Çerkes Soykırımı: Yüzyıldır aynı inkar!



Bu yazıyı yayınlamadan 4 sene önce, hatta tam bugün 1 Aralıkta İstanbul Kadıköy'de Bahariye caddesi üzerinde "Çerkes Soykırımı Tanınsın" kampanyasıyla stand kurmuş ve TBMM'ne sunulmak üzere "Soykırımın kabulü" için imza topluyorduk.Hava buz gibiydi, hatta o gün yanımza Nurhan abla ile Murat abi de gelmişti destek ziyaretine. Kadıköy AKADER'den almıştık masayı...  Masanın üzerinde Çerkes Soykırımı ile ilgili bilgi veren broşürler, kampanyamızı anlatan afişler ve Çerkes Soykırımının tanınması için yazılmış dilekçeler vardı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam bu standta sürekli görev alan 5-6 kişi vardı ama, 10-15 kişi (-ki içlerinden büyük bir bölümü Çerkes de değil Kafkas da değil, korkmayın Kürt'te değil..) de gün içinde mutlaka bir süre yanımıza gelip destek oluyordu bize.

Çerkes Soykırımının tanınması için kurduğumuz ilk stand olmadığından dolayı; biraz daha becerikliydik o gün. Zira şahsen benim aktif olarak bulunduğum İstanbul'da 2 yerde daha stand kurmuştuk.  İstiklal caddesinde ve yine Kadıköy'de timsah heykelinin orada. Daha önce bu işle ilgili arkadaşlarımız Sakarya ve daha başka yerlerde de stand kurmuşlardı. Yani becerikliydik ve bismillah demeden önce polisin gelmesini bekledik. Nihayet polisler geldiğinde ve şansımıza gelen polislerin içinden kendisini Çerkes olarak tanımlayan birisi olunca, hiç zorluk çıkarmadan bizlere o gün imza toplayabileceğimiz stand için bir izin kağıdını da kendisi getirmişti.

Bu imza kampanyalarımız sırasında bu ülkede bulunan her toplumsal kesimden destek gördük ve imza topladık desek heralde yanlış olmaz. Zaten doğası gereği ezilen halklarla dayanışmayı şiar edinmiş STK'lar ya da örgütleri saymama gerek bile yok ama İstiklal'de Alperenciler, Ülkücüler dahi o gün orada bulunan bir gösterileri dolayısıyla gruplar halindeydiler ve gruplar halinde gelerek imza kampanyasına desteklerini sundular.

Bir tek yazımın başında belirttiğim gibi, 4 yıl önce bugün Bahariye caddesinde kurduğumuz standta imza toplarken ortayaş üstü bir kadının saldırısına maruz kaldık. Kadın topladığımız imzaların Türkiye'yi bölmek olduğunu, kendisinin de Çerkes olduğunu bizlere bağırarak; bu kimliği toplumdan ayrıştıramazsınız diye feryat ediyordu. Mahalle ağzıyla söylemek gerekirse bir çıngar çıkarmaya çalıştı ve yaklaşık 10 dakika boyunca standımızın karşısında, imza atmak için bizlere yaklaşanlara bizlerin terörist olduğunu, bu yaptığımız eyleminde Türkiye'yi bölmek olduğunu bağıra bağıra (ya da anıra anıra) anlatıyordu. İlk gelip diyalog kurmaya çalıştığında da kendisiyle şahsen ben muhatap olup, bu konunun düşündüğü gibi olmadığını anlatmaya çalışsam da kadının diyalog kurmak istemediğini anlayarak "peki hanımefendi" diyerek kendisiyle diyaloğumu keserek standın diğer bölümleriyle ilgilenmeye başlamıştım. Yaklaşık 10 dakika sonra güvenlik şubeden gelen polisler kadını alandan uzaklaştırana kadar kadın kendisinin üstüne basa basa bir Çerkes olduğunu, Türkiye'yi çok sevdiğini, Çerkes soykırımı diye birşey olmadığını, bizim Çerkes olmadığımızı, terörist olduğumuzu haykırmıştı.

Bugün o günden tam dört yıl sonrası...
...tam bugün olmasa da geçtiğimiz günlerde yaşanan Kafkas Dernekleri Federasyonu Olağan Kongresi sırasında, Cumhuriyet Halk Partisi'nin milletvekili sıfatıyla kongreye katılan bir kişi kürsüden üzerine basa basa bir Çerkes olduğunu belirterek, kendisinden önce konuşanların bazı görüşlerine katılmadığını ifade ederek "Çerkes soykırımı olmamıştır" dedi. Bunu Türkiye'de Çerkeslerin en örgütlü yapısı olarak bilinen bir federasyonun kongresinde, orada bulunan ve her biri Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki Çerkes derneklerini temsil eden delegelerin oluşturduğu Kafkas Dernekleri Federasyonu Genel Kuruluna karşı söyledi. Bunu söylerken ki tarzını da incelediğimizde tipik bir türk politikacısı ağzıyla konuştu desem inanın haksızlık olmaz. Çerkesler yüzlerce yıl savaşmışlar, çok acılar çekmişler, emperyalist devletlerin ikili oyunlarıyla sürgüne gönderilmişler dedi. Ama üzerini çize çize; 1864 yılında son bulan ve sadece o tarihten sonraki yaşadıkları bile BM'in soykırım tanımına uyan trajedimize, "soykırım değildir" dedi. Aslında ilgili konuşmayı bulup dinlerseniz ya da okursanız; bütün konuşmasında söylediği tek şeyin Çerkes soykırımı yoktur demek olduğunu, onun haricinde söylediklerinin ise bunu dolandırarak söylemek olduğunu daha iyi anlarsınız.

Yukarıda anlattığım olayla bir kaç farklılığı bulunan bu olayda birbirine benzeyen iki durum tespiti yapıyorum aklımdan. Birincisi: Standımıza saldıran kişi de inatla ve üstüne basarak Çerkes olduğunu söylüyordu. İkincisi: Soykırımı inkar etmeyi vazife edinmişlerdi.

Birinci olaydaki şahısla, ikinci olaydaki şahısın hiçbir  bağlantısı yok... ancak birinci olayla, ikinci olayın tarihsel bir ortaklığı olabilir.

Biz son 10-15 yılın ama özellikle de son 4-5 yılın içerisinde ülke çapında defalarca hüzün, acı, öfke dolu şoklar geçirdik. Cumhuriyetin birbirine zıt tüm toplumsal yapıları bazı acıların, hukuksuzlukların, zulümlerin, baskıların altında arasıra bir araya gelebildiler. Ki bunun en bariz örneği; Gezi eylemleri oldu. Şahsen kendi tecrübelerime dayanarak; hayatta yanyana gelebileceğine inanmadığım düşüncelerin etkisinde bulunan toplumsal yapıların yanyana geldiğini, dayanışma gösterdiğini, ortak bir nokta bulduğunu yerinde ve eylemin her aşamasında gözlemledim. Dahası o günden sonra düşüncesine kökten karşı çıktığım görüşlere dahil ama görüşün tabanını oluşturan sokaktaki, mahalledeki, köydeki, apartmandaki vs. insanlarla da diyalog kurmayı öğrendim. Daha önce zihnimde "falancılar kötüdür, filancılar iyidir" diye bir set olarak oluşmuş ve insanlarla şahsi illişkilerimi bile belirleyen o duvarı yıkıldı; insanlar benim için Ahmet, Leyla, Canan, Mahir vs. oldular. Kısacası hem konuşarak anlatmaya hem dinleyerek anlamaya başladım. Zaten Gezi eylemlerinin benim için en büyük katkısı da bu oldu diyebilirim. Hatta bu yüzden saldırdılar geziye; Özgürler Azadları dinlemesin, Erkekler Kadınları duymasın, farklı olanların çatışması; iktidarın en büyük kaynağı değil mi zaten?

Şuanda yine durum böyle...  Kimse kendisinden olmayanı dinlemiyor, duymuyor...

Bu diyalog ortamı kalktı ne yazık ki, sanki topluma reset atıldı ve yine herkes karşısındakinin ne söylediğini umursamadan "falancılık-filancılık" yapmaya başladı.  Bir tek; İktidar karşıtlığı kaldı o günden geriye... Çünkü iki şey para ediyor siyasette: Birisi güçlü iktidar olmak, diğeride güçlü bir muhalefet olmak. Güçlü muhalefetin sınırları; iktidar karşıtlığıyla ölçülüyor. Bugün CHP; bütün programını AKP'ye muhalefet olmak üzerine kuruyor, siyasi kalemleri toplumu bunun etrafında kenetlendirmek için çaba harcıyorlar.

Benimde aklımda tek bir soru dolaşıyor...

İktidar nedir?

Çok ucuz düşündüğümüzü düşünüyorum, çünkü biz iktidarı hep dönemlerde arıyoruz. Böyle yapmamız hem dönemin iktidar temsilcisi olan siyasi partisi için, hem de asıl iktidarın muhalefet partileri için çok elverişli bir ortam sağlıyor. İktidarın bir dönem meselesi olmadığı gün gibi açık. İktidar bir anlayıştır ve hatta bu anlayışın oluşturduğu bir devlet politikasıdır diye biliriz. Daha da sürdürebiliriz bunu konuşmayı, ki bunu buradan defalarca farklı konulardan ele aldığımdan ve şimdiki konumuzdan da daha fazla kopmamak için bu kadar kısa açıp kapatıyorum.

Bu kadar şeyden sonra; söylemek istediğim şey! İktidar zihniyeti gelmiş Türkiyedeki Çerkeslerin en büyük kurumlarından biri olan federasyonun kongresinde, genel kurul üyelerinin yüzüne baka baka, Çerkes olduğunu da üzerine basa basa söylemekten imtina etmeyerek Çerkes soykırımını yok sayıyor. Dahası; genel kurul üyelerinin bir bölümü de bunu alkışlıyor.

Şimdi okuyucularımın vicdanına bırakıyorum, bir milletvekilinin bir çerkes kurumunun kongresine gelerek genel kurula karşı; kendisinin de çerkes olduğunu belirterek, çerkes soykırımını yok sayması hangi akla ve vicdana sığar?

Daha da kötüsü, bunu yapanı alkışlamak için olaya hangi yönden bakmak gerekir?

Çerkeslik mi? Yoksa partizanlık mı!..

Peki bunu yapana ve alkışlayanlara karşı koskoca genel kurulda bir tane itirazın olmaması?

Asalet mi? Nezaket mi!..

Tüm Türkiye'nin neredeyse bir çok yerinde insanlar iki şeyle uyuşmuş vaziyetteler ve tek gerçeği göremiyorlar. İnsanları uyuşturan şeylerden birisi "Türk-İslam" siyasetiyle iktidarın hükümeti olanlar diğeri de "Türk-İslam" siyasetiyle" iktidarın muhalefeti olanlar.

Göremedikleri tek gerçek ise; İkisinin de aynı iktidarı paylaştığıdır.

Hükümetin her söylediğini alkışlayanlar ile muhalefetin her söylediğini alkışlayanlar; aynı profilde insanlar!

Mevcut hükümetin partisi bu ülkede yönetici olduktan sonra sürekli "yeni Türkiye" söylemini öne sürdü. Basit gibiydi ama değildi; güçlü bir slogandı "Yeni Türkiye" sloganı. Eski Türkiye'de acı çeken, zulüm gören, inkar edilen ve asimile edilen o kadar çok unsur vardı ki; yeni Türkiye onlara hiç olmazsa bu yönde bir umut vaadediyordu.

Hani derler ya "Allah var; hakkını yemeyelim" diye. Yemeyelim de. Sadece söyleme dayanan bir umut olarak kalmadı, bir açılım sürecinide içinde doğurarak; ve bütün eksiklerine rağmen kendisi için en büyük kambur olan Kürt sorunu yönünde barışçıl bir çözüm doğurabilecek bir adımlar da attı.

İktidarın genel başkanı diyor ya hani; "yeni nesiller bilmez eski Türkiye'yi" diye. Çok yeni olmasam bende az biraz biliyorum yani. Mükemmel bir ülke değildi, ne Kürtler için, ne Çerkesler için, ne Aleviler için ne de Emekçiler için. Nasıldı diye soracak olursanız; az-çok son 3 yıl gibiydi. Hatta anadil dersi yoktu. Ragıp hoca (hala marmara bölgesinde dersler veriyor) gizli gizli Çerkesce kurs veriyordu bize mesela.. yasal değildi. Biz Türk olmadığımızı biliyorduk, hiç Kürt tanımıyorduk çocuklukta; Kürtleri de "dağa çıkmış Türk" diye öğretiyorlardı bize. Şimdi hiç olmazsa Kürtleri, Çerkesleri falan kabul ediyorlar, dilleri de kısmen yasaklamıyorlar. O zaman biz "Kafkas Türkü", Kürtler de "dağa çıkmış Türk" idi.

Ha diyeceksiniz ki; ne kadar eskisin ki sen diye. Doğru, henüz yeteri kadar eski değilim belki ama zaten ben eskiye gittikçe kimliğim için ne kadar daha kötü zamanlar yaşanmışsa, benden eskiye doğru gittikçe de inanın daha kötü şeyler yaşandı.

Benden daha kötü şeyler yaşanılan zamanları da yaşayanlar var henüz..

Velhasıl;

Biz son üç yılın sıkıştırılmış baskı, zulüm, işkence vs.'lerini yaşarken pek tabi bunların birinci dereceden sorumlusu gördüğümüz hükümeti kuran partiye kafayı öyle takmış durumdayız ki; onun haricindeki herkes şuan bir kurtarıcı modunda gibi geliyor sanırım bize. MHP, küçük Akp olduğundan; onu akp'nin haricinde saymakta yersiz zaten. Olmasaydı; kimisinin dediği üzere en azından bizi açıkça tanımayan samimi faşist bir parti olarak, tanıyormuş gibi inkar eden kılıflı faşist bir partiden daha iyiydi diye yorabiliriz Çerkeslik için.

Doğrusu mu hayatı sadece Çerkes olarak yaşamadığımız için ve dahada önemlisi hayatın bize verirken ve bizden alırken Çerkes olduğumuzu umursamadığı bir çok şeyden mütevellit, hiç mevcut hükümetin savunucusu yada destekçisi olmadım hatta sürekli onun neoliberal politikalarına ve batılı liberallerin ılımlı islam tanımlamasıyla cumhuriyeti evrilttiği yeni düzenine karşı en önde mücadele ettim ve hâlâ ediyorum. Çünkü ben aslında mücadelemin temelini bir siyasi parti destekçiliği ya da karşıtlığı oluşturmuyor, bir siyasi partiyi iktidardan düşürmek için ya da başka bir siyasi partiyi iktidara taşımak gibi bir niyetim hiç olmadı. Ben bir anlayışa karşı mücadele ediyorum.

Hiçbir şey değişmez değil, insanlarda, insanların oluşturduğu siyasi partilerde buna dahil.

Geçmişte tüm halklar ile birlikte pek tabii Çerkesleri de inkar eden bir anlayışı temsil eden zamanın hükümeti olan bir partiye karşı bile bugünün şartlarında yaklaşarak değerlendiriyorum.

Dün bizi inkar eden anlayışı, bugünde inkar ediyorsa..

Bizi kendi anavatanımızdan koparıp, burada eritmek istiyorsa..

Bizim acımızı, dilimizi, sorunumuzu yok sayıyorsa...

Dahası mı; bunu bize, bizden olanlarla taşıyorsa!.. bize bunları alkışlatıyorsa, biz bunlara ses çıkarmıyorsak.. CHP aynı CHP demek için inanın bir sebebimiz oluyor.

CHP hangi aynı CHP mi?

Bizleri sürgüne tabi tutan, anadilimizi konuşmamızı yasaklayan, bizleri inkar ve asimile etmek için programlı politikalar üreten, bizi kendi vatanımıza yabancılaştıran, bir kişi üzerinden hepimize hain yaftası yapıştırmak için tarih yazan ve bu tarihi eğitim müfredatlarına sokarak bizi utandıran.. Cumhuriyet tarihindeki ilk  "iktidarın hükümeti" olan şuan ki "iktidarın muhalefeti" olan CHP.

CHP aynı CHP...

Köyümüzde bile Çerkesce konuşmayı yasaklayan, gelen genel kurulumuzda Çerkes soykırımı yoktur diyen CHP.

...ve bize bunları alkışlatan CHP
...ve bizim buna itiraz edemediğimiz CHP

Share:

3 yılda 1 ay arası - Jıneps Gazetesi Aralık 2017

Bir önceki yazımda Globalizm ve Çerkes kültürünü anlatıyordum ve henüz bitmemişti. Nasıl bitsin zaten. Böyle bir konuya başlamakta kolay değil, bitirmek de. İkisi de bizim için, en az şu an yaşadığımız kadar gerçek konular. Yazı orada bitmedi ama, en azından bu ay burada devam da etmiyor. Allah izin verirse gelecek ay da Globalizm ve Çerkes kültürü üzerine devam eden yazımdan devam edecek köşem. Aslında yazı bitmiş halde. “Kendimizi hazırlamak” alt başlığıyla başlıyor ama bu ay buradan başka bir konuyu yazmak istedim. 3 yılda 1 ay; köşemde küçük bir ara vermek istedim.
Bundan yaklaşık 3 yıl önce Jıneps’te köşe yazma yoluna girdim ve 2015’in Ocak ayından sonra da hep sizlerle adına “ilkbahar” dediğimiz bu köşede buluşmaya gayret ettim. Bu köşede yazdıklarım için bana kızanlar oldu, tebrik edenler oldu. Ben gazetenin bir tarafında, siz diğer tarafında; tartıştık, kavga ettik ama, gazetede bu ay yayınlacak röportajda Nazlı nenenin dediği gibi; hepimizin kıymetlisi olan halkımızı düşünerek birbirimizle yaptığımız bu tartışmalar ve kavgalar orada kaldı.
Gazetenin “İlkbahar” köşesi benim. Kullandığımız takvimde de yılın son ayı kış mevsimine denk geliyor. Hayal gücümüz hariç; gazetenin ilkbahar köşesi ile yaşadığımız kış mevsiminin hiçbir bağı yok ama dediğim gibi hayal gücümüz hariç. Benim hayatta sahip olduğum en büyük güç de hayal gücü olduğuna göre, yaşadığımız kış mevsimine direnen binlerce ilkbahar köşesinden, bu gazetedeki bir köşe olarak size müjdeyi veriyorum! Her kış, kalbinde bir bahar taşır. Ben de gelecek yıl, bu kışın kalbinde taşıdığı bir bahar olarak; ilkbaharlık yapmaya devam edeceğim size! Gazetemizin tabiatında halkımızın doğasına cemre olarak düşüp, kimliğimizin toprağına can verecek, çiçekler açacağız! Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, bu dünyada Çerkesler için çiçekten ormanlar açacağız..
***
Jıneps Gazetesi ilk basılmaya başladığında ben henüz 17 yaşındaydım, halkım için bir gelecek kaygısı taşımak uzak dursun, kendi geleceğimle ilgili henüz bir kaygı içerisinde değildim. Ama gazetemiz vardı, bir kaygı taşıyordu. Kaygısı olmayan insan yazmaz. Ben yazmıyordum... Ama gazete yazıyordu!.. Hepimizin adına bir kimlik kaygısı taşıyordu. Bugün ben gelecek kaygısı taşıyorum, gazetede yazıyorum; hepinizin adına bir kimlik kaygısı taşıyorum. Birçok gencecik insanımız bugün yazmıyor, ama gazete yazıyor ya yarın da bu gazetede birçok genç bir kaygı taşıyarak yazacak.
Gazete bizim bayrağımız. Önceki koşanların yorulduğu yerden tutuyoruz, yorulduğumuz yerde bizden bayrağı almak için bekleyenlere koşuyoruz...
Kaygılıyız dostlar!
Halkımızın henüz doğmamış çocukları için, henüz gelecek kaygısı taşımayan gençlerimiz için, kadınlarımız için, ihtiyarlarımız için, vatanımız için, milletimizin için, dilimiz ve kültürümüz için kaygılıyız.
Koşuyoruz!
Bayrağı aldığımız yerden, bayrağı vereceğimiz yere doğru şahsi hiçbir çıkar ve kazanç gözetmeksizin; hepimiz için koşuyoruz!
Köy köy geziyoruz; yaşlılarımızla, gençlerimizle, kadınlarımızla konuşuyoruz, sohbet ediyoruz. Dünden bugüne olanlara bakıp, yarını görmeye çalışıyoruz. Ne istediğinizi soruyoruz, ne isteyeceğimizi arıyoruz... Vatandan ve diasporadan haber derliyoruz, bizim için iyi olduğuna inandığımız şeyleri söylüyoruz buradan. Hata bile yapsak inanın tüm hataları da sizin için yapıyoruz..
Koşuyoruz dostlar!
Benden önce koşanlara, bayrağı bana verenlere, bayrağı almak için bekleyenlere; gençlerimize, kadınlarımıza, yaşlılarımıza canı gönülden teşekkür ediyorum; 2018’in hepimize huzur, sağlık ve barış getirmesini diliyorum.

Share:

Diaspora Penceresi: Geleceğin bir gelecek hayali



Bizim Çerkeslerin en büyük sorunlarından birisi odak problemi galiba.  Ne zaman güncel hayatımızı kaleme almayı ilke edinmiş bir Çerkes yazarını açıp okumaya başlasam; güncelin hep Çerkesleri teğet geçen ifadeleriyle aklımı karıştırıyorum. Dernekleri ve federasyonları saymazsak Çerkeslerin içinde bir çok irili-ufaklı enformel grup var. Bu grupların çok olmasının nedeni; çok fazla fikir ayrılıkları barındırmaları değil. Aynı düşünceden beslenen ancak yinede iç içe geçmeyen gruplar da var. Grupların bir çoğunun içerisinde de kişisel farklılıkları grup içine yansıtarak hep an kollayan bir mücadele var. Her an bir grubun içinden çıkıp, başka bir grubun içinden çekerek yeni bir grup olarak harekete geçecek bir potansiyel var. Gruplar genelde iki merkezli ve bir merkezleri elbette hepimizin şıp diye anlayabileceği  gibi; Çerkeslik merkezi. Diğer merkez ise genel olarak çok fazla ayrıntılara bölünmüş şekilde Çerkeslik olmayan merkezleri. Yani nedir derseniz; işte kimisi felsefe, kimisi ekonomi, kimisi inanç gibi şeyler. Bir taraftan hepsinin ortak merkezi olan Çerkeslik, bu grupları pekiştirmek ve çalıştırmak için  fırsat gibi gözükse de, diğer taraftan ikinci merkez olan diğer şeyler bu grupları ayrıştırmak ve hatta çatıştırmak isteyenlere fırsat oluyor.

Burada insanın motivasyon faktörü çok önemli tabi ama; genelde insanımızın düşünürken ve yazarken kendisini motive ettiği alan Çerkes merkezli olmayınca yani diğer ikinci merkezinden gelişince; insan yukarıda anlattığım bu grupların ikinci merkezlerine saldırarak Çerkes merkezlerini fethetmek üzerine bir düşünceye kapılıyor. Bu sadece birinin birine yaptığı şey değil, genel olarak farklı merkezlerin birbirine sürekli uyguladığı strateji.  Belki strateji bile değil... plansız, üstüne düşünülmeden, doğal olarak gelişen bir refleks.

Böyle konuları okuyunca ya da yukarıda anlattığım bir olayı tam da yaşarken, bu sorunun çözümü için herkesin aklına "ikinci merkezi" dışarıda bırakmak gerektiği geliyor. Çünkü ikinci merkez ortadan kalktığında herkesin Çerkes merkezinde birbiriyle kenetleneceği gibi saf ütopyalar kuruyoruz. Ancak ne yazık ki sadece Çerkesler değil, hiçbir insan tek kimlikli yaşamıyor hayatta. İnsanların ve doğal olarak Çerkeslerin hem toplumsala dönüşmüş hemde bireysel olarak hayatlarında taşıdıkları bir çok kimliği bulunuyor.   Çerkes gruplarının kendi içinde ve Çerkeslerin umuma açık meclislerinde de yeteri kadar konuşulmamış şeylerden birisi de dünyada insanların artık tek kimlikli bir hayatı yaşamıyor oluşu.  Her insanın artık birden fazla kimliği var ve insanların önceliklerini de belirliyen şeyler olabiliyor bu kimlikler. Artık insanlarımız sadece Çerkes değiller.  Hayatı sadece Çerkesliklerine bakarak değerlendirmiyorlar. Kazanmak istedikleri, korumak istedikleri, büyütmek istedikleri tek şey Çerkeslik değil. Belki bir çoğunda, söylemin dışında gelişen pratiğe bakılınca; Çerkeslik 'korunmak, yaşanmak, büyütülmek, kazanmak' istenen şeylerin listesinde bile olmuyor.  Bunları gözetmek gerekir. Bunları konuşmak, tartışmak gerekir ve hatta bunları konuşurken, tartışırken; bir disiplin de olmalıdır. Bilimsel bir disiplin olmalıdır. Uzman kişilerin bu disiplini oluşturması gerekir. Tartışmaları atışmalardan ayırararak; farklı görüşleri bu disiplin içinde tartışmaya açmak ve bu tartışmalardan bu disiplin çerçevesinde bir sonuç çıkarma amacı gütmek gerekir.

Bu disiplinden yoksunuz ve gruplarımızın birbiri arasında yaptıkları şeyler de, tartışmaktan ziyade atışmaktan öte gitmiyor. Çerkes camiasının alanlarında ortaya çıkan önemli ya da önemsiz her konu bir atışma alanına çevriliyor. Bu alanda gruplar, daha doğrusu grubu kalemleriyle motive eden yazar-çizer takımları; Çerkeslik meselesine sadece kendi doğrularına nicelik kazandırmak amacıyla kullanılabilir bir insan kaynağı gözüyle bakıyor. Daha temiz deyimle: İnsanları örgütlemek için değil, örgütü kalabalıklaştırmak çabası sürdürüyor. Eğer bu bir politika ise, bu politikaya Çerkesleri ilgilendiren yakın tarih üzerinden şöyle açıklama getirebiliriz.

* Demokratik açılım sürecinde Türkiye'de hiçbir haktan yararlanamayan tek kalabalık unsur Çerkes halkı oldu.

* Çerkes sorunu hiç kimseye anlatılamadı.

* Çerkes  talepleri Çerkesler tarafından dahi kabul göremedi.

* Suriye'deki terör saldırıları ve iç savaş sürecinde bu savaştan etkilendiği halde Çerkesler ne dünya gündeminde, ne Rusya gündeminde ne de Türkiye gündeminde çok ilgi gören bir konu olamadı.

* Çerkesler hiçbir zaman hiç kimse için caydırıcı bir kamuoyu oluşturamadı

* Hiçbir toplumsal proje üretilemedi, üretilen projeler hiçbir zaman toplumsal olamadı.

* Çerkes kimliği siyaset için şahıslar tarafından üniforma yapıldı. Şahsi kariyer için bu kimlik araçsallaştırıldı.

Ben dünyadaki hiçbir etnik kimliğe beğenmemezlik etmem, ancak toplumumuzun genelinde insanlar ne yazık ki Çerkes kimliklerini sözle-lafla öyle yüceltmişlerdir ki; Çerkes olmayan hiçbir toplumu beğenmezler. Onlar şöyledir, bunlar öyledir, bizde falanca yüzyıldır şöyleyken bunlarda daha yeni böyledir gibi laf kalabalığından geçilmez. Ancak şunu da not olarak düşeyim: Son 10 yılda yaşadığımız bu coğrafya da; olan biten herşey de hiç kazanmadan hep kaybeden tek kalabalık unsur: biz yani Çerkesler olmuştur.

Şapka öne konulmalı; kelimiz de kimseden saklanmamalıdır.

Gelecek vizyonu, geçmiş deneyimler olmadan hiçbir şey ifade etmez ve Çerkesliğin geçmiş 150 yıllık deneyimi tek cümlede: hep kaybedip, utanmadan sürekli övünmek olmuştur.

Peki ne olmalıydı? derseniz; olmayan şeylerin değerlendirmesini yapmanın bu saatten sonra bir değeri yok. Uzak veya yakın tarihin bir çok kırılma noktasında bulunmuş Çerkes halkı için, her kırılma döneminin kendi şartlarına uygun yüzlerce teoride bulunabiliriz. O zaman şöyle olsaydı, böyle olmazdı diye iddialarda bulunabiliriz. Ancak her çağ kendi içinde farklı gerçeklikler ve gereksinimler barındırıyor. Bizim sormamız gereken soru bugünden yarına doğru "peki ne olmalı?" sorusu olmalı.

PEKİ NE OLMALI?
Bu soruya tek başıma benim cevap vermemin de, başka birilerinin de bu soruya tek başına cevap vermesinin de toplumsal bir değeri yok.  Bu soruya hep birlikte - atışarak değil tartışarak, bir disiplin içinde cevap vermemiz gerekir. Niceliği örgütlemeye çalışan anlayışımızdan önce, niteliği örgütlemeye çalışmamız gerekir. Doğrusu mu; niteliğin kendisini Çerkeslikte örgütlemesi gerekir. Bu örgütlenmenin temeli Çerkeslik olan bir disiplinle inşa edilmesi ve bugün Çerkeslerin, Çerkeslik haricindeki diğer tüm kimliklerini içinde nitelik olarak barındıran üyeleriyle çalışması gerekir. Bu örgüt; Çerkes halkının 'Aydınlar topluluğu' olarak Çerkeslerin içinde yaşayan her ikinci-üçüncü vs. kimlikleri barındırmalı, bu kimliklerin Çerkeslikle ilişkilerini değerlendirerek formüller bulmalıdır.  Daha da önemlisi Çerkesliği bu kimliklere eritmeyen, bu kimlikleri Çerkeslikte eriterek toplumu önce bir HALK olarak; her düşünceden, her sosyal sınıftan, her cinsiyetten örgütlemelidir.

Share:

İslami Kemalizm


İslami Kemalizm
Bundan hemen hemen 10 yıl önce, Antalya'da amatör rock grupları ile 'rock bar' olarak tarif edilen işletmeler arasında köprü kuruyoruz. Sahneye çıkabileceğine inandığımız amatör rock gruplarıyla sürekli iletişim halindeyiz, kale içinde mekan mekan dolaşıyor mekan sahiplerine tekliflerde bulunuyoruz.. Şöyle bir organizasyon yapalım, falanca grup çıkaralım sahneye falan diye. Kabul eden mekanlara düzenlediğimiz organizasyonla ilgili afişleri bastırıyoruz, afişleri asmak için gerekli malzemeleri tedarik ettiriyoruz.. Bir de biz  kâr amacı gütmeyen bir organizasyonuz; en azından bizim hiç kârımız olmuyor, aksine bizim organizasyonumuzun olacağı gün mekandaki fiyatların aşağıya çekilmesi içinde çaba sarfediyoruz.
Bu organizasyonun içinde koşturan herkes gönüllü... Hepimiz arkadaşız... Bir çoğuyla daha öncesinden arkadaşız, bazılarıyla bu organizasyonlar vesilesiyle arkadaş olmuşuz.
Arkadaşlığımız ise ne çocukluk, ne okul ne mahalle kökenli. Bildiğiniz liseli politikliği üzerine kurulu bir arkadaşlık. Hepimiz Anarşistiz ya da kendimizi öyle  tanımlıyoruz diye arkadaşız.
Dolayısıyla zaten anlamışsınızdır; bu müzik organizasyonları da bu politik birlikteliğin bir ürünü olarak sürüyor. Amaç müzik değil, müzik araç. Amaç o zamanki etkileşimde bulunduğumuz ideolojiyi müzik aracılığı ile buluşturmak, pekiştirmek.

Gel zaman git zaman bizim organizasyonumuz güzel şeyler yapmayı başardı, amatör rock grupları kendilerini duyurmak, dinletmek.. mekan sahipleri ise etkinlik yapmak, bilinmek için.. bizde organizasyonda bildiri dağıtmak, anonslarla mesaj vermek gibi şeyler için iştahlı olunca deyimi yerindeyse "allah yürü ya kulum" dedi.  Eskiden gidip görüşmek için sıra beklediğimiz mekan sahipleri artık bizlerle iletişim kurup etkinlik yapmak istiyor, arayıp bulmaya çalıştığımız yerel rock grupları ise kendilerini listemize yazdırıyorlardı.
Gruplar sahneye çıkıyor, mekanlar doluyor, gelenler normalden ucuza, normalden fazla hizmet alıyorlardı artık. Bizde o zamanlar BarışaRock'ın Antalya inisiyatifiydik... 

Farkındayım; ne alaka diye düşünüyorsunuz.

Uzatmadan konuya gireyim...

İşte tam o  günlerin devamında; daha önce bizim hiç duymadığımız bir şey ortaya çıktı içimizde.

Anarko-Kemalizm.

O gün böyle bir şey olabilir mi ya diye düşünmemize fırsat kalmadan olamasa bile olduğunu öğrenmemiz uzun sürmedi.  Tabii doğal olarak içimizde ciddi tartışmalar da oldu, birbirimize güvenimiz azaldı, istediğimiz seyreldi.. hem o zaman ki acemiliğimiz hem de örgütlenme biçimimizin bu durumlar karşısında aşırı kırılgan olması sebebiyle, organizasyon dağıldı.

Bu dağılıştan sonra; eski 68 kuşağından olan yerel rock piyasasında bulunan eski bir kurt geldi üzerine oturdu herşeyin.

O da yapamadı. Sürdüremedi...

Çünkü işin kimyası bozulmuştu ama, zaten onun bunu sürdürmek gibi bir derdi de yoktu; piyasaydı onun için...

O gün öğrendiğimiz Kemalizmin kalıp değiştiren bu formu, o günden sonra aklımızın hep bir ucunda oldu ve bütün yaptıklarımızın içinde hesabı yapıldı, çizildi.

Şimdi bu tecrübeyle hükümetin her geçen gün artan Atatürk sevgisini düşünerek bunun adını temsili olarak  "İslami Kemalizm" olarak anarak düşüncelerimi aktarayım.

Atatürk'ün doğruları-yanlışları, yaptıkları-yapmadıkları, verdikleri-aldıkları şöyle bir kenara dursun.. bizim konumuz değil.

Bizim konumuzun Mustafa Kemal Atatürk ile zerre kadar ilişkisi yok.

Bizim konumuz "Kemalizm"

Kemalizm Atatürk'ün eseri değildir, Atatürk'ün manevi varlığını suistimal ederek bu ülkede Atatürk'ün vefatından başlayan ve şimdiye kadar kendini sürdüren kirli bir zihniyetin eseridir. Belki de şeytanın aklına gelmeyendir; ittihatçılıktır. Bilemeyiz... Bildiğimiz tek şey  bir araç olduğudur. Amaç ise iktidardır... ve ister inanın, ister inanmayın halk kimi seçerse seçsin iktidar işte bu zihniyetin ellerindeydi. Akp'nin ilk halk tarafından seçildiği zaman bu ilişkiyi en iyi geçtiğimiz günlerde RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle'nin konuğu emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı açıkladı... Halk 2002 de Akp'yi seçtiği zaman Akp iktidar olamamıştı. Çünkü o zaman iktidarda Kemalizm vardı... İşte kandırıldık denilen Fetö ilişkisinin siyasi başlangıcı da böylece oluşuyordu. Fetö Akp'ye iktidarın yolunu açabilecekti. Nitekim de ABD ve Fetö desteğiyle Kemalizmin derin iktidarına karşı mücadeleye de başladı ve artık onlarla yanlarındakilerle birlikte ne kadar iktidar olabilecekse, o kadar oldu. Doğrusu Kemalizmin iktidarını salladılar, ancak bunu kendi başlarına yapmadılar. Kemalizm kendini geri çekti ama yok olmadı. Kemalizmin kendini geri çektiğinde oluşan boşluk iktidara giden yoldu, ancak ne ABD, ne Fetö Akp'ye buyrun siz önden yürüyün demezdi. İktidarın cazibesi ve olanakları; onu gören tüm grupları büyüler.

İşte bu geri çekilmede oluşan boşluk, Akp tarafından doldurulamadı. Dolabileceği kadar Fetö ile doldu ve arka planda Kemalizm ile Fetö'nün bir iktidar mücadelesi başladı. Atamalar, tasfiyeler, emekli etmeler, yıldırmalar; işte halkın seçemeyeceği iktidar tam burada belirleniyordu.

Akp bu savaşın arasında iktidarın kendisi değil, halka yansımış sevimli, seçilmiş bir yüzü olarak bulundu. Kemalizm iktidarının kanattığı yaraları okşayarak onu geriletmek üzerine de reform politikaları hayata geçirdi.

Gel zaman git zaman Kemalizm iktidarı iyice yıldırıldığında, Fetö iktidarını perçimlemek ve kim seçilirse seçilsin hep kendi iktidarda kalabilmek için çalışmaya başlayınca; Akp bir kez daha yapayalnız kaldı.

Seçilmekten başka iktidarı yoktu ve seçilmiş iktidarın böyle ülkelerde hiçbir anlamı da yoktu.

 Bu sefer geriye çekilmiş olan Kemalizm Akp'ye yakınlaştı ve geri çekildiği alanları dolduran Fetö iktidarının kökünü kazımaya başladı.

Kısacık süreçte özetlersek;

Kemalizm iktidarını önünden kaldırmak için Fetö'ye yanaşan AKP (kendi deyimleriyle kandırılırken) Atatürk'ün manevi varlığına karşı bir kampanya başlatarak politika yaparken, şuan geldiği nokta kendi işbirliğiyle iktidarın boş alanlarına yerleşen Fetöyü yok etmek için Kemalizm'e yanaşarak Atatürk'ün manevi varlığını yücelten bir kampanya sürecine girdi.

Akp'nin tahmin edemediği ya da küçümsediği şey; Kemalizm eski kurttur ve ona elini veren kolunu kaptırır. Ki bugün görünen AKP'nin iktidara uzanan elinin çoktan kaptırılmış olmasıdır.

CHP'nin genel başkanı Akp'nin Atatürk sevgisiyle mutlu olduğunu açıklıyor. 

...oysa Kemalizmin bir anda "İslami Kemalizmi" doğurması da bir an meselesidir.

Halk tabanında kitap okuyarak Anarşist idealleri olmuş kesim bile kendi kendine; Anarko-Kemalizm doğurup bunu yaşamaktan gıpta etmezken, iktidar bloğunda Kemalizm kendi varlığını güçlendirmek üzere bugünki şartlarda çok rahat bir şekilde "İslami Kemalizmi" doğurabilir.

Çünkü dediğim gibi...

Kemalizm; Atatürk'ün ideallerini sürdürmek değil, onu iktidar aracı olarak kullanmak içindir.

Share:

Örgütlü bir halk olmak: örgütlenmeyi örgütlemek


Çerkes camiası içinde kafamızı ne tarafa çevirsek herkes örgütlü bir halk olmaktan bahsediyor. Bazıları hariç neredeyse hepsinin haklı bir gerekçesi var ki o gerekçeler üzerinden bakıldığında neredeyse herkes haklı. Örgütlü bir halk olmak; örgütsüz bir halk olmaktan iyidir. Ancak bazı durumlarda gördüğüm, herkesin "örgüt" derken aynı şeyi kastetmiyor olması. Neden örgütlü olmalıyız? sorusunun cevabı aynı: Çünkü Çerkesler, Çerkes olmayan camianın içinde çokta dikkate alınmayan, hiçbir demokratik haktan yararlanamayan, talepleri 'olumsuz' dahi olsa bir karşılık bulamayan bir halk konumunda. Çerkesler sadece bu durumda bile değil, aynı zamanda Çerkes olmayan herkes tarafından yanlış bilinen (önemli nokta: bilinmeyen değil.) ve yanlış tanınan bir halk. Daha da garip olanı aslında Çerkeslerin Çerkes olmayanlar tarafından yanlış bilinmesi bile değil, çünkü Çerkeslerin kendi içinde kendilerini doğru bilen sayısı, yanlış bilen sayısından fazla değil.  İşte sırf bu dış ve iç karmaşıklıklardan dolayı  ama daha da çok Çerkeslerin siyasi ve resmi arenalarda dikkate alınmayan 'olumsuz' bile olsa bir karşılığı bulunmayan yok sayılmışlığından dolayı olsa gerek, Çerkesliğini zaman nehrinin acımasız akışına bırakmaya kıyamayan kişiler örgütlü bir halk olmaktan bahsediyorlar.

Denklem buraya kadar güzel ve haliyle bende yukarıda saydığım sebeplerle de olsa örgütlü bir halk olmak söyleminin  yanındayım. Hatta belirli sebeplerden dolayı Çerkeslerin tümünü kapsayacak argümanlar geliştirememiş olsa bile, "örgütlü bir halk olma" fikri bulunan bir yapılanmanın da içerisindeyim. Dürüst olmak gerekirse içerisinde bulunduğum yapılanmanın da "bir halkı örgütleme" potansiyeli taşıdığına inanmıyorum. Aslında yukarıda yazdığım 'herkesin örgüt tanımı'ın farklı olması durumuda ciddi bir durumdur. Ancak benim açımdan daha ciddi olan ve Çerkeslerin örgütlü bir halk olması yönündeki en büyük engel olarak gördüğüm şey; halk olamamaktır. Türkiye'de Çerkeslerin örgütlü bir halk olabilmesi için en başta 'halk' olabilmesi gerekir. Uzun bir süreden beri Çerkes aydınları "aidiyet" üzerine yazar ve konuşurlar. İşte bir halkın var olabilmesinin en büyük alameti, kendi nüfusundaki neslin o halka dayalı bir aidiyet içerisinde olmasıdır. Bu aidiyet duygusunun kaynağını ise bizzat Çerkes aydınları, Çerkes tarihi ve kültüründen aldıkları ilhama dayalı oluşturmalıdır. Dolayısı ile kendi tarihinden beslenen ve gelecek kaygısı güden (ki aydın her zaman kaygılıdır) bu Çerkes aydınları etnik Çerkesliği bir halk olarak örgütlemelidir. Dolayısı ile önce Çerkeslerin halk olabilmesi için, halk olarak örgütlenmesi gerekir ki zaten bu durumun kendisi Çerkes halkını doğrudan örgütlü kılar. Fakat şuan görünen Çerkes etniğindeki aydının Çerkes aydını olmaktan daha çok diğer kimliğin içindeki parıltısı durumunda. Etnik Çerkesliği dolayısıyla diğer kimliğinin aydınlığını Çerkes etniklerine parıldatan bir durumdalar. Dolayısı ile bu da karşımıza farklı bir problem doğurmaktadır. Farzı misal olarak Türkiye'deki sosyalist örgütlerle bağı bulunan ya da sempati duyan Çerkes kalem takımları, Çerkes etniğini kendi değerleriyle bir halk olarak örgütlemekten ziyade Sosyalizmi ya da onun güncel politikalarıyla önce çıkan farklı değerlerini Çerkes etniğinin içinde örgütlemeye çalışması. Bu olup bitenin içindeki pay sahiplerinden birisi olarak bunları daha sonra kişisel anılarım olarak anlatmak için kaydediyorum ancak bunu Çerkesliğe karşı bir özeleştiri mahiyetinde olması bakımından açıkça söylüyorum ki; bu durum haliyle ne Çerkesliğe ne de Sosyalizme gözle görünür hiçbir faydası olmayan şeyler doğuruyor. O yüzden benim yukarıda Çerkes etniğini halk olarak örgütlemesi gerektiğinden bahsettiğim aydının da dinamiği kendi tarihi varlığı ile geleceği kurgulayan motivasyonu olmalıdır.

Çerkes aydını; Çerkes etniğini halk olarak örgütlemelidir ki bu durumda zaten Çerkesler bir halk olarak örgütlenmiş olabilmelidir. Bu durumdan sonra ki süreç ve esaste en başta bahsettiğim 'örgütlü bir halk olmaktan söz edenler'in olmasını arzu ettiği şeyler; siyaset ve politikadır. Örgütlü bir halk siyasi bir varlıktır ve kendi içinde çeşitli politikalar barındırır. Bugün halk olarak böyle  bir şey yoktur. Siyaset ve politika gruplarının sırtını dayadığı şey Çerkes halkı değildir ve Çerkeslerin genelinden kopuktur. Örgütlü bir halk olabilmek için, önce halk olabilmek...  önce şu soruların yanıtları olmalıdır:

1 - Çerkes etniği kimdir?
2 - Çerkes aydını nedir?

Bu sorular bir kaç sebeple önemlidir çünkü Çerkes etniği bir aydın doğuracaktır ve  bu aydın Çerkes etniğini halk olarak örgütleyecektir. Basit gibi gelse bile Çerkesler içinde ne birinci sorunun ne de ikinci sorunun üzerinde kesinlik yoktur.  Çerkes etniği tanımlanmışsa -ki burada önemli olan Çerkeslerin bir halk örgütlenmesi fikrinde birleşenlerin en başta kendilerine Çerkes etniği kimdir diye sorarak cevap vermeleri gerekir- biz Çerkes aydını nedir üzerinde durabiliriz.

Çerkes aydını: Çerkes tarihini öğrenme sorumluluğu duyan ve bu konuda sürekli araştırmalar yapan, Çerkeslerin geleceğiyle ilgili sürekli kaygı duyan ve bu araştırma ve kaygılarla Çerkesler için özsorumlulukla üreten herkestir. Çerkes aydınının milliyetçisi de sosyalisti de, demokratı da muhafazakarı da, dindarı da dinsizi de Çerkeslik haricindeki diğer kimliklerini Çerkeslerin geleceğiyle doğrudan ilişkilendirerek düşebilendir. Çerkes aydınının dış dünyadan aldıkları Çerkesler için araçtır, Çerkes aydının amacı Çerkesliktir. Farzı misal; Demokrasi, Çerkes aydını için Çerkeslerin geleceği için iyi olduğuna inandığı sürece bir argümandır. Çerkes aydını demokrasinin Çerkes geleceği için kötü bir şey olduğuna inandığı anda; onu açık yüreklilikle reddedebilmelidir. Çerkes aydının savunduğu ya da reddettiği şeylerde şahsiyeti olmamalıdır. O bütün Çerkes toplumu olarak düşünebilmelidir. Çerkeslerin geçmişini, tarihini araştırdığı öğrendiği kadar, şimdisini de bilmelidir. Çerkes toplumuyla iç içe olmalıdır. Bilgisini ve becerisini toplumuna tepeden bakmak için değil onlara hizmet vermek için kullanmalıdır. Çerkes aydını öğrenirken pinti, öğretirken cömert olmayı bilmelidir. Her duyduğuna, okuduğuna hemen inanmamalıdır.. Öğrendiğini ise sonucu ne olursa olsun saklamamalıdır ve Çerkes etniğine gerek geçmişten öğrendikleriyle, gerek gelecekle ilgili düşündükleriyle ortak duracak bir zemin üretmelidir. Çerkes aydınının yüzü; daima vatanına dönük olmalıdır. Örgütlediği halkın da yüzünü daima vatanına dönük tutmalıdır.

Bu aydın zemininin oluşması içinde, aydının kendini profesyonelleştireceği bir zemin oluşturulmalıdır.
Tekrar başa dönüp hızlıca buraya toparlayacak olursak; Çerkes halkının örgütlü bir halk olabilmesi için, bir halk olabilmesi gereklidir. Bir halk olabilmesi içinde aydınlar yetiştirmesi gereklidir. Aydınlar yetiştirmesi için ise bir zemin oluşturulmalıdır. Bu zeminde yetişen aydın Çerkesliğe karşı sorumlu olmalı, hesap verebilir olmalıdır.

Share:

Kızkardeşlerin Feminazi Cemiyetleri

Dünyada kimliği dolayısıyla ezilmiş, aşağılanmış, baskı görmüş ve hakkı yenen toplulukların bir çoğu içerisinde; ezildiği kimliğine sıkı sıkıya sarılıp o kimliğin dışında kalan herkesi kendisine düşman gören bir grup bulunmuştur. Mesela bugün Türkiye üzerinden düşünürsek Kürtler, Aleviler, Çerkesler içinde böyle gruplar bulunmaktadır. Aslında bu durum bir sonuçtur; yani o kişiler böyle olmaya itilmişlerdir ve o kişilere yaşadıkları toplum tutunacak başka dal bırakmamıştır. Dolayısıyla ben bu yazıyı yazarken, bahsettiğim bu gruplarda bulunan insanları bu duruma taşıyan sürece değinmeden, onların tamda tutundukları kimliklerin karşı cephesinde olmadığımı ifade etmem gerekir.

Artık buna inanmakta, buna karşı çıkmakta ve beni kendi tutundukları kimliklerine karşı tehlike veya dost olarak görüp görmemekte kendilerinin tercihi.

İşte dünyada kimliği dolayısıyla ezilmiş, aşağılanmış, baskı görmüş ve hakkı maddi manevi yenen toplulukların en başında kadınlar geliyor ve haliyle ezildiği kimliğe sıkıca tutunarak, o kimliğin dışında kalan herkesi düşman gören ve onlara hep bir önyargıyla yaklaşan; söyledikleri, yazdıkları, okudukları herşey de bir önyargı arayan bu grup onların arasında da var.

Eğer erkekseniz (cinsiyet anlamında) onlar için peşinen; açık ya da gizli bir düşmansınız. Söylediğiniz herşey art niyetli, yazdığınız her yazı onlara egemenlik taslamak üzerine kurulu, tüm hareketleriniz bir şekilde taciz.

Yani söylediğiniz şeyin iyi niyetli olması, yazdığınız şeyde eşitlik aramanız; onlarla aynı ideolojiyi bile paylaşmanız hiçbir şey ifade etmez.

Fikirleriniz erkektir, düşünceleriniz erkektir, hareketleriniz erkektir; hatta sizin feminizminiz bile erkektir.

Feminizm aleminde sıkça erkeklere karşı söylemler olur ancak bu söylemleri okuduğunuzda veya duyduğunuzda oradaki erkeğin bir biyolojik cinsiyeti ifade etmediğinizi anlarsınız. Ancak yazımın bahsi olan grup için bu böyle değildir; onların düşman  gördüğü erkek için eril olmanıza gerek yoktur, bacaklarınızın arasında penisiniz bulunsun yeter.

Size adeta erkek egemenliğinin kadınlar içerisine sinmiş casusları muamelesi yaparlar ve söylediğiniz herşey, ne söylediğinizin hiçbir önemi olmaksızın "kadınlara karşı bir hakarettir."

Oysa bir tarafta "Feminizm herkes içindir" diyerek feminizmin ne için erkek düşmanlığı olmadığını anlatmaya çalışanlar, bir tarafta feminist dahi (bir kısmı erkeğin feminist olamayacağını ifade eder) olsanız düşman olduğunuzu size hatırlatanlar olur.

Yeri de gelmişken, kendimi bir Feminist olarak tanımlamadığımı ifade etmek isterim ki; ne beni savunanlar feminist olduğum için savunma ihtiyacı hissetsinler ne de bana taş atacaklar tereddüt etsinler.

Feminizm aleminin dört bir yanı erkek karşıtı söylemlerde bulunurken hiçbirisinden rahatsızlık duymayıp Feminazileşen bir grubun feminizm içinde dile getirdiği erkek karşıtı söylemlerden neden rahatsız olduğumu sizlere şöyle ifade edeyim.

Çünkü Feminizm aleminin erkek karşıtı söylemlerinin (feminazi söylemleri hariç) bir çoğu erkek egemen anlayışına karşı söylenmektedir ve haklıdır. Feminaziler hariç, feministlerin söylemlerindeki erkeğin tanımını geçen yıl mayıs ayında yine buradan şöyle yazmıştım:
"...yaşam üzerinde kendini efendiliğe konumlandırarak kadını sömüren erkek bireyin cinsiyeti değil, kurumsallaşmış bir sömürge mantığıdır.

Bu kurumsallaşmış erkek, insanın cinsiyeti üzerinden kendini tanımlamış ve bir üst kültür oluşturup, bu üst kültür içerisinde yüzlerce parçaya bölünmüş ve kendini tekrar ederek kökleşmiştir. Yani kısacası; erkekliği kurumsallaştırmıştır. Bu noktadan sonraki erkek cinsiyetsizdir. Tıpkı kendi modern tanrısı gibidir.

Bu noktada erkeği tanımak çok önemlidir. Çünkü tam bu noktada bin yıllardır tarihle deneyimlediğimiz ancak bir türlü tanıyamadığımız erkeği; insanın apış arasına bakarak arama hatası bizi çoğu defa yanıltan en büyük gerçektir. Çünkü bu kurumsal erkek, bireyin cinsiyeti değil; toplumun üzerinde hastalıklı bir sosyo-politik üst kültürdür ve herkesin  apış arasında aradığı o erkek pipisi, sadece bayrağında bir sembolden ötesi değildir.  İşte bu yüzden ki; apış arasında pipisi olmadığı halde, kurumsal erkeğin fanatiği olmuş çok fazla kadın alt kültürü de vardır. Bireyin cinsiyeti olarak o kadınlara erkek demek imkansızdır, fakat esasta kurumsal erkeğin de en büyük temsilcileri o kadınlardır.

İşte feminizmin karşısına koyduğu erkekte bundan fazlası değildir. Feminizm bireyin cinsiyeti olarak erkek olana değil, sosyo-politik bir hastalık olarak kurumsal erkeğe düşmandır..."

Ancak Feministlerin aksine Feminaziler; "Kızkardeşlik" söylemi altında; bütün erkekleri (doğmamışlar dahil) doğal düşmanları olarak  görüp; yaptıkları herşeyin Kadınlara karşı yapılmış birer baskı olduğunu düşünürler.

Durumun vehametini anlatmak için biyolojik bir kadın süte "siyah" dediğinde, "hayır o siyah değil, beyazdır" diyen bir biyolojik erkek haksızdır. Açüklama (Erkekleme) yapmaktadır. Erkek herşeyi bilmemelidir, bilse bile söylememelidir, onun kadına, kadınlara ve kadınların düşüncelerine, fikirlerine, söylemlerine, yazıtlarına karşı yorum yapması, fikir belirtmesi veya cinsiyet sorunlarına karşı açıklama yapması kadınlığa karşı bir saldırıdır.
Kısacası: Erkek susmalı, konuşmamalı ve belki de kadınların arasında hiç olmamalıdır?

Kaldı ki bu eşitliğin neresindedir? Eşitliği savunan feminizm; her biyolojik erkeği baştan düşman ilan eden bu mantığı nasıl içinde tutabilmektedir; orası artık kendilerinin cevap bulması gereken bir yer.
Öte yandan bu her ne kadar bir cinsel adaletsizlik bile olsa, en çokta feminizme ve dolayısıyla kadın mücadelesine zarar vermektedir. Çünkü Patriyarşi penislerden çok daha fazlasıdır, ancak bu anlayış feminizmi penise o kadar odaklamakta ve düşmanı penise bakarak aratmaktadır ki her geçen gün kendini revize eden ve feminizmin bazı kanatlarını bile kendi içinde pazara dönüştüren bir çok giriftli politikayı aynı anda hayata sokan patriyarşi kadınlar başta, insanların ve tüm ekolojinin canına okumaya devam etmektedir.

Bunların feminizm anlayışı içerisinde tartışılamıyor olmasının küçük nedenlerinden birisi de feminizm içindeki bu indirgeyici ve öteleyici zihniyetin düşmanı sadece penise indirgeyen tavrıdır. Taciz, tecavüz, baskı, zulüm ve sömürü sadece biyolojik kadının maruz kaldığı şeyler midir? Eril zihniyet sadece kadını taciz etmektedir, sadece kadına mı tecavüz etmektedir, sadece kadınlar mı sömürülmektedir ve zulüm görmektedir? Baskı altında kalan sadece kadınlar mıdır?
Ya da
Erkek kimdir
Kadın kimdir
Taciz, tecavüz, baskı, zulüm ve sömürü nedir?

Geçtiğimiz yıl yine buradan yayınladığım bir yazımda Feministlerin bir kısmının (Feminaziler hariç) ve benim cinsiyet eşitliği meselesinde bahsettiğim erkeğe şöyle çözümleme yapmıştım:

"...Kurumsal Erkeği Çözümleme

Kurumsal erkeğin örgütlenme temeli kesinlikle hiyerarşidir.  Yaşama bakış algısını bu temelle şekillendirir ve hiyerarşinin en tepesine bir cinsiyeti toplumsal iktidar olarak yerleştirir; bu da elbette erkektir. İnsan toplulukları içerisinde kendini kültürel nüvelerle şekillendirerek bir takım toplumsal yasalar inşa eder, bunlara; gelenek denir. Bunlar kendi içerisinde bir topluluğu şekillendirir ve ona diğer topluluklardan farklılıkta kazandırır. Bu farklılıklar topluluğun yaşadığı coğrafyaya ve coğrafyadaki diğer topluluklarla arasındaki ilişki biçimine göre şekil alır. Bugün binlerce yıllık bu sürecin ortaya çıkardığı üst-kurum kavramı; ulustur. Bu kavrama göre şekillenen üst-örgüt ise devlettir.  Bazı feminist arkadaşlarımız kendilerini bu kavramın parçası olarak, onun örgütüne karşı bağlılık duysalar da, ne yazık ki ulus kavramı, kurumsal erkeğin güncel sosyal politikası olarak oluştuğundan, bütün uluslar erkektir ve bütün devletleri bu erkek uluslar inşa etmiştir.

Kısacası, ulus kavramı erkektir ve onu ortaya çıkaran tarihi de öyledir. Devlet örgütü erkektir ve onu ortaya çıkaran tarihi de öyledir. Devlet, genel anlayış olarak ulus kavramından eskiye uzanıyor gibi gelebilir. Fakat ulus kavramının üst örgütü olan devlet ile, tebaa kavramının üst örgütü olan devlet aynı devlet değillerdir. Çünkü her erkek kavramı, kendi devletini inşa etmiştir ve bu devletlerin hepsinin en büyük ortak tarafı; hepsinin erkek olmasıdır. Bütün devletler hiyerarşiyle yönetilmektedir ve hepsi güce dayalıdır. Kurumsal erkeği temsil etmekten asla taviz vermemişlerdir.
Kurumsal erkek, üst-örgütü besleyecek bir çok alt-örgütü ile hepsi aynı amaca hizmet eden karmaşık bir yapıya sahiptir.

En aşağıdaki alt-örgütü ailedir.

Bu düşünceye farklı sebeplerle bazı feminist arkadaşlarımız itiraz edecektir, çünkü klasik aile kavramı; bir çocuk ve onun varlık sebebi olan iki yetişkin tarafından tanımlanır. Bu da duygusal bir bağ oluşturmaktadır. Hiç kimse bir çocuğa, annesi ve babasıyla oluşturdukları aile yapısının kötü bir şey olduğunu anlatmaya cesaret edemez. Ancak bu, aile kavramının kurumsal erkeğin en alt-örgütü olduğu gerçeğini değiştiremez. Aile, oluşturduğu bireyleri kurumsal erkeğin toplumsal yapısına alıştırmaktaki en büyük rolü oynar. Aileler kendi kültürünü inşa edemez, ailenin bağlı olduğu ve kendini inşa eden bir kültür vardır ve o kültürün bağlı olduğu tek şey; erkek gelenektir.

Ailenin bir üst örgütü, toplumdur.
Toplum sokaktır, mahalledir, kenttir, bölgedir, milliyettir, vatandaşlıktır.
Aile topluma dayalı birey yetiştirmekle, toplum devlete dayalı vatandaş yetiştirmekle yükümlüdür. Her ikisi de, kurumsal erkeğin amacı doğrultusunda işler.

Şurası unutulmamalıdır, kurumsal erkeğin en alt-örgütü aile olsa da, onun devamlılığının ta kendisi de ailedir. Aile düzeni ve onun direkt ilişkide olduğu toplum düzenleri; (sokak, mahalle, kent, milliyet, soy, akrabalık vs.) kurumsal erkeğin okullarıdır..."

Burada iki sebeple daha önce yazdığım bir yazıdan uzun alıntılar yaptım. Çünkü Feminaziler bugün bütün erkekleri düşmanları olarak görürken, bütün kadınları da kızkardeşleri olarak görüyorlar.
Birinci sebebim; her erkeğin kurumsal erkek olmadığının anlaşılmasını istemem. Çünkü penisi olmadığı halde "kurumsal erkek" olan çok fazla kadın var.
İkinci sebebim; patriyarşi sadece biyolojik kadını değil; biyolojik erkeğinde içinde olduğu bütün bir yaşamı sömüren sistemin ta kendisidir ve ona karşı mücadele vermek için penisimizi kopartmamız gerekmiyor, en başta eşit ve adil olmak üzere; bizim için bir özgürlük davasıdır patriyarşi'ye karşı verdiğimiz mücadele.
Bu konuda her fikri olanın, düşünenin, savunanın, eleştirenin ne dediğine bakmadan önce bacakları arasında penisi var mı diye bakmayın,
çünkü penisi bacaklarının arasında olmayıpta, zihninde; kadına, erkeğe, ekolojiye tecavüz edenler de var, bacağının arasında penis taşıyıpta cinsiyetsiz fikirler taşıyanlar da var.

Share:

Globalizm ve Çerkes Toplumu: 1 - Jıneps Gazetesi Kasım 2017




Birşeyi peşinen kabul etmek gerekir, o da; bir hata kim tarafından yapılıyor olursa olsun hata olduğudur. Hatayı yapan kişi onu doğru kılmaz aksine hata kim tarafından yapılıyorsa yapılsın o kişiyi yanlış kılar. Benim emeğe, tecrübe ve bilgiye saygım sonsuz, hiç kimseyi bunlardan dolayı eleştiremem. Ancak bunlardan dolayı hiç kimseyi de peşinen her konuda haklı göremem. İnsan hatalar yaparak tecrübe kazanır ve insanın kültürü de hatalar yaparak tecrübeler kazanan insanların hatalarından kazandıkları tecrübeler üzerine inşa olmuştur. Her toplum sabit bir tecrübe üzerine değilde her biri kendi tecrübeleri üzerine inşa olduğu için olsa gerek, insanlar bu kadar fazla toplumlar oluşturmuşlardır. Bana sorsalar tarih nedir diye, tarihi bir tecrübe olarak yorumlarım. Resmi tarihlerin tüm propagandaya dönüşen ve sürekli kahramanlıklardan övünerek bahseden yapısına inat; tarih tam arkamızdan başlayarak insanlık tarihinin de ötesine de uzanan yapısıyla, oluşmuş veya yapılmış hatalardan elenerek bir basit doğru üzerinde yaşamı ve de insanı bugün ki konumuna getiren serüvendir. Ötesi bu serüveni yorumlamaktan başkası değldir.
Benim açımdan mensubu bulunduğum Çerkes toplumuda bunun içinde kendi özgün hatalarından tecrübeler kazanarak bir kültür inşa etmiş ve bu şimdiye kadar devam ederek şuana gelmiştir. Açıkçası sadece Çerkesler için değil tüm toplumlar için kültürel kıyıma dönüşen ve küreselleşme adına insanlığı tek kültüre -tüketim kültürüne- taşıyan kapitalizm; diğer kültürler gibi Çerkes kültürünü de bozmaktadır. Dolayısıyla söylemek istediğim şey bugün okuyan yazan Çerkeslerin olumlayarak veya eleştirerek bu meseleye kendi pencerelerinden ne kadar bakmadıkları... Baksalar bile bunu Çerkes kültürünün içinden toplumun kendi tarihsel ilerleyişiyle değil, aksine kapitalizmin karşısında varolan ve hatta kapitalizmin sınıf ilişkilerine karşı doğan başka bir küresel ideoloji ile bakabiliyor olmaları. Yani Çerkes kültürünün bu tüketim toplumu içinde yeni kazandığı ya da kaybettiği değerlere karşı; üretim toplumu içinde yeni kazanacakları veya kaybedecekleri değerler tam olarak yazılmış veya çizilmiş değil. Oysa Çerkesler bugün kapitalizmin içinde yeni değerler kazanırken, eski değerlerini de kaybediyor ve yine Çerkesler SSCB döneminde üretim toplumu inşa sürecinde yine bir şeyler kazanmış ve bir şeyler kaybetmiş olmalıdır. Dahası Çerkesler hem kapitalizmin tüketim aşamasını hem de sosyalizmin üretim toplumu aşamasını farklı topluluklar halinde tecrübe ederken, iki topluluğunda bu tarihsel süreçlerini deneyimlyen yazar çizer tayfası da varken, bu iki süreci yaşamış Çerkes topluluklarının hem birbirleriyle hem de geçmişleriyle karşılaştırılarak olumlamaları veya eleştirileri yapılmamış. Bunların yapılmamış olması başlı başına hatayken ve biz bu hatalar içerisinde yine küresel bir kültürün dejenarasyonu içerisinde yavaş yavaş ama işleye işleye tüketim toplumuna dönüşürken ya da tüketim toplumunun Çerkesler üzerindeki dejenarasyonunu değilde üretim toplumundaki sınıfsal eleştirisini yaparken; sanki bütün bunlar olmamış gibi, bütün bunlar olmuyormuş gibi bugün sadece şahsi tecrübelerimizin anlık olgular karşısında bir değer bulmasını talep eden halleriyle zaman tüketiyoruz. Zamanı ileriye taşırken, zamanla birlikte bu hatalarımızı da daha  katmerleyerek ve daha karmaşık hale getirerek ileriye taşıyoruz. Bizim bu duruma bakıp anlamamız gerekir. Bu duruma bakıp anlamaya çalışırken de duracağımız yer Çerkeslik olmalıdır. Çerkeslikte durarak ve durduğumuz yere bağlı kalarak objektif bir şekilde içinde bulunduğumuz global kültürün bize kazandırdığı yeni değerleri de, kaybettirdiği eski değerleri de tespit etmek gerekir. Bunları yaparken kazandığımız her yeni değerin iyi birşey olmayacağı gibi, kaybettiğimiz her değerinde iyi kötü olmayacağını unutmamak lazım. Zira her kazandığımız şeyi iyi ve her kaybettiğimiz şeyi kötü sanmak ya da her kazandığımızı kötü, her kaybettiğimizi iyi sanmak bizi başka bir hataya sürükler. Nihayetinde Çerkesler de diğer halklar gibi tarihin bir aşamasında bugün bilinen değerleriyle şıp diye oluşmamışlar, tarih içinde yeni değerler kazanarak, eski değerler kaybederek bugünlere gelmişlerdir.
Bu anlamda kalemin yettiğince ve aklım erdiğince bildiklerimi, gördüklerimi ve düşündüklerimi; benden daha iyi bilen, benden daha çok görmüş ve daha fazla düşünenlerin affına sığınarak anlatmayı bir sorumluluk kabul ediyorum. İnanıyorum ki düşündüklerimi yazıya dökmek ve genele açmak bu konuda bir başlangıç olur, yazdıklarımın içindeki hatalardan arınmış ve eksikleri tamamlanarak daha iyi ve gerçekçi bir şekilde Çerkeslerin bu toplumsal değişimleri tamamlanmış bir tartışmaya çevrilir. Beni yeni kazanılmış hiçbir değeri eleştirmediğim gibi eskiden olan kaybedilmiş hiçbir değeri koruma güdüsüne girmeden, hem yaşadığı yeni dünyanın farkında hem de yaşanılmış eski dünyanın huzurunda şahsi görüşümü Çerkesler için faydalı olması arzusuyla sizlerin eleştirilerine bırakıyorum.

* TOPLUMA BAKIŞ VE KÜLTÜR

Toplum kolektif bir yapıdır ve kültür toplumun üretimidir. Toplumun yarattığı kültür bir sanat değildir aksine bir düzendir ve toplumun bir arada yaşayabilmesi için, içinde bulunduğu şartlara uygun biçimde toplumun ferdi olan veya olacak bireylere roller kazandırır. Bu rollerin her biri toplumun yaşadığı tecrübeye dayalı biçimde gelişmiştir. Toplumun yaşadığı çağa özgü gereksinimleri neyse kültürü de o gereksinimleri karşılayacak bir düzeni oluşturacak biçimde değişir. Yaşadığı çağın gereksinimlerini karşılamak için değişmeyen kültür hatalıdır. Bu hata öyledir ki ihtiyaçlarını karşılamak için başka kültürün gelmesine ve yerleşerek toplumu kendi değerlerine bağlamasına sebep olur. Ancak bu yinede topluma gelen yabancı her kültürün kötü birşey olduğu anlamına gelmez. Yinede ihtiyaçlarını karşılamak için değişmeyen (değişemeyen) kültürün sürekli dışarıdan edinilmiş kültürlere bağlı kalmayı alışkanlık haline getirmesi her zaman kötüdür. Milliyetçiliğin global hatası olan; toplumun soy bağıyla bir arada olacağuna inancın aksine, toplumu birbirine bağlayan şey soy değildir. Kültürdür. Eski zamanların aksine -ki eski zamanların da eski zamanlarında toplum hiçbir zaman soya bağlı kalmamıştır- toplumlar sadece kendi soylarının yaşadığı dar bir alanda sıkışık kalmadılar ve asla da kalmayacaklar. Hatta Kapitalizmin globalleşme politikarıyla daha fazla iç içe girecekler. Bu anlamda toplumu soya dayandırmak ve milliyetçilikle bu şekilde tutuculaştırmak doğru değil. Toplumlar bir arada yaşayabilmek için kültür üretebilen insanlar sürüsüdür ve ürettikleri kültür topluma yetmediğinde hiçbir soy bağı insanı o kültürün bir parçası yapamaz. İnsan tükettiği kültürün toplumuna aittir. Bizim Çerkesler olarak toplumumuza ve kültürümüze bu şekilde bakmamız gerekir. Kültürümüzün günlük hayatımızı ne kadar karşılayabildiğini ve ne kadar karşılayamadığı yerleri neden karşılayamadığını duygusallıktan uzak ve hayatımızın akışına uygun biçimde ele almamız gerekir. Duygusallıktan uzak ve hayatın akışına uygun düşünmemiz, bu konuyu çözmeden ileri bir zamana ertelemememiz için o kadar gereklidir ki bunu anlayabilmemiz için hiçbir kültürün sonsuza dek bugün yaşayabildiğimiz düzeyde kalamayacağını anlayarak fark edebiliriz. Bunu da; bundan 30 yıl önceki kültürel varlığımızı, bundan 100 yıl önceki kültürel varlığımızı, bundan 150 yıl önceki kültürel varlığımızı zihnimizde pekiştirerek başarabiliriz. Elbette kültürel varlığımızın olduğu yerde kalmaması bir sorun değil ama kültürümüzün yerine farklı bir çok kültürün yerleşmesi ve kalıcı olması ise çok büyük bir sorun.  İnsanlar sürekli geçmişi özleyerek geleceği yaşayan canlılardır. Belirli bir yaşın üstü daimi geçmişteki ilişkileri arar ve onları savunurlar ama geçmiş hiçbir zaman geri gelmez, gelen hep gelecektir. Bu anlamda bakınca toplumun geleceğini oluşturanlarının ihtiyaçları düşünülerek ve hatta tam da onlar tarafından veya onların ağırlıklı söz sahibi olacağı platformlarda kültürümüzün dokunulmazlık tabusu yıkılmalı ve tartışmaya açılmalıdır. Toplumun ihtiyacı arttıkça, kültürü toplumun ihtiyacını karşılamalıdır ve toplumun en büyük ihtiyacı; gençleridir! Kültürümüz toplumun ihtiyacını karşılayacak biçimde sadece bir defa değil, tekrar tekrar ele alınmalıdır ve bu da hiç kolay değildir. Bu tartışmaları açacak kişi veya kişiler ve hatta ekipler kendi motivasyonlarını korumaları açısından bu tartışmaların kolay şeyler olmadığını ve bir anda etki sahası oluşturamayacağını bilmelidir.
Konu başlığımıza başlarken yazdığım gibi kültür toplumun değil, toplum kültürün üreticisidir. Toplum tarafından üretilmiş kültür ise toplumun sistemidir. Aslında daha iyi anlayabilmemiz için şunu da ilave edebilirim; bugün yaşadığımız tüketim kültürü kapitalist toplumun üretimidir ve insanlar bu kültürün içinde tüketim sistemini yaşıyor, yani günlük yaşantımızda olmazsa olmaz hiçbir değeri üretmeden sadece onları tüketmeye muhtaç bir şekilde gelişiyor. Tarımdan, hayvancılığa, sanattan, bilime kadar; tüketiyor. Oysa toplumun bunları üretebilmesi gerekirdi, bunları üretemediği için parayla satın alıyor ve para kazanmak için gelişen süreç kapitalist toplumun modern kölelik olgusunu başlatan temen faktör. Neyse...  Konumuza dönecek olursak Çerkes kültürünün Çerkes toplumu tarafından üretilen bir sistem olduğunu ve dokunulmaz olmadığını hatta bin yıllarca dokunula-dokunula oluştuğunu, çağına uyduğunu, çağın ihtiyaçlarını karşılayabildiği için bugünlere geldiğini anlamak gerekir. Bunu anlarken de kültürün bu tarihsel serüveninin hiçbir yerinde, tek bir defa tartışılarak değilmediğini de anlamalıyız. Dün öyle olmadı, bugün de öyle olmayacağı gibi eğer bir yarını olursa yarın da öyle olmayacak.
Share:

Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde Komedi: "Uluslararası Kafkas Ödülleri"




Bir zamanlar "Kafkas Diasporası Ödülleri idi bunun adı, hatta öyle komikti ki ne zaman canım sıkılsa girer bakardım arada gülmek için. Çünkü "Kafkas Diasporası" diye birşey yoktu. Sadece bize göre mi yoktu?

Hayır kimseye göre yoktu..

Çünkü öyle bir şey yoktu...

Onlara göre de yoktu, hatta en çok onlara göre olamazdı.

Onların "Kafkas" tanımı, Kafkasların (Kafkasya Coğrafyasında yaşayan bütün halklar, milletler, hatta uluslar) kendi varlığının yanında "deve de kulak" idi. Onların Kafkası; en fazla Şıx Şamil'in etrafında cihat eden müminlerin yaşadıkları yerlerden ibaretti. Halbuki onların Kafkasından çok daha büyüktü Kafkas..

Dolayısıyla olmayan bir şeyin adına ödül törenleri falan düzenliyorlar, siyasetçilere, iş adamlarına, gazetecilere, belediye başkanlarına kalpaklar takıyorlar, plaketler veriyorlardı.

Tiyatro gibi;

Uçan Spagetti Canavarı adına; sizi yılın en iyi "bilmem neyi" seçtik demekten ne farkı vardı?

Hadi bu törenleri düzenleyenler neyse, sonuçta en fazla kaç kişiydiler ki, hepsi aynı odada nefes alsa oksijen yetmezliğinden halüsilasyon görebilirlerdi.

Ya peki o siyasetçiler, iş adamları, gazeteciler, belediye başkanları?

Asıl onlar bu komedinin en çok kahkaha atılanları değil miydi? Olmayan bir şeyin töreninde en iyi olmaya geliyorlardı.

Kimisinin kafasına olmayan bir şey adına kalpak takılıyor.

Kimisinin eline olmayan bir şey adına plaket veriliyor.

Hiç mi demez bir insan, tamam beni seçmişler eyvallahta; yani ne adına aldım ben bu ödülleri diye?,

Olmayan bir şey adına ödül almak hoşlarına mı gidiyordu acaba? Öyleyse biz de her ay  "Uzay Diasporası" adına onlara ödül yollayalım öyleyse, mutlu olsunlar... Belki mutlu olurlarsa; daha iyi işler çıkarırlar branşlarında?

Neyse.

Konumuza dönelim...

Bizim olmayan bu Kafkas Diasporası artık yetmemiş, kadro aynı, zihniyet aynı, amaç aynı, tören aynı, olmamışlık aynı, yaptım olduculuk aynı, kendini beğenmişlik aynı, bir şeyler yapıyorumculuk aynı...

Ama Kafkas Diasporası artık aynı değil, Onlara Kafkas Diasporası olmak yetmemiş! Tek farklı olan bu Kafkas Diasporasının artık "Uluslararası" olması. Yani adı "Uluslararası Kafkas Ödülleri"
Ama böyleyken de söyleyeyim "Kafkas Diasporası" ne kadar yoksa "Kafkaslar" da o kadar varlar. Kafkasya coğrafyasında yaşayan bütün halklara "Kafkas Halkları" denir. Ama unutmadan söylemeliyim ki; Ermeniler, Gürcüler, Kürtler, Lazlar, Ruslar, Azeriler, Karaçaylar,  Nogaylar, Balkarlar falan da "Kafkastır"

Bütün bu halkların hem Kafkasya'daki vatanlarında hem diasporalarında kendi kurumları ve kuruluşları da var.

Peki bu "Uluslararası Kafkas Ödülleri" bunlarla mı alakalı?

Alakası yok.

Peki Abhazlar, Çerkesler, Çeçenler, Osetler ya da İnguşlarla alakaları var mı? Bu halkların da gerek Kafkasya'daki anavatanlarında gerekse diasporalarında çok fazla kurumları vardır..

Abhaz Dernekleri Federasyonu, Birleşik Kafkasya Dernekleri, Çerkes Dernekleri Federasyonu, Kafkas Dernekleri Federasyonu, Kafkas Vakfı, Oset Vakfı gibi Türkiye'de ve bu halkların yaşadıkları her ülkede dernekleri, vakıfları bulunmaktadır. Bunlarla mı alakalı?

Alakası yok.

Hadi diyelim bir sadece bir dernek bilemedin üç dernek bu organizasyona destek veriyor. (destek dediğimizde tören için gönderilen davete icabet etmek manasında)

Yeter mi bu "uluslararası kafkas ödülleri" dağıtmaya..

İşte yeni komedi de burada başlıyor. Çünkü bu organizasyon oluyor... hemde nerede? Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde.

Cumhurbaşkanı da davetli, muhtemelen gelecek. Kaçırmaz böyle şeyleri biliyoruz artık

Zaten ödül töreninin teması da belli, sayın Cumhurbaşkanının en sevdiği cinsten: 15 Temmuz

Ayrıca Rusya Devlet Başkanı Putin beyin de davetli olduğunu öğrendik.

Muhtemelen gelmeyecek ama gelirse ne kadar komik olurdu anlatamam. Komedimize tüy dikerdi sayın Putin gelse.

Yahu bu organizasyonu düzenleyen ve görev alan insanları anladım sayın cumhurbaşkanı bunlar hangi sıfatla "uluslararası kafkas ödülleri" dağıtıyorlar diye hiç mi düşünmüyor? Hadi o düşünemiyor, malumunuz çok yoruluyor. Hem Cumhurbaşkanı, hem Parti genel başkanı, hem herşey kendisine bağlı; belediyeler bile neredeyse kaldırım çalışmaları için izin alacaklar kendisinden (belki alıyorlardır) Peki Cumhurbaşkanının bin odalı saraylarında bu işlerle ilgilenen memurlar ya da en azından danışmanları falanda düşünmüyor mu?

Sanki memleketin kürsüsü bitecek, her kurulacak kürsüye "acaba bu nedir" demeden çıkılmamalı bence.

Sonra çıkıp "Aldatıldım" "Kandırıldım" falan demek durumunda kalmasından endişe ediyorum.

Şimdi bu komediyi izliyorum, savunanları, karşı çıkanları, katılacakları, izleyecekler falan.

Bu kötü günlerde yüzümde gülücük etmeyen Uçan Spagetti Canavarı Ödülleri tadında 5-10 kişiyle Uluslararası Kafkas  Ödülleri dağıtan kişilere tek başıma Uluslararası Çerkes Komitesi Süper Ötesi Başkanı olarak teşekkür ediyorum: Siz olmasaydınız neye gülecektik acaba?

Bu arada dipnot niyetine de şunları ifade etmek isterim, bu olmayan diaspora ödüllerini; uluslararasılaştırmakta mahir kişi geçtiğimiz genel seçimlerde bir yerde akp'den aday adayı olmuştu ama aday olamamıştı. Bülent Arınç'a yılın siyasetçisi diye kalpak takmıştı ve sözde Çerkes Ethem'in hain olmadığının ortaya çıkarılması yönünde bir komisyon sözü almıştı, o komisyon da kurulmadı.

Share:

Türkiye'deki "Kafkasyalı Mülteciler"

"Kafkasya, Karadeniz ve Hazar denizi arasında yer alan, Avrupa ve Asya'nın sınırında bulunan bölgenin ismi. Kafkas sıradağlarında, Avrupa'nın en yüksek dağı olan ve Kafkas halklarının sözlü edebiyatını oluşturan Elbrus Dağı bu bölgede bulunmaktadır. Kafkasya bölgesi siyasi ve coğrafi olarak Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya olmak üzere ikiye ayrılır. Güney Kafkasya bağımsız ve egemen devletlerden oluşmaktadır. Kuzey Kafkasya ise Rusya Federasyonu içinde bulunmaktadır."


bAndista'nın "Haymatlos" şarkısını duymayanınız çoktur... Hatta bAndista'yı duymayanlarınız bile vardır.. bAndista; Türkiye'de ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, göçmenlerin, mültecilerin ve tabii ki enternasyonalin notalara işleyen devrim zincirinde küçük ama sağlam bir halkadır.

Haymatlos şarkısının tanıtımında kendi sözcükleriyle şu ifadeler yer alır:

"Küresel muktedirlerin neden olduğu savaşlardan, iktisadi ve sosyal yıkımdan, ekolojik krizin sonuçlarından kaçan göçmenler daha iyi bir yaşam kurmak için sınırları aşmaya çalışıyorlar. Yasadışı göçle mücadele olarak adlandırılan şey aslında bir cephesinde devletler, kolluk kuvvetleri, özel kuvvetler, sınırlar, silahlar ve hapishaneler, beride ise sade insanların olduğu bir savaş. Çünkü biliyoruz ki insanlar değil, sınırlar ve o sınırları kurup koruyan kurumlar illegaldir. Çünkü biliyoruz ki kimse nedensiz kaçmaz. Çünkü hepimiz göçmeniz; buradayız, kalacağız, yaşayacağız. Sokakların sesini duyun!"

Kimdir bu küresel muktedirler? Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Almanya, İngiltere, Fransa başları (Küresel) bir çokları da kuyruğu (Yerel) olan Emperyalizmin her coğrafyadaki temsilcileridir.

Biz Çerkesiz,

Küresel muktedirlerin neden olduğu savaşları, iktisadi ve sosyal yıkımları, ekolojik krizleri, sürgünleri ve soykırımı yakından tanırız. Tarihimizin kalbine bir hançer gibi saplanmıştır çünkü hepsi. Sanmayın ki bunlar geçmişte kalmıştır. Çünkü adalet tecelli etmedikçe geçmişte açılmış yara sanki ilk gün gibi sızlamakta ve sürekli kanamaktadır. Ancak sadece geçmişteki yaralarımızın sızlaması ve kanaması da yetmez gibi, her gün yeni yaralarla bizleri yıldırmaya çalışmakta olan küresel bir muktedir bulunmaktadır hala coğrafyamızda. Çerkesler ve elbette Çerkeslerin kardeş halkları, akrabaları ve komşu halkları bu savaşın, yıkımın ve krizin merkezindedir. Dünyanın dört bir yanına dağıttığı Çerkesleri hala pervazsızca kendi vatanlarının yabancısı olarak gören, orada kalan insanlarımızı da kendi vatanlarından kaçırmak için her türlü baskı ve zorbalığı yapmaktan çekinmeyen bir muktedirdir.

Guaşo Ruslan davası hemen arkamızda, bir çoğunuz artık bilmektesiniz. Daha arkasında kendi sokaklarında dans ettiği için gözaltına alınanlar, daha arkasında Khuade davası.. daha arkasında failleri hiç bulunamayan aktivist cinayetleri... Bildiklerimiz bilmediklerimizden çok daha az, bize ulaşanlar sadece; artık gözümüze batıra batıra yapılan hukuksuzluklar, adaletsizlikler, baskılar ve cinayetler.

Bunları orada konuşmak zor olduğu için burada öğrenmekte daha zor, Rusya dünyadaki herhangi bir devlet gibi değil.. Eli kolu dünyanın neredeyse her yerine uzayabilen, dünyanın herhangi bir yerinde istemediği kişileri susturabilen bir devlet. Yüzyıllar önce  Marcus Aurelius'un adalet üzerine söylediği "Yasalar örümcek ağına benzer, küçük sinekler ağa takılır kalır, büyük sinekler ağı deler geçer." sözü işte bu küresel muktedirleri ve elbette Rusya'yı birebir tarif eder. Rusya büyük sinektir ve Rusya sürekli her türlü yasayı delip geçerek; dünyanın her yerinde eli vardır.

Dünyadaki idealsiz toplumlarında içinde açık ya da gizli "güce tapanlar" toplulukları çokça bulunur. Bu topluluklar bugün Türkiye Çerkeslerin de içinde de var. Bu topluluklar bu gücün zulmüne dahi olsa karşı gelen her anlayışa öyle yada böyle muhalefet ediyorlar. Açıkça Rusya'nın gücünü öne sürerek oradaki insanları tehlikeye atmamayı öğütleyenler zaten gözle seçilebiliyorlar. Yani "ölümü gösterip, sıtmaya razı etme" misyonu diyelim biz ona. Bir de gizli politikalar ile Çerkes toplumuna derin fay hatları döşeyerek bu işi yapanlar var. Asıl tehlikeli olan da işte bu fay hatlarını oluşturan, toplumu kendi içinde kutuplara ayırarak çatıştıran misyonu edinenler.

Bilgi kirliliği oluşturup velvele ile aynı toplumun içindeki farklı kesimleri birbirine ötekileştirerek; toplumun kendi sorununa, toplumun kendi içinde muhalefet ettirilip hem bazı şeylerin üstünü kapatır hemde gelecek için toplumu kriminalize ederek başka şeylerin önünü açarlar.

Mesela şuan kendi yurtlarında gördükleri baskılar nedeniyle Türkiye'ye iltica etmiş kişiler, tam da Türkiye ile ABD'nin arasına giderek açılıyorken ve buna paralel olarak Türkiye ile Rusya'nın arası giderek kapanıyorken; sınırdışı edilmek üzere Türkiye tarafından gözaltına alınıyorlar.

Türkiye Çerkes diasporası hem küresel hem de yerel siyaset bakımından çıplak bir toplumdur. Son yıllarda ortaya çıkan şeyler de bana göre esasen Türkiye Çerkes diasporasına bir siyaset kazandıracak nitelikte değil. Benim içinde bulunduğum topluluk da dahil olmak üzere hiçbir topluluk; toplumsal gerçekliğimizi analiz etmeden, toplumsal yapımızda geniş kabul görmeyen argümanlar etrafında birleşerek bir siyaset yapıyor. Yani siyasetin lokomotifi Çerkes toplumunun kendisinden ziyade, topluluğun bir araya geldiği argümanlardan oluşuyor. Toplumsal gerçeklik analiz edilmediği için bu siyaset Çerkeslerin toplumsal bir enstrümanı olamıyor. Toplumsal siyaset bir müzik korosu gibi olmalıdır. Bir çok farklı enstrüman çalmalı ancak hepsinin baktığı toplumsal bir dayanak olmalıdır. Ancak bizim şuan ki halimiz böyle midir? Her enstrümanımızın toplum hariç farklı dayanakları bulunmakta ve sesler müzik değil, kaos yaratmaktadır.

Toplum siyasi bir varlıktır ve toplumun her enstrümanı toplumu geleceğiyle ilgili uyum içinde olmalıdır. Uyum değilde kaos olursa işte bu siyasi varlıktan her ne sebeple olursa olsun rahatsız olanların işi kolaylaşır.  İşte bu "güce tapanlar" toplulukları ve onların velveleleriyle toplumun içinde farklı seslerle ama uyum içinde çalması gereken enstrümanlar toplumun siyasi varlığını dağıtarak tamda bunu yapmaktalar.

Bugün sınırdışı edilmek için gözaltına alınanlarla ilgili açıkçası tam bir bilgi kirliliği içinde bulunmaktayız. Çünkü eskiden bu yana süren velveleler ile kafamız allak bullak edilmiş kimin ne olduğunu ve neden baskı gördüğünü bilemiyoruz. Kimileri cihatçı teröristler diyor, kimileri toplumsal akvitivistler diyor ve bu iki karşıt görüş arasında milyon tane hikayeler dolaşıyor. Yani bir kaos var.

İşte Türkiye Çerkes Diasporası bu kaosu ortadan kaldırmalıdır. Velvelecilerin açtığı toplumsal fayların bu toplumu parçalamasına izin vermemelidir ve herşeyden önce unutmamalıdır ki bugün yurtlarındaki her türlü istikrarsızlığın ve insanları yanlış şeylere iten iktisadi ve sosyal yıkımın en büyük suçlusu da Rusya'dır. Elbette bütün suçlular adalet önüne çıkarılmalıdır ve adil bir şekilde yargılanarak hak ettikleri cezalar uygulanmalıdır, ancak Rusya'da buna dahildir. Resmen savaş politikalarıyla bölgede açtığı yaralar son bulmadıkça; suça yönelmiş insanların da birinci sorumlusu Rusya olacaktır ve bu yalnızca Kafkasya'daki halklara değil Ruslara da büyük zararlar vermeye devam edecektir.


Yazıya başlarken bAndista'nın "Haymatlos" şarkısını paylaştığım gibi.. Ne bugün sınırdışı edilmek için gözaltına alınanlar ne de Türkiye'deki diğer Kafkasya'dan iltica eden kişiler boş yere Türkiye'de değiller. Çünkü Kafkasya coğrafyasının her toprağında Rusya'nın neden olduğu iktisadi ve sosyal yıkım, ekolojik kriz, baskı ve tehditler var. Yine orada diğer küresel muktedirlerin finanse ettiği farklı akımlar da var. Yani orada küresel bir politika savaşı var ve oranın yerli halkı bu küresel savaşın tek mağduru ve bu insanlar orada bir gelecek görmedikleri için Türkiye'ye iltica etmişken.. orada iktisadi ve sosyal yıkım politikaları halen sürüp, muktedirlerin kirli politik savaşı devam ederken bu insanları kaçtıkları bu savaşa ve yıkıma geri yollamak hiçbir vicdanın kabul edebileceği birşey değil. Bu insanlar her ne ile suçlanıyorlarsa bu uluslararası toplumun ve elbette Çerkeslerin bu suçlamaları olağanca şeffaflığıyla bilmeleri gerekir. Türkiye'de bunları göz önünde bulundurmalıdır. Bu insanlar sınırdışı edildiklerinde ne kadar adil bir süreç içinden geçecekler? Bu insanlar neden kendi yurtlarından kaçmış ve yabancı topraklara sığınmışlardır, geri yolladıklarında ne durumda olacaklardır Türkiye'nin bunları araştırması insanlığa karşı çok büyük bir sorumluluğudur.










Share:

#BenimAdımRuslanGuaşo



Biliyorsunuz biz Çerkesler her 21 mayısta Rus emperyalizminin kanlı tarihine Çerkes Soykırımı olarak kazınan gününde toplanır bu soykırımda hayatını kaybeden atalarımızı anar, dualar eder  ve başta Rusya olmak üzere tüm dünyadan bu ADALET talep ederiz.


Bu yıl 21 Mayıs'ta da dünyanın dört bir yanında sürgün bir kadere mahkum edilmiş Çerkesler dahil, anavatanımızın da bir çok noktasında toplanmış, Çerkes Soykırımında hayatını kaybeden atalarımızı anmış, dualar etmiş ve adalet talep etmiştik.


Adalet ki, dünyanın dört bir yanında tüm zalimlerin en korktuğu insani kavramdır. Bir insanın ne kadar zalim olduğunu adalet talebi karşısında geçirdiği cinnetten anlayabilirsiniz de.


Bugün bunlar biz Türkiye'deki Çerkeslerin ve diğer halkların uzak olduğu ve bilmediği şeyler olmasa gerek.


Çerkes Soykırımının 153ncü yılında anavatanımızın Kıyıboyu Şapsığ bölgesinde yaşayan Çerkeslerden bir grupta; Çerkeslerin yaşadığı tüm acılara tanıklık etmiş yaşlı bir ağacın altında toplandı ve 153 yıl önce soykırımda kaybettikleri atalarını andı  dualar etti. Bu anmadan hemen sonra Rus polisi anmaya katılanlardan birilerini izinsiz gösteri yapmak suçlamasıyla gözaltına aldı.


Gözaltına alınanlardan birisi de Ruslan Guaşo idi. Anma da kürsüye çıkarak Çerkesce dua etmişti.


Elbette hiç kimse değersiz değil, ancak hakkını vermek ve doğruyu yazmak adına Ruslan Guaşo'yu da özellikle belirtmek gerekir. Hayatı boyunca kendisinden fedakarlık ederek halkı uğruna mücadele etmekle geçirmiş birisidir, Türkiye'de kimilerinin yaşlanınca olduğunu sandığının aksine; Ruslan Guaşo yaşamıyla, mücadelesiyle, direnişiyle, emeğiyle, önderliğiyle; gerçek bir Çerkes Thamadesi. Yaşanan bu adaletsizlik gazetemizin Temmuz ayı baskısında "Kıyım gibi ceza" manşetiyle yayınlanmıştı.


Gazetemizin bu ayki baskısında bilgi verildiği üzere Ruslan Guaşo gözaltına alındıktan sonra teyzesinin cenazesine katılmasına izin verilmemiş, mahkeme günü rahatsızlık geçirmesine ve hastaneye kaldırılmasına rağmen mahkeme Ruslan Guaşo'yu yargılamıştı. Bu mahkeme sonucunda Ruslan Guaşo'ya 8 günlük hapis cezası verildi ve hapis cezası paraya çevrildi. Ruslan Guaşo temyize başvurup karara itiraz etti, üst mahkeme kararı yerel mahkemeye tekrar gönderdi ancak yerel mahkeme aynı kararı tekrar etti.


Ruslan Guşao ise bu adaletsizliğin kendisi nedzinde Çerkes halkına karşı uygulanan haksız uygulamaları protesto etmek için açlık süresiz açlık grevine başladığını duyurmuştu.


Özellikle "Çerkes halkına karşı uygulanan haksız uygulamalar"  Rusya'da gelenekleşiyorken; Ruslan Guaşo'nun tam da bu sözlerle başlattığı açlık grevi protestosu hepimiz için çok önemli. Daha bir kaç ay önce de kendi anavatanlarında kamuya açık alanda geleneksel danslarını yapan gençler gözaltına alınmıştı. Daha bir kaç yıl önce Türkiye ile Rusya'nın yaşadığı uçak krizinin faturası adeta Çerkeslere kesiliyordu ve dahası; bilmediğimiz çok daha fazla olmak üzere bildiğimiz bir çok haksız uygulaması vardı Rusya'nın.




Bugün (23 Eylül) açlık grevinin 13ncü günü ve bazı kaynaklardan öğrenebildiğimiz kadarıyla Ruslan Guaşo dünyadaki diğer açlık grevlerinin aksine tuz ve şeker de tüketmiyor ve neredeyse su da içmiyor. Ayrıca Ruslan Guşao 67 yaşında ve çeşitli sağlık sorunları da bulunan birisi. Hem hastalıkları, hem yaşı hem de adeta kendini adalete feda eden açlık grevi dolayısıyla gün geçtikçe sağlık durumu daha da kötüleşiyor.


Buraya kadar yazdıklarımdan sonra hiç unutmamamız gereken şey yine yukarıda yazdığım gibi; bu protesto "Çerkes halkına karşı haksız uygulamalara" karşı yapılıyor oluşu. Bu Ruslan Guaşo'nun değil, hepimizin mücadelesi. Orada yalnız bırakacağımız Ruslan Guaşo da, mücadelesini büyüteceğimiz Ruslan Guaşo'da; Çerkes halkının  adalet arayan potresi.


Bir halkın içinde her düşünceden insan olur. Doğal olanda böyle olmasıdır elbet. Ancak bir halkı ayakta tutan en temel harç; o halkın kendisine karşı işlenmiş suç karşısında tek yumruk olabilmesidir. Atalarımızın dediği gibi "birlikteysek güçlüyüz."


Adaletsizliğe karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ,


Hukuksuzluğa karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ,


Baskılara karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ,


Zalimlere karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ,


Soykırıma karşı BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ..


O zaman bizim bu noktadan sonra bütün farklılıklarımızı bir kenara koymamız ve Çerkesler olarak adaleti hep birlikte aramamız gerekiyor.


Ruslan Guaşo için BİRLİKTE OLMAMIZ GEREKİYOR
Çerkeslik için BİRLİKTE OLMAMIZ GEREKİYOR.


Ruslan Guaşo canını Çerkeslere feda edebilecek iradeyi taşıyor olabilir, ancak Çerkeslerin feda edebileceği bir Ruslan Guaşo yok. Çerkes halkı, halkı için mücadele etmeyi şiar edinmiş hiç kimseyi feda edecek durumda değil.


Kendisi açlık grevine başlarken "Bu benim son eylemim" demişti.


Ben bu sonun, olup-olabilecek en kötü senaryo ile gerçekleşmesine razı değilim, Çerkesler olarak hiçbirimiz olmaması gerekiyor.


Çok acil biçimde bütün farklılıklarımızı bir kenara koyup, Ruslan Guaşo için BİRLİKTE DURMALIYIZ.


Acilen toplanmalı ve bir eylem planı çıkarmalıyız.

Bu yazı Jıneps Gazetesi Ekim 2017 sayısında yayınlanmıştır.
Share:

Kahrolsun Emperyalizmi Amerika Sananlar


Bugün sizlere emperyalizm denince aklına yalnızca Amerika gelenlerin düştüğü aptal noktayla ilgili düşüncelerimi anlatmak istiyorum.

Milliyetçiler adeta "gazla" çalışan bir beyin yapısına sahip oldukları ve alenen yukarıda bahsettiğim noktada blok oluşturdukları için onlara diyecek pek şeyim yok. Sadece bir an önce akıl sağlıklarına kavuşmalarını dileyerek başka da hiçbir şey demiyorum.

Gel gelelim solcularımıza...

Bizim Türkiye'de çeşitlilik sadece bitkiler ve hayvanlarla sınırlı değil. Her bitki ve hayvanın nasıl anadolu'ya adapte olmuş özgün bir karakteri varsa, insanın ve insana ait her şeyin de buralara adapte olmuş özgün bir karakteri var. Dinin de, imanın da, solun da, sağın da...

Ben bu özgünlükler içinden solu hem kafamda düşünerek, hemde yazıp sizlere sunarak velhasıl yazılı düşünerek ele almak istiyorum.

Gelin yazıya çok fazla kavramlar sokarak kafamızı karıştırmak yerine, gündelik hayatta herhangi bir insana kendimizi ifade ettiğimiz gibi düşünelim.Çünkü fazlasıyla kavram kullandığımız dil; ya aslında ifade etmek istediğimiz şeyi yakalayamıyor ya da onu okuyan-duyan kimseler bizim ifade etmek istediğimiz şeyleri pek anlayamıyor.

Mesela Emperyalizm...

Türkiye'de ben solcuyum diyen 7'den 70'e herkes rüyalarında bile emperyalizmi kahrederler. (milliyetçiler, ümmetçiler de ediyor da, onları peşin peşin es geçmiştim)

Peki nedir bu emperyalizm?

Amerikalıların sadece Kürtlerle oynadığı küresel bir oyun falan mı?

Ya da

Yüzyıldır Kürtlere karşı oynanan bir oyun mudur?  Evet yazımın bu noktasında dikkatinizi çektiyse hemen Kürtleri karıştırdım araya. Neden?

Çünkü dün IKBY'de bir referandum düzenlendi. Bağımsızlık referandumu. Türkiye solu yine ve her zaman ki gibi mesele Kürtler olunca iflas etti.

Bende daha önce sosyal medya hesabımdan referandumla ilgili kuşkularımı dile getirdim. Ancak benim derdim Kürtlerin bağımsız olması ya da bağımsız olmayı istemesi değildi. Benim derdim; Barzani'nin güvenilmez bir kişilik olması ve bu referandumu itibarsız kılacak herşeyi yapıyor oluşuydu.

Bir halkın bağımsız olmak istemesi ve dahası bunu demokratik yollarla dile getirmesi kadar doğal ne olabilir bilmiyorum, illa savaşmak ve dökülen kan üstünde milliyetçi bir taban yaratarak oradan mı var olmak gerekir bağımsız olmak için.

Olana bitene detaylıca Amerikan Emperyalizmi demek basit olanı, nasıl olsa 7'sinden 70'ine her solcu amerikan emperyalizmi denince yedeğe giriyor.  Sanki Irak söz gelimi Irak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti de, Amerikan emperyalizmi ISSC'yi yok etmek için Kürtleri kışkırtıyor..

Irak zaten emperyalist bir devlet,  her emperyalistin ABD kadar küresel mi olması gerekiyor?  Zaten Irak'taki Kürtler on yıllarca Irak ordusu tarafından küresel emperyalist devletlerin silahlarıyla ezildi, katledildi.

Hiçbiriniz o zaman Iraklı Kürtlerin acısına merhem olmadınız. Hatta vergilerinizle biti kanlanan kendi emperyalist devletiniz tarafından katliamlara el verdiniz. Barzani'yi eleştirmek başka birşey, Barzani'nin referandumuna oradaki Kürtler adına endişeyle yaklaşmak başka bir şeydir ama oradaki bağımsızlık referandumunda bağımsız olmayı kendi gelecek kaygılarıyla seçen insanların arzularına komplolar dizmek bambaşka bir şey.

Maalesef Türkiye solunun dili; NATO diliyle uyuşmaktadır. Bölgeye istikrarsızlık getirip başka krizlere yol açar, Irak'ın bütünlüğünden yanayız gibi söylemlere 2 sol slogan ekleyerek bir de Amerikan Emperyalizmi demek NATO devletleriyle aynı dili kullanmamak anlamına gelmiyor.

Kürtlerin kendi topraklarında bağımsız yaşamak istemeleri analarının ak sütü kadar helaldir. Önemli olan kurulacak bağımsız devlet içinde yaşayan Kürt olmayan halklara ne getirecektir? Barzani söz konusu olduğunda şahsen ben bu endişeleri üzerimden atamıyorum. Bağımsız Kürdistan'a değil, Barzani'ye karşıyım. Bunu da not olarak iliştiriyorum.








Share:

Ruslan Direniyor.




Kimileri çeşitli söylemler üreterek her ne kadar kabul etmese de, açlık grevi bir insanın yaşadığı bir haksızlık karşısında adaletin işlememesiyle ortaya koyduğu bir onurlu bir direniştir.

Siz devlet olabilirsiniz, iktidar olabilirsiniz, ordularınız, polisleriniz olabilir, televizyonlarınız da her türlü algı operasyonu geliştirebilirsiniz, cahilleri sindirebilir, korkakları geri itebilirsiniz. Parayla milyonlarca kişiyi çalıştırabilirsiniz, adalet kurumuna istediğiniz rengi verebilirsiniz.. İnsanları benim suçlu olduğuma, cezamı hak ettiğime inandırabilirsiniz de..  beni  mahkum edebilir ve bana ceza verebilirsiniz; ancak beni teslim alamazsınız demektir.

İnsan kendini aç bırakarak, doymak için yaşamadığını söyler açlık grevinde. Sadece doymak için yaşayan insanların açlığını gidermek için susarak, görmeyerek ve konuşmayarak zalimlere cesaret veren aç yığınları da protesto etmiş olur.

İnsanın esas mahkumiyeti; mahkemenin hükmettiği cezalar değildir. İnsanlar susarak, görmeyerek ve konuşmayarak yaşadıkları her ülkeyi cezaevine çevirir ve o ülkeyi zalimlere mahkum edebilirler.
Düğünlerde kasılarak bel çatlatan, asalet ve nezaket masallarıyla beyni uyuşmaktan burunlarının ucunu dahi göremeyen; taşı sıksa suyunu çıkartacak güçte her sosyal gruptan Çerkes delikanlısının aksine Ruslan Guaşho, geçirdiği hastalıklar sebebiyle sağlık sıkıntıları olan, ihtiyar bir büyüğümüz. Türkiye'deki gençlerin bir çoğu kendisini tanımazlar çünkü asalet ve nezaket masalları anlatmaktan ziyade, kendisi yaşamının büyük bir bölümünü gerçek hayatın içindeki sorunları görerek, Çerkes halkı için mücadeleye adamış birisi. Türkiyeli Çerkesler daha çok; güzel Çerkes kızlarını, pşinawoları, köşesinden asalet ve nezaket masalı anlatıp elindeki Çerkesmetre ile insanların Çerkesliklerini ölçen ümmetçileri tanır. Her fırsatta zaman geçirmeksizin kendisine bir karşı yaratıp ona gol atma peşinde maharet sürdüren Çerkes kalemşörleri bugüne kadar hangi Çerkes meselesine ulusal bir yaklaşım sergilemiş olabilirdi ki Ruslan Guaşho için harekete geçeceklerdi?

Türkiye Çerkes diasporası derin bir yozlaşmanın yatağında. Ulusal varlığımızı sulandıracak tartışma meselelerinde ışık hızını yakalayan, tartışmaların ve çalışmaların en hararetlisini buralara yığarak toplumun okuma becerisini kullanmaktan imtina etmeyen fertlerinin gözlerini ve zihinlerini yoran demagoglar, bir  halkın bütün hepsini ilgilendiren meselelerinde kaplumbağalara dönüşüyorlar. Anavatanımızda gerçekleşen bir çok olayda olduğu gibi, Ruslan Guaşho içinde böyle davranıyorlar. Bir süre geçtikten sonra her demagogumuz kendi sosyal grubunun bu konuyla ilgili bütüne varamayan çalışmalarını örnekleyerek; diğer sosyal grupların basiretsizliğini sergilemeye başlayacak nasıl olsa.
Halbuki bazı şeyler toplumun tamamını ilgilendirir ve o şeylerde toplumun başarısı da başarısızlığı da bütünüyle değerlendirilir. Mesela; Adalet öyledir.

Bugün Ruslan Guaşho'num mücadelesi de bir Adalet mücadelesidir ve kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi uğradığı haksızlık yalnızca kendisine yönelik değildir. Kendisi üzerinden bütün Çerkes toplumuna bir mesaj verilmek istenmektedir.

Bu mesaj da; "Acınızı istediğiniz zaman konuşamazsınız"dır.

Daha önce Hulıjıy'da geleneksel danslarımızı yapan gençlere saldırılmış ve gözaltına alınmıştı.

O zaman ki mesaj da; "Sevincinizi istediğiniz zaman yaşayamazsınız"dı.

Demokrasisini Çerkeslerden esirgeyen Moskova hükümeti; dünyanın dört bir tarafına dağıttığı Çerkeslerin sessizliğinden güç alıyor. Açlığı peşinde ömür çürüten dünyanın bütün Çerkeslerine en güzel mesajı da yine Ruslan Guaşho veriyor; candan önce onur gelir.

Mahkeme Ruslan Guaşho üzerinden Çerkeslere "istediğiniz zaman acınızı konuşamazsınız" diye mesaj verirken, Ruslan Guaşho'da açlık grevine başlayarak Çerkeslere "candan önce onurun geldiğini" hatırlatıyor.

Şimdi bakalım Çerkeslere; Çerkesler kimin mesajını dikkate alıyor.

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler