Dünya Anadil Günü, halklar ve kadınlar

Bundan iki yıl önce bugün "konuşamayan anaların hatrına" bir yazı kaleme almıştım, şöyle başlıyordu:

Bugün dünya anadil günü yoldaşlar!
Tarih ile yitip biten ve tek konuşanı kalmayan ölü dilleri bugün teker teker selamlamalıyız ve hala konuşulabilen, bu fırsatı olan dillere de sarılmalıyız. Bugün anadil günü, bugün diğer dilleri kendi adlarıyla selamlamalıyız. Neşe günü değil, sevinç günü değil çünkü hala öldürülen dillerin var olduğunu bilmeliyiz, katillerin failleri teker teker öldürdüklerini ve öldürülen dillerden sonra sıranın bizim dilimize geleceğini de idrak etmeliyiz! Bugün, kardeş halkların kendi dilini konuşmasını kucaklamalı ve dosta-düşmana şu mesajı vermeliyiz: BİZİM KAYBEDECEK BİR DİLİMİZ KALMADI!


Tarih ile yitip biten ve tek konuşanı kalmayan ölü dilleri teker teker selamlarken, bu dillerin faillerini de teker teker lanetleyelim! Farklılığa tümüyle düşman, kendisinden olmayanı yok edenleri iyi tanıyalım. Onlar Almanya'daki Hitler, İspanya'daki Francisco, İtalya'daki Mussolini, Romanya'daki Antonescu, Portekiz'deki Salazar, Cinsiyetteki Erkek, Meclis'teki İktidar, Eldeki Silah, Kanundaki yasak, yasalardaki baskıdır fakat bunların hepsinin tek bir meclisi vardır, o mecliste faşizmdir!

Faşizm sokakta yürüyen genç kadına, mahallede yaşayan eşcinsel bireye ne kadar düşmansa, duyduğu farklı bir dile, gördüğü farklı bir kültüre de o kadar düşmandır. Faşizm gece saat 3'te bir erkek, mahallede bir teyze, Kürdistan'da bir bomba, iktidar da bir parti, karakter de bir hastalıktır. Ne hepsi ayrıdır ne de hepsi aynıdır. Faşizm farklı dillerde  kasetlere yasak, pipiye övgü, silaha kurşundur. Faşizmin birden çok karakter vardır ancak tüm karakterleri tek bir amaca hizmet eder; farklı olanı yok et.

Bugün Dünya Anadil Günü,

Farklı diller konuşan insanların öldürüldüğü, kadın cinayetlerinin bir katliam boyutuna vardığı, savaşın hissedildiği, bombaların patladığı, halkların sustuğu şu günler de, bildiğimiz tüm diller de faşizme karşı haykırmalıyız!

Tüm diller de; Halkların kardeşliğini!
Tüm diller de; Barış istemini!
Tüm diller de; Adaleti, özgürlüğü, eşitliği haykırmalıyız, ama;

en çokta dilimizi kendisine adadığımız ve onun dilinde sevgiyle, merhametle, aşk ve özlemle büyüdüğümüz anamızın hatrına, tam bugün; patriyarkaya karşı saf tutmalıyız..

Her dilde; Yaşasın Kadın diye de haykırmalıyız.



Share:

Sahibinin Sesi: Amir Dışekov!

Bırakın anlatsınlar şu meşhur "Asalet Masallarını" uyuyanlar, biz de burnumuzun dibinde, kokmaktan burnumuzun direğini kıran şu kokuyu anlamaya çalışalım. Pislik burnumuzun dibine kadar yaklaşırken belki kaşen peşinde koşuyorduk, belki düğün kim bilir? Ancak burnumuzun direğini kıran bu kokudan sonra, onu yok sayıp daha ne kadar sürdürebiliriz şu meşhur "asalet masalını" bilmiyorum. Adigey Cumhuriyetinin Resmi gazetesi   Sovyetskaya Adıgeye gazetesinde adını evvelden hiç işitmediğimiz bir yazar olan Dışekov, Çerkes soykırımından yüzyıllar sonra kendi anavatanına dönmüş bir geri dönüşçü için, onu hedef alan, itham eden ve hedef gösteren 2 sayfalık bir yazı kaleme aldı. Yazının Türkçe Tercümesini Cherkessia.Net web sitesinden okuyabilirsiniz. 

Adnan Khuade ismini önüne alıp, anavatanından tam 152 yıl önce, kılıç ve süngü zoruyla sürgün edilenlerin torunlarına küfür etti. Adnan Khuade'yi tanır mısınız bilmiyorum, tanımadığınızı varsayarak çok kısa açıklayayım. Adnan Khuade'de 152 yıl önce kılıç ve süngü zoruyla anavatanından sürgün edilen bir ailenin mensubu olarak Türkiye'de doğdu. Fakat Adnan Khuade yüzbinlerce Çerkes gibi burada yaşlanıp ölmeyi istemedi. Bir çoğu sadece istemezken, Adnan Khuade eyleme geçti ve anavatanına geri dönüş yaptı. Adnan Khuade, sadece kendi değil aynı zamanda yüzbinlercesinin hayalini kurduğu bir şeyi eyleme döken bir politik bir şahıstır. [1] Diğer bir taraftan anavatanına dönmeyi kişisel bir amaç olmaktan öteye taşıyan, bu uğurda örgütlenmek üzere diaspora-anavatan bağlantılı çalışmalar yürüten siyasal bir şahıstır. [2] Özellikle diasporadaki soydaşlarımızın anlayabilmesi açısından söylüyorum ki; Türkiye'dekinden daha baskıcı bir devlette, aldığı riskin ne olduğunu çok iyi bilen, yine de siyasal düşüncesini gizlemeyen tutarlı biridir. [3] Kısacası Adnan Khuade; Amir Dışekov değildir. Amir Dışekov bir kişidir ancak Adnan Khuade bir fikirdir, bir eylemdir, istikrardır. Amir Dışekov en fazla, sahibini kızdırmadan ücretli bir memur olarak yaşayabilir, bunu da ilk defa tanık olduğum isminin üstünde Adigey Cumhuriyetinin resmi gazetesinde ortaya koyduğu tutumla ispatlamıştır. Ancak Adnan Khuade, bir zamanlar kendi anavatanından, topraklarından, köylerinden zorla sürgün edilen ve bugün anavatana geri dönmek isteyenler içinde yüzbinlerce kişiyi temsil etmektedir. Eleştiri hakkına saygı duyan ve hiç kimseyi eleştirilemez görmeyen benim açımdan Amir Dışekov, Adnan Khuade'ye o ithamlarda bulunabilecek birisi değildir, bugünden sonra da hiçbir zaman olamayacaktır.

Diğer bir taraftan Amir Dışekov'un gazetede yayınlanan yazısında Adnan Khuade'nin "Ticari faaliyetlerinden daha çok özel ve siyasi yaşamıyla ilgili dikkatleri üzerinde toplayan kişi" notuna kadar anlattığı bölüm, eğer Türkiye jetleriyle bir Rusya bombardıman uçağını düşürüp, Rusya'nın Türkiye'ye yönelik yaptırımlarıyla başlayan süreçte Çerkesleri etkileyen serüveni olmasaydı, gerçekten inandırıcı olabilirdi. Hemde Rusya'nın mirasçısı olduğunu inkar etmediği, sürdürücülüğüyle övündüğü Çarlık zamanlarında boşalttıkları Çerkessizleştirdikleri Çerkesya'da Çerkeslerin tekrar çoğunluk olmasını istemese bile.  Ancak Amir Dışekov'un unuttuğu şey bizler de henüz bunu göremeyecek kadar kör değiliz ve olup biten herşeyi görüp anlayabiliyoruz. Tesadüfe bakın ki; arkamızda ne ABD, ne İsrail, ne de Avrupa yok. Yapayalnızız da. Avrupa, Türkiye veya diğer ülkeler bizim arkamızda olsaydı, Kbadaa gibi bir yerde yapılan sochi olimpiyatları daha farklı olabilirdi. Bizim yapayalnız halimiz, orada sahibinin sesi olmuş bazı soydaşlarımızın ilginç şeyler yazmasına varacak kadar bir telaş yaratıyorsa, bu halimizin potansiyel gücümüzün çok azı olduğunu da bilmesi gerekecek. 

Adnan Khuade için 80'li yılların başında Türkiye'den T.C. vatandaşı olarak gelmiş diye başlayan kısımlar ise, sanırım düşülebilecek en aciz yer olsa gerek. 1864 yılında Osmanlı topraklarına sürgün edilmiş ve bugün sürgün diasporasının en kuvvetli nüfusunun yaşadığı Türkiye topraklarında bir asır yaşadıktan sonra oraya Japon vatandaşı olarak geleceğimizi mi düşünüyor kendisi bilemiyoruz. Güya falan soy isimden, Khuade soy ismini alması ise sizin için ilginç gelecektir Amir Dışekov, ancak burada sizin anlayamadığınızı düşündüğüm Adnan'ın soyadının Güzey'den Khuade'ye, sahteden-gerçeğe, dayatılmıştan-sahip olunana geçmesi değildi. Burada garip olan Khuade sülalesine mensup Adnan'ın soyadını Güzey'e taşıyan serüvendi. Sizin tüylerinizi diken diken etse de, bu serüvende Rusya için yüzleşmedikçe asla kurtulamayacağı Çerkes Soykırımı utancından başkası değil.

Biz açıkça ve netlikle şunu söyleyebiliriz. Rusya, 1864 yılı olarak ifade edilen o tarihten yüzleşmekten asla korkmamalıdır, bunu da Ruslara düşmanca ve intikam hırsıyla tutuşarak söylemiyoruz; dostça ve adalet arzusuyla diliyoruz. Bu tarihten kaçmak korkaklıktır ve zavallılıktır, bizler Rusların korkak ve zavallı hallerinden memnun değiliz ve en başta, bütün dünya bir yana bu Çerkes Soykırımını önce Rusların sonra da Rusya'nın kabul etmesini istiyoruz. Sizin küçük bir örneği olduğunuz yaftalama ve karalamanın en doğal sonucu olarakta, yaptığı soykırımı kendi erdemiyle kabul etmeyeceği anlaşılmış bir Rusya'ya karşı bu soykırımı dünyaya taşımak, yurdu istila edilmiş, köyleri yakılmış-yıkılmış ve koca bir denizi mezarlığına çevirmiş Çerkes halkının en doğal hakkıdır. Khuade'de öyle yapmaktadır, bizler de öyle yapmaktayız. Bizler, bir tarihten önce adına soykırım denmediği için, soykırım tanımının bütün alametlerini içinde barındıran tarihimizi soykırım olarak saymamalı mıyız? Sadece üç on yıl sonra böyle bir kavram hukuki geçerlilik kazandığı için, bu kavramın gerekçelerini tamamen taşıyan bir tarih yok hükmünde midir size göre? O halde söylemeliyim ki, Çerkes Soykırımı 1864 yılında sona ermemiştir, bugün de hala etkileri sürmektedir ve son Çerkes, kendi öz yurduna dönmek isteyipte dönebileceği güne kadar 1864'ten şuana-şimdiye kadar bu suç işleniyor olacaktır.

Sizin kadar uzun yazmayacağım Amir Dışekov,

Türkiye'de ne zaman demokratikleşme talepleri dile getirilse, devlet bu talepleri dile getirenler için onların arkasında dış mihraklar var politikası yapmaktadır, bizler de sizin o hikayelerinizin daha vahimlerine çoktandır alışkınız. Çerkeslerin yaşadığı trajediyi dünyaya anlatması bir suç değildir ancak Rusyanın bunu inkar etmesi hala o suçun failliğini sürdürdüğünün bir yansımasıdır. 2016 yılında 1864 diye simgeleşen bir soykırımı devam ettirmekte olan bir zihniyet, sizler gibilerin bataklığından nem buluyor. Fakat o batak, dünyanın bütün kardeş halklarıyla birlikte kuruyacak. Ruslar ve Çerkesler, Türkler ve Kürtler, Filistinliler ve İsrailliler o gün, hep birlikte daha özgür ve adil bir hayatı tartışacaklardır.

Tarih sizin yarattığınız batakları, o bataklardan avuçlayarak savurduğunuz çamurları elbette bir köşesine yazacaktır.










Share:

Sonra değil, şimdi bağırmak zorundayız..!

Öyle bir atmosfer var ki, psikolojik olarak hepimizi böldüler. Kime neden düşmanız düşünemiyoruz, ya öylesin ya böyle diye bir dayatma var ve hepimiz bu dayatmadan ötürü öyle ya da böyle hissediyoruz kendimizi. Küçücük yaşta bir Kürt öldürüldüğü zaman sevinecek kadar alçak olanlarımızdan tutun, zorla askere götürülmüş bir asker öldürüldüğü zaman sevinecek alçaklarımıza kadar her türlü psikolojik bölünmenin alametini görüyorum. Bir gün bu satırları yazmak zorunda kalacağım da açıkçası hiç aklıma gelmezdi, hiç düşünmezdim. Ben sınırsız ve sınıfsız bir dünya hayali taşıyan anti-militarist ve anti-kapitalist bir kökenden gelen Anarşist birisiyim. Benim esas meselem, azıcık kalmış insanlığımızı da bir tarafa ait etmek suretiyle insanlıktan bölünmek. Sebep sonuç ilişkisi çok konuşuldu, bende fikrimi defalarca belirttim. Defalarca Kürt çocuklarını zorla dağa çıkarıyorlar ikiyüzlülüğü karşısında, siz de geri kalan her halkın çocuğunu zorla silah altına alıyor ve dağa çıkarıyorsunuz dedim. Bugün genel çevremde izlendiğim edinim artık toplum içinde ciddi kampların olduğu ve bu kampların iki tarafında ölüleri üzerinden bir futbol maçının skoruymuşçasına ölü seviniciliği yapması. Toplumun bu iki kampı kendi ölülerine üzülmekten daha çok karşı tarafın ölülerine sevinir hale gelmiş durumda. Gördüğüm kadarıyla da ne yazık ki artık bu savaşı yaşayanların durdurması çok zor, bu savaşı ölenler biterecek...

Bu savaş bitince, çıkıp konuşacak bir sürü insan. Bir sürü insanın bu savaş bir çözüm masası umuduyla ara verdiği zaman çıkıp konuştuğu gibi, konuştuğu gibi sokaklarda esnafların kardeşliği vesayire. Fakat ne anlamı var, zaten durmuş bir savaşı konuşmanın? Esas olan savaş zamanı barışı bağırmak değil mi? Durmuş savaşı övmek kolay, yaşanan savaşa direnmek önemli. İşte şimdi biz, tam şuan konuşmak zorundayız! Ölen bizim abimiz, evladımız.. Ağlayan bizin annemiz, kardeşimiz, babamız. Türk'te bizim, Kürt'te! Bu savaşı elbette birileri kazanıyor, birileri bu savaşın arkasından çok sular yürütüyorlar, bu savaşı kaybeden yalnızca biziz, biz; halklar! Türkler, Kürtler, Çerkesler, Araplar..

Şuanda ölen onlarca genç, ki kimi asker, kimi polis kimi de gerilla.. çocuğu ölmesin diye dua etmekten dili kanayan her halktan ana, baba.. şuan henüz yaşayanların hatrına, bölündüğümüz yerden tekrar birleşmek, birlikte ve kardeşçe yaşamak için aynı anda bağırmak zorundayız barışı.

Emin olun, barış bizim; halkların iki dudağı arasında.

Share:

Çöpte çürüyesiniz!


Bir gün iş yok, çalıştığım küçük esnafta, oturup çay içiyoruz. Dükkanımızın tam karşısında da 3 çöp konteynırı var, çöp demeye aslında bin şahit ister, çünkü etrafı resmen bir sosyal dayanışma alanı oranın. Nasıl diye soracak olursanız, kısaca şöyle anlatabilirim. Yeni koltuk alan biri, eski koltuğunu getiriyor konteynırın kenarına koyuyor, koltuğa ihtiyacı olan biri geliyor oradan alıyor. Elbiseler, mobilyalar, televizyonlar, radyolar.. hiçbiri konteynırın içine konmaz, hepsi kenarına konulur ki; ihtiyacı olan birisi gelsin alsın. İlginç bir havası vardı oranın, mesela sokaklarımız da "eskicii" diye bağırıp geçen amcalar, orada metal değeri olmayan hiçbir şeyi almazlardı, herkesin ihtiyacı olana saygısı vardı. Geridönüşüm işçileri, hayatın sırtlarına yüklediği ağırlık resmen taşıdıkları çuvallarla resmedilebilir, onlar da gelirlerdi oraya, alüminyum, bakır, kağıt, plastik ne bulurlarsa alır giderlerdi. Geridönüşümün çevreye faydalarını anlatmaya lüzum yok, ama geri dönüşüm işçilerinin tam da şu günlerde, devletin emeklerine gözünü diktiği zamanlarda hayatını anlatmaya çok ihtiyaç var. İşte iş olmayan o gün, "Movses onları gösterip; ülkenin en faydalı işini bunlar yapıyor" dedi. Çok uzun anlatıp canınızı sıkmayacağım hiçbirinizin! Kısacık anlatacağım onları size;

Ayakkabı kutularını, içine para koymak için toplamıyorlardı onlar. O kutulardan yüzlerce, binlerce topluyorlardı, sabahın zifirinde uyanıyorlar, gecenin karanlığında duruyorlardı. Orta sınıf amcalar, teyzeler, abiler, ablalar onlara hor gözle bakarken, onlar çalmadan doymak için, emek vererek yaşamak için hiç umursamazlardı bunu. 

Hakikaten yavhu... ayakkabı kutusunda yetimin hakkını saklayanlar, ayakkabı kutularıyla hırsızlık etmeden yaşayanlardan daha mı temizdi? O çöp konteynırının içinde emeğiyle yaşayanlar, o geleceği soyup soğana çevirenlerden daha mı kirliydi? 

Keşke hepimiz, sabahın köründen, akşamın zifirine kadar konteynır konteynır yürüyüp, emeğiyle yaşayan bu işçiler kadar temiz kalabilseydik.

Şimdi kanun koyucuları, geri dönüşüm işçilerinin emeğine gözünü dikiyor. Zaten adaletsizliği tavan yapmış bir sistemde, o sistemin en alt sınıfının da hakkına göz dikiyor, ne desek eksik kalır! Bu onurlu insanların ekmeğine göz dikenlere yalnızca tek birşey söylemek istiyorum!

Gasp ettiğiniz ÇÖPLERDE ÇÜRÜYESİNİZ! 

Share:

Düşünce de mi terör örgütüdür?

Korku ikliminin sona erdiği, herkesin düşüncesini serbestçe paylaşabildiği, birlikte yaşamı konuşuyorduk, teröre binlerce kez lanet ederek. Öyle boş boğaz, televizyon canavarının ortaya koyduğu tanımlara dayalı olarak değil üstelik, hakiki teröre lanet ederek, terörün rengini, dinini, dilini falan ayırmayacak kadar da saf bir şekilde. Hakikaten düşünüyorum, acaba şu meşhur teröre lanet okuyanlar korosunun kafasındaki terör tam olarak neyi ifade ediyor diye... acaba diyorum, gerçekten de biz terörist miyiz, nasıl yıldırıyoruz karşımızdakileri, kimi öldürüyoruz, kim ölsün-bitsin istiyoruz? Kime korku veriyoruz.. oluyor olabiliriz; sahi, kim bizden korkuyor? kim titriyor? Nasıl bir korku yaratıyoruz biz?

Adalet kimi korkutur?

Hatırlarsınız, nasıl unutacaksınız ki zaten Gezi'yi.. işte tam onun ertesinde, kaç çocuk öldürülmüştü, düşünün bakalım hatırlayacak mısınız? Elinde sapan olsun, olmasın; bunu tartışmıyorum bile! Mesela Berkin'in nasıl öldüğünü hatırlıyor musunuz? Kimin öldürdüğünü? Ölüsünün arkasından, bugüne kadar kimin neler söylediğini? Ya Abdocan'ı, Ya Ali İsmail'i? tek tek saysam ya da topluca söylesem bir şey ifade edecek mi?  Bizim yüreğimiz kaldırmadı, canımız hakikaten yandı, Kadir Canbek ile Antalya Kaleiçi'nde çok konuştuk bunu, intikam da almak isteyebilirdik, ama niye adalet istemeyi seçtik? Siz karar verin, biz çok konuştuk çünkü, Gümüşsuyu'nda dayak yediğimiz güne kadar, bilmem kaç kent, bilmem kaç kilometre.. sonra da unutmadık, 20 ağustosta bir tekmeyle ölseydik inanın tesadüfen olmayacaktı, aksine o tekmeden kurtulup yaşamamız bir tesadüfün kendisiydi üstelik. Peki ne istemiştik? Adalet! Çok terörist bir istekti.

Eşitlik kimi titretir?

Ben seninle eşitim, aynı bedeli ödüyorum, aynı hakları istiyorum diyorum, eğer korkuyorsan şöyle söyleyeyim; sen benimle eşitsin! aynı bedeli ödüyorsun, aynı haklara sahipsin. Ben seninle eşitim derken sen erkeksin, ben kadınım. Sen benimle eşitsin derken, sen kadınsın, ben erkeğim. Ben isterken Kürdüm, sen Türksün.. Sana söylerken ben Türküm, sen Kürtsün. Çerkessin, Arapsın, Lazsın, Gürcüsün. Sen insansın.. Yalnızca ben eşitim demiyorum, sende bana eşitsin diyorsun. Eşitiz diyen yalnızca Kürtler, Çerkesler, Kadınlar, Lazlar, Araplar değil.. Eşitiz diyen Halklar! Eşitiz diyen Kürtler, Eşitiz diyen Kadınlar. Sahi, eşitlikten kim titriyor? Kimliği ne?.. 

Kim neyden korkuyor?

Birlikte yaşam diyoruz, ölüyoruz. Adalet istiyoruz, saldırıya uğruyoruz. Eşitlik istiyoruz, terörist oluyoruz. Bizi kim öldürüyoruz, bize kim saldırıyor, bizi kim terörist ilan ediyor? Televizyon canavarı konuşuyor! Mahallelere tanklar girmiş, evleri bombalar yıkmış, Nineler, Dedeler, Bebeler ölmüş, çocuklar annelerinin cenazelerini kuzgunlar yemesin diye yakarıyor Allah'a, insanlar bodrum katlarda gözümüze baka baka öldürülüyor.

Bunun terörizm olduğunu düşünüyoruz. Bunu TDK'daki tanımına inanarak, kelimenin kökenini araştırarak, bilerek ve isteyerek düşünüyoruz. Tarihin ortaya koyduğu "terörist" kavramı bu, ister istemez düşünüyoruz. Düşünmek zorundayız da, birlikte yaşama umudu sönmesin diye düşünmek zorundayız. 

Dünyayı dikenli tellerle birbirinden bölen bölücüler değiliz, Filistin'de, Suriye'de, Çeçenya'da, Irak'ta tırnağı kırılan çocuklar kardeşimiz bizim. Ülkeyi kentlere bölen bölücüler değiliz, Diyarbakır'da, Şırnak'ta, Hakkari'de eline kıymık batan çocuklar kardeşimiz bizim! Kürt bizim, Türk bizim! Çerkes bizim.. Düşünmek zorundayız, insanlık, adalet bizim! 

Düşünüyoruz, düşünmek zorundayız! 

Televizyon canavarı, bizi teröristler olarak gösteriyor, ne diyelim. Düşünce de mi terör örgütüdür? Düşünmekte mi terör eylemidir? 








Share:

Kürtçü Çerkesler

Türkiye'de Kürt sorunu devletin şiddetini arttırdığı ölçüde derinleşiyor mu? Evet. "Görünen köy klavuz istemez" derler. Şimdi Türkiye Kürdistan'ına bakınca görünüyor ve klavuzların hepsi hokkabazlık peşinde. Şuradan bakınca gözüken en net şey, Devlet; Kürtleri öldürebilecek, onları katledebilecek, kentlerini mezarlığa çevirebilecek bir gücü var. Ancak Kürtleri teslim alabilecek hiçbir güç yok. Eğer olsaydı, şimdiye çoktan almışlardı. Bir tarafta, savaşmak için üretilmiş kitle imha silahları, zırhlı mı zırhlı, etkili mi etkili.. Diğer tarafta zırhsız vücuduyla, zırhlı savaş canavarlarına direnen bir inanç. Üstelik bu savaş 3-5 aylık değil. Kürtler ziyadesiyle bağırdılar "birlikte yaşayalım" diye. Bu saatten sonra hiç kimse onlara "biz sizin yanınızda yaşayalım" dedirtemeyecek o kesin, fakat bir de şu "birlikte yaşam" nasıl bir paradoksa dönüştü onlar için hayal bile edemiyorum. Kürtlerin birlikte yaşam diye çığlık ata ata öldükleri diğer halklar, ki en başında şüphesiz Türkler geliyor, Kürtlerle birlikte yaşamak istemiyor, hatta Kürtlerin ölüsüne, dirisinden fazla kıymet veriyorlar. Elbette hepsi değil, ama büyük bölümü öyle!  En başta söylediğim gibi, Kürtler ölecek, katledilecek, kentleri paramparça edilecek, evleri mezarlıklara çevrilecek ama yenilmeyecekler. Çünkü teslim olmayacaklar, olmayacakları çok açık. Teslim olmayacaklarını yalnızca kendileri ve biz değil, yaşamı onlara zehir edenler de biliyorlar. Bütün bu savaşın çıkacağı yer; Kürtler yalnız mı kazanacaklar yoksa hep birlikte mi kazanacağız? Çünkü Kürtler yalnız kazanırsa, geri kalanlar eski sefil hayatlarını yaşamaya devam edecekler. Eski sefil hayatlar demişken? Bugün anadil dersi denen ucubeye dahi bel bağlamış halkımızın, onu kazanmak için hangi bedeli ödediği de araştırılabilir.

Kürtçülük?

Kürtçülük ithamının kullanıldığı her yerde kuşkusuz Türkçülükte kullanılır, çünkü Kürtçülüğü bir itham olarak var eden en temel sebep Türkçülüktür. Kürtçülük ithamı; Türkçülük içerisinde cep oluşturan insanların milliyetçi duygularını azdırmak üzere kullanılmaz, zaten Türkçülük doğası gereği Kürtlere düşmandır, ama yalnızca Kürtlere değil, Türk olmayan, kendini Türklüğe sunmayan herkese, her topluma düşmandır. Kürtçülük ithamı daha çok Türkçülük karşısında refleks kazanmış, içinde minimum da olsa eşitlik, adalet ve özgürlük taşıyan insanlara yönelik bir ifadedir ve o yüzden Kürtçülük tanımlanmaz, tanımlanmış olan Türkçülük ifadesinden sonra ortaya konur ve aynı şeyi ifade ettiği algısı oluşturulur. İçinde minimum insanlık değerleri taşıyan hedef kitlenin kafası karışır. Her ne kadar kabul etmesekte, en azından onların tarif ettiği Kürtçülüğü açmak zorunda olduğumuzu işte bu minimum insanlık değerleri taşıyan insanların kafasındaki bulanıklığı gidermek üzere anlamalıyız. 

Çerkesler açısından Kürtçülük-Türkçülük nedir?

Türkçülük; Kendini inkar etmektir

Kürtçülük; Kendini ifade etmektir

Türkçülük; Çerkesya'yı unutmaktır

Kürtçülük; Çerkesya'yı hatırlamaktır

Türkçülük; Çerkesce'yi kaderine terk etmektir

Kürtçülük; Çerkesce'yi yaşatmak üzerine mücadele vermektir

Türkçülük; "Ne mutlu Türküm diyene" diye bağırmaktır

Kürtçülük; Ben Türk değilim, Çerkesim demektir

Türkçülük; Hizmetçi olma hakkını içselleştirmektir

Kürtçülük; Eşit olduğumuzu ilan etmektir

Türkçülük; Bir kab yemektir

Kürtçülük; Binlerce yıllık kültürdür

Türkçülük; Ölümdür

Kürtçülük; Yaşamdır

Türkçülük; Savaştır

Kürtçülük; Barıştır

Türkçülük gerçektir, Kürtçülük hayaldir. Çünkü Çerkes gençleri Çerkesceyi unutup Kürtçe konuşmuyorlar, Çerkesya'yı unutup Kürdistan'a yurdumuz demiyorlar, Çerkes tarihinden koparak Kürt tarihinde erimiyorlar.  

Peki en kısa özetiyle bir Çerkes için nasıl açıklayabilirim?

Türkçülük nedir?

Esad Bozkurt'un üzerini çizdiği üzere, kendini Türk'e, Türklüğe hizmet etme aşkıyla adayan, kendisinden alınana razı, kendisine verilene razı, hiçbir zaman Türk olamayacak zavallı kimselerdir. Kendisinden alınan; binlerce yıllık tarihi, o tarihin içerisinde yoğrulan dili, kültürüdür. Kendisine verilen ise "bir kab yemek"tir. Bütün amacı, ona pislememektir.

Kürtçülük nedir?

Kürtçülük ise, çoluk-çocuk demeden insanların öldüğü bu savaş karşısında "barış" deme cüretkarlığını göstermek, birlikte yaşamın tek formülünün eşitlik olduğunu söylemektir. Buna alerjisi olan Türkçülüğe karşı mücadele etmektir, diğer mücadele edilenlerle birlikte "birlikte yaşam" şiarıyla hareket etmektir.

...gerisi mi? Yok efendim Kürtleri ABD, AB kışkırtıyormuş.. Kürtler BOP'un oyuncağıymış.. Siyonistlere hizmet ediyormuş gibi bir takım batılların derlendiği, kısaca "dış mihraklar" olarak adlandırılan kara mizah kitabı. Çünkü aklı yeterince kıtlaştırılmamış her insan, bugün Türkiye'yi savaşa sürükleyen devletin, ABD, AB ile ilişkilerini sanıyorum görebilir, BOP'un neresinde durduğunu ve bugün siyonistlerle hangi hukuka sahip olduklarını işitir. Türkiye ABD'nin ortadoğu karakolu değilse, incirlik üssü sanıyoruz Kürdistan'a ait. ABD ordusu için TBMM'nden değilde, Kürdistan Meclisinde tezkereler imzalandı. Kore'de, Afganistan'da ABD'nin müttefiki olarak Türkiye değil, Kürdistan bulundu? daha bütün bu yazı uzar gider...

Nazım Hikmet Ran'ın Vatan Haini şiirini hepiniz bilirsiniz, 

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bizim de diyeceğimiz aynen budur; Çerkesler Kürtçülüğe devam ediyor hala! Kendi kentlerine tankla, topla giren devletin öldürdüğü küçük çocuklar yaşasın dedi Çerkesler! Birlikte yaşayabiliriz diyenlere omuz verdiler, birlikte yaşayabileceklerini söylediler. Çerkesler Kürtçülüğe devam ediyor hala! Hala inanıyorlar, birlikte; eşit ve özgür bir yaşam sürebileceklerine; Kürtlerle, Türklerle, Abhazlarla, Araplarla!  








Share:

Suruç Şehitleri Anma Eylemi





Share:

Oluk oluk akmış kanımızda boğulacaksınız!


Haziran'da halkın okkalı tokadını yiyen bir siyasi zihniyet hiç çekinmeden söylemişti A B C planlarının olduğunu, sırasıyla uyguluyor anladık. O malum A, B, C planı; Azınlık hükümeti kurmak, koalisyon yapmak ya da erken seçim değildi. A planı "erken seçim yapmaktı", B planı "sindirmekti" C planı da "kuşatmaktı." Ancak bugün öğreniyoruz ki, bir de D planı varmış.

Planlar ve uygulamalar nelerdi?

A Planı: Erken seçim

Azınlık hükümeti kurmaya ya da koalisyon hükümeti oluşturmaya çabalıyor gibi gözükmek ve ülkeyi erken seçime taşımaktı. Erken seçimde muhalefeti sindirmek ve oy oranlarını yine ülkeyi babalarının çiftliği gibi yönetecek yüzdeye taşımaktı. Erken seçim çalışmaları hepinizin malumu, Suruç, Ankara katliamları ve kim bilir daha neler olabilirdi? Seçimde tek başına iktidar yetkisini tekrar kazandılar ama küçük bir farkla; ülkeyi hala babalarının çiftliği gibi kullanabilecek çoğunlukta değildiler. Hemen "B planı" devreye sokuldu

B Planı: Sindirmek

Kendilerine oy kaybettiren muhalif hareketlerini devletin kendilerine sağladığı her türlü güç ve araçla sindirmeye çalıştılar. Gözaltılar, tutuklamalar yaptılar. Ancak durumun istedikleri evreye ilerlemediğini seyrettiler ve C planını devreye soktular

C planı: Kuşatmak

Kendilerini iyice gerilen HDP'yi askeri olarak kuşatmaya aldılar. HDP'nin en güçlü olduğu illerde askeri yığınaklar yaptılar ve tanklarla, toplarla illere, sokaklara girdiler. Anne karnından başlayın, 70 yaşındaki dedelere kadar onlarca sivili katlettiler. İnfazlar gerçekleştirdiler. Bugün sivil ölümlerini eleşirenlere de terörist diyerek onları da baskı altına alıyorlar. Ancak hesaplar istedikleri gibi gitmiyor. Oluk oluk kanı, çoluk çocuk demeden aksa dahi direnişinden taviz vermeyen bir halkın evlatları onların hesaplarını altüst ediyorlar. Bugüne kadar hükümete yakın hiçbir yerden işitmediğimiz ama aslında duyduğumuz bir sloganla yola çıkarak görüyoruz ki gizli bir D planı var ve bugünlerde sıkça deklare edilmeye başlandı.

D planı: Soykırım

Zaten adı gittikçe soykırıma yaklaşan bir durumla karşı karşıyayız ama seçim vaktinde bir siyasi partiymiş gibi miting düzenleyerek insanlara açıkça "oluk oluk kanınızı akıtacağız" mesajı veren tescilli bir faşist, şimdi "oluk oluk kanınızı akıtacağız ve akan kanınızda duş alacağız" demeye başladı. Detay vererek yaptı üstelik bunu. Kısaca dedi ki; olaki AKP'yi devirirseniz, biz bu ülkeyi kaosa sürükleyeceğiz ve her birinizi öldüreceğiz. Bizi ölümle, cinayetle selamladı oradan.

Ey faşist, bizim akan kanımız çoktandır olukları doldurdu. Ancak şunu unutma, biz de sizi, yani sen ve sahiplerini o akıttığınız oluk oluk kanda boğacağız! Bu da bizim sana selamımız olsun!

Share:

Beyaz'ı çok konuştunuz be!


Herşey olağanca vahşetiyle sürerken, bu vahşete dur diyecek insana hasretimiz bizi olmadık yerlerimizden yakaladı. Düşünün ki, kalbimiz  bir kimsenin insan sıfatını hak edebilmesi için  yüreğinde mutlaka bulunması gereken "çocuklar ölmesin" düşüncesini ifade eden herkesi kendinden saymaya başlamış. Bu ne demek biliyor musunuz? Memlekette insan kıtlığı baş göstermiş artık..

Her neyse, çok fazla yazıp canınızı sıkmayacağım! Zaten gün içerisinde bitmek tükenmek bilmeyen ölüm haberleriyle, yüreğimiz kan gölüne dönmüş..

Mevuza gelelim, siz Beyaz'ı benden iyi tanırsınız. Kendisi ifade ettiği üzere 20 yıldır şovmen. Şovmen ne demek? Şov yapmayı meslek haline getirmiş kişi/birey demektir. Beyaz yine yaptı şovunu ama siz ilk başta anlattığım hassasiyetinizden ötürü, onu önce çok takdir ettiniz şimdi de çok fazla dert ettiniz. Ayşe hoca "çocuklar ölmesin" dedi ve stüdyoda bulunan herkes onu alkışladı. Eğer hiç kimse ses çıkarmasaydı, alkış koptuğu yerde kalıp Beyaz efendi sabaha uyandığında telefonları çalmasaydı bir kahraman gibi yaşayacaktı. Babasının polis olduğunu bile hatırlamazdı diye düşünüyorum. Ama olmadı.. Devletimizin bugünlerde barışa ve özellikle Kürt çocuklarına yönelik "ölmesinler" niyetine açtığı savaşın bir gereği olarak bir tepki gösterildi şovmene.

Şovmen iki günlük şovmen değil ya, adam 20 yıldır şovmen... işinin ehli, ustası! Baktı barış tarafında hiç umut yok, hepsi tek tek cezaevine atılıyor. Baktı; Kürt kentleri dünyanın gözünün önünde hiç korkulmadan bombalanıyor, yakılıyor, yıkılıyor.. dedi ki ben en iyisi yeni bir şov daha yapayım. Diyorum da inanmıyorsunuz, adam profesyonel şovmen yavhu! Çıktı ekranlara, benim aklım daldı, gözüm kaydı, nutkum tutuldu dedi.. ben polis çocuğuyum dedi! ben vatanseverim dedi.. işimi seviyorum dedi.. inanın bana, Ayşe öğretmenin o konuşmasına hiç kimse tepki göstermeseydi, bunların hiçbirini demeyecekti.. birincisi doğal gelişen bir şovdu, tutmadı.. ikincisi kendi kurguladığı bir şov oldu onun için.

Adam kendi söylüyor, 20 yıldır ekranlarda.. 20 yıldır hangi yaraya ilaç olmuş ki, bugün olsun? Bir günde tutulduğunuz adam, ertesi gün döndü sizin de duygularınızın terazisi oynadı tabi. Boşverin onu, konumuza dönelim.

Hep birlikte; "Çocuklar ölmesin!" demeye odaklanın!

Share:

Rusya Çerkes cinayetlerini teşvik etmeye devam etmemeli


Daha önce "düşünceyi eyleme geçirmek" isimli yazımda, Rusya Federasyonunda artan faşist saldırılardan bahsetmiştim. Biz bir halkın birbirinden silah zoruyla koparılmış iki kısmıyız, birbirimizin her hakkını kollamamıza izin vermezler, ama biz en azından birbirimizin yaşama hakkını kollamaya çalışmalıyız demeye çalışmıştım. Bir zulüm var, engel olamıyoruz ama bari en azından ses çıkarabilirdik. Seni görüyoruz, silahını görüyoruz diyebilirdik. Katile; işlediği cinayetin yanına kar kalmayacağını hissettirebilirdik. Yapmadık.. Aşina Timur, Rus ırkçıları tarafından katledildiğinde eylem yaptık, bir elin sayısını aşamadık. Büyükçe kurumlarımız ise, yalnızca internet organlarından basın açıklaması yapmakla yetindiler. Bu saldırılar, cinayetler ne yazık ki ne ilk ne de son olacaklar, bazı insanlar Aşina'nın katledilmesiyle ilgili Rus polisin çalışmalarını ve içeriye atılan 3-5 kişiyi paylaşıp memnun olduklarını belirttilerse de, ben sorunun çözümünün yalnızca bu cinayetin faillerinin ceza almasıyla çözüleceğine inanmıyorum. Rusya'da faşizm büyüyerek sürüyor ve her geçen gün oradaki kardeşlerimiz için bir risk teşkil ediyor. Rusya'yı buna karşı caydırıcı olmaya çalışması için harekete geçirmeliyiz. Diğer bir taraftan, işte biz Rusya'ya caydırıcı bir güç olarak gözükmedikçe, Rusya caydırıcı olmak bir kenara dursun, teşvikçi konumunu koruyor. Üstelik türlü türlü bahanelerin arkasına sığınarak, Çerkes aktivistleri baskı altında tuttuğu da bir gerçek. Şiddetin şiddeti, nefretin de nefreti doğurduğu ve bunun bir çeşit harekete geçtiği şu günlerde bunlar hem Rus halkına, hem Çerkes halkına zarar veren davranış biçimleridir.

2 Ağustos 2014'te Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başkenti Nalchik'te ölü bulunan Çerkes aktivist Timur Kuaşev'in  akut koroner yetmezlliğinden öldüğü açıklaması, Timur Kuaşev'i tanıyan hiç kimseyi inandırmadı. Üstelik koltuk altındaki enjeksiyon iziyle ilgili hiçbir açıklama olmaması çok garip. Timur Kuaşev'in  üstünde pijamaları ve ayağında terliğiyle evine 20 km uzakta ölmesi de bir başka soru işareti, bende Timur Kuaşev'in ölümüyle ilgili arkadaşları  gibi bir cinayet olduğunu düşünüyorum. Üstelik böyle düşünmem için çokça sebepte var. Rusya'nın Çerkes aktivistlere veya diğer halkların yaşadıklarına yönelik duyarlılık gösteren insanlara tutumu belli. 1993 yılından bu yana sadece Çeçenistan'daki hak ihlalleriyle ilgili haber üretirken öldürülen gazeteci sayısı 14, kaçırılan 22.. hatta bilinen gazetecilerden Anna Politkovskaya ve Natali Estemirova da katledilmişlerdi, davaları ise sonuçsuz bırakıldı. Biliyoruz ki Rusya, Çerkesya dahil olmak üzere tüm Kafkasya ülkelerine bir yozlaştırma çalışmaları yapıyor ve bunların en başında orada adam kaçırma, uyuşturucu satışı gibi toplum huzurunu bozacak yapılara fırsat tanıyor. Ancak ne hikmetse, uyuşturucu çeteleriyle, mafyalarla veya mafyavari yapılar bir risk teşkil etmezken "Müslümanlar" Rusya'yı endişelendiriyor, Müslümanlara yönelik devlet baskısı, devletin bizzat elleriyle uyguladığı hak ihlalleri ve bizzat devlet personelleri tarafından müslüman katletmeleri sürüyor. Bu da bize şu sonucu doğuruyor, Çerkesler için ortaya konulacak tek suç "müslüman" olmak. Ayrımcılık ve faşistlik yalnızca etnik temelli olmasa bile; baskılarken, öldürürken, hak ihlal ederken müslüman veya gayrimüslim diye bir gözetim yapmak faşistliğin önde gidenliğidir.

Timur Kuaşev'in ölümünün cinayet olduğu yönündeki inancımı güçlendiren şeylere gelince, kendisi Sochi olimpiyatlarıyla Çerkes halkına küfretmekten geri durmayan Rusya'nın bu durumunu protesto eden bir gazeteciydi ve Rusya Sochi olimpiyatları gibi bir meselede kendisini protesto eden ve üstelik gazetecilik yapan hiç kimseyi sevmez! Zaten olimpiyat karşıtı düzenlenen eylemde gözaltına da almıştı Kuaşev'i. Aynı şekilde Çerkes Soykırımının 150nci yılında düzenlenen eylemden önce de gözaltına almıştı. Rusya, bir gözünün Kuaşev'in üzerinde olduğunu hissettirmişti. Hem kendisine, hem de Çerkeslere.. Diğer bir taraftan Kuaşev, "müslüman-milliyetçi" gibi ayrımlarla bir araya gelemeyen Çerkes örgütlenmelerini birbirine yaklaştırmaya da çabalıyordu. Müslümanların milliyetçilere, milliyetçilerin de müslümanlara karşı olan fikir ayrılıkları Rusya için bulunmaz bir hint kumaşıydı. Ancak Kuaşev, gazetedeki köşesinden bu iki grubu birleştirecek yayınlar yapmayı kafasına koymuştu. 30 Nisan 2013'te yayınladığı açık mektupta bir polisin kendisine "bu şekilde devam edersen, bedelini ödersin" dediğini açıklamıştı. Blogundan ve köşesinden onlarca ölüm tehditi aldığını yazmıştı. Üstelik güvenlik birimlerine de iletmişti bunu. Hiçbir önlem alınmamıştı.

Timur Kuaşev'in cesedi Nalçik yakınlarında bir yerde evinden tam 20 km uzakta bulundu. Üzerinde Pijamaları, ayağında terlikleriyle. Koltuk altında bir enjeksiyon iziyle. Şimdi kalkmışlar onun akut koroner yetmezliğinden öldüğünü söylüyorlar, bu da "devletin eliyle" bir şeyler olduğu yönündeki kuşkularımızı iyice arttırıyor. Koroner, kalbin etrafındaki atar damarlardır. Akut Koroner Yetmezliği denen şeyse, bu damarların tıkanmasıdır. Akut Koroner Yetmezliğinden uzak durmak için doktorlar; sigara içmemeyi, alkol almamayı, spor yapmayı ve stresten uzak durmayı önerirler. Timur Kuaşev'i iyi tanıyan ve yoldaşı olan Kabardey-Balkar İnsan Hakları Savunucusu Hatajukov Timur Kuaşev için; "düzenli spor yapar, alkol ve sigara kullanmaz" dedi. Stresten uzak durmak ise Rusya'daki Çerkes aktivistler için neredeyse imkansız, ancak koltuk altındaki enjeksiyon izi, evinden 20 km uzakta, terlik ve pijamayla bulunan cesedi sanıyorum onun Rusya'daki faşist uygulamalarla strese girerek akut koroner yetmezliğine dayanan bir kalp kirizi geçirme riskinden daha çok cinayete kurban gittiğini gösteriyor.

Rusya kendi geleceğini kirleten bu tip cinayetlerden derhal vazgeçmelidir. Kendi içerisinde oluşturduğu paramiliter faşizmi yok etmelidir, Çerkes cinayetlerini teşvik etmeye devam etmemelidir. Bu Çerkes halkı için ne kadar kötüyse, Ruslar içinde bir o kadar tehlikelidir. Şiddet şiddeti, nefret nefreti doğurur.

Share:

Diasporanın Kafkasları, Çerkesya'nın insanları

Tamara Zengin, 8 Mayıs 2015'te Ajans Kafkas'taki köşesinde "Diasporanın Laikleri, Kafkasya'nın müslümanları" başlığıyla bir yazısında şöyle giriş yapmış...
"Kafkas Diasporası içerisinde daha örgütlü görünenlerin laik kesim olduğu biliniyor. Genelde kendilerini solda konumlasalar da daha çok Kemalizm soslu bir solculukları olduğu ve hayat tarzı üzerinden kendilerini var ettiklerini söyleyebiliriz. Bunu anlamak yada hissetmek için bu kesimin hakim olduğu derneklere başörtülü biri olarak gitmeniz yeterli. "
...ve tanımını dahi doğru düzgün yapamadığından anladığımız kadarıyla hiç takip etmediği, araştırmadığı, bilmediği, kulaktan dolma şeylerle, diasporanın solda konumlu insanları hakkında suçlamaya varan bazı görüşlerini paylaşmış. Umuyorum ki gerçekten, bilmediğini yazmaya çalışmış olsun, aksi takdirde bildiği halde "Timur Kuaşev" örneğinden yola çıkıp, Çerkesya'da mücadele yürütürken katledilen bir insanımızın yaşantısının bir kısmıyla zemin bulup, o zeminden; karşıt görüşte olduğu insanlara "iftira atıyorsa" durum kendi temsil ettiği görüş için artık bir hastalık boyutuna varmış olacaktır. Kendisinin ortaya attığı "Kafkas Diasporası" tam olarak neyi ifade ediyor bilmiyorum, ancak Kafkas Dernekleri Federasyonu isminden yola çıkıp böyle bir tanım yapıyorsa, malumunuz bir süredir olagelen ayrışmalardan sonra KAFFED'e bağlı derneklerin neredeyse büyük çoğunluğunu Çerkesler oluşturuyor. Bende solda örgütlü, toplumsal duyarlılığı olan ve pratik mücadele sürdüren bir Çerkes olarak Tamara Zengin'in ortaya attığı "Kafkas Diasporası"nı, "Kafkas Makronu" zihniyetinden eleklenmiş bir vaziyette önüme "Çerkes Diasporası (Çerkes Makronu ötesindeki)" olarak getiriyor ve tartışıyorum. Timur Kuaşev, Aşine Timur, geçtiğimiz günlerde Nalchik'te katledilen insanlarımız, Çerkesya'da yıllardır baskı altında tutulan insanlarımız, son olarak Adnan Khuade, kızı ve çalışanı, Fenerbahçe'deki Çeçen kampları, o zalim kış aylarında kampın elektriğini kesenlere karşı oluşan tavırda, hepsinde bizzat vardım. Sizin ortaya koyduğunuz yazının üslubundan anlayabildiğim kadarıyla bunu hayal bile edemezsiniz ama, başörtülü üniversitelere alınmayan insanların haklarını da savundum, bugün de bir yerde, birisinin inancı, görüşü, cinsiyeti, sınıfı gibi konularda ayrımcılığa uğradığını gördüğüm anda, ona ayrımcılık yapanın inancı, görüşü, cinsiyeti, sınıfı ne olursa olsun hiç umursamıyorum ve ayrımcılığa tabi tutulan, hakkı yenilenin omuzlarına omuz veriyorum. Siz elbette, yardım edeceğiniz, hakkını savunacağınız kişinin inancını, görüşünü, cinsiyetini, sınıfını belirleme özgürlüğüne sahipsiniz, ben yapıyorum diye sizde yapmak zorunda değilsiniz. Ancak bir mücadele konusunda örgütlenen Çerkesleri itham ederken, onları tanımak zorundasınız. Birincisi, Çerkes sosyalistleri kemalist değillerdir, Çerkes kemalistleri de sosyalist değillerdir, çünkü sosyalizm ve kemalizm birbiri ile çatışan düşüncelerdir ve sizin bunu bilmeniz icap eder, diyelim ki siz biliyorsunuz ve tam da bundan bahsetmişsiniz "solda konumlasalar da, kemalist vs. vs." olarak. O zaman daha büyük hatanız, Çerkes diasporası içerisinde örgütlü "kemalist" Çerkesler kimlerdir? Bugüne kadar, kim için ne yapmışlardır ki, bugün birisi için birşey yapmadılar diye, bir çizgi çizmişsiniz. Kemalist yönetim, "ne mutlu Türküm diyene" sloganıyla örttüğü ve uzun yıllar Türkiye topraklarında hakim olan devşirme politikalarıyla, Çerkesinden, Lazından, Rumundan, Ermenisinden, Kürdünden bir tabaka yarattı evet, ancak bu kesimin kendi halkları adına bugün ancak sıfat derecesinde bir bağ vardır. Bir insanın milliyetini sadece kan bağı belirlemez, aidiyet duygusu da çok önemlidir ve işte bu yüzden asimile etme politikaları hastanelerde kan vererek değil, eğitimhanelerde aidiyet devşirerek yapılır. Kemalizmin bu ülkedeki programı ve programı çerçevesindeki politikaları bu kadar göz önündeyken, o'na denize düşmüş misali sarılan Çerkesleri, Çerkes Diasporasının en örgütlü temsilcileri olarak addetmek yalnızca sizin ayıbınız olabilir. Çünkü biz, sınıfsal bağlarla sosyalist Çerkesler olarak, kendi içimizde hiçbir kemalist nüve taşımayız. Laikliğe gelince, laiklik dünyaya kemalizmin kazandırmış olduğu bir kavram değildir, kemalizmin dünyadan aldığı bir özelliktir. Zaten kemalizmin dünyaya da, türkiye'ye de, kendine de kazandırmış olduğu hiçbir kavram yoktur, açıp incelediğinizde zaten kemalizm, oradan-buradan toplanmış ilke ve kavramların bileşkesidir. Kısacası, "Laiklik" ile "Kemalizm" arasındaki ilişkiyi iyice bilmek lazım. Eğer okumaktan çekinmeyen biriyseniz, bu konuyla ilgili daha önce yazmış olduğum bir yazıyı http://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/03/biz-kendi-icimizde-uzlasabildik-mi-ki.html bu adresten okumanızı tavsiye ederim.

Sayın Tamara Zengin,

Ben şahsım adına bugüne kadar başörtülü derneğe gittiği için dışlanan, ötekileştirilen birini görmedim, ancak böyle bir terbiyesizliği yapacak insanları varsayarak size şu kadarını söyleyebilirim; böyle bir iddiayı köşesini yazdığınız ajanstan haber olarak paylaşırsanız, yanınızda ilk olarak Sosyalist Çerkesleri bulacaksınız, bizim de, laikliğinde dine bakışı çok açıktır; din işleriyle, devlet işlerini birbirinden ayırmak. Kısacası, şeriat değil - demokrasidir. Diğer taraftan, ailemizin içerisi dahil olmak üzere, örgütlü yapılarımızda, arkadaş çevremizde, meslek hayatımızda 5 vakit namazını kılan, dinin her gereğini yaşayan başörtülü kadın dahil epeyce Müslüman bulunmaktadır ve onların diğer hiçbir arkadaşlarımızdan, tanıdıklarımızdan farkı yoktur. Ancak madem ki, siz bizleri inançlı insanları hor gören, ayrımcılık yapan insanlar olarak tanımladınız ya, açık yüreklilikle soruyorum; Müslümanların inançlarıyla etkin olduğu yapılara birisi gelip ateist olduğunu açıklasa (malum ateistlerin başörtüsü gibi, uzaktan bakınca anlaşılacak bir sembolü yok..) nasıl bir tepki alır? Madem ki eleştireceksiniz, gelin sosyalist Çerkesler gibi; bir yanlışın iki tarafını da açık yüreklilikle eleştirin derim.



Ha, İslamcı yada muhafazakar kurumlar ne yapıyor yada bu konuda neler yapılabilir derseniz, o da başka bir yazının konusu olsun…
diyerek bitirmişsiniz yazınızı, size naçizane tavsiyem sosyalistlerin yola çıkış açısından bir örnekle; önce özeleştiri yaparak, sonra eleştiriye yönelmeniz olacak. Çünkü, "biz ne yaptık" demeden, "siz ne yapıyorsunuz" demek başka bir yazının konusu olabilir ancak.








Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler