Diaspora Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diaspora Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Politik Hat: Bizi oluşturan nüveler 1: İnsanlık

Aslında üstün körü yazdığım şeylerdi bunlar, fakat tekrar etmenin ne zararı var ki?  Bir Çerkesin, her şeyden önce; insan olması gerekir. İnsanlık değerleri taşıması gerekir. İnsanlık değerlerini bilmeyenler azımsanmayacak kadar varlar, o halde hep birlikte hatırlayalım nedir bu değerler?

Özgürlük

Özgürlük göreceli bir kavram, sözüm ona; yaşadığınız kentte çalıştığınız yerle ikamet ettiğiniz yer arasında eve giden onlarca yoldan hangisine karar verebiliyor olmanız da bir özgürlük, yemeğinize tuz atıp atmayacağınız da. Ancak bugün, bunu yaşadığımız ortamda ortaya koyacak olursak; kendimizi ifade etme özgürlüğümüzün de bu kavramın içerisine girdiğinin bilinmesi gerekir. Bu özgürlük eğer ki rahatça kullanılamıyorsa, eğer birileri başkalarından korkarak, çekinerek bunu yapamıyorsa orada bir ihlal, orada bir sorun var demektir. Peki gelelim bu durumun Çerkesler üzerindeki bugün ki politik hattına. Neler yaşıyoruz, neler. Yaşadığımız onlarca şeyden sonra, çok rahat biçimde söyleyebilirim ki, bugün Türkiye'de henüz insanlık değerlerine sahip olmayı başaramadan Çerkes olmayı deneyen insanlar var. Nasıl mı? Ne zaman farklı bir ses duysa kendini ifade eden, hemen oraya çoğalıp; ana-avrat küfür eden, kırıcı, rencide edici hakaretler yağdıran, yalana sarılan, iftiraya başvuran kitlelerle karşılaşabilirsiniz Çerkesler içerisinde. 

Saygı

Saygı, insanlık aleminin belki de en önemli değerlerinden birisi, hele ki biz Çerkesler için sürekli bir övgü kaynağı gibi. Peki nedir bu saygı? Genelde bilinen şekliyle; küçüğün büyüğe karşı hassasiyeti, ona karşı hizmeti, davranışındaki incelik değil mi? Evet, onlar da saygı ancak saygı sadece bunlardan ibaret değil. Saygı; ilişki halindeki yaşamın birbirine olan sorumluluğudur. Mesela, Akkuyu'da Nükleer santral yapmak için kesilen ağaçların "yaşama hakkı" hiç kimsenin umurunda değil, işte bu bir saygısızlıktır. Neyse, böyle derinden gidersem zaten genelde bu şeyleri hiç anlamayan birileri, iyice kendinden geçecek. Çerkesce isim/soyisim köy adlarına isim vermek mesela, Çerkeslere saygılı olmaktı. Olunmamıştı. Çerkeslerin acılarını bilmek ve hassas davranmak (Çerkes Soykırımı ve Sürgünü) onların asimilasyona karşı direnme hakkını anlamak, yardımcı olmak ta bir çeşit saygıdır. Yurtlarına geri dönme iradelerini duymak, bunun için yapılan çalışmalara engel olmamak, hatta kolaylaştırmakta bir çeşit saygıdır. Siyasal tercihlerine; küfür etmemekte öyle.

Ayrımcılık yapmamak

Çok klişe; ne zaman birileri Kürtler için verdiği mücadele de yükselse bir anda aslında o Kürt değil, Ermeni derler. Bugün de yaşadığı ülkenin daha demokratik olması için mücadeleye katılan Çerkeslere, bunlar Çerkes değil, Ermeni.. Rum vs. diye bir trend var. Gelelim mi ayrımcılık yapmamak konusuna; sahi burada 1071'den önce kim yaşıyordu? Ermeniler, Rumlar falan değil mi? Pardonda, daha 150 yılı azıcık aşmış tarihinde, sen hakikaten buranın onlardan daha çok sahibi olduğuna inanıyor musun? Bir Ermeni'den neyin fazla? Bir Rum'dan neyin çok? Gelmiş bir de böyle-şöyle diye sanki onlardan fazlaymış gibi konuşuyorsun ya eblehin tekisin demezler mi sana? Beğenmediğin Ermenilerin bu topraklarda tarihi var, İstanbul'da gezerken gördüğün tarihin Mimar Sinan kısmı dahil, taş işçiliği ve marangozluk başta olmak üzere onların hiçbirinde senin imzan yok. Neyse, haberin olsun. Birine hakaretmiş gibi "o, bu değil ermeni.." şunlar bu değil, rum" demek ayrımcılığın dibine vurmaktır. Hemde deli saçması bir cesaretle..

Hoşgörü

Bir Çerkes ateist miş? velelelelelele.. yok efendim eşcinselmiş abooov.. yok efendim HDP'ye oy vermiş; daha neleeeer! Yediğimiz kab, pislediğimiz şey.. Hoşgörü; farklılıklara saygılı olmak demek. 

Eşitlik

Mesela, anadilini konuşabilmek, tarihini bilebilmek, bu yüzden herhangi bir engele takılmadan diğer insanların yapabildiği şeyleri yapabilmek bir eşitliktir. Anadilini konuşabilmek için, anadilini asimile edenlerin politikalarına direnmek, Çerkes kalmak için.. küfür yemeden, tehdit almadan mücadele vermek eşit olmak istemeye karşı hoşgörülü olmaktır

Dayanışma

Ben tek başıma bir şeyi yapabilecek güçte değilim, bunun için benimle hemen hemen aynı şeyi yapmak isteyen birileriyle el ele verip çalışıyorum; biz buna dayanışma diyoruz. Mesela; bir Çalıştay yaparsın, sonuçlarını gider Sırrı Süreyya'ya verirsin, o da alır meclise taşır? Mesela 21 Mayıs'ta adam seni meclisteki kürsüsüne çıkarır; buradan konuşabilirsin der. Mesela Sochi Çerkeslerin tarihsel anavatanıdır, orada olimpiyat düzenlemeyin der. Mesela; Çerkeslerin sorunlarını araştıralım, çözüm üretelim diye meclis genel kuruluna önerge verir? 

Kardeşlik

Mesela Suruç'ta katliam yapıldığında, o katliamda hayatını yitiren tüm insanlara, diline, dinine, siyasi görüşüne bakmaksızın yaşadıkları bu acıdan ötürü üzülmek? Mesela 21 mayısa Lazların, Türklerin, Kürtlerin gelip katılması acımızı paylaşması. Mesela Ankara katliamında üzülebilmek..

Sevgi

En azından karşındakilerin varlığından rahatsız olmamak.. bugün bizim varlığımızdan rahatsız olanlar? Kürtlerden, Ermenilerden rahatsız olanlar? Unutmayın.

Dostluk

Öyle bir şeydir ki, sana su lazım olur dostun su bulur. Ölürsün, tabutunu taşıyacak biri gerekir, o dostundur. Bugün sana lazım olan ne? Bugün yanında duran kim? Ölülerimizi omuzlayanlar kimdi? 

***

Gelin yukarıda temel insanlık değerlerine sahip olanları tespit edelim, hangi görüşten ve inançtan olursa olsunlar onlar Çerkesliğin ahenk taşlarıdır. Onlar, yüreğindeki insanı muhafaza etmiş, bugün yanlış yapsalar dahi, yarın bunu düzeltebilecek art niyetsiz kimselerdir. Ancak yukarıdaki İnsanlık değerlerinin zerresini bulundurmayan, henüz insan olmayı beceremeden, Çerkes olduğunu iddia edenlerle aramıza bir mesafe koyalım. Unutmayalım; İnsan olmadıktan sonra, Çerkes olmanın hiçbir değeri yok, en iyi Çerkes, en iyi insandır ve atalarımız bize yüzyıllar öncesinden "Çerkeslik İnsanlıktır" diye yol göstermişlerdir. 


Bizi oluşturan en önemli nüve; İnsan olmaktır.

(1)
Share:

Trans-Çerkesler ile bölünmek

Daha önce, CherkessPress üzerinden "Çerkesleri böleceğiz!" başlığıyla yayına giren yazımda, o yazının sadece başlığı kaynak gösterilerek bazı karalamalar organize edilmeye çalışılmıştı, o gün gülmüştüm, bugün de gülüyorum. Kendi kendini tatmin etmek için, rezaletini her yerine bulaştıran bir grup aptalın gürültüsüne kulak asacak halim yok? Bildiğiniz, kendini buğday hangarında sanan tavuklar sürüsü gibi, yitip giden şeylerinin içinde, varmış gibi davranıyorlar.. fakat yoklar, olmayacaklar, olamazlar. Bugün onlara baktığım da gördüğüm tek şey, hiçlik. Zavallı hallerine aldırmadan, sanki güçlüymüş gibi, varmış gibi bağırıp duruyorlar. Hemde, Çerkeslik taslayarak. Azıcık sağınıza solunuza bakınınca bu zavallıları mutlaka göreceksiniz, azıcık Çerkeslik biliyorsanız da anlayacaksınız ki; bunlardan ne köy olur, ne de kasaba.. Çerkeslik adına hiçbir değerleri kalmadığı gibi, insanlıktan da kırıntı taşımayan bu kişileri, insanlık onurunu taşıyan, Çerkeslik kaygısı bulunan insanların orta yerinden bölüyoruz, çok mu? Gel gelelim bunun ne zararı var? Böyle rezil, ahlaksız, küfür etmekten utanmayan, yalan söylemekten çekinmeyen, aidiyet hissi kalmamış, kendisi pislik olduğu gibi bir de, pisliğini değdiği her yere bulaştıran bu Trans-Çerkesleri, içimizden safra gibi söküp atmak sizi temin ederim ki bu onurlu halkın faydasınadır.

Bunu söylemekten hiç çekinmiyorum, hiç çekinmeyeceğim. Nasıl ki, insanda kanser; kendi hücresinin başkalaşım geçirerek urlaşmasıyla oluyorsa, işte toplumdaki kanser de, ağzından küfürden başka şey duyulmayan, ahlakını yitirmiş, onurunu ekmeğe, kaba; şöhrete, saraya satmış kısacası başkalaşım geçirmiş kendi bireyinin urlaşmasıyla oluşuyor. Bundan kurtulmalıyız. Bundan kurtulmak için ne gerekiyorsa yapmalıyız da. Çekinmemeliyiz. Çerkesya ile ilgili hiçbir bilgisi, ilgisi bulunmayan, tarihini, bugününü bilmeyen bir aptal sürüsünün, sırf aynı soydan geliyoruz diye ortaya dökmekten utanmadığı pisliklerine katlanmak zorunda değiliz. Bunların bildiği Çerkeslik, gelecek vizyonu olmayan itaatkar soysuzluk anlayışıdır, fakat Çerkeslerin kaderi bu olmayacaktır. Yaşadığı dünyayı gören, duyan, bilen; fikir ve vicdan sahibi, yaşadığı dünyayı etkileyebilen bir kader olacaktır ve bunun için ne yapılması gerekiyorsa, bir adım geri durmadan yapmaya; barışı, adaleti, özgürlüğü, eşitliği savunmaya devam edeceğim-hepimiz etmeliyiz, trans-çerkesler urunu, safra gibi söküp atmak için elimden ne geliyorsa yapacacağım-hepimiz yapmalıyız.

Share:

Kim için ölüyor, kim için öldürüyoruz?


Biliyorum ki, bu yazı duvara sinerek küf gibi yaşamaktan ötesi olmayan egemenlerin ÇerkeZ taburları için bulunmaz bir hint kumaşı, ama bu soruyu sormaktan kendimi alı koyamıyorum; gencecik yaşında, ilgili olmadıkları bir savaşın içine sırf 400 vekil alamayanların ihtirasları yüzünden yollanan çocuklarımız; ne uğruna ölüyor? kim için öldürüyor?.. Şurada, bu ülkede toplumsal barış için siyaset yürüten arkadaşlarımıza ana avrat söverek, onların Çerkesliklerini sorgulamaya kalkan zihniyetin Çerkesleri temsil ettiği iddiasına inanabilir miyim? Türkiye bölünmesin diye uğraştıkları kadar, Çerkesya birleşsin diye uğraşsalardı bugün; ne Türkiye, bugün bölünmüş olduğu kadar bölünecekti ne de Çerkesya şimdikinden kötü olacaktı ama, sırtını bir egemene dayayarak, o egemenin gücünden güç bulup, azınlıklara her türlü terbiyesizliği ve ahlaksızlığı yapmak daha prim yapan şey değil mi? Hakikaten ülke bölünmesin mi istiyorsunuz? O zaman size şu kadarını söyleyeyim; o makat görevini üstlenmiş ağızlarınızı azıcık tutmayı becerebilirseniz; bu ülke hiçbir zaman bölünmeyecek zaten, ama sizin ağzınız bu şekilde açıldığı her geçen gün bu ülke bölünüyor. Bu ülkeyi siz bölüyorsunuz! Bölücü sizsiniz! Siz  ki; ölümün  her türlüsünü 7'sinden 70'ine reva gördüğünüz bir halkı zora dayalı zapt etmek istiyorsunuz ya, Kürdistan'da doğan her çocuk; sizin bu kirli ağızlarınız ve kirli politiklarınız sebebiyle sizden nefret ederek büyüyor. O çocukların nefretini körüklüyorsunuz. O çocukları dağlara itiyorsunuz. Bırakın da; o çocukların kalplerini kazanalım ve bu ülkeyi tarihinde hiç olmadığı kadar birleştirelim. Sizin bize izin vermediğiniz, onurunuz pahasına engel olduğunuz şey; bizim bu ülkeyi birleştirme irademiz.  Üstelik, kalkmış; halkının bütün geçmiş tarihinden bihaber, halkı adına vizyon taşımaktan yoksunlar sürüsü olarak; bizim Çerkesliğimizi sorgulayacak kadar Çerkes hissediyorsunuz kendinizi öyle mi? Baştan tekrar edeyim; bu ülkede birliğin umudu biziz, engeli de sizsiniz ve eğer birgün bu ülkede bölücülük sorunu olmayacaksa, o da biz öldüğümüz için değil, siz sustuğunuz için gerçekleşecek.. ey egemenin iti-köpeği olmuş Çerkezler taburunun neferleri; size and olsun ki biz; bu ülkeyi size böldürmeyeceğiz! İnatla kardeşliğimizi pekiştirecek, adaleti sağlayacak, eşitliği getirecek yolları deneyeceğiz ve bir gün mutlaka başaracağızda. Ama şunu iyi bilin, bu ülkeyi; efendilerinizin saraylarını korumak için bölmeye çabaladığınızın yarısı kadar, Çerkesya'yı birleştirmeye çabalasaydınız; ne bu ülke bugün olduğu kadar bölünmüş olacaktı ne de Çerkesya bugün olduğu kadar bölünmüş kalacaktı.

400 vekil almadığı için ülkeyi paramparça eden ve  her geçen gün savaşa taşıyan bir zihniyetin askeri olmayacağız. Kimse için ölmeyecek, hiç kimse için öldürmeyeceğiz. Gencecik Çerkes çocuklarının anlamsız bir savaşta ölüme gönderilmelerine göz yummayacağız. Susmayacağız.

Eğer bir şey için öleceksek; insanlık, adalet, eşitlik, özgürlük için olacak.


Share:

BİZE VERİLEN AYAR: ATASEN FİTNESİ



Atasen isimli güdümlü bir yapının, halkımıza karşı tahrik girişimleri bugünler de sosyal ağların siyasi bölümlerinde havalarda uçuşur hale geldi. Açıkçası, bu yapının sayın Selahattin Demirtaş ile fotoğraf çektirmiş arkadaşlarımızın fotoğrafını kullanmak sureti ile yayınladığı "Çerkes ihanetinde 2nci perde" isimli makalesinde, son derece açık ve net biçimde gerçek yansıtmadığı görülüyordu. Hatta öyle ki; bu kadar yalanı bir araya getirip bir makale oluşturmak öyle cahil cüheyla takımının yapabileceği bir şey değildi. Yani, bir cahilin; cehaletini kusarak yazdığı makaleydi demek için sanırım biraz cahil olmak gerekir bile diyebiliriz. Sonuçta; bu makale yayınlandı. Bir anda sosyal medyada, girmediği Çerkes grubu kalmadı. Altında tartışıldı, üstünde tartışıldı. Telefonlarda görüşüldü.. kısacası, ben Çerkesim demeyi unutmamış neredeyse tüm Çerkesler bu konu hakkında haberdar edildi.  Birileri tarafından suç duyurusunda bulunacak değere taşındı. Velhasıl, artık olay adalet makamına intikal etti. Peki hala ne tartışılıyor?  Çok basit: Tartışılan konu yok. Herkese sadakat yemini ettiriliyor, Türkiye vatanseverliği pekiştiriliyor, duygulandırılıyor. Faşizmin açtığı yara kaşınıyor, kamplaştırılıyor. İnsanlar Atasen'e öfkeliler; ancak bu öfkelerinin kaynağı; Çerkeslerin hak istemesine karşı olan tutumunun ihanet olarak değerlendirilmesinden ziyade, HDP'li Çerkeslerin fotoğrafının paylaşılmış olması. Hiç kimse "Demokratik bir ülkede, anadilde eğitim istemek,  anadilde radyo ve televizyon istemek, adalet bakanlığınca onaylanmış ve seçimlere girmiş ve girdiği seçimlerde %13 oy olarak barajları aşmış, seçim hükümetine 2 bakan vermiş legal bir partide siyaset yapmak ihanet değildir" demiyor. Herkes; baş koymuşum türkiye'nin yoluna... şarkısı eşliğinde; devlet paramiliter köpekleri aracılığıyla  bir katliam planı yapsa, hepsi gönüllü olacak ruh haliyle bağırıyor? Hemde ne diye biliyor musunuz? "BİZ TÜRKÜZ"  diye. "YEDİĞİMİZ KABA PİSLEMEYİZ" diye. Mesele bu. HDP içerisinde siyaset yapan arkadaşlara "Kürtçü" diyenlerin %90'ı Türkçü halbuki. Daha önceleri; "Kürt metaforu" üzerine uzun uzadıya yazmıştım http://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/06/devletin-cerkesleri-ve-ibretlik-halleri.html ) tekrar edecek halim yok, ancak HDP'li olsun ya da olmasın, Türkçülüğü içselleştirip onun için ölmeye hazır kıvama getirilmiş Çerkeslerin dışındaki herkes, böyle buhranların ortaya çıktığı anda bir dayanışma meclisi oluşturmaları gerekmektedir. Bugün çok basit bir fitne; halkıyla, halkı adına talepler üreten aydınların arasında bir yarık açmaya yettiyse; bu da o dayanışma meclisinin ortaya çıkarması gereken ruhtan yoksun olduğumuzdan kaynaklıdır. Ve bilinmelidir; dün Türkçü Turancıların, bugün Atasencilerin yaptığı bu politika, onların cehaletinin bir dışavurumu değil, aksine içerisindeki çok zeki birilerinin bizim içerimizdeki cahilleri kışkırtma kampanyasının ürünüdür. Dikkat edilmesi gereklidir.

Share:

Jıneps Eylül: Çerkesler boyun eğmeyecek

"Saray delhizlerinde kaybolmuş Çerke'Z'ler" demiş İnci Hekimoğlu, nezaketini sonuna değin

koruyarak yazılacak utancın saman altından su yürütücüleri için. Evvela buradan İnci hanıma,

yoğunluğu kurşun geçirmez seviyeye ulaşmış bu utanmasızlık karşısında nezaketini bu kadar

koruyabilerek yazdığı makaleden ötürü teşekkür eder, kalemi önünde saygıyla eğildiğimi belirtirim.

Açıkça, ÇerkeS halkı içerisinde tarihi belki 'bzeyiko' çatışmalarının başlangıç öncesine değinen ve

devlet­i aliyye'de kök bularak, Çerkesya'da itaat ettirilmeyen bu halkı Osmanlı'da devşirip, Ermeni

Soykırımından, bugüne değin egemenlerin her kirli tezgahında ucundan, kenarından, sağından,

dininden, imanından vs. bir yerinden her türlü pisliğe dokunduran geleneğin devamcıları

olduklarını beyan etmiş, bende ancak bu beyanata imza atar, halkımızı; tarihinin hiçbir yerinde

hak etmediği bu utanca alet eden, egemenlerin hizmetkârlığını asaleti sanan bu karaktersizlerle

yüzleşmeye ve onları bu halkın tarihinde her onursuzu gönderdiği cehennemin dibine

göndermeye davet ederim. "sağcısıymış, solcusuymuş" diye başlayan "o partilisiymiş, bu

partilisiymiş" diye devam ederek kendine zemin arayan, "dindarıymış, muhafazakarıymış" diye

kılıf uyduranlar; bu halkın sağcısı, yani özetle Çerkes milliyetçisi ise bu sağcılığı.. zalimin

bekçiliğini onaylayacaklar mı sanıyor? Hangi vicdan sahibi insanı, kurşun geçirmez yoğunluktaki

yalanlarınızla dini duygularıyla yakalamak istiyorsunuz? Hangi Müslüman Çerkesin yüreği, zalimin

zulmü karşısında dilsiz kalacak kadar taşlaşmış olabilir? "Haksızlık karşısında susan dilsiz

şeytandır" diye bir geleneğin vicdanını oluşturmuş hiç kimse, böyle bir şey karşısında sessiz

kalmayacaktır illa ki. Siz köleliğin geleneğini, efendilerinize itaat ederek bugünlere kadar taşımız

ve bu geleneğin onursuz geleceğinde yer almaya mahkum, biyolojik olarak Çerkes, ancak

psikolojik olarak insan bile olamayan zavallılarından öte hiçsiniz. Bu halkın hür vicdanı, hür

çocukları; halkımızın içine salmak istediğiniz zehire geçit vermeyecektir. Ayrıca, falan markist-
leninist illegal partisinin, falan legan partisinin, falan gençlik kolları diye, kendi zeka yapınızı

açıkça sergilediğiniz ve yalan atmakta sınır tanımadığınızı ayan beyan ortaya serdiğiniz

açıklamanıza, bırakın çocukları, evimizdeki köpekler bile inanamadı. Ey yalancılar; Evrim Deniz

Erol, Alper Sapan ve Vatan Budak hangi illegal partinin, hangi legal partisinin, hangi gençlik

yapılanmasının üyesiydi o halde? Yalanınız, ağzınızdan taştı. Söz uçar mı? Yalanınız

kaleminizden taştı. Yazı kalır mı? Biz size, ahlaksız dernek yöneticilerinizle, ahlaksız

ajitatörlerinizle, ahlaksız provakatörlerinizle tarihinin neresine yazılacağınızı göstereceğiz. Bu

arada, bugün bekçisi olduğunuz ve başkanınızın aday adaylığına başvurduğu legal bir partinin

konumuyla ayan beyan desteklediği, ortadoğuyu canice, vahşice kana bulayan, kadınları köle

olarak pazarlayıp, milyonlarca insanı evinden­yurdundan eden illegal bir terör örgütünün

varlığından haberdarsınız. Yazmışsınız. Sizin için büyük bir başarı! "Çerkeslik İnsanlıktır" diyen

geleneğin devamcıları olarak, insanlığın bu denli barbarca saldırıya uğradığı yerlere, sivil yollarla

dayanışma göstermek bizim onurumuzdur ve kirli ağızlarınızla, satılmış yapılarınızın, provakatör

kalemleriyle ele alınmış yazılarınızda; bizim "Çerkeslik İnsanlıktır" geleneğimizi Kobane'ye,

bizlerin selamıyla taşıyan FERDANE KILIÇ ve NARTAN KILIÇ'ın adını dahi kullanmanız, bizim

için kabul edilemez bir pozisyona gelmiştir. Gidin, Ankara'da, kulluğunu yaptığınız efendilerinize

söyleyin. "Çerkesler boyun eğmeyecek!" Siz bir Nartan'ı öldüreceksiniz, ama binlerce Nartan

gelecek! Bir Ferdane'yi öldüreceksiniz, bin Ferdane gelecek. Bir ölecek, bin doğacak ve sizi

Nartanlar, Ferdaneler yenecek" diye.



Bu yazı, Jıneps Gazetesi Eylül sayısında yayınlanmıştır.
www.jinepsgazetesi.com

Share:

Dilimdeki Çerkes, neyi ifade ediyor?

ÖN-NOT:


Mikro Milliyetçi olmadığımı sanıyorum, zira milliyetçi değilim. Aksine; milliyetçiliğe karşı da tavır sahibiyim. Bu anlamda, bu tip bir ithamın bana yakıştırılması, yakıştıranın beni yeterince tanıyamaması ya da anlayamaması (ben kendimi tanıtamamış veya anlatamamış olma ihtimalimi de eklerim) sonucu doğan bir sonuçtan öte, hiçbir şey ifade etmez benim için. Asırlar geçmese de, milliyetçilik karşıtı bir çok faaliyete, özellikle milliyetçilik mağduru olmuş bir halkın ve aynı zamanında milliyetçiliğin hedefine oturmuş politik bir düşüncenin ferdi olarak katıldım. Milliyetçilik karşıtı faaliyetlerde de bulundum. Milliyetçiliği, teorik olarak da, pratik olarakta görmüş, milliyetçiliğin egemenler tarafından nasıl bir geleceğe yatırım politikası olarak aktarıldığı konusunda da gayet netim. Üstelik sosyalist de değilim ve Lenin’in “Ezilen halkların milliyetçiliği” üzerine, sanki yeryüzündeki ezilen bütün halkların latin amerika, filistin veya Kürdistan’daki halklar gibi mücadele yürüttüklerini düşünerek katılmayacağım. Bir başka ezilen halk milliyetçiliği klasiği olarak, bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyanın parçası olan, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni ve hatta Kürt, Çerkes, Arap milliyetçiliklerinin bir de diğer taraftan kullanışlı bir paramiliter havuza çevrilmiş yönünün araştırılmasını ve eşitlik, hak ve özgürlük için sürdürülen kimlik tabanlı mücadelelerin bu coğrafyada “ezilen halkların milliyetçiliği” tanımına ne kadar hitap ettiğinin de araştırılmasını öneririm. Bu ezilen halkların milliyetçiliği üzerine, bir de “Çerkes” özümlü farklı bir yaklaşımda bulunmak isterim ki, asıl anlatmak istediğim noktalardan birisi de budur. Ben, ezilmiş bir halkın ferdi olarak dahi, bugün Türkiye’de bu yolla milliyetçiliği; Lenin’in olumladığı şekline en uygun halde oluşturanların, oluşturduğu milliyetçilik anlayışının da savunucusu değilim. Ezilmiş bir halkım, fakat bunun milliyetçiliğini yapmayı da reddediyorum.  Bugün ezilmişliği tüm yüküyle hissederek, bunun yarattığı yoğun bir duygu güdüsü olan tutunuşla Çerkesliği sahiplenen ve yarına dair, sadece ve sadece Çerkesler üzerinden bir bakış sergileyen, tüm politik eğilimi bu yönde ve tüm ilkeleri sadece bu darlıkta olan bir yapı beni ifade edemez. Bende o yapıya hiçbir katkı sunamam. Ancak, bu tip yapının ezilmiş olan yerine karşı dayanışma talebini görürüm ve bu noktadan itibaren, baskılayana karşı direnen, ezene karşı savunan bir pozisyonda kendi çizgilerimi aşmadan mücadelemi de sürdürürüm. Bu beni milliyetçi değil, aksine kendisiyle tutarlı bir noktaya taşır.


*


Dilimdeki Çerkes, kimi ifade ediyor?,


Bugün içine doğup, büyüdüğüm ve bana etnik bir kimlik kazandıran kültürel ve tarihsel bütünlüğün adı Çerkeslik. Ben Çerkes derken, Çerkeslerin kendilerine söylediği gibi Adığe’yi anlatırım. Bir Çerkes arkadaşım beni aradı gibi basit bir cümle kurduğumda, ifade ettiğim şey: “Bir Adığe arkadaşım beni aradı”dır mesela. Birisi bana “ben Çerkesim” dediği zaman, benim anladığım şey “ben Adığeyim”dir. Çerkesler üzerine konuştuğum her konu, yazdığım her yazı, katıldığım her faaliyette, tereddüt etmeden Adığeleri anlatıyor, adığeleri konuşuyor, adığeleri yazıyorum. Çerkesler Barış İstiyor dediğimde, Adığeler Barış istiyor söylüyorum. Çerkes mutfağı aradığımda, Adığe mutfağı arıyorumdur.


Çerkes kelimesinin, benim için Adığelikten öteye anlattığı hiçbir şey yok.  Böyle doğdum, böyle öğrendim, böyle okudum, böyle biliyorum.


Nasıl ki Abhaz kelimesi, Megrelleri temsil etmiyorsa.. Nasıl ki Alan kelimesi Nogayları temsil etmiyorsa, Çeçen kelimesi, İnguşları temsil etmiyorsa benim için Çerkes kelimesi de öyle sadece Adığeleri temsil ediyor. Üstelik bir çok şey gibi bunu da ilk başta yanlış öğrenmiş olabilirdim, ezbere de söylemiyorum; fakat belki hayatımda çocukluğumdan şimdiye kadar taşıdığım nadide gerçeklerden birisi de bu. Bunu ben değil, bunu tarih söylüyor.


Galileo “Beni assanızda gerçek değişmiyor, dünya dönüyor” demişti ya.. bana kızsanız da gerçek değişmiyor benim için.


Bunu neden açıklıyorum, onu da söylüleyim.


Yarın, Çerkesler üzerine konuşurken çok sevdiğim Abhaz, Oset ve Çeçen dostlarımı yanlışlıkla aldatmamak için.


Çünkü onları çok seviyorum..

Share:

Bize kaybedecek hiçbir şey bırakmadınız.

Ben şantiye çıkışlı bir harita işçisiyim. Bize, sektörde "alaylı" derler. Yani bu, yaptığımız işin bir üniversite diploması aracılığıyla sınav çözdüren bir ezbere sistemle değilde, aksine uygulama alanı olan şantiyenin tozuyla toprağıyla öğrendiğimiz anlamını yükler. Anlayacağınız, harita işinin şantiyedeki en alt seviyesinden başladım mesleğe, şimdi ise İstanbul'da olmak adına, şantiyede toz toprak yutarak aldığım haritacı alaylı diplomasını rafa kaldırıp, henüz bir çocukken yine şantiyesinde toz toprak yutarak "alaylı" olduğum elektrik sektörüne girdim. İş hayatım boyunca, şantiyelerin insan bünyesini zorlayan yapılarında her türlü aşağılama ve sömürüye maruz kalıp; hiç sesi soluğu çıkmayan insanlarını garipsedim. Ben kendim, aynı sektörlerde defalarca, küçük-büyük, genel-kişisel çatışmalardan ötürü nice şantiye değiştirdim. Nice kavga verdim. Fakat  en sonunda, her zaman duruşumu korudum. Bir insan olduğumu ve bana insan gibi davranılması istemimi hiçbir zaman rafa kaldırmadım. Çok borcum oldu, ama hiçbir borcum beni satın almadı. Kendini borçlarına, çeşitli ajitasyon biçimleriyle süsleyerek nasıl kiraladığını anlatan insanlara hiç hak vermedim, asla hak vermeyeceğim. İstanbul'da olmak adına seçimim beni ekonomik olarak bir sürü çıkmaza sürüklese de, elbette bunun belirli sebepleri var. İlk başta, Haritacılık çoğu zaman günün 8 saati uygulamada olmak üzere 24 saati şantiyede olmaktır ve bu süreç genelde ayda en az 28 gün sürer. Yani, ayda 28 gün 24 saat işyerinde olursunuz ve bunun sadece 8 saatlik bedeli size ödenir. Fakat bu durumdan dolayı bu 8 saatin ücreti elbette biraz iyileştirilmiş olur. Boşversenize! Ne kadar iyi bir ücret, beni günde 16 saat, ayda 28 gün sevdiğim insanlardan alıkoymayı normalleştirebilir? İşte birinci sebebim buydu. Ben kazandığım ücreti, sevdiklerimle birlikte tüketebilmeyi istiyordum ve 2.000 tl ücretle sevdiklerimden uzaklaştırılacağım bir ücretten daha cazip geldi bana aylık 1.000 tl ücret. Hemde, 2.000 tl içinde ne kira, ne su, ne elektrik, ne gıda-beslenme masrafı yokken, aylık 1.000 tl içine hepsi birden eklenmiş hali olsa bile daha cazip geldi. Bu da benim fazla para kazanmak adına, az hayat yaşama olan itirazımın mütevazi bir göstergesi olsun. Her neyse, uzun süre yurtdışı da olmak üzere yurtiçinde de zamanımın çoğunu işe harcadığım böyle zamanlar oldu. İşte bu zamanlarda, azıcık daha fazla kazanmak uğruna herşeye gözünü yuman ve kendilerine reva görülmüş bu rezil geleceğe sessizleşen işçi sürülerini hep hayret ettim. Bu patron yalakaları, göze girebilmek ve  sefil konumlarını sağlamlaştırabilmek adına kendi iş arkadaşlarına gözlerini kırpmadan ihanet ederken, nedense ilk fırsatta tapındıkları o yerlerden uzaklaştırılan ilk kişiler olabildiler. Şimdi, İstanbul'da; hayata daha fazla katılabilmek adına, hayatı daha fazla etkileyebilmek, genel çerçevelerle, kimliğimi ve sınıfımı siyasal anlamda daha güçlü savunabilmek için bulunuyorum. Ekonomik ve sosyal riskler alıyorum, küçük politik çıkarlar uğruna büyük bir harekete dönüşme yolumuza taş koyan, yosun tutmuş eski yoldaşların hallerine hüzünleniyorum. Ne garip? Henüz kimlik olarak gelebildiğimiz ileri 2 adımlık yol. Daha çok yol yürümemiz lazımken, bu gelinen yolda bulundukları konuma tapınan insanların ileriye giden her yola, daha dün direndikleri üslubun aynı şekliyle saldırmaları. Allah bunları görüyor ya, tarih de yazsın diye uğraşıyorum. Halkımız; kişisel hırslarına engel olamayıp toplumsal ilerlememize saldıranların bu onursuzluklarını hiç unutmasın. İşte İstanbul'da, küçük bir esnafta, alaylı bir elektrikçi olarak çalışıp asgari ücretle, ev kirası, elektrik faturası, doğalgaz faturası, su faturası, kedi-köpek maması ücretlerine karşı direnişimin ana teması bu. Benim gibi düşünen ve davayı kişisel düşüncelerden, toplumsal harekete aktaran ve kendi egosunu ezerek, toplumunda bir değer yaratmaya çalışan insanlarla birlikte, halkımız adına, diğer halklarla kardeşlik ve barış içinde bir mücadelenin bu coğrafyada tüm insanlara kazandıracağı bir eşitlik ve özgürlük davası. Hepimiz biraz daha fedakar olmalıyız, çünkü fedakarlık olmayınca ve birileri fedakarlıklarda bulunmayınca bu yola dost görünümlü düşmanlar dahil olmak üzere kötü insanların koydukları taşları temizlemesi zor oluyor. Zaman alıyor. Şimdi, kaybedecek hiçbir şey bırakmadığınız bu gençlere kulak verin ve emin olun. Bize kaybedilecek hiçbir şey bırakmadınız, oysa biz size tekrar kazanabileceğimiz bir kimlikten umut veriyoruz. Gelin hep birlikte, yarınlara güzel bir miras bırakalım.
Share:

Devletin "AHLAKSIZ" Çerkeslerine karşı, Halkların "ONURLU" Çerkesleriyiz!

Devletin "AHLAKSIZ" Çerkeslerine karşı, Halkların "ONURLU" Çerkesleriyiz!

Son yıllar, "yüce devletin" pimini çektiği bazı Çerkesler, yırtık çoraptan fırlayan parmak misali çıktılar karşımıza. Bizleri sindirmek için her yolu denediler, bizleri yıldırmak için her pisliğe bulaştılar, bizleri susturmak için her kapıyı dolaştılar. Gördük ki, efendilerinin arzularını yerine getirmek için yapmayacakları şey kalmamış. Fakat olmadı! Dosta ve düşmana ilan ettiğimiz gibi, bizler de hemen yılmayacağımızı, sonuna kadar direneceğimizi gösterdik onlara.  Her geçen gün yurdumuza ve insanlığa bir adım atmaya başladık. Bizi duymayanlar, duydu. Bizi görmezden gelenler, gördü. Asırlık sessizliğimiz, kardeşlik çığlığıyla yardı halkımızın geleceğine örülen karanlık duvarı. Artık daha duyulur, daha görülür, daha sesli bir kimlik anlayışı; eşitlik kavramıyla yanyana; düşmanlıklar üreten politikaları sarsacak biçimde konumlanmaya başladı. Kime neden düşmanlık ettiğimizi sorduk, sordurduk. Ermeniler neden bizim düşmanımızdı? ya da Kürtler, ya da Rumlar ya da nice güzel halk? Neyi paylaşamıyor olabilirdik? Her birimizin iliğini kurutan anlayış, dilimizi susturan, tarihimizi çarpıtan, geleceğimizi törpüleyen, geleceğimizi silikleştiren, geleceğimizi sessizleştiren anlayış aynı değil miydi? Biz konuştukça, kardeşlik güçleniyordu. Bu kimliği temsil eden karanlığı yardık, aydınlık bir kere düştü onların karanlığı ortasında. Çıldırmış ite döndüler. Bunu her yerde gösterdiler. Küfür ederek susturmak istediler, yalan atarak karalamak istediler. Tehdit ederek korkutmak istediler. Ama ne yaptılarsa olmadı. Bu ülkede sınıfsal ve kimliksel adalet istedik, cinsiyet eşitliği istedik, eşitlik istedik! Özgürlük istedik. Kim bunları istediyse, onların yanına koştuk. Yoldaş olduk. Bir yol bulduk, o yolda yürüdük. Biz yürüdükçe karanlık aralandı, aralanan karanlık ortasında, "Çerkeslik İnsanlıktır" diyen bir aydınlık parıldadı. Biz o aydınlığı, atalarımızdan; çocuklarımıza teslim etmek üzere ödünç almıştık. Tüm bunlarla birlikte, tarihsel yurdumuza da yakınlaşmaya başladık. Gördük ki, yurdumuza yakınlaştıkça, buradaki hastalıklarımız eriyor. Burada egemenlerin halkımıza yazdığı yalan tarih ortaya çıktıkça, paramiliter zihniyetlerde kümelenmiş Çerkeslik anlayışı dağılıyordu. Daha çok tutunduk. Biz tutundukça; dünyada olup bitene sesi çıkmayan pısırık Çerkes modeli, yerini direnişin en ön saflarında yer alan cesur Çerkes modeline bırakıyordu. Bu mücadelenin en güzel yüz metresini koştuğumuz arkadaşlarımız; 
21nci yüzyılın bölgemizde veba gibi yayılan barbar örgütlerince harabeye çevrilmiş umutlar bölgesi Rojawa'daki çocuklara gülücük olmaya karar verdiler. Bohçalarına, bölüşecekleri ekmeği.. Çantalarına çocukları için oyuncakları koydular, yola düştüler. Okullar kurmak ve bölgeye umut vaadeden Rojawa'ya sahip çıkmak için. İşte tam bu sırada, Suruç'tan bir kara haber düştü içimize. Ciğerimiz yandı! Daha adil, daha eşit ve daha özgür bir dünya için omuz omuza verdiğimiz yoldaşlarımızı katletmişlerdi. Yalanlarıyla, baskılarıyla, tehditleriyle, yıldırma politikalarıyla durduramadıkları çocukları, silahlarıyla, bombalarıyla vurmuşlardı. Bu aydınlığa karşı işlenen soykırımın bir parçasıydı. Bizler de bu soykırımın en büyük mağdurlarıyız. Fakat, bölgeye ışık saçan bu hareketin karartılmasına asla müsaade etmek niyetinde değiliz. "Bir ölür, bin doğarız" bunu da dosta düşmana karşı tekrar iletmek, bildirmek isterim. Yalanlarız, baskılarınız, tehditleriniz nasıl vız geldiyse bugüne kadar, silahlarınız, bombalarınız da öyledir. Katliam girişimleriniz bizi korkutmaktan ziyade, içimizdeki öfkenin ateşini harlamakta ve bizleri bu kavgayada daha sıkı tutundurmaktadır. Bu uğurda hiç yılmayacağız, adaletten ve eşitlikten asla vazgeçmeyeceğiz. Kardeşlerimizi ne Rojawa'da ne Türkiye'de ne de K. Irak'ta asla yalnız bırakmayacağız. Devletin  Ahlaksız Çerkesleri, ölülerimizin arkasından bile ağza gelmeyecek laflar ederken hatırlatmak isteriz, daha düne kadar bizlere "Xabze" diye, göz yummayı tembihleyenler, sessiz kalmayı öğütleyenler; işte bu alçak namussuzların doğumunun ebeleridir. Onların, tüm insanlık değerlerini hiçe sayarak; egemenlerin faşist politikalarını en sadık köpekler olarak sahiplenmeleriyse; onlara cesaret veren efendileridir. Fakat "ok yaydan çıkalı" çok zaman geçti. Biz; dünyada adaleti ve eşitliği bölgede kardeşliği bağırmaya başlayalı, çok şey değişti. Siz nasıl devletin ahlaksız çerkesleri olduysanız, biz de halkların onurlu Çerkesleri olduk çoktandır. Çoktandır sizin açtığınız yaralara tuz bastık biz. Siz sindiğiniz köşelerden varın, istediğiniz kadar havlayın. Varın ölümümüz arkasından bayram edin ey köpekler! Sizin gibi, bir kab yemek uğruna şerefini ve onuru satanların yolunda olmayacağız. Onurumuz için ölenler olacağız. Siz alçaklığınızla, biz onurumuzla anılacağız. Alçaklık sizin, ölüm de bizim kaderimiz olsun. Siz 70 yıllık ömrünüzde ekmeğiniz için onurunuzu satın, biz şu kısacık ömrümüzde onurumuz için ekmeğimizden vazgeçmeye hazırız ve emin olun, son sözü biz söyleyeceğiz! Biz Söyleyeceğiz! BİZ SÖYLEYECEĞİZ!

Share:

Söz konusu Şamil olduğunda; hepimiz kardeş oluyoruz öyle mi?

Bir kaç gün önce, sosyal medya hesabımdan bir yazı paylaştım. Yazıyı da, 20 Temmuz Suruç katliamından hemen sonra, saldırıda şehit edilen kardeşlerimize edilen küfürleri, hakaretleri okuduktan sonra, planlamadan yazmıştım. O yüzden burada yayınlamadım. Fakat demek ki bir çok insan, aynı manzaradan dertlenmişti ki, yazı genel paylaşım kitlemin ötesinde birilerine ulaştı. Sonra Pangea Kültür'den tanıdığım yoldaş İlknur, idare ettikleri direnisteyiz.org sayfasından bu yazıyı paylaşmak için müsaade istedi ve bende elbette buna müsaade ettim. Benim paylaştığım yazının herhangi bir başlığı olmasa da, İlknur; yazıda kullandığım metafora uygun bir başlık attı. "Ya Şamil'in torunusun, ya Nartan'ın yoldaşı! Söyle: Kimsin sen?" diye. İşte bu andan itibaren Suruç Katliamını açıkça onaylayan, yoldaşlarımıza alenen veya dolaylı olarak hakaret eden ve onların paralel düşüncesinde, tüm bu katliamı yok sayan birileri; bir anda duyarlı oluverdi ve yazımın paylaşıldığı tüm ortamlarda sözde beni milliyetçilikle itham etti. Çok kolaydı değil mi beni milliyetçi ilan etmek. Siz, çevrenizde devletin ve devletin beslediği terör örgütü mensuplarının planlı ve programlı şekilde silahsız yurttaşlara yaptığı tüm bu katliamlara sessiz kalırken ve söz konusu Şamil'e geldiğinde hemen duyarlılaşanlar, beni milliyetçi ilan etmeden önce kendinizi bir araştırın. Sözüm ona, facebook sosyalisti birileri de; sanki şamil'in benim yazımda kullandığım metaforu ben yaratmışım gibi benim yok etmemi (haliyle yok etmemi değil, bunu görmememi, bunu konuşmamamı) istemiş, buna karşılık verdiğim cevaba verecek cevap bulamayınca da beni "yeni yetme solcu" ilan etti. Komediye bakın, kendileri yaşlarından aldıkları anormal bir yetkiyle kendilerinden küçük olan birilerini aşağılamanın kolayını bulmuşlar. Fakat haberleri olsaydı bir sosyalist olmadığımın, belki bu talihsiz açıklamayı yapmayabilirlerdi. Halbuki benimle konuşan pek çoğu ve elbette kendisi de bilir ki, ben sosyalist değilim. Neyse.

Şimdi de, Şeyh Şamil metaforundan yola çıkarak, kardeşliğe verdiğim zarara ilişkin ek bir not yazmam gerekti. Zira, ben Çeçen, Çerkes kardeşliğine zarar veriyorum ya, işte o yüzden. Söz konusu Nartan olduğunda, bugün kardeşliğimizi böldüğümü bangır bangır bağıran bazı Çeçen arkadaşlar, söz konusu Nartan olduğunda, söz konusu Tsey Mahmut olduğunda, Soçentsuk Aliy olduğunda, Yusuf olduğunda neden kardeşimiz olmayı akıl edemediler. Neden, zalimlerin bu zulümlerine tek kelime etmediniz? Biz biliyoruz ki, Çeçenler bizim kardeşimizdir ve Şamil, ne metafor olarak ne de tarihte düşmanına teslim olup hacca giden bir savaşçı olarak bizim kardeşliğimizin bağlayıcısı, sonlandırıcısı olmayacaktır. Kaldı ki, Şamil'in Çeçen olduğu da bir tartışma konusudur fakat biz öyle varsaysak bile Çeçenlerle kardeşlik bağlarına sahibiz. Aynı şekilde, bazı Çeçen örgütlerin Beslan'da baskın yaptıkları okulda öldürdükleri Oset çocuklarının da kardeşliğine sahibiz. Aynı şekilde Çeçenistan'dan Suriye'ye geçerek, amansız bir savaşta en iyi katil olmayı sürdüren Çeçen Hilafetçilerin katlettiği Alevilerin de kardeşliğine sahibiz. Sizden, bizden ve bölge egemenlerinin neredeyse hepsinden küfür işiten Kürtlerin de kardeşliğine sahibiz. Biz, makro adaletçi ve eşitlikçiyiz. Beni mikromilliyetçi gibi absürd bir kelimeyle yanyana getirmeye, hiçbirinizin anıları yetmez. Asıl milliyetçi sizsiniz, fakat milliyetçiliğiniz bile özürlü. Türk jargonuyla kuşandığınız Çeçen/Çerkes milliyetçiliğiniz, bütün ucubeliğine rağmen sizi dik tutan tek şeyse, onunla birlikte yerin dibine batın. Battığınız yerde boğulun.


Share:

Uykularınızı bile kaçıracağımız günlere and olsun.

 Ne istediğinizi biliyorum, fakat sizde şunu bilin ki; sizin o bencil isteklerinizi hiçbir zaman gerçekleştirmeyeceğim. Benim neyi bildiğimi, neyi bilmediğimi siz bir çok kişiden daha çok biliyorsunuz ve işte bu yüzden de bu tedirginliğiniz çok normal. Size bir söz veriyorum, sizin uykularınızı kaçıracağım. Bu halkın geleceğine dolanmış ellerinizi kıracağım ve Çerkes halkının geleceğine sağdan soldan gizli ittifaklar halinde saldıran her türlü politikanızı, karaktersizliğinizi, adınızı yerin dibine sokacağım. Nasıl yalan attığınızı insanlara tane tane anlatacağım. Bugün çevrenizdeki insanları nasıl aptal yerine koyduğunuzu, telefonlarla insanları nasıl kandırdığınızı, kendinize engel gördüğünüz insanları nasıl yıldırma politikalarıyla sessizleştirmeye çalıştığınızı da bu halk öğrenecek. Üç kişilik yapılarınızı nasıl şişirdiğinizi, ağaran saçınızı kültürel değerlerimizi suistimal ederek nasıl kullandığınızı da anlatacağım. Korkun. Uykularınızı kaçıracağımız o günlere and olsun ki; bu halk iyiyle kötünün, yalanla gerçeğin, doğruyla yanlışın ayırdını yapacak kadar aydın insanlarıyla toplumda sizi hakkettiğiniz o yerin dibine sokacaktır.

Bugün fütursuzlaşan, ahlaksızlaşan, yalancının jargonunu kuşanıp birebir bize karşı uygulayan zavallılar olarak siz, yarına ne kadar rezilleşebileceğiniz ancak resmini çizmiş oldunuz. Üstelik, kendi söylediklerinizi yutacağınız nice kanıtı ortadan kaldırmadan bu yaptıklarınız, sizin utanmasız olduğunuz kadar da düşüncesiz ve plansız insanlar olduğunuzu gün yüzüne çıkardı. Şimdi siz, Çerkes Soykırımı Tanınsın İnisiyatifinin topladığı imzaları ne yaptığınızı, o imzaların şuan nerede olduğunu filan araştırın. O sürecin özeleştirisi verecek kadar hafızalı mısınız, kendinizi test edin. Metropol bir meydanda, basına Çerkesya bayrağıyla ilgili cehaletinizi kustuğunuz o açıklamanızın da özeleştirisini verin. Biz geçmişimizi unutmuyoruz, geleceğimize tutunuyoruz. Siz bize 'geçmişle ilgili' kelimeler etmeden önce, kendi unuttuğunuz geçmişi anımsamaya çalışın bence. Sakarya HDP il yönetim kurulunu arayın mesela. Bunu mutlaka tavsiye ederiz. Bizim veremeyeceğimiz hiçbir hesap yokta, sizin vermediğiniz kaç hesap var onun sayısını toplayacak kadar matematik bilgisi de edinin. Cahil cesaretiyle, halkın kendi iletişim yollarınıza yedeklediğiniz kısımlarını aptal yerine koymanın bedeli ağır olacak. Bugün hakkında atıp tuttuğunuz Çerkesfed'in etkin ve politik derneklerinden Maltepe Çerkes Derneğinden, bizim de adımıza aldığınız ödülleri, malum derneğin başkanının Caferağa'da bulunma sebebini, ilişkilerinizi düşünün.

Bugün ne söylüyorsanız, bu sizin karakterinizin bir yansımasıdır.

Biz iki günde bir yol ve kanaat değiştirenler değiliz. Sizin tek başınıza idare edeceğiniz bir hareketin kulları da değiliz. Üstelik siz, kendinizi bile yönetebilmekten, özeleştiri verebilmekten aciz insanlarsınız, bu halk adına; dün oturduğunuz insanlara bugün küfürler ederek siyaset mi yaptığınızı sanıyorsunuz?

Sayın Sahte Gandalf,

Siz çok hafızasız bir insansınız. Size geçmişinizi tek tek hatırlatarak, sizin ve yaverinizin uykusunu kaçıracağımız o günlere and olsun!


Share:

Etnik Kimliğe dayalı Çerkes Ajitatörizminin Partileşme Çağı

İdeolojisini bir kenara bırakalım siyasetin, ahlakını konuşalım biraz..  Hangi siyaset biçimi, kendi söylemlerini bir başkalarının söylemlerinin üzerinde inşa etmek kadar değersiz olabilir? Bir kaç gün evvel, "Demokrat Çerkeslerden HDP'ye destek"  isimli bir açıklama yayınlandı. Altında da Çerkes toplumundan, toplumu için düşünen, üreten ve çabalayan bir çok kişinin imzasıyla.. Bu medya ve sosyal medyada yayılmaya başladığı gibi, tepki vermesi normal karşılanan aidiyet hissini yitirmiş kişiler bir yaygara koparttılar. Kopan yaygara alışıldık. Yıllardır bilinen, yurtsuz, tarihsiz, talihsiz, zavallı, kendini başkalarının varlığına armağan etmeyi "ilkokul" çağından bu yana bağıra bağıra içselleştirmiş annesinden-babasından tesadüfen Çerkes olmuş, Çerkeslik namına başka da kültürel aidiyet alametleri göstermeyen kişiler bunlar. Hem ben, hem biz, hem de "Demokrat Çerkeslerden HDP'ye destek" metni altına imzasını koyan herkes bu vakalara alışık. Toplum, aidiyet hissini yavaşça içselleştirirken, bünyesi kendi varlığına ağır gelen kişilerin kopardığı geçici gürültü bunlar. Onlara, kendi varlıklarını bünyelerine alıştıracağımız güne kadar kızamayız, en açık tabirle yalnızca üzülebiliriz.

Gel gelelim, siyasetin Çerkesler için gittikçe yaygınlaşmaya başladığı bu zamanlarda, ortalığa yayılan seçim ajitatörlerinin haziran seçimleri için düştükleri bu duruma. Her fırsatta kendini "devrimci çerkesler" olarak adlandıran, manifestosunda "çoğunlukçu demokrasi"nin noktasından-virgülüne kadar ilkelerini kullanarak kendini beyan eden ve kurucularının, yöneticilerinin, adaylarının çoğunlukça Çerkes olduğu örgüte.. "Kimlik yoksunluğu" ile  suçladığı kişilerin kaçını, ne kadar tanıdığı belli olmayan bir ajitatör (ki kendisi cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde (henüz Çerkes partisi yokken!!!), Kürt partisi olarak nitelediği partinin, Kadıköy-Caferağa'da düzenlediği dayanışma gecesine, diğer ajitatör arkadaşının konuşmasını destekleyerek, getirdikleri ekibi, sahnede seyrederek) "Demokrat Çerkeslerin" haberinin paylaşıldığı bir medya ortamında, kendi söylemlerini çürüten, kendi geçmişini, söylediklerini yalanlayan, provakatif bir ağızla ve üstelik nice değerli Çerkes aktivistini "yoksunlukla" suçlayarak ne kadar muhtaç, ne kadar bilinçsiz, programsız, zavallı olduğunu ortalığa sergiliyor. Üstelik işin kötüsü, biz bu tutumun "malum" kişinin bireysel bir hali olmadığını, bu ajitatörlüğün ve ajitatörlük için benimsedikleri yöntemin ne yazık ki "örgütlü" olduğunu düşünüyoruz.

Onlardan olmayabiliriz, onlar gibi düşünmeyebiliriz ancak, onların genel anlamda örgütlerine biçtikleri tam misyonu, bizler örgütümüz içinde "komisyon" biçiminde yürütüyoruz. Üstelik bu şartları oluşturan bizim siyasi örgütümüz. Hemende belirteyim size bizim siyasi örgütümüzü... Verdiği mücadele ile Türkçe dışında Radyo ve Televizyon kanallarının açılmasına vesile olan örgütümüzün açtığı bu yolda, o ajitatörlerin zamanında kurdukları bir hareket, bugün hala Çerkesce yayın yapan Radyo ve Televizyon kanalları talep edebiliyor. Örgütümüzün anadilde eğitim için verdiği mücadele ile elde ettiği "anadil dersi" ile belki o örgütün bir çok yapısından insanın çocuğu, örgütümüzün yeterli bulmadığı bu haktan yararlanabiliyor. Ayrıca, örgütümüzü oluşturan bileşenlerin on yıllardır verdikleri mücadele, bugün onların örgütleşebilmesinin bile zeminini hazırlayabiliyor. Kısacası, küçümsemek gibi olmasın ama; bugün onların bizi içinde örgütlü olduğumuz için "yoksunlukla" suçladıkları örgütümüz, onların varlığının teminatının ta kendisi. İş siyasete binince, toplumun genel kesiminin gazına gelerek, kendi içlerine girdikleri yola dahi taş koyduklarını farketmeyen bu ajitatörlerin kendilerini eğitmeleri gerekiyor.

Peki, Çerkes toplumu için ajitatörlük yeni mi? Değil. Yıllarca asaletin ve nezaketin ajitatörlüğünü yaparak bugüne dek hiçbir şey kazanmadan sürekli kaybeden olduğumuz, bugün içinde yaşadığımız coğrafyalarda ne hale geldiğimizle belirgin. Asalet ve Nezaket ajitatörlerinin telkinleriyle, atalarının onurlu tarihlerinde, canları pahasına korudukları özgürlük ve adalet mirasını yiye yiye, bu iki değerden zerresi kalmayan halkımız, bugün yeni yeni kımıldamaya başlamışken, bu kıvılcımı yangına çevirmesi gereken örgütlenmeler, nedense kıvılcımı söndürürcesine, düşüncesiz, bağnaz ve budalaca ajitatörlüklerin sonucundan medet umuyor. Bu durumu bir süredir gözlüyoruz, bu durumun geçici olmasını ve tüm örgütlerimizin, siyasallaşan kanatlarında tarihsel olguklarını yakalamasını diliyoruz. Ancak bugüne kadar, etnik kimliğe dayalı siyaset yapan Çerkes örgütlerinin, Ajitatörizme saplandıklarını gördüğümüzü de belirtmemiz gerekir. Biz, bugüne kadar başardıklarımız ve bugünden sonra kazanacaklarımızla, kendini ajitatörizm çağına zincirleyen bu hareketleri, cahil ajitatörlerin ellerinden, aydın siyasetçi geleceğe taşıyacağımıza ise, yürekten inanıyoruz.

Bir de, sürekli tekrarlanan cehaletlerinden ötürü kısa bir bilgiyi tekrar açıklama gereği duyuyoruz.

HDP'yi oluşturan HDK'nın bileşenleri aşağıdaki gibidir:

78'liler Girişimi

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)

Cam Keramik İş

Demokrasi ve Özgürlük Hareketi (DÖH)

Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)

Demokratik Pomak Hareketi

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP)

Disk Gıda İŞ

Emek Partisi (EMEP)

Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP)

Filistin Halkıyla Dayanışa Derneği (FHDD)

Gökkuşağı Kadın Derneği

Hevi LGBTİ

İstanbul LGBT

İşçilerin Sesi

Kaldıraç

Kaos GL

Küresel Eylem Grubu (KEG)

Limter İş

Marksist Tutum

Munzur Koruma Kurulu

Nor Zartonk

Özgür Demokratik Alevi Hareketi

Partizan

Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP)

Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP)

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP)

Tekstil Sen

Teori Politika

Toplum ve Kuram-Lêkolîn û Xebatên Kurdî

Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi (TÖPG)

Tüm Köy Sen

Türkiye Gerçeği

Yeşiller ve Sol Gelecek (YSGP)
Şimdi çok zeka gerektirmeyen, azıcık istek ve azimle HDP bileşenlerini de siz araştırın, bakın bakalım HDP, ne partisiymiş.. :)

Share:

HDP, Çerkesler ve bölücülük

Nasıl bir maya ile tutmuşsa bu bölücülük propagandası, 21nci yüzyılın şimdisindeki tüm olanaklara rağmen ortalıkta hala duyuluyor.  Bunlar bundan 20-30 yıl önce söylense; halkın bilgiye ulaşması zorlukları gözetilip biraz daha anlaşılır kılınabilirdi ancak, bugün; bilgi parmaklarımızın ucunda azıcık ilgiye yığınla gelebilir haldeyken hala bu propagandaya kapılan, bu propagandayka akım yaratmak isteyenlerin hiçbir anlaşılırlığı yok. Düpedüz cehaletin, en yoğun propagandası sayılabilir bu haller. Bırakın ülkenin karanlık tarihini araştırmayı, soruşturmayı, anlamaya yeltenmeyi.. bugününü bile araştırmaktan yoksul, zihin tembeli yığınları tarafından her türlü birleşme, eşitlenme, kardeşlik hareketi ve söylemi; bölücülük söylemleriyle yok edilmeye çalışılıyor. Ama artık bu söylemin geçerliliği yok. Bu söyleme kapılıp giden nesil, artık konuşmaktan ötesi olmayan bir nesildir ve yeni nesil eskiye göre daha çok araştırıyor, okuyor, konuşuyor. Zaten umutta eski nesilden ziyade yeni nesildedir.

Çerkesler kendini temsil etsinler! diye zırvalık dolaşıyor. Halbuki bugün ÇDP "Ç-oğunlukçu/Ç-erkes Demokrasi Partisi (farklı ortamlarda değişiklik gösterip Çerkeslik-Çoğunluk'a dönüşse de genelde Çerkes olarak algılanmaktadır) bir çok ortamda ve konuşmasında, en üst yetkilisinden, en basit misyonerine kadar biz Çerkesleri temsil ediyoruz diyorlar. "Çerkesler kendini temsil etsinler" diye zırvalayan kişilerin büyük bir bölümü, bu hareketin içerisinden de oldukça uzakta.

 Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz, Çerkes Soykırımının 151nci yılı anmaları yapıldı. Çerkesya Yurtseverleri ve KAFFED, Xeku'ya sembolik rakamlarda insanlar taşıyarak anlamlı bir iş çıkardılar. Takdire şahan ve bugün oluşmakta olan Çerkes Siyasetinin geleceğini belirleyecek pratiklerden birisiydi bu davranış.

Aynı zamanda Diasporanın Türkiyesinde hem yerellerde anmalar olurken, hemde 2 noktada büyük bir anma oldu. KAFFED, örgütleriyle Kefken'de bir program düzenledi ve hayli iyi geçti. En iyi noktalarından biri ise geçmişte örgütlerinin binalarına girerkenki "siyasi kimliğinizi dışarıda bırakın" siyasi ambargoyu, bizzat KAFFED'in en yetkili ismi tarafından delinmesi oldu. Zaten bu durum bir kaç yıldır yer yer yoğun yer yer az olsa da ihlal edilmekteydi. Ancak Kefken'de KAFFED başkanının konuşması dahil, bu durumun artık sürdürülemez olduğuna işaret etmekteydi. Gelecek, KAFFED'in siyasi ambargoları delmesiyle daha da güzel olacak. İkinci organizasyon ise İstiklal caddesindeydi. Biliyorsunuz ÇHİ, uzun zamandır her ayın 21nde 21de Rusya konsolosluğunun önünde toplanıyor ve eylem yapıyor. Bu muazzam hareketi, 2 kişi de olsalar, 200 kişide olsalar 2000 kişide olsalar sürdürüyorlar. Bu eylem ve söylem tutarlılığı, o kanaldan gelişen siyasi etkinliğin gelecekte gelenekselleşecek bir diasporal harekete öncülük etme olasılığı var. Mayıs'ın 21nde yaptıkları eylem, 21 mayısın aynı zamanda soykırımın anma günü olması vesilesiyle çok kalabalıktı. Bizzat biz, kendi örgütlü yapımızın gözlemcileri statüsünde bu organizasyona katıldık. Organizasyonda sunumu, sanıyoruz ÇDP örgütünce kayseriden bağımsız vekil adayı seçilen İshak bey yapıyordu. İlk konuşmayı ÇERFED başkanı ve AKP'nin Tokattan Milletvekili aday adayı Nusret Baş yaptı. Nusret Baş konuşmasında bir çok gafta bulundu. 21 Mayıs'tan "kutlama" olarak bahsetti. Çerkeslerin görevinin "zalimin yarasına derman olmak" olduğunu söyledi. Bizce dili sürçtü, umarız da öyledir. İşin açıkçası kendisini dinlemeye çok tahammüllü değilsekte, oradaydık. Nusret Baş'ın konuşmasından sonra mikrofonu eline alan ÇDP Genel başkanı Kenan Kaplan ise, hem organizasyona, hem siyasete, hem halka daha donanımlı olduğunu konuşmasından yansıttı. Kitlenin genel durumu göz önüne alındığında, daha başarılı bir konuşma yapılabilir miydi? bilmiyoruz. ÇHİ'nin 21 mayıs etkinliğinde sık sık "İntikam değil, Adalet istiyoruz" sloganları ve pankartları görülüyordu. Bu da, 21 eylemleri olarak lanse edilen bir dizi eylemin geleceğinin alacağı şekil hakkında bizlere ipucu veriyor. Şövenist ve ütopik söylemlerin yerine, giderek daha mantıklı ve olması muhtemel şeyler söylenirse sakın şaşrmayın.

Siyaset, Çerkesler için giderek normalleşiyor. İlk günlere nazaran tüm kesimlerin kabul edilebildiği ve küfürler/hakaretlerden başka şeylerin duyulabildiği ilk günlere girdik. Biliyorsunuz, Çerkes siyasetini tırmandıran ve kırılganlaştıran süreç, HDK içerisinde örgütlenmiş ve HDP'de kimlik siyasetinin Çerkesler ayağını yürüten Çerkes ekiplerin çalışmaları başlatmıştı. Ekiplerin siyasi ve sosyolojik tecrübeleri bu sürecin kendileri açısından daha yönetilebilir olmasını sağlıyordu. Dolayısıyla bu süreci, ülkenin ve Çerkes diasporasının güncelleriyle birlikte sırtlanıp yürütebildiler. Krizi fırsata çevirip, halklarına adadılar. Neyse ki, onların omuzlarında taşıdığı süreç şimdilerde durgunlaştı. Geçtiğimiz günlerde, anti-faşist çerkeslerin değerlendirme toplantısına katıldım. Sürecin topluma etkileri üzerine iyi analizler vardı. Süreç, kısa sürede Çerkes toplumunun ehli sakin halini tarumar edip, istenmeyen şeylerin olmasına yol açıp, bu durum kısa sürede kontrol altına alınıp toplumun tüm kanatları tarafından durgunlaştırılmış. HDK'lı arkadaşlar, sürecin öz kimlik söylemleri üzerine bilinçli bir hamleyle başlatıldığını ve toplumdaki reaksiyonuyla bir çeşit teşhire dönüştüğü ve psikolojik şiddet durumunun hemen kontrol altına alındıklarını bildirmişler. Gelin hatırlayalım. Çerkes sorunlarının araştırılması ve çözüm bulunması yönünde HDP bileşenleri tarafından TBMM'ne bir teklif sunuldu. Teklif parlementonun diğer örgütlerince reddedildi. Çerkes Soykırımının Tanınması yönünde çalışmalar yapıldı, çalışmalar HDP bileşenlerine iletildi, HDP bileşenleri bu çalışmaları teklif haline getirip TBMM'ne sundu. Teklif parlementonun diğer örgütlerince reddedildi, HDP, en üst düzeyde Çerkes soykırımını lanetlediğini, parlementoda kendi grup toplantısında söyledi. Halklar ve İnançlar Komisyonu üyesi, Çerkes asıllı bir partiliyi kürsüye çıkararak konuşma yaptırdı. HDP, açıkça ve belirgin bir şekilde Çerkes Soykırımı anmalarına katılarak safını belli etti, katılımda kriz yaşandı ve tüm krize rağmen HDP, İstiklal Caddesinde hem 21 mayıs günü toplandığı yerden soykırımı lanetlerken, hemde ertesi gün HDK bileşenleriyle birlikte "Çerkes soykırımı" etkinliği düzenledi ve etkinlikte tamamen Çerkeslerin lehine bir konuşma yaptı. Sochi olimpiyatları sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın olimliyatlara katılmaya gitmesine ithafen, HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş "Sayın Başbakan, yurttaşlarının acıları üzerinde yapılan olimpiyatlara gitme" çağrısını yaptı. HDK/P içerisindeki Çerkesler daha verimli çalışmalar yapmaya başladı ve gözükürlükleri arttı. İşte bu süreç, izbe yerlerinde yok olmaya gıdım ses çıkaramayan, devletin geleneklerinin yedeklediği bir kısım Çerkesi tetikledi ve sosyal medyada bizleri eril şiddete maruz bırakan bir kampanyanın tetiklenmesine yol açtı. Bu kampanya tetiklendiği andan itibaren, HDK/P içerisinde örgütlenmiş Çerkesler süreci kontrolleri altına alarak, devletin kendi yedeğine çektiği asimilasyona itiraz etmeyen ve hatta onun varlığını reddetmeye kadar varan bir takın Çerkesin kendini toplumuna teşhir etmesi pozisyonuna taşıdılar. Süreçte HDK/P içerisinde örgütlü Çerkesler, bir çok kritik hata yapsalarda, bu hatalar ne kendi içlerinde ne de toplum nedzinde olumsuz hiçbir durumu tetiklemedi. Bugün ise, tüm bu atlatılan süreçlerden sonra; HDK/P'li Çerkesler hem daha görülür, hem daha cesur hem de anlaşılabilir vaziyettedir. Yola ilk çıkılan güne göre, karşılarında konumlanan ve kendini rezilleştirenler bugün hem daha sinmiş hem daha korkak hemde ne oldukları halkımız tarafından daha çok anlaşılmıştır.

Siyasi oyunlara ve gerçekdışı komplolara inat, Çerkes Siyaseti bugün konuşması gereken dile daha yakındır. Acılarını ve acılarına sebep olanları daha iyi bilirken, tarihlerini ise tamamen sahiplenerek konuşuyorlar. KAFFED'li olsun, Çerfed'li olsun, ÇDP'li olsun, HDK/P'li olsun, Bağımsız olsun.. bugün tüm siyasileşen örgütlerimiz, toplumun geldiği noktanın farkındadır ve toplumun giderek daha siyasi olacağını da görebilmektedir. İşte değişen tüm söylemler ve uygulamalar, dün HDP'liyiz diye bize küfür eden omurilikler tayfasının bir yansımasıdır. Halk acılarına ve tarihine çözümün yolunu biliyor ve bu bilinç, Çerkes halkını yarına daha onurlu taşıyor.

HDP Çerkesler ve Bölücülük üzerine ise,

Çocuk masallarında bile rastlanmayan hayal gücü üretimi söylemlerin, çok ciddi şeylermiş gibi bazı çevrelerce kabul görülüp ortaya konulması, onların ne hallerde olduklarının en büyük göstergesidir. ne HDP ne Çerkesler; yeni bir ülke kurmanın değil, eski bir ülkeyi yenileştirmenin, özgürleştirmenin, eşitleştirmenin derdindeyiz. Adaleti, Eşitliği, Özgürlüğü; bu ülkeyi bölmeden de sağlayabileceğimizi biliyoruz. Yani asıl bölücü, kendi halkından başka bir halka yaşama olanağı sunmayan, silahlanmaya eğitimden ve sağlıktan daha çok bütçe ayıranlardır.


Share:

"TC" Çerkes'e: Bölücü sizsiniz, sempatizan sizsiniz, it sizsiniz.

Siz kendinizi ne kadar inandırırsanız inandırın bizim kötü olduğumuza, biz; ezilmiş bir halkın mücadelesini omuzlarken, ezilen kadınların çığlıklarını sırtlanırken, katledilen doğanın işitilmeyen acısına ses olurken, sömürülen emekçinin hakkını ararken; sizin tüm o iftira gürültülerinizin arasından tüm dünyaya, tüm zamanlara, tüm yüreklere kim olduğumuzu zaten gösteriyor olacağız. Dün olduk, bugün oluyoruz ve yarın olmaya devam edeceğiz! Bunun için bir karşılık beklemeyeceğiz! Teşekkür beklemeyeceğiz! Dua beklemeyeceğiz! Bunu hiçbir beklenti içerisine girmeden yapacağız ve tüm niyetimiz; tüm halkların kardeşçe, güvenle, eşit ve özgür bir gelecekte buluşması olacak. Tüm amacımız hünerleriyle patronlarını zenginleştirip, kendileri hergün fakirleşen emekçilerin hak ettiği bir yarında çocuklarıyla, aileleriyle, kendi anadillerinde, hep birlikte eşitlik türküleri söyleceği bir yarının temelini atmaktır. En başta, tüm şovanist ve deli zırvalığı olan vatan edebiyatını bir kenara bırakıp bakmanız, hepimizin bu dünyayı paylaştığını ve hiçbir suni kavramın yaşayan bir canlıdan daha önemli olmadığını anlamanız gerekir bizi anlamanız için, oysa siz; hiç yaşamayan kavramların insan öldürmeyi meşru kıldığı bir zorbalık, bir faşistlik felsefesinin neferleri olduğunuz için! Biz eşitlik dedikçe siz bölücülük diyeceksiniz. Asıl bölücülük, anneleri evlatlarından ayırmak, halkları dillerinden ayırmak, kadınları erkeklerden ayırmak, işçileri haklarından ayırmaktır. Asıl bölücülük yapan sizlersiniz ve bugüne değin nice insanı sırf kendi değerini taşıdığı için; yaşamından ayırdınız. Biz bunu reddediyoruz! Biz; kanla yazılmış, toprağı kanlandırmayı öven, kanla kutsanan bu hasta felsefenizi reddediyoruz! Biz, halklara ölümü vaadeden bu faşist düşüncenizi reddediyoruz! Bizi suçlayacağınız ve yaşamsal boyutta hiçbir değeri bulunmayan düşüncelerinizi reddediyoruz. Bizler, Anti-Faşist Çerkesleriz, Çerkes soluyuz, HDK-P'li Çerkesleriz! Kobane'de faşist islam örgütünün cehenneme çevirdiği hayata karşı dimdik savaşan Suphi Nejatlarız! Yaşasın halkların kardeşliği diye haykıran Yusuf Aslan'ız! Halkı için verdiği mücadelede kalleş bir kurşunla vurularak katledilen Mahmut Özden'iz! Nazi kampında işkenceyle öldürülmüş Soçentsuk Aliy'iz! Devlet-i Aliyye tarafından zenginleştirilip halkını köleleştiren Çerkes beylerine karşı Bzeyiko savaşını sürdüren isyancılarız! Kadın hakları için, belkide yaşadığı çağda çok riskli bir görevi üstlenip feminist dergi çıkaran Ulviye Nuriye Civelek'iz! Abbasi'de toprak ağalarının Afrika'dan getirtip bataklıkta çalıştırarak kırdığı ve bu duruma isyan edip El-Muhtare'yi kuran Zenc'leriz! Ya siz kimsiniz? Övündüğünüz değerler nedir hiç kendinize soruyor musunuz? Bu topraklarda ölmekten-öldürülmekten övünüyorsunuz, kabdan yediğinizi kabullenip, ona pislemeyeceğinizle övünüyorsunuz! Tüm asimilasyon programları uluorta dururken, böyle birşey olmadı zırvalığıyla ortalığı karıştırıyorsunuz velveleye veriyorsunuz! Nice evlat anasından babasından, nice baba evladından, sevdiğinden bölünürken, katilleri hiçbir ceza almıyorken; faşizmi inkar etmek lazımken siz faşizmin askeri olmaktan övünüyorsunuz! Bölücü sizsiniz! Biz kardeşliği, siz düşmanlığı bağırıyorsunuz! Bir köpek gibi, dilini-tarihi unutarak yaşamak ve sahibinizin size düşman öğrettiğine havlamak marifetse haberiniz olsun, 1864de atalarınız; kendilerine sizin bugün yaşadığınız hayatı reva görselerdi hiçbir soykırım ve sürgüne tabi olmadan bugüne kadar sizin gibi köpek gibi yaşayabilirlerdi! Ama onlar başkalarının köpeği olmayı reddettikleri için savaştılar, soykırıma ve sürgüne tabi tutuldular, onlar gibi özgür ruhlu insanlardan bugün evrildiğiniz nokta; köle ruhlu alçaklar olmamalıydı! Atalarımızın kemiklerini biz değil, siz titretiyorsunuz ve işin en kötüsü bugün atalarımızın değerlerini de en çok siz sömürüyorsunuz! Hemde bunun bile farkında olmadan..

*Not: Konudaki köpek sözcüğü; hayatı boyunca hiçbir canlıya nefret gütmeyen, insan tarafından dünyası gasp edilmiş ve insanlarla birlikte kentleri paylaşmak zorunda kalan, eziyetler ve işkenceler gören o masum canlı değil; birisinin emrini icra etmek için komut bekleyen köle ruhlu insan türü tabir edilmiştir. Yinede biz insanların aynı zamanda bu güzel ve sevimli canlı türüne köpek-it gibi tabirler kullandığını bildiğimiz için yeryüzünde yaşayan tüm köpeklerden özür dilerim.
Share:

Zulüme, işkenceye ve katliama aday adayı olan kalpaklılar

Evvela "sosyal medya" da "platform" olarak kurulmuş grupların çalışma mantığını anlamanızı isterim. Her birinin özgün kuralları olur, aynı zamanda bu kuralların yanında, üstüne kurulu oldukları kaynağın genel kuralları olur ve aynı zaman da, uygar(!) dünya da; insanlık namına bazı sosyal kurallar olur. Örnek vermek gerekirse; Işıkta bekleyen yaşlıları karşıdan karşıya geçirmek, zulüm gören bir canlıya yardım etmek, aç-susuz kalmış bir canlıya yardım etmek gibi, ya da bazı yerlerde değişik kurallardan da bahsedebiliriz. Bunlar hiçbir yerde yazmaz; mesela - İstanbul'da toplu ulaşım araçlarının yürüyen merdivenlerinin sol tarafında durulmaz.- Bu yazı böyle uzar gider, herkes bir ortamda yeteri kadar zaman geçirince anlar ki; her yerin kendine özgün bazı kuralları vardır... İşte aynı zamanda "sosyal medya"da kurulmuş grupların da, kurulma amaçları ve bu amacı çerçeveleyen özgün kuralları olur, o kuralların tek amacı, grubun kurulma şartlarının dışına taşmamasıdır. Taşmak deyince; aynı zamanda bu gruplarda "paylaşım" yapar her üye; paylaşımının bu çerçeveler içinde olduğunu ve grubun diğer üyelerinin bilgisine, düşüncesine, desteğine, yorumuna açık olduğunu kabul eder. Yani; insanların özel hesaplarından yaptıkları paylaşımlarla, grup (topluca)larda yaptıkları paylaşımlara karşı etkileşim farklıdır. Grupta bir gönderi; o gönderi gören herkesin eleştirisine açılır. Eğer eleştirilmeye tahammülü olmayan birisi bu gruplardan birine üyeyse, rica ederim hiçbir şey paylaşmasın. Çünkü o gönderi "gruba düştüğü" an, eleştiriye açılmış demektir.  Malum, Çerkesiz.. bizimde yaşam etkileşimimiz de, toplumsal duruşumuzu çerçeveleyen sosyal kurallarımıza da "Xabze" deniyor. Kaldı ki, sürgünlük geçen 150 yıldan sonra, yaşadığımız coğrafyanın kültürleri ile etkileşime geçerek değişmiş olması da pek muhtemel, ama bunda bir hata yok, sonuçta ortam değişince, ortamdaki hukuk değişir, şartlar değişir, zaman değiştikçe; bulunduğumuz ortamda nüfuz eden bir takım yenilikler, bizim 150 yıl öncesinden buraya taşıdığımız Xabzeyi mutlaka değiştirmektedir. Zaten bunu inkar etmeye, bunu reddetmeye de bir çeşit "yobazlık" denebilir. Bundan 150 sene önce, bir de gidip Mezapotamya'da yaşayalım diye buraya gelmedik, bundan 150 sene önce, 101 savaştığımız büyük bir savaşı kaybettik, soykırıma uğradık ve buralara sürgün edildik. Olaya bu etkileşimde bakmakta fayda var, yani bizim 251 senedir, toplumsal yapımız savaş, soykırım ve sürgünle şekillenmektedir. Önceleri çok eleştirdiğim; "Babanın çocuğunu topluma açık bir yerde sevmeme"sinin sebebini öğrendiğimde gözlerim dolmuştu. Savaş öyle uzun ve acımasız geçmişti ki, babası savaşta ölen çocuklar köylerde çoğunluk olmuştu ve bu Xabze, işte o çocukların üzülmemesini düşünüyordu. Çok inceydi, ne kadar sert gözükse bile, aslında bir o kadar hassas ve inceydi. Günümüzde de bu çevreyle etkileşime giren ve insan onurunu düşünen Xabzelere ihtiyacımız yok değil, nihayetinde; bugün diasporası olduğumuz toprakların doğusunda çok kanlı içsavaşlar, savaşlar, cinayetler, katliamlar yaşanmaktadır. Oradaki savaşların, cinayetlerin bizim yaşadığımız topraklara taşırdığı "savaş mağdurlarının" sayısı da milyona ya ulaşmak üzere ya da geçmiş bulunmaktadır. Bizler, bunun farkındalığına varmalıyız. Xabzeyi, tartışmaları sönümlendirecek bir araca çevirmeye çalışmaktansa, bu gerçekliğin işleyişine karşı toplumsal vicdanımızı etkileyecek bir hukuka çevirmeliyiz. Bu şartlarda; bugün, 2015 genel seçimlerinin arifesinden yazıyorum o halde. Xabze; Zulüme, işkenceye ve katliama ortak olma adaylığına karşı bize neyi öğütlüyor?

İçimizde adımızı bağırarak oyumuzu çalmak isteyen katil adayları mı var? 

Kimin kime oy vereceğini sorgulamıyorum, fakat verilecek bir oyun bile hayatımıza kattığı herşeyi düşünmek gerekir. Bugünler de yine, hiç oy kullanmadığım ve bu seçimlerde de oy kullanmayacağım için samimi bazı çevrelerim tarafından şakayla karışık eleştirilmeye başlandım. Canları sağ olsun; fakat ben aslında tam da "oy kullanmanın hiçbir şeyi değiştireceğine inanmama" hakkımı seçiyorum. Benim kullanmadığım oyu, rızam olmadan paylaşanların iktidardaki zulümleri; aynı zamanda bana tanıdıkları bir hakkı bile kendi lehlerine sömürerek(ya da gasp ederek) hem bana hem de benim üzerimden halklara, doğaya, çevreye yaptıkları zulümleri oluyor. Bu duruşum gayet ideolojik. Gayet açık söylüyorum ki; Anarşist Komünistim, bunu hayatım boyunca, yer yer, şart şart ne kadar ihlal etsem bile onurla taşıyacağıma eminim. Oy kullanacak insanların tartışmalarını izliyorum, bende katılıyorum bu tartışmalara, bu tartışmalara katıldığım zaman; insanların beni hiç tanımadan etiketlemesine hayret etsem bile, inanın son 5 yıldır buna alıştırıldım. Bugün iktidarda olan partinin "aday adaylarını" tartışırken, kabul etmeliyim ki; sanki muhalif bir partinin sempatizanı gibi tartışıyor olabilirim. Ama niyeyse, onca muhalafet partisi arasından, iktidar partisini eleştiren herkesi; "kemalist" olmakla itham ediyorlar. Bu saçmalığı anlamıyorum, iktidar partisinin iktidarını kıskanan başka bir partinin ideolojik açısında düşünülmem bile utanç verici. O tartışmalarda beni kemalist olmakla itham eden kişiler; ya bilinçli bir propaganda peşindeler ya da gerçekten çok cahiller. Ülkede, yüze yakın parti var ve bu partilerin içinde "İslamcı - Kemalist" diye bir ikilem yok. Sosyal Demokratlar, Liberaller, Sosyalistler, Komünistler de var. Gayet muhalif partileri de var. Sistem partileri içinde, sistem muhalefeti yapacak kadar da çılgın muhalefetlerdir. Neyse. Bari en azından bunun anlaşılmasını ümit etmekteyim. Tartışmaların bir bölümünde Çerkeslerin siyasallaşması gerektiliğinin dile getirilmesi güzel bir gelişme, nihayetinde kısa bir süre önceye kadar; Çerkeslerin siyasete alet edilmemesini söyleyen bir çoğunluğun tüm toplumsal baskılarına rağmen artık bunun dillendirilebiliyor olması bir gelişmedir. Bu gelişmeyi de bir zamanlar "Çerkesleri siyasallaştırmayın" sloganını hayatına yaymış bir zümrenin taşıması ise hayretler ettiricidir. İnsanlar değişir, fakat bazı alışkanlıkları ne yazık ki taşırlar. O zümre, o zümrenin düşüncesine sempatizan olan bir çeper takımı, o çeper takımının etkisinde kalmış bir güruh; bugün siyasetin içindeler. Bugün meclise vekiller taşıyan bir genel seçimin, önseçimlerinde "aday adaylarını" hayatımıza sokmaktalar. Bazı sosyal platformlarda (ilk baştaki açıklama tam bu arkadaşlaraydı) bunu açıklamakta, kendi aday adaylarının propagandasını yapmaktadırlar. Bu platformlara bağım ise "etnik" bir mesele. Etnik aidiyetimden ötürü takip ettiğim platformlarda konuşulmakta olan siyasi konulara hemen katılıyorum. Hem de Anarşist Komünist kimliğimle değil, sadece bu kimliğin en yumuşak muhalif tarafını barındırmakta olan "Çerkes kimliğimle". Buna rağmen, tartışmalar her kadar siyasi olursa olsun, siyasi bazı yorumlar yapınca, konuyu tartışmaya açan kişiler siyaseti hemen etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Yine bu iyi, önceleri bunu hemen yaparlardı, şimdileri ise biraz savunmaya çabalamak gibi durumları da gözüküyor. Biraz çabalıyorlar, karşılarında attıkları oltaya sazan gibi takılanlar çıkarsa onlar için ne ala? Fakat çıkmazsa hemen gözümüzün önüne "XABZE"yi dayıyorlar. Durun hele soydaşlar(!), şimdi madem Xabzeyi kullanmaya başlayacağız, bunun bir kullanım metoduyla ilgili tartışmayı da başlatalım. Xabze sizin babanızın mülkü değil, size nasıl işliyorsa, bizde bunu kendimize işletebiliriz. Ama böyle de yapmayalım; Xabzenin genel işleyiş mantığı ve hukukuyla konuşalım! Xabze'de çocuk, kadın, ihtiyar öldürmek, doğayı yağmalamak, kazanma hırsıyla her türlü yalanı atmak, hırsızlık yapmak nasıl karşılanır? Peki tüm bunları yapanları desteklemek, onları güçlendirmek, silahlandırmak, beslemek Xabze'de o suçlara ortak olmak mıdır- değil midir? Buyurun Xabzenizi su üstüne çıkarın biz de bilelim. Bizim Xabzemiz; savaşta babası ölmüş çocuğu düşünecek kadar merhametli ve o çocukların üzülmemesi için topluma kendi çocuklarını sevmeyi ayıplayacak kadar da katı bir tutarlılık içinde işler. Ya bugün? Sadece bu toplumun iki ferdinin aile kurmasıyla dünyaya biyolojik olarak Çerkes gelme tesadüfünde bulunmuş bir kişinin, bu tesadüften ötürü hiçbir şey yapmadan övünme, bu kimliği taşımayanları (özellikle belli bir zümreyi) aşağılama hakkı görmesi, bu aşağılamasında kendi tesadüfi kimliğinin tarihsel duruşunu kaynak göstermesi çok mu hoş? Buyurun Xabzenizi su üstüne çıkarın, malum imam söyleyişiyle sesleneyim size; Bizim xabzemiz; haklının, gerçeğin, adaletin, eşitliğin, vicdanın, merhametin, özgürlüğün adını taşıyanların, onu canıyla, kanıyla savunanların, boyun eğmeyenlerin, diz çökmeyenlerin xabzesidir. Bizim Xabzemiz; Filistinde katledilen arap çocukları için, Kürdistan'da köyü yakılmış Kürt kadınları, çocukları, halkı için, Dersim'de bombalanmış, kimyasal silahlarla vurulmuş, içten içe yanarak can vermiş Zazalar için mücadeleyi temsil eder, onlarla dayanışmayı, dayanışmada insanlığı emreder. Ya sizin Xabzeniz? İsrail'de çocuk öldüren siyonist pilotları afyon'da yetiştirenleri, Irak'ta Suriye'de kadınları köle yapanları, onları pazarlarda satanları, çoluk çocuk, kadın ihtityar demeden onları katledenleri destekleyenleri, silahlandıranları mı destekletir size? Bizim Xabzemizde siz; cinayete, işkenceye, zulüme, baskıya, katliama ortak olmaya aday adayı olmuş karaktersizlersiniz, varsın sizin gibi alçakların Xabzelerinde biz; bölücü olalım! Böyle bölücü olmak, öyle katil olmaktan bin kat daha şereflidir. 



Share:

Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve biz: Çerkesler.

Gezi sonrası Türkiye batısında hareketlenen sol politik yapı, bir çok söylem ve pratik sergiledi. Gezi, henüz parktaki kolektif yapısının içindeyken, oradaki birikime "kaynak" muamelesi yaparak kendi örgütlerinin propagandasının peşine düşen ve parktaki itirazın sadece nesnel ideolojik yönlerine katılıp ya da en azından katılmış imajı yaratıp; parkın içinden bütüne dönüşen itirazın herhangi bir tarafı olmayan örgütler; taksim'de vücut bulan dayanışma pratiğini, sol propaganda havuzlarıyla sömüre sömüre bitiremediler. Her an, teorik olarak öne sürdükleri ve karşıt her harekete etiket ettikleri "emperyalist" yaklaşımın ta kendisine dönüştüler. Bugün adeta kanlanmış bir bit gibi, birbiriyle alakasız bir çok örgüt; hep "gezi" jargonlu bir propaganda programının sürdürücülüğünü yapmaktadır. Hepsini bu kefeye koymak, bu kefede değerlendirmek elbette haksızlık. Fakat aslından değişen ve başkalaşan, başkalaşmışlarla ortaklaşan örgütleri de tenzih ederek bunların hala ihtimal olan en ufak dayanışma umutlarını baltalamasına müsade etmekte büyük bir haksızlık olur. Haksızlık etmemek lazım. Bizler, HDK sürecinden bu yana bu hareketin içerisinde yer almış Çerkesler olarak, arkadaşlarımız HDP'de siyaset yapmakta olan Çerkesler olarak, HDK/P'ye katılım sürecimize eş ve eşit olarak BHH'nin toplantılarına da katılmış ve gözlemci arkadaşlarımızın notlarını tartışarak bazı fikirleri öne çıkardık ve artık bunu halkımızla paylaşmak gereği duyuyoruz. Bu gereği, Gezi direnişine aktif olarak katılmış Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda parkın içindeki kolektif koordinasyonda yer almış (Sivil İnisiyatif, Taksim Dayanışması) Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda kurulmuş barikatların sıcağını hissetmiş, faşistlere karşı aktif mücadelede en ön barikatlarda direnmiş Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda "parklar bizimdir" hareketiyle istanbulun tüm parklarındaki halk meclisleri kurulumuna katılmış, "Abbasağa, Yoğurtçu" başta olmak üzere İstanbul, Antalya, Bursa, Kayseri, Sakarya, Düzce" deki tüm forumlarda aktif katılımcılar olarak görev almış Çerkesler olarak duyuyoruz. Antalya'dan - İstanbul'a "Gezi özelinde, Türkiye genelinde" adalet talebiyle yürüyüş düzenleme iradesini ortaya koyan Çerkesler olarak duyuyoruz. Aynı zamanda; halkı için talepleri olan, talepleri için eylemler düzenleyen, Çerkes Soykırımı ve Sochi için, Çerkesya'da faşist saldırılarda öldürülen Aşine için sokağa çıkan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Sendika hareketleri içinde burjuvaziyle uzlaşma tanımayan işçi hareketlerinin içinde bulunan, işçi olan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Bizler, sokaklarda Çerkes kimliğimizle; Barışı, kardeşliği, Adaleti ve Özgürlüğü talep etmiş, eden ve edecek olan Çerkesler olarak BHH'nin son günlerde ilgili Çerkes örgütlerinin gündemine taşıdığı tartışmalarda; en başta işçi, emekçi kimliğimizle, gezinin ruhunun bir parçası olmuş Çerkesler olarak, kör fanatik olmayacak kadar akılcı, gerçekliği kavrayıcı ve aktarıcı kadar bilimsel ve ihtiyaçlarımızı bilecek kadar farkındalık içinde Çerkesler olarak kendi adımıza düşeni söylemekteyiz.

Gezide öne çıkan dayanışma söylemlerinin sadece parkın içindeki forumlarda en basit tabiri ile kemalist laisizm ile bir parçası olmuş bir çok kişi ve örgüt sahipleniciliğini yapmaktadır. Oysa Gezi'yi oluşturan iradeyi ortaya koyan şey kemalist laisizm ve bunun talepleri değildir. Bunu böyleleştiren şey; mevcut iktidarın anti-laisist söylemleridir. Bu söylemlerle perdelediği faşist uygulamaları, hırsızlıkları, doğa, işçi ve kadın düşmanlıklarıdır. Bu düşmanlığa karşı oluşan doğal karşı koyumun iktidardan önce uzun yıllar hüküm sürmüş kemalistler tarafından kuşatılması ise o düşüncenin sömürgeci mantığının bir örneği olmaktadır. Bugün biliyoruz ki; her ne kadar eskisi kadar güçlü olmasa bile, halen medya organları olan bu düşünce, Gezi'de ortaya koyulan iradeyi bugün elinde olan medya güçleriyle sahiplenmek için inanılmaz bir propaganda süreci başlatmıştır. O derecedir ki; bu topraklarda anti-laisist düşünceyi iktidara taşıyan insanların gözünde Gezi; kemalist bir "kalkışma" imajındadır. Normal şartlar altında, kaynağını "dindar" tabandan alan iktidarın bu imajı yaratması gerekirken, Kemalistler medya organlarıyla bu imajı, iktidardan önce yaratmış ve Gezi'yi başkalaştırmıştır. Bizler pratikte dayanışan bir Gezi'yi, direnişe dönüştüren alanlardaki Çerkesler olarak, "birlik-beraberlik ve zafer" söylemleri olan hareketlere en başta, siz hangi Gezinin örgütüsünüz diye sormak durumundayız. Bu bizim Çerkesler olarak halkımıza karşı sorumluluğun en temel ihtiyacıdır. Zira bizler; olagelmiş Gezinin içinden çıkmış ve o ruha şerhi olmayan kişileriz, fakat o ruhtan çok uzakta, hiç içine girmeden, olmasını istedikleri gezi'nin peşinde propaganda yapan bir çok örgütün programını, halkımız için tehlike olarak görmekteyiz ve bunun için haklı nedenlerimiz; tarihte tüm ağırlığıyla mevcuttur. Bu soruya; BHH'de hiçbir cevap çıkmamıştır. Sosyalizmin teorik maddeleri dışında, bu coğrafyanın pratik tarihleriyle ilgili, halkımız adına duyduğumuz endişeyi ortadan kaldıracak herhangi bir cevap bulamamaktayız.

Bizler HDK/P içinde aktif mücadele yürüten Çerkesler olarak sıkça "Kürtçü" olmakla itham ediliriz. "Kürtçü" olarak itham edilen sadece Kürtlere karşı uygulanan faşizmle mücadele eden Çerkesler değildir, aynı zamanda Türkler de dahil olmak üzere neredeyse tüm halklardan "Kürtçü" ithamına maruz kalmış insanlar vardır. Tarihte çeşitli tarafların ağzına sakız gibi dolanmış "Kürtçü" ithamının kökeninden, amacından ve sonucundan yola çıkarak süren bir tartışmada "Kürt Metaforu" olarak tanımladığımız bir durum sonucu ortaya çıktı. BHH'nin içinde ve çeperinde bulunan kişi ve örgütlerin bizim "Kürt Metaforu" olarak tanımladığımız bu düşünceden ne kadar uzak olduklarına dair en ufak bir fikrimiz yoktur. Çünkü toplantıda ortaya çıkan durum, Kürtlere karşı bastırılmakta olan bir "duygu"dur. Kürt Metaforu olarak tanımladığımız durumu da hemen anlatayım: Kültürel hakları için taleplerini ortaya koyan ve bunun mücadelesini yürüten Türkiye'nin bütün Arapları, Ermenileri, Çerkesleri, Lazları; Kürtçüdür. Çünkü Kürtler; asimilasyona, baskıya ve işkenceye karşı en aktif savaşı yürütmüş, iradesini ortaya koymuş bir halk olarak, diğer halklarında kazanımlarında kanı-canı bulunan ve bu ülkede etnik faşizme karşı direnişin tarihini yazan başarılı, iradeli, örgütlü bir halktır. Bugün asimile olmakta olan en başta Çerkes halkının, örgütlülüğü emsal olarak alabileceği tek halk Kürt halkıdır. Bu topraklardaki tecrübeleriyle Çerkes halkının mücadelesine ışık tutacak tek halkta Kürt halkıdır ve Kürt halkının mücadelesinden ilham ve cesaret alarak mücadele yürüten Çerkesler Kürtçüdür. Fakat buradaki Kürt; asimilasyona, baskıya, işkenceye karşı savaşma anlamındadır. Bir metafordur. Bu anlamda hiçbir zaman Kürtlerle karşılaşmasa dahi; halkının temel hakları için mücadele yürüten Çerkesler, birileri için Kürtçü, Kürtler gibi, vs. olmaya, böyle anılmaya mahkumdur. BHH'nin Türkiye'deki halkların asimilasyona karşı mücadelesi ve siyasetiyle ilgili nasıl bir düşüncesi ve bakışı vardır, dahası sadece düşünce ve bakışın dışında; o halklarla nasıl bir dayanışma zeminini öngörmektedir. Ya da bunu hala öngörememiş midir? 

Emekçi mücadelesine gelince, hareketin işçi sınıfıyla ilgili söyledikleri elbette takdire değer bir haldir, fakat zaten bu "biz sosyalistler" demenin en temel dayanağı olduğundan, işçi sınıfıyla ilgili birşeyler söylemesi değil, söylememesi garip olurdu diye düşünüyorum. Emek safında birleşmenin temel koşulu, halkların taleplerine ve ihtiyaçlarına körelmek değildir. Gezi üzerinden bugün içinde olduğumuz hareketin eleştirilmesi kemalist laisizmin medya organlarıyla yaptıgı propagandaların yarattığı etkinin kolaycılığıdır ve buna karşı BHH içerisinde gelişen muhalefeti takip ediyoruz. Gezi Parkında ve tüm Türkiye'deki yankılarında; HDK/P'nin bileşeni olan bir çok örgüt en aktif biçimde varken bunu bugünde en aktif bileşenlerden olan tek bir örgütün bir kaç söylemiyle inkar etmeye kalkmak ciddi bir güven sorunu yaratır. Bizler de bu sorun kesinlikle vardır. Kaldı ki tüm o "söylemlere" rağmen parkı haftalarca ayakta tutan en temel dinamiklerden biri de o gün "BDP" olan hareketin tabanı ve o tabanla dayanışma içerisinde bulunan örgütlerin varlığıdır. Bizler bunları bir sorun olarak görmekteyiz ve halen kesin bir sonuç içerisinde olmasakta, bu sorunlar ortada durdukça daha iyi bir yaklaşım sergileyemeyeceğimizin anlaşılmasını isteriz. BHH'deki Çerkes varlığın hareketleride incelemekteyiz. Bizler; en basit söylemle, kendini "sokağa ait" adleden bu hareketin birleşenlerini, sokakta görmeyi de ummakta ve öznelden başlayarak genele ulaşan taleplerimiz için yürüttüğümüz mücadelenin bir yerinde görmeyi arzulamaktayız. Bir söz "lafla peynir gemisi yürümez" der. Salonlarda sıkışarak sokakta kazanılmayacaktır.

İşçi hareketinden, Halkımızın taleplerine kadar bir çok ortak nokta bugün ortada. Bugün bunları sırtlayan insanlar, bunlara savaş açanlarla mücadele eden insanlar olarak; beklediğimiz tek şey, bir birlik ve beraberlik söylemiyle yola koyulan tüm hareketlerin, salonlardan sokaklara taşması ve faşizme karşı kesin tavır konmasıdır.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler