Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Dünya bizi kıskanıyor



Türkiye'nin iç siyasetinde özellikle sağ politikacılar iktidar olduklarında vatandaşlara sürekli "dünya bizi kıskanıyor" derler. Ne zaman bu lafı duysam  gülmekten çatlayacak hale geliyorum  ama,oturup sakin kafaya düşündüğüm de; hakikaten de kıskanabileceklerini düşünüyorum. Biz tabi artık dünyanın geri kalanını Türkiye üzerinden değerlendirdiğimiz için, (mecburen) mesela bir Almanya, bir İngiltere, bir Yunanistan falan bizim için bulunmaz hint kumaşı gibi yerlere dönüştü.


Sanki oraların devletleri öyle cicili-bicili yapılarmış ki; "ez beni, dümdüz et, kemiğimin bir de iliği var, gel onu da sömür" diyen halklarına karşı "hayır, siz insansınız ve insanlık onurunu standartlarında yaşamayı hak ediyorsunuz" diye direniyormuş gibi düşünüyoruz. Tabi iş bu kısımlara gelince; hepimiz de iyi biliyoruz ki marifet devlette değil, toplumdadır. Toplum neyse, devlet o olmak zorundadır! Toplum açlığa şükür ederse, devlet toplumu beslemez ki. Devlet toplumdan beslenen bir makinedir, toplum devletten değil. Toplumu eğitmeden devleti demokratikleştiremezsiniz..  cahil bir toplum her devletin arzusudur.  Devlet bir makinedir; bu makinenin de doğası; hayatı tamamen sermayeye çevirmektir. Toplum devletten ne kadar az almaya razı olursa, devlet toplumdan o kadar sermaye devşirir.  Ekonomik sistem ideolojilerini çatallaştıran şey de işte bu sermayenin bölüşümüyle ilgili görüş ayrılıklarıdır.  Devlet yeryüzünde olduğu sürece, hangi toplumu egemenliği altında tutuyorsa, o toplumun izin verdiği kadar hayatı sermayeye çevirecek ve bu sermayeyi de yaslandığı sisteme uygun bölüştürecektir.

Vatana gelirsek; vatan tarlarımızı ekip biçtiğimiz, üstünde ev yaptığımız, evde aile kurduğumuz, köy olduğumuz; 4 mevsimi yaşadığımız, kışın üşüdüğümüz, yazın karardığımız, dağlarında çiçekler açan, ovalarında otlar fışkıran, vadilerinden nehirler fışkıran bir toprak parçasıdır. Sadece bizim değil ha; bizimle birlikte yaşayan kurdun, çakalın, börtü-böceğin, çiçeğin de vatanıdır bu vatan... ne öyle bir bez parçasıdır ne de bir devlet binasıdır vatan...

Devlet işte bizim vatanımızın üstünde; hayatı sermayeye çevirmek için çalışan bir makineden öte hiçbir şey değil ki..  tarlaya ektiğimiz mahsülden tutun, doğan çocuğumuza kadar her şeyde hak sahibidir, kimin adına? Vadinin suyunu kesip, toprağın bize bedavaya verdiğini parayla satan değil midir? Ağaçlara, hayvanlara; sınırlar koyan, onları vatanda bir metaya çevirerek sermayeye dahil eden makine değil midir? Bizi günde 12 saat çalıştırıp, bizim emeğimizle zengin olanlara yük olmayalım diye kendi belirlediği açlık sınırının altında yaşatan bu makine değil midir?

Biz vatanı, devlet sanmışız...  işte dünyanın kıskandığı budur..!

Oysa devlet dediğin dün yoktu bugün var.. belkide bugün var yarın yok..   Oysa ilk insan ayağa kalktığından bu yana insanın bir vatanı var!

Karın tokluğuna verdiğimiz emekle, bütün yaşamımızı kendi sermayesine çeviren devlet makinesi; bu sermayede bize zırnık vermiyor... verdiği 3 kuruşluk zammı, 3 lirayla geri alabileceğinin hesabını yaparak bize uzatırken; verdiği üç kuruşla "açlık çekiyoruz" diyenlere de "elinize dizinize dursun" diyecek kadar gaddarlaşıyor.

Biz şükür ediyoruz; işte dünya bunu kıskanıyor.

Yüzde bilmem kaç büyüdük, şu kadar güçlüyüz, bu kadar iddialıyız diyen makineye; madem o kadar büyümüşüz, niye bize hiç yansımamış diyemiyoruz-diyemiyoruz ya!

İşte dünya bunu kıskanıyor.

Hayatı sermayeye dönüştürmek, sermayeyi de burjuvaya pekiştirmek isteyen hangi makine; en çok çalışıp, en az kazanan... aç kalan, açıkta kalan böyle insanları kıskanmaz ki?



Share:

İslami Kemalizm


İslami Kemalizm
Bundan hemen hemen 10 yıl önce, Antalya'da amatör rock grupları ile 'rock bar' olarak tarif edilen işletmeler arasında köprü kuruyoruz. Sahneye çıkabileceğine inandığımız amatör rock gruplarıyla sürekli iletişim halindeyiz, kale içinde mekan mekan dolaşıyor mekan sahiplerine tekliflerde bulunuyoruz.. Şöyle bir organizasyon yapalım, falanca grup çıkaralım sahneye falan diye. Kabul eden mekanlara düzenlediğimiz organizasyonla ilgili afişleri bastırıyoruz, afişleri asmak için gerekli malzemeleri tedarik ettiriyoruz.. Bir de biz  kâr amacı gütmeyen bir organizasyonuz; en azından bizim hiç kârımız olmuyor, aksine bizim organizasyonumuzun olacağı gün mekandaki fiyatların aşağıya çekilmesi içinde çaba sarfediyoruz.
Bu organizasyonun içinde koşturan herkes gönüllü... Hepimiz arkadaşız... Bir çoğuyla daha öncesinden arkadaşız, bazılarıyla bu organizasyonlar vesilesiyle arkadaş olmuşuz.
Arkadaşlığımız ise ne çocukluk, ne okul ne mahalle kökenli. Bildiğiniz liseli politikliği üzerine kurulu bir arkadaşlık. Hepimiz Anarşistiz ya da kendimizi öyle  tanımlıyoruz diye arkadaşız.
Dolayısıyla zaten anlamışsınızdır; bu müzik organizasyonları da bu politik birlikteliğin bir ürünü olarak sürüyor. Amaç müzik değil, müzik araç. Amaç o zamanki etkileşimde bulunduğumuz ideolojiyi müzik aracılığı ile buluşturmak, pekiştirmek.

Gel zaman git zaman bizim organizasyonumuz güzel şeyler yapmayı başardı, amatör rock grupları kendilerini duyurmak, dinletmek.. mekan sahipleri ise etkinlik yapmak, bilinmek için.. bizde organizasyonda bildiri dağıtmak, anonslarla mesaj vermek gibi şeyler için iştahlı olunca deyimi yerindeyse "allah yürü ya kulum" dedi.  Eskiden gidip görüşmek için sıra beklediğimiz mekan sahipleri artık bizlerle iletişim kurup etkinlik yapmak istiyor, arayıp bulmaya çalıştığımız yerel rock grupları ise kendilerini listemize yazdırıyorlardı.
Gruplar sahneye çıkıyor, mekanlar doluyor, gelenler normalden ucuza, normalden fazla hizmet alıyorlardı artık. Bizde o zamanlar BarışaRock'ın Antalya inisiyatifiydik... 

Farkındayım; ne alaka diye düşünüyorsunuz.

Uzatmadan konuya gireyim...

İşte tam o  günlerin devamında; daha önce bizim hiç duymadığımız bir şey ortaya çıktı içimizde.

Anarko-Kemalizm.

O gün böyle bir şey olabilir mi ya diye düşünmemize fırsat kalmadan olamasa bile olduğunu öğrenmemiz uzun sürmedi.  Tabii doğal olarak içimizde ciddi tartışmalar da oldu, birbirimize güvenimiz azaldı, istediğimiz seyreldi.. hem o zaman ki acemiliğimiz hem de örgütlenme biçimimizin bu durumlar karşısında aşırı kırılgan olması sebebiyle, organizasyon dağıldı.

Bu dağılıştan sonra; eski 68 kuşağından olan yerel rock piyasasında bulunan eski bir kurt geldi üzerine oturdu herşeyin.

O da yapamadı. Sürdüremedi...

Çünkü işin kimyası bozulmuştu ama, zaten onun bunu sürdürmek gibi bir derdi de yoktu; piyasaydı onun için...

O gün öğrendiğimiz Kemalizmin kalıp değiştiren bu formu, o günden sonra aklımızın hep bir ucunda oldu ve bütün yaptıklarımızın içinde hesabı yapıldı, çizildi.

Şimdi bu tecrübeyle hükümetin her geçen gün artan Atatürk sevgisini düşünerek bunun adını temsili olarak  "İslami Kemalizm" olarak anarak düşüncelerimi aktarayım.

Atatürk'ün doğruları-yanlışları, yaptıkları-yapmadıkları, verdikleri-aldıkları şöyle bir kenara dursun.. bizim konumuz değil.

Bizim konumuzun Mustafa Kemal Atatürk ile zerre kadar ilişkisi yok.

Bizim konumuz "Kemalizm"

Kemalizm Atatürk'ün eseri değildir, Atatürk'ün manevi varlığını suistimal ederek bu ülkede Atatürk'ün vefatından başlayan ve şimdiye kadar kendini sürdüren kirli bir zihniyetin eseridir. Belki de şeytanın aklına gelmeyendir; ittihatçılıktır. Bilemeyiz... Bildiğimiz tek şey  bir araç olduğudur. Amaç ise iktidardır... ve ister inanın, ister inanmayın halk kimi seçerse seçsin iktidar işte bu zihniyetin ellerindeydi. Akp'nin ilk halk tarafından seçildiği zaman bu ilişkiyi en iyi geçtiğimiz günlerde RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle'nin konuğu emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı açıkladı... Halk 2002 de Akp'yi seçtiği zaman Akp iktidar olamamıştı. Çünkü o zaman iktidarda Kemalizm vardı... İşte kandırıldık denilen Fetö ilişkisinin siyasi başlangıcı da böylece oluşuyordu. Fetö Akp'ye iktidarın yolunu açabilecekti. Nitekim de ABD ve Fetö desteğiyle Kemalizmin derin iktidarına karşı mücadeleye de başladı ve artık onlarla yanlarındakilerle birlikte ne kadar iktidar olabilecekse, o kadar oldu. Doğrusu Kemalizmin iktidarını salladılar, ancak bunu kendi başlarına yapmadılar. Kemalizm kendini geri çekti ama yok olmadı. Kemalizmin kendini geri çektiğinde oluşan boşluk iktidara giden yoldu, ancak ne ABD, ne Fetö Akp'ye buyrun siz önden yürüyün demezdi. İktidarın cazibesi ve olanakları; onu gören tüm grupları büyüler.

İşte bu geri çekilmede oluşan boşluk, Akp tarafından doldurulamadı. Dolabileceği kadar Fetö ile doldu ve arka planda Kemalizm ile Fetö'nün bir iktidar mücadelesi başladı. Atamalar, tasfiyeler, emekli etmeler, yıldırmalar; işte halkın seçemeyeceği iktidar tam burada belirleniyordu.

Akp bu savaşın arasında iktidarın kendisi değil, halka yansımış sevimli, seçilmiş bir yüzü olarak bulundu. Kemalizm iktidarının kanattığı yaraları okşayarak onu geriletmek üzerine de reform politikaları hayata geçirdi.

Gel zaman git zaman Kemalizm iktidarı iyice yıldırıldığında, Fetö iktidarını perçimlemek ve kim seçilirse seçilsin hep kendi iktidarda kalabilmek için çalışmaya başlayınca; Akp bir kez daha yapayalnız kaldı.

Seçilmekten başka iktidarı yoktu ve seçilmiş iktidarın böyle ülkelerde hiçbir anlamı da yoktu.

 Bu sefer geriye çekilmiş olan Kemalizm Akp'ye yakınlaştı ve geri çekildiği alanları dolduran Fetö iktidarının kökünü kazımaya başladı.

Kısacık süreçte özetlersek;

Kemalizm iktidarını önünden kaldırmak için Fetö'ye yanaşan AKP (kendi deyimleriyle kandırılırken) Atatürk'ün manevi varlığına karşı bir kampanya başlatarak politika yaparken, şuan geldiği nokta kendi işbirliğiyle iktidarın boş alanlarına yerleşen Fetöyü yok etmek için Kemalizm'e yanaşarak Atatürk'ün manevi varlığını yücelten bir kampanya sürecine girdi.

Akp'nin tahmin edemediği ya da küçümsediği şey; Kemalizm eski kurttur ve ona elini veren kolunu kaptırır. Ki bugün görünen AKP'nin iktidara uzanan elinin çoktan kaptırılmış olmasıdır.

CHP'nin genel başkanı Akp'nin Atatürk sevgisiyle mutlu olduğunu açıklıyor. 

...oysa Kemalizmin bir anda "İslami Kemalizmi" doğurması da bir an meselesidir.

Halk tabanında kitap okuyarak Anarşist idealleri olmuş kesim bile kendi kendine; Anarko-Kemalizm doğurup bunu yaşamaktan gıpta etmezken, iktidar bloğunda Kemalizm kendi varlığını güçlendirmek üzere bugünki şartlarda çok rahat bir şekilde "İslami Kemalizmi" doğurabilir.

Çünkü dediğim gibi...

Kemalizm; Atatürk'ün ideallerini sürdürmek değil, onu iktidar aracı olarak kullanmak içindir.

Share:

Türkiye'deki "Kafkasyalı Mülteciler"

"Kafkasya, Karadeniz ve Hazar denizi arasında yer alan, Avrupa ve Asya'nın sınırında bulunan bölgenin ismi. Kafkas sıradağlarında, Avrupa'nın en yüksek dağı olan ve Kafkas halklarının sözlü edebiyatını oluşturan Elbrus Dağı bu bölgede bulunmaktadır. Kafkasya bölgesi siyasi ve coğrafi olarak Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya olmak üzere ikiye ayrılır. Güney Kafkasya bağımsız ve egemen devletlerden oluşmaktadır. Kuzey Kafkasya ise Rusya Federasyonu içinde bulunmaktadır."


bAndista'nın "Haymatlos" şarkısını duymayanınız çoktur... Hatta bAndista'yı duymayanlarınız bile vardır.. bAndista; Türkiye'de ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, göçmenlerin, mültecilerin ve tabii ki enternasyonalin notalara işleyen devrim zincirinde küçük ama sağlam bir halkadır.

Haymatlos şarkısının tanıtımında kendi sözcükleriyle şu ifadeler yer alır:

"Küresel muktedirlerin neden olduğu savaşlardan, iktisadi ve sosyal yıkımdan, ekolojik krizin sonuçlarından kaçan göçmenler daha iyi bir yaşam kurmak için sınırları aşmaya çalışıyorlar. Yasadışı göçle mücadele olarak adlandırılan şey aslında bir cephesinde devletler, kolluk kuvvetleri, özel kuvvetler, sınırlar, silahlar ve hapishaneler, beride ise sade insanların olduğu bir savaş. Çünkü biliyoruz ki insanlar değil, sınırlar ve o sınırları kurup koruyan kurumlar illegaldir. Çünkü biliyoruz ki kimse nedensiz kaçmaz. Çünkü hepimiz göçmeniz; buradayız, kalacağız, yaşayacağız. Sokakların sesini duyun!"

Kimdir bu küresel muktedirler? Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Almanya, İngiltere, Fransa başları (Küresel) bir çokları da kuyruğu (Yerel) olan Emperyalizmin her coğrafyadaki temsilcileridir.

Biz Çerkesiz,

Küresel muktedirlerin neden olduğu savaşları, iktisadi ve sosyal yıkımları, ekolojik krizleri, sürgünleri ve soykırımı yakından tanırız. Tarihimizin kalbine bir hançer gibi saplanmıştır çünkü hepsi. Sanmayın ki bunlar geçmişte kalmıştır. Çünkü adalet tecelli etmedikçe geçmişte açılmış yara sanki ilk gün gibi sızlamakta ve sürekli kanamaktadır. Ancak sadece geçmişteki yaralarımızın sızlaması ve kanaması da yetmez gibi, her gün yeni yaralarla bizleri yıldırmaya çalışmakta olan küresel bir muktedir bulunmaktadır hala coğrafyamızda. Çerkesler ve elbette Çerkeslerin kardeş halkları, akrabaları ve komşu halkları bu savaşın, yıkımın ve krizin merkezindedir. Dünyanın dört bir yanına dağıttığı Çerkesleri hala pervazsızca kendi vatanlarının yabancısı olarak gören, orada kalan insanlarımızı da kendi vatanlarından kaçırmak için her türlü baskı ve zorbalığı yapmaktan çekinmeyen bir muktedirdir.

Guaşo Ruslan davası hemen arkamızda, bir çoğunuz artık bilmektesiniz. Daha arkasında kendi sokaklarında dans ettiği için gözaltına alınanlar, daha arkasında Khuade davası.. daha arkasında failleri hiç bulunamayan aktivist cinayetleri... Bildiklerimiz bilmediklerimizden çok daha az, bize ulaşanlar sadece; artık gözümüze batıra batıra yapılan hukuksuzluklar, adaletsizlikler, baskılar ve cinayetler.

Bunları orada konuşmak zor olduğu için burada öğrenmekte daha zor, Rusya dünyadaki herhangi bir devlet gibi değil.. Eli kolu dünyanın neredeyse her yerine uzayabilen, dünyanın herhangi bir yerinde istemediği kişileri susturabilen bir devlet. Yüzyıllar önce  Marcus Aurelius'un adalet üzerine söylediği "Yasalar örümcek ağına benzer, küçük sinekler ağa takılır kalır, büyük sinekler ağı deler geçer." sözü işte bu küresel muktedirleri ve elbette Rusya'yı birebir tarif eder. Rusya büyük sinektir ve Rusya sürekli her türlü yasayı delip geçerek; dünyanın her yerinde eli vardır.

Dünyadaki idealsiz toplumlarında içinde açık ya da gizli "güce tapanlar" toplulukları çokça bulunur. Bu topluluklar bugün Türkiye Çerkeslerin de içinde de var. Bu topluluklar bu gücün zulmüne dahi olsa karşı gelen her anlayışa öyle yada böyle muhalefet ediyorlar. Açıkça Rusya'nın gücünü öne sürerek oradaki insanları tehlikeye atmamayı öğütleyenler zaten gözle seçilebiliyorlar. Yani "ölümü gösterip, sıtmaya razı etme" misyonu diyelim biz ona. Bir de gizli politikalar ile Çerkes toplumuna derin fay hatları döşeyerek bu işi yapanlar var. Asıl tehlikeli olan da işte bu fay hatlarını oluşturan, toplumu kendi içinde kutuplara ayırarak çatıştıran misyonu edinenler.

Bilgi kirliliği oluşturup velvele ile aynı toplumun içindeki farklı kesimleri birbirine ötekileştirerek; toplumun kendi sorununa, toplumun kendi içinde muhalefet ettirilip hem bazı şeylerin üstünü kapatır hemde gelecek için toplumu kriminalize ederek başka şeylerin önünü açarlar.

Mesela şuan kendi yurtlarında gördükleri baskılar nedeniyle Türkiye'ye iltica etmiş kişiler, tam da Türkiye ile ABD'nin arasına giderek açılıyorken ve buna paralel olarak Türkiye ile Rusya'nın arası giderek kapanıyorken; sınırdışı edilmek üzere Türkiye tarafından gözaltına alınıyorlar.

Türkiye Çerkes diasporası hem küresel hem de yerel siyaset bakımından çıplak bir toplumdur. Son yıllarda ortaya çıkan şeyler de bana göre esasen Türkiye Çerkes diasporasına bir siyaset kazandıracak nitelikte değil. Benim içinde bulunduğum topluluk da dahil olmak üzere hiçbir topluluk; toplumsal gerçekliğimizi analiz etmeden, toplumsal yapımızda geniş kabul görmeyen argümanlar etrafında birleşerek bir siyaset yapıyor. Yani siyasetin lokomotifi Çerkes toplumunun kendisinden ziyade, topluluğun bir araya geldiği argümanlardan oluşuyor. Toplumsal gerçeklik analiz edilmediği için bu siyaset Çerkeslerin toplumsal bir enstrümanı olamıyor. Toplumsal siyaset bir müzik korosu gibi olmalıdır. Bir çok farklı enstrüman çalmalı ancak hepsinin baktığı toplumsal bir dayanak olmalıdır. Ancak bizim şuan ki halimiz böyle midir? Her enstrümanımızın toplum hariç farklı dayanakları bulunmakta ve sesler müzik değil, kaos yaratmaktadır.

Toplum siyasi bir varlıktır ve toplumun her enstrümanı toplumu geleceğiyle ilgili uyum içinde olmalıdır. Uyum değilde kaos olursa işte bu siyasi varlıktan her ne sebeple olursa olsun rahatsız olanların işi kolaylaşır.  İşte bu "güce tapanlar" toplulukları ve onların velveleleriyle toplumun içinde farklı seslerle ama uyum içinde çalması gereken enstrümanlar toplumun siyasi varlığını dağıtarak tamda bunu yapmaktalar.

Bugün sınırdışı edilmek için gözaltına alınanlarla ilgili açıkçası tam bir bilgi kirliliği içinde bulunmaktayız. Çünkü eskiden bu yana süren velveleler ile kafamız allak bullak edilmiş kimin ne olduğunu ve neden baskı gördüğünü bilemiyoruz. Kimileri cihatçı teröristler diyor, kimileri toplumsal akvitivistler diyor ve bu iki karşıt görüş arasında milyon tane hikayeler dolaşıyor. Yani bir kaos var.

İşte Türkiye Çerkes Diasporası bu kaosu ortadan kaldırmalıdır. Velvelecilerin açtığı toplumsal fayların bu toplumu parçalamasına izin vermemelidir ve herşeyden önce unutmamalıdır ki bugün yurtlarındaki her türlü istikrarsızlığın ve insanları yanlış şeylere iten iktisadi ve sosyal yıkımın en büyük suçlusu da Rusya'dır. Elbette bütün suçlular adalet önüne çıkarılmalıdır ve adil bir şekilde yargılanarak hak ettikleri cezalar uygulanmalıdır, ancak Rusya'da buna dahildir. Resmen savaş politikalarıyla bölgede açtığı yaralar son bulmadıkça; suça yönelmiş insanların da birinci sorumlusu Rusya olacaktır ve bu yalnızca Kafkasya'daki halklara değil Ruslara da büyük zararlar vermeye devam edecektir.


Yazıya başlarken bAndista'nın "Haymatlos" şarkısını paylaştığım gibi.. Ne bugün sınırdışı edilmek için gözaltına alınanlar ne de Türkiye'deki diğer Kafkasya'dan iltica eden kişiler boş yere Türkiye'de değiller. Çünkü Kafkasya coğrafyasının her toprağında Rusya'nın neden olduğu iktisadi ve sosyal yıkım, ekolojik kriz, baskı ve tehditler var. Yine orada diğer küresel muktedirlerin finanse ettiği farklı akımlar da var. Yani orada küresel bir politika savaşı var ve oranın yerli halkı bu küresel savaşın tek mağduru ve bu insanlar orada bir gelecek görmedikleri için Türkiye'ye iltica etmişken.. orada iktisadi ve sosyal yıkım politikaları halen sürüp, muktedirlerin kirli politik savaşı devam ederken bu insanları kaçtıkları bu savaşa ve yıkıma geri yollamak hiçbir vicdanın kabul edebileceği birşey değil. Bu insanlar her ne ile suçlanıyorlarsa bu uluslararası toplumun ve elbette Çerkeslerin bu suçlamaları olağanca şeffaflığıyla bilmeleri gerekir. Türkiye'de bunları göz önünde bulundurmalıdır. Bu insanlar sınırdışı edildiklerinde ne kadar adil bir süreç içinden geçecekler? Bu insanlar neden kendi yurtlarından kaçmış ve yabancı topraklara sığınmışlardır, geri yolladıklarında ne durumda olacaklardır Türkiye'nin bunları araştırması insanlığa karşı çok büyük bir sorumluluğudur.










Share:

Kahrolsun Emperyalizmi Amerika Sananlar


Bugün sizlere emperyalizm denince aklına yalnızca Amerika gelenlerin düştüğü aptal noktayla ilgili düşüncelerimi anlatmak istiyorum.

Milliyetçiler adeta "gazla" çalışan bir beyin yapısına sahip oldukları ve alenen yukarıda bahsettiğim noktada blok oluşturdukları için onlara diyecek pek şeyim yok. Sadece bir an önce akıl sağlıklarına kavuşmalarını dileyerek başka da hiçbir şey demiyorum.

Gel gelelim solcularımıza...

Bizim Türkiye'de çeşitlilik sadece bitkiler ve hayvanlarla sınırlı değil. Her bitki ve hayvanın nasıl anadolu'ya adapte olmuş özgün bir karakteri varsa, insanın ve insana ait her şeyin de buralara adapte olmuş özgün bir karakteri var. Dinin de, imanın da, solun da, sağın da...

Ben bu özgünlükler içinden solu hem kafamda düşünerek, hemde yazıp sizlere sunarak velhasıl yazılı düşünerek ele almak istiyorum.

Gelin yazıya çok fazla kavramlar sokarak kafamızı karıştırmak yerine, gündelik hayatta herhangi bir insana kendimizi ifade ettiğimiz gibi düşünelim.Çünkü fazlasıyla kavram kullandığımız dil; ya aslında ifade etmek istediğimiz şeyi yakalayamıyor ya da onu okuyan-duyan kimseler bizim ifade etmek istediğimiz şeyleri pek anlayamıyor.

Mesela Emperyalizm...

Türkiye'de ben solcuyum diyen 7'den 70'e herkes rüyalarında bile emperyalizmi kahrederler. (milliyetçiler, ümmetçiler de ediyor da, onları peşin peşin es geçmiştim)

Peki nedir bu emperyalizm?

Amerikalıların sadece Kürtlerle oynadığı küresel bir oyun falan mı?

Ya da

Yüzyıldır Kürtlere karşı oynanan bir oyun mudur?  Evet yazımın bu noktasında dikkatinizi çektiyse hemen Kürtleri karıştırdım araya. Neden?

Çünkü dün IKBY'de bir referandum düzenlendi. Bağımsızlık referandumu. Türkiye solu yine ve her zaman ki gibi mesele Kürtler olunca iflas etti.

Bende daha önce sosyal medya hesabımdan referandumla ilgili kuşkularımı dile getirdim. Ancak benim derdim Kürtlerin bağımsız olması ya da bağımsız olmayı istemesi değildi. Benim derdim; Barzani'nin güvenilmez bir kişilik olması ve bu referandumu itibarsız kılacak herşeyi yapıyor oluşuydu.

Bir halkın bağımsız olmak istemesi ve dahası bunu demokratik yollarla dile getirmesi kadar doğal ne olabilir bilmiyorum, illa savaşmak ve dökülen kan üstünde milliyetçi bir taban yaratarak oradan mı var olmak gerekir bağımsız olmak için.

Olana bitene detaylıca Amerikan Emperyalizmi demek basit olanı, nasıl olsa 7'sinden 70'ine her solcu amerikan emperyalizmi denince yedeğe giriyor.  Sanki Irak söz gelimi Irak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti de, Amerikan emperyalizmi ISSC'yi yok etmek için Kürtleri kışkırtıyor..

Irak zaten emperyalist bir devlet,  her emperyalistin ABD kadar küresel mi olması gerekiyor?  Zaten Irak'taki Kürtler on yıllarca Irak ordusu tarafından küresel emperyalist devletlerin silahlarıyla ezildi, katledildi.

Hiçbiriniz o zaman Iraklı Kürtlerin acısına merhem olmadınız. Hatta vergilerinizle biti kanlanan kendi emperyalist devletiniz tarafından katliamlara el verdiniz. Barzani'yi eleştirmek başka birşey, Barzani'nin referandumuna oradaki Kürtler adına endişeyle yaklaşmak başka bir şeydir ama oradaki bağımsızlık referandumunda bağımsız olmayı kendi gelecek kaygılarıyla seçen insanların arzularına komplolar dizmek bambaşka bir şey.

Maalesef Türkiye solunun dili; NATO diliyle uyuşmaktadır. Bölgeye istikrarsızlık getirip başka krizlere yol açar, Irak'ın bütünlüğünden yanayız gibi söylemlere 2 sol slogan ekleyerek bir de Amerikan Emperyalizmi demek NATO devletleriyle aynı dili kullanmamak anlamına gelmiyor.

Kürtlerin kendi topraklarında bağımsız yaşamak istemeleri analarının ak sütü kadar helaldir. Önemli olan kurulacak bağımsız devlet içinde yaşayan Kürt olmayan halklara ne getirecektir? Barzani söz konusu olduğunda şahsen ben bu endişeleri üzerimden atamıyorum. Bağımsız Kürdistan'a değil, Barzani'ye karşıyım. Bunu da not olarak iliştiriyorum.








Share:

Referandum değerlendirmesi

Cumhurbaşkanı çıkıyor

Teröristler hayır diyor diye bağırıyor kalabalığa, kalabalık da cumhurbaşkanına bağırıyor "idam isteriz" diye sloganlarla

Başbakan çıkıyor

Teröristler hayır diyor diye bağırıyor kalabalığa, kalabalık da başbakana bağırıyor "idam isteriz" diye sloganlarla

İçişleri bakanı çıkıyor, Dışişleri bakanı çıkıyor; bağırıyor hayırcılar teröristler! diye

Aile bakanı çıkıyor, Enerji bakanı çıkıyor; teröristler hayırcılar! diye bağırıyor..

***

Devletin bütçesi istisnasız EVET çıksın diye harcanmış, medya kurumlarının hepsi yandaş, yalaka; bütün radyolar ve televizyonlar el ele vermiş, dört bir koldan propaganda yapıyorlar, kimine göre aylarca ama Allah biliyor ya yıllarca...

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı  bir pankart astırmış; Demokrasi Kazandı diye..

Adam sokakta böbürlene böbürlene yürüyor, nasıl koyduk ama diye diye...  onun arkadaşı; hayırcıların karısını-kızını-anasını, malını-mülkünü ganimet olarak istiyor... onun arkadaşı Almanya'da; Türkiye dünyanın en güçlü ülkesi oldu diyor...

Cumhuriyet Halk Partisi başkanı çıkmış televizyonda; YSK halkoylamasını tartışmalı hale getirdi diyor

Oyların dışarıdan gelmediği kanıtlansın diye vurulan mühürün olmadığı oyların dışarıdan geldiği ispatlanmadıkça geçerli sayılacak diyor YSK ve devletin tüm imkanlarını hoyratça kullanan evetçilere rağmen hapishaneleri dolduran, her yerde baskılanan hayırcıları yenmenin tek yolu mühürsüz oyları da geçerli saymak oluyorken

Milliyetçi Hareket Partisi başkanı çıkmış kürsünde; Fiili durum bitti mi? Bitti. Sistem değişti mi? Değişti. Maksat hasıl oldu mu? Oldu. O halde mesele bitmiş, düğüm çözülmüş, ülkemizin önü açılmıştır diyor.

Milleti de kendisi gibi sanan, balkon da önündeki yazıyı dahi nasıl okuyacağını başkasına soran ve istisnasız bu ülkede herkese ama herkese beyefendiden başbakan olduysa, benden neler olmaz umudu veren düşük profil; "Sonuçlara her kesimin saygı duyması gerekmektedir" derken yüzü kızarmıyor.

***

Bir yandan da düşünüyorum; %51 Hayır çıksaydı ne değişirdi diye? Referandum kampanyalarının ilk günü konu hasıl olmuştu sonuçta, herkesin hayırı kendineydi... doğru! CHP ile HDP'nin ve dahası Muhalif MHP'cilerin hayırları aynı mıydı?

Herkesi hayırda buluşturan şey aynı mıydı? Değildi..

Ben politikadan anlamam, şimdi bütün hayırcıları aynı yere toplamak ve çok olmak muhtemelen politik olarak bir şey ifade ediyor olabilir, ancak aslında hayır içinde buluşan bazı unsurların birbirini iktidardan daha fazla yok etmek istediğini de hiç kimse unutmazsa; yarın için iyi eder.

***
Şu referandumda tarihte hiç sevmediğim biri ve çok sevdiğim başka biri yine haklı çıktı bana göre..

Birincisi hiç sevmediğim Stalin... ne demişti? "Oyları kimin verdiği değil, kimin saydığı önemlidir" demişti..

İkincisi de çok sevdiği Emma... Emma Goldman "Oy vermek bir şeyleri değiştirecek olsaydı, yasaklanırdı"demiştir.

***
Cumhurbaşkanı referandum sonrası 2019'a kadar yapılacak çok iş var demişti... İlk iş olarak rica ediyorum Yüksek Seçim Kurulu'ndaki Yüksek'i de kaldırıp zıt anlamını koyarlarsa; bu referandumu taçlandırmış olurlar.

***

Bu arada son başbakan ve yaverlerini de tebrik etmeden bitiremeyeceğim; gider ayak 23 milyon 777 bin terörist armağan ettiler Türkiye'ye...
Share:

Abhazya Temsilcisinin Sınırdışı Edilmesi üzerine


Geçtiğimiz gün Abhazya Cumhuriyeti Türkiye Temsilcisinin Türkiye'den sınırdışı edildiğini öğrendim. Hemen herkes gibi benim de ilk başta aklıma "Gürcistan baskısı" geldi doğal olarak. Gürcistan baskısı Türkiye'de neler yaptırmadı ki? Abhaz Çocukları sınırdan içeri sokturmadı mı? Kadıköy'de seçim engelletmeye çalışılmadı mı? ve bunlar daha o kadar sıcak[taze-yeni] şeyler ki ve belki artık soğuyan o kadar çok şeyi unuttuk ki; bilinçaltımız Abhazya'ya yönelik herşeyi otomatik Gürcistan'a bağlıyor. Ama geçtiğimiz saatlerde kaynağını tespit edemediğim bir yerlerden temsilcinin FETÖ terör örgütünün okullarında okuduğu için sınırdışı edildiğini dolaşıma sokunca, ilk başta aklıma gelen "Gürcistan baskısı" biraz buğulanmadı değil. Düşünmeye başladım. Çünkü Türkiye'de bırakın FETÖ'cü olmayı, FETÖ'nün bu ülkede iktidar ortağıyken en büyük düşmanı olan aydınlar bugün ünvanlarından, görevlerinden ihraç ediliyor, özlük hakları ellerinden alınıyor ve hatta tutuklanıyorlar bile.

Çünkü artık açıklanmak istenmeyen herşeyin sebebi "FETÖ".

Nasıl olsa Türkiye'de bu terim iktidar için epey prim yapan bir araç.

Çünkü FETÖ var diye Yenikapı'da bir araya gelen baskıcılar topluluğu, yeter derece de uzlaşarak Anayasayı değiştirmek için de FETÖ var diye bir araya gelebildiler. Ne var yani? diyorsanız söyleyeyim: çünkü bugün iktidarı tek zihniyette iki koalisyon gücü temsil ediyor. Henüz birkaç yıl önceye kadar bu iki kuvvet ellerinden gelse birbirini bir kaşık suda boğmak istiyordu. FETÖ olmasaydı; birbirini bir kaşık suda boğmak isteyen bu iki kuvvet nasıl bir araya gelip Anayasa değiştirecek çoğunluğa gelebilirdi? Neyse..! Abhazlar böyle şeyleri konuşmayı da, okumayı da, düşünmeyi de pek sevmezler genelde. Konumuz da Türkiye iç siyaseti değil. Konumuza dönelim!

Türkiye yasal yollarla Türkiye'de bulunan birini sınırdışı ederken mutlaka bazı gerekçelere dayandıracaktır, belki şaşırılabilir ama Türkiye dış dünyaya yönelik hala hukuk ile temas kuran bir devlettir çünkü.

Yani Abhazya Temsilcisi FETÖ okulunda okumuşta olsa, Gürcistan yönetimi Abhazya Temsilcisinin Türkiye'de olmasını istemiyor da olsa Türkiye çıkıp bu kişi "FETÖ okulunda okudu"  veya bu kişiyi "Gürcistan istemiyor" diyerek sınırdışı edemez.  İlk başta Türkiye'deki Abhaz toplumunu temsil eden STK'ların Abhaz halkını Türkiye hangi gerekçelere dayanarak sayın temsilciyi sınırdışı etti diye bilgi vermeleri gerekir.

Ancak AbhazFed yarım sayfalık kamuoyu bilgilendirmesinde uzun uzun yazmış ama bu konuyla ilgili en ufak bir bilgilendirme yapmamıştır. "Gürcistan baskısından bağımsız olmadığı" tahminden ötesi dışında yazılamamıştır bile. Bu da benim için bu konunun Gürcistan baskısından bağımsız olabileceği anlamına geliyor. Abhaz Fed'in bunu bilgi olarak değil de tahmin olarak yazması ya kendilerinin bu konuda bilgi alamaması ya da alınmış bilgiyi belki yarım sayfalık açıklamalarında satır aralarına sinmiş bazı sebeplerden dolayı "yazamaması" olabileceği düşüncesi uyandırıyor.

Şimdi gelelim arka mahallede neler konuşulduğuna!

Rusya Federasyonu bir kaç gün önce PYD'yi terörist olarak tanımadıklarını açıklamıştı. Bu açıklama Türkiye ile Rusya arasında çıkan "Uçak Krizi" sorununun çözülmeye başlanmasından sonra Rusya'nın Türkiye'yi kızdıracak en büyük açıklaması oldu diyebilirim. Bu konuyu uluslararası ajansları sorgulayarak öğrenebilirsiniz. Rusya'nın PYD'yi terör örgütü olarak tanımadığı açıklamasına kadar Türkiye ile Rusya arasından su sızmıyordu son günlerde. Türkiye'deki tüm Çerkes, Abhaz, Çeçen yani Kafkasya kökenli toplumlar bilir, Türkiye kendisine sığınmış Çeçen mültecileri Rusya'ya teslim etmeye bile başlamıştı. Daha  öncesinde Türkiye BM'e, ABD'ye ve AB'ye PYD konusunda atar yaparken sürekli "Şangay Beşlisi"ni ortaya sürmekten de çekinmiyordu. Türkiye'nin Suriye'de en büyük düşman gördüğü ve asla uzlaşmak istemediği, devrilsin diye MİT yardımcılığıyla Suriye'ye tır tır silah gönderdiği Esad konusuna bile olumlu bakmaya başlamıştı.

Son 3 gün içinde ne oldu?

Rusya Federasyonu, Suriye'de Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütüne karşı sahada en etkili mücadeleyi yürüten PYD'yi terör örgütü olarak tanımadığını açıkladı.

Türkiye ile ABD en üst düzeyde iletişim kurdular ve ABD bir telefonluk sürede CIA Başkanını Türkiye'ye gönderdiğini açıkladı. CIA Başkanı bugün ve önümüzdeki günlerde Türkiye'de iktidar ve ortaklarıyla görüşecek.

Türkiye Abhazya'nın Türkiye Temsilcisini sınırdışı etti

ve son aldığım bilgilere göre Türkiye Rusya'ya iade etmeyi taahhüt ettiği 12 Çeçen'den sadece 1ini iade etmişti. Geri kalanını iade etmeyeceği söylenmeye başlandı.

Peki son 1 hafta içinde ne oldu?

Rusya Federasyonu yetkilileri Suriye'de rejim güçleri ile Kürt güçleri arasında uzun bir zamandan bu yana diyalog çabaları kuruyorlardı.

Açıkçası Suriye Rejim güçlerinin Rusya'ya direnmesi zaten mümkün değil zira Rusya olmasaydı rejimin bu vekalet savaşlarında çoktan çökeceği artık herkesin bildiği bir şey.  PYD ise ABD öncülüğündeki koalisyon ile ortak davranıyordu. Hatta bu davranış Türkiye'yi rahatsız ediyor ve Türkie ile ABD'nin de arasını açıyordu. Bunları çok iyi hatırlayacaksınız. PYD her ne kadar ABD öncülüğündeki koalisyon ile ortak davranış sergilese de Rusya ile de uzak durmuyordu, PYD'nin artık Suriye'de yerli bir oyun kurucu olduğu gerçek ve tüm batılı güçler de, Rusya'da bunu kabul ediyor.

Türkiye ise Uçak kriziyle aralarının açıldığı ve devlet büyüklerinin "emri ben verdim" "bir daha olsa yine yaparız" gibi açıklamalar yapmaktan geri durmadığı Rusya ile ABD ve AB'nin PYD tutumu yüzünden kriz sırasında tüm söylediklerini yutarak bir araya gelmişti. Batıya "benim size ihtiyacım yok, benim alternatif Şangay Birliğim var" bile demişti. İşte şimdi arka mahallede Türkiye'nin Rusya ile PYD yüzünden yeni bir kriz dönemine girdiğini fısıldayanlar var.

Fısıltılar öyle laf olsun diye söylenmiş şeyler değil. AbhazFed'in "gürcistan'dan bağımsız olduğuna inanmıyoruz" görüşünden daha somut dayanakları olan şeyler.

Velev ki öyle. Velev ki Türkiye ile Rusya tekrar bir krize girdi diyelim. Olmuş, olabilecek şeyler bunlar. Devletler çıkarları için vardır, dün çıkarları örtüşürken el tutuşur, bugün çıkarları çakışırken kavga ederler. İşte Çerkeslerin de Abhazların da anlamadığı şey bu: Devlet zaten bir çıkar mekanizmasıdır. Devlet vatan değildir, vatan coğrafyadır. Devlet coğrafya üstünde kurulmuş büyük bir çıkar kurumudur.

Hemen kafanızı karıştırmayın!

Bunların devletler için olağan şeyler olduğunu hatırlayın. Devletler arasında bir zamanların en büyük düşmanları, şimdinin en büyük dostluklarını kuruyorlar. Bugünün en büyük düşmanları da yarının en büyük dostluklarını kurabilirler ve kuracaklardır da.

Burada önemli olan şey; yaşanılan bu şeylerin sizin çıkarlarınıza nasıl etki bıraktığıdır.

Türkiye ile Rusya'nın her krizinde en çok etkilenen halklar Abhazlar ve Çerkeslerdir.

Çerkeslerin yurdu Rusya Federasyonunun içinde, Abhazların yurdu ise yanıbaşında kendini yutmak için an kollayan ve dünyanın Rusya hariç her tarafından destek alan Gürcistan'ın kenarındadır. Yani coğrafyamız Rusya'ya, nüfusumuz Türkiye'ye dahildir.

Türkiye ile Rusya arasında başlayan uçak krizi esnasında Abhazlara yönelik "Abhazar "daha" iyisini bilir ama" başlığıyla bir yazı kaleme almıştım.

O zaman da aşağıdaki ifadeleri kullanmıştım:

Görünen Köy neresidir?

Eğer bende, Türkiye'de cümle alemin ısrarla sözünü ettikleri "Kafkas Diasporası"nı biraz tanıyorsam, nicelik Türkiye öncelikli, nitelik Abhazya öncelikli bir serüvenin peşine düşecek. Niceliğin bugüne kadar yapmadığı gibi yine, muhasebe yapacağını sanmıyorum ama niteliğin bunu örgütleyecek bir tartışması tetiklemesi, onlarca yıldır olduğu gibi yine "an meselesi" Türkiye'de tarihinden, yurdundan çoktandır vazgeçmiş, ulusal aidiyet hissi bulunmayan, kendini Abhazlığa folklorik düzeyde yakın, siyasal düzeyde uzak hisseden Abhazların ezici çoğunluğunu, görünen köy neresi sorumuzun yürüyeceği sonuca varımın bir yolu varsayabiliriz. Umarım ki, yanılırım. Çünkü eğer yanılırsam, "Düşlenen köy neresidir?" sorumuzun yürüyeceği souna varımın bir yolunu tartışmak hem kolay hemde anlamlı olur..

Düşlenen Köy Neresidir?

Düşlenen köy; Abhaz diasporasının bu krizde iki tarafından da bir maşası olmayı reddetmesidir. İki tarafında kendisini zorladığı sonucu ancak Abhaz diasporasının yardımlarıyla Abhazya hükümeti bir fırsata çevirebilir. Türkiye yıllardır Abhazya'nın bağımsızlığını tanımadığı gibi, Abhazya'nın iradesini tanımayan faşist Gürcü yönetimlerini, Abhazya'yı kurşunlayabilsin, bombalayabilsin diye askeri hibelere boğdu. Yetmedi, Abhazya'daki seçimlere yönelik Türkiye'de kurulan bir sandığı engellemek için yaptıkları henüz ortada, unutulacak gibi değil. Türkiye Abhaz Diasporası; işte iki tarafında ilgisine girdiği böyle bir günde, Türkiye'nin Abhazya'yı tanıması ve Gürcü yönetiminin faşist uygulamalarına desteğini kesmesi için bir siyaset üretebilir, bunun üzerine bir politika yürütebilir. Zaten mevcut durumda; Abhazya hükümetinin Rusya taleplerini gerçekleştirmekten başka çaresi olmadığını da anlamak gerekiyor. Bir tarafta, kendisini nato destekli gürcistan işgalinden korumak için her türlü desteği veren bir Rusya, diğer tarafta ise kendisi işgal edilsin diye gürcistan'ı askeri hibelere boğan bir Türkiye. Abhazya'nın, Abhaz diasporası olmadan yapabilecekleri yeterince açık değil mi?

Şimdi ise tekrar söylüyorum, devletin (Türkiye'nin, Rusya'nın, Abhazya'nın) politikaları değişebilir, bugün iyiyken, yarın kötü olabilir.. bugün kötüyken de yarın iyi olabilir. Önemli olan Abhazların yurdu ile bağıdır, yurduyla aralarında geliştirdikleri karşılıklı bağlar olmalıdır. Devletin politikasını "vatan" kavramına sığdırıp Türkiye'de doğmuş büyümüş Abhazları konsolide etmekte veya Abhazya aiditenini yüreğinde hisseden Abhazların bu duygusunu manipüle ederek konsolide etmekte yararsız. Kamuoyunun önüne bir STK'nın, coğrafyasında yaşamayan bir halkı temsil eden bir STK'nın böyle manipülatif yaklaşım sergilemesi de çok yararsız.

Abhazlar şapkayı çıkaracak ve düşünecekler: Türkiye ile Rusya arasında gerçekleşen her sürtüşme niye hep bize zarar veriyor diye.

Karar verecekler!

Ya kaderleri Türkiye ile Rusya'nın akıbetine bağlı sürecek ya da alternatif bir kader için çalışacaklar!

Bugün her ne kadar birileri "ne şiş yansın, ne kebap" mantığıyla çarşaf çarşaf yazıp hiçbir şey anlatamasa da görecekler ki bu zihniyet yarın hem şişi hem kebabı yakacak.

Share:

Bugünün siyasi tarihi ve Çerkeslerin yarını




AKP'nin bugün birilerine verdiği hiçbir teminat yarın için geçirdi değil ama ne yazık ki birileri  bunu göremeyecek kadar kör durumda. Gazeteler, televizyonlar, radyolar kapatılmış, gazeteciler, yazarlar, aydınlar tutuklanmış, milletvekilleri, siyasiler [...] valilikler her türlü gösteri ve yürüyüşü yasaklıyor, iki kişi bir araya gelindiğinde plastik mermi, toma, biber gazı kullanılıyor, polis milletvekilinin ellerine "kes lan" diyerek vuruyor, sırf onun kaburgasını kıramadı diye, oğlunun kaburgasını kırarak onu cezalandırıyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.h

Anayasayı fiilen ihlal etmekle övünen bir adam, ki bu adamın oğlu daha geçtiğimiz yıllar da kara para aklama, hırsızlık ve nitelikli dolandırıcılıkla itham edilmiş ve ifadeye çağrılmıştı ve bu adam her türlü hukuku çiğneyerek oğlunu ifade vermeye göndermemişti, işte şimdi çıkmış diyor ki "Hiç kimse hukuktan üstün değildir." Daha dün MİT tırlarıyla Suriye'deki terör örgütlerine silah gönderdiği belgelenmiş bugün çıkmış "Terör bumerang gibidir" diyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

"Ya başkanlık ya kaos" diyen bir adam bugün çıkmış  parlamentodan bahsediyor, bunları konuşmanın yeri Meclistir demekten zerre çekinmiyor. Kendisinin partisinin de, hükümetin de başına nasıl geldiğini sanki hiç hatırlamıyormuşçasına anamuhalefetin HDP'nin adını bile anmaktan korkarak usulen hazırladığı bir bildiriye "Nedir bu kepazelik" diyebiliyor. Aynı zamanda Suriye'den yaralı teröristleri alıp tedavi edip geri gönderdiğini unutarak "Hiç kimsenin milletin parasını teröre peşkeş çekmeye hakkı yok" diyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

"Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" diyen birisi,  bugün milletvekili tutuklamalarıyla ilgili siyaset yaparken zerre kadar tereddüt etmiyor. Anayasayı fiilen ihlal eden adamın bunu meşrulaştırması için başlayacağı çalışmanın ayağına katılırken yeni kapıda yanyana görünmekten tereddüt etmiyor, bu ortamda mağdurlarla yanyana görünmekten ödü kopuyor. Dokunulmazlıklar ile ilgili AYM'ye başvuru sürecinde "Destek vereni partiden atarım" diyor ve parti sözcüleri çıkıp hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

Muhalif bütün milletvekillerinin, gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasilerin tutuklandığı, televizyonların, gazetelerin ve radyoların kapatıldığı, meydanların halka yasaklandığı bir ortam da  demokrasinin varlığından söz etmek ayrı bir marifet.

***

En başından bu yana, ülkede gelişen her şeyin bize olan etkisini anlatmaya çalıştım Çerkeslere. Sadece kötü şeylerin değil, iyi şeylerin de. Fanus içinde olmadığımızı, dış dünya ile etkileşim halinde olduğumuzu yazdığım bir çok yazı var. Rusya ile başlayan uçak kriziyle, Türkiye'nin Suriye politikasının Çerkeslere verdiği zararı bugün inkar edebilecek kimse olmamasına rağmen, bunu Rus düşmanlığı üzerinden hala övecek bir sürü insan var. O halde sanıyorum artık hiç kimse, ülkede gelişen hiçbir şeyin bizi etkilemeyeceği iddiasında bulunamaz ve dış dünya ile etkileşim halinde olduğumuzu kabul eder.

Peki bugün yaşananlar ışığında baktığımız zaman Türkiye, Çerkesler için nasıl bir öngörü oluşturuyor?


İktidarın artık tek bir siyasi parti olduğu söylenemez, çünkü iktidarın günahı sırtında kendi başına taşıyacağından fazla ağırlaştı. İktidar artık bir koalisyondur ve bu koalisyonun bir ortağı da MHP'dir. Birlikte kurdukları koalisyon iki günlük değildir, AKP'nin savaş politikalarına girmesiyle birlikte ki özellikle haziran seçimlerinden sonra çok açık bir şekilde bir ilişki geliştirmişlerdir. Zaten o günden bu yana Türkiye Halklar açısından giderek gerilemiştir. Halkların sadece birlikte siyaset yaptıkları alanlar değil, birlikte konuştukları televizyonlar, birlikte yazdığı gazeteler de kapatılmıştır. Halklara duyarlı gazeteciler ve yazarlar da tutuklanmıştır. Çerkeslerin kendini topluma karşı ifade edebilecekleri her türlü alan saldırı altında tutulmakta ve baskılanmaktadır. İMC TV'nin kapatılması örneği Çerkeslerin Çerkes olarak kendilerini topluma aktarabildikleri bir alanın nasıl yok edildiğinin göstergesidir. Bugüne kadar parlamento da Çerkes sorunlarının araştırılması ve önüne geçilmesiyle ilgili önerge veren isimlerin tutuklanması da Çerkeslerin kendini devlete ifade edebildikleri vekillerinin susturulması ve baskılanmasıdır.

Çerkeslerin siyasi olarak aynı düşünmediği, Türklerin ve Kürtlerin de aynı düşünmediği kadar elbette gerçek, hiç kimsenin bütün Çerkesler adına açıklama yapması doğru değil ancak aynı düşünen-düşünmeyen bütün Çerkesleri ilgilendiren şey Çerkesliktir. Çerkes halkının dilinin, kültürünün yaşanmasına, gelişmesine ihtiyacı olduğu da açık. Bugün genç Çerkes nüfusunun çoğunluğunun anadilini bilmediği gerçeğini hiçbir parti taraftarlığı yok edemiyor, bu anlamda Çerkeslerin kendilerinin bu sorunlarını ifade edebileceği ve çözüme odaklı siyasal faaliyet yürüterek bu sorunun önünü almayı deneyecekleri alanla, bugün iktidar zihniyetinin yok etmeye çalıştığı alan farklı değil. Bu anlamda iktidarın yok ettiği alanı savunmak, Çerkes dilini ve kültürünü de savunmaktan ötesi değil.

"Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir" diye bir söz vardır, Çerkeslerin hukuki olarak yok sayıldığı, kendi dili ve kültürleri için siyasal faaliyet yürütüldüğü, topluma hitap ettiği alanların kapatıldığı bir zeminin hiçbir Çerkes için hayırlı olmadığı belli. Nasıl dün yaşanan "Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" demelerle "AYM'ye başvuru için destek vereni partiden atarım" demelerle, "Yenikapı ruhu" içine girmelerle bugünlere gelinmişse, bugünde başta Kürtler olmak üzere tüm muhalefete saldırılar, yarın Çerkeslerin başına ne geleceğinin en net göstergesi.
Share:

Erdoğan İtiraf Etti: "Ben Diktatörüm"



Cumhurbaşkanı o zamanlar başbakan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin 70nci Mali Genel Kurulunda çıkmış kürsüye konuşuyor. O zamanlar konuştuğu şeyleri ilk duyduğumuzda biz şaşırmıyoruz tabi; sahi hangi diktatör halkına “ben diktatörüm der?” diye düşünüyoruz. O zamanlar da yaptıkları bize göre diktatörlükten ötesi değil ama biz hiç akıl sır erdiremiyoruz Erdoğa’nın bu söylediklerinin geleceğini tarif ettiğini.

Şimdi düşünüyorum da Erdoğan meğerse 22 Mayıs 2014’ten ilan etmiş 16 Temmuz 2016’daki sıfatını. Ben demiyorum, kendisi söylüyor: Diyor ki “Ben diktatör olsam meydanlara çıkamazsınız” İşte buyur, meydanlara çıkamıyoruz. Yani bugün Erdoğan’ın o zaman ki söyleminden ölçüt alarak, kendi diktatörlük anlayışından yola çıkarsak dahi; Erdoğan kendi ağzıyla söylüyor: Ben diktatörüm diye. Erdoğan’ın o zaman ki söyleminden yola çıkarak “Erdoğan diktatör olmasaydı, bugün meydanlara çıkabilirdik” demek ki. Meydanlara çıkamıyoruz, niye? Çünkü Erdoğan diktatör. Sadece meydanlara mı çıkamıyoruz, ekranlara da çıkamıyoruz, sayfalara da çıkamıyoruz. Yani anlayacağınız basit bir diktatörlükte değil yaşadığımız. Yani Erdoğan ve diktatörlük insanlara daha nasıl anlatılabilir bilemiyorum.

Yeni Kapı diye bir ruh tutturdular ve bugün Türkiye’nin üzerine kabus gibi çöken fiili rejimin arayıpta bulamadığı her şeyi o ruha feda ettiler. 18 Ağustos’ta “Türkiye’nin Demokrasisi, Sonra Çıkar Oligarşisi” başlığıyla yayınladığım yayında şöyle yazmıştım.


“Devletin kuruluşundan bu yana; oligarşi düzeni hiç değişmedi. Oligarklar kendilerine "milliyetçi" bir cephe kurdular ve sürekli düşmanlar üreterek bu cepheyi beslediler.  Bu oligarklar çoğu defa birbirleriyle kavgalar da etseler, hiçbir kavgaları ilkesel bir tutum üzerinden ilerlemedi. Herşey çıkarlar üzerine kuruluydu, CHP, AKP'nin devletin bütün kurumlarında kadrolaşmasına şiddetle karşı çıkıyordu, ancak bunu AKP'nin devletin bütün kurumlarından CHP'lileri etkisizleştirmesi yüzünden yapıyordu.

MHP her ara elemandı. İktidar kimde olursa olsun, onla gizli ya da açık bir ittifakı vardı.”

Bugün gelinen nokta da, o gün, o  ruha bugün üzerimize çökecek kadar yetkiyi feda eden siyasi parti liderlerinden veya liderlerini eleştiremeyen vekillerinden hiç kimse “hikayeler” düzmesin. Yenikapı’da sıkıştığınız el, kürsü de sallanıyor ama kürsünün bir hükmü kalmadıktan sonra oradan bağırıp-çağırmanın bir değeri kalmadı.

Diğer faktör ise muhalefet partilerinden birisi zaten artık diktatörün yedek partisi haline geldiği için, aslında daha doğrusu tarihi hep gücü elinde tutanın yedeği olarak gelişip partileri bunun üzerine kemikleştiği için diyecek bir şey yok.

15 Mayıs 2016 tarihinde “Türkiye Büyük Tayyip Meclisi” isimli yayınımda yazdığım gibi. Büyük Millet Meclisi KHK’larla artık Tayyip’in fiili durumuna hukuki boyut kazandıran “Sipariş Yasa Üretme” kurumuna dönüşüyor. Yenikapı’da Erdoğan’a bu gücü verip bugün hükümsüzleşen kürsüden bağırıp çağıranlar ise o kurumun mızmızlanarak çalışan memurlarından başka neyi ifade ediyorlar?


29 Ekimde Kılıçdaroğlu kürsüden diyor ki; “4ncü büyük devrime hazır olun” “Tam Demokrasi devrimiymiş 4ncü büyük devrim” Fakat biz Kılıçdaroğlu’nun hali hazır temsili demokrasiye dahi sahip çıkmadığını görüyoruz? Demokrasinin bölge bölge, il il, dil dil ayrı seviyeleri olduğu bir Türkiye’de daha kendi memleketine neden Ankara’daki demokrasi gelemedi diye düşünemeyen bir adamın “ilk bedeli ben ödeyeceğim” demesi sizce manidar mı? Benim artık Kılıçdaroğlu’ndan umudum yok, zaten öyle büyük umutlarım da olmamıştı ama artık zerre kadar umudum yok. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde FETÖ’nün çatısı altına girmekten gocunmayan, kendi tabanına “tıpış tıpış oy vereceksiniz” demekten kızarmayan, kendi partisinin milletvekiline kurşun sıkan ülkücü üzerinden bile ülkücülere methiyeler düzen (ki ben geçmişten günümüze elindeki eli kanlı ülkücüleri eklemek dahi istemiyorum) bir liderden nasıl umutlu olabilirim? Biz artık anti laisist ve tamamen faşist olanların Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin elleriyle demosunu yaşattıkları “Karşı Devrime” direniyoruz. Onlar her ne kadar nasıl olsa bizim söylediklerimiz duyulmaz diye umut ederek insanların gazını alan 4ncü büyük devrim masallarını gazete gazete, televizyon televizyon anlatsalar da, bugün değilse bile yarın kimin faşist devrime güç verdiği kimin direndiğini bir gün tarih muhakkak ortaya da çıkaracak. Biz de o güne kadar basılı gazetelerimizi sustursalar internet gazetelerine, internet gazetelerini sustursalar defterlerimize, defterlerimizi yakıp yıksalar kentin duvarlarına, bizi duvarların içine hapsetseler aklımıza  yazacağız gerçekleri. Bu da Kemal’in 16 Temmuz’da koltuğunu bile feda etmekten tir tir titreyen iradesizliğine kapak olsun.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler