Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İslami Kemalizm


İslami Kemalizm
Bundan hemen hemen 10 yıl önce, Antalya'da amatör rock grupları ile 'rock bar' olarak tarif edilen işletmeler arasında köprü kuruyoruz. Sahneye çıkabileceğine inandığımız amatör rock gruplarıyla sürekli iletişim halindeyiz, kale içinde mekan mekan dolaşıyor mekan sahiplerine tekliflerde bulunuyoruz.. Şöyle bir organizasyon yapalım, falanca grup çıkaralım sahneye falan diye. Kabul eden mekanlara düzenlediğimiz organizasyonla ilgili afişleri bastırıyoruz, afişleri asmak için gerekli malzemeleri tedarik ettiriyoruz.. Bir de biz  kâr amacı gütmeyen bir organizasyonuz; en azından bizim hiç kârımız olmuyor, aksine bizim organizasyonumuzun olacağı gün mekandaki fiyatların aşağıya çekilmesi içinde çaba sarfediyoruz.
Bu organizasyonun içinde koşturan herkes gönüllü... Hepimiz arkadaşız... Bir çoğuyla daha öncesinden arkadaşız, bazılarıyla bu organizasyonlar vesilesiyle arkadaş olmuşuz.
Arkadaşlığımız ise ne çocukluk, ne okul ne mahalle kökenli. Bildiğiniz liseli politikliği üzerine kurulu bir arkadaşlık. Hepimiz Anarşistiz ya da kendimizi öyle  tanımlıyoruz diye arkadaşız.
Dolayısıyla zaten anlamışsınızdır; bu müzik organizasyonları da bu politik birlikteliğin bir ürünü olarak sürüyor. Amaç müzik değil, müzik araç. Amaç o zamanki etkileşimde bulunduğumuz ideolojiyi müzik aracılığı ile buluşturmak, pekiştirmek.

Gel zaman git zaman bizim organizasyonumuz güzel şeyler yapmayı başardı, amatör rock grupları kendilerini duyurmak, dinletmek.. mekan sahipleri ise etkinlik yapmak, bilinmek için.. bizde organizasyonda bildiri dağıtmak, anonslarla mesaj vermek gibi şeyler için iştahlı olunca deyimi yerindeyse "allah yürü ya kulum" dedi.  Eskiden gidip görüşmek için sıra beklediğimiz mekan sahipleri artık bizlerle iletişim kurup etkinlik yapmak istiyor, arayıp bulmaya çalıştığımız yerel rock grupları ise kendilerini listemize yazdırıyorlardı.
Gruplar sahneye çıkıyor, mekanlar doluyor, gelenler normalden ucuza, normalden fazla hizmet alıyorlardı artık. Bizde o zamanlar BarışaRock'ın Antalya inisiyatifiydik... 

Farkındayım; ne alaka diye düşünüyorsunuz.

Uzatmadan konuya gireyim...

İşte tam o  günlerin devamında; daha önce bizim hiç duymadığımız bir şey ortaya çıktı içimizde.

Anarko-Kemalizm.

O gün böyle bir şey olabilir mi ya diye düşünmemize fırsat kalmadan olamasa bile olduğunu öğrenmemiz uzun sürmedi.  Tabii doğal olarak içimizde ciddi tartışmalar da oldu, birbirimize güvenimiz azaldı, istediğimiz seyreldi.. hem o zaman ki acemiliğimiz hem de örgütlenme biçimimizin bu durumlar karşısında aşırı kırılgan olması sebebiyle, organizasyon dağıldı.

Bu dağılıştan sonra; eski 68 kuşağından olan yerel rock piyasasında bulunan eski bir kurt geldi üzerine oturdu herşeyin.

O da yapamadı. Sürdüremedi...

Çünkü işin kimyası bozulmuştu ama, zaten onun bunu sürdürmek gibi bir derdi de yoktu; piyasaydı onun için...

O gün öğrendiğimiz Kemalizmin kalıp değiştiren bu formu, o günden sonra aklımızın hep bir ucunda oldu ve bütün yaptıklarımızın içinde hesabı yapıldı, çizildi.

Şimdi bu tecrübeyle hükümetin her geçen gün artan Atatürk sevgisini düşünerek bunun adını temsili olarak  "İslami Kemalizm" olarak anarak düşüncelerimi aktarayım.

Atatürk'ün doğruları-yanlışları, yaptıkları-yapmadıkları, verdikleri-aldıkları şöyle bir kenara dursun.. bizim konumuz değil.

Bizim konumuzun Mustafa Kemal Atatürk ile zerre kadar ilişkisi yok.

Bizim konumuz "Kemalizm"

Kemalizm Atatürk'ün eseri değildir, Atatürk'ün manevi varlığını suistimal ederek bu ülkede Atatürk'ün vefatından başlayan ve şimdiye kadar kendini sürdüren kirli bir zihniyetin eseridir. Belki de şeytanın aklına gelmeyendir; ittihatçılıktır. Bilemeyiz... Bildiğimiz tek şey  bir araç olduğudur. Amaç ise iktidardır... ve ister inanın, ister inanmayın halk kimi seçerse seçsin iktidar işte bu zihniyetin ellerindeydi. Akp'nin ilk halk tarafından seçildiği zaman bu ilişkiyi en iyi geçtiğimiz günlerde RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle'nin konuğu emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı açıkladı... Halk 2002 de Akp'yi seçtiği zaman Akp iktidar olamamıştı. Çünkü o zaman iktidarda Kemalizm vardı... İşte kandırıldık denilen Fetö ilişkisinin siyasi başlangıcı da böylece oluşuyordu. Fetö Akp'ye iktidarın yolunu açabilecekti. Nitekim de ABD ve Fetö desteğiyle Kemalizmin derin iktidarına karşı mücadeleye de başladı ve artık onlarla yanlarındakilerle birlikte ne kadar iktidar olabilecekse, o kadar oldu. Doğrusu Kemalizmin iktidarını salladılar, ancak bunu kendi başlarına yapmadılar. Kemalizm kendini geri çekti ama yok olmadı. Kemalizmin kendini geri çektiğinde oluşan boşluk iktidara giden yoldu, ancak ne ABD, ne Fetö Akp'ye buyrun siz önden yürüyün demezdi. İktidarın cazibesi ve olanakları; onu gören tüm grupları büyüler.

İşte bu geri çekilmede oluşan boşluk, Akp tarafından doldurulamadı. Dolabileceği kadar Fetö ile doldu ve arka planda Kemalizm ile Fetö'nün bir iktidar mücadelesi başladı. Atamalar, tasfiyeler, emekli etmeler, yıldırmalar; işte halkın seçemeyeceği iktidar tam burada belirleniyordu.

Akp bu savaşın arasında iktidarın kendisi değil, halka yansımış sevimli, seçilmiş bir yüzü olarak bulundu. Kemalizm iktidarının kanattığı yaraları okşayarak onu geriletmek üzerine de reform politikaları hayata geçirdi.

Gel zaman git zaman Kemalizm iktidarı iyice yıldırıldığında, Fetö iktidarını perçimlemek ve kim seçilirse seçilsin hep kendi iktidarda kalabilmek için çalışmaya başlayınca; Akp bir kez daha yapayalnız kaldı.

Seçilmekten başka iktidarı yoktu ve seçilmiş iktidarın böyle ülkelerde hiçbir anlamı da yoktu.

 Bu sefer geriye çekilmiş olan Kemalizm Akp'ye yakınlaştı ve geri çekildiği alanları dolduran Fetö iktidarının kökünü kazımaya başladı.

Kısacık süreçte özetlersek;

Kemalizm iktidarını önünden kaldırmak için Fetö'ye yanaşan AKP (kendi deyimleriyle kandırılırken) Atatürk'ün manevi varlığına karşı bir kampanya başlatarak politika yaparken, şuan geldiği nokta kendi işbirliğiyle iktidarın boş alanlarına yerleşen Fetöyü yok etmek için Kemalizm'e yanaşarak Atatürk'ün manevi varlığını yücelten bir kampanya sürecine girdi.

Akp'nin tahmin edemediği ya da küçümsediği şey; Kemalizm eski kurttur ve ona elini veren kolunu kaptırır. Ki bugün görünen AKP'nin iktidara uzanan elinin çoktan kaptırılmış olmasıdır.

CHP'nin genel başkanı Akp'nin Atatürk sevgisiyle mutlu olduğunu açıklıyor. 

...oysa Kemalizmin bir anda "İslami Kemalizmi" doğurması da bir an meselesidir.

Halk tabanında kitap okuyarak Anarşist idealleri olmuş kesim bile kendi kendine; Anarko-Kemalizm doğurup bunu yaşamaktan gıpta etmezken, iktidar bloğunda Kemalizm kendi varlığını güçlendirmek üzere bugünki şartlarda çok rahat bir şekilde "İslami Kemalizmi" doğurabilir.

Çünkü dediğim gibi...

Kemalizm; Atatürk'ün ideallerini sürdürmek değil, onu iktidar aracı olarak kullanmak içindir.

Share:

Evet mi Hayır mı?


Türkiyeli Çerkeslerin hiçbir anlamda Türkiye gündeminden kopuk olmadıklarını defalarca açıklamış bir çok konuda Çerkeslerin Türkiye gündemine kendi kimlikleriyle katılmaları gerekliliğinden  bahsetmiştim.

Geçtiğimiz günlerde bir grup Çerkesin de içlerinde olduğu kendilerini "Kafkasyalılar" olarak tanımlayan bir grup referandum süreciyle ilgili inisiyatif alarak bir metin hazırlamış ve halka açık bir noktadan imzaya sunarak referandum sürecinde "evet" oyu kullanacaklarını ifade ettiler. Ben şahsen grubun inisiyatif alarak açıklama yapmasına kesinlikle karşı değilim, aksine onları "hepimiz" adına açıklama yapamayacakları konusunda hizalamaya çalışanları sığ buluyorum.

İlgili kampanyanın içeriği şöyle kenara dursun, genel açıklama yapma kalıpları üzerinden düşünüldüğünde; hiç kimse kendi toplumu adına açıklama yapmak için bütün toplumun onayını almak zorunda değildir, kaldı ki bugüne kadar hiçbir zaman bütün toplumun onayı alınarak yapılmış bir açıklama hatta antlaşma olmamıştır. Her açıklamaya ve her antlaşmaya muhalif olan, karşı çıkan birileri hep olmuştur.

Kaldı ki yukarıda bahsettiğimiz "Kafkasyalılar" isimli propaganda metni, referanduma "kafkasyalı" olarak değinmeyi bırakın, yaklaşmayı bile başaramayan; toplumdan ziyade iktidar zümresine "sizinleyiz" mesajı vererek cici gözükmeye çalışan, toplumda ise tam tersi tepki yaratan bir açıklama olması dolayısıyla; ben bu çağrının yapılmasından gayet memnun olduğumu belirtmek isterim.

Öte yandan bugüne kadar Çerkesler için bir çok siyasal faaliyetin içerisinde bulunmuş birisi olarak, yukarıda bahsettiğim anlaşmanın çağrıcısı ve imzacısı olan insanların "bütün topluımu" ifade edemeyeceğim konusunda eleştiri aldığımı da belirtmeliyim. Bugün ben onların beni çekmek istediği pasifizme değilde, onların benim bulunduğum aktivizme gelmeleri beni çok heyecanlandırıyor, çünkü tüm yaptıklarımı onların daracık ölçülerinde bile meşrulaştırmış oluyorum.

Onlar şöyle kalsın,

Kendisiyle şahsen hiçbir konuda derdim sıkıntım olmayan, dünyalar tatlısı Murat Özden ağbimin artık Çerkeslerin oyu beleş değil manası taşıyan yazısı üzerinden hep birlikte düşünmeyi öneririm.

Murat Ağbi daha önce parti kulislerinden işittiğini bize aktarırken Çoğulcu Demokrasicilerin "tarafsız" kalacağını duyurmuştu köşesinden. Biz hiç değilse Çoğulcu Demokrasi kulislerine dayalı yazılarında kendisinin verdiği bilgiyi doğru kabul ederdik. Fakat şimdi tarafsızlığın bir pazarlığa dönüştüğünü kendisinden okumak zorunda kaldık. Diyor ki; "Çerkeslerin eveti de hayırı da bedava değil."

O halde madem çetrefilli başlıklar çağında yaşıyoruz ve her birimiz kendi karakterini yansıtan sloganlar ile topluma iniyor, benim de sloganım " ÇERKESLERİN OYU SATILIK DEĞİLDİR" olsun.

Zira ortam bunu söylemek için çok müsait, bir tarafta kabından yedik, suyundan içtik diyerek evet diyeceğiz diyen bir güruh; Çerkes kimliğini, Kafkas kimliğini, İnsan kimliğini sadık bir çoban köpeği iktidarın tasmasına bağlamış, aynı sesle, aynı sebeple; evet diyor. Diğer tarafta ise defalarca tecrübe edinildiği halde, sanki hiç tecrübe edinilmemiş gibi oy "satılığa" çıkarılıyor.

Kim evet der, kim demez bunlar hep kişisel şeyler, Allah biliyor ya referandumda evet deyip ortamlarda hayır diyecek kişiler de az değil.

Belki ÇDP'nin dostu değilim, ama bu düşmanı olduğum anlamına gelmiyor. Tam da bu aradan yani dostu da düşmanı da olmayan aradan tüyo veriyorum.. Türkler ve Kürtler dışında temsil edilmediği iddia edilerek kurulan Çoğulcu Demokrasi Partisinin sadece Çerkesleri ilgilendiren bir talep karşılığında oy pazarlığı yapması büyük hata olur... ve ekliyorum; anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az!

Birincisi TRT'de kendi anadilinde yayın yapılmayan tek halk Çerkesler değil...

İkincisi TRT'de Çerkesce yayın yapılmaması zaten başlı başına bir adaletsizlik. Adalet karşılığında bir mücadeleden başka bir şeyler verilerek sağlanabilecek bir şey değil.

Hali hazırda Çerkeslerin sadece ve sadece kendilerini ilgilendiren konulara dayalı olarak mevcut iktidara güvenmemeleri için bir çok sebep var, bunların en başında ise referandumla başkan olmak isteyen kişinin 12 Mart tarihinde bugün ki ÇDP'nin kurucu kadrosunu oluşturan ÇHİ'nin bir mitinginden sonra "Şimdide Çerkesler başladı" lafı var. Balkar Selçuk'un tabiriyle o gün bu laf "Küfür gibiydi"

Peki biz bugün bunu nasıl unutacağız? Bunun ilk muhatabı olarak siz nasıl unutmuş gibi yapacaksınız?

Damat Bülent'in kafasına kalpak takıp ağzından Pşevu hakkında iki mest edici kelam alarak onu yılın siyasetçisi seçip günlerce nara atan, daha sonraki genel seçimlerde aday adaylığını koyup ne hikmetse istediğini alamayanların ukteleri belli, belki bizim göremediğimiz başka şeyler aldılar belki de bir sonraki seferde almak istedikleri bir şeyler var ama sizin böyle birisi olmadığınıza da açıkçası inanmak isterim.

Şimdi sorular basit, cevaplar fırtına ama; basitçe düşünelim

Çerkesler neye dikkat ederek oy kullanmalılar? soru bu...

Yönetimdeki tüm gücü ve yetkiyi eline almak isteyen, Çerkeslerin bir eyleminden sonra "Şimdide Çerkesler başladı" yorumunda bulunan bir kişi Çerkeslere ne verebilir?

Türkiye'yi keskin hatlarla kutuplaştıran, kendisinden olmayan hiç kimseye nefes aldırmayan bir kişi Çerkeslere ne kazandırabilir?

Fetullah Gülen'e methiyeler düzen, özledik diyen, onu devletin içinde kendi elleriyle kadrolaştırıp darbeye teşebbüs edecek güce getirdikten sonra onu terör örgütü ilan edip, o örgütle mücadele etmek için ohal ilan eden ve bu süreçte muhalif tüm kesimleri baskılayan birinin Çerkeslere nasıl bir faydası olur?

Çerkeslerin de Türkler kadar, Kürtler kadar; adalete, özgürlüğe ve barışa ihtiyacı yok mu?

Peki barışı ayakları altında çiğneyen, savaşı körükleyen bu kişiyle neyin pazarlığını yapacağız?

Taşıma suyla değirmen dönmez, atalarımızdan miras kalmış çok fazla şeyi kaybettik belki ama bir nasihati kulağımıza küpe yapalım: Candan önce onur gelir!



Share:

Her şeyin Hayır'lısı



2015 Seçimlerinden sonra milliyetçi koalisyon kolları sıvamış siyasette bir dikta mühendisliği ile ülkeyi tek-tipleştirmeye başlamıştı.

15 Temmuz askeri darbe girişimi bu dikta mühendisliğinin mimarları için tanrının bir lütfu gibi oldu, işte bu yüzden bazı sosyal demokrat, sosyalist, ulusalcı, atatürkçü bazı kesimler bu darbe girişiminin iktidarın kurguladığı bir tiyatro olduğu konusunda ısrarcı oldular ve bugün dahi onlar için tam anlamıyla böyle düşünülüyor.

Böyle düşünmekte haksız olmadıkları bence kesin, fakat ben Darbe Girişimini iktidar tasarladı ve uyguladı diyecek kadar bilgi ve belgeye sahip olmadığım için, ikinci yoldan bir fikir üreterek; iktidarın bu darbe girişimini tasarlamadığını varsayarak, kontrolünü eline geçirdikten sonra dikta mühendisliğinin mimarları tarafından istenilen amaç için uygun bir araca dönüştürüldüğünü düşündüm ve ilgili yazılarımda bu fikir yüzeyinde kalmaya gayret ettim.

Şimdi arkama yaslanıp; 15 Temmuz darbe girişimini iktidarın tasarladığını düşünenlerin bu kanıya nasıl vardıklarını düşündüğümde de veya bu darbe girişiminin kontrol altına alınarak bir amaç için araçsallaştırıldığını neden düşündüğümü de tekrar düşündüğümde; haklı sebepler buluyorum. Sonra kendimi bana düşmanlaşan iktidar tabanındaki insanların yerine koyuyorum, tekrar düşünüyorum ve yine haklı sebepler buluyorum. Sonra kendimi iki tarafında dışına çıkarıp tekrar düşünüyorum ve yine haklı sebepler buluyorum.

Önemli olan bizim haklı ya da haksız olmamız değil, ikisi de mümkün çünkü. Önemli olan gerçeğin ne olduğu? Bu ülkede gerçekler ne yazık ki ezelden beri sır gibi korunuyor, ama bir gün mutlaka ortaya çıkıyor.

Düşünüyorum...

Şişli'de katili ayağına getirilen ve kolluk nezaretinde resmen katlettirilen Hrant Dink, Hrant Dink cinayeti sonrası emniyette başlatılan tasfiye süreci geliyor aklıma. Bu tasfiyelerden sonra önemli noktalar da göreve başlayan emniyet yetkilileri, sonradan kumpas denecek bir takım operasyonlardan sonra TSK yapısını bozarak orada da bir tasfiye oluşturmuş ve TSK'daki önemli noktalara da birileri gelmişti.

Hiç bilmeyen ve araştırmayanlar için özet geçmek gerekirse, 15 Temmuz Darbe Girişimini başlatan kadroların işte bu süreçte görevlerine geldiği biliniyor.

Hrant Dink siyasi bir cinayete kurban edilirken, Hrant Dink cinayeti sonrası Emniyet dizayn edilirken, dizayn edilmiş emniyet ordunun (tabiri caizse) içini boşaltırken, içi boşalmış ordu dizayn edilirken, dizayn edilmiş ordu darbe tasarlarken iktidar hiç değişmemişti.

Bütün bunlarla ilgili sorulmuş binlerce soru var, verilmiş hiçbir cevap yok. Herşey olurken iktidar olanın yetkilileri, son anda "kandırıldık" demekle yetinmeyi seçiyor.

İlgili tarihlerde de, öncesinde de; Fetullahçı Terör Örgütü konusunda herkesi uyaran her kesimden insanlar oldu. Bu kişiler 15 Temmuzdan önce baskılanırken, cezaevlerine atılırken, televizyonlar da, meydanlarda yuhalatılırken.. 15 Temmuzdan sonra sanki hiç varolmamışlar gibi davranıldı.

Hepimiz adaletin bir gün tecelli edeceğine inanan insanlarız, kimimiz adaletin bu dünya da tecelli edeceğine inanarak herşeye rağmen mücadele verirken, kimimiz adaletin bu dünya da olmasa bile öteki dünya da tecelli edeceğine inanarak mücadele veriyor; görüş birliğimiz tam gibi! Adalet mutlaka tecelli edecek.

İşte o gün; "kandırıldık" demenin binlerce ve hatta milyonlarca insanın hayatını kötü yönde etkilemenin bedeli olmadığını haklılar da haksızlar da, kandırılanlar da kandırılmayanlar da mutlaka öğrenecektir.

Velhasıl onlarca kandırılmasıyla onlarca insanın ölümüne sebep olan, binlerce insanın hayatını radikal biçimde etkileyen, milyonlarca insanın yaşamını kötü yönde etkileyenler bugün de iktidardalar. Bunca yıllık iktidarları boyunca hiçbir hata yapmamışlar gibi, bedel ödemekten korkmaktan yapmayacakları şey kalmamış vaziyette herşeyi alt-üst ediyorlar.

Ruh hastası bir imamın fetvalarına kanarak ülkeyi kaosa sürükleyenler, utanmadan-sıkılmadan ülkenin selameti için "yeni anayasa" yapıyorlar.


Bu sefer ellerinin altında, iktidarın koltuk değneği olmayı politika sanan bir parti de var. Hiç şaşmıyorum! Çünkü bunlar; ruh hastası imamın din bilgisi ile afyonladığı zihniyette kardeşler, FETÖ'nün sahte dininin din kardeşleri hepsi. Biri tökezlese, diğeri onu tutar bunların. Çünkü birinin düşüşü, diğerinin kaderinin aynasıdır.

Dün iktidar; Feto bizi kandırdı dediyse ... yarın da bu koltuk değnekleri iktidar bizi kandırdı diyecekler.. Al birini-vur ötekine misali.

Şimdiler de Türkiye'nin en eski siyasi partisi ve bugün meclisteki ana muhalefet partisi yeni anayasaya "hayır" demenin başını çekmeye çalışıyor, Ne büyük kazanım ama!

"Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" diyerek toplumsal muhalefetin içi boşaltılırken karşı durmak bir yana iktidara destek olan anlayışın mimarı da onlar değiller miydi?

Unutmayacağız, unutamayız da..

Biz Yeni Kapı'da ruhunu iktidara vererek şov yapmaya çalışanlara o gün söyledik; gittiğiniz yol hayırlı değil, Türkiye'yi bir uçuruma sürüklüyorsunuz diye..

Herşey olmasa da, çok şey berrak.. Artık kimin ne olduğunu ve ne yaptığını daha iyi görebiliyoruz. İktidar da görebildiğimizi görüyor. Bu yüzden gözümüzün gördüğünü konuşabilen kim varsa hepsini toplumdan izole etmeye çalışıyor.

Herkesin gözünün önünde yapıyor, hiç kimse ses çıkarmıyor.

Bu yolun sonu iyi değil, dilerim ki herşeyin #hayır'lısı olur.. aksi takdir de bu ülke sadece bizim için değil, ülkenin %50si için cehenneme döneceğe benziyor.




Share:

Türkiye'yi siz böldünüz.

Sabah-akşam yarattığınız algı, devletin ve onun sermaye sınıfının tüm araçlarıyla her yerde aptal bir propaganda yürütüyor. Bu propaganda dolayısıyla etkileşime geçirdiğiniz kitleler ile kendinize bir meşruiyet kazandırdığınızı düşünüp kendi hukukunuzu bile çiğnercesine bizlerin üzerine çöküyorsunuz.

Bütün amacınız gerçekleri karanlıkta bırakmak, çünkü hiçbir gerçek sizi aklamıyor. Siz kendi hukukunuzda bile suçlu olmanın yarattığı korku içindesiniz, öyle bir panik içindesiniz ki; nasıl dün her tükürdüğünüz bugün kendi yüzünüze yapışmışsa, bugün de her tükürdüğünüz yarın kendi yüzünüze yapışacak.

Dahası da var, kendi tarumar ettiğiniz hukukun enkazları arasında sıkışacaksınız, bir deyişle "kendi pisliğinizde boğulacaksınız" haberiniz bile yok.

Nereden tutsak, elimizde kalıyor varlığınız.

Bizi emperyalizmin maşası olmakla suçlayan, NATO müttefikleri sizsiniz. 

Bizi darbeci olmakla suçlayan, Kenan Evren'in yetiştirmeleri sizsiniz.

Bizi Fetöcü olmakla suçlayan, ona mevki-makam kazandıran devletliler sizsiniz.

Bizi bölücü olmakla suçlayan, ülkeyi bölen en büyük bölücüler sizsiniz.

Ne zaman her yeri bayraklarla donatsanız, bir şeylerin üstü kapanıyor. Bu mu sizin bayrağa olan sevginiz? Bu mu bayrağın sizin gözünüzde temsil ettiği şey?

Kendi okullarınızda insanların gözlerini bayraklarla kapatacak eğitimler verdiğiniz için mi eminsiniz; ortaya bayrak koyduğunuzda gözlerin köreleceğinden? Bugün devletin ve sermaye sınıfının tüm araçlarıyla kendinize kazandırdığınızı düşündüğünüz meşruiyet sahte. Bu sahte meşruiyetin ömrü kısa ve bedeli ağır.

Bedelini halka ödeteceğiniz için mi bu kadar rahatsınız?

Algı yaratmak ve yönetmekteki beceriniz sizin başarınız olmasa bile bunu şuan için iyi yaptığınızı kabul ediyorum. Tekelenizdeki kitle iletişim araçlarının istediğiniz algıları anlık olarak halka aktardığının da farkındayım. Farkındayım bugün sıkışsanız tıpkı "Süleyman Şah Türbesinden Türkiye'ye iki füze atıp" açabileceğiniz diğer sahte meşruiyet alanlarının ve yapabileceklerinizin.

Zaten on yıllardır, varlığınız bizim için bu tiyatrolarınızdan fazlası değil. Adaletiniz de öyle, hukukunuz da, demokrasiniz de.

Siz ülkeyi kafanızdan bölmüşsünüz, fiile geçirmişsiniz.

Ankara'yı temsili demokrasiyle yönetirken, Diyarbakır'ı cunta ile yönetmiyor musunuz zaten? Zaten İstanbul'da belediyeleri halk seçerken ve siz buna demokrasi derken, Hakkari'deki belediyelere memur atamak istemiyor musunuz?

Kızılcahamam kafilesinin devlet ile ilişkisi, arz-talep mekaniği, hafifletilmiş bürokratik işlevselliğiyle, Artvin halkının ki eşit mi?

Benim annem devlette yarım asır çalışıp bana motorsiklet bile alamazken, birilerinin çocuklarına gemicikler alabilmesi neyi temsil ediyor?

Bu ülkeyi, sosyal, siyasal, ekonomik, yönetimsel, biçimsel, fiziksel, zihinsel olarak, her alanda, parça parça siz böldünüz, hepsinin üstünü de bayrakla örttünüz; şimdi faturayı kesecek birilerini arıyorsunuz.

Yine bayrağınız ellerinizde, yine bir şeylerin üstünü örtme peşindesiniz ama; gerçeklerin ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu vardır. Hayat bunu size defalarca göstermesine rağmen, siz akıllanamadınız. "Hatanın neresinden dönerseniz kâr" dediniz, hatalarınızdan yine hatalara döndünüz. Her şey yine ortaya çıkacak ve "Gerçekler Karanlıkta Kalmayacak".
Share:

Türkiye Büyük Tayyip Meclisi

Yazının başlığını yazarken, aklımda hep 'Türkiye Büyük Tayyip Meclisi' ifadesi vardı. Hatta bir ara yazdım, sonra düşündüm... Başıma bela açar mıyım diye? Sildim. TBTM yapayım dedim, hiç olmasa bir sorun çıkarsa inkar etmek istersem bir yol olsun diye. Az sonra aşağıda okuyacağınız düşüncelerimin çoğunu da yazmıştım.

Ben yazıyordum, müzik çalıyordu...  Grup Emeğe Ezgi, Nazım Usta'nın "Kerem gibi" şiirindeki şu mısraları haykırıyordu:

"Ben yanmazsam
sen yanmazsan
biz yanmazsak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa"

Hemen bir sigara yaktım, kendime de kızdım açıkçası. İçimden Nazım Usta'ya bağırdım:

KARANLIKLAR AYDINLIĞA ÇIKSIN DİYE,
VARSIN ATEŞ İLK BENİ YAKSIN İSTERSE!


Herşey 22 Şubat 2003'de bugün "anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" diye açıklama yapan bir partinin o zaman ki genel başkanının demokrasi sevdası ile başlamış. Kendisi de zaten sonra o bilgiyi teyit etmiş. Ben tabi o zamanlar pek anlamam bu demokrasi işlerinden. Her sabah "ne mutlu Türküm diyene" diyerek bağırıp, Çerkes olduğumu bilmemin yarattığı acayip bir şizofreni ile atalarımın dışarıdan getirdiği kültürel mihrakların, bana eğitimle içeride aşılanan ulusal mihrakların birbiri ile arasındaki derin çelişkilerdeyim. Daha 16 yaşımı doldurmamışım. Ne mutlu türküm diyene diyerek bağıran bir Çerkes olmanın çocukça şokundayım, derslerimi bile anlamıyorum ki demokrasiyi anlayayım. İşte kısacası, henüz benim demokrasi ne pek bir fikrim yokken, dün katil dediğine bugün "hakkını helal eden" bir partinin  o zaman ki başkanının demokrasi sevdası ile başlamış herşey.

Ortada gezen davanın ilk adımı bu. Dava da belli, hiç kimse de kendini kandırmasın boş yere. Teori eyleme geçmiş, eylem kendini ifade etmiş, bugün izahı seyroluyor. Yine de bir ipucu vereyim: Dava fiilen yürürlükte, fakat kendine hukuki bir altyapı arıyor.

Deniz amcanın yaşı malumumuz, o zaman da bizim ki kadar genç değil tabi, kim bilir Diktatör'ün D'sini Demokrasi sanmışta olabilir.  Kabul, meclisin en yaşlı üyesi derim, yaşı kemale ermiş, artık gözü pek iyi görmüyor derim; 2003'ü sineme çekerim ben

Ee peki Kemal abi? Ya sen.. sende mi gözlüğünün arkasına sığınıp hareket edeceksin? Sende mi görmüyorsun ortada dönen kirli dolabı! Dokunulmazlık değil o, Diktatörlük diktatörlük! Dokunulmazlıklara "evet" vereceğim diye, göz göre göre Diktatörlüğe "evet" diyeceksin.

Sırf yüzde 1 oy kaybetmeyeyim diye, yüzde 1 oy kazanayım diye "evet" diyeceğim diyorsun, deme!

Biz yanarız, sorun değil.

"Diyorum ki sana:
Kerem gibi kül olayım
yana yana!

ben yanmazsam
sen yanmazsan
biz yanmazsak
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?"

Gözünle görüyorsun yalan değil. Seçilmiş hükümet bu, seçilmiş hükümet! Derler ki Türkiye'de seçimle gelen hükümet, seçimle gider! Onlar söyledi hep...

Bunlar ilk geldiğinde ordu muhtıralarını ezip hapse tıktılar, kendi arkadaşlarını çiğneyip sokağa attılar, kol kola gezdiklerini rezil rüsva yaptılar hep dedikler ki; seçimle gelen seçimle gider!

Dün seçimle gelen, emirle gitmedi mi?

Gözümüzün önünde, devlet olan, yasa olan, meşru olan, bayrağın rengini, ülkenin şeklini koruyan yasaların anası eziliyor kim dur diyebiliyor?

Cumhur Tayyip, Meclis Tayyip, Ordu Tayyip, Mahkeme, savcı hepsi Tayyip!

Fiilen Türkiye Büyük Tayyip Meclisinde, sipariş yasa üretme memuru haline dönüyorsunuz! Buna mı evet diyeceksiniz?

Eğer derseniz, biz de resmen Tayyip Cumhuriyetinin açık cezaevinden size lanet edeceğiz.

Share:

Rusya Çerkes cinayetlerini teşvik etmeye devam etmemeli


Daha önce "düşünceyi eyleme geçirmek" isimli yazımda, Rusya Federasyonunda artan faşist saldırılardan bahsetmiştim. Biz bir halkın birbirinden silah zoruyla koparılmış iki kısmıyız, birbirimizin her hakkını kollamamıza izin vermezler, ama biz en azından birbirimizin yaşama hakkını kollamaya çalışmalıyız demeye çalışmıştım. Bir zulüm var, engel olamıyoruz ama bari en azından ses çıkarabilirdik. Seni görüyoruz, silahını görüyoruz diyebilirdik. Katile; işlediği cinayetin yanına kar kalmayacağını hissettirebilirdik. Yapmadık.. Aşina Timur, Rus ırkçıları tarafından katledildiğinde eylem yaptık, bir elin sayısını aşamadık. Büyükçe kurumlarımız ise, yalnızca internet organlarından basın açıklaması yapmakla yetindiler. Bu saldırılar, cinayetler ne yazık ki ne ilk ne de son olacaklar, bazı insanlar Aşina'nın katledilmesiyle ilgili Rus polisin çalışmalarını ve içeriye atılan 3-5 kişiyi paylaşıp memnun olduklarını belirttilerse de, ben sorunun çözümünün yalnızca bu cinayetin faillerinin ceza almasıyla çözüleceğine inanmıyorum. Rusya'da faşizm büyüyerek sürüyor ve her geçen gün oradaki kardeşlerimiz için bir risk teşkil ediyor. Rusya'yı buna karşı caydırıcı olmaya çalışması için harekete geçirmeliyiz. Diğer bir taraftan, işte biz Rusya'ya caydırıcı bir güç olarak gözükmedikçe, Rusya caydırıcı olmak bir kenara dursun, teşvikçi konumunu koruyor. Üstelik türlü türlü bahanelerin arkasına sığınarak, Çerkes aktivistleri baskı altında tuttuğu da bir gerçek. Şiddetin şiddeti, nefretin de nefreti doğurduğu ve bunun bir çeşit harekete geçtiği şu günlerde bunlar hem Rus halkına, hem Çerkes halkına zarar veren davranış biçimleridir.

2 Ağustos 2014'te Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başkenti Nalchik'te ölü bulunan Çerkes aktivist Timur Kuaşev'in  akut koroner yetmezlliğinden öldüğü açıklaması, Timur Kuaşev'i tanıyan hiç kimseyi inandırmadı. Üstelik koltuk altındaki enjeksiyon iziyle ilgili hiçbir açıklama olmaması çok garip. Timur Kuaşev'in  üstünde pijamaları ve ayağında terliğiyle evine 20 km uzakta ölmesi de bir başka soru işareti, bende Timur Kuaşev'in ölümüyle ilgili arkadaşları  gibi bir cinayet olduğunu düşünüyorum. Üstelik böyle düşünmem için çokça sebepte var. Rusya'nın Çerkes aktivistlere veya diğer halkların yaşadıklarına yönelik duyarlılık gösteren insanlara tutumu belli. 1993 yılından bu yana sadece Çeçenistan'daki hak ihlalleriyle ilgili haber üretirken öldürülen gazeteci sayısı 14, kaçırılan 22.. hatta bilinen gazetecilerden Anna Politkovskaya ve Natali Estemirova da katledilmişlerdi, davaları ise sonuçsuz bırakıldı. Biliyoruz ki Rusya, Çerkesya dahil olmak üzere tüm Kafkasya ülkelerine bir yozlaştırma çalışmaları yapıyor ve bunların en başında orada adam kaçırma, uyuşturucu satışı gibi toplum huzurunu bozacak yapılara fırsat tanıyor. Ancak ne hikmetse, uyuşturucu çeteleriyle, mafyalarla veya mafyavari yapılar bir risk teşkil etmezken "Müslümanlar" Rusya'yı endişelendiriyor, Müslümanlara yönelik devlet baskısı, devletin bizzat elleriyle uyguladığı hak ihlalleri ve bizzat devlet personelleri tarafından müslüman katletmeleri sürüyor. Bu da bize şu sonucu doğuruyor, Çerkesler için ortaya konulacak tek suç "müslüman" olmak. Ayrımcılık ve faşistlik yalnızca etnik temelli olmasa bile; baskılarken, öldürürken, hak ihlal ederken müslüman veya gayrimüslim diye bir gözetim yapmak faşistliğin önde gidenliğidir.

Timur Kuaşev'in ölümünün cinayet olduğu yönündeki inancımı güçlendiren şeylere gelince, kendisi Sochi olimpiyatlarıyla Çerkes halkına küfretmekten geri durmayan Rusya'nın bu durumunu protesto eden bir gazeteciydi ve Rusya Sochi olimpiyatları gibi bir meselede kendisini protesto eden ve üstelik gazetecilik yapan hiç kimseyi sevmez! Zaten olimpiyat karşıtı düzenlenen eylemde gözaltına da almıştı Kuaşev'i. Aynı şekilde Çerkes Soykırımının 150nci yılında düzenlenen eylemden önce de gözaltına almıştı. Rusya, bir gözünün Kuaşev'in üzerinde olduğunu hissettirmişti. Hem kendisine, hem de Çerkeslere.. Diğer bir taraftan Kuaşev, "müslüman-milliyetçi" gibi ayrımlarla bir araya gelemeyen Çerkes örgütlenmelerini birbirine yaklaştırmaya da çabalıyordu. Müslümanların milliyetçilere, milliyetçilerin de müslümanlara karşı olan fikir ayrılıkları Rusya için bulunmaz bir hint kumaşıydı. Ancak Kuaşev, gazetedeki köşesinden bu iki grubu birleştirecek yayınlar yapmayı kafasına koymuştu. 30 Nisan 2013'te yayınladığı açık mektupta bir polisin kendisine "bu şekilde devam edersen, bedelini ödersin" dediğini açıklamıştı. Blogundan ve köşesinden onlarca ölüm tehditi aldığını yazmıştı. Üstelik güvenlik birimlerine de iletmişti bunu. Hiçbir önlem alınmamıştı.

Timur Kuaşev'in cesedi Nalçik yakınlarında bir yerde evinden tam 20 km uzakta bulundu. Üzerinde Pijamaları, ayağında terlikleriyle. Koltuk altında bir enjeksiyon iziyle. Şimdi kalkmışlar onun akut koroner yetmezliğinden öldüğünü söylüyorlar, bu da "devletin eliyle" bir şeyler olduğu yönündeki kuşkularımızı iyice arttırıyor. Koroner, kalbin etrafındaki atar damarlardır. Akut Koroner Yetmezliği denen şeyse, bu damarların tıkanmasıdır. Akut Koroner Yetmezliğinden uzak durmak için doktorlar; sigara içmemeyi, alkol almamayı, spor yapmayı ve stresten uzak durmayı önerirler. Timur Kuaşev'i iyi tanıyan ve yoldaşı olan Kabardey-Balkar İnsan Hakları Savunucusu Hatajukov Timur Kuaşev için; "düzenli spor yapar, alkol ve sigara kullanmaz" dedi. Stresten uzak durmak ise Rusya'daki Çerkes aktivistler için neredeyse imkansız, ancak koltuk altındaki enjeksiyon izi, evinden 20 km uzakta, terlik ve pijamayla bulunan cesedi sanıyorum onun Rusya'daki faşist uygulamalarla strese girerek akut koroner yetmezliğine dayanan bir kalp kirizi geçirme riskinden daha çok cinayete kurban gittiğini gösteriyor.

Rusya kendi geleceğini kirleten bu tip cinayetlerden derhal vazgeçmelidir. Kendi içerisinde oluşturduğu paramiliter faşizmi yok etmelidir, Çerkes cinayetlerini teşvik etmeye devam etmemelidir. Bu Çerkes halkı için ne kadar kötüyse, Ruslar içinde bir o kadar tehlikelidir. Şiddet şiddeti, nefret nefreti doğurur.

Share:

Abhazlar "daha" iyisini bilir ama...

Bu uçak krizinin, Türkiye kamuoyunu hiç ilgilendirmeyen bir kesimiyle ilgili yazmıştım. Bunları öngörebilmek için kahin olmak gerekmemişti açıkçası. Rusya hükümetinin Türkiye'ye yönelik yaktığı ateşi, Türkiye hükümeti, kendi gündemine boğunca, bu ateşin değdiği Çerkesya diasporası için olay kurbağa deneyi ile elde eden sonuca doğru evrildi, işte bu saatten sonra malum çevreler için bu konunun herhangi bir değeri kalmadı. Öncelik olarak direkt Rusya'ya bağlı özerk cumhuriyetlerimizin doğal yurttaşlarının bu ateşten etkilenmesi siyasetin doğası gereği normal, şimdi ise siyasetin doğası gereği Rusya hükümetinin Türkiye'ye yönelik saçtığı ateş, Rusya'ya "dolaylı" yollarla bağlı, Abhazya üzerinden, Abhazya Diasporasının geleceğini ısıtmaya başladı. Abhazlar daha iyisini bilir ama, tecrübemizi ortaya koyup tarihin her aşamasında kardeşlik ettiğimiz bir halkın bundan faydalanmasını dilemekte, dostane vazifemiz olarak burada dursun.

Rusya-Türkiye "Uçak Krizi" ve Abhazlar! 

Abhazlar bu konuyu tartıştılar mı takip etmedim, ancak tartışmamışlarsa dostane olarak tartışmalarını mutlaka tavsiye ederim. Tartışmaktan kastım, aynı bakış açısına sahip 3-5 kişilik tartışmalardan ziyade toplumsal düzeyde bir tartışmadır. Çünkü bu konu, onların da geleceğini etkileyecek. Bir devlet olarak "Abhazya Cumhuriyeti" eğer Rusya başkan vekiliyle bir araya gelip dünya kamuoyuna açık bir yerden Türkiye'ye yönelik "kısıtlamalar" ile ilgili bir ipucu veriyorsa (Havuz medyaya dahi yansıdı) ve Türkiye'de hükümet kontrollü havuz medya dahi, bunu habere çeviriyorsa, tahmin ediyorum ki hem Abhazya bu konuyu tartıştı, hemde Türkiye'den bu tartışma görüldü. Gördüğüm kadarıyla, bir tek Türkiye'de yaşayan Abhazya Diasporası bu konuyu bir açıklamaya dönüştürecek düzeyde tartışmadı.  Malum uçak krizi henüz yeni sayılır bir zamandayken, yazının başında Türkiye kamuoyu tarafından hiç ilgilenilmediği bir kesim olarak "Çerkesler" olarak bu krizden etkilenmemizle ilgili yazdığımı söylediğim yazı da;


Çeçenistan'ın çakma devlet başkanı Ramazan Kadirov; Rusya'ya bağlılık yeminleri etti bile ve bir anda Rusya'nın Çeçenistan'daki işgalci tavrı karşısında konumlanan her görüşten Çeçen ve elbette kardeş halkı biz Çerkesler, Ramazan Kadirov'u topa tutmaya başladık. Nasıl tepki göstereceğimizi bilmediğimiz gibi, bilmediğimiz zaman, bilmediğimiz şeylere nasıl sessiz kalacağımızı da bilmiyoruz galiba. Biliyorsunuz; Rusya bir süredir Suriye'de Esad rejimine karşı silahlanan teröristleri vuruyordu, Türkiye'de bu duruma karşı tepkiliydi ve geçtiğimiz gün, şeytanın aklına gelmeyen şey oldu ve Türk Hava Kuvvetlerine ait iki savaş uçağı, Rus bombardıman uçağını Türkiye-Suriye sınırının üzerinde vurdu. Vurulan uçaktan atlayan pilotlardan biri, paraşütüyle süzülürken yerden "Allah'u ekber" nidaları atan "ÖFKELİ BİR KALABALIK" tarafından vuruldu. Daha sonraları ise, Türkçe bir ses "Atma, atma, esir geliyor" diye bağırdı. Hatay Valisinin koordinasyonunda yapılan insani yardımı görüntülemeye giden basın, sözde Türkmen diye lanse edilen aslen Türkiye Elazığ nüfusuna kayıtlı bir çetebaşının Türkiye'ye teşekkürleri peşinsıra dizerek 2 pilotun öldüğünü söylüyordu.  Konumuz bu değil, ne Rusya orada gerçekten Arap halkının kara kaşına, gözüne orada ne de Türkiye gerçekten Türkmenlere kan bağıyla bir aşk besleyerek onlara her türlü anlamda lojistik sağlamıyor. Ancan bu kirli oyunun, bazı kuralları var.  İşte Türkiye, bu kurallara hakim değil ve haylazlık ediyor. Bu haylaz çocuklukta, biz Çerkeslerin Türkiye diyasporası için felakete gıdım gıdım ilerliyor. Ancak ne yazık ki, şimdi burada bahse konu olan şeyleri bir çeşit teslimiyet gibi yorumlarken gerçekten şövenist görüntü verecek insanlar bize "Rusyacı" diyecek. İşin esası, Rusyacı olmadığımızı onlar da biliyor ya, ancak bunu söylemek için içlerinde dinmek bilmeyen egoları bizim üzerimize basmak için çıldırtacak onları. Oysa biz; Suriye üzerinden dönen bu oyunda ne Türkiye, ne de Rusya taraftarı değiliz, insanlık saflarında düşüncelerimizi defalarca söylediğimiz gibi, pratik olarak bu karşılıkta oluşturduk. Fakat kenardan kenardan, bu durumdan da size bir "Çerkes sorunu çıkarayım mı."

böyle bir giriş yapmıştım. İşte şimdi değerli Abhaz kardeşlerim; "Çerkes sorunu çıkarayım mı." diye belirttiğim yeri alıp, "Abhaz sorunu çıkar mı?" diye düşünsünler. Bir Abhaz sorunu çıkacağı garanti ancak, Türkiye diasporasının bu soruna nasıl bir yaklaşım göstereceği bilinmiyor. Havuz medyanın bu çağlardaki vazifesini göz önüne alarak baktığımızda, standart bir Türkiye'li için hiçte önemli olmayan (muhtemelen daha önce adını bile duymadığı) Abhazya üzerinden yapılan haberlerin, bu durumdan Rusya karşıtı bir Abhaz kamuoyu çıkartmaya çalıştığı aşikar. Peki hem Rusya'nın hem de Türkiye'nin, bizzat kendilerinden çıkarmaya çalıştıkları bu kamuoyu ile ilgili Türkiye Abhaz diasporası, ne önceleyerek bir kamuoyu oluşturmayı deneyecek? İşte bunun "daha" iyisini, Abhazlar bilebilir. Ama! bende tarihsel kardeşlik serüvenimiz gereği, olmasını dilediğim şeyi kaleme almayı deneyeceğim!

Görünen Köy neresidir?

Eğer bende, Türkiye'de cümle alemin ısrarla sözünü ettikleri "Kafkas Diasporası"nı biraz tanıyorsam, nicelik Türkiye öncelikli, nitelik Abhazya öncelikli bir serüvenin peşine düşecek. Niceliğin bugüne kadar yapmadığı gibi yine, muhasebe yapacağını sanmıyorum ama niteliğin bunu örgütleyecek bir tartışması tetiklemesi, onlarca yıldır olduğu gibi yine "an meselesi" Türkiye'de tarihinden, yurdundan çoktandır vazgeçmiş, ulusal aidiyet hissi bulunmayan, kendini Abhazlığa folklorik düzeyde yakın, siyasal düzeyde uzak hisseden Abhazların ezici çoğunluğunu, görünen köy neresi sorumuzun yürüyeceği sonuca varımın bir yolu varsayabiliriz. Umarım ki, yanılırım. Çünkü eğer yanılırsam, "Düşlenen köy neresidir?" sorumuzun yürüyeceği souna varımın bir yolunu tartışmak hem kolay hemde anlamlı olur..

Düşlenen Köy Neresidir?

Düşlenen köy; Abhaz diasporasının bu krizde iki tarafından da bir maşası olmayı reddetmesidir. İki tarafında kendisini zorladığı sonucu ancak Abhaz diasporasının yardımlarıyla Abhazya hükümeti bir fırsata çevirebilir. Türkiye yıllardır Abhazya'nın bağımsızlığını tanımadığı gibi, Abhazya'nın iradesini tanımayan faşist Gürcü yönetimlerini, Abhazya'yı kurşunlayabilsin, bombalayabilsin diye askeri hibelere boğdu. Yetmedi, Abhazya'daki seçimlere yönelik Türkiye'de kurulan bir sandığı engellemek için yaptıkları henüz ortada, unutulacak gibi değil. Türkiye Abhaz Diasporası; işte iki tarafında ilgisine girdiği böyle bir günde, Türkiye'nin Abhazya'yı tanıması ve Gürcü yönetiminin faşist uygulamalarına desteğini kesmesi için bir siyaset üretebilir, bunun üzerine bir politika yürütebilir. Zaten mevcut durumda; Abhazya hükümetinin Rusya taleplerini gerçekleştirmekten başka çaresi olmadığını da anlamak gerekiyor. Bir tarafta, kendisini nato destekli gürcistan işgalinden korumak için her türlü desteği veren bir Rusya, diğer tarafta ise kendisi işgal edilsin diye gürcistan'ı askeri hibelere boğan bir Türkiye. Abhazya'nın, Abhaz diasporası olmadan yapabilecekleri yeterince açık değil mi?


İlgili konunun Çerkesler ile ilgili olan günlerinde, bilmiyorum tanık oldunuz mu ama şöyle bir süreç geçmişti;

Savaş çıkarsa ve ciddi silah yardımı yapılırsa Rusya ile Kafkasya'da savaşacak 500 bin kişilik 10 Çerkes ordusu hazır ve nazır. Aslında bu rakam 15 orduya çıkabilir ama komünist, ateist, dinsiz, imansız ve rus kanı taşıyanları (kadirov) çıkardık mı temizinden 5 milyon çıkar. Hafife almayın, Selahaddin Eyyübü'nin ordularıda bizlerdik :) smiley smiley.
Bu iletiyi kendisini Çerkes olarak adleten birisi paylaşmıştı. Bu kadar net olmasa da, bu konunun altını dolduran onlarca iletiyi de, bir çok yerde okumuştuk. Şahsen bir Çerkes olarak benim tüylerim diken diken olmuştu.  Şimdi Türkiye'li bir Abhaz'ın böyle birşey paylaşıp paylaşmadığını ben bilmiyorum, görmedim.. Allah göstermesin de, ancak Allah biliyor ki; böyle düşünen Abhaz sayısı da az değil. Konunun Çerkeslere özel sebeplerini, Rusya Dışişleri Bakanlığının "Suriyeli Çerkesler Yurttaş değiller" açıklamasından sonra "Rusya Dışişleri hangi kozu oynadı" makalemin içinde bölüm olan "2 - Din, Çerkesler ve resmen ideoloji!."  bölümünde "Kafkas-İslam" makronu üzerinden anlatmaya gayret etmiştim, Türkiye'de "Kafkas Diasporası" olarak ısıtılıp önümüze sürekli konulan ve Abhazların da, Çerkeslerin de ve hatta Osetlerin, Çeçenlerin de etkilendiği ve kendi yurtları üzerine siyasete körleştikleri şey tam da buydu. İşte bugün, Abhaz diasporasının, Rusya'ya mahkum edilen "Canlar ülkesi: Abhazya"sını iyice anlaması, yurtlarını Rusya'ya mahkum eden faktörleri ve Türkiye'nin bu konudaki etkin gücünü de, "Kafkas" makronu dışına çıkarak tartışabilmesi gerekmektedir. Ancak bu durumu da "Rusyacılık" boyutuna mahkum kalmadan, yurtlarının zorlanan durumunu içselleştirmeden yapabimelerini de ayrıca dilerim. Rusya'nın da çok iyi bir ülke olmadığı, tarihin henüz biraz arkasında Abhazya'yı Gürcü talanının içine bizzat Rusya politikalarının attığını, biz Çerkeslere ve hatta siz Abhazlara, Osetlere, Çeçenlere nasıl bir geleceği reva gördüğünü, bunu bugün de sürdürme gayesinde olduğunu bilmek ve unutmamak gerekir. Ancak sırf bunları unutmuyoruz diye, düşmanımızın düşmanı dostumuzdur gibi hasta bir anlayışla, bize önümüzden kab koyup arkamızdan sağan Türkiye politikalarına da teslim olmamak gerekir. Bu durumda en iyi yapılacak şey, bir ulusun en üst temsiliyeti olarak kendi yurdunda kurulan halk meclislerini anlamak ve onları sıkıştıran dış siyasetlerde eğer olabiliyorsak rahatlatmaktır.  Bunu nasıl yapacağını da, en iyi Abhaz ulusu kararlaştıracaktır. Bize en çok, kardeşlerimiz için hayırlı olanı dilemek ve yardım istedikleri zaman, savaş zamanında olduğu gibi en önde yürümek düşer.







Share:

Etnik ve Sınıfsal açıdan Çerkeslerin ince işler tarifesi

En başta açık konuşmak gerekirse, ben bir ulus olmakla, bir ulusun içinde bir siyasal unsur olmak arasındaki çizgiyi iyi çözümlemek gerektiğini düşünüyorum, ancak bugün bir çok yerde bu çizginin olmadığını söyleyebilirim. Zaten sanıyorum bugün önümüzü tıkayan en büyük engelde bu çizginin olmaması. Bu çizgi Çerkesler için henüz çözümlenmemiş diye ya da bugün Çerkesler açısından bu çizgi henüz ilan edilmemiş diye biz toplumsal sosyolojimizde bu çizgiyi inatla yok sayarak, yok edemeyiz. Ancak sadece, bunun doğurduğu bir takım krizleri aşacak çözüme yaklaşamaz, birbirini tamamlaması gereken süreçlerin, birbiryle çatışarak kısa süreçte anlamsız bir yormasını ve uzun süreçte de ne yazık ki kalıcı zararlar doğurmasına sebep olabiliriz. Aslında bugün olmaktayız da. Bu çizgiyi çözümlemek, kabullenmek ve gereken yere koymaktan çekinemeyiz, bu siyasal kulvarda hem etnik hem de sınıfsal mücadele veren herkesin sorumluluğunda. Yoksa olan açıktır; işte bu çizginin yoksunluğu; bu iki alanda da yedeklenen insanların enerjisini birbiriyle seyrelterek kendi çizgisini toplumumuza inşa eden ve bugün kabullendirmeye başladığı açık olan egemenlerin her iki alanın da mücadelesini erittiği bir noktaya dönüşüyor.  5 Aralıkta yazdığım 'Doğru olana - katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin' yazımda, bugüne kadar aktif bir şekilde sahada yürüttüğüm siyasal faaliyetler gün yüzündeyken ve ben bugün hala o çizgide, daha ileriye gitmenin yollarını irdelerken, ulus olmakla, ulusun içinde siyasal unsur olmak arasındaki çizgiyle ilgili açıkça şöyle yazmıştım:

...Her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir. Herbiriniz bir Çerkes olarak ne olmak istiyorsanız olun, ama olmak istediğiniz veya olduğunuz şeyi Çerkesliğe zorlamayın... 

Benim için, yukarıda belirttiğim her Çerkesin ne olabileceği ancak Çerkesliğin ne olamayacağı konusu tartışmaya bile açık değil. Epey zamandır, dünya görüşünde birbiriyle zıt duran ancak bana karşı düşmanlıkta ortaklaştıklarını fark ettiğim bazı insanların velvelelere kapalıyım, kendileri çalıp, kendileri oynarlar formülüyle o arkadaşlara babamın bana öğrettiği bir Adığe üslubuyla kendimce zaten cevap veriyorum ama, bu çizginin malum kişilerin dışında samimi bir şekilde mücadele yürüten unsurlar içerisinde dahi tartışılmadığını ne yazık ki görüyorum. Biz bugün en azından Türkiye'de bunun sonuçlarını yaşıyoruz ve bu çok üzücü. Umuyorum ki, en kısa zamanda bu konunun önemi bu halkın geleceğine yönelik siyaset yapan herkesce anlaşılır ve o çizgi belirginleşir. Aksi takdirde ise, bugüne kadar olduğu gibi; birbirini tamamlaması gereken unsurların, birbiriyle çatışması durumu sürecek ve bu krizi egemenler kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanacakları çizgileri halkımıza inşa edecektir. Bugün devletin geçmişte yaptığı hataları kısmen kabullenerek, bunlara karşı her ne kadar samimi olmasa bile diğer halklara tanıdığı bazı ayrıcalıkların sebebi nedir hiç düşünebiliyor muyuz? Kürt Ulusal hareketi, Türkiye sol hareketini haklı olarak peşine takabiliyorsa, bu-da ön açıcılığından değil mi? Lenin'in "Ezilen Ulusların Milliyetçiliği" üzerine görüşü ortadayken, belki bu ülkede en çok ezilen bir ulus olarak Çerkeslerin, anavatanlarına yaklaşmaya yönelik çabaları dahi, Çerkeslerin içindeki sol hareketin en ağır saldırılarına uğradı. Çerkeslerin içindeki yurtsever hareketler de, kendi yurtları ve tarihleriyle adeta savaşan asimilasyon çarkının politikalarına karşı konumlanması gerekirken bu sol harekete karşı saldırıya başladılar. İşte bu iki anlayışın tamamen birbirine karşı ortaya koyduklarını ilan ettikleri siyaset hastalıklıdır. Bu durumda şu anlaşılmıyor ki, ne Çerkes sosyalistlerinin ideallerini engelleyen Çerkes milliyetçileridir, ne de Çerkes milliyetçilerinin değerlerini yok eden Çerkes sosyalistleridir. Şu aşama da, bu iki cenahın 'Çerkeslik' olarak ilan olunabildikleri tek şey ortak dertleri ve talepleridir üstelik. Gerisi, bu dertlerin ve taleplerin yöntemiyle ilgilidir Çerkeslik öznesinde. Yoksa iki tarafın taraftarları da önüne, anti-demokratikleşen bir Türkiye'nin, hem Çerkeslere hem de diğer halklara hem de sınıflara karşı nasıl da aynı zararı verdiğini anlayabilmeyi denemeliler. Giderek tek dil, tek din, tek millet, tek vatan diye başlayan ve pratikte hakikaten bunun karşılığına topyekün savaş ilan eden egemen zihniyetin ülkeyi soktukları halden etkilkenmeyen var mı? Geçen yıl Kasım ayında yazdığım 'Ulusal Şizofreni' isimli yazımda da bu soruyu soruyordum, birbirini tamamlaması gerekirken, birbiriyle çatışarak egemenlere büyük bir fırsat veren zihniyete karşı:

Bunlar bizim dışında kaldığımız şeyler miydi? Tam içinde, iliğimize kadar dayanan ve bizi sindiren şeyler değil miydi? Diasporanın ulusal bilincindeki kaosu sürdüren, bu sinme, bu aydın zümrelerinin yok edilişi/susturuluşu değil miydi? Hepimizi, kendi kulvarının en radikal Çerkesi yapıp, başka kulvarlara karşı düşmanca yaklaştıran şey değil miydi bunun sonucu.




Kısacası sevgili dostlarım, Etnik ve Sınıfsal siyaset açısından ortaya konulması gereken çizginin bir çözümlenmesi olmadığı için, bugün ince işler tarifesinde ancak birbirimize karşı üstünlük kurmaya çabalıyoruz, halbuki ne Çerkesliği ne de Proleteryayı zafere taşıyacak olan şey de bu değil. İnce işler tarifemizi, kim olduğumuzu ve ne istediğimizi, biricikleştiğimiz yerden tanımlamakla mümkün olabilir. Yok, kimisi devrimciliğini kimisi yurtseverliğini Çerkesliğe sabitleyip, geri kalanları elage ederek bir mücadele yürütmekte ısrarcıysa, dansöz olmaları artık an meselesi demektir.

Ben yolumu yine geçen yıl temmuz ayında yazdığım "Hasımlıkta, Hısımlıkta birer Seçenecek" isimli yazımda şöyle belirtmiştim

 Herkes, etnik kimliği ile siyasal kimliğini mukayese ediyor ve birbirini hizalamaya çabalıyor ama ikisi aynı şeyler değil. Hele ki, etnik olarak aidiyet hissettiği kimlikte bile yabancılaşmış, henüz etnik olarak bile doğru-istikrarlı bir raya oturmamış bir toplumda, siyasal faaliyet yürütmek, yürütülen siyasal faaliyetleri analiz etmek; tezler oluşturmak ve kararlar vermek çok zorken, bu iki kimlik biçimini konuşmak pekte kolay değil. Fakat şu ısrarla anlaşılmalı ki; artık bir noktadan başlanmalı. Zor, ama ertelenemez bir durum; bunu yapacak olan; henüz hiçbir konuda kendini netleyememiş ve sınıf söylemleri, haber yorumlamaları, herşeye ama herşeye maydonoz olunmaları dışında başka hiçbir halta yaramayanlar değil. Bunu yapacak olanlar kuşkusuz ki netleşmiş olanlar.



ve bugün de aynı düşünceleri sürdürüyorum.






Share:

Doğru olana -katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin!


Başlangıcı itibari ile, kendi özgür varlığını ve temsiliyetini bazı anlaşılabilir veya anlaşılamaz faktörler sebebiyle ortaya koyamayan, çarpık ve temelsiz bir söylem veya karşılığı olmayan kavramlar ile kendini inşa eden örgütlerin bir gün gelip yaşayacağı en kaçınılmaz şey krizdir. Bugün biz Çerkes toplumu içerisinde faaliyet yürüten anlayışların bir kısmında bu krizin işaretlerini alıyoruz. Esasında tarihin bize verdiği en büyük sorumluluğumuz bu krizi derinleştirmek ve bu tip örgütlerin başlangıcı itibariyle ortaya koyması gereken özgür varlık ve benzersiz temsiliyet aşamasına kadar sarsmaktan ötesi değil. Ancak ne yazık ki, bu toplumda kötü çocuklar olma riskinin çok yüksek tutulduğu bir neden. Fakat er-geç; bu krizin sıkıştığı ve patladığı bir yer olacak, hatta artık bu neredeyse bir an meselesi. Bu krizin izlerini görmeden, sebeplerini konuşan ve ortalığı velvele alanına çevirerek kendilerini istemese dahi erteleyen bazı güruhlar var, bu krizi o güruhun velvelesine saklayarak kendi özgür varlığını ve temsiliyetini inkar eden bir güruh daha var, işte ben ve genç arkadaşlarım tam da bu iki güruhun orta yerindeyiz ve krizin izlerini takip etmekteyiz. Velvele ve inkarın çarpışma alanında, doğru olanın hayata dönmesi için uygun anı bekliyoruz. Buradan yola çıkarak, geriye doğru bir çok yazımda; bu uygun anın taşıyacağı doğru üzerine sadece benim yazdığım tam 180 metin bulunuyor. Bir çok kardeşimin de, benden az olmayan metinleri de erişilebilir bir yerde duruyor, üstelik bu buz dağının görünen tarafı; bir de henüz kaleme gelmemiş düşüncelerimiz, hayallerimiz, arzularımız; fikirlerimiz var!

Bir de çağrımız var! size, bize, hepimize; Çerkeslere! : Doğru olanın, gerçekleşmesine katkı sunun!

 Nice zamandır, yanlış anlaşılma korkusuyla ağzıma kadar geldiği halde sustuğum bir şey var, nice zamandır sustuğum içinse bugün duyduğum pişmanlık cabası. Biz, Türklüğü, Türkiyeyi, Dine, Müslümanlığı vs, Çerkesliğimize soslarken, asalet ve nezaket masallarıyla ninniler dinleyip uyurken, bu sorumsuzluğumuzun bedeli, Çerkes kültürüne ağır gelmeye başladı. Eğer gelmeseydi; bugün dilini konuşamayanların, tarihini bilmeyenlerin çoğunluğa ulaştığı bir nesil olmayacaktık. Ağır geliyor. Bu ağırlığı, bedeli ne olursa olsun artık üstümüzden atmak zorundayız. Hiç kimseye bir halkı sevmemeyi, bir devlete antipati duymayı veya bir dinden çıkmayı dayatmıyorum, ancak Çerkes toplumu içerisinde her mevzuyu bir devlet meselesine ve politikasına taşımayı, bir halka aidiyet noktasında getirmeyi, bir din meselesine çevirmeyi; yanlış olan şeyi üstümüzden atmayı söylüyorum. Yeter artık, bunlar Çerkesler içerisindeki farklı fikirler, inançlar değil. Bunlar Çerkesliği yiyip bitiren, Çerkesliği tüketen şeylerden başkası değil. Çerkesliğin ne Türkiyeye, ne Türklüğe ne de Dine ihtiyacı yok, henüz hiçbir Çerkes bunları bilmiyorken, tanımıyorken çok uzun yıllar yaşıyordu Çerkeslik. Bugün artık bunlarla birlikte yok oluyor ve doğru olanın gerçekleşmesini bunlar engelliyor. Ya doğru olanın gerçekleşmesine katkı sunun ya da doğru olanın gerçekleşmesine engel olmayın. İsteyen ne olmak istiyorsa gidip olsun fakat Çerkesliği rahat bıraksın.

her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir. Herbiriniz bir Çerkes olarak ne olmak istiyorsanız olun, ama olmak istediğiniz veya olduğunuz şeyi Çerkesliğe zorlamayın. Bugün, Çerkesliğin nüvelerini oluşturan özden ne kadar saptığımızı ve o nüvelere tekrar nasıl kavuşacağımızı düşünün, işte bugün Çerkesliğin, kendini oluşturan o nüvelere ihtiyacı, herşeyden daha çok.. Bugün Cherkess TV isimli bir internet televizyonu projesi için gittiğim kuzenim Murat'ın evinden dönerken Bağlarbaşında ihtiyar bir amcayla sohbet ettim ayaküstü yürürken. Kolumdaki orak-çekiç dövmesini görüp "Ah siz genç devrimciler" dedi gülümsedi ve devam etti "Ben 68 kuşağındanım, bizim zamanımızda devrim; emeğiyle yaşayan insanlara hizmet etmek için siyasal bir uydu idi, bugün ise emeğiyle yaşayan insanlar, devrimin teorik uyduları haline geldiler" dedi. Ben, dünyaya eşitliği, adaleti, özgürlüğü; insanlık için istiyorum. Çerkesliği de insanlık aleminin bir parçası olarak, eksiksiz veya fazlalıksız görüyorum. Siz de açık konuşun, Çerkeslik sizin için, Dininiz, Türkiye'nin, Türklüğün, Devrimin, Milliyetçiliğin, Paranın uydusu mu? Yoksa Paranız, Milliyetçiliğiniz, Devriminiz, Türklüğünüz, Türkiye'niz, Dininiz Çerkesliğin uydusu mu? Eğer Çerkesliğiniz, insanlık aleminin dışında başka bir şeyin uydusu ise artık diyecek lafım yok ama diğer şeyler Çerkesliğinizin uydusu ise, lütfen bunu gözden geçirin ve en namuslu olanı seçin. Bu yüzden doğru olana katkı sunun ya da doğru olana engel olmaktan vazgeçin

Ne Dinlerin, Ne Türklerin ne de Türkiye'nin size zerre kadar ihtiyacı yok. Dinler, Türkler ve Türkiye; Çerkeslere kıyasla kendi geleceğini zaten epeydir garantilemiş durumda. Sadece Dinlerin, Türklerin ve Türkiye'nin değil, Arapların, İngilizlerin, Osetlerin, Abhazların, Çeçenlerin de Çerkesliğe ihtiyacı yok, onlar da kendi rüştlerini Çerkeslere kıyasla katbekat ispatlamış, her biri yurdunda, paramparça edilmiş Çerkesya'ya kıyasla, dillerini ve kültürlerini daha garanti etmiş durumdalar. Hiçbirisi, bizim kadar muhtaç ve ağırlaşmış değil. Bugün eğer bir ihtiyaç varsa, Çerkeslerin onlara ihtiyaçları var, Çerkeslerin; Rusya'da, Türkiye'de ve tüm dünyada, sadece Çerkesliğin giderek yok oluşunu engellemesi için eşitliğe, adalete, özgürlüğe ihtiyacı var. Tüm bunlara çoğalmak içinse, dünyadaki kardeş halkların omuz vermesine ihtiyacı var.

Doğru olan, bugün içler acısı noktaya gelen Çerkesliği görmek ve onun geleceği için doğru olanın hayata geçmesine katkılar sunmaktır,eğer bu yapılamıyorsa bile, yapılacak en güzel şey; doğru olanın hayata geçmesine engel olmamakltır.




Share:

Etnik Kimliğe dayalı Çerkes Ajitatörizminin Partileşme Çağı

İdeolojisini bir kenara bırakalım siyasetin, ahlakını konuşalım biraz..  Hangi siyaset biçimi, kendi söylemlerini bir başkalarının söylemlerinin üzerinde inşa etmek kadar değersiz olabilir? Bir kaç gün evvel, "Demokrat Çerkeslerden HDP'ye destek"  isimli bir açıklama yayınlandı. Altında da Çerkes toplumundan, toplumu için düşünen, üreten ve çabalayan bir çok kişinin imzasıyla.. Bu medya ve sosyal medyada yayılmaya başladığı gibi, tepki vermesi normal karşılanan aidiyet hissini yitirmiş kişiler bir yaygara koparttılar. Kopan yaygara alışıldık. Yıllardır bilinen, yurtsuz, tarihsiz, talihsiz, zavallı, kendini başkalarının varlığına armağan etmeyi "ilkokul" çağından bu yana bağıra bağıra içselleştirmiş annesinden-babasından tesadüfen Çerkes olmuş, Çerkeslik namına başka da kültürel aidiyet alametleri göstermeyen kişiler bunlar. Hem ben, hem biz, hem de "Demokrat Çerkeslerden HDP'ye destek" metni altına imzasını koyan herkes bu vakalara alışık. Toplum, aidiyet hissini yavaşça içselleştirirken, bünyesi kendi varlığına ağır gelen kişilerin kopardığı geçici gürültü bunlar. Onlara, kendi varlıklarını bünyelerine alıştıracağımız güne kadar kızamayız, en açık tabirle yalnızca üzülebiliriz.

Gel gelelim, siyasetin Çerkesler için gittikçe yaygınlaşmaya başladığı bu zamanlarda, ortalığa yayılan seçim ajitatörlerinin haziran seçimleri için düştükleri bu duruma. Her fırsatta kendini "devrimci çerkesler" olarak adlandıran, manifestosunda "çoğunlukçu demokrasi"nin noktasından-virgülüne kadar ilkelerini kullanarak kendini beyan eden ve kurucularının, yöneticilerinin, adaylarının çoğunlukça Çerkes olduğu örgüte.. "Kimlik yoksunluğu" ile  suçladığı kişilerin kaçını, ne kadar tanıdığı belli olmayan bir ajitatör (ki kendisi cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde (henüz Çerkes partisi yokken!!!), Kürt partisi olarak nitelediği partinin, Kadıköy-Caferağa'da düzenlediği dayanışma gecesine, diğer ajitatör arkadaşının konuşmasını destekleyerek, getirdikleri ekibi, sahnede seyrederek) "Demokrat Çerkeslerin" haberinin paylaşıldığı bir medya ortamında, kendi söylemlerini çürüten, kendi geçmişini, söylediklerini yalanlayan, provakatif bir ağızla ve üstelik nice değerli Çerkes aktivistini "yoksunlukla" suçlayarak ne kadar muhtaç, ne kadar bilinçsiz, programsız, zavallı olduğunu ortalığa sergiliyor. Üstelik işin kötüsü, biz bu tutumun "malum" kişinin bireysel bir hali olmadığını, bu ajitatörlüğün ve ajitatörlük için benimsedikleri yöntemin ne yazık ki "örgütlü" olduğunu düşünüyoruz.

Onlardan olmayabiliriz, onlar gibi düşünmeyebiliriz ancak, onların genel anlamda örgütlerine biçtikleri tam misyonu, bizler örgütümüz içinde "komisyon" biçiminde yürütüyoruz. Üstelik bu şartları oluşturan bizim siyasi örgütümüz. Hemende belirteyim size bizim siyasi örgütümüzü... Verdiği mücadele ile Türkçe dışında Radyo ve Televizyon kanallarının açılmasına vesile olan örgütümüzün açtığı bu yolda, o ajitatörlerin zamanında kurdukları bir hareket, bugün hala Çerkesce yayın yapan Radyo ve Televizyon kanalları talep edebiliyor. Örgütümüzün anadilde eğitim için verdiği mücadele ile elde ettiği "anadil dersi" ile belki o örgütün bir çok yapısından insanın çocuğu, örgütümüzün yeterli bulmadığı bu haktan yararlanabiliyor. Ayrıca, örgütümüzü oluşturan bileşenlerin on yıllardır verdikleri mücadele, bugün onların örgütleşebilmesinin bile zeminini hazırlayabiliyor. Kısacası, küçümsemek gibi olmasın ama; bugün onların bizi içinde örgütlü olduğumuz için "yoksunlukla" suçladıkları örgütümüz, onların varlığının teminatının ta kendisi. İş siyasete binince, toplumun genel kesiminin gazına gelerek, kendi içlerine girdikleri yola dahi taş koyduklarını farketmeyen bu ajitatörlerin kendilerini eğitmeleri gerekiyor.

Peki, Çerkes toplumu için ajitatörlük yeni mi? Değil. Yıllarca asaletin ve nezaketin ajitatörlüğünü yaparak bugüne dek hiçbir şey kazanmadan sürekli kaybeden olduğumuz, bugün içinde yaşadığımız coğrafyalarda ne hale geldiğimizle belirgin. Asalet ve Nezaket ajitatörlerinin telkinleriyle, atalarının onurlu tarihlerinde, canları pahasına korudukları özgürlük ve adalet mirasını yiye yiye, bu iki değerden zerresi kalmayan halkımız, bugün yeni yeni kımıldamaya başlamışken, bu kıvılcımı yangına çevirmesi gereken örgütlenmeler, nedense kıvılcımı söndürürcesine, düşüncesiz, bağnaz ve budalaca ajitatörlüklerin sonucundan medet umuyor. Bu durumu bir süredir gözlüyoruz, bu durumun geçici olmasını ve tüm örgütlerimizin, siyasallaşan kanatlarında tarihsel olguklarını yakalamasını diliyoruz. Ancak bugüne kadar, etnik kimliğe dayalı siyaset yapan Çerkes örgütlerinin, Ajitatörizme saplandıklarını gördüğümüzü de belirtmemiz gerekir. Biz, bugüne kadar başardıklarımız ve bugünden sonra kazanacaklarımızla, kendini ajitatörizm çağına zincirleyen bu hareketleri, cahil ajitatörlerin ellerinden, aydın siyasetçi geleceğe taşıyacağımıza ise, yürekten inanıyoruz.

Bir de, sürekli tekrarlanan cehaletlerinden ötürü kısa bir bilgiyi tekrar açıklama gereği duyuyoruz.

HDP'yi oluşturan HDK'nın bileşenleri aşağıdaki gibidir:

78'liler Girişimi

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)

Cam Keramik İş

Demokrasi ve Özgürlük Hareketi (DÖH)

Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)

Demokratik Pomak Hareketi

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP)

Disk Gıda İŞ

Emek Partisi (EMEP)

Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP)

Filistin Halkıyla Dayanışa Derneği (FHDD)

Gökkuşağı Kadın Derneği

Hevi LGBTİ

İstanbul LGBT

İşçilerin Sesi

Kaldıraç

Kaos GL

Küresel Eylem Grubu (KEG)

Limter İş

Marksist Tutum

Munzur Koruma Kurulu

Nor Zartonk

Özgür Demokratik Alevi Hareketi

Partizan

Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP)

Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP)

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP)

Tekstil Sen

Teori Politika

Toplum ve Kuram-Lêkolîn û Xebatên Kurdî

Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi (TÖPG)

Tüm Köy Sen

Türkiye Gerçeği

Yeşiller ve Sol Gelecek (YSGP)
Şimdi çok zeka gerektirmeyen, azıcık istek ve azimle HDP bileşenlerini de siz araştırın, bakın bakalım HDP, ne partisiymiş.. :)

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler