feminizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
feminizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kızkardeşlerin Feminazi Cemiyetleri

Dünyada kimliği dolayısıyla ezilmiş, aşağılanmış, baskı görmüş ve hakkı yenen toplulukların bir çoğu içerisinde; ezildiği kimliğine sıkı sıkıya sarılıp o kimliğin dışında kalan herkesi kendisine düşman gören bir grup bulunmuştur. Mesela bugün Türkiye üzerinden düşünürsek Kürtler, Aleviler, Çerkesler içinde böyle gruplar bulunmaktadır. Aslında bu durum bir sonuçtur; yani o kişiler böyle olmaya itilmişlerdir ve o kişilere yaşadıkları toplum tutunacak başka dal bırakmamıştır. Dolayısıyla ben bu yazıyı yazarken, bahsettiğim bu gruplarda bulunan insanları bu duruma taşıyan sürece değinmeden, onların tamda tutundukları kimliklerin karşı cephesinde olmadığımı ifade etmem gerekir.

Artık buna inanmakta, buna karşı çıkmakta ve beni kendi tutundukları kimliklerine karşı tehlike veya dost olarak görüp görmemekte kendilerinin tercihi.

İşte dünyada kimliği dolayısıyla ezilmiş, aşağılanmış, baskı görmüş ve hakkı maddi manevi yenen toplulukların en başında kadınlar geliyor ve haliyle ezildiği kimliğe sıkıca tutunarak, o kimliğin dışında kalan herkesi düşman gören ve onlara hep bir önyargıyla yaklaşan; söyledikleri, yazdıkları, okudukları herşey de bir önyargı arayan bu grup onların arasında da var.

Eğer erkekseniz (cinsiyet anlamında) onlar için peşinen; açık ya da gizli bir düşmansınız. Söylediğiniz herşey art niyetli, yazdığınız her yazı onlara egemenlik taslamak üzerine kurulu, tüm hareketleriniz bir şekilde taciz.

Yani söylediğiniz şeyin iyi niyetli olması, yazdığınız şeyde eşitlik aramanız; onlarla aynı ideolojiyi bile paylaşmanız hiçbir şey ifade etmez.

Fikirleriniz erkektir, düşünceleriniz erkektir, hareketleriniz erkektir; hatta sizin feminizminiz bile erkektir.

Feminizm aleminde sıkça erkeklere karşı söylemler olur ancak bu söylemleri okuduğunuzda veya duyduğunuzda oradaki erkeğin bir biyolojik cinsiyeti ifade etmediğinizi anlarsınız. Ancak yazımın bahsi olan grup için bu böyle değildir; onların düşman  gördüğü erkek için eril olmanıza gerek yoktur, bacaklarınızın arasında penisiniz bulunsun yeter.

Size adeta erkek egemenliğinin kadınlar içerisine sinmiş casusları muamelesi yaparlar ve söylediğiniz herşey, ne söylediğinizin hiçbir önemi olmaksızın "kadınlara karşı bir hakarettir."

Oysa bir tarafta "Feminizm herkes içindir" diyerek feminizmin ne için erkek düşmanlığı olmadığını anlatmaya çalışanlar, bir tarafta feminist dahi (bir kısmı erkeğin feminist olamayacağını ifade eder) olsanız düşman olduğunuzu size hatırlatanlar olur.

Yeri de gelmişken, kendimi bir Feminist olarak tanımlamadığımı ifade etmek isterim ki; ne beni savunanlar feminist olduğum için savunma ihtiyacı hissetsinler ne de bana taş atacaklar tereddüt etsinler.

Feminizm aleminin dört bir yanı erkek karşıtı söylemlerde bulunurken hiçbirisinden rahatsızlık duymayıp Feminazileşen bir grubun feminizm içinde dile getirdiği erkek karşıtı söylemlerden neden rahatsız olduğumu sizlere şöyle ifade edeyim.

Çünkü Feminizm aleminin erkek karşıtı söylemlerinin (feminazi söylemleri hariç) bir çoğu erkek egemen anlayışına karşı söylenmektedir ve haklıdır. Feminaziler hariç, feministlerin söylemlerindeki erkeğin tanımını geçen yıl mayıs ayında yine buradan şöyle yazmıştım:
"...yaşam üzerinde kendini efendiliğe konumlandırarak kadını sömüren erkek bireyin cinsiyeti değil, kurumsallaşmış bir sömürge mantığıdır.

Bu kurumsallaşmış erkek, insanın cinsiyeti üzerinden kendini tanımlamış ve bir üst kültür oluşturup, bu üst kültür içerisinde yüzlerce parçaya bölünmüş ve kendini tekrar ederek kökleşmiştir. Yani kısacası; erkekliği kurumsallaştırmıştır. Bu noktadan sonraki erkek cinsiyetsizdir. Tıpkı kendi modern tanrısı gibidir.

Bu noktada erkeği tanımak çok önemlidir. Çünkü tam bu noktada bin yıllardır tarihle deneyimlediğimiz ancak bir türlü tanıyamadığımız erkeği; insanın apış arasına bakarak arama hatası bizi çoğu defa yanıltan en büyük gerçektir. Çünkü bu kurumsal erkek, bireyin cinsiyeti değil; toplumun üzerinde hastalıklı bir sosyo-politik üst kültürdür ve herkesin  apış arasında aradığı o erkek pipisi, sadece bayrağında bir sembolden ötesi değildir.  İşte bu yüzden ki; apış arasında pipisi olmadığı halde, kurumsal erkeğin fanatiği olmuş çok fazla kadın alt kültürü de vardır. Bireyin cinsiyeti olarak o kadınlara erkek demek imkansızdır, fakat esasta kurumsal erkeğin de en büyük temsilcileri o kadınlardır.

İşte feminizmin karşısına koyduğu erkekte bundan fazlası değildir. Feminizm bireyin cinsiyeti olarak erkek olana değil, sosyo-politik bir hastalık olarak kurumsal erkeğe düşmandır..."

Ancak Feministlerin aksine Feminaziler; "Kızkardeşlik" söylemi altında; bütün erkekleri (doğmamışlar dahil) doğal düşmanları olarak  görüp; yaptıkları herşeyin Kadınlara karşı yapılmış birer baskı olduğunu düşünürler.

Durumun vehametini anlatmak için biyolojik bir kadın süte "siyah" dediğinde, "hayır o siyah değil, beyazdır" diyen bir biyolojik erkek haksızdır. Açüklama (Erkekleme) yapmaktadır. Erkek herşeyi bilmemelidir, bilse bile söylememelidir, onun kadına, kadınlara ve kadınların düşüncelerine, fikirlerine, söylemlerine, yazıtlarına karşı yorum yapması, fikir belirtmesi veya cinsiyet sorunlarına karşı açıklama yapması kadınlığa karşı bir saldırıdır.
Kısacası: Erkek susmalı, konuşmamalı ve belki de kadınların arasında hiç olmamalıdır?

Kaldı ki bu eşitliğin neresindedir? Eşitliği savunan feminizm; her biyolojik erkeği baştan düşman ilan eden bu mantığı nasıl içinde tutabilmektedir; orası artık kendilerinin cevap bulması gereken bir yer.
Öte yandan bu her ne kadar bir cinsel adaletsizlik bile olsa, en çokta feminizme ve dolayısıyla kadın mücadelesine zarar vermektedir. Çünkü Patriyarşi penislerden çok daha fazlasıdır, ancak bu anlayış feminizmi penise o kadar odaklamakta ve düşmanı penise bakarak aratmaktadır ki her geçen gün kendini revize eden ve feminizmin bazı kanatlarını bile kendi içinde pazara dönüştüren bir çok giriftli politikayı aynı anda hayata sokan patriyarşi kadınlar başta, insanların ve tüm ekolojinin canına okumaya devam etmektedir.

Bunların feminizm anlayışı içerisinde tartışılamıyor olmasının küçük nedenlerinden birisi de feminizm içindeki bu indirgeyici ve öteleyici zihniyetin düşmanı sadece penise indirgeyen tavrıdır. Taciz, tecavüz, baskı, zulüm ve sömürü sadece biyolojik kadının maruz kaldığı şeyler midir? Eril zihniyet sadece kadını taciz etmektedir, sadece kadına mı tecavüz etmektedir, sadece kadınlar mı sömürülmektedir ve zulüm görmektedir? Baskı altında kalan sadece kadınlar mıdır?
Ya da
Erkek kimdir
Kadın kimdir
Taciz, tecavüz, baskı, zulüm ve sömürü nedir?

Geçtiğimiz yıl yine buradan yayınladığım bir yazımda Feministlerin bir kısmının (Feminaziler hariç) ve benim cinsiyet eşitliği meselesinde bahsettiğim erkeğe şöyle çözümleme yapmıştım:

"...Kurumsal Erkeği Çözümleme

Kurumsal erkeğin örgütlenme temeli kesinlikle hiyerarşidir.  Yaşama bakış algısını bu temelle şekillendirir ve hiyerarşinin en tepesine bir cinsiyeti toplumsal iktidar olarak yerleştirir; bu da elbette erkektir. İnsan toplulukları içerisinde kendini kültürel nüvelerle şekillendirerek bir takım toplumsal yasalar inşa eder, bunlara; gelenek denir. Bunlar kendi içerisinde bir topluluğu şekillendirir ve ona diğer topluluklardan farklılıkta kazandırır. Bu farklılıklar topluluğun yaşadığı coğrafyaya ve coğrafyadaki diğer topluluklarla arasındaki ilişki biçimine göre şekil alır. Bugün binlerce yıllık bu sürecin ortaya çıkardığı üst-kurum kavramı; ulustur. Bu kavrama göre şekillenen üst-örgüt ise devlettir.  Bazı feminist arkadaşlarımız kendilerini bu kavramın parçası olarak, onun örgütüne karşı bağlılık duysalar da, ne yazık ki ulus kavramı, kurumsal erkeğin güncel sosyal politikası olarak oluştuğundan, bütün uluslar erkektir ve bütün devletleri bu erkek uluslar inşa etmiştir.

Kısacası, ulus kavramı erkektir ve onu ortaya çıkaran tarihi de öyledir. Devlet örgütü erkektir ve onu ortaya çıkaran tarihi de öyledir. Devlet, genel anlayış olarak ulus kavramından eskiye uzanıyor gibi gelebilir. Fakat ulus kavramının üst örgütü olan devlet ile, tebaa kavramının üst örgütü olan devlet aynı devlet değillerdir. Çünkü her erkek kavramı, kendi devletini inşa etmiştir ve bu devletlerin hepsinin en büyük ortak tarafı; hepsinin erkek olmasıdır. Bütün devletler hiyerarşiyle yönetilmektedir ve hepsi güce dayalıdır. Kurumsal erkeği temsil etmekten asla taviz vermemişlerdir.
Kurumsal erkek, üst-örgütü besleyecek bir çok alt-örgütü ile hepsi aynı amaca hizmet eden karmaşık bir yapıya sahiptir.

En aşağıdaki alt-örgütü ailedir.

Bu düşünceye farklı sebeplerle bazı feminist arkadaşlarımız itiraz edecektir, çünkü klasik aile kavramı; bir çocuk ve onun varlık sebebi olan iki yetişkin tarafından tanımlanır. Bu da duygusal bir bağ oluşturmaktadır. Hiç kimse bir çocuğa, annesi ve babasıyla oluşturdukları aile yapısının kötü bir şey olduğunu anlatmaya cesaret edemez. Ancak bu, aile kavramının kurumsal erkeğin en alt-örgütü olduğu gerçeğini değiştiremez. Aile, oluşturduğu bireyleri kurumsal erkeğin toplumsal yapısına alıştırmaktaki en büyük rolü oynar. Aileler kendi kültürünü inşa edemez, ailenin bağlı olduğu ve kendini inşa eden bir kültür vardır ve o kültürün bağlı olduğu tek şey; erkek gelenektir.

Ailenin bir üst örgütü, toplumdur.
Toplum sokaktır, mahalledir, kenttir, bölgedir, milliyettir, vatandaşlıktır.
Aile topluma dayalı birey yetiştirmekle, toplum devlete dayalı vatandaş yetiştirmekle yükümlüdür. Her ikisi de, kurumsal erkeğin amacı doğrultusunda işler.

Şurası unutulmamalıdır, kurumsal erkeğin en alt-örgütü aile olsa da, onun devamlılığının ta kendisi de ailedir. Aile düzeni ve onun direkt ilişkide olduğu toplum düzenleri; (sokak, mahalle, kent, milliyet, soy, akrabalık vs.) kurumsal erkeğin okullarıdır..."

Burada iki sebeple daha önce yazdığım bir yazıdan uzun alıntılar yaptım. Çünkü Feminaziler bugün bütün erkekleri düşmanları olarak görürken, bütün kadınları da kızkardeşleri olarak görüyorlar.
Birinci sebebim; her erkeğin kurumsal erkek olmadığının anlaşılmasını istemem. Çünkü penisi olmadığı halde "kurumsal erkek" olan çok fazla kadın var.
İkinci sebebim; patriyarşi sadece biyolojik kadını değil; biyolojik erkeğinde içinde olduğu bütün bir yaşamı sömüren sistemin ta kendisidir ve ona karşı mücadele vermek için penisimizi kopartmamız gerekmiyor, en başta eşit ve adil olmak üzere; bizim için bir özgürlük davasıdır patriyarşi'ye karşı verdiğimiz mücadele.
Bu konuda her fikri olanın, düşünenin, savunanın, eleştirenin ne dediğine bakmadan önce bacakları arasında penisi var mı diye bakmayın,
çünkü penisi bacaklarının arasında olmayıpta, zihninde; kadına, erkeğe, ekolojiye tecavüz edenler de var, bacağının arasında penis taşıyıpta cinsiyetsiz fikirler taşıyanlar da var.

Share:

Penisli Adalet...

"Adalet için adaletten hızlı" diyerek yürüyeli 3ncü yılına yaklaşıyor. Biz sözümüzü ne yazık ki tuttuk ve 1100 küsür kilometre de adalete 3 yıl fark attık. Korkarım ki 30 yıl bile fark atabiliriz. Tamam yürüyüş kendi deklarasyonundaki biçimiyle "özelde gezi parkı" diye başlayan ama "genelde bütün Türkiye'deki adaletsizliği kapsayan" bir eleştiri biçimiydi. Kadir, Ulaş, Gökhan ve bize katılan bir çok arkadaşımız da adalete misliyle  fark atacaklarını da biliyordu. Bugüne kadar atılabileceğini de biliyorlardı. Yarın da atmaya devam edeceklerini de biliyorlardı.

Adaleti saraylardan değil...
...vicdanlardan talep ediyorlardı...

Gezi Parkı özelini hepiniz biliyorsunuzdur, "ben ne dersem o olacak" diyen bir ahlaksıza karşı; hayır, sen ne dersen o olmayacak diyen bir halk ayaklanmasıydı. Bu ayaklanmayı herkes kendi yönünden tuttu çekiştirdi ama, bir devrim kalkışması değildi. Belki ön hazırlığıydı... belki testiydi... ama öyle değildi. Bu halk ayaklanmasında insanlar; "ben ne dersem o olacak, ben nasıl istersem siz öyle yaşayacaksınız" diyen, temsili demokrasiyle ülkenin başına geçerek azgınlaşan bir diktatöre doğrudan demokrasinin dersini verdiler. Bu sırada ülkenin en omurgasız bir kurumunun geçmişten tescilli katilleri bazı arkadaşlarımızın yaşama hakkını aldılar. Bir çok arkadaşımızı ise sakat bıraktılar ve bu ülke sözde bir hukuk devletiydi yine. Baştaki diktatör, omurgasızlarını korudu ve ne ölen tek bir arkadaşımız için ne de sakatlanan tek bir arkadaşımız için gerçek bir adalet vuku bulmadı... itirazın özeli buydu! halkın vekaletiyle cinayet işlettiren bir hükümetten adalet talep etmiyorduk, bu adaletsizliğe karşı; sizin vicdan sessizliğinize itiraz ediyorduk..

(Kısa bir not)
...Geneli ise o kadar eski ve acımasız ki? Her birini nasıl sayabiliriz bilmiyorum. Gezi Parkında halkı ayaklandıran diktatör, şimdi fiili olarak anayasayı rafa kaldırmış ve hiç kimsenin ona hesap soracak gücü yok. Geçtiğimiz günlerde Almanya Parlamentosunda Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı neredeyse oybirliğiyle kabul edildikten sonra, bizim diktatör o parlamentoda o tasarıya evet oyu veren Türkiye kökenli milletvekilleri için "kan testi" yapılmalı diyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü Türk olamazlarmış. Halbuki olay kanla ortaya çıkacaksa, bizim diktatör de Türk değil. Kendi kanının testini yapınca bizi anlar ama, mesele bizim için kan meselesi de değil.. bizim için asolan adalet. Soykırım değilse, açtık belgeleri diyorsan.. açtığın arşivleri, bahsettiğin belgeleri cilt cilt, dil dil kitaplara bas, dünyaya dağıt. Madem soykırım değil, niye soykırımı tanıyan ülkelere küsüp, vekillere kanı bozuk diyerek ırkçı bir pozisyona sürükleniyorsun? Bende merak ediyorum, 1915den önce bu topraklar da yaşayan 1,5 milyon Ermeniye ne olduğunu? Madem arşivlerin açık, belgelerin tamam; niye vatandaşlarını cahil bırakıyorsun?  Niye vatandaşlarını cehaletlerinden tutup, farklı bir şeyler söyleyen insanların düşmanı haline getiriyorsun? Madem korkacak bir şey yok, niye adaleti tecavüz kurumuna teslim ediyorsun? Irkçılığa, cinayete, tehditlere..?


...Velhasıl Antalya'dan yola çıkarken de söyledik ki, özelinde Gezi Parkı, Genelinde tüm Türkiye için adalet talep ediyoruz diye...

3 küsür yıl geçti...

Aç çocukların karınlarını kurşunla doldurdular...
Her gün kadın cinayeti, tecavüzü, çocuk istismarı yaşandı...
Artvin'de, Mersin'de, Kaz dağlarında ve bütün Türkiye'de doğaya her gün vahşice saldırıldı...
İnsan başı kesen bir örgüte, tır tır silahlar, bölük bölük insanlar yollandı...
Suruç'ta çocuklara oyuncak taşıyan insanların ortasında bomba patladı...
Kentlere toplarla, tanklarla, savaş uçaklarıyla girildi...
Ankara'da barış isteyen yüzbinlerce kişinin ortasında bomba patladı...
Tanklarla, Toplarla, savaş uçaklarıyla girilen kentler harabeye döndü...

3 yıl...

Bütün bunları yazmaya insanın kalbi dayanmaz, zaten vicdanlı insanların hepsi bir yanından tutmuş konuşuyorlar. Biliyoruz ki; hiçbir bayrak, ölen tek bir masumun bile kanını saklayamayacak. Tarih yazacak.


Ben az konuşulanı, görülmeyeni anlatayım!

Adalet Yürüyüşü, biraz da kadındı...

Mesela Çilem Doğan'dı

Çilem Doğan'ın tetiği çekmesinden bir dakika öncesiydi...
Çilem Doğan'ın tetiği çekmesinden bir dakika sonrasıydı...

Bin yıllar öncesiydi...

Bin yıllar öncesinden bugüne kadar katmerlene katmerlene gelen ve her seferinde bir yerde tekrar eden, milyonlarca kadının canını alan, milyarlarca kadına gün yüzü göstermeyen bir adaletsizlikti..

Çaresi yoktu, ya ölecek ya da öldürecekti kadın!

Çilem'de öyle...

ama bütün öldürecek silahlar erkeklerindi... ölümün sanayisi erkeklerindi... ölümün dini, ölümün milliyeti, ölümün rütbesi, ölümün adaleti.. erkeklerindi...

Silahını yastığının altına koymuştu erkek, Çilem'i defalarca olduğu gibi yine öldüresiye dövüyordu.. ilk değil, son olmayacaktı, belliydi... belliydi; ölü ya da diri teslim alacaktı Çilem'i..  Çilem "daha önce çok geçtim adliye koridorlarından, yüzüm morluklar içinde" diyor... korunma istemiş, nafile.. sığınma istemiş "bulur seni" demişler.

Kadın kendini satsa, kocası öldürse ne olurdu? hepimiz biliyoruz...

Kocası kadını satmak için öldüresiye dövüyordu, kadın kendi bedenini istemediği bir şeyden korurken adamı, adamın silahlıyla vurdu... adam öldü... ne oldu? hepimiz biliyoruz...

Çilem diyor ki;

"Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok." Yok, işte tam öyle değil orası...

Erkeklerin takım elbisesinde kravatı penisini gösterir, önünde değil; penisine bakar fail... ve hemen erkek yargısı çalışmaya başlar böylece Çilem..

Senin takım elbisen olsaydı da, bir erkeği öldürmenin her ne sebepten olursa olsun bir suç olduğunu öğreteceklerdi sana! 

Çünkü sen bir kadınsın, ve sadece kadın kimliğinle bir özsavunma yapmışsın.. emsalsin!

Kadına hala "yarım" bakan, görev biçen, onun nerede kahkaha atacağından, nasıl giyineceğine kadar herşeyine karışan devletli-devletsiz bütün erkeklerin korkulu rüyası olmuşsun.

Sen haklısın, herkes biliyor.. hiç kimse inkar edecek durumda değil ama; seni affederlerse nasıl dövecekler eşlerini, nasıl karışacaklar her bir şeylerine? 

Kısacası, basit bir adli vaka değil senin davan...

Bize Adaletin Penisini gösterdin Çilem!

Senin davan Adalet Yürüyüşü'nün kadın yanıdır...

Senin davan binlerce yıl milyonlarca kadını öldüren, milyarlarca kadına gün yüzü göstermeyen erkek egemenliğine karşı en sert cevaptır.

Ben sana inanıyorum! Sende kendine inan... "Bir kadın isterse, kendini doğurabilir" Çilem. Sen bize ve bütün kadınlara bunu gösterdin. Dostuna-düşmanına bunu gösterdin. Binlerce yıllık erkek egemenliğini bu topraklarda korkudan tir tir titrettin Çilem.

Share:

Mikro Feminizm - Giriş

Yaklaşık 3-5 yıldır Çerkesler içerisinde rastlaya rastlaya aşina olduğumuz şu "mikro" tanımını Feminizm üzerinden üstelik "makro" karşılığını da koyarak okuyalım biraz. Bunun için benim 2 büyük, sayısız küçük sebebim var açıkçası.

Birinci büyük sebebim:  Hayattaki tek kimliğim Çerkes olmak değil. 

İkinci büyük sebebim: Hayattaki tek mücadelem Anarşizm de değil. 

Aslında bu iki durum, yani  "tek kimlik, tek mücadele durumu" hiçbirimiz için geçerli değil. Fakat çoğu kimseler ne taşıdığı kimlikleri düşünürler, ne verdikleri mücadeleyi umursarar; bu ikisi arasında serüvenden arta kalan bir "aç kalmama"  haline şükür durumunda sıkışırlar vesselam! Şimdi gündelik olarak hayatı yaşayan sıradan bir insanın taşıdığı kimlikleri anlatmam çok sıkıcı olacağından, ben bu yazıyı toplumun üstünden adeta "tereyağından kıl çeker" gibi alarak, asıl yerine taşıyayım isterseniz.

Biliyorsunuz (ya da şimdi öğreneceksiniz) bu günlükte çoğunlukla Çerkeslerle ilgili yazılarım yayınlanır. Az yukarıda ortaya attığım 2 büyük sebebin  ilki bu duruma yönelik. İkinci büyük sebebim ise ideolojik olarak Anarşist olmamla ilgili. 

Konumuz Feminizm,

Aslında konumuzun Çerkesler içinde, Anarşistler içinde bir değeri var, anarşistler zaten bunu inkar edemez. Çerkeslerin içinden ise emin olun, 60 farklı bakış açısı çıkar. Burada daha fazla Anarşizmin Feminizmle ilişkisini anlatmayı kendime hakaret sayarım, bilmeyen de kendisi gidip her yerden öğrenebilir, fakat buraya Çerkesler üzerinden yayınlarım yüzünden gelip, feminizme orta seviyeden girerek "ben şok" durumu yaşayacak Çerkeslerin olabilme ihtimalinin yüksekliği ile çok küçük bir açıklama yapmak durumundayım.

Çerkesler İnsandır (garip değil mi? uzaylı da olabilirdi.) ve nüfusunun yüzde 50'si kadındır. Kısacası; kadına yönelik her gelişmeden,  kadına yönelik her çalışmadan, her mücadeleden doğrudan ilişkileri bu yönden bulunmaktadır. 

Neyse! Şimdi bu iki sebeple hiçbir ilişkisi olmayan feministleri sıkmayıp konumuza dönelim.

Feminizmin çeşit çeşit, tür tür açıklamalarına rağmen (itiraz hakkı hep var) en kısa açıklamasını yapmaya çalışayım size; feminizm (insan üzerinden) yeryüzünün gelmiş-geçmiş en büyük sömürgeci anlayışına karşı bir devrim kalkışmasıdır. 

Ayrıca kendini kadın üzerinden tanımlamıştır, evet!

Çünkü kadın, kendisine dayatılan yaşama biçimi olarak; dünyada sömürülen en büyük sınıftır. 

Ayrıca mücadelesini erkeğin dünyasına karşı konumlandırmıştır, evet!

Çünkü erkeğin dünyası, herşeyin kendine ait olduğu felsefesi üzerine kurulu; bir sömürgeci anlayıştır. 

İşte tam bu noktada açıklamam gereği hissettim en büyük düşüncem, bu tanımlama ve mücadele içerisinde adı geçen kadın ve erkeğin yalnızca cinsiyet üzerinden açıklanamayacağıdır. Çünkü feminizmin mücadele ettiği erkek kurumsal bir varlıktır. Feminizmin kendini tanımladığı kadın politik bir varlıktır. Feminizm bir cinsiyet savaşı değildir. 

İşte tam bu noktada, bana "Mikro Feminizm"i yazdıran ayrıntıların en geneli oluşmaktadır.

Feminizm ve Cinsiyet Mikrosu 

Erkek egemenliğinin kadın üzerindeki baskıcı ve sömürgeci tutumu tartışılmayacak kadar gerçek bir durum. Öyle ki; sözde bilgiye en hızlı ulaştığımız bu çağın içinde, kitaplar okuyup yutarak kendine politik bir aidiyet hissi geliştirmiş anti-emperyalist, anti-faşist, anti-sömürgeci çoğu aydınlar dahi; kendi evleri içinde geleneksel olarak süregelen erkek iktidarını sorgulamayı deneyemediler. Kaldı ki, böyle insanlar bugün toplum içerisinde soyu tükenme noktasında olan bir azınlıktan ötesi değil. Toplumun baskın grupları ise erkeğin kadın üzerindeki egemenliği tartışılmayacak kadar büyük bir tabu.  Hatta adına tam egemenliğe biat diyemesekte, kendini dolaylı yoldan erkeğin gerisine düşüren feministlere de rastlayabiliriz. Nasıl mı? Kas gücü, Harp gücü gibi ifadelelerle. En başta böyle düşünen feministlere; eğer erkek, bir kadın gibi insan doğurabilmenin kas ve harp gücüne sahip olsaydı daha neler yapacaktı kim bilir diye düşünmelerini tavsiye ederim. Fakat onları bu düşünceye sevk eden temel neden, bireyin erkek cinsiyeti ile ilgili olmadığı için, bu konuyu böyle geçiştiremiyorum. Yukarıda bahsettiğim üzere, yaşam üzerinde kendini efendiliğe konumlandırarak kadını sömüren erkek bireyin cinsiyeti değil, kurumsallaşmış bir sömürge mantığıdır. 

Bu kurumsallaşmış erkek, insanın cinsiyeti üzerinden kendini tanımlamış ve bir üst kültür oluşturup, bu üst kültür içerisinde yüzlerce parçaya bölünmüş ve kendini tekrar ederek kökleşmiştir. Yani kısacası; erkekliği kurumsallaştırmıştır. Bu noktadan sonraki erkek cinsiyetsizdir. Tıpkı kendi modern tanrısı gibidir. 

Bu noktada erkeği tanımak çok önemlidir. Çünkü tam bu noktada bin yıllardır tarihle deneyimlediğimiz ancak bir türlü tanıyamadığımız erkeği; insanın apış arasına bakarak arama hatası bizi çoğu defa yanıltan en büyük gerçektir. Çünkü bu kurumsal erkek, bireyin cinsiyeti değil; toplumun üzerinde hastalıklı bir sosyo-politik üst kültürdür ve herkesin  apış arasında aradığı o erkek pipisi, sadece bayrağında bir sembolden ötesi değildir.  İşte bu yüzden ki; apış arasında pipisi olmadığı halde, kurumsal erkeğin fanatiği olmuş çok fazla kadın alt kültürü de vardır. Bireyin cinsiyeti olarak o kadınlara erkek demek imkansızdır, fakat esasta kurumsal erkeğin de en büyük temsilcileri o kadınlardır.

İşte feminizmin karşısına koyduğu erkekte bundan fazlası değildir. Feminizm bireyin cinsiyeti olarak erkek olana değil, sosyo-politik bir hastalık olarak kurumsal erkeğe düşmandır. Kadın mikrosundan feminizme giriş yapan arkadaşlarımızın karşılaştığı "Feministler erkek düşmanı mıdır?" sorusunun en büyük nedeni, bu kurumsal erkeği ıskalamaktan başka sebep taşımıyor.

Bugün Türkiye'de bir çok feminist topluluk; kadın makro görüşü üzerinden hareket ediyorlar. Bunun onları genişleteceğini düşünüyor olabilirler, daha fazla insana, daha hızlı bir şekilde ulaşmayı da umuyor olabilirler.

Kadın makro görüşü ise, makaleme adını verdiğim "mikro feminizm" ta kendisidir. Öyle ki; " her kadın kızkardeştir " diyenlerinden her kadını potansiyel bir kızkardeştir demeye getirenlerine çeşit çeşit fikirler çıkıyor. Fakat kurumsal erkeği süregenleştiren ve onun toplumlar üzerinde hastalıklı sosyo-kültürel durumunu nesillere aktaran kadınlardan yeterince söz etmiyor.

Ben edeyim o halde! Erkek üst kültürünün en biricik şubesi olan aile kurumunda, bu kurumu oluşturan üyelerden anne sıfatını taşıyan kişi, baba sıfatını taşıyan kişinin vekilliğini yapıyor. Kendi erkek ve kız çocuklarını ayırıyor, erkek üst kültürünün kadını baskı altına alan bütün şartlarını bir sonraki nesile o aktarıyor. Ahlak, Namus, Hürmet, Hizmet ve daha bir çoğu; kız çocuğuna annesi tarafından aktarılıyor.


devam edecek











Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler