Asimilasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Asimilasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çerkes Soykırımı: Yüzyıldır aynı inkar!



Bu yazıyı yayınlamadan 4 sene önce, hatta tam bugün 1 Aralıkta İstanbul Kadıköy'de Bahariye caddesi üzerinde "Çerkes Soykırımı Tanınsın" kampanyasıyla stand kurmuş ve TBMM'ne sunulmak üzere "Soykırımın kabulü" için imza topluyorduk.Hava buz gibiydi, hatta o gün yanımza Nurhan abla ile Murat abi de gelmişti destek ziyaretine. Kadıköy AKADER'den almıştık masayı...  Masanın üzerinde Çerkes Soykırımı ile ilgili bilgi veren broşürler, kampanyamızı anlatan afişler ve Çerkes Soykırımının tanınması için yazılmış dilekçeler vardı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam bu standta sürekli görev alan 5-6 kişi vardı ama, 10-15 kişi (-ki içlerinden büyük bir bölümü Çerkes de değil Kafkas da değil, korkmayın Kürt'te değil..) de gün içinde mutlaka bir süre yanımıza gelip destek oluyordu bize.

Çerkes Soykırımının tanınması için kurduğumuz ilk stand olmadığından dolayı; biraz daha becerikliydik o gün. Zira şahsen benim aktif olarak bulunduğum İstanbul'da 2 yerde daha stand kurmuştuk.  İstiklal caddesinde ve yine Kadıköy'de timsah heykelinin orada. Daha önce bu işle ilgili arkadaşlarımız Sakarya ve daha başka yerlerde de stand kurmuşlardı. Yani becerikliydik ve bismillah demeden önce polisin gelmesini bekledik. Nihayet polisler geldiğinde ve şansımıza gelen polislerin içinden kendisini Çerkes olarak tanımlayan birisi olunca, hiç zorluk çıkarmadan bizlere o gün imza toplayabileceğimiz stand için bir izin kağıdını da kendisi getirmişti.

Bu imza kampanyalarımız sırasında bu ülkede bulunan her toplumsal kesimden destek gördük ve imza topladık desek heralde yanlış olmaz. Zaten doğası gereği ezilen halklarla dayanışmayı şiar edinmiş STK'lar ya da örgütleri saymama gerek bile yok ama İstiklal'de Alperenciler, Ülkücüler dahi o gün orada bulunan bir gösterileri dolayısıyla gruplar halindeydiler ve gruplar halinde gelerek imza kampanyasına desteklerini sundular.

Bir tek yazımın başında belirttiğim gibi, 4 yıl önce bugün Bahariye caddesinde kurduğumuz standta imza toplarken ortayaş üstü bir kadının saldırısına maruz kaldık. Kadın topladığımız imzaların Türkiye'yi bölmek olduğunu, kendisinin de Çerkes olduğunu bizlere bağırarak; bu kimliği toplumdan ayrıştıramazsınız diye feryat ediyordu. Mahalle ağzıyla söylemek gerekirse bir çıngar çıkarmaya çalıştı ve yaklaşık 10 dakika boyunca standımızın karşısında, imza atmak için bizlere yaklaşanlara bizlerin terörist olduğunu, bu yaptığımız eyleminde Türkiye'yi bölmek olduğunu bağıra bağıra (ya da anıra anıra) anlatıyordu. İlk gelip diyalog kurmaya çalıştığında da kendisiyle şahsen ben muhatap olup, bu konunun düşündüğü gibi olmadığını anlatmaya çalışsam da kadının diyalog kurmak istemediğini anlayarak "peki hanımefendi" diyerek kendisiyle diyaloğumu keserek standın diğer bölümleriyle ilgilenmeye başlamıştım. Yaklaşık 10 dakika sonra güvenlik şubeden gelen polisler kadını alandan uzaklaştırana kadar kadın kendisinin üstüne basa basa bir Çerkes olduğunu, Türkiye'yi çok sevdiğini, Çerkes soykırımı diye birşey olmadığını, bizim Çerkes olmadığımızı, terörist olduğumuzu haykırmıştı.

Bugün o günden tam dört yıl sonrası...
...tam bugün olmasa da geçtiğimiz günlerde yaşanan Kafkas Dernekleri Federasyonu Olağan Kongresi sırasında, Cumhuriyet Halk Partisi'nin milletvekili sıfatıyla kongreye katılan bir kişi kürsüden üzerine basa basa bir Çerkes olduğunu belirterek, kendisinden önce konuşanların bazı görüşlerine katılmadığını ifade ederek "Çerkes soykırımı olmamıştır" dedi. Bunu Türkiye'de Çerkeslerin en örgütlü yapısı olarak bilinen bir federasyonun kongresinde, orada bulunan ve her biri Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki Çerkes derneklerini temsil eden delegelerin oluşturduğu Kafkas Dernekleri Federasyonu Genel Kuruluna karşı söyledi. Bunu söylerken ki tarzını da incelediğimizde tipik bir türk politikacısı ağzıyla konuştu desem inanın haksızlık olmaz. Çerkesler yüzlerce yıl savaşmışlar, çok acılar çekmişler, emperyalist devletlerin ikili oyunlarıyla sürgüne gönderilmişler dedi. Ama üzerini çize çize; 1864 yılında son bulan ve sadece o tarihten sonraki yaşadıkları bile BM'in soykırım tanımına uyan trajedimize, "soykırım değildir" dedi. Aslında ilgili konuşmayı bulup dinlerseniz ya da okursanız; bütün konuşmasında söylediği tek şeyin Çerkes soykırımı yoktur demek olduğunu, onun haricinde söylediklerinin ise bunu dolandırarak söylemek olduğunu daha iyi anlarsınız.

Yukarıda anlattığım olayla bir kaç farklılığı bulunan bu olayda birbirine benzeyen iki durum tespiti yapıyorum aklımdan. Birincisi: Standımıza saldıran kişi de inatla ve üstüne basarak Çerkes olduğunu söylüyordu. İkincisi: Soykırımı inkar etmeyi vazife edinmişlerdi.

Birinci olaydaki şahısla, ikinci olaydaki şahısın hiçbir  bağlantısı yok... ancak birinci olayla, ikinci olayın tarihsel bir ortaklığı olabilir.

Biz son 10-15 yılın ama özellikle de son 4-5 yılın içerisinde ülke çapında defalarca hüzün, acı, öfke dolu şoklar geçirdik. Cumhuriyetin birbirine zıt tüm toplumsal yapıları bazı acıların, hukuksuzlukların, zulümlerin, baskıların altında arasıra bir araya gelebildiler. Ki bunun en bariz örneği; Gezi eylemleri oldu. Şahsen kendi tecrübelerime dayanarak; hayatta yanyana gelebileceğine inanmadığım düşüncelerin etkisinde bulunan toplumsal yapıların yanyana geldiğini, dayanışma gösterdiğini, ortak bir nokta bulduğunu yerinde ve eylemin her aşamasında gözlemledim. Dahası o günden sonra düşüncesine kökten karşı çıktığım görüşlere dahil ama görüşün tabanını oluşturan sokaktaki, mahalledeki, köydeki, apartmandaki vs. insanlarla da diyalog kurmayı öğrendim. Daha önce zihnimde "falancılar kötüdür, filancılar iyidir" diye bir set olarak oluşmuş ve insanlarla şahsi illişkilerimi bile belirleyen o duvarı yıkıldı; insanlar benim için Ahmet, Leyla, Canan, Mahir vs. oldular. Kısacası hem konuşarak anlatmaya hem dinleyerek anlamaya başladım. Zaten Gezi eylemlerinin benim için en büyük katkısı da bu oldu diyebilirim. Hatta bu yüzden saldırdılar geziye; Özgürler Azadları dinlemesin, Erkekler Kadınları duymasın, farklı olanların çatışması; iktidarın en büyük kaynağı değil mi zaten?

Şuanda yine durum böyle...  Kimse kendisinden olmayanı dinlemiyor, duymuyor...

Bu diyalog ortamı kalktı ne yazık ki, sanki topluma reset atıldı ve yine herkes karşısındakinin ne söylediğini umursamadan "falancılık-filancılık" yapmaya başladı.  Bir tek; İktidar karşıtlığı kaldı o günden geriye... Çünkü iki şey para ediyor siyasette: Birisi güçlü iktidar olmak, diğeride güçlü bir muhalefet olmak. Güçlü muhalefetin sınırları; iktidar karşıtlığıyla ölçülüyor. Bugün CHP; bütün programını AKP'ye muhalefet olmak üzerine kuruyor, siyasi kalemleri toplumu bunun etrafında kenetlendirmek için çaba harcıyorlar.

Benimde aklımda tek bir soru dolaşıyor...

İktidar nedir?

Çok ucuz düşündüğümüzü düşünüyorum, çünkü biz iktidarı hep dönemlerde arıyoruz. Böyle yapmamız hem dönemin iktidar temsilcisi olan siyasi partisi için, hem de asıl iktidarın muhalefet partileri için çok elverişli bir ortam sağlıyor. İktidarın bir dönem meselesi olmadığı gün gibi açık. İktidar bir anlayıştır ve hatta bu anlayışın oluşturduğu bir devlet politikasıdır diye biliriz. Daha da sürdürebiliriz bunu konuşmayı, ki bunu buradan defalarca farklı konulardan ele aldığımdan ve şimdiki konumuzdan da daha fazla kopmamak için bu kadar kısa açıp kapatıyorum.

Bu kadar şeyden sonra; söylemek istediğim şey! İktidar zihniyeti gelmiş Türkiyedeki Çerkeslerin en büyük kurumlarından biri olan federasyonun kongresinde, genel kurul üyelerinin yüzüne baka baka, Çerkes olduğunu da üzerine basa basa söylemekten imtina etmeyerek Çerkes soykırımını yok sayıyor. Dahası; genel kurul üyelerinin bir bölümü de bunu alkışlıyor.

Şimdi okuyucularımın vicdanına bırakıyorum, bir milletvekilinin bir çerkes kurumunun kongresine gelerek genel kurula karşı; kendisinin de çerkes olduğunu belirterek, çerkes soykırımını yok sayması hangi akla ve vicdana sığar?

Daha da kötüsü, bunu yapanı alkışlamak için olaya hangi yönden bakmak gerekir?

Çerkeslik mi? Yoksa partizanlık mı!..

Peki bunu yapana ve alkışlayanlara karşı koskoca genel kurulda bir tane itirazın olmaması?

Asalet mi? Nezaket mi!..

Tüm Türkiye'nin neredeyse bir çok yerinde insanlar iki şeyle uyuşmuş vaziyetteler ve tek gerçeği göremiyorlar. İnsanları uyuşturan şeylerden birisi "Türk-İslam" siyasetiyle iktidarın hükümeti olanlar diğeri de "Türk-İslam" siyasetiyle" iktidarın muhalefeti olanlar.

Göremedikleri tek gerçek ise; İkisinin de aynı iktidarı paylaştığıdır.

Hükümetin her söylediğini alkışlayanlar ile muhalefetin her söylediğini alkışlayanlar; aynı profilde insanlar!

Mevcut hükümetin partisi bu ülkede yönetici olduktan sonra sürekli "yeni Türkiye" söylemini öne sürdü. Basit gibiydi ama değildi; güçlü bir slogandı "Yeni Türkiye" sloganı. Eski Türkiye'de acı çeken, zulüm gören, inkar edilen ve asimile edilen o kadar çok unsur vardı ki; yeni Türkiye onlara hiç olmazsa bu yönde bir umut vaadediyordu.

Hani derler ya "Allah var; hakkını yemeyelim" diye. Yemeyelim de. Sadece söyleme dayanan bir umut olarak kalmadı, bir açılım sürecinide içinde doğurarak; ve bütün eksiklerine rağmen kendisi için en büyük kambur olan Kürt sorunu yönünde barışçıl bir çözüm doğurabilecek bir adımlar da attı.

İktidarın genel başkanı diyor ya hani; "yeni nesiller bilmez eski Türkiye'yi" diye. Çok yeni olmasam bende az biraz biliyorum yani. Mükemmel bir ülke değildi, ne Kürtler için, ne Çerkesler için, ne Aleviler için ne de Emekçiler için. Nasıldı diye soracak olursanız; az-çok son 3 yıl gibiydi. Hatta anadil dersi yoktu. Ragıp hoca (hala marmara bölgesinde dersler veriyor) gizli gizli Çerkesce kurs veriyordu bize mesela.. yasal değildi. Biz Türk olmadığımızı biliyorduk, hiç Kürt tanımıyorduk çocuklukta; Kürtleri de "dağa çıkmış Türk" diye öğretiyorlardı bize. Şimdi hiç olmazsa Kürtleri, Çerkesleri falan kabul ediyorlar, dilleri de kısmen yasaklamıyorlar. O zaman biz "Kafkas Türkü", Kürtler de "dağa çıkmış Türk" idi.

Ha diyeceksiniz ki; ne kadar eskisin ki sen diye. Doğru, henüz yeteri kadar eski değilim belki ama zaten ben eskiye gittikçe kimliğim için ne kadar daha kötü zamanlar yaşanmışsa, benden eskiye doğru gittikçe de inanın daha kötü şeyler yaşandı.

Benden daha kötü şeyler yaşanılan zamanları da yaşayanlar var henüz..

Velhasıl;

Biz son üç yılın sıkıştırılmış baskı, zulüm, işkence vs.'lerini yaşarken pek tabi bunların birinci dereceden sorumlusu gördüğümüz hükümeti kuran partiye kafayı öyle takmış durumdayız ki; onun haricindeki herkes şuan bir kurtarıcı modunda gibi geliyor sanırım bize. MHP, küçük Akp olduğundan; onu akp'nin haricinde saymakta yersiz zaten. Olmasaydı; kimisinin dediği üzere en azından bizi açıkça tanımayan samimi faşist bir parti olarak, tanıyormuş gibi inkar eden kılıflı faşist bir partiden daha iyiydi diye yorabiliriz Çerkeslik için.

Doğrusu mu hayatı sadece Çerkes olarak yaşamadığımız için ve dahada önemlisi hayatın bize verirken ve bizden alırken Çerkes olduğumuzu umursamadığı bir çok şeyden mütevellit, hiç mevcut hükümetin savunucusu yada destekçisi olmadım hatta sürekli onun neoliberal politikalarına ve batılı liberallerin ılımlı islam tanımlamasıyla cumhuriyeti evrilttiği yeni düzenine karşı en önde mücadele ettim ve hâlâ ediyorum. Çünkü ben aslında mücadelemin temelini bir siyasi parti destekçiliği ya da karşıtlığı oluşturmuyor, bir siyasi partiyi iktidardan düşürmek için ya da başka bir siyasi partiyi iktidara taşımak gibi bir niyetim hiç olmadı. Ben bir anlayışa karşı mücadele ediyorum.

Hiçbir şey değişmez değil, insanlarda, insanların oluşturduğu siyasi partilerde buna dahil.

Geçmişte tüm halklar ile birlikte pek tabii Çerkesleri de inkar eden bir anlayışı temsil eden zamanın hükümeti olan bir partiye karşı bile bugünün şartlarında yaklaşarak değerlendiriyorum.

Dün bizi inkar eden anlayışı, bugünde inkar ediyorsa..

Bizi kendi anavatanımızdan koparıp, burada eritmek istiyorsa..

Bizim acımızı, dilimizi, sorunumuzu yok sayıyorsa...

Dahası mı; bunu bize, bizden olanlarla taşıyorsa!.. bize bunları alkışlatıyorsa, biz bunlara ses çıkarmıyorsak.. CHP aynı CHP demek için inanın bir sebebimiz oluyor.

CHP hangi aynı CHP mi?

Bizleri sürgüne tabi tutan, anadilimizi konuşmamızı yasaklayan, bizleri inkar ve asimile etmek için programlı politikalar üreten, bizi kendi vatanımıza yabancılaştıran, bir kişi üzerinden hepimize hain yaftası yapıştırmak için tarih yazan ve bu tarihi eğitim müfredatlarına sokarak bizi utandıran.. Cumhuriyet tarihindeki ilk  "iktidarın hükümeti" olan şuan ki "iktidarın muhalefeti" olan CHP.

CHP aynı CHP...

Köyümüzde bile Çerkesce konuşmayı yasaklayan, gelen genel kurulumuzda Çerkes soykırımı yoktur diyen CHP.

...ve bize bunları alkışlatan CHP
...ve bizim buna itiraz edemediğimiz CHP

Share:

Kültür Çerkesciliğinden, Siyaset Çerkesciliğine ilişkiler (1)

Kültür Çerkesciliğinden, kimliğe dayalı bir siyasi Çerkesciliğin yaratıcısı biz değiliz, bitiricisi de olamayacağız, fakat çok açık ve net bir şekilde kaleme alabilirim ki; kararımız olmayan bu geçişin şu günlerde ki Çerkes halkına en verimli siyaset üretenleri de, bırakın üretmeyi; kimliğimize dayalı ve yaşadığımız gerçekliği göz önüne alarak gelecekte en verimli siyaset üretmeyi işaret edenleri de bizim içimizde ve çevremizde. Salona sıkışmış kalıpta, dört duvarın içinde cılız ve kısık, hatta kendisini bile işitemeyen kültür Çerkesciliğinin hazin son on yılı, giderek kendine ağırlaşan yapıları arasında neredeyse kırılmak üzere olan beli; kültürcülüğün hatalı olmasından ziyade, kültürcülüğün yanlış yorumlanmasından kaynaklı. "Politik Hat: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür" isimli yazımda, kültürün ne anlama geldiğini ve diyaspora da nasıl okunduğunu ve işlendiğini anlattım, fakat burada da tek kelimeyle anlatmam gerekirse; kültürcülük yalnızca düğüncülük, kaşencilik, halujculuk olmamalıdır, birazcıkta dilcilik, adaletçilik, temasçılık olmalıdır diyebilirim. Nitekim, artık Çerkeslere, siyasi kimliklerinizi askıya bırakın ve içeri girin diyen dernek mantalitesinin çöküşünün arifesindeyiz ve herkes iyi biliyor ki, artık Çerkesler içinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve siyaset gençlik tarafından, bizzat onlara siyaseti yasaklayanların bile zihniyetlerine girecek. Giriyor da!

İşte bu, kültürcülük ve siyasetçilik arasındaki ara geçişin etkileriyle, toplumun belirli kesimleri arasındaki çatlakların görülebilir bir hal alması da, siyasetçiliğin doğal politikası olarak okunmalıdır. Bu çatlağın, artık görülebilir hale gelmesine ise hiç üzülmemeliyiz, nitekim artık bunun ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış durumda değil mi? Bir yandan, Çerkesim demeyi hayatının her evresine entegre etmiş ancak Çerkesliğin en önemli nüvelerini hiçbir şekilde kendisinde barındırmayan bir yığın, Çerkesliğin tahrip olan nüvelerini ortaya çıkarmak isteyenlere karşı adeta "Çerkesim" demeyi yasaklar halde değil miydi? Çerkesim diyerek; utanmadan, sıkılmadan ve rahatça karşıt görüşteki insanlara ulu-orta küfür edenlerin varlığı ayyuka çıkmamış mıydı? Memleketi, içinde bulunan tüm kesimleriyle sürekli kana boğan bir savaşı durdurmayı üstelik bunu ayrım gözetmeksizin tüm toplumsal kesimlerin faydasına isteyenleri "yemek-kab" gibi ezik ve zavallı argümanlarla bastırmak isteyenler, dillerinin altındaki baklalarıyla "daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla ölüm" diye kudururken, aynı kelimeyi aidiyet iması olarak kullandığımız için en az bir kere utanıyor değil miydik?  İş yerimizde, okulumuzda, sokağımızda, mahallemizde Türk arkadaşlarımız dahi bize beğenmeyen gider demezken, sözüm onlara bizimle aynı kaderi paylaşmış bu Çerkesler, beğenmeyen gider gibi ukalaca bize hitap ederken, ne hissediyorduk? İşte 150lik Çerkeslerin, içeriden içeriden çatladıkları ve çatlaya çatlaya uçuruma dönüştükleri bu durumun ortaya çıkmasından hiç rahatsız değilim. Ben onlardan, onlar da benden utanıyorlar; ne kadar adilce bir durumdayız..  Artık onlarla benim aramdaki farkın bir anlamı ve karşılığı var, onlar "Çerkez" ben "Çerkesim" ve aramızda tek harfi değişen bu ima, yalnızca bundan ibaret değil, onlar başkalarının tarihiyle bir yol bulmuş ve gidiyorlar, ben ise kendi yazılmış tarihimi klavuz edinmiş; "Çerkeslik İnsanlıktır" deyimine sadık, dünya ile bir Çerkes olarak bağlantı kuruyorum. İşte bu, kültürcülüğün kendini düğüncülük, kaşencilik ve halujculuk arasına alarak daralttığı, bizim ise bu kültürün bir nüvesi olarak gördüğümüz dilcilik, adaletçilik ve temasçılığın bir gereği. Dünya ile temas eden, kendi adalet anlayışı olan ve olguları bu anlayışla ele alıp kendi dilinde okuyabilen bir politik kültürcülük. Siyasetçilik!

Siyasetçilik, kendine kültürcülükte bir taban bulabiliyor ve bu tabanla, politik bir dizi teması da olabiliyor. Bunun anlaşılması basit, sonuçta giderek Çerkeslikten yozlaşan, biyo-çerkesler görünmez değiller ve üstelik gözümüzün önündeler, onları görmemek için bir çeşit körlük yaşıyor olmamız lazım ve bunu yalnızca yazarlar, aydınlar, enteller, kimlik savunucuları, post modern dönüşçüler değil, bir çoğu görüyor. Kimisi kampının etkisinde, siyaseti ne kadar reddetse dahi onu yaşayarak bunu görmezden gelmeyi denese, hatta görmediğini ilan etse de, onlar da görüyor ve bu görülme, bir kaç yıla kadar Çerkesim diyen herkesin inkar edemeyeceği bir hal alacak, gidişat böyle. İşte bu gidişatı şimdiden görebilen insanlar, kültürcülük ile kendini sınırlayan yerlerde artık refleksif bir siyasetçilik pozisyonu alıyorlar ve bu refleksif durum bir müddet sonra kendini bir bilince taşıyor, bu bilince taşınım; siyasetçilik yapanların çalışmalarına bağlı bir şekilde hızlı ya da yavaş olsa da, yozlaşmaya paralel şekilde direngenlik gösteren ürettiği siyasetin gidişatı da, ileri ki günlerde bilince ulaşımın hızının artacağını işaret ediyor. Ancak Kültürcülük, kendini siyasetçilik arenasında pek temsil edemiyor, aslında bunu istese dahi yapacak bir ön çalışması hiç olmadı, seçimlerden evvel kültürcülük üzerinden türkiye'nin en büyük Çerkes örgütlülüğüne sahip bir kurumun durumu da bunu işaretlemişti, ama az durun; o kuruma alternatif olarak kendini ortaya koyan ve kısa tarihinde bir dizi siyasi refleks göstermiş bir diğer kurumun da böyle olduğunu söyleyecek veriye sahibiz. Soykırımın yüzellici yıl anmasında, o kurum yöneticileriyle HDP arasındaki uyumluluk, kurumun tabanına yansıyabilmiş değildi. O kurumun oluşum süreci her ne kadar belirli bir çalıştaya ve hak taleplerine yönelik atakla başlamış olsa bile, bugün o kurumun en üst derece sorumlusunun, o kurumun nüvesi olan bir inisiyatifin ortaya çıkardığı bir diğer kurum olan siyasal kanatın altında tabanına yaklaşacak kadar cesur olamadı. Toplumsal muhalefetin tepkisini her geçen gün arttıran ve bugüne kadar Çerkesler için hiçbir olumluluğu gözükmeyen, elindeki kanı dünyanın her bir yerine bulaşmış bir terör örgütünü finanse ettiği belgeleriyle kanıtlı bir siyasal eğilimin çatısı altına girmeyi canı gönülden denese dahi, bunu da yapamadı. İki örnekte, kültürcülüğe sıkışmış, tabanını bu taraftan yakalayabilen yapıların, siyasetçilik kulvarındaki hezeyanı olarak okunmaya müsait. Karşıt kuvvetlerin de, bu açıkla ilgili çalışmaları oluyor, ancak tamamen Çerkes talepleri ve bu taleplerle birlikte Çerkeslerin, yurtlarına yönelik bir geleceği kurgulayan tabanı, bunu ütopya olmak dışında, mümkün olacak sınırları içerisinde değerlendiren; mevcut durum ve şartların değerlendirilmesini ve bir gerçeklik ile hareket edebilmesini küçük bir zümre deniyor, başarmaya çok yakın, ancak yolu çukur doldu bir zümre. Bugün o zümrenin, genişleyen dallarının bir kısmı kendini karşıt konumda pozisyonlatarak olsa bile kültürcülük için kendini kapatan tabana girdiği tartışılmaz bir konu.






Share:

BİZE VERİLEN AYAR: ATASEN FİTNESİ



Atasen isimli güdümlü bir yapının, halkımıza karşı tahrik girişimleri bugünler de sosyal ağların siyasi bölümlerinde havalarda uçuşur hale geldi. Açıkçası, bu yapının sayın Selahattin Demirtaş ile fotoğraf çektirmiş arkadaşlarımızın fotoğrafını kullanmak sureti ile yayınladığı "Çerkes ihanetinde 2nci perde" isimli makalesinde, son derece açık ve net biçimde gerçek yansıtmadığı görülüyordu. Hatta öyle ki; bu kadar yalanı bir araya getirip bir makale oluşturmak öyle cahil cüheyla takımının yapabileceği bir şey değildi. Yani, bir cahilin; cehaletini kusarak yazdığı makaleydi demek için sanırım biraz cahil olmak gerekir bile diyebiliriz. Sonuçta; bu makale yayınlandı. Bir anda sosyal medyada, girmediği Çerkes grubu kalmadı. Altında tartışıldı, üstünde tartışıldı. Telefonlarda görüşüldü.. kısacası, ben Çerkesim demeyi unutmamış neredeyse tüm Çerkesler bu konu hakkında haberdar edildi.  Birileri tarafından suç duyurusunda bulunacak değere taşındı. Velhasıl, artık olay adalet makamına intikal etti. Peki hala ne tartışılıyor?  Çok basit: Tartışılan konu yok. Herkese sadakat yemini ettiriliyor, Türkiye vatanseverliği pekiştiriliyor, duygulandırılıyor. Faşizmin açtığı yara kaşınıyor, kamplaştırılıyor. İnsanlar Atasen'e öfkeliler; ancak bu öfkelerinin kaynağı; Çerkeslerin hak istemesine karşı olan tutumunun ihanet olarak değerlendirilmesinden ziyade, HDP'li Çerkeslerin fotoğrafının paylaşılmış olması. Hiç kimse "Demokratik bir ülkede, anadilde eğitim istemek,  anadilde radyo ve televizyon istemek, adalet bakanlığınca onaylanmış ve seçimlere girmiş ve girdiği seçimlerde %13 oy olarak barajları aşmış, seçim hükümetine 2 bakan vermiş legal bir partide siyaset yapmak ihanet değildir" demiyor. Herkes; baş koymuşum türkiye'nin yoluna... şarkısı eşliğinde; devlet paramiliter köpekleri aracılığıyla  bir katliam planı yapsa, hepsi gönüllü olacak ruh haliyle bağırıyor? Hemde ne diye biliyor musunuz? "BİZ TÜRKÜZ"  diye. "YEDİĞİMİZ KABA PİSLEMEYİZ" diye. Mesele bu. HDP içerisinde siyaset yapan arkadaşlara "Kürtçü" diyenlerin %90'ı Türkçü halbuki. Daha önceleri; "Kürt metaforu" üzerine uzun uzadıya yazmıştım http://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/06/devletin-cerkesleri-ve-ibretlik-halleri.html ) tekrar edecek halim yok, ancak HDP'li olsun ya da olmasın, Türkçülüğü içselleştirip onun için ölmeye hazır kıvama getirilmiş Çerkeslerin dışındaki herkes, böyle buhranların ortaya çıktığı anda bir dayanışma meclisi oluşturmaları gerekmektedir. Bugün çok basit bir fitne; halkıyla, halkı adına talepler üreten aydınların arasında bir yarık açmaya yettiyse; bu da o dayanışma meclisinin ortaya çıkarması gereken ruhtan yoksun olduğumuzdan kaynaklıdır. Ve bilinmelidir; dün Türkçü Turancıların, bugün Atasencilerin yaptığı bu politika, onların cehaletinin bir dışavurumu değil, aksine içerisindeki çok zeki birilerinin bizim içerimizdeki cahilleri kışkırtma kampanyasının ürünüdür. Dikkat edilmesi gereklidir.

Share:

Söz konusu Şamil olduğunda; hepimiz kardeş oluyoruz öyle mi?

Bir kaç gün önce, sosyal medya hesabımdan bir yazı paylaştım. Yazıyı da, 20 Temmuz Suruç katliamından hemen sonra, saldırıda şehit edilen kardeşlerimize edilen küfürleri, hakaretleri okuduktan sonra, planlamadan yazmıştım. O yüzden burada yayınlamadım. Fakat demek ki bir çok insan, aynı manzaradan dertlenmişti ki, yazı genel paylaşım kitlemin ötesinde birilerine ulaştı. Sonra Pangea Kültür'den tanıdığım yoldaş İlknur, idare ettikleri direnisteyiz.org sayfasından bu yazıyı paylaşmak için müsaade istedi ve bende elbette buna müsaade ettim. Benim paylaştığım yazının herhangi bir başlığı olmasa da, İlknur; yazıda kullandığım metafora uygun bir başlık attı. "Ya Şamil'in torunusun, ya Nartan'ın yoldaşı! Söyle: Kimsin sen?" diye. İşte bu andan itibaren Suruç Katliamını açıkça onaylayan, yoldaşlarımıza alenen veya dolaylı olarak hakaret eden ve onların paralel düşüncesinde, tüm bu katliamı yok sayan birileri; bir anda duyarlı oluverdi ve yazımın paylaşıldığı tüm ortamlarda sözde beni milliyetçilikle itham etti. Çok kolaydı değil mi beni milliyetçi ilan etmek. Siz, çevrenizde devletin ve devletin beslediği terör örgütü mensuplarının planlı ve programlı şekilde silahsız yurttaşlara yaptığı tüm bu katliamlara sessiz kalırken ve söz konusu Şamil'e geldiğinde hemen duyarlılaşanlar, beni milliyetçi ilan etmeden önce kendinizi bir araştırın. Sözüm ona, facebook sosyalisti birileri de; sanki şamil'in benim yazımda kullandığım metaforu ben yaratmışım gibi benim yok etmemi (haliyle yok etmemi değil, bunu görmememi, bunu konuşmamamı) istemiş, buna karşılık verdiğim cevaba verecek cevap bulamayınca da beni "yeni yetme solcu" ilan etti. Komediye bakın, kendileri yaşlarından aldıkları anormal bir yetkiyle kendilerinden küçük olan birilerini aşağılamanın kolayını bulmuşlar. Fakat haberleri olsaydı bir sosyalist olmadığımın, belki bu talihsiz açıklamayı yapmayabilirlerdi. Halbuki benimle konuşan pek çoğu ve elbette kendisi de bilir ki, ben sosyalist değilim. Neyse.

Şimdi de, Şeyh Şamil metaforundan yola çıkarak, kardeşliğe verdiğim zarara ilişkin ek bir not yazmam gerekti. Zira, ben Çeçen, Çerkes kardeşliğine zarar veriyorum ya, işte o yüzden. Söz konusu Nartan olduğunda, bugün kardeşliğimizi böldüğümü bangır bangır bağıran bazı Çeçen arkadaşlar, söz konusu Nartan olduğunda, söz konusu Tsey Mahmut olduğunda, Soçentsuk Aliy olduğunda, Yusuf olduğunda neden kardeşimiz olmayı akıl edemediler. Neden, zalimlerin bu zulümlerine tek kelime etmediniz? Biz biliyoruz ki, Çeçenler bizim kardeşimizdir ve Şamil, ne metafor olarak ne de tarihte düşmanına teslim olup hacca giden bir savaşçı olarak bizim kardeşliğimizin bağlayıcısı, sonlandırıcısı olmayacaktır. Kaldı ki, Şamil'in Çeçen olduğu da bir tartışma konusudur fakat biz öyle varsaysak bile Çeçenlerle kardeşlik bağlarına sahibiz. Aynı şekilde, bazı Çeçen örgütlerin Beslan'da baskın yaptıkları okulda öldürdükleri Oset çocuklarının da kardeşliğine sahibiz. Aynı şekilde Çeçenistan'dan Suriye'ye geçerek, amansız bir savaşta en iyi katil olmayı sürdüren Çeçen Hilafetçilerin katlettiği Alevilerin de kardeşliğine sahibiz. Sizden, bizden ve bölge egemenlerinin neredeyse hepsinden küfür işiten Kürtlerin de kardeşliğine sahibiz. Biz, makro adaletçi ve eşitlikçiyiz. Beni mikromilliyetçi gibi absürd bir kelimeyle yanyana getirmeye, hiçbirinizin anıları yetmez. Asıl milliyetçi sizsiniz, fakat milliyetçiliğiniz bile özürlü. Türk jargonuyla kuşandığınız Çeçen/Çerkes milliyetçiliğiniz, bütün ucubeliğine rağmen sizi dik tutan tek şeyse, onunla birlikte yerin dibine batın. Battığınız yerde boğulun.


Share:

"TC" Çerkes'e: Bölücü sizsiniz, sempatizan sizsiniz, it sizsiniz.

Siz kendinizi ne kadar inandırırsanız inandırın bizim kötü olduğumuza, biz; ezilmiş bir halkın mücadelesini omuzlarken, ezilen kadınların çığlıklarını sırtlanırken, katledilen doğanın işitilmeyen acısına ses olurken, sömürülen emekçinin hakkını ararken; sizin tüm o iftira gürültülerinizin arasından tüm dünyaya, tüm zamanlara, tüm yüreklere kim olduğumuzu zaten gösteriyor olacağız. Dün olduk, bugün oluyoruz ve yarın olmaya devam edeceğiz! Bunun için bir karşılık beklemeyeceğiz! Teşekkür beklemeyeceğiz! Dua beklemeyeceğiz! Bunu hiçbir beklenti içerisine girmeden yapacağız ve tüm niyetimiz; tüm halkların kardeşçe, güvenle, eşit ve özgür bir gelecekte buluşması olacak. Tüm amacımız hünerleriyle patronlarını zenginleştirip, kendileri hergün fakirleşen emekçilerin hak ettiği bir yarında çocuklarıyla, aileleriyle, kendi anadillerinde, hep birlikte eşitlik türküleri söyleceği bir yarının temelini atmaktır. En başta, tüm şovanist ve deli zırvalığı olan vatan edebiyatını bir kenara bırakıp bakmanız, hepimizin bu dünyayı paylaştığını ve hiçbir suni kavramın yaşayan bir canlıdan daha önemli olmadığını anlamanız gerekir bizi anlamanız için, oysa siz; hiç yaşamayan kavramların insan öldürmeyi meşru kıldığı bir zorbalık, bir faşistlik felsefesinin neferleri olduğunuz için! Biz eşitlik dedikçe siz bölücülük diyeceksiniz. Asıl bölücülük, anneleri evlatlarından ayırmak, halkları dillerinden ayırmak, kadınları erkeklerden ayırmak, işçileri haklarından ayırmaktır. Asıl bölücülük yapan sizlersiniz ve bugüne değin nice insanı sırf kendi değerini taşıdığı için; yaşamından ayırdınız. Biz bunu reddediyoruz! Biz; kanla yazılmış, toprağı kanlandırmayı öven, kanla kutsanan bu hasta felsefenizi reddediyoruz! Biz, halklara ölümü vaadeden bu faşist düşüncenizi reddediyoruz! Bizi suçlayacağınız ve yaşamsal boyutta hiçbir değeri bulunmayan düşüncelerinizi reddediyoruz. Bizler, Anti-Faşist Çerkesleriz, Çerkes soluyuz, HDK-P'li Çerkesleriz! Kobane'de faşist islam örgütünün cehenneme çevirdiği hayata karşı dimdik savaşan Suphi Nejatlarız! Yaşasın halkların kardeşliği diye haykıran Yusuf Aslan'ız! Halkı için verdiği mücadelede kalleş bir kurşunla vurularak katledilen Mahmut Özden'iz! Nazi kampında işkenceyle öldürülmüş Soçentsuk Aliy'iz! Devlet-i Aliyye tarafından zenginleştirilip halkını köleleştiren Çerkes beylerine karşı Bzeyiko savaşını sürdüren isyancılarız! Kadın hakları için, belkide yaşadığı çağda çok riskli bir görevi üstlenip feminist dergi çıkaran Ulviye Nuriye Civelek'iz! Abbasi'de toprak ağalarının Afrika'dan getirtip bataklıkta çalıştırarak kırdığı ve bu duruma isyan edip El-Muhtare'yi kuran Zenc'leriz! Ya siz kimsiniz? Övündüğünüz değerler nedir hiç kendinize soruyor musunuz? Bu topraklarda ölmekten-öldürülmekten övünüyorsunuz, kabdan yediğinizi kabullenip, ona pislemeyeceğinizle övünüyorsunuz! Tüm asimilasyon programları uluorta dururken, böyle birşey olmadı zırvalığıyla ortalığı karıştırıyorsunuz velveleye veriyorsunuz! Nice evlat anasından babasından, nice baba evladından, sevdiğinden bölünürken, katilleri hiçbir ceza almıyorken; faşizmi inkar etmek lazımken siz faşizmin askeri olmaktan övünüyorsunuz! Bölücü sizsiniz! Biz kardeşliği, siz düşmanlığı bağırıyorsunuz! Bir köpek gibi, dilini-tarihi unutarak yaşamak ve sahibinizin size düşman öğrettiğine havlamak marifetse haberiniz olsun, 1864de atalarınız; kendilerine sizin bugün yaşadığınız hayatı reva görselerdi hiçbir soykırım ve sürgüne tabi olmadan bugüne kadar sizin gibi köpek gibi yaşayabilirlerdi! Ama onlar başkalarının köpeği olmayı reddettikleri için savaştılar, soykırıma ve sürgüne tabi tutuldular, onlar gibi özgür ruhlu insanlardan bugün evrildiğiniz nokta; köle ruhlu alçaklar olmamalıydı! Atalarımızın kemiklerini biz değil, siz titretiyorsunuz ve işin en kötüsü bugün atalarımızın değerlerini de en çok siz sömürüyorsunuz! Hemde bunun bile farkında olmadan..

*Not: Konudaki köpek sözcüğü; hayatı boyunca hiçbir canlıya nefret gütmeyen, insan tarafından dünyası gasp edilmiş ve insanlarla birlikte kentleri paylaşmak zorunda kalan, eziyetler ve işkenceler gören o masum canlı değil; birisinin emrini icra etmek için komut bekleyen köle ruhlu insan türü tabir edilmiştir. Yinede biz insanların aynı zamanda bu güzel ve sevimli canlı türüne köpek-it gibi tabirler kullandığını bildiğimiz için yeryüzünde yaşayan tüm köpeklerden özür dilerim.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler