Demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kadir deyip geçmeyin..

Bundan çok değil, 5 sene önceleriydi. Havalar yine böyle tam soğumamıştı; istanbul’da devletin kadife eldiven giymiş demir yumruklarını hala bedenimizde taşıyorduk arkadaşlarımızla. Arkadaşlarımızdan biri; Kadir Canbek’ti. Daha tanışalı 6 ayı geçmemişti Kadir Canbek ile, Kadir’i sanki kader sürükleyip getirmişti hayatıma; iyi kötü, öyle böyle çok şey yaşadık onunla geçen 6 ay içerisinde.. birden fazla ortak yönümüzün olduğu nadide Çerkes arkadaşlarımdan olsa gerek kanım hemen kaynamıştı ona. Kadir ile beni Çerkes olmayan bir ortak arkadaşımız tanıştırmıştı, dün gibi de aklımda Antalya otogarında onları karşıladığım zaman. Arkadaşımıza ilginç gelen benim adım ile onun soyadının bir harf eksik çok benziyor oluşuydu üstelik. Yani kader bizi tanıştırmak için bulabileceği en saçma bahaneyi bulmuştu diyebilirim. Tanışınca; ben onun, o benim Çerkes olduğunu şıp diye anlamış, Antalya’nın tarihi Kaleiçi’nde bir kafede oturup arkadaşımızın şaşkın gözleri önünde Çerkeslik hakkında konuşmaya başlamıştık.

Siz Kadir’i tanımazsınız, size Kadir’i anlatayım biraz..

Kadir Canbek, uzunyayla’dan böyle birisinin çıkma ihtimali veremeyeceğiniz düzeyde aklen, kalben, madden marjinal bir tip. Bir Çerkes düğününe gelse bir çoğunuzun dönüp “tövbe estağfurullah” çekeceği bir insan. Emin olun buna. Yılların bizde hem şahsi hemde toplumsal olarak biriktirdiği önyargıları yaşamış, öyle bir karakterden kendimi kitap okuyarak, müzik dinleyerek yıllarca uğraşa uğraşa bir parça arındırmış bir kardeşiniz olarak şöyle söyleyebilirim: Kadir benim önyargılarımın temel olarak hala içimde varolduğu gerçekliğini en yoğun hissettiğim insanlardan birisi oldu. Velhasılı kelam; bu adam herhangi bir Çerkes cemiyetinin içerisine girdiğinde, ona orada olmaması gerektiği bir şekilde hissettirilirdi. Kaldı ki; hep öyle yapılmış.

Kadir hepimizin olduğu kadar yanlışları ve doğruları olan, hisseden, üzülen, sevinen o enteresan şekliyle en az hepimizin olduğu kadar Çerkes olan, o kaba görüntüsünün altında Çerkes nezaketi ve asaletini de sonuna kadar taşıyan bir adamdır.

Hani dedim ya; bu adam bir düğüne girse diye.. bu adam bunların hepsini de yaşamış ve dışlandığını hissetmiş, üzülmüş bir adamdı. Biz Kaleiçi’ndeki o kafede oturup Çerkeslikle ilgili konuşmaya başladığında; sevindiğini de hissetmemek elde değildi.

-Değiştirebiliriz dedim bunları, önyargıları ancak onlara çarpa çarpa kırabiliriz. Sen yeter ki; kendine inan, olduğunu inkar etme, Çerkeslik mi? ne hali varsa görsün deme. Seninde en az hepimiz kadar Çerkesliği yaşamaya hakkın var ve yine seninde en az hepimiz kadar sorumluluğunda Çerkeslik.

Sonra hep birlikte otostop çeke çeke Ankara’ya gittik. Sonra Sakarya’ya. Benim tanıdığım, Kadir’in akrabası olan birisini ziyaret ettik. Kendisi Sakarya’da dernekteydi. Biz derneğe girdiğimizde; bizi kovan bakışlarıyla oradakiler duruyordu tam karşımızda, Kadir’in o zamana kadar hissettiği o üzüntüyü iliklerime kadar hissettim bende. O zaman KAFFED’in Samsun’da düzenleyeceği 21 mayıs anması vardı gündemde… Dernekler araç kaldırıyordu hatta, bizde rica ettik bizi de listeye eklemeleri için; tahmin edin ne olmuştu? Yanına gittiğimiz kişi, koskoca adam mahçup olmuştu yanımıza geldiğinde, nasıl söyleyeceğini bilmiyordu bize, bizi istemediklerini. Zaten biz anlamıştık istenmediğimizi, ifade ettik bunu kendisi bize söylemeden…. O bize size bilet alayım Samsun’a.. Otobüsle gelin dedi.. İstemedim gitmek, öyle bir acı yaşattılar bize çünkü...

Araçlar kalkarken 21 mayısı anmaya… biz Sakarya’daydık daha. Hadi İstanbul’a gidelim dedim Kadir’e.. Tamam dedik, yola çıktık otostop çekmeye.. Kadir bana döndü ve dedi ki; onlar bizi istemiyorlar ya… onlar bizi istemiyorlar diye; bizde kendimizi dışlayacak mıyız 21 mayıs anmasından? Şaşırıp ona baktım öylece. Samsun’a gidiyoruz dedi. Tamam ulan dedim, hadi gidelim ve otostopla Samsun gittik, anmaya katıldık; yine korkunç bakışlar, yine kovan bakışlar üstümüzde, ama artık hiçbiri ezmiyordu beni de Kadir’i de.

Anma bittiğinde yine otostopla çıktık yola, Kadir yolda bindiğimiz her araçta 21 Mayısı anlatıyordu insanlara.. İster inanın, ister inanmayın; 30 gün boyunca, otostopla o kadar çok yere gittik ki; Kadir her seferinde Çerkes olduğunu söylüyor, Çerkes sorunlarını açıyor ve anlatıyordu insanlara.

İşte bu, bugünlerde kurumsal akıldan bahsedenler var ya… Çerkes meselesi için kurumsal bir kapital yaratıp; herkesin onun sınırları içerisinde “mücadele” etmesi gerektiğini söyleyenler.. İşte bizi o gün; bu kurumsal akıl istemiyordu.. biz de bireysel çabalarımız ile Çerkeslik yapıyorduk.

Kurumsal akıl bir gün anmaya gidip, ertesi gün dernek salonunda çayını yudumlayarak kendisinden olmayanı nasıl ötekileştireceğini düşünürken, Kadir; 30 gün boyunca Çerkes soykırımını anlatıyordu insanlara.

Kadir deyip geçmeyin…

Bu Kadir ilerleyen zamanlarda “Çerkes Soykırımı Tanınsın İnisiyatifi” adıyla imza toplayan ekibin her aşamasında bulunan, bu imzaları meclise taşıyacak girişimin göbeğinde olan, Adalet yürüyüşünde; devletin kadife eldiven giymiş demir yumruklarını yerken üstünde hala 21 Mayıs elbisesi olan Kadir Canbek.

Kadir deyip geçmeyin!!!

Bu Kadir sizi değişmeye zorlayan, yıllardır yapmanız gerekeni yapmayıp onun yüzünden yapmak zorunda kaldığınız Kadir Canbek.

Şimdi…

Kanal D televizyonunun yayınladığı Çerkesleri ve kadınları aşağılayan o sahnenin ardından başlayan itirazı merkeze almayıp, daha bir kaç gün öncesinde kurumsal olarak özür dilenmeye gittiğiniz binanın önünde özrün dilenilecek bir şey olmadığını size hatırlatan insanları aforoz etmeye kalkacağınıza..
Bir adım ileriye atmaya çalışın.

Demedi demeyin, Kadir deyip geçmeyin.
Share:

Bugünün siyasi tarihi ve Çerkeslerin yarını




AKP'nin bugün birilerine verdiği hiçbir teminat yarın için geçirdi değil ama ne yazık ki birileri  bunu göremeyecek kadar kör durumda. Gazeteler, televizyonlar, radyolar kapatılmış, gazeteciler, yazarlar, aydınlar tutuklanmış, milletvekilleri, siyasiler [...] valilikler her türlü gösteri ve yürüyüşü yasaklıyor, iki kişi bir araya gelindiğinde plastik mermi, toma, biber gazı kullanılıyor, polis milletvekilinin ellerine "kes lan" diyerek vuruyor, sırf onun kaburgasını kıramadı diye, oğlunun kaburgasını kırarak onu cezalandırıyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.h

Anayasayı fiilen ihlal etmekle övünen bir adam, ki bu adamın oğlu daha geçtiğimiz yıllar da kara para aklama, hırsızlık ve nitelikli dolandırıcılıkla itham edilmiş ve ifadeye çağrılmıştı ve bu adam her türlü hukuku çiğneyerek oğlunu ifade vermeye göndermemişti, işte şimdi çıkmış diyor ki "Hiç kimse hukuktan üstün değildir." Daha dün MİT tırlarıyla Suriye'deki terör örgütlerine silah gönderdiği belgelenmiş bugün çıkmış "Terör bumerang gibidir" diyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

"Ya başkanlık ya kaos" diyen bir adam bugün çıkmış  parlamentodan bahsediyor, bunları konuşmanın yeri Meclistir demekten zerre çekinmiyor. Kendisinin partisinin de, hükümetin de başına nasıl geldiğini sanki hiç hatırlamıyormuşçasına anamuhalefetin HDP'nin adını bile anmaktan korkarak usulen hazırladığı bir bildiriye "Nedir bu kepazelik" diyebiliyor. Aynı zamanda Suriye'den yaralı teröristleri alıp tedavi edip geri gönderdiğini unutarak "Hiç kimsenin milletin parasını teröre peşkeş çekmeye hakkı yok" diyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

"Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" diyen birisi,  bugün milletvekili tutuklamalarıyla ilgili siyaset yaparken zerre kadar tereddüt etmiyor. Anayasayı fiilen ihlal eden adamın bunu meşrulaştırması için başlayacağı çalışmanın ayağına katılırken yeni kapıda yanyana görünmekten tereddüt etmiyor, bu ortamda mağdurlarla yanyana görünmekten ödü kopuyor. Dokunulmazlıklar ile ilgili AYM'ye başvuru sürecinde "Destek vereni partiden atarım" diyor ve parti sözcüleri çıkıp hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

Muhalif bütün milletvekillerinin, gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasilerin tutuklandığı, televizyonların, gazetelerin ve radyoların kapatıldığı, meydanların halka yasaklandığı bir ortam da  demokrasinin varlığından söz etmek ayrı bir marifet.

***

En başından bu yana, ülkede gelişen her şeyin bize olan etkisini anlatmaya çalıştım Çerkeslere. Sadece kötü şeylerin değil, iyi şeylerin de. Fanus içinde olmadığımızı, dış dünya ile etkileşim halinde olduğumuzu yazdığım bir çok yazı var. Rusya ile başlayan uçak kriziyle, Türkiye'nin Suriye politikasının Çerkeslere verdiği zararı bugün inkar edebilecek kimse olmamasına rağmen, bunu Rus düşmanlığı üzerinden hala övecek bir sürü insan var. O halde sanıyorum artık hiç kimse, ülkede gelişen hiçbir şeyin bizi etkilemeyeceği iddiasında bulunamaz ve dış dünya ile etkileşim halinde olduğumuzu kabul eder.

Peki bugün yaşananlar ışığında baktığımız zaman Türkiye, Çerkesler için nasıl bir öngörü oluşturuyor?


İktidarın artık tek bir siyasi parti olduğu söylenemez, çünkü iktidarın günahı sırtında kendi başına taşıyacağından fazla ağırlaştı. İktidar artık bir koalisyondur ve bu koalisyonun bir ortağı da MHP'dir. Birlikte kurdukları koalisyon iki günlük değildir, AKP'nin savaş politikalarına girmesiyle birlikte ki özellikle haziran seçimlerinden sonra çok açık bir şekilde bir ilişki geliştirmişlerdir. Zaten o günden bu yana Türkiye Halklar açısından giderek gerilemiştir. Halkların sadece birlikte siyaset yaptıkları alanlar değil, birlikte konuştukları televizyonlar, birlikte yazdığı gazeteler de kapatılmıştır. Halklara duyarlı gazeteciler ve yazarlar da tutuklanmıştır. Çerkeslerin kendini topluma karşı ifade edebilecekleri her türlü alan saldırı altında tutulmakta ve baskılanmaktadır. İMC TV'nin kapatılması örneği Çerkeslerin Çerkes olarak kendilerini topluma aktarabildikleri bir alanın nasıl yok edildiğinin göstergesidir. Bugüne kadar parlamento da Çerkes sorunlarının araştırılması ve önüne geçilmesiyle ilgili önerge veren isimlerin tutuklanması da Çerkeslerin kendini devlete ifade edebildikleri vekillerinin susturulması ve baskılanmasıdır.

Çerkeslerin siyasi olarak aynı düşünmediği, Türklerin ve Kürtlerin de aynı düşünmediği kadar elbette gerçek, hiç kimsenin bütün Çerkesler adına açıklama yapması doğru değil ancak aynı düşünen-düşünmeyen bütün Çerkesleri ilgilendiren şey Çerkesliktir. Çerkes halkının dilinin, kültürünün yaşanmasına, gelişmesine ihtiyacı olduğu da açık. Bugün genç Çerkes nüfusunun çoğunluğunun anadilini bilmediği gerçeğini hiçbir parti taraftarlığı yok edemiyor, bu anlamda Çerkeslerin kendilerinin bu sorunlarını ifade edebileceği ve çözüme odaklı siyasal faaliyet yürüterek bu sorunun önünü almayı deneyecekleri alanla, bugün iktidar zihniyetinin yok etmeye çalıştığı alan farklı değil. Bu anlamda iktidarın yok ettiği alanı savunmak, Çerkes dilini ve kültürünü de savunmaktan ötesi değil.

"Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir" diye bir söz vardır, Çerkeslerin hukuki olarak yok sayıldığı, kendi dili ve kültürleri için siyasal faaliyet yürütüldüğü, topluma hitap ettiği alanların kapatıldığı bir zeminin hiçbir Çerkes için hayırlı olmadığı belli. Nasıl dün yaşanan "Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" demelerle "AYM'ye başvuru için destek vereni partiden atarım" demelerle, "Yenikapı ruhu" içine girmelerle bugünlere gelinmişse, bugünde başta Kürtler olmak üzere tüm muhalefete saldırılar, yarın Çerkeslerin başına ne geleceğinin en net göstergesi.
Share:

Erdoğan İtiraf Etti: "Ben Diktatörüm"



Cumhurbaşkanı o zamanlar başbakan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin 70nci Mali Genel Kurulunda çıkmış kürsüye konuşuyor. O zamanlar konuştuğu şeyleri ilk duyduğumuzda biz şaşırmıyoruz tabi; sahi hangi diktatör halkına “ben diktatörüm der?” diye düşünüyoruz. O zamanlar da yaptıkları bize göre diktatörlükten ötesi değil ama biz hiç akıl sır erdiremiyoruz Erdoğa’nın bu söylediklerinin geleceğini tarif ettiğini.

Şimdi düşünüyorum da Erdoğan meğerse 22 Mayıs 2014’ten ilan etmiş 16 Temmuz 2016’daki sıfatını. Ben demiyorum, kendisi söylüyor: Diyor ki “Ben diktatör olsam meydanlara çıkamazsınız” İşte buyur, meydanlara çıkamıyoruz. Yani bugün Erdoğan’ın o zaman ki söyleminden ölçüt alarak, kendi diktatörlük anlayışından yola çıkarsak dahi; Erdoğan kendi ağzıyla söylüyor: Ben diktatörüm diye. Erdoğan’ın o zaman ki söyleminden yola çıkarak “Erdoğan diktatör olmasaydı, bugün meydanlara çıkabilirdik” demek ki. Meydanlara çıkamıyoruz, niye? Çünkü Erdoğan diktatör. Sadece meydanlara mı çıkamıyoruz, ekranlara da çıkamıyoruz, sayfalara da çıkamıyoruz. Yani anlayacağınız basit bir diktatörlükte değil yaşadığımız. Yani Erdoğan ve diktatörlük insanlara daha nasıl anlatılabilir bilemiyorum.

Yeni Kapı diye bir ruh tutturdular ve bugün Türkiye’nin üzerine kabus gibi çöken fiili rejimin arayıpta bulamadığı her şeyi o ruha feda ettiler. 18 Ağustos’ta “Türkiye’nin Demokrasisi, Sonra Çıkar Oligarşisi” başlığıyla yayınladığım yayında şöyle yazmıştım.


“Devletin kuruluşundan bu yana; oligarşi düzeni hiç değişmedi. Oligarklar kendilerine "milliyetçi" bir cephe kurdular ve sürekli düşmanlar üreterek bu cepheyi beslediler.  Bu oligarklar çoğu defa birbirleriyle kavgalar da etseler, hiçbir kavgaları ilkesel bir tutum üzerinden ilerlemedi. Herşey çıkarlar üzerine kuruluydu, CHP, AKP'nin devletin bütün kurumlarında kadrolaşmasına şiddetle karşı çıkıyordu, ancak bunu AKP'nin devletin bütün kurumlarından CHP'lileri etkisizleştirmesi yüzünden yapıyordu.

MHP her ara elemandı. İktidar kimde olursa olsun, onla gizli ya da açık bir ittifakı vardı.”

Bugün gelinen nokta da, o gün, o  ruha bugün üzerimize çökecek kadar yetkiyi feda eden siyasi parti liderlerinden veya liderlerini eleştiremeyen vekillerinden hiç kimse “hikayeler” düzmesin. Yenikapı’da sıkıştığınız el, kürsü de sallanıyor ama kürsünün bir hükmü kalmadıktan sonra oradan bağırıp-çağırmanın bir değeri kalmadı.

Diğer faktör ise muhalefet partilerinden birisi zaten artık diktatörün yedek partisi haline geldiği için, aslında daha doğrusu tarihi hep gücü elinde tutanın yedeği olarak gelişip partileri bunun üzerine kemikleştiği için diyecek bir şey yok.

15 Mayıs 2016 tarihinde “Türkiye Büyük Tayyip Meclisi” isimli yayınımda yazdığım gibi. Büyük Millet Meclisi KHK’larla artık Tayyip’in fiili durumuna hukuki boyut kazandıran “Sipariş Yasa Üretme” kurumuna dönüşüyor. Yenikapı’da Erdoğan’a bu gücü verip bugün hükümsüzleşen kürsüden bağırıp çağıranlar ise o kurumun mızmızlanarak çalışan memurlarından başka neyi ifade ediyorlar?


29 Ekimde Kılıçdaroğlu kürsüden diyor ki; “4ncü büyük devrime hazır olun” “Tam Demokrasi devrimiymiş 4ncü büyük devrim” Fakat biz Kılıçdaroğlu’nun hali hazır temsili demokrasiye dahi sahip çıkmadığını görüyoruz? Demokrasinin bölge bölge, il il, dil dil ayrı seviyeleri olduğu bir Türkiye’de daha kendi memleketine neden Ankara’daki demokrasi gelemedi diye düşünemeyen bir adamın “ilk bedeli ben ödeyeceğim” demesi sizce manidar mı? Benim artık Kılıçdaroğlu’ndan umudum yok, zaten öyle büyük umutlarım da olmamıştı ama artık zerre kadar umudum yok. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde FETÖ’nün çatısı altına girmekten gocunmayan, kendi tabanına “tıpış tıpış oy vereceksiniz” demekten kızarmayan, kendi partisinin milletvekiline kurşun sıkan ülkücü üzerinden bile ülkücülere methiyeler düzen (ki ben geçmişten günümüze elindeki eli kanlı ülkücüleri eklemek dahi istemiyorum) bir liderden nasıl umutlu olabilirim? Biz artık anti laisist ve tamamen faşist olanların Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin elleriyle demosunu yaşattıkları “Karşı Devrime” direniyoruz. Onlar her ne kadar nasıl olsa bizim söylediklerimiz duyulmaz diye umut ederek insanların gazını alan 4ncü büyük devrim masallarını gazete gazete, televizyon televizyon anlatsalar da, bugün değilse bile yarın kimin faşist devrime güç verdiği kimin direndiğini bir gün tarih muhakkak ortaya da çıkaracak. Biz de o güne kadar basılı gazetelerimizi sustursalar internet gazetelerine, internet gazetelerini sustursalar defterlerimize, defterlerimizi yakıp yıksalar kentin duvarlarına, bizi duvarların içine hapsetseler aklımıza  yazacağız gerçekleri. Bu da Kemal’in 16 Temmuz’da koltuğunu bile feda etmekten tir tir titreyen iradesizliğine kapak olsun.
Share:

Demokrasi görünümlü Darbe pratiği

15 Temmuz gecesi yaşananları herkes bir defa düşündü "kurgu muydu?" diye. Bunu yazanlar ve konuşanlar da oldu her kesimden ve bugünde birileri hala 15 Temmuz gecesi yaşananlar üzerine "eğer gerçek olsaydı" üzerinden bir şeyler yazıyorlar ve konuşuyorlar. Şuana kadar o kadar olasılık üzerinden düşünceler kaleme alındı ki ben bu konuda yazacak hiçbir yan bulamadım. Ne yazarsam yazayım, birisinin yazdığı veya söylediği bir şeyin tekrarı olacağı kesin.

Ama benim aklımda dönüp dolaşan başka bir şey var. 16 Temmuz. Bana öyle geliyor ki, 15 Temmuz gerçekten de birilerinin sandığı gibi iktidarın kurgusu değildi, ancak iktidar 16 Temmuz günü kıl payı sıyrıldığı askeri darbe girişimini yok etmek yerine ona kendi lehine müdahale etti ve dizginlerini eline alarak aylarca düşünüp bir türlü hukuki altyapısını hazırlayamadığı bir yönetim biçimini Türkiye'de yürürlüğe soktu.

Üstelik iktidar ta en başından bu yana uzmanı olduğu mağdur edebiyatı için her türlü kıvıracak bir zemine de sahipti. Sonuçta artık darbeyle indirilmeye çalışılan bir iktidarı oynuyorlardı. Mağdurlardı. Argümanları oluşmuştu. 16 Temmuz günü; "Tehlike devam ediyor" diye bir başlık açtılar ve "birlik olmalıyız" dediler. Bir miting düzenlediler; bir "ruh" yarattılar. Anlayan işte ta o zaman anladı; darbecilere "ne istedilerse verenler" ile, darbecilerin adayının çatısı altında birleşenlerin yarattığı o "ruh" bize zifiri bir karanlık olarak çökecekti. 

Velhasıl darbe girişimi yapanların bağlı olduğu örgütün devlet içerisindeki olağanüstü yapılanmasına dikkat çekilerek bir OHAL ilan edilmişti bile. Hissedenler tam o an hissettiler; kısa bir film gösterisinden sonra kararacak "demokrasi sahnesini". Bunlar hep yazıldı, çizildi. Tahmin edilmesi zor değildi zaten. 

İşte o sebeple başbakan çıkıp OHAL'i bizlere tam şu cümlelerle aktarıyordu: "OHAL'i kendimize ilan ettik."  Diyeceğim o ki, o gün bu açıklamayla yüreğine su serpilenler; gidip istedikleri kadar morarmakta özgürler.

Bu saatten sonrası; içinde kendi parçası bulunan şu meşhur "ruhu" tırtıklamakla düzelmeyecek. Tırtıklayanlar da bunun farkındalar, onların ki de kendi içlerindeki sosyal demokratları rahatlatma senaryolarından ötesi değil artık.

Çünkü bugün o ruhun karanlığı yaydan fırlayan bir ok. Bu yayı geren iktidar olsa bile, sizde yenikapı da gerilmiş o yaydan ötesi olmayacaksınız. 

İlk günden bu yana hedef biziz, direnen de biziz. Dün evet diyerek bugün hayır okuyanlar değiliz. İlk günden bu yana aynı şeyleri tutarlılıkla söylüyoruz. Bugün ise bu yüzden en çok bizleri susturmak istiyorlar. Kendi emeklerimizle inşa ettiğimiz basın/yayın organlarına saldırıyorlar; 16 temmuz günü yürürlüğe giren: demokrasi görünümlü, darbeci zihniyetli ittifakları ifşa olmasın istiyorlar. Televizyonlar, Gazeteler önündeki "it dalaşlarının" kapılar kapandığında nasıl bir samimiyete dönüştüğünün görülmesinden, bunun yazılmasından korkuyorlar.

Hiçbir darbe bize huzur vermedi, biz de hiçbir darbeden medet ummadık. Tarihleri darbecilerin arasında oluşanlar ile her darbede bedel ödeyenler fil gibi ortada. Bir darbede olması gereken herşey bugün Türkiye'de yürürlükte.

Bize düşen ise, herşeye rağmen gerçekleri söylemek ve belli ki işimiz bu sefer de çok zor fakat tarihimiz de hiç kolay bir gün yaşayamamanın avantajlarına nailiz. Bu karanlığı da yaracağız, yarına elbet güneş olacağız.




Share:

Türkiye'yi siz böldünüz.

Sabah-akşam yarattığınız algı, devletin ve onun sermaye sınıfının tüm araçlarıyla her yerde aptal bir propaganda yürütüyor. Bu propaganda dolayısıyla etkileşime geçirdiğiniz kitleler ile kendinize bir meşruiyet kazandırdığınızı düşünüp kendi hukukunuzu bile çiğnercesine bizlerin üzerine çöküyorsunuz.

Bütün amacınız gerçekleri karanlıkta bırakmak, çünkü hiçbir gerçek sizi aklamıyor. Siz kendi hukukunuzda bile suçlu olmanın yarattığı korku içindesiniz, öyle bir panik içindesiniz ki; nasıl dün her tükürdüğünüz bugün kendi yüzünüze yapışmışsa, bugün de her tükürdüğünüz yarın kendi yüzünüze yapışacak.

Dahası da var, kendi tarumar ettiğiniz hukukun enkazları arasında sıkışacaksınız, bir deyişle "kendi pisliğinizde boğulacaksınız" haberiniz bile yok.

Nereden tutsak, elimizde kalıyor varlığınız.

Bizi emperyalizmin maşası olmakla suçlayan, NATO müttefikleri sizsiniz. 

Bizi darbeci olmakla suçlayan, Kenan Evren'in yetiştirmeleri sizsiniz.

Bizi Fetöcü olmakla suçlayan, ona mevki-makam kazandıran devletliler sizsiniz.

Bizi bölücü olmakla suçlayan, ülkeyi bölen en büyük bölücüler sizsiniz.

Ne zaman her yeri bayraklarla donatsanız, bir şeylerin üstü kapanıyor. Bu mu sizin bayrağa olan sevginiz? Bu mu bayrağın sizin gözünüzde temsil ettiği şey?

Kendi okullarınızda insanların gözlerini bayraklarla kapatacak eğitimler verdiğiniz için mi eminsiniz; ortaya bayrak koyduğunuzda gözlerin köreleceğinden? Bugün devletin ve sermaye sınıfının tüm araçlarıyla kendinize kazandırdığınızı düşündüğünüz meşruiyet sahte. Bu sahte meşruiyetin ömrü kısa ve bedeli ağır.

Bedelini halka ödeteceğiniz için mi bu kadar rahatsınız?

Algı yaratmak ve yönetmekteki beceriniz sizin başarınız olmasa bile bunu şuan için iyi yaptığınızı kabul ediyorum. Tekelenizdeki kitle iletişim araçlarının istediğiniz algıları anlık olarak halka aktardığının da farkındayım. Farkındayım bugün sıkışsanız tıpkı "Süleyman Şah Türbesinden Türkiye'ye iki füze atıp" açabileceğiniz diğer sahte meşruiyet alanlarının ve yapabileceklerinizin.

Zaten on yıllardır, varlığınız bizim için bu tiyatrolarınızdan fazlası değil. Adaletiniz de öyle, hukukunuz da, demokrasiniz de.

Siz ülkeyi kafanızdan bölmüşsünüz, fiile geçirmişsiniz.

Ankara'yı temsili demokrasiyle yönetirken, Diyarbakır'ı cunta ile yönetmiyor musunuz zaten? Zaten İstanbul'da belediyeleri halk seçerken ve siz buna demokrasi derken, Hakkari'deki belediyelere memur atamak istemiyor musunuz?

Kızılcahamam kafilesinin devlet ile ilişkisi, arz-talep mekaniği, hafifletilmiş bürokratik işlevselliğiyle, Artvin halkının ki eşit mi?

Benim annem devlette yarım asır çalışıp bana motorsiklet bile alamazken, birilerinin çocuklarına gemicikler alabilmesi neyi temsil ediyor?

Bu ülkeyi, sosyal, siyasal, ekonomik, yönetimsel, biçimsel, fiziksel, zihinsel olarak, her alanda, parça parça siz böldünüz, hepsinin üstünü de bayrakla örttünüz; şimdi faturayı kesecek birilerini arıyorsunuz.

Yine bayrağınız ellerinizde, yine bir şeylerin üstünü örtme peşindesiniz ama; gerçeklerin ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu vardır. Hayat bunu size defalarca göstermesine rağmen, siz akıllanamadınız. "Hatanın neresinden dönerseniz kâr" dediniz, hatalarınızdan yine hatalara döndünüz. Her şey yine ortaya çıkacak ve "Gerçekler Karanlıkta Kalmayacak".
Share:

Türkiye'nin demokrasisi, Sonra çıkar oligarşisi..



"Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar" sorusuydu, AKP mi Fetö'den çıktı, Fetö mü AKP'den çıktı sorusu.. velhasıl "besle kargayı" demeye vicdanım el vermiyor, çünkü kimin karga olduğu konusunda ciddi endişelerim var. Emin olduğum tek şey halkın gözü güzel oyuldu.

Devletin kuruluşundan bu yana; oligarşi düzeni hiç değişmedi. Oligarklar kendilerine "milliyetçi" bir cephe kurdular ve sürekli düşmanlar üreterek bu cepheyi beslediler.  Bu oligarklar çoğu defa birbirleriyle kavgalar da etseler, hiçbir kavgaları ilkesel bir tutum üzerinden ilerlemedi. Herşey çıkarlar üzerine kuruluydu, CHP, AKP'nin devletin bütün kurumlarında kadrolaşmasına şiddetle karşı çıkıyordu, ancak bunu AKP'nin devletin bütün kurumlarından CHP'lileri etkisizleştirmesi yüzünden yapıyordu.

MHP her ara elemandı. İktidar kimde olursa olsun, onla gizli ya da açık bir ittifakı vardı.

Tarih dün gibi ortada, biz de hafızasız değiliz..

Türk oligarkları bir kez daha milliyetçi bir mutabakat etrafında uzlaştılar. Çünkü çıkar üzerine kurulu politikalarla yönetilen devletin, can alıcı sorunları gün 15 Temmuz'da ortaya çıktı ve halka bedeller ödetti. Bu sürecin iyi yönetilmesi, 15 temmuz'da halka bedel ödettirenlerin devlet içinde bu kadar güçlü olmalarını sorgulamamaları açısından gerekiyordu. Bu gereklilik etrafında önce tüm oligarklar  sarayda toplandılar, pazarlıklarını yaptılar, uzlaştılar ve yenikapı'da yapacakları şov için hazırlanmaya başladılar.  Siyaset ortamından çıkardığımız en net sonuç bu.

Şimdi bu oligarklar, uzlaştıkları milliyetçi mutabakat dışında kalan herkesi hedef tahtasına oturttular ve halkın parasıyla besledikleri memurlarıyla, onların silahlarıyla, onların medyalarıyla; seçilmiş veya seçilmemiş, sesi çıkan ve etkili olan her muhalif yapıyı tahrip etme planını başlattılar.

Ölümlerin üstüne Türk bayrağı,
Oligarşinin üstüne Demokrasi örtüldü;
ve tek tip devlet; bütün farklılıkları ezmek için çalışmalara başladı.
O halde, herkes  şunu bilsin ve asla unutmasın! Farklılığımızı ezdirmeyeceğiz, teslim olmayacağız. Anayasal haklarımızla siyasal vekalet verdiklerimizi, devletin silahlarına teslim etmeyeceğiz.

Oligarşiye karşı Demokrasi, Savaşa karşı Barış.

Share:

Neredesin Demokrasi? Buradayım Demokrasi!


Karşı tarafın demokratları 15 temmuz günü demokrasiye öyle hızlı giriş yaptılar ki, saplandılar kaldılar. Akılları, hayalleri, kalemleri, gazeteleri, manşetleri, sohbetleri hala 15 temmuz'da. Anlata anlata bitiremediler demokrasiyi nasıl kurtardıklarını.

Eh; gökten zembille  demokrat olanların demokrasiye bir gecede giriş hızları onları girdikleri zemine saplamış olabilir.

O gece demokrasiyi kurtarıp, sindire sindire içselleştirselerdi demokrasiyi keşke; böyle saplanıp kalmazlardı. Ama onlar için saplı kaldıkları yer güzel, nasıl olsa o saplandıkları yerden sadece tankları, uçakları, köprüyü anlatarak demokratik olabiliyorlar; öncesini ve sonrasını konuşmak mı? Konuşmayacaklar, konuşamazlar. Onlar herşeyi anlık yaşıyorlar; onlar bir gece önce sevdiklerine, bir gece sonra küfür edebiliyorlar. Ara geçişi bile olmuyor hatta bu sürecin. Defalarca gördük, seyrettik ve daha da üzücüsü defalarca görüp-seyretmeye de devam edeceğiz.

Zehirli iğnelerini, her darbede bedel ödemişlerin geleneğini sürdüren bizlere çevirip; neredeyse darbeyi bize yığacaklar ellerinden gelse, ellerinden gelmiyor diye; 15 temmuz gecesi bizi darbeye yeteri kadar karşı çıkmamakla suçluyorlar. Gülsek mi - ağlasak mı tam emin değilim. Biz o gece makarna stoklamışız, çok eminler. Bir bildikleri olmalı diye düşünüyorum, düşünmek zorundayım çünkü hiçbir şeyden değilse, bundan çok eminlermiş gibi bir izlenim bırakıyorlar. Düşünüyorum da; seçimlerde stokladıkları makarna, kendilerine uzun bir süre yetecek kadar mıydı da, o gece makarna alanların kendilerinden olmadıklarına bu kadar eminler? Bir sebebi olmalı.

Size kronolojik tarihler vermeyeceğim, vermeyeceğim çünkü o mermer kafanızı bir şeye çalıştırmaya zorlarsanız belki uyanırsınız diye umuyorum.

Bu darbeyi fetö'nün yaptığına eminsiniz değil mi?

Peki fetö'yü devletin her kurumuna kim soktu hiç düşünüyor musunuz?

Siz ne yazarsanız yazın, ne konuşursanız konuşun; adamınız Allah'tan ve Milletten af dileyerek itiraf etti; yani çokta şey yapmayın.

Jıneps Gazetesi Yayın Kurulu;  Ağustos 2016 yayınında kısaca derlemiş, bende uzatarak sorayım size demokrasi kahramanları..

Ama önce yanıbaşınıza bir ayna koyun..

Hatırlar mısınız bilemiyorum, çünkü unutmakta sizin üstünüze görmedim; iki gündür Allah'tan ve Milletten af dileyen adamınız değil miydi "Ne istediler de vermedik" diye soran? HSYK'da üyelikler mi istemişler? Ordu içinde pozisyonlar mı istemişler? Milli Eğitim Bakanlığında görevler statüler mi istemişler? Valilikler-kaymakamlıklar mı istemişler? Emniyet Genel Müdürlüğünde imtiyaz mı istemişler? Ne istemişler de ne verilmiş? 15 Temmuz'dan bu yana sizden demokratı yok, bunları kaç defa sorabildiniz? kaç defa sorabileceksiniz?

Nereden almışlar- nereye vermişler? kaç defa düşünebileceksiniz?

Hiç... Nasıl olsa köprüde askeri kırbaçladınız; bu demokrasi size yeter de artar bile değil mi?
Siz pek hatırlamazsınız, bizim demokrasimiz "KPSS soruları çalındı" diye şikayet ederken "Başarılı, temiz, sorunsuz" diyenler, bugün Kpss sonuçlarını nasıl iptal edeceğini planlıyor.

Ülkeyi askeri vesayetten kurtarıyoruz diyerek yazmadığınız, çizmediğiniz, sövmediğiniz kalmayan ergenekon ve balyoz davalarının savcısı da oldunuz, gazetelerinizden manşetlerde verildi; silivrinin önünde bekleyen insanlarla yapmadığınız kalmadı, biz hatırlıyoruz.. siz de hatırlıyor musunuz? Unutmasaydınız "Kumpasmış" derken yüzünüz kızarmaz mıydı?

"Gel bitsin bu hasret" diyenler, şimdi çağırdıkları nasıl geliyor gördüler mi? Siz de şahit oldunuz mu? Yoksa 15 temmuzdan öncesine ya da 2013de öncesine format atarak mı yaşamaya devam edeceksiniz?

Şimdi yanıbaşınıza koyduğunuz aynaya bakın bakalım yüzünüz kızarıyor mu? Yok kızarmıyorsa beni iyi okuyun.

Eğer o gece istenilen herşeyi alarak palazlanan bu fetöcülerin darbesi başarılı olsaydı, bugün hepiniz mevcut iktidara söverek, kandırıldık diyen ilk kişiler olacaktınız. Mevcut iktidara yönelik "kandırıldık" diyecektiniz, gazetelerde boy boy malum adamın resmini koyup altına yazmadığınız hakaret kalmayacaktı. Çünkü sizin ruhunuz güce/iktidara kiralık.

Ama hafif bir kızarma gördüyseniz bana kulan verin.

Sizlerle alay ediyorlar. Daha ne kadar göz yumacaksınız? Etrafınıza iyice bakın, FETÖ'ye istediklerini verenler, FETÖ'nün katlettiklerinde hiçbir sorumluluk üstlenmiyorlar?  O gece ölenlerin kanı yalnızca FETÖ'ye değil, FETÖ'ye istediklerini verenlere de bulaşmış? Kendi paçalarındaki kanı da sizlere bayram yaşatarak kutluyorlar. Hesap sormak aklınıza geliyor mu? Yalnızca tetikçileri lanetlemek sizi rahatlatıyor mu? Onlara bu imkanları sunanlar evvela sizin vicdanınız da bir yara oluşturmuyor mu?

Eğer devletin her yerine bir terör örgütünün sızmış olabileceğine ikna olduysanız, şimdi esaslı demokrasinizi konuşturun!

Devlete sızmış bir örgüt; Acaba Suruç'taki katliama zemin hazırlamış olabilir mi?  Acaba Ankara katliamını bilerek ve isteyerek engellememiş olabilir mi? Acaba Bu örgütün savcıları; kaç masum kişiye iftira atmış olabilir? Bu örgütün hakimleri, örgütün savcılarının iftira attığı kaç masumu mahkum etmiş olabilir? Hiç düşünüyor musunuz?

Peki onlara adalet sağlamak gibi bir derdiniz var mı? olacak mı? olacaksa ne zaman 15 temmuzdaki kahramanlıklarınıza virgüller koyup onları yazmaya başlayacaksınız?

Bizim taraftan, devletin başındakilerin ifadelerini doğru kabul ettiğimizde; devletin içinde kimin ne yaptığının belli olmadığı bir tabloyu görüyoruz; kısacası denetleme yok. Peki bugüne kadar denetlenmediği için oluşmuş herşey için ne yazacakasınız?

Mesela atanmayan öğretmenler için? mesela hakkı yenmiş memurlar için? mesela ölenler için?

"Kandırıldık" sözü size hakikaten affedilesi bir sebep olarak mı geliyor?

Peki ya mahkemede darbeci askerlerden, hakimlerden, savcılardan, öğretmenlerden vs. birileri çıkıp "kandırıldık" derse; onlara da hak verecek misiniz?

Bakalım kaç yüzünüz varmış görmüş olacağız.

Ben kendi payımı söyleyeyim; Darbeye teşebbüs edenleri, teşebbüs edenleri o makamlara taşıyanları, onları denetlemeyenleri, onlara örtülü destek verenleri asla affetmeyeceğim.

Herkes darbe teşebbüsünün fiilini ve sonrasını konuşa dursun, bakalım sizin tarafınızdan bir tane güzelim demokrat; öncesini soruşturabilecek mi?

Buradan bağırmış olalım "Nerdesin Demokrasi" diye.. bakalım oradan "Buradayım Demokrasi" diye bir ses gelecek mi?

Share:

Tahakküm Boyunun Demokrasi Akını


Bir gece, daha önce ne kadar halk hareketlerini karalayanlar, üzerine kurgular kuranlar varsa hepsi merkez kayması yaşayarak; bize dönüştüler. Nur topu gibi demokrasi doğdu, hoppala hemen büyüdü memleketin kucağında.

Bilirsiniz, Kavimler göçüyle ilgili bir rivayet vardır.
Türklerin Oğuz boyu anadoluya akın akın gelirken, anadolu'daki kabileler bu akınlardan dolayı batıya sürüklenmiş, hatta avrupalıları işte bu sürüklenen anadolu kabileleri oluşturmuş diye.

Bizim ki de bu,

İktidarın tahakküm boyu akın akın demokrasiye geliyor, gelirken demokrasi'deki kabileler biz bir yere sürükleniyoruz ama; allah sonumuzu iyi yazsın bari.

Şimdi bu tahakküm boyu akın akın demokrasiye geliyor, eğer bir parça rahatsızlık hissediyorsam da namerdim; gelin kardeşim gelin, koşa koşa gelin, beni geçin, en ileriye gidin bu akında ama; demokrasinin ne demek olduğunu da hızla geçerken şöyle bir düşünün, açın okuyun, hatta youtube'da belgeselleri vardır belki, açın izleyin.

Çerkeslerin içinde yazan-çizen bir takım eski yandan çarklı merkez sağ türbilansında ara sıra demokrasiye savrulup sonra hemen geri mevzisine dönen abilerimizin kaleminden, bırakın dökülmeyi, resmen demokrasi fışkırmaya başladı.

Hayırlara vesile olsun.

Fışkıran bu demokrasilerinden bizde öyle-böyle nasibimizi almayı elbet biliyoruz. Eğer ödeyecek bir diyetimiz varsa zaten ödeyelim de.

Ama bugünden itibaren bize demokrasi kahramanlığı yapacak abilerimizin ve hatta kardeşlerimizin de; at izini, it izine karıştırmamayı öğrenmesi kendileri için hayırlı olacak, sonra vay efendim falan demeyin.

Bizim düşüncemiz, ideolojimiz, ideolojik mevzimiz ortada. İdeolojik mevzimizin demokrasiyle olan ilişkisi de ortada. Eğer demokrasi, en kısa tanımıyla; halkın kendini yönetme biçimiyse; ki siz demokrasi saçayağından sadece bu kadarına kadir insanlarsınız; halkın kendini yönetme biçimi olarak ortaya koyduğumuz tavır, bu uğurda verdiğimiz mücadele, ödediğimiz bedel, aldığımız risk daha ortada.

Şimdi "bağdat caddesinde" tankların geçişini alkışlayan bir kısım ruh hastasını bize itelemeye çalışmanız manidar, bağdat caddesinde tankların geçişini alkışlayan bir takım ruh hastası, gezi parkına jandarma panzeri müdahale ederken de divan otelin lobisinden dışarı çıkıp darbe oluyor diye onları alkışlayan ruh hastalarıyla aynı. Bu ruh hastaları ki; doğu illerinde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan askeri rejimin tüm hukuksuzluğunu da açıkça savunan ve alkışlayan kesimdi. Biz bunlara kısaca; "faşistler" diyoruz. Tabi içlerinde kendisini Kemalist olarak tanımlayanından tutunda, Türkçü olarak tanımlayanına kadar geniş yelpazede merkezin azıcık sağından başlayıp, dibine kadar yürüyen bir sağcı zihniyet var (nasyonalist, ulusalcı). Siz bizi öğrenemediyseniz biz size kendimizi en özet tabirle anlatalım; bizler Anti-Faşistleriz, uluslararası antifaşist hareketin de bu topraklardaki kalpleriyiz. Dünyayla ilişki halindeyiz; bu sebeple de dünyadaki halk hareketlerinin hepsinde bizim savunduğumuz değerlerin nüveleri açık ve berrak biçimde bulursunuz.

Tarihin tozlu sayfalarını açıp, hangi halk hareketine, özgürlük girişimine baksanız; bizim değerlerimiz yüzünüze yüzünüze çarpar.

Siz bu değerlerin adını anmaya dahi korkarken, biz meydanlarda bu değerler için can verenlerin de ta kendileriydik.

Şimdi esasta size daha çok yakışan bağdat caddesi tank sevicilerini bize doğru itelemeniz traji komediden ötesi değil.

Krizi fırsata çevirme eğiliminiz, bugün merkez sağın izlediği politikanın tıpkısı; bu yüzden şimdi siz Türkiye'nin merkez sağını oluşturanlarla el ele, kol kola mitingler düzenleyeceksiniz. Bunun adı da milli birlik olacak, o laf-ı ancak siz yersiniz ve eşinize dostunuza yedirirsiniz; gerçekte olan merkez sağın krizi fırsata çeviren tutumundan pay kapmak isteyen ahlaksız siyasi eğiliminizden başkası değil.
Eğer bizde sizinle aynı dilden konuşacak olsaydık, teşşebüs gecesi sokağa dökülenlerin "ne demokrasisi biz allah için iniyoruz" beyanatlarını size itelemeye çalışıyor olacaktık.

Eğer bizde sizinle aynı dilden konuşacak olsaydık, askerin kafasını kesme haberini bugün beslendiğiniz iktidarın medya güçlerinin yaptığını da söyleyecektik.

Eğer bizde sizinle aynı dilden konuşacak olsaydık, söylenecek çok şey vardı.

Cihat çağrılarının demokratik yanlarını da konuşacak olacaktık.

Eğer bizde sizinle aynı dilden konuşacak olsaydık, o gece saldırılan kiliselerin, saldırılmak istenen sosyalist mahallelerin sebeplerini darbe teşebbüsünün önüne koyup; o mermer kafanıza bir şeyleri zorla anlatacaktık.

Sizinle aynı dilden konuşan yumurta ikizleriniz var; siz onlara dalıp bizleri hayal ederek bir yere varacağınızı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Siz ve yumurta ikizleriniz bu kadar demokrasiye gelmişseniz; hoş gelmişsiniz ve biz size demokrasiyi öğreteceğiz zamanla ama, öğrenmeniz gereken "demokrasiye giriş - temel dersler" var.

Birincisi demokrasi öyle bir şeydir ki; renksizdir, kokusuzdur, yenmez, içilmez, el konulmaz, mülk yapılmaz.

Eğer birisi demokrasiye bir renk vermeye çalışırsa, bir koku karıştırırsa; demokrasi bozulur. Demokrasi yenmeye/içilmeye çalışılırsa  zehirler. Demokrasi el koymaya/mülk yapmaya çalışılırsa yıkılır. Demokrasi okyanus gibidir, bir zemindir ve içinde çok fazla düşünce barındırır. Ancak hiçbir düşüncenin olamaz.

Yani şimdi o demokrasiye kurduğunuz parselleri diyorum, isterseniz memleketin semalarına bırakın ki bir işe yarasın.Yoksa tanklara-uçaklara siper olarak kurtardığınız o güzelim demokrasi; cumhuriyetin başından bu yana olduğu gibi; bozuk, zehirli ve yıkıntı olarak ha askeri ha değil ama bir darbenin etkisinde hiçbirimizin işine yaramaz.

Memleketin semalarından kıskanılan demokrasi, bağdat caddesinde tankları alkışlayan insanları tamamen bir tarafa yedekleme kabızlığı yaratmaya müsaittir. Aynı zamanda gezi parkındaki direnişi yabancı istihbarat faaliyeti sanacak kadar zavallıdır.

Memleketin semalarına bırakın demokrasi ise, sizin zihninizi ve ufkunuzu açacaktır.

Demokratik ufkunuzun açılması, demokrasinin ilerleyebilmesi için olmazsa olmazdır bu arada, çünkü demokratik ufkunuz açıldıkça; demokrasinin sandıkta oy vermekten ötesi olduğunu, anti-demokrasinin de sadece batıda yürüyen ve öldüren tanklar-uçaklar olmadığını da anlamanızı sağlar.

Demokrasi sürekli sorgulamaya ihtiyaç duyar, sorgular çünkü; ilerlemesi lazımdır. Sizin gibi demokrasi kahramanlarına anlatmak zorunda değilim tabii ama biz belki demokrasi kahramanı olmayan arkadaşlarımız okuyabilir diye hatırlatmış olalım; ilerlemeyen her şey zamanla geriler.

Eğer sorgulamazsa, geri kalır. Geri kaldıkça incelir, pamuk ipliğine döner.

Açın ufkunuzu ey demokrasi kahramanı Çerkesler,
madem bugün tahakküm boyundan demokrasi adasına akın akın geliyorsunuz, madem artık hepiniz kahraman birer demokratlarsınız, ufkunuzu açın ve demokrasiye güç verin.

Sizler az-çok demokrasi için kalem sallayabilecek ufka sahip insanlar olabilirsiniz tabii, ama kalemlerinizi diyorum arkadaşlar; kitlelerinize demokrasiyi anlatmaya da sallasanız biraz. Kalemlerinizi bize bize sallayıp; bağdat caddesindeki postal öpücülerden, yandaş medyadaki kelle haberlerinden bizi itham etmeniz yani gerçekten çok saçma. Bizim yıllardır anlattığımız ve dahası Haziran seçimlernden beri konuştuğumuz Taybet analar, Miray bebekler falan cidden yalan değil, kentleri obüslerle, havanlarla, savaş helikopterleri ve tanklarla yerle bir eden askeri rejim de yalan değil. Yalan değil; Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş... yalan değil 45 derecelik açıyla ortamıza düşmesi gereken gaz bombalarının nişan alınarak kafamıza-kafamıza atılması. Devletin laik yapısını tarumar eden politikalara karşı çıkışımız, dayak yememiz yalan değil. Cemaatin valisinin 20 ağustos'ta gümüşsuyunda bizi cemaatin polislerine linç ettirmesi falan yalan değil. Biz demokratik haklar ve özgürlükler için 15 Temmuz'da televizyon televizyon çağrılarla, cami cami anonslarla demokrat olmuşlardan değiliz. Hiçbir askerin halka zulüm etmesini kabul etmediğimiz de, suçlunun da hukuksuzca ilkel yöntemlerle cezalandırılmasını kabul etmeyeceğimiz de; doğru.

Sizce de doğruysa sıkıntı yok.

Sizce de doğruysa, sizden de "biz de halkın sokaklara çıkmasını ve demokrasiyi sahiplenmesini destekliyoruz ama... " cümlesiyle lütfen "ilkel cezalandırma yöntemlerine" de karşı olduğunuzu belirten paragraflar yazın.

Yazmıyorsanız, yazamıyorsanız; gelin demokratik devletin nasıl hukuk üzerine inşa edildiğini uzaktan uzağa, sahaya oynayan kalemlerle değil de, sizinle yüz yüze tartışalım.

Tanklara, bombalara karşı bugüne kadar verdiğimiz direnişleri ortaya da koyalım.

Bugün argümanlarına sarılmaktan ve o argümanları soslayarak bizeymiş gibi sahayı mest etmeye yönelik kalem sallamaktan ötesine gitmek istiyor musunuz?

Gelin biz demokrasiyi savunduğunu iddia edenlerin, demokrasiden ne anladıklarını konuşalım.

Demokrasi ve Darbe başlığıyla yazdığım yazımda,  sizinle birlikte sokaklarda demokrasiyi koruyan, bir çoğunuzun sosyal medyadan arkadaşları olan insanların; demokratlıklarının ar damarlarının nasıl ve neden çatladığını konuşalım!

Askeri vesayete karşıymışsınız, destekliyorum.

Sivil siyaseti destekliyorum, Ankara'da Kahire'de, İstanbul'da Şam'da, Diyarbakır'da, Konya'da, Şırnak'ta; çifte standardım yok. Benim için askerin sivillerin karşısında olduğu her yerde demokratik direniş meşrudur. Tıpkı cumhurbaşkanımızın, başbakanımızın, bakanlarımızın, meclisimizin 15 temmuz'da meydanlara çıkın çağrısı gibi, asker nerede bir sivil öldürse, asker hangi kente tankla-helikopterle girse; sokağa çıkıp demokrasiyi savunma taraftarıuyım ben. Bu konuyla ilgili geçmişe yönelik bir çok yazım da var, isteyen blogumu araştırıp bulabilir. Peki siz?

Siz de gelin benim kadar açık açık; her yerde askeri vesayete karşı olduğunuzu açıklayacak kadar tek yüzlü olun da-

-demokrasinizi baş tacı yapayım. Memleketin bütün televizyonlarından, bütün camilerinden sokağa çıkın çağrısıyla sokaklara dökülen halkın temsilcisi ne sizsiniz, ne de biziz; onlar da ne sizi ne de bizi temsil etmezler. Hali hazır bir mücadeleye dalıpta; "Oo demokrasi, alırım bi dal" demekten başka ne yaptınız bugüne kadar? Onları konuşalım.

Ama nerede? İki günde demokrat olanların, demokrasiden anladıkları sanırım ancak bu kadar.

Vesselam.

Share:

Çok demokratiksin Türkiye...

"Demokrasi ve Darbe?" başlığıyla yayınladığım yazımdan sonra aklı kanayan bazı insanlar bana küfür ve tehditler ettiler. Neden? Çünkü demokrasiyi koruyorlardı, demokrasiyi öyle-böyle korumuyorlardı; canla-başla koruyorlardı. Ellerinden gelse, beni öldüreceklermiş gibi bir hisse de kapıldım, onlar için demokrasi öyle bir şeydi çünkü. Onlara az sonra değineceğim ama ilk başta değinmek istediğim, nazik ve kibar bir Çerkes beyefendisinin bananazikçe "demokrasi düşmanısın" demesini sesli düşünmek istiyorum müsadenizle.
Hatta böyle bir ithama maruz kaldığım an, diğer demokrasi koruyucularına yapmadığım bir şeyi yaptım ve aynı nezaketle "siz demokrasi nedir biliyor musunuz?" diye sordum. Beyefendi bana "bildiğini ima etti". Umarım bir ara bildiğini, bilinenle karşılaştırır ve uyumluluk kıyaslaması yapar.

Ben neden demokrasi düşmanıyım? Çünkü Ankara'da yapılan askeri müdahale Diyarbakır'da da yapılıyor dedim diye. Hem bunu sadece tankıyla-bombasıyla anlatmışım, yani birebir yarattığı şiddeti kıyaslıyarak. Yani detaysız, uzatmadan, hatta Diyarbakırlılara haksızlık ederek biraz. Tabi Diyarbakırlılara güvenmişim, anlayacaklarını düşünmüşüm. Haksızlıkta etmemişim ayrıca. Çünkü Ankara'da patlayan bombalarla, Diyarbakır'da patlayan bombalar aynı değil. Çünkü Diyarbakırın Haziran'dan bu yana yaşadığını, Ankara bir gece yaşadı. Hepsini de yaşamadı, birazını yaşadı. Ankara'da yapılana anında müdahale edildi, Diyarbakır'da yapılana ise bizzat emir verildi. Bizzat Diyarbakırı bombalayanlara yasal zırh giydirildi. Bunu tamamıyla, bir çırpıda anlayamayacağınıza eminim, anlayamamanızı anlıyorum, anlayabileceğiniz bir şey değil. Çünkü askeri vesayeti ve faşizmi herkes bir çırpıda iki satır okuyarak anlayamaz, yani bazılarının hakikaten yaşaması gerekir ve Ankara'da hissettiğiniz de buydu. Ben sadece empati kurabilecek misiniz diye merak ettim. Yani "istisnalar kaideyi bozmaz" ise, anlayamadığınızı da anladım. Ayrıca askeri darbeye karşı olduğumu yazının başında, sırf böyle ithamlara maruz kalacağımı düşünerek ısrarla belirtmeme rağmen, yazımın geri kalan kısımlarında da defalarca tekrar etmeme rağmen nasıl bir demokrasi düşmanı ilan edilebilirim? Basit: onlar artık demokrat, bize ise takacak kulp bulamadılar daha. Yani elbette onlar; farklı olana, farklı konuşana, talep edene, itiraz koyana, direnene bu kadar düşman iken demokrasi kahramanı oluyorlarsa, bizim demokrat olmamızın imkanı olamaz. Yani farklı olanı, farklı konuşanı seven, destekleyen, adalet, özgürlük talep eden, bedel ödeyen, yaşamımızı dizayn edenlere karşı tepki gösteren, itiraz eden; meydanları yasaklayanlara direnen biz nasıl olurda onlarla aynı zeminle tarif edilebiliriz? Onları da anlıyorum ama, şunu anlamalarını da istiyorum: Bu işte bir iş var, ya onlar demokrasiyi bilmiyorlar, ya da biz demokrasiyi bilmiyoruz. Bence iki tarafta açıp bir demokrasiyi öğrensin; kim demokrasi düşmanı netleştirelim. Bu arada, aşağıda yazacaklarımı da burayla bağlantılı düşünün.

Demokrasi ve Darbe? başlıklı yazımdan ötürü beni tehdit eden, bana küfür eden demokrasi kahramanları, vazgeçtim tarihinizden de, hepimizin reşit olduğu zamanlar içerisinde toplu çocuk tecavüzleri ortaya çıktığı zaman, kadın cinayetleri ve tecavüzleri ortaya çıktığı zaman bugün üstünüze giyindiğiniz o meşhur demokrasi kahramanı kimliğinizle neler yaptığınızı haydi açıklayın.

Güzelim demokrasimize kast eden bu darbeci generalleri, o meşhur fetö terör örgütünün mensuplarını o makamlara kimler tayin etti, ne zaman o makamlara geldiler? Herşeye rağmen, tüm hukuksuz atamalara ve keyfi ihraçlara rağmen o darbecilerin bu güzelim demokrasiye kast etmeleri elbette savunulamaz. Savunmuyoruz ama, siz bizi sapanla helikopter düşürmediğimiz için suçluyorsunuz da, bu darbecileri makamlarına taşıyan politikalara karşı direnirken, dayak yerken ve hatta ölürken; sizi kahraman ilan eden efendiniz bizi yine sizinle tehdit etmiyor muydu? Demiyor muydu? %50'yi evlerinde zor tutuyoruz diye. Sonra bir hakikaten jetlere, uçaklara, helikopterlere, g3lere rağmen ülkeyi darbeden kurtardınız; helal olsun. Süper kahramanlarsınız. Ama hiçbiriniz bizim anısını yaşattığımız Erdal Eren'i tanımaz, bilmezsiniz de. Neyse.

Şimdi siz kendinize lütfen bu soruları sorun,

* Askerin kentleri bombalamasına, şehirleri yıkmasına, yönetime el koymasına, sıkı yönetim ilan etmesine karşı mısınız?

* İnsanların seçimle başkanlarını seçtikleri kurumların zorla değiştirimelerine karşı mısınız?

* Seçimle işbaşına gelen milletvekillerinin, zorla düşürülmelerine karşı mısınız?

Benim cevabım: Evet.

Peki sizin cevabınız ne?

Siz beni tehdit ederek, bana küfür ederek, hemde demokrasi ve darbe isimli makaleme dayanarak, hemde demokrasi kahramanı sıfatıyla küfür ediyorsunuz ya, gerçekten çok demokratik şeyler bunlar.
Demokrasiniz karşısında nutkum tutuldu.

Share:

Demokrasi ve Darbe?


Bende iki gündür bir klasiğe dönen "Bende darbeye karşıyım" ile başlayayım.   Malum, çok hassas zamanlar ve her eleştiri karşısında bir bakmışsınız "darbe sevici" ilan olmuşsunuz, Allah muhafaza... siz de bir şeyleri eleştirirken böyle söylemeyi ihmal etmeyin bence. Bir gece ülkece hepimize kabus gibi çöken bir "kalkışma" ile uyuyamadık, bir çoğunuz için bu sıradışı bir gece olabilir ama bizim son 2 yıldır neredeyse sıradanlaşan gecelerimizden biriydi. Yani siz görmemiş olabilirsiniz ama, dün gece Ankara'nın göbeğinde ve hatta Gazi Meclisinin çatısında/bahçesinde patlayan o bombalar bizi alaştıracak bir süredir psikolojik olarakta, fiziksel olarakta bizim üzerimizde patlıyorlar. Sadece patlamıyorlar, kardeşlerimizi de katlediyorlar. İşte 3 gün sonra 1nci yılına gireceğimiz Suruç katliamı, daha bir yıl önce hayatta olan sevgi ve yaşam dolu Ferdane abla, dimdik duruşuyla hepimize güven ve cesaret veren Nartan kardeşimiz.. geçen yıl bu zamanlar yaşıyorlardı. Biz şimdi 3 gün sonra katledilişlerinin 1nci yılına hazırlanıyoruz. Suruç Katliamı soruşturmasının gizliliğinin  kaldırılmasını talep ediyoruz, neden ve nasıl katledildiler; kimler işbirliği yaptı, kimler yapmadı, kimin nasıl ihmali oldu bilmek istiyoruz. Tam 362 gündür...



Demokratik siyasetin ne kadar önemli olduğunu defalarca dile getirdik, darbe teşebbüsü karşısında da elbet getireceğiz! Ne sanıyorsunuz? Biz demokratik yollarla meclise gönderilenlerin, demokratik yollarla meclisten çıkarılmasını şu 2 gündür değil, ne zaman uzun bir süreden beri söylüyoruz biliyor musunuz? Biliyorsunuz, biliyorsunuz ama işinize gelmiyor belki. Siz bizim demokratik yollarla seçtiğimiz vekilleri, demokratik olmayan yollarla meclisten dışarı atılmasını desteklemiyor muydunuz? Hala desteklemiyor musunuz? Yani merak ediyorum, sizin seçtikleriniz askeri darbeyle indirilmeye çalışıldığında  hissettiğiniz öfkeyi, hatta katılmadığınız kadar ileri giden; insan kafası kesen, insan kırbaçlayan, linç eden bu öfkeyi bizi anlamak için de bir araç olarak kullanabilecek misiniz merak ediyorum. Sizin seçtikleriniz vekilde, bizim seçtiklerimiz karpuz mu? Sizinkiler demokrasiyle geldi de, bizimkiler gökten vahiyle mi geldi meclise? Daha iki gün önceye kadar, bizim demokratik yollarla meclise yolladığımız vekilleri, yargı darbesiyle meclisten dışarı atmak için can atıyordunuz, şimdi hala atıyor musunuz merak ediyorum. Merak ediyorsanız söylüyeyim; dün askeri darbeyle demokratik siyasete kelt vurulacak diye taşıdığım kaygı, iki gün önce yargı darbesiyle demokratik siyasete kelt vurulacak diye taşıdığım kaygı ile aynıydı ve eşit oranda karşıydım.

Dün kentlerimiz de jetler uçtu, bomba attı.. caddeleri tanklar kesti, askeri helikopterler insanlara ateş açtı. Sivilleri öldürdü, yaraladı askeri darbe teşebbüsünde, sanırım inkar edecek değilsiniz.
Peki aylardan beri; tankların, helikopterlerin, askerlerin kentleri, şehirleri yerle-bir ettiğini, masum sivilleri öldürdüğünü neden inkar ediyordunuz? Görüyorsunuz; TSK içinde küçük bir grup dahi neler yapabiliyor değil mi? Şimdi kabul edebilecek misiniz askerlerinizin devletin-milletin parasıyla alınan silahlarla kadın-çocuk demeden milletin parçası olan sivilleri katledebileceğine?

Hadi dürüst olun...

Kentlere askerler tanklarıyla-tüfekleriyle girdiklerinde Cumhurbaşkanı dahil, bütün bakanlar sokaklara çıkma çağrısı yaptı, camiilerden 24 saat tekrarlandı. Peki başka yerler de yine kentlere askerler tanklarıyla-tüfekleriyle girip, evleri apartmanları bombaladıklarında, bizimde sokağa çıkma çağrısı yapmamızı normal karşılayacak mısınız?

Siz hiç yorulmayın, ben sizin adınıza cevap vereyim. Hayır... Çünkü asker kürdistan'da yıkarken kahraman, ankara'da yıkarken terörist oluyor.

Olsun...

Ben yine de askeri darbeye başından-sonuna kadar karşıyım. En iyi askeri darbenin, en kötü demokratik sistemden daha beter olduğuna dair düşüncem ve inancım tamdır. Bu yüzden Ankara'da kentleri bombalayan, caddeleri kesen, insanları vuran, televizyon kanallarına el koyan, bana sokağa çıkma yasağı ilan eden darbeye sonuna kadar direneceğim. İki gündür de direnmiyorum, geçen yıl haziran ayından bu yana direniyorum.
Direniyorum ama hiçbir askerin başını kesmek, onu döverek, linç ederek öldürmek veya ona zarar vermek aklımın ucundan bile geçmedi.
Direnirken bile demokrasiye inanıyorum, insanlığımı koruyorum; bazılarınız bunu hiç anlamayacak ama olsun.
Bu arada, ben batı da hiç darbe görmedim, usulü ve yöntemi nedir sadece okuduklarım kadar biliyorum; bugüne kadar okuduğum darbeler içinde şahit olduğum en aptalca ve cahilce olan girişimi buydu. Acaba diyorum, acaba?

Teşebbüs edenler, karşı çıkanlar, ölenler...
Meclisin ve milletin başarısı, bir grup askerin başarsızlığı; acaba.. kötü yazılmış bir senaryonun, kanlı sayfaları mıydı?

Bunu da çok yakında anlayacağız diye korkuyorum.

Share:

Doğru bildiğimiz yolun yolcusuyuz Kardeşlerim

Kendimizi neye göre konumlandırmalıyız diye soruyor genç arkadaşlarım, bunu bana soruyorlar ve elbette verdiğim cevaplar birileri için muazzam iken diğerleri için felaket oluyor. Yani cevabımı beğenenin de beğenmeyenin de bilmesi gereken tek şey; benim verdiğim cevap bütün doğru yolların en doğrusu değil, benim inandığım yolun kendisi. Ben başkalarının inandığı başka yolların olduğunu kabul ediyorum, yadırgamıyorum da. Hatta eğer gerçekten aynı amaca hizmet etmek için, farklı yollara inanıyorsak; benimle aynı yolda olsun ya da olmasın, bütün yolların yolcularına helal olsun.

 Ama benimle aynı amacı paylaştıklarını iddia etmiyorlar ve hatta benim amacıma can havliyle tutunup, benim amacımın o olmadığını da iddia ediyorlar. Benim beyan ettiğim amacımın, esasında kendi amaçları olduğunu ancak benim kendilerinin amacını kullanarak farklı bir amaca hizmet ettiğimi bile söylüyorlar. Bunu açık saçık ya da gizli kapaklı yapıyorlar, ortalıkta örneğinden bol bir şey yok.

Bana "partizan" yaftası yapıştırmışlar, amacıma alet ettiğim ve bunu kendilerinden de saklamadığım partiye "terör" yaftası yapıştırmışlar, eksenimize topladığımız insanlara "aptal" ya da "hain" muamelesi yapıyorlar.

Kısacası biz onlar için büyük ihtimalle "teröristiz" hiç yoksa "sempatizanıyız"
Aslında öyle değil, aslında benim partizan olmadığım, amacıma alet ettiğim ve bunu kendileriyle de gönül rahatlığıyla paylaştığım partinin terör partisi olmadığı, eksenimize toplanan insanların da ne aptal ne de hain olmadığı bal kabağı gibi ortada.
Yani demem o ki, o kadar da ortadayız ki; işte asıl içlerine sinmeyen bu. Bu kadar ortada olmamız. Yoksa benim gibi de, parti içinde, eksendeki topluluklar gibi de insanlar 3-5 yılın ürünü değiliz; devasal köklerimiz yok, ama belirli bir tarihimiz var.
Şimdi tekrar gelelim amacımıza, bizim amacımız nedir? Yani uluslararası emperyalist düzeni bırakmış, bütün ezilenler içinde hangi farklı kimliği temsil ediyoruz? Çerkeslerin tamamını temsil etmediğimizi söylüyorlar, başından sonuna kadar katılıyorum bu tespitlerine. Çerkeslerin tamamını temsil etmiyoruz, edemeyiz de. Sizde edemezsiniz. Yani bu olay yalnızca bizim içinde geçerli değil, iktidar partisi bütün Türkleri ve hatta Türkiye'yi de temsil etmiyor aslında o gözle bakınca, hatta Cumhurbaşkanı da öyle.  Mesela beni etmiyor, etmediğini bildiğim binlerce insan var, etmediğini iddia edecek milyonlarca insanda çıkar.  Kaldı ki bu saydıklarım Türkiye devletini hukuken temsil de ediyorlar, yani buna dayalı bir sistemleri var, biz ise o dayalı sisteme de sahip değiliz; yani hiç kimse hukuken de, siyaseten de Çerkesleri tamamen temsil etmiyor.  Bütün Çerkesleri temsil etme iddiası bizim değil, onların. Hem bizi öyleymişiz gibi eleştiriyorlar  hemde bunu yaparken öyleymiş gibi davranıyorlar.

Amacımız Çerkesleri demokrasi alanında görünür kılmak, siyasete angaje etmek. Bir örgüte değil, yani biz bütün Çerkesler HDP'li olmalıdır demedik, biz aslında HDP'li olmayan Çerkeslere; hangi partili olursanız olun, hangi siyasi anlayışı benimserseniz benimseyin, amacınız Çerkeslik olmalı, HDP'li Çerkeslerin başarabildiği gibi, kendi siyasi kulvarınızda Çerkesleri, kendileri gibi görünür kılın. Sochi'nin neresi olduğunu anlatabilin, Çerkescenin Çerkesler için ne kadar önemli olduğunu hissettirin, Çerkesya'yı unutturmayın diyoruz. Bunları yapmak için HDP'li olmanız şart değil, size bu şartı koştuğumuz tek gün olmadı; biz HDP'de yaptık, siz de kalkın CHP'de yapın, HKP'de yapın KP'de yapın, ÖDP'de yapın, hatta gidin AKP'de yapın, MHP'de bile yapın bizim için hiç fark etmez. Bizim Çerkesler olarak, Çerkeslik için önemsediğimiz bu, diğerleri ise tamamiyle insanlığımız gereği hissettiğimiz hamleler. Yani Kürdistan'daki savaşa, insanları silah baskısıyla göçe zorlamaya, işkenceye, gözaltında kayıplara, cinayetlere, katliamlara tamamen insanlık anlayışımız gereği karşı çıkıyoruz, Rojawa'ya tamamen insanlık değerlerimiz gereği destek veriyoruz. Ermeni Soykırımını tamamen adalet duygularımızla kabul ediyoruz, işçinin emekçinin gasp edilen emeğine tamamen vicdanen sahip çıkmaya çalışıyoruz. Oraya-buraya yollanan tırlara, tamamen kendi vergimizle katliamlara sebep olmamak adına dur diyoruz. Tabi size göre Çerkeslik "insanlık değerlerinin" ötesinde veya dışında bir şey olabilir, bizim için içindedir ve insani değerlerimizle yaptığımız şeylerin Çerkeslere de katkı verdiğine inanıyoruz ama bunları Çerkes duygularımızla değil, insani duygularımızla yaptığımızın da altını çizmek lazım.

Biz 'Çerkesler içinde, Çerkeslik için; zaruri bir anlayışı' temsil ettiğimizi iddia ediyoruz. Ediyoruz da değil, ettiğimizi İDDİA ediyoruz. Bu iddiaya dair; barış, adalet, eşitlik, özgürlük ile beslenen hipotezlerimiz var, bakın teorilerimiz değil, HİPOTEZLERİMİZ. Yani inanın artık bunu anlatmanın her yolunu denedim, son günlerin moda söylemiyle bir tek "bilale anlatır gibi" anlatmadığım kalmıştı.
Yanıldığımızı düşünmüyorum, çünkü yanıldığımıza dair hiçbir emareye rastlamadım. Ama tabi bu mutlak doğru olduğunu dayatmak anlamında da anlaşılmamalı. Yani eğer bizim bildiğimiz yolun dışında, farklı bir yolla Çerkesler için iyi bir şey yapacağınıza dair iddialarınız varsa lütfen çekinmeyin, söyleyin, misyonunu üstlenin, pratiğe geçin. Sakın geri durmayın. Hatta eğer benim ve de arkadaşlarımın bu iddialarınız için katkısı olabileceğine inandığınız bir nokta varsa lütfen iletin, eğer insanlık değerleri sınırları dışına çıkmıyorsa ben kendim elimden geleni yapmazsam namerdim. Ama bugüne kadar görebildiğim tek şey oldu; onların varlık kaynağı da, biziz. Biz varız diye varlar, biz olmazsak onlar da olmayacaklar. Yani varlıkları bizi eleştirmekten, kulp takmaktan, yafta yapıştırmaktan ötesi değil.    Ben anladım ki; biz barışın ve kardeşliğin sokaklarında adımızla, şanımızla; onların söküp atamayacağı, bizimde terk edemeyeceğimiz Çerkeslikle var oldukça, irili-ufaklı bu kişiler olacak. Yani sadece bizde olsa, eyvallah. Hatta bazı kardeşlerimiz öyle sanıyorlar, böyle tipler sadece bizde var gibi, yanlış! Bu insanlar her halkta, her mezhepte var. Yani Türkiye sosyolojisinin bir gerçeği haline gelmişler. Çok takmayalım arkadaşları, nasıl bütün varlıkları bizim varlığımızla bağlantılıysa, değerleri de; bize etkileri kadar. Kendilerini bizden başka hiç kimsenin dinlemediğinin farkına bir gün onlar da bizler de varacağız; işte o gün sıfırı bile tüketecekler.
Bazıları çok doğru tespitler yapıyor ama hiçbir icraat yok. Yani anlamıyor gibi gözükmekte istemem, Türkiye'de icraat hakikaten zor ve tehlikeli. Onlara "siz hatalısınız" demiyorum, siz haklısınız ancak bu haklılığınızı harekete geçirecek mekanizma yok; bakın söylemlerinizle bir noktadan sonra uyuşuyoruz, ama öncelikli yapmamız gereken şeylerimiz var, bunların öncelik sıralamasını keyfiyetten değil, zaruretten yapıyoruz. Çünkü o tespitlere karşı harekete geçirecek mekanizmanın da bu yolla inşa edileceğine inanıyoruz. Bu mekanizma olmadan ancak salon takımı olursunuz, bizim halkımızın sokağına, halkların sokağına inmemiz lazım, politika yapmamız lazım, varlık göstermemiz lazım. Farkında değil değilsiniz, bal gibi farkındasınız fikirleri üreteceklerin, fikirleri taşıyacaklara olan ihtiyaçlarına; nedir bu inat?

Bize şart koşun, deyin ki şöyle olacak, böyle olacak; ancak koştuğunuz şartı tartışmamıza müsade edin, gelin birlikte tartışalım! Tartışmadan nasıl anlaşacağız?

Şimdi bazı arkadaşlarımız, büyük-küçük, bizden-onlardan; hiçbir şey yapmamaktan iyi bir şey yapıyorlar; "Çerkes Soykırımının Tanınması ve Demokratik Haklarımız İnisiyatifi" olarak hem En temel ihtiyaçlarımızla ilgili kamuoyu oluşturmaya çalışırken, hem demokrasiyi ve Çerkes Soykırımı meselesini canlı tutuyorlar.  Sakın başkaları gibi yapmayın, içinde duymaya alıştığınız felsefeleri, argümanları, jargonu aramayın. Bakın size söylüyorum; tabanla temas etmek zorundasınız. Çünkü amacın hareket mekanizması tabandır. Katılın, tartışın, önerin, görev alın, hiçbir hamleyi küçümsemeyin; insanlarda siyasi aynalar aramayın, sizin gibi düşünmüyorlar diye, sizin gibi talep etmiyorlar diye baştan savmayın. Katılın. Kendinizi hem toplumsal realiteye, hemde amacın hizmetine göre konumlandırın. Amaçlarınız içinde "Çerkes soykırımının tanınması" var mı? "Demokratik haklarınızı almak var mı" Tamam, bütün amaçlarınız bir anda olmayabilir, hatta olmayacak. Amaçlarınızı; toplumsal hareket mekanizmalarına göre sınıflandırın ve her alana yayın.
Kardeşlerim, şimdi siz bana soruyorusunuz ya kendimizi neye göre konumlandırmalıyız diye işte size açık seçik söylüyorum; bize gelin dersem toplumun ikiye ayrıldığı bir konumda birileri için yoldaş, diğerleri için hain olacaksınız. Olmayın. Bize gelin dersem; birileri sizi dinleyecek, diğerleri size küfür edecek; ettirmeyin. Biz zor bir yoldayız ancak bu zaruri bir yol. Biz bu yolu sırtladık, merak etmeyin. Biz sizi biliyoruz, sizde bizi bilin. Bize gelirseniz; siyaset tartışmaktan, siyasi programları yürütmekten, bunun bütçesini, planını, taslağını hazırlamaktan toplumun diğer parçalarından izole kalabilirsiniz. Kalmayın. Toplumun içine inin, toplumun kendisi olun!  Ben size iyi olmanın ne demek olduğunu söyleyecek küstahlıkta birisi değilim; bizden olsun ya da olmasın hiç kimse sizden aksini talep edecek kadar cesur da değil kardeşlerim; nerede olursanız olun, iyi insanlar olun. Susamış kedilere su verin, acıkmış köpeklere mümküse yardım edin, yardıma ihtiyacı olduğunu gördüğünüz yaşlılara mutlaka yardım edin, hiç kimsenin hakkını yemeyin, yalan söylemeyin, herşeye inanmayın, kitap okuyun, nefret etmek için değil, sevmek için emek harcayın. Birileri söylediği için değil, inandığınız için yapın ne yapıyorsanız. Zulme uğrayan bir insan görünce sessiz kalmayın, kadınların da sizin kadar insan olduğunu unutmayın, onlarla eşit olduğunuzu bir an olsun aklınızdan çıkarmayın. Birisine bir dine inandığı veya inanmadığı için kötü gözle bakmayın, küfür etmeyin, şiir yazın, şarkı söyleyin. Evlerinizde sıkışmayın, dışarı çıkın. Çevrenizi inceleyin, insanları hissedin, insanları anlayın. Herkesi dinleyin, önyargılı olmayın. Dünyanın küçük, insanın büyük olduğunu öğrenin. Arka sokağınızda sizin bıktığınız şeylere karşı ihtiyacı olan insanlar olduğunu unutmayın, ön sokağınızda sizin sahip olmak istediğiniz şeylerden bıkan insanlar olduğunu da unutmayın; hayat zor, ama yine de güzel kardeşlerim. İnsan olmaktan, iyi olmaktan, adil olmaktan, hür olmaktan, bilmekten, şiir yazmaktan, şarkı söylemekten, dışarı çıkmaktan, gökyüzüne bakmaktan asla vazgeçmeyin.

Bu yol uzun bir yol ve biz, bizden öncekilerin bize bıraktığı yerden, bizden sonrakilerin devralacağı yere kadar ki kısmındayız.

Siz de, sizden öncekilerin bıraktığı yerden, sizden sonrakilerin devralacağı yere kadar ki kısmında olursanız; bu yolun sonunu mutlaka getireceğiz.

Yolumuz mu? Hedefimiz mi?..
Yolumuz İnsanlık, Hedefimiz Çerkeslik!

Share:

Türkiye, Demokrasi ve Gündem

Türkiye'de insanlar artık tesadüfen yaşıyorlar ama sanki tesadüfen ölüyorlarmış gibi bir algı yaratmaya çalışılıyor. Bunları konuşmak, yazmak, göstermek neredeyse artık bir vatana ihanet suçu. Daha dün gibi hatırlıyorum, dönemin başbakanı (devrik başbakan) demişti ki "Canlı bombaların listesi var, ama eyleme geçmeden yakalayamıyoruz" diye. Niye? Çünkü "Türkiye bir hukuk devleti"ymiş.  Uzun bir zamandır Türkiye eyleme geçen canlı bombaları teker teker yakalıyor. İşte geçen gün Atatürk havaalanında eyleme geçmiş 3 canlı bombayı daha yakaladılar. Artık hiç kimseye tehdit olamayacaklar, hiç kimseye zarar veremeyecekler. Ancak henüz eyleme geçmediği için yakalamayan canlı bombalar olduğunu da bilmek lazım. Bunu bilin ama kamuya açık alanlarda sesli sesli söylemeyin, çünkü milli istihbarat teşkilatı; istanbul'un göbeğine kadar ak 47 ile gelip, havaalanında bomba patlanları takip etmeyi bırakmış da, sokakta bizim konuştuklarımızın izini sürüyor olabilir. Bu zaafiyetten (ki hükümete göre hiçbir zaaf yok) ben ancak bunu anlayabiliyorum.

Yayın yasaklarına gelince, Türkiye'de bir tanıdığı terör eyleminde ölmeyen pek az kimseler kaldı. Hukuk devletimiz, canlı bombaları eyleme geçmeden yakalamayacak kadar acayip adaletli olmaya  devam ederse kısa bir süre sonra Türkiye'de canlı bomba olduğunu öğrenmek için televizyon izlemek zorunda kalmayacağız. Zaten bu yayın yasaklarının bizimle alakası yok, görünen o ki biz çabuk unutan bir toplumuz. Her ne kadar bir grup "marjinal"  -alışmayacağız- dese bile, toplum olarak içselleştirilmiş bir alışkanlık artık parçalanarak ölümler. Çok anormal bir şey olsaydı; ülkenin azıcık doğusunda taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan, kentler de bomba değmemiş tek duvar kalmayana kadar devam eden ve yaklaşık 1 yıldır yoğunluklu olarak sürdürülen patlamalara karşı ufacıkta olsa bir acı hissi edinirdik. Bir grup "marjinal" dışında herşeye rağmen ülkenin geri kalanı hiçbir şey yokmuş gibi yaşamayı becerebiliyor halbuki. Bu yayın yasakları dünyaya ne kadar güvenli bir ülke olduğumuz imajını mı veriyor? Hiçbir fikrim de yok. Çünkü biz bu ülkede yaşadığımız halde, bu ülkede yaşamayanlardan çok daha geç öğreniyoruz olan biteni. Neredeyse tatile giderken yurtdışından bir tanıdığımızı arayıp "Bodrum güvenli mi" diye bilgi alacağız. 

Bu arada reis har vurdu harman savurdu; bütün bombaların yapamadığını başardı ve ülkede turizmin tekerine iyi çomak soktu. Antalya sokaklarında gezerken ekonomi için acı verici de olsa, benim kalabalığa olan fobime merhem oldu. Ticaret sokakları bomboş, tarihin sokakları bomboş, kale içi, plajlar bomboş... Olimpos ve Adrasan kül, tarlalar ekilmemiş; tarlalar bomboş! Cepler, mideler, bomboş! Az biraz daha bekleseydi özür dilemek için; insanlar birbirini yemeye başlayacaktı bu boşluktan, diledi dilemesine de; bakalım fayda edecek mi... Çok ciddi bir önerim var; eğer gerçekten bütün bu yayın yasakları, Türkiye'ye turist gelmesine engel olmamak içinse; reisin konuşmalarını yasaklayın yayından.. Çünkü bombalardan daha fazla etkili oldu turistler konusuna... arka sokaktaki Akpli amcalar; milli gurur ve onurun tam da herşeyden önemli olduğuna inandı inanacakken reisin özür dilemesi onları da acayip şoka soktu.

Olan bize, yani Çerkeslere oldu..! 

Daha iki-üç gün önce Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesini coşkuyla yaşayan bir grup Çerkes, bugün nasıl bir manevra ile bu özrü savunmaya başlayacak sabırsızlıkla bekliyorum. En çokta; 500 bin kişilik 10 ordu kurarak Ruslara sopa sallayacak derece de kendilerinden geçenleri.. Şurası bir gerçek ki; Türkiye ile Rusya'nın arasının bir gün düzeleceği ağır bir gerçekti ve Çerkesler bir anda Anavatanlarının Rusya'da olduğunu ve şuan Türkiye'de yaşadıklarını unutarak davranmalarının hesabını nasıl vereceklerini merak ediyorum. Siz bakmayın benim merak etmeme; zaten aklı-selim; başından itibaren aynı şeyi söyledi. Reisin bu havası Turizm sektörünü, Tarım sektörünü vuracaktı ama en çok Çerkesler zarar görecekti dedik. Çerkesler görecekleri zararı gördü, turizm ve tarım sektörü vuruldu; millet aç, sokaklar bomboş.. Çerkesya Hareketi 21 Mayıs'a bile gidemedi, niye? Reis 7 ay millete gaz verecek diye.

Şimdi kendi fanusundan çıkan bazı Çerkesler, dünyanın ne kadar bütün ve birbiriyle bağlantılı olduğunu hissettiler. Bu-da göreceli bir başarı; şimdi herşeye sıfırdan başlıyorlar. Demokratik taleplerden bahsediyorlar ama; birisi bu ülkedeki demokrasiyi onlara seminer olarak verse iyi olur. Çünkü bu ülkedeki demokrasi; kendi ülkemizde olup biteni yurt dışında yaşayan tanıdıklarımızdan öğrenebilme iksirinde saklı.

Herşeye rağmen, demokrasi ve talebi aynı yerde ve aynı zeminde söyleyebilmek bile umut verici.

Ancak biz üstümüze düşeni söyleyelim diye yazmak zorundayım. Bir bütün içinde ya herkese demokrasi vardır, ya da hiç kimseye yoktur. Yani demokrasi sadece Çerkesler için istenebilecek bir şey değildir. Demokrasi; insanlık için istenebilecek bir şeydir ve demokrasi ile talebi aynı zemine taşıyan arkadaşlarımızın o zemine Çerkeslerden başka hiçbir şeyi konu etmemesi gerçekle uyuşan bir şey değildir.

Hiçbir şeyi konuşamıyorsanız, Hurşit Külter'in nerede olduğunu sorarak gerçekten "demokrasi" zeminine doğru bir adım inebilirsiniz.


Share:

Türkiye Büyük Tayyip Meclisi

Yazının başlığını yazarken, aklımda hep 'Türkiye Büyük Tayyip Meclisi' ifadesi vardı. Hatta bir ara yazdım, sonra düşündüm... Başıma bela açar mıyım diye? Sildim. TBTM yapayım dedim, hiç olmasa bir sorun çıkarsa inkar etmek istersem bir yol olsun diye. Az sonra aşağıda okuyacağınız düşüncelerimin çoğunu da yazmıştım.

Ben yazıyordum, müzik çalıyordu...  Grup Emeğe Ezgi, Nazım Usta'nın "Kerem gibi" şiirindeki şu mısraları haykırıyordu:

"Ben yanmazsam
sen yanmazsan
biz yanmazsak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa"

Hemen bir sigara yaktım, kendime de kızdım açıkçası. İçimden Nazım Usta'ya bağırdım:

KARANLIKLAR AYDINLIĞA ÇIKSIN DİYE,
VARSIN ATEŞ İLK BENİ YAKSIN İSTERSE!


Herşey 22 Şubat 2003'de bugün "anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" diye açıklama yapan bir partinin o zaman ki genel başkanının demokrasi sevdası ile başlamış. Kendisi de zaten sonra o bilgiyi teyit etmiş. Ben tabi o zamanlar pek anlamam bu demokrasi işlerinden. Her sabah "ne mutlu Türküm diyene" diyerek bağırıp, Çerkes olduğumu bilmemin yarattığı acayip bir şizofreni ile atalarımın dışarıdan getirdiği kültürel mihrakların, bana eğitimle içeride aşılanan ulusal mihrakların birbiri ile arasındaki derin çelişkilerdeyim. Daha 16 yaşımı doldurmamışım. Ne mutlu türküm diyene diyerek bağıran bir Çerkes olmanın çocukça şokundayım, derslerimi bile anlamıyorum ki demokrasiyi anlayayım. İşte kısacası, henüz benim demokrasi ne pek bir fikrim yokken, dün katil dediğine bugün "hakkını helal eden" bir partinin  o zaman ki başkanının demokrasi sevdası ile başlamış herşey.

Ortada gezen davanın ilk adımı bu. Dava da belli, hiç kimse de kendini kandırmasın boş yere. Teori eyleme geçmiş, eylem kendini ifade etmiş, bugün izahı seyroluyor. Yine de bir ipucu vereyim: Dava fiilen yürürlükte, fakat kendine hukuki bir altyapı arıyor.

Deniz amcanın yaşı malumumuz, o zaman da bizim ki kadar genç değil tabi, kim bilir Diktatör'ün D'sini Demokrasi sanmışta olabilir.  Kabul, meclisin en yaşlı üyesi derim, yaşı kemale ermiş, artık gözü pek iyi görmüyor derim; 2003'ü sineme çekerim ben

Ee peki Kemal abi? Ya sen.. sende mi gözlüğünün arkasına sığınıp hareket edeceksin? Sende mi görmüyorsun ortada dönen kirli dolabı! Dokunulmazlık değil o, Diktatörlük diktatörlük! Dokunulmazlıklara "evet" vereceğim diye, göz göre göre Diktatörlüğe "evet" diyeceksin.

Sırf yüzde 1 oy kaybetmeyeyim diye, yüzde 1 oy kazanayım diye "evet" diyeceğim diyorsun, deme!

Biz yanarız, sorun değil.

"Diyorum ki sana:
Kerem gibi kül olayım
yana yana!

ben yanmazsam
sen yanmazsan
biz yanmazsak
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?"

Gözünle görüyorsun yalan değil. Seçilmiş hükümet bu, seçilmiş hükümet! Derler ki Türkiye'de seçimle gelen hükümet, seçimle gider! Onlar söyledi hep...

Bunlar ilk geldiğinde ordu muhtıralarını ezip hapse tıktılar, kendi arkadaşlarını çiğneyip sokağa attılar, kol kola gezdiklerini rezil rüsva yaptılar hep dedikler ki; seçimle gelen seçimle gider!

Dün seçimle gelen, emirle gitmedi mi?

Gözümüzün önünde, devlet olan, yasa olan, meşru olan, bayrağın rengini, ülkenin şeklini koruyan yasaların anası eziliyor kim dur diyebiliyor?

Cumhur Tayyip, Meclis Tayyip, Ordu Tayyip, Mahkeme, savcı hepsi Tayyip!

Fiilen Türkiye Büyük Tayyip Meclisinde, sipariş yasa üretme memuru haline dönüyorsunuz! Buna mı evet diyeceksiniz?

Eğer derseniz, biz de resmen Tayyip Cumhuriyetinin açık cezaevinden size lanet edeceğiz.

Share:

Sevgili Sırrı abi


Sevgili ağabeyim,

Sanatta ve siyasette bana çok şey kattınız. Sanattaki ve siyasetteki bana kattıklarınız için  teşekkür ederim. Bu ülkede siz, bizim barış irademizi bir adım bile geri atmadan savundunuz. Karanlığın zifiri gibi üzerinize çökertildiği şu günlerde de, bir adım geri atmadan sergilediğiniz dik duruş; bizim barışa ve kardeşliğe olan inancımızı bir iradeye dönüştürüp neden size verdiğimizin en güzel örneği oluyor.

Sana bir şey itiraf etmek isterim. Şimdi kalkıp bütün ideolojimi de anlatarak can sıkmakta istemem. Ben Anarşistim ve Emma Goldman'ın "Oy vermek bir şeyleri değiştirecek olsaydı, yasaklanırdı" sözünün arkasında bu yaşıma kadar ne HDP'ye ne de başka bir partiye hiç oy vermedim. Belediye seçimleri dahil, kendime bir muhtar bile seçmedim. Kısacası şu büyük demokrasi içinde, bir muhtarım bile olmadı. Sonra öğrendim ki, meğerse bu ülkede oy kullanmamakta bir suçmuş, para cezası varmış. Olsun bakalım. Şu cezalar; belki ben ödemem ama onlar birgün benden, değilse bana ait bir yerden mutlaka tedarik ederler onlar.

İtirafta etmişken, şimdi birileri; oy vermeden irade nasıl temsil edilmiş diye soracaktır.

Anlatayım.

Ben barışa, adalete, özgürlüğe, insanlığa olan irademi bir oya sığdıramadım. Umut ettiğim yarını, hayal ettiğim yaşamı bir tüzüğe sığdıramadım. Kardeşliği, yoldaşlığı; bir programa konumlamadım. Mücadelemi o koca meclise de konduramadım. Zihnimde hep Emma Godman'ın söylediği, dünya tarihinde örneğinden geçilemeyen şu "oy vermek" tanımı dolaştı.

Aşırısı devrimci abilerim oldular sosyalistlerden. Sizi devrim yapmamakla, düzen partisi olmakla itham ediyorlardı. Açıkçası bende sizin HDP olarak sosyalist bir devrim yapacağınızı hiç düşünmedim, bir yerde söylediniz mi takipte etmedim. Sizden bir devrim beklentim yoktu, aslında sosyalist bir devrim beklentim de yok. Zaten devrimin bir partinin veya örgütün kurumsal çatısı altında olacağına da inanmıyorum da. Bana göre devrimi halk yapar, bana göre devrimci bir örgütün de devrimle ilgili yapabileceği tek şey; halkın yaptığı devrimi sahiplenmektir. Türkiye'de halk henüz devrim yapacak seviyeden de oldukça uzak geliyor. Velhasıl lafı çok uzatmadan, sizden ütopyaya varan bir beklentim olmadı. Olmadığı için olsa gerek, Kürt sorununda arifesine kadar geldiğiniz başarı sonrası Emma Goldman'ın belki yanılmış olabileceğini düşünmedim değil. Manipülasyona çok açık bir konu olduğu için açıklamak zorundayım; Kürt sorunu yalnızca Kürtlerin sorunu değil, yalnızca Türklerin de sorunu değil, Kürt sorunu benim de sorunum. Bir çocuk sahibi olmak henüz hayal ettiğim bir şey değil, fakat benim karar vermediğim bir ünvanım var! Ben bir amcayım. Beni nasıl 20 yaşımda zoraki bir şekilde askere götürüp, elime silah verdilerse o'na da yapabilirler. Ben hiç kimseyi öldürmeyecek kadar şanslı biri olmuş olabilirim. Ben hiç kimsenin öldürmediği kadar da şanslı biri olabilirim. Fakat herkes öyle değil. Öyle olsaydı bugün hiç kimse ölmezdi değil mi? Fakat öldüler, ölüyorlar. Televizyonda isimleri bile okunmuyor, istatistik olarak veriliyorlar. Yiğenim Jan 3 yaşında... Üstelik bir onun amcası da değilim. Biz halkların kardeşliği demiyor muyuz? O halde bütün kardeşlerimin her bir çocuğu benim yiğenim değil mi? Türk, Kürt, Laz, Arap? Ben kendimi bütün kardeşlerimin çocuklarının amcası görüyorum. Yiğenlerim ölmesin, yaşasın istiyorum. Bunun vahiyle sağlanamayacağının da farkındayım. Yarın devrim olmayacağını da biliyorum. İşte bu sebeple size verilmiş tüm oyların, devrim yapmayacak olsanız da; Kürt sorununu bitirebileceğine inanmak üzereydim. Gel gelelim her ne kadar medya kartelleri farklı bir algı oluştursa dahi, sizin eksikliğinizden değil de, muhataplarınızın sinsiliğinden Emma Goldman yanılmadı yine.

Aslında Emma Goldman size değil, toplumdaki ezici çoğunluğa güvenmiyordu. İtiraf et ya da etme; Emma haklıydı abi.

Doğru, bu yaşıma kadar bir defa bile oy vermedim ama hayatı boyunca oy vermekten başka siyasal bir eylemi olmayan yüzlerce tanıdığıma konuşarak neden HDP'ye oy vermeleri gerektiğini anlattım. Hepsinin vermiş olması imkansız tabi, fakat onlarcasının verdiğine eminim.

Benim iradem de budur. Benim iradem güvendir. Siz bana devrim yapacağınızı söylemediniz, siz yapacaklarınızı çok açık ifade ettiniz. Bende sizin bana ifadelerinize güvenme irademi gösterip, oy vermekten başka bir şey bilmeyen insanların size oy vermelerini istedim.

Yaptığınız hiçbir şeyden pişman değilim.

Size topladığım oylar, helali hoş olsun.

Size topladığım oyları toplamasaydım; anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz diyebilen birileri alacaktı o oyları muhtemelen. Her şey bir kenara, dursun; işte size topladığım oylar, sırf bu sebepten ötürü bile bana onur verdi.

Diğer bir taraftan da Sırrı abi, ben bir Çerkesim. Sochi olimpiyatlarında size Sochi'yi anlattık, bize omuz verdiniz. Çerkes sorunlarını ilettik, meclise taşıdınız. Taleplerimizi söyledik, altına imza koydunuz. Üstelik mecliste, Çerkes milletvekili olmayan tek parti de sizdiniz. Diğer partideki Çerkes vekiller; ne Sochi'yi duydu, ne sorunlarımızı konuştu, ne taleplerimizi savundular.

Benim bir hakkım varsa, helal olsun sizin hakkınız çok lütfen helal edin ama şunu lütfen hep hiç unutmayın ki; bizim size verdiğimiz oylu, oysuz tüm bu irade, mecliste, sokakta, mapusta her zaman sizinle olacak. Hem öyle vekaletle değil, bildiğin cesaretle Sırrı abi.


Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler