Globalizm ve Çerkes Toplumu: 1 - Jıneps Gazetesi Kasım 2017




Birşeyi peşinen kabul etmek gerekir, o da; bir hata kim tarafından yapılıyor olursa olsun hata olduğudur. Hatayı yapan kişi onu doğru kılmaz aksine hata kim tarafından yapılıyorsa yapılsın o kişiyi yanlış kılar. Benim emeğe, tecrübe ve bilgiye saygım sonsuz, hiç kimseyi bunlardan dolayı eleştiremem. Ancak bunlardan dolayı hiç kimseyi de peşinen her konuda haklı göremem. İnsan hatalar yaparak tecrübe kazanır ve insanın kültürü de hatalar yaparak tecrübeler kazanan insanların hatalarından kazandıkları tecrübeler üzerine inşa olmuştur. Her toplum sabit bir tecrübe üzerine değilde her biri kendi tecrübeleri üzerine inşa olduğu için olsa gerek, insanlar bu kadar fazla toplumlar oluşturmuşlardır. Bana sorsalar tarih nedir diye, tarihi bir tecrübe olarak yorumlarım. Resmi tarihlerin tüm propagandaya dönüşen ve sürekli kahramanlıklardan övünerek bahseden yapısına inat; tarih tam arkamızdan başlayarak insanlık tarihinin de ötesine de uzanan yapısıyla, oluşmuş veya yapılmış hatalardan elenerek bir basit doğru üzerinde yaşamı ve de insanı bugün ki konumuna getiren serüvendir. Ötesi bu serüveni yorumlamaktan başkası değldir.
Benim açımdan mensubu bulunduğum Çerkes toplumuda bunun içinde kendi özgün hatalarından tecrübeler kazanarak bir kültür inşa etmiş ve bu şimdiye kadar devam ederek şuana gelmiştir. Açıkçası sadece Çerkesler için değil tüm toplumlar için kültürel kıyıma dönüşen ve küreselleşme adına insanlığı tek kültüre -tüketim kültürüne- taşıyan kapitalizm; diğer kültürler gibi Çerkes kültürünü de bozmaktadır. Dolayısıyla söylemek istediğim şey bugün okuyan yazan Çerkeslerin olumlayarak veya eleştirerek bu meseleye kendi pencerelerinden ne kadar bakmadıkları... Baksalar bile bunu Çerkes kültürünün içinden toplumun kendi tarihsel ilerleyişiyle değil, aksine kapitalizmin karşısında varolan ve hatta kapitalizmin sınıf ilişkilerine karşı doğan başka bir küresel ideoloji ile bakabiliyor olmaları. Yani Çerkes kültürünün bu tüketim toplumu içinde yeni kazandığı ya da kaybettiği değerlere karşı; üretim toplumu içinde yeni kazanacakları veya kaybedecekleri değerler tam olarak yazılmış veya çizilmiş değil. Oysa Çerkesler bugün kapitalizmin içinde yeni değerler kazanırken, eski değerlerini de kaybediyor ve yine Çerkesler SSCB döneminde üretim toplumu inşa sürecinde yine bir şeyler kazanmış ve bir şeyler kaybetmiş olmalıdır. Dahası Çerkesler hem kapitalizmin tüketim aşamasını hem de sosyalizmin üretim toplumu aşamasını farklı topluluklar halinde tecrübe ederken, iki topluluğunda bu tarihsel süreçlerini deneyimlyen yazar çizer tayfası da varken, bu iki süreci yaşamış Çerkes topluluklarının hem birbirleriyle hem de geçmişleriyle karşılaştırılarak olumlamaları veya eleştirileri yapılmamış. Bunların yapılmamış olması başlı başına hatayken ve biz bu hatalar içerisinde yine küresel bir kültürün dejenarasyonu içerisinde yavaş yavaş ama işleye işleye tüketim toplumuna dönüşürken ya da tüketim toplumunun Çerkesler üzerindeki dejenarasyonunu değilde üretim toplumundaki sınıfsal eleştirisini yaparken; sanki bütün bunlar olmamış gibi, bütün bunlar olmuyormuş gibi bugün sadece şahsi tecrübelerimizin anlık olgular karşısında bir değer bulmasını talep eden halleriyle zaman tüketiyoruz. Zamanı ileriye taşırken, zamanla birlikte bu hatalarımızı da daha  katmerleyerek ve daha karmaşık hale getirerek ileriye taşıyoruz. Bizim bu duruma bakıp anlamamız gerekir. Bu duruma bakıp anlamaya çalışırken de duracağımız yer Çerkeslik olmalıdır. Çerkeslikte durarak ve durduğumuz yere bağlı kalarak objektif bir şekilde içinde bulunduğumuz global kültürün bize kazandırdığı yeni değerleri de, kaybettirdiği eski değerleri de tespit etmek gerekir. Bunları yaparken kazandığımız her yeni değerin iyi birşey olmayacağı gibi, kaybettiğimiz her değerinde iyi kötü olmayacağını unutmamak lazım. Zira her kazandığımız şeyi iyi ve her kaybettiğimiz şeyi kötü sanmak ya da her kazandığımızı kötü, her kaybettiğimizi iyi sanmak bizi başka bir hataya sürükler. Nihayetinde Çerkesler de diğer halklar gibi tarihin bir aşamasında bugün bilinen değerleriyle şıp diye oluşmamışlar, tarih içinde yeni değerler kazanarak, eski değerler kaybederek bugünlere gelmişlerdir.
Bu anlamda kalemin yettiğince ve aklım erdiğince bildiklerimi, gördüklerimi ve düşündüklerimi; benden daha iyi bilen, benden daha çok görmüş ve daha fazla düşünenlerin affına sığınarak anlatmayı bir sorumluluk kabul ediyorum. İnanıyorum ki düşündüklerimi yazıya dökmek ve genele açmak bu konuda bir başlangıç olur, yazdıklarımın içindeki hatalardan arınmış ve eksikleri tamamlanarak daha iyi ve gerçekçi bir şekilde Çerkeslerin bu toplumsal değişimleri tamamlanmış bir tartışmaya çevrilir. Beni yeni kazanılmış hiçbir değeri eleştirmediğim gibi eskiden olan kaybedilmiş hiçbir değeri koruma güdüsüne girmeden, hem yaşadığı yeni dünyanın farkında hem de yaşanılmış eski dünyanın huzurunda şahsi görüşümü Çerkesler için faydalı olması arzusuyla sizlerin eleştirilerine bırakıyorum.

* TOPLUMA BAKIŞ VE KÜLTÜR

Toplum kolektif bir yapıdır ve kültür toplumun üretimidir. Toplumun yarattığı kültür bir sanat değildir aksine bir düzendir ve toplumun bir arada yaşayabilmesi için, içinde bulunduğu şartlara uygun biçimde toplumun ferdi olan veya olacak bireylere roller kazandırır. Bu rollerin her biri toplumun yaşadığı tecrübeye dayalı biçimde gelişmiştir. Toplumun yaşadığı çağa özgü gereksinimleri neyse kültürü de o gereksinimleri karşılayacak bir düzeni oluşturacak biçimde değişir. Yaşadığı çağın gereksinimlerini karşılamak için değişmeyen kültür hatalıdır. Bu hata öyledir ki ihtiyaçlarını karşılamak için başka kültürün gelmesine ve yerleşerek toplumu kendi değerlerine bağlamasına sebep olur. Ancak bu yinede topluma gelen yabancı her kültürün kötü birşey olduğu anlamına gelmez. Yinede ihtiyaçlarını karşılamak için değişmeyen (değişemeyen) kültürün sürekli dışarıdan edinilmiş kültürlere bağlı kalmayı alışkanlık haline getirmesi her zaman kötüdür. Milliyetçiliğin global hatası olan; toplumun soy bağıyla bir arada olacağuna inancın aksine, toplumu birbirine bağlayan şey soy değildir. Kültürdür. Eski zamanların aksine -ki eski zamanların da eski zamanlarında toplum hiçbir zaman soya bağlı kalmamıştır- toplumlar sadece kendi soylarının yaşadığı dar bir alanda sıkışık kalmadılar ve asla da kalmayacaklar. Hatta Kapitalizmin globalleşme politikarıyla daha fazla iç içe girecekler. Bu anlamda toplumu soya dayandırmak ve milliyetçilikle bu şekilde tutuculaştırmak doğru değil. Toplumlar bir arada yaşayabilmek için kültür üretebilen insanlar sürüsüdür ve ürettikleri kültür topluma yetmediğinde hiçbir soy bağı insanı o kültürün bir parçası yapamaz. İnsan tükettiği kültürün toplumuna aittir. Bizim Çerkesler olarak toplumumuza ve kültürümüze bu şekilde bakmamız gerekir. Kültürümüzün günlük hayatımızı ne kadar karşılayabildiğini ve ne kadar karşılayamadığı yerleri neden karşılayamadığını duygusallıktan uzak ve hayatımızın akışına uygun biçimde ele almamız gerekir. Duygusallıktan uzak ve hayatın akışına uygun düşünmemiz, bu konuyu çözmeden ileri bir zamana ertelemememiz için o kadar gereklidir ki bunu anlayabilmemiz için hiçbir kültürün sonsuza dek bugün yaşayabildiğimiz düzeyde kalamayacağını anlayarak fark edebiliriz. Bunu da; bundan 30 yıl önceki kültürel varlığımızı, bundan 100 yıl önceki kültürel varlığımızı, bundan 150 yıl önceki kültürel varlığımızı zihnimizde pekiştirerek başarabiliriz. Elbette kültürel varlığımızın olduğu yerde kalmaması bir sorun değil ama kültürümüzün yerine farklı bir çok kültürün yerleşmesi ve kalıcı olması ise çok büyük bir sorun.  İnsanlar sürekli geçmişi özleyerek geleceği yaşayan canlılardır. Belirli bir yaşın üstü daimi geçmişteki ilişkileri arar ve onları savunurlar ama geçmiş hiçbir zaman geri gelmez, gelen hep gelecektir. Bu anlamda bakınca toplumun geleceğini oluşturanlarının ihtiyaçları düşünülerek ve hatta tam da onlar tarafından veya onların ağırlıklı söz sahibi olacağı platformlarda kültürümüzün dokunulmazlık tabusu yıkılmalı ve tartışmaya açılmalıdır. Toplumun ihtiyacı arttıkça, kültürü toplumun ihtiyacını karşılamalıdır ve toplumun en büyük ihtiyacı; gençleridir! Kültürümüz toplumun ihtiyacını karşılayacak biçimde sadece bir defa değil, tekrar tekrar ele alınmalıdır ve bu da hiç kolay değildir. Bu tartışmaları açacak kişi veya kişiler ve hatta ekipler kendi motivasyonlarını korumaları açısından bu tartışmaların kolay şeyler olmadığını ve bir anda etki sahası oluşturamayacağını bilmelidir.
Konu başlığımıza başlarken yazdığım gibi kültür toplumun değil, toplum kültürün üreticisidir. Toplum tarafından üretilmiş kültür ise toplumun sistemidir. Aslında daha iyi anlayabilmemiz için şunu da ilave edebilirim; bugün yaşadığımız tüketim kültürü kapitalist toplumun üretimidir ve insanlar bu kültürün içinde tüketim sistemini yaşıyor, yani günlük yaşantımızda olmazsa olmaz hiçbir değeri üretmeden sadece onları tüketmeye muhtaç bir şekilde gelişiyor. Tarımdan, hayvancılığa, sanattan, bilime kadar; tüketiyor. Oysa toplumun bunları üretebilmesi gerekirdi, bunları üretemediği için parayla satın alıyor ve para kazanmak için gelişen süreç kapitalist toplumun modern kölelik olgusunu başlatan temen faktör. Neyse...  Konumuza dönecek olursak Çerkes kültürünün Çerkes toplumu tarafından üretilen bir sistem olduğunu ve dokunulmaz olmadığını hatta bin yıllarca dokunula-dokunula oluştuğunu, çağına uyduğunu, çağın ihtiyaçlarını karşılayabildiği için bugünlere geldiğini anlamak gerekir. Bunu anlarken de kültürün bu tarihsel serüveninin hiçbir yerinde, tek bir defa tartışılarak değilmediğini de anlamalıyız. Dün öyle olmadı, bugün de öyle olmayacağı gibi eğer bir yarını olursa yarın da öyle olmayacak.
Share:

Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde Komedi: "Uluslararası Kafkas Ödülleri"




Bir zamanlar "Kafkas Diasporası Ödülleri idi bunun adı, hatta öyle komikti ki ne zaman canım sıkılsa girer bakardım arada gülmek için. Çünkü "Kafkas Diasporası" diye birşey yoktu. Sadece bize göre mi yoktu?

Hayır kimseye göre yoktu..

Çünkü öyle bir şey yoktu...

Onlara göre de yoktu, hatta en çok onlara göre olamazdı.

Onların "Kafkas" tanımı, Kafkasların (Kafkasya Coğrafyasında yaşayan bütün halklar, milletler, hatta uluslar) kendi varlığının yanında "deve de kulak" idi. Onların Kafkası; en fazla Şıx Şamil'in etrafında cihat eden müminlerin yaşadıkları yerlerden ibaretti. Halbuki onların Kafkasından çok daha büyüktü Kafkas..

Dolayısıyla olmayan bir şeyin adına ödül törenleri falan düzenliyorlar, siyasetçilere, iş adamlarına, gazetecilere, belediye başkanlarına kalpaklar takıyorlar, plaketler veriyorlardı.

Tiyatro gibi;

Uçan Spagetti Canavarı adına; sizi yılın en iyi "bilmem neyi" seçtik demekten ne farkı vardı?

Hadi bu törenleri düzenleyenler neyse, sonuçta en fazla kaç kişiydiler ki, hepsi aynı odada nefes alsa oksijen yetmezliğinden halüsilasyon görebilirlerdi.

Ya peki o siyasetçiler, iş adamları, gazeteciler, belediye başkanları?

Asıl onlar bu komedinin en çok kahkaha atılanları değil miydi? Olmayan bir şeyin töreninde en iyi olmaya geliyorlardı.

Kimisinin kafasına olmayan bir şey adına kalpak takılıyor.

Kimisinin eline olmayan bir şey adına plaket veriliyor.

Hiç mi demez bir insan, tamam beni seçmişler eyvallahta; yani ne adına aldım ben bu ödülleri diye?,

Olmayan bir şey adına ödül almak hoşlarına mı gidiyordu acaba? Öyleyse biz de her ay  "Uzay Diasporası" adına onlara ödül yollayalım öyleyse, mutlu olsunlar... Belki mutlu olurlarsa; daha iyi işler çıkarırlar branşlarında?

Neyse.

Konumuza dönelim...

Bizim olmayan bu Kafkas Diasporası artık yetmemiş, kadro aynı, zihniyet aynı, amaç aynı, tören aynı, olmamışlık aynı, yaptım olduculuk aynı, kendini beğenmişlik aynı, bir şeyler yapıyorumculuk aynı...

Ama Kafkas Diasporası artık aynı değil, Onlara Kafkas Diasporası olmak yetmemiş! Tek farklı olan bu Kafkas Diasporasının artık "Uluslararası" olması. Yani adı "Uluslararası Kafkas Ödülleri"
Ama böyleyken de söyleyeyim "Kafkas Diasporası" ne kadar yoksa "Kafkaslar" da o kadar varlar. Kafkasya coğrafyasında yaşayan bütün halklara "Kafkas Halkları" denir. Ama unutmadan söylemeliyim ki; Ermeniler, Gürcüler, Kürtler, Lazlar, Ruslar, Azeriler, Karaçaylar,  Nogaylar, Balkarlar falan da "Kafkastır"

Bütün bu halkların hem Kafkasya'daki vatanlarında hem diasporalarında kendi kurumları ve kuruluşları da var.

Peki bu "Uluslararası Kafkas Ödülleri" bunlarla mı alakalı?

Alakası yok.

Peki Abhazlar, Çerkesler, Çeçenler, Osetler ya da İnguşlarla alakaları var mı? Bu halkların da gerek Kafkasya'daki anavatanlarında gerekse diasporalarında çok fazla kurumları vardır..

Abhaz Dernekleri Federasyonu, Birleşik Kafkasya Dernekleri, Çerkes Dernekleri Federasyonu, Kafkas Dernekleri Federasyonu, Kafkas Vakfı, Oset Vakfı gibi Türkiye'de ve bu halkların yaşadıkları her ülkede dernekleri, vakıfları bulunmaktadır. Bunlarla mı alakalı?

Alakası yok.

Hadi diyelim bir sadece bir dernek bilemedin üç dernek bu organizasyona destek veriyor. (destek dediğimizde tören için gönderilen davete icabet etmek manasında)

Yeter mi bu "uluslararası kafkas ödülleri" dağıtmaya..

İşte yeni komedi de burada başlıyor. Çünkü bu organizasyon oluyor... hemde nerede? Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde.

Cumhurbaşkanı da davetli, muhtemelen gelecek. Kaçırmaz böyle şeyleri biliyoruz artık

Zaten ödül töreninin teması da belli, sayın Cumhurbaşkanının en sevdiği cinsten: 15 Temmuz

Ayrıca Rusya Devlet Başkanı Putin beyin de davetli olduğunu öğrendik.

Muhtemelen gelmeyecek ama gelirse ne kadar komik olurdu anlatamam. Komedimize tüy dikerdi sayın Putin gelse.

Yahu bu organizasyonu düzenleyen ve görev alan insanları anladım sayın cumhurbaşkanı bunlar hangi sıfatla "uluslararası kafkas ödülleri" dağıtıyorlar diye hiç mi düşünmüyor? Hadi o düşünemiyor, malumunuz çok yoruluyor. Hem Cumhurbaşkanı, hem Parti genel başkanı, hem herşey kendisine bağlı; belediyeler bile neredeyse kaldırım çalışmaları için izin alacaklar kendisinden (belki alıyorlardır) Peki Cumhurbaşkanının bin odalı saraylarında bu işlerle ilgilenen memurlar ya da en azından danışmanları falanda düşünmüyor mu?

Sanki memleketin kürsüsü bitecek, her kurulacak kürsüye "acaba bu nedir" demeden çıkılmamalı bence.

Sonra çıkıp "Aldatıldım" "Kandırıldım" falan demek durumunda kalmasından endişe ediyorum.

Şimdi bu komediyi izliyorum, savunanları, karşı çıkanları, katılacakları, izleyecekler falan.

Bu kötü günlerde yüzümde gülücük etmeyen Uçan Spagetti Canavarı Ödülleri tadında 5-10 kişiyle Uluslararası Kafkas  Ödülleri dağıtan kişilere tek başıma Uluslararası Çerkes Komitesi Süper Ötesi Başkanı olarak teşekkür ediyorum: Siz olmasaydınız neye gülecektik acaba?

Bu arada dipnot niyetine de şunları ifade etmek isterim, bu olmayan diaspora ödüllerini; uluslararasılaştırmakta mahir kişi geçtiğimiz genel seçimlerde bir yerde akp'den aday adayı olmuştu ama aday olamamıştı. Bülent Arınç'a yılın siyasetçisi diye kalpak takmıştı ve sözde Çerkes Ethem'in hain olmadığının ortaya çıkarılması yönünde bir komisyon sözü almıştı, o komisyon da kurulmadı.

Share:

Türkiye'deki "Kafkasyalı Mülteciler"

"Kafkasya, Karadeniz ve Hazar denizi arasında yer alan, Avrupa ve Asya'nın sınırında bulunan bölgenin ismi. Kafkas sıradağlarında, Avrupa'nın en yüksek dağı olan ve Kafkas halklarının sözlü edebiyatını oluşturan Elbrus Dağı bu bölgede bulunmaktadır. Kafkasya bölgesi siyasi ve coğrafi olarak Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya olmak üzere ikiye ayrılır. Güney Kafkasya bağımsız ve egemen devletlerden oluşmaktadır. Kuzey Kafkasya ise Rusya Federasyonu içinde bulunmaktadır."


bAndista'nın "Haymatlos" şarkısını duymayanınız çoktur... Hatta bAndista'yı duymayanlarınız bile vardır.. bAndista; Türkiye'de ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, göçmenlerin, mültecilerin ve tabii ki enternasyonalin notalara işleyen devrim zincirinde küçük ama sağlam bir halkadır.

Haymatlos şarkısının tanıtımında kendi sözcükleriyle şu ifadeler yer alır:

"Küresel muktedirlerin neden olduğu savaşlardan, iktisadi ve sosyal yıkımdan, ekolojik krizin sonuçlarından kaçan göçmenler daha iyi bir yaşam kurmak için sınırları aşmaya çalışıyorlar. Yasadışı göçle mücadele olarak adlandırılan şey aslında bir cephesinde devletler, kolluk kuvvetleri, özel kuvvetler, sınırlar, silahlar ve hapishaneler, beride ise sade insanların olduğu bir savaş. Çünkü biliyoruz ki insanlar değil, sınırlar ve o sınırları kurup koruyan kurumlar illegaldir. Çünkü biliyoruz ki kimse nedensiz kaçmaz. Çünkü hepimiz göçmeniz; buradayız, kalacağız, yaşayacağız. Sokakların sesini duyun!"

Kimdir bu küresel muktedirler? Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Almanya, İngiltere, Fransa başları (Küresel) bir çokları da kuyruğu (Yerel) olan Emperyalizmin her coğrafyadaki temsilcileridir.

Biz Çerkesiz,

Küresel muktedirlerin neden olduğu savaşları, iktisadi ve sosyal yıkımları, ekolojik krizleri, sürgünleri ve soykırımı yakından tanırız. Tarihimizin kalbine bir hançer gibi saplanmıştır çünkü hepsi. Sanmayın ki bunlar geçmişte kalmıştır. Çünkü adalet tecelli etmedikçe geçmişte açılmış yara sanki ilk gün gibi sızlamakta ve sürekli kanamaktadır. Ancak sadece geçmişteki yaralarımızın sızlaması ve kanaması da yetmez gibi, her gün yeni yaralarla bizleri yıldırmaya çalışmakta olan küresel bir muktedir bulunmaktadır hala coğrafyamızda. Çerkesler ve elbette Çerkeslerin kardeş halkları, akrabaları ve komşu halkları bu savaşın, yıkımın ve krizin merkezindedir. Dünyanın dört bir yanına dağıttığı Çerkesleri hala pervazsızca kendi vatanlarının yabancısı olarak gören, orada kalan insanlarımızı da kendi vatanlarından kaçırmak için her türlü baskı ve zorbalığı yapmaktan çekinmeyen bir muktedirdir.

Guaşo Ruslan davası hemen arkamızda, bir çoğunuz artık bilmektesiniz. Daha arkasında kendi sokaklarında dans ettiği için gözaltına alınanlar, daha arkasında Khuade davası.. daha arkasında failleri hiç bulunamayan aktivist cinayetleri... Bildiklerimiz bilmediklerimizden çok daha az, bize ulaşanlar sadece; artık gözümüze batıra batıra yapılan hukuksuzluklar, adaletsizlikler, baskılar ve cinayetler.

Bunları orada konuşmak zor olduğu için burada öğrenmekte daha zor, Rusya dünyadaki herhangi bir devlet gibi değil.. Eli kolu dünyanın neredeyse her yerine uzayabilen, dünyanın herhangi bir yerinde istemediği kişileri susturabilen bir devlet. Yüzyıllar önce  Marcus Aurelius'un adalet üzerine söylediği "Yasalar örümcek ağına benzer, küçük sinekler ağa takılır kalır, büyük sinekler ağı deler geçer." sözü işte bu küresel muktedirleri ve elbette Rusya'yı birebir tarif eder. Rusya büyük sinektir ve Rusya sürekli her türlü yasayı delip geçerek; dünyanın her yerinde eli vardır.

Dünyadaki idealsiz toplumlarında içinde açık ya da gizli "güce tapanlar" toplulukları çokça bulunur. Bu topluluklar bugün Türkiye Çerkeslerin de içinde de var. Bu topluluklar bu gücün zulmüne dahi olsa karşı gelen her anlayışa öyle yada böyle muhalefet ediyorlar. Açıkça Rusya'nın gücünü öne sürerek oradaki insanları tehlikeye atmamayı öğütleyenler zaten gözle seçilebiliyorlar. Yani "ölümü gösterip, sıtmaya razı etme" misyonu diyelim biz ona. Bir de gizli politikalar ile Çerkes toplumuna derin fay hatları döşeyerek bu işi yapanlar var. Asıl tehlikeli olan da işte bu fay hatlarını oluşturan, toplumu kendi içinde kutuplara ayırarak çatıştıran misyonu edinenler.

Bilgi kirliliği oluşturup velvele ile aynı toplumun içindeki farklı kesimleri birbirine ötekileştirerek; toplumun kendi sorununa, toplumun kendi içinde muhalefet ettirilip hem bazı şeylerin üstünü kapatır hemde gelecek için toplumu kriminalize ederek başka şeylerin önünü açarlar.

Mesela şuan kendi yurtlarında gördükleri baskılar nedeniyle Türkiye'ye iltica etmiş kişiler, tam da Türkiye ile ABD'nin arasına giderek açılıyorken ve buna paralel olarak Türkiye ile Rusya'nın arası giderek kapanıyorken; sınırdışı edilmek üzere Türkiye tarafından gözaltına alınıyorlar.

Türkiye Çerkes diasporası hem küresel hem de yerel siyaset bakımından çıplak bir toplumdur. Son yıllarda ortaya çıkan şeyler de bana göre esasen Türkiye Çerkes diasporasına bir siyaset kazandıracak nitelikte değil. Benim içinde bulunduğum topluluk da dahil olmak üzere hiçbir topluluk; toplumsal gerçekliğimizi analiz etmeden, toplumsal yapımızda geniş kabul görmeyen argümanlar etrafında birleşerek bir siyaset yapıyor. Yani siyasetin lokomotifi Çerkes toplumunun kendisinden ziyade, topluluğun bir araya geldiği argümanlardan oluşuyor. Toplumsal gerçeklik analiz edilmediği için bu siyaset Çerkeslerin toplumsal bir enstrümanı olamıyor. Toplumsal siyaset bir müzik korosu gibi olmalıdır. Bir çok farklı enstrüman çalmalı ancak hepsinin baktığı toplumsal bir dayanak olmalıdır. Ancak bizim şuan ki halimiz böyle midir? Her enstrümanımızın toplum hariç farklı dayanakları bulunmakta ve sesler müzik değil, kaos yaratmaktadır.

Toplum siyasi bir varlıktır ve toplumun her enstrümanı toplumu geleceğiyle ilgili uyum içinde olmalıdır. Uyum değilde kaos olursa işte bu siyasi varlıktan her ne sebeple olursa olsun rahatsız olanların işi kolaylaşır.  İşte bu "güce tapanlar" toplulukları ve onların velveleleriyle toplumun içinde farklı seslerle ama uyum içinde çalması gereken enstrümanlar toplumun siyasi varlığını dağıtarak tamda bunu yapmaktalar.

Bugün sınırdışı edilmek için gözaltına alınanlarla ilgili açıkçası tam bir bilgi kirliliği içinde bulunmaktayız. Çünkü eskiden bu yana süren velveleler ile kafamız allak bullak edilmiş kimin ne olduğunu ve neden baskı gördüğünü bilemiyoruz. Kimileri cihatçı teröristler diyor, kimileri toplumsal akvitivistler diyor ve bu iki karşıt görüş arasında milyon tane hikayeler dolaşıyor. Yani bir kaos var.

İşte Türkiye Çerkes Diasporası bu kaosu ortadan kaldırmalıdır. Velvelecilerin açtığı toplumsal fayların bu toplumu parçalamasına izin vermemelidir ve herşeyden önce unutmamalıdır ki bugün yurtlarındaki her türlü istikrarsızlığın ve insanları yanlış şeylere iten iktisadi ve sosyal yıkımın en büyük suçlusu da Rusya'dır. Elbette bütün suçlular adalet önüne çıkarılmalıdır ve adil bir şekilde yargılanarak hak ettikleri cezalar uygulanmalıdır, ancak Rusya'da buna dahildir. Resmen savaş politikalarıyla bölgede açtığı yaralar son bulmadıkça; suça yönelmiş insanların da birinci sorumlusu Rusya olacaktır ve bu yalnızca Kafkasya'daki halklara değil Ruslara da büyük zararlar vermeye devam edecektir.


Yazıya başlarken bAndista'nın "Haymatlos" şarkısını paylaştığım gibi.. Ne bugün sınırdışı edilmek için gözaltına alınanlar ne de Türkiye'deki diğer Kafkasya'dan iltica eden kişiler boş yere Türkiye'de değiller. Çünkü Kafkasya coğrafyasının her toprağında Rusya'nın neden olduğu iktisadi ve sosyal yıkım, ekolojik kriz, baskı ve tehditler var. Yine orada diğer küresel muktedirlerin finanse ettiği farklı akımlar da var. Yani orada küresel bir politika savaşı var ve oranın yerli halkı bu küresel savaşın tek mağduru ve bu insanlar orada bir gelecek görmedikleri için Türkiye'ye iltica etmişken.. orada iktisadi ve sosyal yıkım politikaları halen sürüp, muktedirlerin kirli politik savaşı devam ederken bu insanları kaçtıkları bu savaşa ve yıkıma geri yollamak hiçbir vicdanın kabul edebileceği birşey değil. Bu insanlar her ne ile suçlanıyorlarsa bu uluslararası toplumun ve elbette Çerkeslerin bu suçlamaları olağanca şeffaflığıyla bilmeleri gerekir. Türkiye'de bunları göz önünde bulundurmalıdır. Bu insanlar sınırdışı edildiklerinde ne kadar adil bir süreç içinden geçecekler? Bu insanlar neden kendi yurtlarından kaçmış ve yabancı topraklara sığınmışlardır, geri yolladıklarında ne durumda olacaklardır Türkiye'nin bunları araştırması insanlığa karşı çok büyük bir sorumluluğudur.










Share:

#BenimAdımRuslanGuaşo



Biliyorsunuz biz Çerkesler her 21 mayısta Rus emperyalizminin kanlı tarihine Çerkes Soykırımı olarak kazınan gününde toplanır bu soykırımda hayatını kaybeden atalarımızı anar, dualar eder  ve başta Rusya olmak üzere tüm dünyadan bu ADALET talep ederiz.


Bu yıl 21 Mayıs'ta da dünyanın dört bir yanında sürgün bir kadere mahkum edilmiş Çerkesler dahil, anavatanımızın da bir çok noktasında toplanmış, Çerkes Soykırımında hayatını kaybeden atalarımızı anmış, dualar etmiş ve adalet talep etmiştik.


Adalet ki, dünyanın dört bir yanında tüm zalimlerin en korktuğu insani kavramdır. Bir insanın ne kadar zalim olduğunu adalet talebi karşısında geçirdiği cinnetten anlayabilirsiniz de.


Bugün bunlar biz Türkiye'deki Çerkeslerin ve diğer halkların uzak olduğu ve bilmediği şeyler olmasa gerek.


Çerkes Soykırımının 153ncü yılında anavatanımızın Kıyıboyu Şapsığ bölgesinde yaşayan Çerkeslerden bir grupta; Çerkeslerin yaşadığı tüm acılara tanıklık etmiş yaşlı bir ağacın altında toplandı ve 153 yıl önce soykırımda kaybettikleri atalarını andı  dualar etti. Bu anmadan hemen sonra Rus polisi anmaya katılanlardan birilerini izinsiz gösteri yapmak suçlamasıyla gözaltına aldı.


Gözaltına alınanlardan birisi de Ruslan Guaşo idi. Anma da kürsüye çıkarak Çerkesce dua etmişti.


Elbette hiç kimse değersiz değil, ancak hakkını vermek ve doğruyu yazmak adına Ruslan Guaşo'yu da özellikle belirtmek gerekir. Hayatı boyunca kendisinden fedakarlık ederek halkı uğruna mücadele etmekle geçirmiş birisidir, Türkiye'de kimilerinin yaşlanınca olduğunu sandığının aksine; Ruslan Guaşo yaşamıyla, mücadelesiyle, direnişiyle, emeğiyle, önderliğiyle; gerçek bir Çerkes Thamadesi. Yaşanan bu adaletsizlik gazetemizin Temmuz ayı baskısında "Kıyım gibi ceza" manşetiyle yayınlanmıştı.


Gazetemizin bu ayki baskısında bilgi verildiği üzere Ruslan Guaşo gözaltına alındıktan sonra teyzesinin cenazesine katılmasına izin verilmemiş, mahkeme günü rahatsızlık geçirmesine ve hastaneye kaldırılmasına rağmen mahkeme Ruslan Guaşo'yu yargılamıştı. Bu mahkeme sonucunda Ruslan Guaşo'ya 8 günlük hapis cezası verildi ve hapis cezası paraya çevrildi. Ruslan Guaşo temyize başvurup karara itiraz etti, üst mahkeme kararı yerel mahkemeye tekrar gönderdi ancak yerel mahkeme aynı kararı tekrar etti.


Ruslan Guşao ise bu adaletsizliğin kendisi nedzinde Çerkes halkına karşı uygulanan haksız uygulamaları protesto etmek için açlık süresiz açlık grevine başladığını duyurmuştu.


Özellikle "Çerkes halkına karşı uygulanan haksız uygulamalar"  Rusya'da gelenekleşiyorken; Ruslan Guaşo'nun tam da bu sözlerle başlattığı açlık grevi protestosu hepimiz için çok önemli. Daha bir kaç ay önce de kendi anavatanlarında kamuya açık alanda geleneksel danslarını yapan gençler gözaltına alınmıştı. Daha bir kaç yıl önce Türkiye ile Rusya'nın yaşadığı uçak krizinin faturası adeta Çerkeslere kesiliyordu ve dahası; bilmediğimiz çok daha fazla olmak üzere bildiğimiz bir çok haksız uygulaması vardı Rusya'nın.




Bugün (23 Eylül) açlık grevinin 13ncü günü ve bazı kaynaklardan öğrenebildiğimiz kadarıyla Ruslan Guaşo dünyadaki diğer açlık grevlerinin aksine tuz ve şeker de tüketmiyor ve neredeyse su da içmiyor. Ayrıca Ruslan Guşao 67 yaşında ve çeşitli sağlık sorunları da bulunan birisi. Hem hastalıkları, hem yaşı hem de adeta kendini adalete feda eden açlık grevi dolayısıyla gün geçtikçe sağlık durumu daha da kötüleşiyor.


Buraya kadar yazdıklarımdan sonra hiç unutmamamız gereken şey yine yukarıda yazdığım gibi; bu protesto "Çerkes halkına karşı haksız uygulamalara" karşı yapılıyor oluşu. Bu Ruslan Guaşo'nun değil, hepimizin mücadelesi. Orada yalnız bırakacağımız Ruslan Guaşo da, mücadelesini büyüteceğimiz Ruslan Guaşo'da; Çerkes halkının  adalet arayan potresi.


Bir halkın içinde her düşünceden insan olur. Doğal olanda böyle olmasıdır elbet. Ancak bir halkı ayakta tutan en temel harç; o halkın kendisine karşı işlenmiş suç karşısında tek yumruk olabilmesidir. Atalarımızın dediği gibi "birlikteysek güçlüyüz."


Adaletsizliğe karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ,


Hukuksuzluğa karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ,


Baskılara karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ,


Zalimlere karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ,


Soykırıma karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ..


O zaman bizim bu noktadan sonra bütün farklılıklarımızı bir kenara koymamız ve Çerkesler olarak adaleti hep birlikte aramamız gerekiyor.


Ruslan Guaşo için BİRLİKTE OLMAMIZ GEREKİYOR
Çerkeslik için BİRLİKTE OLMAMIZ GEREKİYOR.


Ruslan Guaşo canını Çerkeslere feda edebilecek iradeyi taşıyor olabilir, ancak Çerkeslerin feda edebileceği bir Ruslan Guaşo yok. Çerkes halkı, halkı için mücadele etmeyi şiar edinmiş hiç kimseyi feda edecek durumda değil.


Kendisi açlık grevine başlarken "Bu benim son eylemim" demişti.


Ben bu sonun, olup-olabilecek en kötü senaryo ile gerçekleşmesine razı değilim, Çerkesler olarak hiçbirimiz olmaması gerekiyor.


Çok acil biçimde bütün farklılıklarımızı bir kenara koyup, Ruslan Guaşo için BİRLİKTE DURMALIYIZ.


Acilen toplanmalı ve bir eylem planı çıkarmalıyız.

Bu yazı Jıneps Gazetesi Ekim 2017 sayısında yayınlanmıştır.
Share:

Kahrolsun Emperyalizmi Amerika Sananlar


Bugün sizlere emperyalizm denince aklına yalnızca Amerika gelenlerin düştüğü aptal noktayla ilgili düşüncelerimi anlatmak istiyorum.

Milliyetçiler adeta "gazla" çalışan bir beyin yapısına sahip oldukları ve alenen yukarıda bahsettiğim noktada blok oluşturdukları için onlara diyecek pek şeyim yok. Sadece bir an önce akıl sağlıklarına kavuşmalarını dileyerek başka da hiçbir şey demiyorum.

Gel gelelim solcularımıza...

Bizim Türkiye'de çeşitlilik sadece bitkiler ve hayvanlarla sınırlı değil. Her bitki ve hayvanın nasıl anadolu'ya adapte olmuş özgün bir karakteri varsa, insanın ve insana ait her şeyin de buralara adapte olmuş özgün bir karakteri var. Dinin de, imanın da, solun da, sağın da...

Ben bu özgünlükler içinden solu hem kafamda düşünerek, hemde yazıp sizlere sunarak velhasıl yazılı düşünerek ele almak istiyorum.

Gelin yazıya çok fazla kavramlar sokarak kafamızı karıştırmak yerine, gündelik hayatta herhangi bir insana kendimizi ifade ettiğimiz gibi düşünelim.Çünkü fazlasıyla kavram kullandığımız dil; ya aslında ifade etmek istediğimiz şeyi yakalayamıyor ya da onu okuyan-duyan kimseler bizim ifade etmek istediğimiz şeyleri pek anlayamıyor.

Mesela Emperyalizm...

Türkiye'de ben solcuyum diyen 7'den 70'e herkes rüyalarında bile emperyalizmi kahrederler. (milliyetçiler, ümmetçiler de ediyor da, onları peşin peşin es geçmiştim)

Peki nedir bu emperyalizm?

Amerikalıların sadece Kürtlerle oynadığı küresel bir oyun falan mı?

Ya da

Yüzyıldır Kürtlere karşı oynanan bir oyun mudur?  Evet yazımın bu noktasında dikkatinizi çektiyse hemen Kürtleri karıştırdım araya. Neden?

Çünkü dün IKBY'de bir referandum düzenlendi. Bağımsızlık referandumu. Türkiye solu yine ve her zaman ki gibi mesele Kürtler olunca iflas etti.

Bende daha önce sosyal medya hesabımdan referandumla ilgili kuşkularımı dile getirdim. Ancak benim derdim Kürtlerin bağımsız olması ya da bağımsız olmayı istemesi değildi. Benim derdim; Barzani'nin güvenilmez bir kişilik olması ve bu referandumu itibarsız kılacak herşeyi yapıyor oluşuydu.

Bir halkın bağımsız olmak istemesi ve dahası bunu demokratik yollarla dile getirmesi kadar doğal ne olabilir bilmiyorum, illa savaşmak ve dökülen kan üstünde milliyetçi bir taban yaratarak oradan mı var olmak gerekir bağımsız olmak için.

Olana bitene detaylıca Amerikan Emperyalizmi demek basit olanı, nasıl olsa 7'sinden 70'ine her solcu amerikan emperyalizmi denince yedeğe giriyor.  Sanki Irak söz gelimi Irak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti de, Amerikan emperyalizmi ISSC'yi yok etmek için Kürtleri kışkırtıyor..

Irak zaten emperyalist bir devlet,  her emperyalistin ABD kadar küresel mi olması gerekiyor?  Zaten Irak'taki Kürtler on yıllarca Irak ordusu tarafından küresel emperyalist devletlerin silahlarıyla ezildi, katledildi.

Hiçbiriniz o zaman Iraklı Kürtlerin acısına merhem olmadınız. Hatta vergilerinizle biti kanlanan kendi emperyalist devletiniz tarafından katliamlara el verdiniz. Barzani'yi eleştirmek başka birşey, Barzani'nin referandumuna oradaki Kürtler adına endişeyle yaklaşmak başka bir şeydir ama oradaki bağımsızlık referandumunda bağımsız olmayı kendi gelecek kaygılarıyla seçen insanların arzularına komplolar dizmek bambaşka bir şey.

Maalesef Türkiye solunun dili; NATO diliyle uyuşmaktadır. Bölgeye istikrarsızlık getirip başka krizlere yol açar, Irak'ın bütünlüğünden yanayız gibi söylemlere 2 sol slogan ekleyerek bir de Amerikan Emperyalizmi demek NATO devletleriyle aynı dili kullanmamak anlamına gelmiyor.

Kürtlerin kendi topraklarında bağımsız yaşamak istemeleri analarının ak sütü kadar helaldir. Önemli olan kurulacak bağımsız devlet içinde yaşayan Kürt olmayan halklara ne getirecektir? Barzani söz konusu olduğunda şahsen ben bu endişeleri üzerimden atamıyorum. Bağımsız Kürdistan'a değil, Barzani'ye karşıyım. Bunu da not olarak iliştiriyorum.








Share:

Ruslan Direniyor.




Kimileri çeşitli söylemler üreterek her ne kadar kabul etmese de, açlık grevi bir insanın yaşadığı bir haksızlık karşısında adaletin işlememesiyle ortaya koyduğu bir onurlu bir direniştir.

Siz devlet olabilirsiniz, iktidar olabilirsiniz, ordularınız, polisleriniz olabilir, televizyonlarınız da her türlü algı operasyonu geliştirebilirsiniz, cahilleri sindirebilir, korkakları geri itebilirsiniz. Parayla milyonlarca kişiyi çalıştırabilirsiniz, adalet kurumuna istediğiniz rengi verebilirsiniz.. İnsanları benim suçlu olduğuma, cezamı hak ettiğime inandırabilirsiniz de..  beni  mahkum edebilir ve bana ceza verebilirsiniz; ancak beni teslim alamazsınız demektir.

İnsan kendini aç bırakarak, doymak için yaşamadığını söyler açlık grevinde. Sadece doymak için yaşayan insanların açlığını gidermek için susarak, görmeyerek ve konuşmayarak zalimlere cesaret veren aç yığınları da protesto etmiş olur.

İnsanın esas mahkumiyeti; mahkemenin hükmettiği cezalar değildir. İnsanlar susarak, görmeyerek ve konuşmayarak yaşadıkları her ülkeyi cezaevine çevirir ve o ülkeyi zalimlere mahkum edebilirler.
Düğünlerde kasılarak bel çatlatan, asalet ve nezaket masallarıyla beyni uyuşmaktan burunlarının ucunu dahi göremeyen; taşı sıksa suyunu çıkartacak güçte her sosyal gruptan Çerkes delikanlısının aksine Ruslan Guaşho, geçirdiği hastalıklar sebebiyle sağlık sıkıntıları olan, ihtiyar bir büyüğümüz. Türkiye'deki gençlerin bir çoğu kendisini tanımazlar çünkü asalet ve nezaket masalları anlatmaktan ziyade, kendisi yaşamının büyük bir bölümünü gerçek hayatın içindeki sorunları görerek, Çerkes halkı için mücadeleye adamış birisi. Türkiyeli Çerkesler daha çok; güzel Çerkes kızlarını, pşinawoları, köşesinden asalet ve nezaket masalı anlatıp elindeki Çerkesmetre ile insanların Çerkesliklerini ölçen ümmetçileri tanır. Her fırsatta zaman geçirmeksizin kendisine bir karşı yaratıp ona gol atma peşinde maharet sürdüren Çerkes kalemşörleri bugüne kadar hangi Çerkes meselesine ulusal bir yaklaşım sergilemiş olabilirdi ki Ruslan Guaşho için harekete geçeceklerdi?

Türkiye Çerkes diasporası derin bir yozlaşmanın yatağında. Ulusal varlığımızı sulandıracak tartışma meselelerinde ışık hızını yakalayan, tartışmaların ve çalışmaların en hararetlisini buralara yığarak toplumun okuma becerisini kullanmaktan imtina etmeyen fertlerinin gözlerini ve zihinlerini yoran demagoglar, bir  halkın bütün hepsini ilgilendiren meselelerinde kaplumbağalara dönüşüyorlar. Anavatanımızda gerçekleşen bir çok olayda olduğu gibi, Ruslan Guaşho içinde böyle davranıyorlar. Bir süre geçtikten sonra her demagogumuz kendi sosyal grubunun bu konuyla ilgili bütüne varamayan çalışmalarını örnekleyerek; diğer sosyal grupların basiretsizliğini sergilemeye başlayacak nasıl olsa.
Halbuki bazı şeyler toplumun tamamını ilgilendirir ve o şeylerde toplumun başarısı da başarısızlığı da bütünüyle değerlendirilir. Mesela; Adalet öyledir.

Bugün Ruslan Guaşho'num mücadelesi de bir Adalet mücadelesidir ve kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi uğradığı haksızlık yalnızca kendisine yönelik değildir. Kendisi üzerinden bütün Çerkes toplumuna bir mesaj verilmek istenmektedir.

Bu mesaj da; "Acınızı istediğiniz zaman konuşamazsınız"dır.

Daha önce Hulıjıy'da geleneksel danslarımızı yapan gençlere saldırılmış ve gözaltına alınmıştı.

O zaman ki mesaj da; "Sevincinizi istediğiniz zaman yaşayamazsınız"dı.

Demokrasisini Çerkeslerden esirgeyen Moskova hükümeti; dünyanın dört bir tarafına dağıttığı Çerkeslerin sessizliğinden güç alıyor. Açlığı peşinde ömür çürüten dünyanın bütün Çerkeslerine en güzel mesajı da yine Ruslan Guaşho veriyor; candan önce onur gelir.

Mahkeme Ruslan Guaşho üzerinden Çerkeslere "istediğiniz zaman acınızı konuşamazsınız" diye mesaj verirken, Ruslan Guaşho'da açlık grevine başlayarak Çerkeslere "candan önce onurun geldiğini" hatırlatıyor.

Şimdi bakalım Çerkeslere; Çerkesler kimin mesajını dikkate alıyor.

Share:

Çerkes mahallesinde davul-zurna çalmak





Mishe Berslan'ın Çerkesya Hareketi'nin internet sitesinde "İKİYÜZLÜLÜK… YARANMAZSAN, YOK OL…" yayınlanan  yazısı gerçekten okunmaya değer bir yazı, Türkiye'deki Çerkes realitesini hem bireysel hem de kurumsal olarak irdelememize olanak sağlıyor. Aslında biz bunu yıllardır güncel politik metinler ile anlatmaya çalışsak bile, Türkiye'deki diğer toplumsal unsurlar ile ortaklaşmış karakterler üzerinden anlatmayı bu kadar güzel başarabilmiş değildik. Bu açından bakıldığında Mishe Berslan'ın kaleme aldığı bu yazı, Çerkesleri Türkiye'deki diğer toplumsal unsurlar ile somut tarihler üzerinden kesiştirip buradan Çerkeslere pay çıkaran analizinin bir çoğumuzun dikkate alması gereken toplumsal sorumluluk örneği olduğunu da ifade etmem gerekecek.

Türkiyeli sıradan bir Çerkesin kültürünü illüzyonal ego ile yaşadığını söylemek zor değil, çünkü mahalleye inince mevcut durumunu hayatı boyunca hiç sorgulayamamış bir tabanın şişkinliği hangi yöne baksak gözüküyor. Mahalle demişken, örgütlü cemaatler mahalleyi pek umursamıyorlar. Küçük vurup, büyük alma peşinde mahalleye yönelik cılız ama coğrafyaya yönelik kuvvetli umutların peşindeler. Kalemler coğrafyayı yazarken, unutulan bir nokta şu ki; hayaller mahalle de inşa edilemiyor.

Çerkes mahallesindeki illüzyonal egoyu masaya koyma vakti çoktan geldi, kendini Çerkes siyasetinin bir parçası olarak konumlayan her bireyin bu illüzyonal Çerkes varlığını ortadan kaldırmak üzere çaba sar fetmesi lazım. Ama daha önce belki de mahalleye inmeden bir şeyler yapmak lazım, o ki; bu illüzyonal egoyu gruplarımızın kendi içinden söküp atması gibi. Çünkü mahalleye inip, mahalledeki illüzyonal egoyu yok etmek üzere çabalarken, bu çaba içerisinde kendi illüzyonal egomuzla hareket etmemiz mahallelinin çokta sindirebileceği bir şey olmaz.

Mishe'nin yukarıda bahsettiğim yazısı; o muhteşem Çerkes illüzyonunu perdeleyen vakalardan biri. Özellikle Türkiye için, Türkiyelilik kimliğini içselleştirmiş Çerkesler için, Osmanlı'dan bu yana hepimize çivilenmiş Kafkaslılık öğretisinin anlaşılması için bu illüzyon perdesini aralamak çok önemli. Bunları konuştuğumuz zaman ne yazık ki ilk başta kendi toplumumuzdan bazıları otomatik bir manipülasyon yaratıyorlar ve gördüğüm kadarıyla bu manipülasyonlarla birlikte konu hep rayından çıkıp bozuluyor. Bunu yapan Türk sağına adapte insanlar ve hatta Türk'ün islamla şerbetlenerek içine Çerkeslerden bir öbekte ekleyen mutasyon ideolojisine adapte insanlar için söyleyecek pek fazla şey bulamıyorum. Fakat bu manipülasyonlara kapılarak konunun rayından çıkmasında etki sahibi olan kesimler için söyleyecek bazı şeylerim olacak. Ama konu dağılmadan, konumuz hala illüzyonal egonun yakınlarındayken, bu illüzyonist egosu ağır basan her kesimden insana da hatırlatmam gerektiğine inandığım bir şeyler var. Çerkes olduğunuz için muhteşem insanlar değiliz. Sadece Çerkessiniz. Çerkessiniz diye ne Arapları, ne Kürtleri, ne Türkleri ne de başka birilerini aşağıdan göremezsiniz, eğer böyle bir eğilimiz varsa bilin ki siz hastalıklı insanlarsınız ve en aşağılık insanlar da sizlersiniz. Çerkeslerin geçmiş deneyimleri, yani kısaca tarih bizlere elbette bazı değerler katmış olabilir, bu değerler sizin şımarık ukâlalığınız adına değil, aksine insanlık adına Çerkeslerin ördüğü değerlerdir ve dahası, o güzelim değerlere verdiğiniz önemde laftan fazlası olsaydı, bugün içine düştüğümüz şu bitap hali sanıyorum yaşamamış olurduk. Asalet ve Nezaket diye böbürlene böbürlene geldiğiniz yolun sonu bugün ki tablo ile daha güzel ifade ediliyor, birbiriyle konuşmayı bile beceremeyen, neredeyse ortak hiçbir değeri kalmamış balondan asilzadeler topluluğu. Ne bugün hala adına methiyeler düzülen kadına verdiğimiz değerden bir eser, ne de geçmişte uzlaşı sağlamak adına araçsallaşan xase geleneğinden bir hava duruyor. Türkiye'deki Çerkeslerin çoğu bir aptallık uykusunda hala kadına, doğaya, halklara, insanlığa karşı kendine ait ufacık bir fikri ve görüşü olmadan; kendisine kalanlardan ödeye ödeye, başkası gibi ola ola yaşıyor. Sanırım dünyada bizden daha fazla geçmişiyle övünüp, geçmişinden eser barındırmayan bir halk yoktur. Yavuz Sultan Selim diye köprü açılıyor, bunların hepsi argüman. Aleviler karşı çıkıyor? Neden! Çünkü bu argümanın ne anlama geldiğini biliyorlar. Biliyorlar çünkü; bu argümanla bir tarihte kesişmişler ve kendi kaderleri için iyi şeyler olmamış. Çerkeslerin ise söyleyeceği hiçbir şey yok. Neden? Çünkü kendi tarihinden zerre barındırmıyorlar. Üstelik birileri bunları konuştuğu zamanda sadakat damarları incinip bir anda o ağızlarını kaplayan Çerkeslikten ışık hızında ayrılıp, efendisinin köpeği moduna girebiliyorlar... ve bu sadece geçmişle sınırlı kalmıyor! Bugün de Çerkesleri ilgilendiren meseleler de aynı reflekse sahipler. 7 gün 24 saat Çerkesliğiyle övünen birileri, Çerkeslerin talepleri konusunda iş başa düştüğünde kılını kıpırdatmıyor. İşi başına alıp yollara düşenlere ise yine sahibinin köpeği modunda saldırıyorlar.

Artık ismen ve cismen bizden olup, ruhunu sahibinin kayışına bağlayan bu saray, iktidar, güç soytarılarının mahallede kullanabildikleri tek silah ise manipülasyon. Onların bu silahına güç verenlerde bana kulak versinler.

Sevgili arkadaşlar siz kabul etseniz de etmeseniz de mahalle sizin hayal ettiğiniz sosyo-politik bir yapıya sahip değil. Bu yalnızca Çerkesler için değil, Türkiye'deki bütün halklar ve kesimler için böyle.
***
Haftalar ayları kovalamışken, yazılacak çok şey de birikti.. birikti de; önünde koca dağları görmeden kum tanesine edebiyat yapmakta pek mahir olan her görüşten insana; bir şeyler anlatmaya çalışmak insanı yoruyor.
Bu ay Jıneps gazetesine diğer Çerkeslerle aynı Türkiye'de mi yaşadığımızı sorma gereği duydum, zira ziyadesiyle Çerkesleri de etkileyen ve üstelik kimin Çerkesi olduğunun da pek farkı kalmadığı böyle alengirli zamanlarda dahi; kurumsal Çerkeslik hala bir ütopyanın içindeymiş gibi sessiz, silik; var ile yok arasında.
Anlatan bir kaç insan,
Müslüman mahallesinde salyangoz satıcısı gibi..
Gören yadırgıyor, duyan hayretlere düşüyor; sanki bütün yaşananlar arasında bir vaha var ve Çerkesler o vahadalar.









Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler