Oluk oluk akmış kanımızda boğulacaksınız!


Haziran'da halkın okkalı tokadını yiyen bir siyasi zihniyet hiç çekinmeden söylemişti A B C planlarının olduğunu, sırasıyla uyguluyor anladık. O malum A, B, C planı; Azınlık hükümeti kurmak, koalisyon yapmak ya da erken seçim değildi. A planı "erken seçim yapmaktı", B planı "sindirmekti" C planı da "kuşatmaktı." Ancak bugün öğreniyoruz ki, bir de D planı varmış.

Planlar ve uygulamalar nelerdi?

A Planı: Erken seçim

Azınlık hükümeti kurmaya ya da koalisyon hükümeti oluşturmaya çabalıyor gibi gözükmek ve ülkeyi erken seçime taşımaktı. Erken seçimde muhalefeti sindirmek ve oy oranlarını yine ülkeyi babalarının çiftliği gibi yönetecek yüzdeye taşımaktı. Erken seçim çalışmaları hepinizin malumu, Suruç, Ankara katliamları ve kim bilir daha neler olabilirdi? Seçimde tek başına iktidar yetkisini tekrar kazandılar ama küçük bir farkla; ülkeyi hala babalarının çiftliği gibi kullanabilecek çoğunlukta değildiler. Hemen "B planı" devreye sokuldu

B Planı: Sindirmek

Kendilerine oy kaybettiren muhalif hareketlerini devletin kendilerine sağladığı her türlü güç ve araçla sindirmeye çalıştılar. Gözaltılar, tutuklamalar yaptılar. Ancak durumun istedikleri evreye ilerlemediğini seyrettiler ve C planını devreye soktular

C planı: Kuşatmak

Kendilerini iyice gerilen HDP'yi askeri olarak kuşatmaya aldılar. HDP'nin en güçlü olduğu illerde askeri yığınaklar yaptılar ve tanklarla, toplarla illere, sokaklara girdiler. Anne karnından başlayın, 70 yaşındaki dedelere kadar onlarca sivili katlettiler. İnfazlar gerçekleştirdiler. Bugün sivil ölümlerini eleşirenlere de terörist diyerek onları da baskı altına alıyorlar. Ancak hesaplar istedikleri gibi gitmiyor. Oluk oluk kanı, çoluk çocuk demeden aksa dahi direnişinden taviz vermeyen bir halkın evlatları onların hesaplarını altüst ediyorlar. Bugüne kadar hükümete yakın hiçbir yerden işitmediğimiz ama aslında duyduğumuz bir sloganla yola çıkarak görüyoruz ki gizli bir D planı var ve bugünlerde sıkça deklare edilmeye başlandı.

D planı: Soykırım

Zaten adı gittikçe soykırıma yaklaşan bir durumla karşı karşıyayız ama seçim vaktinde bir siyasi partiymiş gibi miting düzenleyerek insanlara açıkça "oluk oluk kanınızı akıtacağız" mesajı veren tescilli bir faşist, şimdi "oluk oluk kanınızı akıtacağız ve akan kanınızda duş alacağız" demeye başladı. Detay vererek yaptı üstelik bunu. Kısaca dedi ki; olaki AKP'yi devirirseniz, biz bu ülkeyi kaosa sürükleyeceğiz ve her birinizi öldüreceğiz. Bizi ölümle, cinayetle selamladı oradan.

Ey faşist, bizim akan kanımız çoktandır olukları doldurdu. Ancak şunu unutma, biz de sizi, yani sen ve sahiplerini o akıttığınız oluk oluk kanda boğacağız! Bu da bizim sana selamımız olsun!

Share:

Beyaz'ı çok konuştunuz be!


Herşey olağanca vahşetiyle sürerken, bu vahşete dur diyecek insana hasretimiz bizi olmadık yerlerimizden yakaladı. Düşünün ki, kalbimiz  bir kimsenin insan sıfatını hak edebilmesi için  yüreğinde mutlaka bulunması gereken "çocuklar ölmesin" düşüncesini ifade eden herkesi kendinden saymaya başlamış. Bu ne demek biliyor musunuz? Memlekette insan kıtlığı baş göstermiş artık..

Her neyse, çok fazla yazıp canınızı sıkmayacağım! Zaten gün içerisinde bitmek tükenmek bilmeyen ölüm haberleriyle, yüreğimiz kan gölüne dönmüş..

Mevuza gelelim, siz Beyaz'ı benden iyi tanırsınız. Kendisi ifade ettiği üzere 20 yıldır şovmen. Şovmen ne demek? Şov yapmayı meslek haline getirmiş kişi/birey demektir. Beyaz yine yaptı şovunu ama siz ilk başta anlattığım hassasiyetinizden ötürü, onu önce çok takdir ettiniz şimdi de çok fazla dert ettiniz. Ayşe hoca "çocuklar ölmesin" dedi ve stüdyoda bulunan herkes onu alkışladı. Eğer hiç kimse ses çıkarmasaydı, alkış koptuğu yerde kalıp Beyaz efendi sabaha uyandığında telefonları çalmasaydı bir kahraman gibi yaşayacaktı. Babasının polis olduğunu bile hatırlamazdı diye düşünüyorum. Ama olmadı.. Devletimizin bugünlerde barışa ve özellikle Kürt çocuklarına yönelik "ölmesinler" niyetine açtığı savaşın bir gereği olarak bir tepki gösterildi şovmene.

Şovmen iki günlük şovmen değil ya, adam 20 yıldır şovmen... işinin ehli, ustası! Baktı barış tarafında hiç umut yok, hepsi tek tek cezaevine atılıyor. Baktı; Kürt kentleri dünyanın gözünün önünde hiç korkulmadan bombalanıyor, yakılıyor, yıkılıyor.. dedi ki ben en iyisi yeni bir şov daha yapayım. Diyorum da inanmıyorsunuz, adam profesyonel şovmen yavhu! Çıktı ekranlara, benim aklım daldı, gözüm kaydı, nutkum tutuldu dedi.. ben polis çocuğuyum dedi! ben vatanseverim dedi.. işimi seviyorum dedi.. inanın bana, Ayşe öğretmenin o konuşmasına hiç kimse tepki göstermeseydi, bunların hiçbirini demeyecekti.. birincisi doğal gelişen bir şovdu, tutmadı.. ikincisi kendi kurguladığı bir şov oldu onun için.

Adam kendi söylüyor, 20 yıldır ekranlarda.. 20 yıldır hangi yaraya ilaç olmuş ki, bugün olsun? Bir günde tutulduğunuz adam, ertesi gün döndü sizin de duygularınızın terazisi oynadı tabi. Boşverin onu, konumuza dönelim.

Hep birlikte; "Çocuklar ölmesin!" demeye odaklanın!

Share:

Rusya Çerkes cinayetlerini teşvik etmeye devam etmemeli


Daha önce "düşünceyi eyleme geçirmek" isimli yazımda, Rusya Federasyonunda artan faşist saldırılardan bahsetmiştim. Biz bir halkın birbirinden silah zoruyla koparılmış iki kısmıyız, birbirimizin her hakkını kollamamıza izin vermezler, ama biz en azından birbirimizin yaşama hakkını kollamaya çalışmalıyız demeye çalışmıştım. Bir zulüm var, engel olamıyoruz ama bari en azından ses çıkarabilirdik. Seni görüyoruz, silahını görüyoruz diyebilirdik. Katile; işlediği cinayetin yanına kar kalmayacağını hissettirebilirdik. Yapmadık.. Aşina Timur, Rus ırkçıları tarafından katledildiğinde eylem yaptık, bir elin sayısını aşamadık. Büyükçe kurumlarımız ise, yalnızca internet organlarından basın açıklaması yapmakla yetindiler. Bu saldırılar, cinayetler ne yazık ki ne ilk ne de son olacaklar, bazı insanlar Aşina'nın katledilmesiyle ilgili Rus polisin çalışmalarını ve içeriye atılan 3-5 kişiyi paylaşıp memnun olduklarını belirttilerse de, ben sorunun çözümünün yalnızca bu cinayetin faillerinin ceza almasıyla çözüleceğine inanmıyorum. Rusya'da faşizm büyüyerek sürüyor ve her geçen gün oradaki kardeşlerimiz için bir risk teşkil ediyor. Rusya'yı buna karşı caydırıcı olmaya çalışması için harekete geçirmeliyiz. Diğer bir taraftan, işte biz Rusya'ya caydırıcı bir güç olarak gözükmedikçe, Rusya caydırıcı olmak bir kenara dursun, teşvikçi konumunu koruyor. Üstelik türlü türlü bahanelerin arkasına sığınarak, Çerkes aktivistleri baskı altında tuttuğu da bir gerçek. Şiddetin şiddeti, nefretin de nefreti doğurduğu ve bunun bir çeşit harekete geçtiği şu günlerde bunlar hem Rus halkına, hem Çerkes halkına zarar veren davranış biçimleridir.

2 Ağustos 2014'te Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başkenti Nalchik'te ölü bulunan Çerkes aktivist Timur Kuaşev'in  akut koroner yetmezlliğinden öldüğü açıklaması, Timur Kuaşev'i tanıyan hiç kimseyi inandırmadı. Üstelik koltuk altındaki enjeksiyon iziyle ilgili hiçbir açıklama olmaması çok garip. Timur Kuaşev'in  üstünde pijamaları ve ayağında terliğiyle evine 20 km uzakta ölmesi de bir başka soru işareti, bende Timur Kuaşev'in ölümüyle ilgili arkadaşları  gibi bir cinayet olduğunu düşünüyorum. Üstelik böyle düşünmem için çokça sebepte var. Rusya'nın Çerkes aktivistlere veya diğer halkların yaşadıklarına yönelik duyarlılık gösteren insanlara tutumu belli. 1993 yılından bu yana sadece Çeçenistan'daki hak ihlalleriyle ilgili haber üretirken öldürülen gazeteci sayısı 14, kaçırılan 22.. hatta bilinen gazetecilerden Anna Politkovskaya ve Natali Estemirova da katledilmişlerdi, davaları ise sonuçsuz bırakıldı. Biliyoruz ki Rusya, Çerkesya dahil olmak üzere tüm Kafkasya ülkelerine bir yozlaştırma çalışmaları yapıyor ve bunların en başında orada adam kaçırma, uyuşturucu satışı gibi toplum huzurunu bozacak yapılara fırsat tanıyor. Ancak ne hikmetse, uyuşturucu çeteleriyle, mafyalarla veya mafyavari yapılar bir risk teşkil etmezken "Müslümanlar" Rusya'yı endişelendiriyor, Müslümanlara yönelik devlet baskısı, devletin bizzat elleriyle uyguladığı hak ihlalleri ve bizzat devlet personelleri tarafından müslüman katletmeleri sürüyor. Bu da bize şu sonucu doğuruyor, Çerkesler için ortaya konulacak tek suç "müslüman" olmak. Ayrımcılık ve faşistlik yalnızca etnik temelli olmasa bile; baskılarken, öldürürken, hak ihlal ederken müslüman veya gayrimüslim diye bir gözetim yapmak faşistliğin önde gidenliğidir.

Timur Kuaşev'in ölümünün cinayet olduğu yönündeki inancımı güçlendiren şeylere gelince, kendisi Sochi olimpiyatlarıyla Çerkes halkına küfretmekten geri durmayan Rusya'nın bu durumunu protesto eden bir gazeteciydi ve Rusya Sochi olimpiyatları gibi bir meselede kendisini protesto eden ve üstelik gazetecilik yapan hiç kimseyi sevmez! Zaten olimpiyat karşıtı düzenlenen eylemde gözaltına da almıştı Kuaşev'i. Aynı şekilde Çerkes Soykırımının 150nci yılında düzenlenen eylemden önce de gözaltına almıştı. Rusya, bir gözünün Kuaşev'in üzerinde olduğunu hissettirmişti. Hem kendisine, hem de Çerkeslere.. Diğer bir taraftan Kuaşev, "müslüman-milliyetçi" gibi ayrımlarla bir araya gelemeyen Çerkes örgütlenmelerini birbirine yaklaştırmaya da çabalıyordu. Müslümanların milliyetçilere, milliyetçilerin de müslümanlara karşı olan fikir ayrılıkları Rusya için bulunmaz bir hint kumaşıydı. Ancak Kuaşev, gazetedeki köşesinden bu iki grubu birleştirecek yayınlar yapmayı kafasına koymuştu. 30 Nisan 2013'te yayınladığı açık mektupta bir polisin kendisine "bu şekilde devam edersen, bedelini ödersin" dediğini açıklamıştı. Blogundan ve köşesinden onlarca ölüm tehditi aldığını yazmıştı. Üstelik güvenlik birimlerine de iletmişti bunu. Hiçbir önlem alınmamıştı.

Timur Kuaşev'in cesedi Nalçik yakınlarında bir yerde evinden tam 20 km uzakta bulundu. Üzerinde Pijamaları, ayağında terlikleriyle. Koltuk altında bir enjeksiyon iziyle. Şimdi kalkmışlar onun akut koroner yetmezliğinden öldüğünü söylüyorlar, bu da "devletin eliyle" bir şeyler olduğu yönündeki kuşkularımızı iyice arttırıyor. Koroner, kalbin etrafındaki atar damarlardır. Akut Koroner Yetmezliği denen şeyse, bu damarların tıkanmasıdır. Akut Koroner Yetmezliğinden uzak durmak için doktorlar; sigara içmemeyi, alkol almamayı, spor yapmayı ve stresten uzak durmayı önerirler. Timur Kuaşev'i iyi tanıyan ve yoldaşı olan Kabardey-Balkar İnsan Hakları Savunucusu Hatajukov Timur Kuaşev için; "düzenli spor yapar, alkol ve sigara kullanmaz" dedi. Stresten uzak durmak ise Rusya'daki Çerkes aktivistler için neredeyse imkansız, ancak koltuk altındaki enjeksiyon izi, evinden 20 km uzakta, terlik ve pijamayla bulunan cesedi sanıyorum onun Rusya'daki faşist uygulamalarla strese girerek akut koroner yetmezliğine dayanan bir kalp kirizi geçirme riskinden daha çok cinayete kurban gittiğini gösteriyor.

Rusya kendi geleceğini kirleten bu tip cinayetlerden derhal vazgeçmelidir. Kendi içerisinde oluşturduğu paramiliter faşizmi yok etmelidir, Çerkes cinayetlerini teşvik etmeye devam etmemelidir. Bu Çerkes halkı için ne kadar kötüyse, Ruslar içinde bir o kadar tehlikelidir. Şiddet şiddeti, nefret nefreti doğurur.

Share:

Diasporanın Kafkasları, Çerkesya'nın insanları

Tamara Zengin, 8 Mayıs 2015'te Ajans Kafkas'taki köşesinde "Diasporanın Laikleri, Kafkasya'nın müslümanları" başlığıyla bir yazısında şöyle giriş yapmış...
"Kafkas Diasporası içerisinde daha örgütlü görünenlerin laik kesim olduğu biliniyor. Genelde kendilerini solda konumlasalar da daha çok Kemalizm soslu bir solculukları olduğu ve hayat tarzı üzerinden kendilerini var ettiklerini söyleyebiliriz. Bunu anlamak yada hissetmek için bu kesimin hakim olduğu derneklere başörtülü biri olarak gitmeniz yeterli. "
...ve tanımını dahi doğru düzgün yapamadığından anladığımız kadarıyla hiç takip etmediği, araştırmadığı, bilmediği, kulaktan dolma şeylerle, diasporanın solda konumlu insanları hakkında suçlamaya varan bazı görüşlerini paylaşmış. Umuyorum ki gerçekten, bilmediğini yazmaya çalışmış olsun, aksi takdirde bildiği halde "Timur Kuaşev" örneğinden yola çıkıp, Çerkesya'da mücadele yürütürken katledilen bir insanımızın yaşantısının bir kısmıyla zemin bulup, o zeminden; karşıt görüşte olduğu insanlara "iftira atıyorsa" durum kendi temsil ettiği görüş için artık bir hastalık boyutuna varmış olacaktır. Kendisinin ortaya attığı "Kafkas Diasporası" tam olarak neyi ifade ediyor bilmiyorum, ancak Kafkas Dernekleri Federasyonu isminden yola çıkıp böyle bir tanım yapıyorsa, malumunuz bir süredir olagelen ayrışmalardan sonra KAFFED'e bağlı derneklerin neredeyse büyük çoğunluğunu Çerkesler oluşturuyor. Bende solda örgütlü, toplumsal duyarlılığı olan ve pratik mücadele sürdüren bir Çerkes olarak Tamara Zengin'in ortaya attığı "Kafkas Diasporası"nı, "Kafkas Makronu" zihniyetinden eleklenmiş bir vaziyette önüme "Çerkes Diasporası (Çerkes Makronu ötesindeki)" olarak getiriyor ve tartışıyorum. Timur Kuaşev, Aşine Timur, geçtiğimiz günlerde Nalchik'te katledilen insanlarımız, Çerkesya'da yıllardır baskı altında tutulan insanlarımız, son olarak Adnan Khuade, kızı ve çalışanı, Fenerbahçe'deki Çeçen kampları, o zalim kış aylarında kampın elektriğini kesenlere karşı oluşan tavırda, hepsinde bizzat vardım. Sizin ortaya koyduğunuz yazının üslubundan anlayabildiğim kadarıyla bunu hayal bile edemezsiniz ama, başörtülü üniversitelere alınmayan insanların haklarını da savundum, bugün de bir yerde, birisinin inancı, görüşü, cinsiyeti, sınıfı gibi konularda ayrımcılığa uğradığını gördüğüm anda, ona ayrımcılık yapanın inancı, görüşü, cinsiyeti, sınıfı ne olursa olsun hiç umursamıyorum ve ayrımcılığa tabi tutulan, hakkı yenilenin omuzlarına omuz veriyorum. Siz elbette, yardım edeceğiniz, hakkını savunacağınız kişinin inancını, görüşünü, cinsiyetini, sınıfını belirleme özgürlüğüne sahipsiniz, ben yapıyorum diye sizde yapmak zorunda değilsiniz. Ancak bir mücadele konusunda örgütlenen Çerkesleri itham ederken, onları tanımak zorundasınız. Birincisi, Çerkes sosyalistleri kemalist değillerdir, Çerkes kemalistleri de sosyalist değillerdir, çünkü sosyalizm ve kemalizm birbiri ile çatışan düşüncelerdir ve sizin bunu bilmeniz icap eder, diyelim ki siz biliyorsunuz ve tam da bundan bahsetmişsiniz "solda konumlasalar da, kemalist vs. vs." olarak. O zaman daha büyük hatanız, Çerkes diasporası içerisinde örgütlü "kemalist" Çerkesler kimlerdir? Bugüne kadar, kim için ne yapmışlardır ki, bugün birisi için birşey yapmadılar diye, bir çizgi çizmişsiniz. Kemalist yönetim, "ne mutlu Türküm diyene" sloganıyla örttüğü ve uzun yıllar Türkiye topraklarında hakim olan devşirme politikalarıyla, Çerkesinden, Lazından, Rumundan, Ermenisinden, Kürdünden bir tabaka yarattı evet, ancak bu kesimin kendi halkları adına bugün ancak sıfat derecesinde bir bağ vardır. Bir insanın milliyetini sadece kan bağı belirlemez, aidiyet duygusu da çok önemlidir ve işte bu yüzden asimile etme politikaları hastanelerde kan vererek değil, eğitimhanelerde aidiyet devşirerek yapılır. Kemalizmin bu ülkedeki programı ve programı çerçevesindeki politikaları bu kadar göz önündeyken, o'na denize düşmüş misali sarılan Çerkesleri, Çerkes Diasporasının en örgütlü temsilcileri olarak addetmek yalnızca sizin ayıbınız olabilir. Çünkü biz, sınıfsal bağlarla sosyalist Çerkesler olarak, kendi içimizde hiçbir kemalist nüve taşımayız. Laikliğe gelince, laiklik dünyaya kemalizmin kazandırmış olduğu bir kavram değildir, kemalizmin dünyadan aldığı bir özelliktir. Zaten kemalizmin dünyaya da, türkiye'ye de, kendine de kazandırmış olduğu hiçbir kavram yoktur, açıp incelediğinizde zaten kemalizm, oradan-buradan toplanmış ilke ve kavramların bileşkesidir. Kısacası, "Laiklik" ile "Kemalizm" arasındaki ilişkiyi iyice bilmek lazım. Eğer okumaktan çekinmeyen biriyseniz, bu konuyla ilgili daha önce yazmış olduğum bir yazıyı http://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/03/biz-kendi-icimizde-uzlasabildik-mi-ki.html bu adresten okumanızı tavsiye ederim.

Sayın Tamara Zengin,

Ben şahsım adına bugüne kadar başörtülü derneğe gittiği için dışlanan, ötekileştirilen birini görmedim, ancak böyle bir terbiyesizliği yapacak insanları varsayarak size şu kadarını söyleyebilirim; böyle bir iddiayı köşesini yazdığınız ajanstan haber olarak paylaşırsanız, yanınızda ilk olarak Sosyalist Çerkesleri bulacaksınız, bizim de, laikliğinde dine bakışı çok açıktır; din işleriyle, devlet işlerini birbirinden ayırmak. Kısacası, şeriat değil - demokrasidir. Diğer taraftan, ailemizin içerisi dahil olmak üzere, örgütlü yapılarımızda, arkadaş çevremizde, meslek hayatımızda 5 vakit namazını kılan, dinin her gereğini yaşayan başörtülü kadın dahil epeyce Müslüman bulunmaktadır ve onların diğer hiçbir arkadaşlarımızdan, tanıdıklarımızdan farkı yoktur. Ancak madem ki, siz bizleri inançlı insanları hor gören, ayrımcılık yapan insanlar olarak tanımladınız ya, açık yüreklilikle soruyorum; Müslümanların inançlarıyla etkin olduğu yapılara birisi gelip ateist olduğunu açıklasa (malum ateistlerin başörtüsü gibi, uzaktan bakınca anlaşılacak bir sembolü yok..) nasıl bir tepki alır? Madem ki eleştireceksiniz, gelin sosyalist Çerkesler gibi; bir yanlışın iki tarafını da açık yüreklilikle eleştirin derim.



Ha, İslamcı yada muhafazakar kurumlar ne yapıyor yada bu konuda neler yapılabilir derseniz, o da başka bir yazının konusu olsun…
diyerek bitirmişsiniz yazınızı, size naçizane tavsiyem sosyalistlerin yola çıkış açısından bir örnekle; önce özeleştiri yaparak, sonra eleştiriye yönelmeniz olacak. Çünkü, "biz ne yaptık" demeden, "siz ne yapıyorsunuz" demek başka bir yazının konusu olabilir ancak.








Share:

Kürtler bir Kurtuluş Savaşı'na mahkum ediliyor.

İçinizdeki en demokrat, en ilerici geçinenleri bile rahatsız edebilir ama; şartlar Kürdistan'ı bir Kurtuluş Savaşı'na taşıyor. Bunu ben düşünüyorum diye bana kızacağınıza, ben görüyorum diye anlasanız o çok korkulan 'bölünme' paranoyanızın artık hakikaten bu ülkeyi adım adım bölünmeye taşıdığını anlayabilirsiniz.

Diğer taraftan ise, içinizde bana, benim gibi konuşanlara ve düşünenlere karşı oluşup neredeyse bir puta dönüşen önyargının farkındayım. Ne zaman adımı/zı duysanız; yazdıklarımı/zı okumadan peşin hüküm sahibi olduğunuzu hissediyorum. İşte şimdi, öyle bir kırılmanın eşiğindeyiz ki; sizin uğruna kan gölüne dönen meydanlara hissizleşen vicdanınızla, bizim uğruna kanımızı dökerek meydanları göle çeviren irademiz kısmen bir noktada buluştu. Ya şimdi bizi anlayacaksınız ve ülkeyi psikolojik olarak bölmeye başlayan anlayışın fiilen taşıdığı noktayı durduracağız ya da bizi şimdi anlamayacaksınız ve psikolojik olarak başlayan bölünme, fiilen gerçekleştiği zaman anlayacaksınız ve utanç duyacaksınız.

Şimdi Kürt kentlerinde oluyor diye önemsemediğiniz, görmemeyi tercih ettiğiniz askeri hareketliliği iyice düşünün, sanki kendi kentleriniz oluyormuş gibi düşünseniz bile kafi aslında. Ankara'ya, İzmir'e, Bursa'ya, İstanbul'a bir devlet gücü; tankla, tüfekle, 10 bin askerle girmiş ve yüksek binalara keskin nişancıları konumlanmış.. sokağa çıkma yasağı var, su-gıda tükenmek üzere, ağır hastalarınızın dahi hastaneye gitmesine izin verilmiyor. Kapıdan dışarı çıkanı vuruyorlar, annenizi, babanızı, amcanızı vurmuşlar, ölüsü günlerce vurulduğu yerde kalmış. Annenizin ölüsünü sokak köpekleri, kuşlar yiyecek diye üzülüyorsunuz artık. Annenizin ölüm acısı, yerini buna bırakmış. Bebeğinizi, annesinin kucağında, kapısının önünde yanağından vurmuş keskin nişancı. Hastaneye götürmezseniz ölecek, götürmek isterseniz sizde ölebilirsiniz. Babanız diyor ki; siz daha gençsiniz, ben götüreyim, eğer birşey olursa bana olsun.  Yanlışta düşünmüyor, çünkü dedesi torununu hastaneye götürmek isterken vuruluyor, ölüyor. Bunu gerçekten düşünün istiyorum.

Şimdi bu düşündüğünüzü hiç unutmayın..

Ege bölgesindeki Yunan kuvvetlerini, Doğu Akdenizdeki Fransız leyjonlarını, Batı Akdenizdeki İtalyan birliklerini, Marmaradaki İngiliz askerlerini düşünün. İlkokuldan, Üniversitelere kadar bize öğretilen "Kurtuluş Mücadelesi"ni. Mustafa Kemal'in İstanbul hükümetince hain ilan edilip, ölüm fermanını da düşünün. Bunun neden olduğunu da düşünün!

Şimdi yavaşça; Kentlerine giren tankların, askerlerin ışığında, ölen Miraylardan, Taybetlere.. kapıya dayanan açlıktan, susuzluğua.. hastaneye gidemiyor diye ya evinde yavaş yavaş, acı çeke çeke ölmeye razı gelmek zorunda olacak ya da gitmeyi denerken bir kurşun tarafından hızlıca canı çıkacak amcalara, teyzelere.. annesinin ölüsünü köpekler yemesin diye 7 gün boyunca uyuyamamış 11 çocuğa kadar işte bunları düşünün..

Sonra hakikaten, "Kürtler bir Kurtuluş Savaşına mahkum ediliyor" mu diye, kendi tarihinizden ışık bularak sorun. Onların "Birlikte Yaşam" iradesine rağmen, "ölüm" saçan bir anlayışa ve bu "ölüm" saçan anlayışa güç veren "batı"ya daha ne kadar "kardeşçe" bakabilecekleri, giderek azalan "birlikte yaşama" iradesinin failinin kim olacağına da, kitaplarda değil, tarih sıcağı sıcağınayken gidin bir aynada bakıverin derim.

Share:

Abhazlar "daha" iyisini bilir ama...

Bu uçak krizinin, Türkiye kamuoyunu hiç ilgilendirmeyen bir kesimiyle ilgili yazmıştım. Bunları öngörebilmek için kahin olmak gerekmemişti açıkçası. Rusya hükümetinin Türkiye'ye yönelik yaktığı ateşi, Türkiye hükümeti, kendi gündemine boğunca, bu ateşin değdiği Çerkesya diasporası için olay kurbağa deneyi ile elde eden sonuca doğru evrildi, işte bu saatten sonra malum çevreler için bu konunun herhangi bir değeri kalmadı. Öncelik olarak direkt Rusya'ya bağlı özerk cumhuriyetlerimizin doğal yurttaşlarının bu ateşten etkilenmesi siyasetin doğası gereği normal, şimdi ise siyasetin doğası gereği Rusya hükümetinin Türkiye'ye yönelik saçtığı ateş, Rusya'ya "dolaylı" yollarla bağlı, Abhazya üzerinden, Abhazya Diasporasının geleceğini ısıtmaya başladı. Abhazlar daha iyisini bilir ama, tecrübemizi ortaya koyup tarihin her aşamasında kardeşlik ettiğimiz bir halkın bundan faydalanmasını dilemekte, dostane vazifemiz olarak burada dursun.

Rusya-Türkiye "Uçak Krizi" ve Abhazlar! 

Abhazlar bu konuyu tartıştılar mı takip etmedim, ancak tartışmamışlarsa dostane olarak tartışmalarını mutlaka tavsiye ederim. Tartışmaktan kastım, aynı bakış açısına sahip 3-5 kişilik tartışmalardan ziyade toplumsal düzeyde bir tartışmadır. Çünkü bu konu, onların da geleceğini etkileyecek. Bir devlet olarak "Abhazya Cumhuriyeti" eğer Rusya başkan vekiliyle bir araya gelip dünya kamuoyuna açık bir yerden Türkiye'ye yönelik "kısıtlamalar" ile ilgili bir ipucu veriyorsa (Havuz medyaya dahi yansıdı) ve Türkiye'de hükümet kontrollü havuz medya dahi, bunu habere çeviriyorsa, tahmin ediyorum ki hem Abhazya bu konuyu tartıştı, hemde Türkiye'den bu tartışma görüldü. Gördüğüm kadarıyla, bir tek Türkiye'de yaşayan Abhazya Diasporası bu konuyu bir açıklamaya dönüştürecek düzeyde tartışmadı.  Malum uçak krizi henüz yeni sayılır bir zamandayken, yazının başında Türkiye kamuoyu tarafından hiç ilgilenilmediği bir kesim olarak "Çerkesler" olarak bu krizden etkilenmemizle ilgili yazdığımı söylediğim yazı da;


Çeçenistan'ın çakma devlet başkanı Ramazan Kadirov; Rusya'ya bağlılık yeminleri etti bile ve bir anda Rusya'nın Çeçenistan'daki işgalci tavrı karşısında konumlanan her görüşten Çeçen ve elbette kardeş halkı biz Çerkesler, Ramazan Kadirov'u topa tutmaya başladık. Nasıl tepki göstereceğimizi bilmediğimiz gibi, bilmediğimiz zaman, bilmediğimiz şeylere nasıl sessiz kalacağımızı da bilmiyoruz galiba. Biliyorsunuz; Rusya bir süredir Suriye'de Esad rejimine karşı silahlanan teröristleri vuruyordu, Türkiye'de bu duruma karşı tepkiliydi ve geçtiğimiz gün, şeytanın aklına gelmeyen şey oldu ve Türk Hava Kuvvetlerine ait iki savaş uçağı, Rus bombardıman uçağını Türkiye-Suriye sınırının üzerinde vurdu. Vurulan uçaktan atlayan pilotlardan biri, paraşütüyle süzülürken yerden "Allah'u ekber" nidaları atan "ÖFKELİ BİR KALABALIK" tarafından vuruldu. Daha sonraları ise, Türkçe bir ses "Atma, atma, esir geliyor" diye bağırdı. Hatay Valisinin koordinasyonunda yapılan insani yardımı görüntülemeye giden basın, sözde Türkmen diye lanse edilen aslen Türkiye Elazığ nüfusuna kayıtlı bir çetebaşının Türkiye'ye teşekkürleri peşinsıra dizerek 2 pilotun öldüğünü söylüyordu.  Konumuz bu değil, ne Rusya orada gerçekten Arap halkının kara kaşına, gözüne orada ne de Türkiye gerçekten Türkmenlere kan bağıyla bir aşk besleyerek onlara her türlü anlamda lojistik sağlamıyor. Ancan bu kirli oyunun, bazı kuralları var.  İşte Türkiye, bu kurallara hakim değil ve haylazlık ediyor. Bu haylaz çocuklukta, biz Çerkeslerin Türkiye diyasporası için felakete gıdım gıdım ilerliyor. Ancak ne yazık ki, şimdi burada bahse konu olan şeyleri bir çeşit teslimiyet gibi yorumlarken gerçekten şövenist görüntü verecek insanlar bize "Rusyacı" diyecek. İşin esası, Rusyacı olmadığımızı onlar da biliyor ya, ancak bunu söylemek için içlerinde dinmek bilmeyen egoları bizim üzerimize basmak için çıldırtacak onları. Oysa biz; Suriye üzerinden dönen bu oyunda ne Türkiye, ne de Rusya taraftarı değiliz, insanlık saflarında düşüncelerimizi defalarca söylediğimiz gibi, pratik olarak bu karşılıkta oluşturduk. Fakat kenardan kenardan, bu durumdan da size bir "Çerkes sorunu çıkarayım mı."

böyle bir giriş yapmıştım. İşte şimdi değerli Abhaz kardeşlerim; "Çerkes sorunu çıkarayım mı." diye belirttiğim yeri alıp, "Abhaz sorunu çıkar mı?" diye düşünsünler. Bir Abhaz sorunu çıkacağı garanti ancak, Türkiye diasporasının bu soruna nasıl bir yaklaşım göstereceği bilinmiyor. Havuz medyanın bu çağlardaki vazifesini göz önüne alarak baktığımızda, standart bir Türkiye'li için hiçte önemli olmayan (muhtemelen daha önce adını bile duymadığı) Abhazya üzerinden yapılan haberlerin, bu durumdan Rusya karşıtı bir Abhaz kamuoyu çıkartmaya çalıştığı aşikar. Peki hem Rusya'nın hem de Türkiye'nin, bizzat kendilerinden çıkarmaya çalıştıkları bu kamuoyu ile ilgili Türkiye Abhaz diasporası, ne önceleyerek bir kamuoyu oluşturmayı deneyecek? İşte bunun "daha" iyisini, Abhazlar bilebilir. Ama! bende tarihsel kardeşlik serüvenimiz gereği, olmasını dilediğim şeyi kaleme almayı deneyeceğim!

Görünen Köy neresidir?

Eğer bende, Türkiye'de cümle alemin ısrarla sözünü ettikleri "Kafkas Diasporası"nı biraz tanıyorsam, nicelik Türkiye öncelikli, nitelik Abhazya öncelikli bir serüvenin peşine düşecek. Niceliğin bugüne kadar yapmadığı gibi yine, muhasebe yapacağını sanmıyorum ama niteliğin bunu örgütleyecek bir tartışması tetiklemesi, onlarca yıldır olduğu gibi yine "an meselesi" Türkiye'de tarihinden, yurdundan çoktandır vazgeçmiş, ulusal aidiyet hissi bulunmayan, kendini Abhazlığa folklorik düzeyde yakın, siyasal düzeyde uzak hisseden Abhazların ezici çoğunluğunu, görünen köy neresi sorumuzun yürüyeceği sonuca varımın bir yolu varsayabiliriz. Umarım ki, yanılırım. Çünkü eğer yanılırsam, "Düşlenen köy neresidir?" sorumuzun yürüyeceği souna varımın bir yolunu tartışmak hem kolay hemde anlamlı olur..

Düşlenen Köy Neresidir?

Düşlenen köy; Abhaz diasporasının bu krizde iki tarafından da bir maşası olmayı reddetmesidir. İki tarafında kendisini zorladığı sonucu ancak Abhaz diasporasının yardımlarıyla Abhazya hükümeti bir fırsata çevirebilir. Türkiye yıllardır Abhazya'nın bağımsızlığını tanımadığı gibi, Abhazya'nın iradesini tanımayan faşist Gürcü yönetimlerini, Abhazya'yı kurşunlayabilsin, bombalayabilsin diye askeri hibelere boğdu. Yetmedi, Abhazya'daki seçimlere yönelik Türkiye'de kurulan bir sandığı engellemek için yaptıkları henüz ortada, unutulacak gibi değil. Türkiye Abhaz Diasporası; işte iki tarafında ilgisine girdiği böyle bir günde, Türkiye'nin Abhazya'yı tanıması ve Gürcü yönetiminin faşist uygulamalarına desteğini kesmesi için bir siyaset üretebilir, bunun üzerine bir politika yürütebilir. Zaten mevcut durumda; Abhazya hükümetinin Rusya taleplerini gerçekleştirmekten başka çaresi olmadığını da anlamak gerekiyor. Bir tarafta, kendisini nato destekli gürcistan işgalinden korumak için her türlü desteği veren bir Rusya, diğer tarafta ise kendisi işgal edilsin diye gürcistan'ı askeri hibelere boğan bir Türkiye. Abhazya'nın, Abhaz diasporası olmadan yapabilecekleri yeterince açık değil mi?


İlgili konunun Çerkesler ile ilgili olan günlerinde, bilmiyorum tanık oldunuz mu ama şöyle bir süreç geçmişti;

Savaş çıkarsa ve ciddi silah yardımı yapılırsa Rusya ile Kafkasya'da savaşacak 500 bin kişilik 10 Çerkes ordusu hazır ve nazır. Aslında bu rakam 15 orduya çıkabilir ama komünist, ateist, dinsiz, imansız ve rus kanı taşıyanları (kadirov) çıkardık mı temizinden 5 milyon çıkar. Hafife almayın, Selahaddin Eyyübü'nin ordularıda bizlerdik :) smiley smiley.
Bu iletiyi kendisini Çerkes olarak adleten birisi paylaşmıştı. Bu kadar net olmasa da, bu konunun altını dolduran onlarca iletiyi de, bir çok yerde okumuştuk. Şahsen bir Çerkes olarak benim tüylerim diken diken olmuştu.  Şimdi Türkiye'li bir Abhaz'ın böyle birşey paylaşıp paylaşmadığını ben bilmiyorum, görmedim.. Allah göstermesin de, ancak Allah biliyor ki; böyle düşünen Abhaz sayısı da az değil. Konunun Çerkeslere özel sebeplerini, Rusya Dışişleri Bakanlığının "Suriyeli Çerkesler Yurttaş değiller" açıklamasından sonra "Rusya Dışişleri hangi kozu oynadı" makalemin içinde bölüm olan "2 - Din, Çerkesler ve resmen ideoloji!."  bölümünde "Kafkas-İslam" makronu üzerinden anlatmaya gayret etmiştim, Türkiye'de "Kafkas Diasporası" olarak ısıtılıp önümüze sürekli konulan ve Abhazların da, Çerkeslerin de ve hatta Osetlerin, Çeçenlerin de etkilendiği ve kendi yurtları üzerine siyasete körleştikleri şey tam da buydu. İşte bugün, Abhaz diasporasının, Rusya'ya mahkum edilen "Canlar ülkesi: Abhazya"sını iyice anlaması, yurtlarını Rusya'ya mahkum eden faktörleri ve Türkiye'nin bu konudaki etkin gücünü de, "Kafkas" makronu dışına çıkarak tartışabilmesi gerekmektedir. Ancak bu durumu da "Rusyacılık" boyutuna mahkum kalmadan, yurtlarının zorlanan durumunu içselleştirmeden yapabimelerini de ayrıca dilerim. Rusya'nın da çok iyi bir ülke olmadığı, tarihin henüz biraz arkasında Abhazya'yı Gürcü talanının içine bizzat Rusya politikalarının attığını, biz Çerkeslere ve hatta siz Abhazlara, Osetlere, Çeçenlere nasıl bir geleceği reva gördüğünü, bunu bugün de sürdürme gayesinde olduğunu bilmek ve unutmamak gerekir. Ancak sırf bunları unutmuyoruz diye, düşmanımızın düşmanı dostumuzdur gibi hasta bir anlayışla, bize önümüzden kab koyup arkamızdan sağan Türkiye politikalarına da teslim olmamak gerekir. Bu durumda en iyi yapılacak şey, bir ulusun en üst temsiliyeti olarak kendi yurdunda kurulan halk meclislerini anlamak ve onları sıkıştıran dış siyasetlerde eğer olabiliyorsak rahatlatmaktır.  Bunu nasıl yapacağını da, en iyi Abhaz ulusu kararlaştıracaktır. Bize en çok, kardeşlerimiz için hayırlı olanı dilemek ve yardım istedikleri zaman, savaş zamanında olduğu gibi en önde yürümek düşer.







Share:

Gelecek Yıl, Yağacak Kar.

İstanbul'a kar geldiği haber verildi, romantik bir coşku akı verdi sosyal medyaya. Sıka sıka kırılacak diş de kalmadı artık, artık çene kemiğimiz acıyor, çene kemiğimiz kırılacak az kaldı artık. Kendimizi bir tek kamuoyunun vicdanına değil, kendi çevremize dahi ifade edemiyoruz. Biraz konuştuğumuzda yüzü düşüp, bize küsen müstakbel dostlarımız "yas mı tutalım" diyorlar, arkadaşlar; biraz zahmet olacak ama evet, yas tutun. Farkında mısınız? Nasıl bir ateş çemberindeyiz, Roboski, Gezi, Reyhanlı, Suruç, Ankara derken; bir katliamlar silsilesi geldi geçti, bu ülkede o katliamların failleri hariç her insanın hayatının bir kıyısına; katledilmiş insanları yara olarak bıraktı. Meydanlarda bir araya gelip, kardeşliği, barışı bağırmamız ölüm korkusuyla mahkum edildi, sadece Can Dündar ve diğer tutsak gazeteciler değil, onlarla birlikte her birimizin gerçekleri konuşma hürriyeti zindanlara tıkıldı. Sadece HDP Belediye Eşbaşkanları değil, onlara kentimizi yönetmeleri için verdiğimiz vekaletle, her birimizin iradesine darbe yapıldı. Sadece Selahattin Demirtaş değil, bir yanlışa karşı duymanın bedeli olarak tüm muhalefet hain ilan edildi. Sadece Taybet ana değil, ayağının altında dünyanın tüm analarıyla paylaştığı cennet parçasına zulüm edildi. Sadece Miray bebek öldürülmedi, onun o zavallı bedeni üzerinden her birimizin geleceğine kan sıçradı. Loren Elva, Türkiye'nin batısından doğusuna kardeşlik taşıyan arkadaşlarımın katledildiği Suruç'ta yalnızca "iyi değilim, iyi olmayacağım" demedi, "iyi olmayın" da dedi. Şimdi yılbaşı geliyormuş, kar yağacakmış ya! Allah belasını versin gelen yılın, yağan karın! Anladım, yas tutmaya niyetiniz yokta, el insaf yahu; kentlere tanklarla, toplarla orduların girdiği şu günlerde, evladını, anasını, kardeşini yitirenlerin acısına saygı duyun, evlerini terk etmek zorunda kalan, kendi ülkesinde sığınmacıya dönüşen şu insanların acısına saygı duyun da, yağacak karı da, gelecek yılı da gözümüze batırmadan kutlayın isterseniz!
Share:

Etnik ve Sınıfsal açıdan Çerkeslerin ince işler tarifesi

En başta açık konuşmak gerekirse, ben bir ulus olmakla, bir ulusun içinde bir siyasal unsur olmak arasındaki çizgiyi iyi çözümlemek gerektiğini düşünüyorum, ancak bugün bir çok yerde bu çizginin olmadığını söyleyebilirim. Zaten sanıyorum bugün önümüzü tıkayan en büyük engelde bu çizginin olmaması. Bu çizgi Çerkesler için henüz çözümlenmemiş diye ya da bugün Çerkesler açısından bu çizgi henüz ilan edilmemiş diye biz toplumsal sosyolojimizde bu çizgiyi inatla yok sayarak, yok edemeyiz. Ancak sadece, bunun doğurduğu bir takım krizleri aşacak çözüme yaklaşamaz, birbirini tamamlaması gereken süreçlerin, birbiryle çatışarak kısa süreçte anlamsız bir yormasını ve uzun süreçte de ne yazık ki kalıcı zararlar doğurmasına sebep olabiliriz. Aslında bugün olmaktayız da. Bu çizgiyi çözümlemek, kabullenmek ve gereken yere koymaktan çekinemeyiz, bu siyasal kulvarda hem etnik hem de sınıfsal mücadele veren herkesin sorumluluğunda. Yoksa olan açıktır; işte bu çizginin yoksunluğu; bu iki alanda da yedeklenen insanların enerjisini birbiriyle seyrelterek kendi çizgisini toplumumuza inşa eden ve bugün kabullendirmeye başladığı açık olan egemenlerin her iki alanın da mücadelesini erittiği bir noktaya dönüşüyor.  5 Aralıkta yazdığım 'Doğru olana - katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin' yazımda, bugüne kadar aktif bir şekilde sahada yürüttüğüm siyasal faaliyetler gün yüzündeyken ve ben bugün hala o çizgide, daha ileriye gitmenin yollarını irdelerken, ulus olmakla, ulusun içinde siyasal unsur olmak arasındaki çizgiyle ilgili açıkça şöyle yazmıştım:

...Her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir. Herbiriniz bir Çerkes olarak ne olmak istiyorsanız olun, ama olmak istediğiniz veya olduğunuz şeyi Çerkesliğe zorlamayın... 

Benim için, yukarıda belirttiğim her Çerkesin ne olabileceği ancak Çerkesliğin ne olamayacağı konusu tartışmaya bile açık değil. Epey zamandır, dünya görüşünde birbiriyle zıt duran ancak bana karşı düşmanlıkta ortaklaştıklarını fark ettiğim bazı insanların velvelelere kapalıyım, kendileri çalıp, kendileri oynarlar formülüyle o arkadaşlara babamın bana öğrettiği bir Adığe üslubuyla kendimce zaten cevap veriyorum ama, bu çizginin malum kişilerin dışında samimi bir şekilde mücadele yürüten unsurlar içerisinde dahi tartışılmadığını ne yazık ki görüyorum. Biz bugün en azından Türkiye'de bunun sonuçlarını yaşıyoruz ve bu çok üzücü. Umuyorum ki, en kısa zamanda bu konunun önemi bu halkın geleceğine yönelik siyaset yapan herkesce anlaşılır ve o çizgi belirginleşir. Aksi takdirde ise, bugüne kadar olduğu gibi; birbirini tamamlaması gereken unsurların, birbiriyle çatışması durumu sürecek ve bu krizi egemenler kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanacakları çizgileri halkımıza inşa edecektir. Bugün devletin geçmişte yaptığı hataları kısmen kabullenerek, bunlara karşı her ne kadar samimi olmasa bile diğer halklara tanıdığı bazı ayrıcalıkların sebebi nedir hiç düşünebiliyor muyuz? Kürt Ulusal hareketi, Türkiye sol hareketini haklı olarak peşine takabiliyorsa, bu-da ön açıcılığından değil mi? Lenin'in "Ezilen Ulusların Milliyetçiliği" üzerine görüşü ortadayken, belki bu ülkede en çok ezilen bir ulus olarak Çerkeslerin, anavatanlarına yaklaşmaya yönelik çabaları dahi, Çerkeslerin içindeki sol hareketin en ağır saldırılarına uğradı. Çerkeslerin içindeki yurtsever hareketler de, kendi yurtları ve tarihleriyle adeta savaşan asimilasyon çarkının politikalarına karşı konumlanması gerekirken bu sol harekete karşı saldırıya başladılar. İşte bu iki anlayışın tamamen birbirine karşı ortaya koyduklarını ilan ettikleri siyaset hastalıklıdır. Bu durumda şu anlaşılmıyor ki, ne Çerkes sosyalistlerinin ideallerini engelleyen Çerkes milliyetçileridir, ne de Çerkes milliyetçilerinin değerlerini yok eden Çerkes sosyalistleridir. Şu aşama da, bu iki cenahın 'Çerkeslik' olarak ilan olunabildikleri tek şey ortak dertleri ve talepleridir üstelik. Gerisi, bu dertlerin ve taleplerin yöntemiyle ilgilidir Çerkeslik öznesinde. Yoksa iki tarafın taraftarları da önüne, anti-demokratikleşen bir Türkiye'nin, hem Çerkeslere hem de diğer halklara hem de sınıflara karşı nasıl da aynı zararı verdiğini anlayabilmeyi denemeliler. Giderek tek dil, tek din, tek millet, tek vatan diye başlayan ve pratikte hakikaten bunun karşılığına topyekün savaş ilan eden egemen zihniyetin ülkeyi soktukları halden etkilkenmeyen var mı? Geçen yıl Kasım ayında yazdığım 'Ulusal Şizofreni' isimli yazımda da bu soruyu soruyordum, birbirini tamamlaması gerekirken, birbiriyle çatışarak egemenlere büyük bir fırsat veren zihniyete karşı:

Bunlar bizim dışında kaldığımız şeyler miydi? Tam içinde, iliğimize kadar dayanan ve bizi sindiren şeyler değil miydi? Diasporanın ulusal bilincindeki kaosu sürdüren, bu sinme, bu aydın zümrelerinin yok edilişi/susturuluşu değil miydi? Hepimizi, kendi kulvarının en radikal Çerkesi yapıp, başka kulvarlara karşı düşmanca yaklaştıran şey değil miydi bunun sonucu.




Kısacası sevgili dostlarım, Etnik ve Sınıfsal siyaset açısından ortaya konulması gereken çizginin bir çözümlenmesi olmadığı için, bugün ince işler tarifesinde ancak birbirimize karşı üstünlük kurmaya çabalıyoruz, halbuki ne Çerkesliği ne de Proleteryayı zafere taşıyacak olan şey de bu değil. İnce işler tarifemizi, kim olduğumuzu ve ne istediğimizi, biricikleştiğimiz yerden tanımlamakla mümkün olabilir. Yok, kimisi devrimciliğini kimisi yurtseverliğini Çerkesliğe sabitleyip, geri kalanları elage ederek bir mücadele yürütmekte ısrarcıysa, dansöz olmaları artık an meselesi demektir.

Ben yolumu yine geçen yıl temmuz ayında yazdığım "Hasımlıkta, Hısımlıkta birer Seçenecek" isimli yazımda şöyle belirtmiştim

 Herkes, etnik kimliği ile siyasal kimliğini mukayese ediyor ve birbirini hizalamaya çabalıyor ama ikisi aynı şeyler değil. Hele ki, etnik olarak aidiyet hissettiği kimlikte bile yabancılaşmış, henüz etnik olarak bile doğru-istikrarlı bir raya oturmamış bir toplumda, siyasal faaliyet yürütmek, yürütülen siyasal faaliyetleri analiz etmek; tezler oluşturmak ve kararlar vermek çok zorken, bu iki kimlik biçimini konuşmak pekte kolay değil. Fakat şu ısrarla anlaşılmalı ki; artık bir noktadan başlanmalı. Zor, ama ertelenemez bir durum; bunu yapacak olan; henüz hiçbir konuda kendini netleyememiş ve sınıf söylemleri, haber yorumlamaları, herşeye ama herşeye maydonoz olunmaları dışında başka hiçbir halta yaramayanlar değil. Bunu yapacak olanlar kuşkusuz ki netleşmiş olanlar.



ve bugün de aynı düşünceleri sürdürüyorum.






Share:

Gençlerle birlikte üreten taraf olacağız.. İnsanlığı da, Çerkesliği de.

Bugün şartlar bizi ne kadar rehin almış durumda farkındayız. Birkaç gün önce bazı arkadaşlarımıza, refahı daim olmuş izlenimi verdiğimizi farkettim de, bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek isterim. Aman ha sanmayın ki burada güllük gülistanlıktayız, derdimiz-tasamız yok, aklımız üretegeldikçe üretimi ortaya koyabiliyoruz diye. Şartlar hiç olmadığı kadar ağır ve biz bu ağırlığı da iliklerimize kadar hissediyoruz, şartların ağırlığı yetmiyor gibi, bir de namlunun ucundayız. Kötü şeyler de yaşıyoruz, bunları söylesek bir dert, söylemesek bir dert.. ancak şartlara tamamen teslim olmuş değiliz ve sanıyorum ki bazı arkadaşlarımızın algılarını karıştıran da bu. Herşeye rağmen, kardeşlerimizle birlikte varız ve olduğumuz yeri tüketen değil, olduğumuz yeri üreten bir anlayışta ısrarcıyız. Çerkesya Yurtseverlerinin deyimiyle, "Çerkes Kalma" mücadelesini veriyoruz. Çerkes kalma mücadelesinin tüketen değil, üreten tarafı olma tutarlılığını sürdürmekte de ısrarcıyız. Demokratik Çerkes Kongresi Girişiminin de, "Büyük İnsanlık" içerisine sığdırdığı Barış, Adalet ve Eşitlik mücadelelerinin üreten tarafı olmak konusunda tavrımız kesindir. Biz, bugün olmayan tüm imkanlara ve olan tüm sıkıntılara rağmen, İnsanlığın da, Çerkesliğin de üreten tarafındayız. Öyle olmaya ve her yapının içinde mücadele tüketenler için üretmeye de devam edeceğiz. Doğru olan her kavganın ardında bizim izimizi bulurken, yanlış olan her söylemin karşısında da yüzümüzü göreceksiniz, doğruyu kimin yaptığının veya yanlışı kimin dillendirdiğinin hiçbir değeri yok. Bugün tam anlamıyla bağımlılıkta  yalnızca insanlık değerlerine ve Çerkes halkının onuruna bağlıyız ve geri kalan her yerde özerk bir durumdayız.  Tüm gençlerin de bu özerk yapıda olmasını arzuluyorum, bunu kendi enerjilerini tüketmemeleri, Çerkes halkına ve insanlık onuruna güç üretmeleri açısından istiyorum..
Share:

Doğru olana -katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin!


Başlangıcı itibari ile, kendi özgür varlığını ve temsiliyetini bazı anlaşılabilir veya anlaşılamaz faktörler sebebiyle ortaya koyamayan, çarpık ve temelsiz bir söylem veya karşılığı olmayan kavramlar ile kendini inşa eden örgütlerin bir gün gelip yaşayacağı en kaçınılmaz şey krizdir. Bugün biz Çerkes toplumu içerisinde faaliyet yürüten anlayışların bir kısmında bu krizin işaretlerini alıyoruz. Esasında tarihin bize verdiği en büyük sorumluluğumuz bu krizi derinleştirmek ve bu tip örgütlerin başlangıcı itibariyle ortaya koyması gereken özgür varlık ve benzersiz temsiliyet aşamasına kadar sarsmaktan ötesi değil. Ancak ne yazık ki, bu toplumda kötü çocuklar olma riskinin çok yüksek tutulduğu bir neden. Fakat er-geç; bu krizin sıkıştığı ve patladığı bir yer olacak, hatta artık bu neredeyse bir an meselesi. Bu krizin izlerini görmeden, sebeplerini konuşan ve ortalığı velvele alanına çevirerek kendilerini istemese dahi erteleyen bazı güruhlar var, bu krizi o güruhun velvelesine saklayarak kendi özgür varlığını ve temsiliyetini inkar eden bir güruh daha var, işte ben ve genç arkadaşlarım tam da bu iki güruhun orta yerindeyiz ve krizin izlerini takip etmekteyiz. Velvele ve inkarın çarpışma alanında, doğru olanın hayata dönmesi için uygun anı bekliyoruz. Buradan yola çıkarak, geriye doğru bir çok yazımda; bu uygun anın taşıyacağı doğru üzerine sadece benim yazdığım tam 180 metin bulunuyor. Bir çok kardeşimin de, benden az olmayan metinleri de erişilebilir bir yerde duruyor, üstelik bu buz dağının görünen tarafı; bir de henüz kaleme gelmemiş düşüncelerimiz, hayallerimiz, arzularımız; fikirlerimiz var!

Bir de çağrımız var! size, bize, hepimize; Çerkeslere! : Doğru olanın, gerçekleşmesine katkı sunun!

 Nice zamandır, yanlış anlaşılma korkusuyla ağzıma kadar geldiği halde sustuğum bir şey var, nice zamandır sustuğum içinse bugün duyduğum pişmanlık cabası. Biz, Türklüğü, Türkiyeyi, Dine, Müslümanlığı vs, Çerkesliğimize soslarken, asalet ve nezaket masallarıyla ninniler dinleyip uyurken, bu sorumsuzluğumuzun bedeli, Çerkes kültürüne ağır gelmeye başladı. Eğer gelmeseydi; bugün dilini konuşamayanların, tarihini bilmeyenlerin çoğunluğa ulaştığı bir nesil olmayacaktık. Ağır geliyor. Bu ağırlığı, bedeli ne olursa olsun artık üstümüzden atmak zorundayız. Hiç kimseye bir halkı sevmemeyi, bir devlete antipati duymayı veya bir dinden çıkmayı dayatmıyorum, ancak Çerkes toplumu içerisinde her mevzuyu bir devlet meselesine ve politikasına taşımayı, bir halka aidiyet noktasında getirmeyi, bir din meselesine çevirmeyi; yanlış olan şeyi üstümüzden atmayı söylüyorum. Yeter artık, bunlar Çerkesler içerisindeki farklı fikirler, inançlar değil. Bunlar Çerkesliği yiyip bitiren, Çerkesliği tüketen şeylerden başkası değil. Çerkesliğin ne Türkiyeye, ne Türklüğe ne de Dine ihtiyacı yok, henüz hiçbir Çerkes bunları bilmiyorken, tanımıyorken çok uzun yıllar yaşıyordu Çerkeslik. Bugün artık bunlarla birlikte yok oluyor ve doğru olanın gerçekleşmesini bunlar engelliyor. Ya doğru olanın gerçekleşmesine katkı sunun ya da doğru olanın gerçekleşmesine engel olmayın. İsteyen ne olmak istiyorsa gidip olsun fakat Çerkesliği rahat bıraksın.

her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir. Herbiriniz bir Çerkes olarak ne olmak istiyorsanız olun, ama olmak istediğiniz veya olduğunuz şeyi Çerkesliğe zorlamayın. Bugün, Çerkesliğin nüvelerini oluşturan özden ne kadar saptığımızı ve o nüvelere tekrar nasıl kavuşacağımızı düşünün, işte bugün Çerkesliğin, kendini oluşturan o nüvelere ihtiyacı, herşeyden daha çok.. Bugün Cherkess TV isimli bir internet televizyonu projesi için gittiğim kuzenim Murat'ın evinden dönerken Bağlarbaşında ihtiyar bir amcayla sohbet ettim ayaküstü yürürken. Kolumdaki orak-çekiç dövmesini görüp "Ah siz genç devrimciler" dedi gülümsedi ve devam etti "Ben 68 kuşağındanım, bizim zamanımızda devrim; emeğiyle yaşayan insanlara hizmet etmek için siyasal bir uydu idi, bugün ise emeğiyle yaşayan insanlar, devrimin teorik uyduları haline geldiler" dedi. Ben, dünyaya eşitliği, adaleti, özgürlüğü; insanlık için istiyorum. Çerkesliği de insanlık aleminin bir parçası olarak, eksiksiz veya fazlalıksız görüyorum. Siz de açık konuşun, Çerkeslik sizin için, Dininiz, Türkiye'nin, Türklüğün, Devrimin, Milliyetçiliğin, Paranın uydusu mu? Yoksa Paranız, Milliyetçiliğiniz, Devriminiz, Türklüğünüz, Türkiye'niz, Dininiz Çerkesliğin uydusu mu? Eğer Çerkesliğiniz, insanlık aleminin dışında başka bir şeyin uydusu ise artık diyecek lafım yok ama diğer şeyler Çerkesliğinizin uydusu ise, lütfen bunu gözden geçirin ve en namuslu olanı seçin. Bu yüzden doğru olana katkı sunun ya da doğru olana engel olmaktan vazgeçin

Ne Dinlerin, Ne Türklerin ne de Türkiye'nin size zerre kadar ihtiyacı yok. Dinler, Türkler ve Türkiye; Çerkeslere kıyasla kendi geleceğini zaten epeydir garantilemiş durumda. Sadece Dinlerin, Türklerin ve Türkiye'nin değil, Arapların, İngilizlerin, Osetlerin, Abhazların, Çeçenlerin de Çerkesliğe ihtiyacı yok, onlar da kendi rüştlerini Çerkeslere kıyasla katbekat ispatlamış, her biri yurdunda, paramparça edilmiş Çerkesya'ya kıyasla, dillerini ve kültürlerini daha garanti etmiş durumdalar. Hiçbirisi, bizim kadar muhtaç ve ağırlaşmış değil. Bugün eğer bir ihtiyaç varsa, Çerkeslerin onlara ihtiyaçları var, Çerkeslerin; Rusya'da, Türkiye'de ve tüm dünyada, sadece Çerkesliğin giderek yok oluşunu engellemesi için eşitliğe, adalete, özgürlüğe ihtiyacı var. Tüm bunlara çoğalmak içinse, dünyadaki kardeş halkların omuz vermesine ihtiyacı var.

Doğru olan, bugün içler acısı noktaya gelen Çerkesliği görmek ve onun geleceği için doğru olanın hayata geçmesine katkılar sunmaktır,eğer bu yapılamıyorsa bile, yapılacak en güzel şey; doğru olanın hayata geçmesine engel olmamakltır.




Share:

Jıneps Gazetesi / Aralık 2015 : Kültür Çerkesciliğinden, Siyaset Çerkesciliğine ilişkiler (1)

Kültür Çerkesciliğinden, kimliğe dayalı bir siyasi Çerkesciliğin yaratıcısı biz değiliz, bitiricisi de olamayacağız, fakat çok açık ve net bir şekilde kaleme alabilirim ki; kararımız olmayan bu geçişin şu günlerde ki Çerkes halkına en verimli siyaset üretenleri de, bırakın üretmeyi; kimliğimize dayalı ve yaşadığımız gerçekliği göz önüne alarak gelecekte en verimli siyaset üretmeyi işaret edenleri de bizim içimizde ve çevremizde. Salona sıkışmış kalıpta, dört duvarın içinde cılız ve kısık, hatta kendisini bile işitemeyen kültür Çerkesciliğinin hazin son on yılı, giderek kendine ağırlaşan yapıları arasında neredeyse kırılmak üzere olan beli; kültürcülüğün hatalı olmasından ziyade, kültürcülüğün yanlış yorumlanmasından kaynaklı. "Politik Hat: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür" isimli yazımda, kültürün ne anlama geldiğini ve diyaspora da nasıl okunduğunu ve işlendiğini anlattım, fakat burada da tek kelimeyle anlatmam gerekirse; kültürcülük yalnızca düğüncülük, kaşencilik, halujculuk olmamalıdır, birazcıkta dilcilik, adaletçilik, temasçılık olmalıdır diyebilirim. Nitekim, artık Çerkeslere, siyasi kimliklerinizi askıya bırakın ve içeri girin diyen dernek mantalitesinin çöküşünün arifesindeyiz ve herkes iyi biliyor ki, artık Çerkesler içinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve siyaset gençlik tarafından, bizzat onlara siyaseti yasaklayanların bile zihniyetlerine girecek. Giriyor da!

İşte bu, kültürcülük ve siyasetçilik arasındaki ara geçişin etkileriyle, toplumun belirli kesimleri arasındaki çatlakların görülebilir bir hal alması da, siyasetçiliğin doğal politikası olarak okunmalıdır. Bu çatlağın, artık görülebilir hale gelmesine ise hiç üzülmemeliyiz, nitekim artık bunun ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış durumda değil mi? Bir yandan, Çerkesim demeyi hayatının her evresine entegre etmiş ancak Çerkesliğin en önemli nüvelerini hiçbir şekilde kendisinde barındırmayan bir yığın, Çerkesliğin tahrip olan nüvelerini ortaya çıkarmak isteyenlere karşı adeta "Çerkesim" demeyi yasaklar halde değil miydi? Çerkesim diyerek; utanmadan, sıkılmadan ve rahatça karşıt görüşteki insanlara ulu-orta küfür edenlerin varlığı ayyuka çıkmamış mıydı? Memleketi, içinde bulunan tüm kesimleriyle sürekli kana boğan bir savaşı durdurmayı üstelik bunu ayrım gözetmeksizin tüm toplumsal kesimlerin faydasına isteyenleri "yemek-kab" gibi ezik ve zavallı argümanlarla bastırmak isteyenler, dillerinin altındaki baklalarıyla "daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla ölüm" diye kudururken, aynı kelimeyi aidiyet iması olarak kullandığımız için en az bir kere utanıyor değil miydik?  İş yerimizde, okulumuzda, sokağımızda, mahallemizde Türk arkadaşlarımız dahi bize beğenmeyen gider demezken, sözüm onlara bizimle aynı kaderi paylaşmış bu Çerkesler, beğenmeyen gider gibi ukalaca bize hitap ederken, ne hissediyorduk? İşte 150lik Çerkeslerin, içeriden içeriden çatladıkları ve çatlaya çatlaya uçuruma dönüştükleri bu durumun ortaya çıkmasından hiç rahatsız değilim. Ben onlardan, onlar da benden utanıyorlar; ne kadar adilce bir durumdayız..  Artık onlarla benim aramdaki farkın bir anlamı ve karşılığı var, onlar "Çerkez" ben "Çerkesim" ve aramızda tek harfi değişen bu ima, yalnızca bundan ibaret değil, onlar başkalarının tarihiyle bir yol bulmuş ve gidiyorlar, ben ise kendi yazılmış tarihimi klavuz edinmiş; "Çerkeslik İnsanlıktır" deyimine sadık, dünya ile bir Çerkes olarak bağlantı kuruyorum. İşte bu, kültürcülüğün kendini düğüncülük, kaşencilik ve halujculuk arasına alarak daralttığı, bizim ise bu kültürün bir nüvesi olarak gördüğümüz dilcilik, adaletçilik ve temasçılığın bir gereği. Dünya ile temas eden, kendi adalet anlayışı olan ve olguları bu anlayışla ele alıp kendi dilinde okuyabilen bir politik kültürcülük. Siyasetçilik!

Siyasetçilik, kendine kültürcülükte bir taban bulabiliyor ve bu tabanla, politik bir dizi teması da olabiliyor. Bunun anlaşılması basit, sonuçta giderek Çerkeslikten yozlaşan, biyo-çerkesler görünmez değiller ve üstelik gözümüzün önündeler, onları görmemek için bir çeşit körlük yaşıyor olmamız lazım ve bunu yalnızca yazarlar, aydınlar, enteller, kimlik savunucuları, post modern dönüşçüler değil, bir çoğu görüyor. Kimisi kampının etkisinde, siyaseti ne kadar reddetse dahi onu yaşayarak bunu görmezden gelmeyi denese, hatta görmediğini ilan etse de, onlar da görüyor ve bu görülme, bir kaç yıla kadar Çerkesim diyen herkesin inkar edemeyeceği bir hal alacak, gidişat böyle. İşte bu gidişatı şimdiden görebilen insanlar, kültürcülük ile kendini sınırlayan yerlerde artık refleksif bir siyasetçilik pozisyonu alıyorlar ve bu refleksif durum bir müddet sonra kendini bir bilince taşıyor, bu bilince taşınım; siyasetçilik yapanların çalışmalarına bağlı bir şekilde hızlı ya da yavaş olsa da, yozlaşmaya paralel şekilde direngenlik gösteren ürettiği siyasetin gidişatı da, ileri ki günlerde bilince ulaşımın hızının artacağını işaret ediyor. Ancak Kültürcülük, kendini siyasetçilik arenasında pek temsil edemiyor, aslında bunu istese dahi yapacak bir ön çalışması hiç olmadı, seçimlerden evvel kültürcülük üzerinden türkiye'nin en büyük Çerkes örgütlülüğüne sahip bir kurumun durumu da bunu işaretlemişti, ama az durun; o kuruma alternatif olarak kendini ortaya koyan ve kısa tarihinde bir dizi siyasi refleks göstermiş bir diğer kurumun da böyle olduğunu söyleyecek veriye sahibiz. Soykırımın yüzellici yıl anmasında, o kurum yöneticileriyle HDP arasındaki uyumluluk, kurumun tabanına yansıyabilmiş değildi. O kurumun oluşum süreci her ne kadar belirli bir çalıştaya ve hak taleplerine yönelik atakla başlamış olsa bile, bugün o kurumun en üst derece sorumlusunun, o kurumun nüvesi olan bir inisiyatifin ortaya çıkardığı bir diğer kurum olan siyasal kanatın altında tabanına yaklaşacak kadar cesur olamadı. Toplumsal muhalefetin tepkisini her geçen gün arttıran ve bugüne kadar Çerkesler için hiçbir olumluluğu gözükmeyen, elindeki kanı dünyanın her bir yerine bulaşmış bir terör örgütünü finanse ettiği belgeleriyle kanıtlı bir siyasal eğilimin çatısı altına girmeyi canı gönülden denese dahi, bunu da yapamadı. İki örnekte, kültürcülüğe sıkışmış, tabanını bu taraftan yakalayabilen yapıların, siyasetçilik kulvarındaki hezeyanı olarak okunmaya müsait. Karşıt kuvvetlerin de, bu açıkla ilgili çalışmaları oluyor, ancak tamamen Çerkes talepleri ve bu taleplerle birlikte Çerkeslerin, yurtlarına yönelik bir geleceği kurgulayan tabanı, bunu ütopya olmak dışında, mümkün olacak sınırları içerisinde değerlendiren; mevcut durum ve şartların değerlendirilmesini ve bir gerçeklik ile hareket edebilmesini küçük bir zümre deniyor, başarmaya çok yakın, ancak yolu çukur doldu bir zümre. Bugün o zümrenin, genişleyen dallarının bir kısmı kendini karşıt konumda pozisyonlatarak olsa bile kültürcülük için kendini kapatan tabana girdiği tartışılmaz bir konu.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler