, halbuki orada hiçbir etkiniz yok. Adnan Khuade ile ilgili bugüne neden sessiz kaldığınızı da cümle alem biliyor ya; neyse! Böylelikle dönün dönün diyen herkesin, oraya döndüğümüz zaman maruz kalacağımız hukuksuzluklara karşı bize sahip çıkmayacağını da böylece öğrenmiş olduk.



*1 -  https://apiscanberk.blogspot.com.tr/search?q=makron&x=0&y=0, https://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/08/turkiye-kafkas-makronu-ve-siyaset.html
*2 - https://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/11/kultur-cerkesciliginden-siyaset.html, https://apiscanberk.blogspot.com.tr/search?q=%C3%87erkeZler+ile&x=0&y=0, 
*3 - https://apiscanberk.blogspot.com.tr/2016/05/cerkes-soykrm-ve-cerkes-sorunu-uzerine.html
*4 - https://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/11/rusya-dsisleri-bakanlg-hangi-kozu-oynad.html





Share:

Çerkes halkı diye bir halk vardır.


28 Mayıs günü, Ankara'da Düşünceye Özgürlük Girişiminin organize ettiği Çerkeslerle ilgili bir panel vardı. Adı "Soykırımın 152nci yılında sürgündeki halk: Çerkesler."

Paneldeki konuşmacılardan Erdoğan Boz'u bilmeyeniniz yoktur, Ahmet Cevat Benk'i de büyük ihtimalle işitmişsinizdir, Emrah Cilasun'u da gıyabında herkes tanır, Ethem Pşevu'nun yeğenlerinden. Yani diğer adıyla Çerkes Ethemin. Diğer konuşmacıları pek tanıdığımı söyleyemem. Ama Mahmut Konuk isimli konuşmacının konularından Çerkes Hasan Amca'nın mutlaka araştırılıp okunmasını tavsiye ederim. Zira, Türkiye'de Çerkes tarihi figürlerinden örnek alınan herkesten daha fazla örnek alınması, bahsedilmesi gereken herkesten daha fazla bahsedilmesi gereken birisi olduğunu düşünüyorum.

Panel de, Hakan Eken - Kafkas Halklarını, Ahmet Benk - Dönemin Politik İklimi ve Sürgünü, Selahattin Esmr - Milliyetçik ve Soykırımı, Emrah Cilasun - Ethem Bey'i, Mahmut Konuk Emir Marşan ve Hasan Amca'yı ve Erdoğan Boz - Soykırım ve Talepleri anlatmış konuşmacı olarak.

Ahmet Cevat Benk'in konuşması sırasında "Çerkes halkı diye bir halk yoktur" demesi ile, Hakan Eken'in Kafkas Halkları nedense Çerkes halklarına dönüştü demesini ise kendi konuma işleyeceğim.

Hakan Eken nedense diye soruyor, neden mi? Aynı panelde halbuki Ahmet Benk söylüyor nedenini. Çerkes halkı yoktur diyerek. Birincisi Kafkas Halkları diye bir şey vardır, fakat tıpkı Ortadoğu halkları gibi birşeydir bu, hiçbir zaman Çerkes halkları olabilmesi mümkün değildir, çünkü Çerkes halkları diye bir şey yoktur, Çerkes halkı vardır.

Kafkas Halkları içerisinde, Türk, Gürcü, Çeçen, Çerkes, Kürt, Ermeni, Oset, Abhaz, vs. Bütün Kafkas bölgesindeki halkları sayabiliriz. Bütün bunlara Kafkas Halkları denir.

Çerkes Halkları yoktur ama, böyle iddia edenlerin de iddaları içerisine Gürcü, Türk, Kürt, Ermeni dahil edilmezler.

Dar anlamda Çerkes, Abhaz, Ubıh
Geniş anlamda Çerkes, (Abzekh, Kabardey, Şapsığ adlarıyla) Abhaz, (Apsuva, Abaza adlarıyla) Oset, Çeçen, İnguş, Kumuk, Nogay, Karaçay vs. dahil edilir.

Birincisi şu ki;

Kafkas Halkları da genellikle böyle ifade edilir. Belirleyici özellik toplumun islam tabanıyla hatalı bir şekilde alakalandırılır.

Hem Kafkas Halklarında, hem Çerkes halklarında böyledir.

Yani şimdi ben buraya yazdığım için siz inkar etseniz bile, hem Kafkas halkları diye zurna çalanların, hem Çerkes halkları diye zurna çalanların kendi tanımlarına dahil ettikleri belirleyici özelliğin bu olduğunu başkaları anlayabilmelidir.

Yani uzaktan bakılınca görülebildiği  halde, yakınlaşmak isteyenlerin göreceği en büyük konu, Kafkas Halkları argümanının borazanını en çok öttürenlerin belirlediği "Kafkas olma Kriterleri"  bilgisayar tanımıyla copy-paste edilerek ortaya çıkarılan Çerkes Halkları argümanına taşınmıştır.

Hakan Eken'i tenzih ederim, belki o "Kafkas Halkları" deyimini, deyimin kökenine uygun biçimde kullanıyor olabilir. Ancak "Kafkas Halkları" deyiminin borazanını öttürenlerin hepsi kendi Kafkas Halklarını oluşturuyorlar.

Hakan Eken'in Nedense? sorusuna cevap verebilecek bir kaç yazımı buradan (https://apiscanberk.blogspot.com.tr/search?q=makron&x=0&y=0) okuyabilirsiniz.

İkincisi şu ki;

Bir kişinin, Çerkes halkı diye bir halk yoktur diyerek, Çerkes halkı adıyla yapılan bir panele farklı bir konuyla katılıp, orada tekrar Çerkes halkı diye bir halk yoktur demesi kadar abeste iştigal edecek bir durum olamaz. Hele aynı kişinin, Çerkes yazı dilinin latin ucubesiyle oluşturulması gibi akla ve mantığa hizmet etmeyen bir girişimin içinde olması ise, Çerkes halkı yoktur diyen birinin, bu söylediği sözün üzerine dikeceği tüy olduğu anlaşıldığında iyice irdelenmesi gereken bir konu olduğu düşünülür.

Biz Çerkes halkı yoktur diyen birinin kendi beyanı üzerinden yola çıkarak onu Çerkes saymama inisiyatifimizi şöyle bir kenara koyalım da, ondan sonra devam edelim.

Çerkes halkı kendisine elbette Adığe der, tıpkı Osetlerin Alan, Çeçenlerin Noxçi, Abhazların Apsuva,  demesi gibi. Tıpkı bugün uluslararası dillerde farklı adları olsa da, kendilerine farklı hitap eden diğer halklar gibi.

Yani çıkıp, Çerkes halkı diye bir halk yoktur, Adığe halkı vardır demek;

Köpek için (Türkçe), Dog (İngilizce), Sobaka (Rusça), Kelb (Arapça), Gôu (Çince), Pas (Boşnakça) yoktur. Hav vardır demek gibi

Kartal için  Eagle, Orel, Nusar, Orao, Laoying yoktur; viiiyk vardır demek gibi


Anlamsız, boş, amaçsız, zeytinyağı felsefesiyle üretilen bir şeyi ima etmektir.

Çerkes halkı vardır. Çerkes halkının da, kendisiyle ilgili panellerde inkar edilmeye tahammülü yoktur. Bu anlamda herkes haddini bilecek, kişisel ihtiraslarını bir halkın gerçeği gibi sunmaktan vazgeçmelidir.

Değilse bile, gerçekten halkı için çabalayan insanlar; kendi ihritaslarını halkının üstünde gören insanların "Çerkes halkı yoktur" zihnihyetinin verdiği söylemiyle, o kişileri kendi halkının bir parçası olarak görmeme inisiyatiflerini kullanmaktan asla çekinmemelidirler.

**Genel Ekleme:

Çerkes halkı diye bir halk yoktur demek, aynı zamanda Abhaz halkı diye bir halk yoktur demenin, aynı zamanda Oset halkı diye bir halk yoktur demenin, aynı zamanda Çeçen halkı diye bir halk yoktur demenin, aynı zamanda İnguş halkı diye bir halk yoktur demenin vs. de en kısa ve en kestirme yoludur. Bu da öyle bilinsin. Yani bana karşı uzun süre yapılan ve hiçbir anlam ifade etmeyen propagandaların, benim milliyetçilik yaptığım iddiasının da böyle düşünülmesi gerekmelidir. Çünkü Çerkes halkı diye bir halk yoktur demek, yukarıda saydıklarımın en dar ifadesidir.

Bu ifade en anlaşılabilir haliyle şöyledir: Çerkes halkı diye bir halk yoktur, Apsuvalar, Abazalar, Adigeler, İronlar, Digoronlar ve daha bir çoğu hepsi Çerkes halklarıdır demektir.

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler