Çerkeslere Sorduk isimli anket Genel Özet Raporu - A



GENEL ÖZET RAPORU - A (GÖR-A)


Geçtiğimiz günlerde yayınladığım ve 900 deneğin katıldığı anketin genel özet raporu aşağıdaki gibidir. Anket verilerini istediğini belirterek e-posta adresini giren ve daha sonra e-posta adresini teyit eden kişilere veriler gönderilmiştir.


“Çerkeslere sorduk” isminde yapılan anketimize 14-65+ yaş aralığında  900 denek katıldı.
Katılım gösteren deneklerimizin hepsinin özet tablosu aşağıdaki gibidir.




KADIN
ERKEK


%38
%62
YAŞ ARALIKLARI



14-18
18-25
25-40
40-65




ANADİL SEVİYESİ



BİLMİYOR
KONUŞUYOR
BİLİYOR
İYİ BİLİYOR
%53
%25
%13
%9




İLK 3 DOĞUM İL



KAYSERİ
İSTANBUL
TOKAT
DİĞER İLLER
%16
%10
%7
%67




DOĞUM YERİ



İL
İLÇE
ÇERKES KÖYÜ
KÖY-BELDE
%45
%19
%27
%9






DOĞDUĞU YERDE YAŞIYOR
BAŞKA YERDE YAŞIYOR


%56
%44






EVLİ
BEKAR


%42
%58


Evli olduğunu ifade eden deneklerimizin genel verileri:


EŞİM ÇERKES
EŞİM ÇERKES DEĞİL
%52
%48
ÇOCUĞUM VAR
ÇOCUĞUM YOK
%34
%66
ÇOCUĞUM ANADİL BİLİYOR
ÇOCUĞUM ANADİL BİLMİYOR
%10
%90








KADIN GÖR-A K (1)


Aşağıdaki tabloda deneklerimizin %38ini Toplamın %’si olarak yaşlarına göre kendi gruplarında 14-18, 18-25, 25-40 ve 40-65+ yaş gruplarına bölünerek bölündükleri yaş gruplarındaki medeni hallerini ve  ana dil seviyeleri belirlenerek sizlere sunulmuştur.


YAŞ GRUBU
14-18
18-25
25-40
40-65+
TOPLAMIN %’Si
%8
%42
%35
%15
EVLİ
%0
%15
%45
%80
BEKAR
%100
%85
%55
%20





ANA DİL BİLMİYOR
%74
%82
%83
%60
ANA DİL KONUŞUYOR
%17
%8
%10
%22
ANA DİL BİLİYOR
%5
%2
%3
%14
ANA DİL İYİ BİLİYOR
%4
%8
%4
%4
(Not: Medeni hali evli olan en küçük kadın yaşı: 21 olarak belirlenmiştir.)
Evli grubun %63’ü eşinin Çerkes olduğunu belirtiyor. Bu grubun %80i çocuk sahibi ancak çocukların yalnızca %14’ü Ana dilini biliyor. Eşi Çerkes olmayan %27’lik kesimin %64ü çocuk sahibi ancak çocukların hiçbirisi Ana dil bilmiyor.


KADIN GÖR-A K (1) : İLK 3 EN ÇOK DOĞUM YERİ:


KAYSERİ
İSTANBUL
K.MARAŞ
DİĞERLERİ
%14
%12
%6
%68


Anketimize katılan Kadın deneklerin tamamı Türkiye’nin sadece 26 ilinde doğdu.


DOĞDUĞU YERDE YAŞIYOR MU
EVET
HAYIR
%43
%57


DOĞDUĞU YERDE YAŞAMAYANLARIN 3 EN ÇOK YAŞADIKLARI 3 YER:
İSTANBUL
ANKARA
KAYSERİ
DİĞERLERİ
%42
%17
%13
%28


Anketimize katılan Kadın deneklerin tamamı Türkiye’nin sadece 33 ilinde yaşıyor
ERKEK GÖR-A K (1)


Aşağıdaki tabloda deneklerimizin %38ini Toplamın %’si olarak yaşlarına göre kendi gruplarında 14-18, 18-25, 25-40 ve 40-65+ yaş gruplarına bölünerek bölündükleri yaş gruplarındaki medeni hallerini ve  ana dil seviyeleri belirlenerek sizlere sunulmuştur.


YAŞ GRUBU
14-18
18-25
25-40
40-65+
TOPLAMIN %’Si
%7
%28
%34
%31
EVLİ
%0
%3
%49
%87
BEKAR
%100
%97
%51
%13





ANA DİL BİLMİYOR
%78
%80
%74
%51
ANA DİL KONUŞUYOR
%14
%9
%15
%19
ANA DİL BİLİYOR
%4
%3
%6
%16
ANA DİL İYİ BİLİYOR
%4
%8
%5
%14
(Not: Medeni hali evli olan en küçük erkek yaşı: 18 olarak belirlenmiştir.)
Evli grubun %65i eşinin Çerkes olduğunu belirtiyor. Bu grubun %78i çocuk sahibi ancak çocukların yalnızca %14 Ana dilini biliyor. Eşi Çerkes olmayan %35lik kesimin %78 çocuk sahibi ve çocukların %2si Ana dili (Çerkesce) biliyor.


ERKEK GÖR-A K (1) : İLK 3 EN ÇOK DOĞUM YERİ:


Kayseri
İstanbul
Tokat
Diğerleri
%16
%9
%7
%68


Anketimize katılan Erkek deneklerin tamamı Türkiye’nin sadece 46 ilinde doğdu.


DOĞDUĞU YERDE YAŞIYOR MU
EVET
HAYIR
%44
%56


DOĞDUĞU YERDE YAŞAMAYANLARIN 3 EN ÇOK YAŞADIKLARI 3 YER:
İstanbul
Ankara
İzmir
Diğerleri
%16
%8
%3
%73

Anketimize katılan  Erkek deneklerin tamamı Türkiye’nin sadece 53 ilinde yaşıyor
Share:

Her şeyin Hayır'lısı



2015 Seçimlerinden sonra milliyetçi koalisyon kolları sıvamış siyasette bir dikta mühendisliği ile ülkeyi tek-tipleştirmeye başlamıştı.

15 Temmuz askeri darbe girişimi bu dikta mühendisliğinin mimarları için tanrının bir lütfu gibi oldu, işte bu yüzden bazı sosyal demokrat, sosyalist, ulusalcı, atatürkçü bazı kesimler bu darbe girişiminin iktidarın kurguladığı bir tiyatro olduğu konusunda ısrarcı oldular ve bugün dahi onlar için tam anlamıyla böyle düşünülüyor.

Böyle düşünmekte haksız olmadıkları bence kesin, fakat ben Darbe Girişimini iktidar tasarladı ve uyguladı diyecek kadar bilgi ve belgeye sahip olmadığım için, ikinci yoldan bir fikir üreterek; iktidarın bu darbe girişimini tasarlamadığını varsayarak, kontrolünü eline geçirdikten sonra dikta mühendisliğinin mimarları tarafından istenilen amaç için uygun bir araca dönüştürüldüğünü düşündüm ve ilgili yazılarımda bu fikir yüzeyinde kalmaya gayret ettim.

Şimdi arkama yaslanıp; 15 Temmuz darbe girişimini iktidarın tasarladığını düşünenlerin bu kanıya nasıl vardıklarını düşündüğümde de veya bu darbe girişiminin kontrol altına alınarak bir amaç için araçsallaştırıldığını neden düşündüğümü de tekrar düşündüğümde; haklı sebepler buluyorum. Sonra kendimi bana düşmanlaşan iktidar tabanındaki insanların yerine koyuyorum, tekrar düşünüyorum ve yine haklı sebepler buluyorum. Sonra kendimi iki tarafında dışına çıkarıp tekrar düşünüyorum ve yine haklı sebepler buluyorum.

Önemli olan bizim haklı ya da haksız olmamız değil, ikisi de mümkün çünkü. Önemli olan gerçeğin ne olduğu? Bu ülkede gerçekler ne yazık ki ezelden beri sır gibi korunuyor, ama bir gün mutlaka ortaya çıkıyor.

Düşünüyorum...

Şişli'de katili ayağına getirilen ve kolluk nezaretinde resmen katlettirilen Hrant Dink, Hrant Dink cinayeti sonrası emniyette başlatılan tasfiye süreci geliyor aklıma. Bu tasfiyelerden sonra önemli noktalar da göreve başlayan emniyet yetkilileri, sonradan kumpas denecek bir takım operasyonlardan sonra TSK yapısını bozarak orada da bir tasfiye oluşturmuş ve TSK'daki önemli noktalara da birileri gelmişti.

Hiç bilmeyen ve araştırmayanlar için özet geçmek gerekirse, 15 Temmuz Darbe Girişimini başlatan kadroların işte bu süreçte görevlerine geldiği biliniyor.

Hrant Dink siyasi bir cinayete kurban edilirken, Hrant Dink cinayeti sonrası Emniyet dizayn edilirken, dizayn edilmiş emniyet ordunun (tabiri caizse) içini boşaltırken, içi boşalmış ordu dizayn edilirken, dizayn edilmiş ordu darbe tasarlarken iktidar hiç değişmemişti.

Bütün bunlarla ilgili sorulmuş binlerce soru var, verilmiş hiçbir cevap yok. Herşey olurken iktidar olanın yetkilileri, son anda "kandırıldık" demekle yetinmeyi seçiyor.

İlgili tarihlerde de, öncesinde de; Fetullahçı Terör Örgütü konusunda herkesi uyaran her kesimden insanlar oldu. Bu kişiler 15 Temmuzdan önce baskılanırken, cezaevlerine atılırken, televizyonlar da, meydanlarda yuhalatılırken.. 15 Temmuzdan sonra sanki hiç varolmamışlar gibi davranıldı.

Hepimiz adaletin bir gün tecelli edeceğine inanan insanlarız, kimimiz adaletin bu dünya da tecelli edeceğine inanarak herşeye rağmen mücadele verirken, kimimiz adaletin bu dünya da olmasa bile öteki dünya da tecelli edeceğine inanarak mücadele veriyor; görüş birliğimiz tam gibi! Adalet mutlaka tecelli edecek.

İşte o gün; "kandırıldık" demenin binlerce ve hatta milyonlarca insanın hayatını kötü yönde etkilemenin bedeli olmadığını haklılar da haksızlar da, kandırılanlar da kandırılmayanlar da mutlaka öğrenecektir.

Velhasıl onlarca kandırılmasıyla onlarca insanın ölümüne sebep olan, binlerce insanın hayatını radikal biçimde etkileyen, milyonlarca insanın yaşamını kötü yönde etkileyenler bugün de iktidardalar. Bunca yıllık iktidarları boyunca hiçbir hata yapmamışlar gibi, bedel ödemekten korkmaktan yapmayacakları şey kalmamış vaziyette herşeyi alt-üst ediyorlar.

Ruh hastası bir imamın fetvalarına kanarak ülkeyi kaosa sürükleyenler, utanmadan-sıkılmadan ülkenin selameti için "yeni anayasa" yapıyorlar.


Bu sefer ellerinin altında, iktidarın koltuk değneği olmayı politika sanan bir parti de var. Hiç şaşmıyorum! Çünkü bunlar; ruh hastası imamın din bilgisi ile afyonladığı zihniyette kardeşler, FETÖ'nün sahte dininin din kardeşleri hepsi. Biri tökezlese, diğeri onu tutar bunların. Çünkü birinin düşüşü, diğerinin kaderinin aynasıdır.

Dün iktidar; Feto bizi kandırdı dediyse ... yarın da bu koltuk değnekleri iktidar bizi kandırdı diyecekler.. Al birini-vur ötekine misali.

Şimdiler de Türkiye'nin en eski siyasi partisi ve bugün meclisteki ana muhalefet partisi yeni anayasaya "hayır" demenin başını çekmeye çalışıyor, Ne büyük kazanım ama!

"Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" diyerek toplumsal muhalefetin içi boşaltılırken karşı durmak bir yana iktidara destek olan anlayışın mimarı da onlar değiller miydi?

Unutmayacağız, unutamayız da..

Biz Yeni Kapı'da ruhunu iktidara vererek şov yapmaya çalışanlara o gün söyledik; gittiğiniz yol hayırlı değil, Türkiye'yi bir uçuruma sürüklüyorsunuz diye..

Herşey olmasa da, çok şey berrak.. Artık kimin ne olduğunu ve ne yaptığını daha iyi görebiliyoruz. İktidar da görebildiğimizi görüyor. Bu yüzden gözümüzün gördüğünü konuşabilen kim varsa hepsini toplumdan izole etmeye çalışıyor.

Herkesin gözünün önünde yapıyor, hiç kimse ses çıkarmıyor.

Bu yolun sonu iyi değil, dilerim ki herşeyin #hayır'lısı olur.. aksi takdir de bu ülke sadece bizim için değil, ülkenin %50si için cehenneme döneceğe benziyor.




Share:

2016 Biterken Çerkesler: Yüzyılda iyi olan şeyleri yitirdik, kötü olan şeyleri koruduk.



2016 yılı dünya tarihinde derin izler bırakarak geride kalıyor, son günün ilk saatlerinde bu izleri düşünüyorum ve gelecek on yılları ve hatta asırları, bu yılı nasıl değerlendirecekleri konusunda öngörülerde bulunmaya çalışıyorum. 2016 yılı dünya üzerinde bir çok toplumu doğrudan fiziksel ve psikolojik olarak etkiledi ve yine bir çok toplumun sosyal ve ekonomik düzenini etkiledi. Egemen veya görece egemen toplumların bu etki üzerinden çeşitli politikalar ürettiklerini gördük, kimileri insanlık krizi olarak adlandırabileceğimiz bu şiddet sarmalını kendileri açısından fırsat bildiler, acı çeken, her yönüyle ağır şiddet gören toplumları kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmayı denediler ancak  egemenlerin çıkarları çakıştıkça bu şiddet sarmalı derinleşti. 2016 yılını bütün dünya için hiç özlenmeyecek bir yıla çeviren faktör de bu şiddetin derinliğidir. Bu derinliğin de tek sebebi bir insanlık krizini kendi çıkarları doğrultusunda fırsata çevirmekten başka amacı olmayan politikalar üretmektir.

Egemenleri bir kenara bıraktığımız da, görece egemen toplumların da bu krizde "kendi haklı gerekçeleriyle" bir politika ürettiklerini gördük ancak yavaş yavaş tüm politikalarının egemenlerin politikalarına doğru kaymasına da şahit olduk. Senenin son günlerinde sahada hakimiyet kuran tüm grupların iki egemen politikadan biriyle iç içe girmeye başladıkları artık herkes tarafından hissedilen bir gerçekten ötesi değil. Bu saatten sonra 2017 yılının iki egemen politika arasındaki rekabete dönüşeceği de neredeyse kesinleşti. Çizgisini bu iki politika arasında biriyle paralelleştirerek sahada kalan grupların bu saatten sonra kendi politikalarını bağımsızlaştırabilmesi imkansız, artık paraleli oldukları büyük politika da küçücük bir pay sahibi olmaktan başka kaderleri kalmadı.


Öte yandan 2016 yılının bıraktığı bütün izlerden, her görüşüyle sırtında taşıyan fakat ısrarla bunu yok sayan bir toplum olarak Çerkesler, "hiçbir şey yapmaya" son sürat devam ettiler. Yıllardır bir çok kişinin de tabiriyle kendini dünya da "fanus içinde" sanarak yaşamak Çerkeslerin yeni çağdaki vebası. Sürekli ve yoğun biçimde karşısındaki diğer Çerkese yönelik agresif ve eleştirel yaklaşımlarına bakıldığında insan Çerkeslerin bu gezegende yaşamadığını sanabilir, ancak bilmeyenler için söylemeliyim ki Çerkesler bu gezegende yaşamaktadırlar ve hatta 2016 yılını dünya için karanlığa, kana, teröre ve gözyaşına çeviren insanlık krizinin merkezindeki toplumlardan birisidir de.

Müslüman Çerkesin-Sosyalist Çerkese, Sosyalist Çerkesin-Müslüman Çerkese, arada derede ikisi de olup birinde daha fazla yoğunlaşanların da, diğer tarafta yoğunlaşan Çerkeslere yönelik bitmek tükenmek bilmeyen "dalaşı" sürerken, terör saldırıları sonucunda hayatını kaybedenler içerisinde Çerkeslerin de olduğunu anlayamamaları, kurumların arama motorlarında "terörü lanetleme mesajı" olarak aramaları sonucu ulaştıkları kalıp mesajları yayınlama kolaycılığı, bölgedeki ve dünyadaki tırmanan şiddetin Çerkeslere yönelik her alanda oluşturduğu baskıyı değerlendirme yoksunlukları Çerkeslerin hala "rüyalarında" yaşadıklarının en net sonucu. Yaşananlara sadece mezhepsel, dinsel veya siyasal tepki verme eğilimleri, bu tepkilerin hiçbirisinin Çerkes toplumuna yönelik anlamlı bir değer taşıyamıyor olmaları Çerkeslerin varlık öncelikleriyle ilgili ipuçlarıyla dolu. Kimisi sahilde kumdan kale yapar gibi ciddiyetsiz, altyapısız, araştırmasız kampanyalar yürüterek kendi egosal açlığını gidermeyi denerken, kimisi artık aracına dönüştüğü görüşün politikalarından başka söyleyecek hiçbir şey bulamaz halde. Birbirini-birbirinin karşısına koyarken eline su dökülmez derece de ayrışacak nokta bulma ustaları, birbirinin yanına gelmesi gereken noktalarda bırakın başarısız girişimi-denemeyi, aklına bile getiremiyor.

Türkiye'yi diasporasal olarak siyasi farklılıkların derinliğinden ötürü yaklaşılmaz eğrilik olarak değerlendirmeyi denesek, anavatanda Türkiye ile hiçbir ilgisi olmayan ve tamamen saf olarak Çerkesleri ilgilendiren meselelerde dahi bir araya gelmedikleri gerçeğini gözlemliyoruz. Adnan Khuade olayı ve diğer Çerkes aktivistlere yönelik baskılar da bunun örnekleri. Anavatanda yaşayan insanların da bu girdap içinde sürüklendiklerini görüyoruz.

2016 yılı Çerkesler için 1916 yılından farklı mıydı emin değilim, ancak 1916 da bizimle olan bir çok şey artık bizimle değildi.  Geçen yüzyıl da iyi olan çok şeyimizi kaybettik ancak kötü olan bu durumumuzu ne yazık ki koruduk. Umarım 2017 yılında bu kötü huyumuzu kaybeder, iyi bir huyumuzu korumayı becerebiliriz.  Çerkes gibi düşünebiliriz. Çerkes gibi yaşayabiliriz.

Share:

Bugünün siyasi tarihi ve Çerkeslerin yarını




AKP'nin bugün birilerine verdiği hiçbir teminat yarın için geçirdi değil ama ne yazık ki birileri  bunu göremeyecek kadar kör durumda. Gazeteler, televizyonlar, radyolar kapatılmış, gazeteciler, yazarlar, aydınlar tutuklanmış, milletvekilleri, siyasiler [...] valilikler her türlü gösteri ve yürüyüşü yasaklıyor, iki kişi bir araya gelindiğinde plastik mermi, toma, biber gazı kullanılıyor, polis milletvekilinin ellerine "kes lan" diyerek vuruyor, sırf onun kaburgasını kıramadı diye, oğlunun kaburgasını kırarak onu cezalandırıyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.h

Anayasayı fiilen ihlal etmekle övünen bir adam, ki bu adamın oğlu daha geçtiğimiz yıllar da kara para aklama, hırsızlık ve nitelikli dolandırıcılıkla itham edilmiş ve ifadeye çağrılmıştı ve bu adam her türlü hukuku çiğneyerek oğlunu ifade vermeye göndermemişti, işte şimdi çıkmış diyor ki "Hiç kimse hukuktan üstün değildir." Daha dün MİT tırlarıyla Suriye'deki terör örgütlerine silah gönderdiği belgelenmiş bugün çıkmış "Terör bumerang gibidir" diyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

"Ya başkanlık ya kaos" diyen bir adam bugün çıkmış  parlamentodan bahsediyor, bunları konuşmanın yeri Meclistir demekten zerre çekinmiyor. Kendisinin partisinin de, hükümetin de başına nasıl geldiğini sanki hiç hatırlamıyormuşçasına anamuhalefetin HDP'nin adını bile anmaktan korkarak usulen hazırladığı bir bildiriye "Nedir bu kepazelik" diyebiliyor. Aynı zamanda Suriye'den yaralı teröristleri alıp tedavi edip geri gönderdiğini unutarak "Hiç kimsenin milletin parasını teröre peşkeş çekmeye hakkı yok" diyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

"Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" diyen birisi,  bugün milletvekili tutuklamalarıyla ilgili siyaset yaparken zerre kadar tereddüt etmiyor. Anayasayı fiilen ihlal eden adamın bunu meşrulaştırması için başlayacağı çalışmanın ayağına katılırken yeni kapıda yanyana görünmekten tereddüt etmiyor, bu ortamda mağdurlarla yanyana görünmekten ödü kopuyor. Dokunulmazlıklar ile ilgili AYM'ye başvuru sürecinde "Destek vereni partiden atarım" diyor ve parti sözcüleri çıkıp hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

Muhalif bütün milletvekillerinin, gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasilerin tutuklandığı, televizyonların, gazetelerin ve radyoların kapatıldığı, meydanların halka yasaklandığı bir ortam da  demokrasinin varlığından söz etmek ayrı bir marifet.

***

En başından bu yana, ülkede gelişen her şeyin bize olan etkisini anlatmaya çalıştım Çerkeslere. Sadece kötü şeylerin değil, iyi şeylerin de. Fanus içinde olmadığımızı, dış dünya ile etkileşim halinde olduğumuzu yazdığım bir çok yazı var. Rusya ile başlayan uçak kriziyle, Türkiye'nin Suriye politikasının Çerkeslere verdiği zararı bugün inkar edebilecek kimse olmamasına rağmen, bunu Rus düşmanlığı üzerinden hala övecek bir sürü insan var. O halde sanıyorum artık hiç kimse, ülkede gelişen hiçbir şeyin bizi etkilemeyeceği iddiasında bulunamaz ve dış dünya ile etkileşim halinde olduğumuzu kabul eder.

Peki bugün yaşananlar ışığında baktığımız zaman Türkiye, Çerkesler için nasıl bir öngörü oluşturuyor?


İktidarın artık tek bir siyasi parti olduğu söylenemez, çünkü iktidarın günahı sırtında kendi başına taşıyacağından fazla ağırlaştı. İktidar artık bir koalisyondur ve bu koalisyonun bir ortağı da MHP'dir. Birlikte kurdukları koalisyon iki günlük değildir, AKP'nin savaş politikalarına girmesiyle birlikte ki özellikle haziran seçimlerinden sonra çok açık bir şekilde bir ilişki geliştirmişlerdir. Zaten o günden bu yana Türkiye Halklar açısından giderek gerilemiştir. Halkların sadece birlikte siyaset yaptıkları alanlar değil, birlikte konuştukları televizyonlar, birlikte yazdığı gazeteler de kapatılmıştır. Halklara duyarlı gazeteciler ve yazarlar da tutuklanmıştır. Çerkeslerin kendini topluma karşı ifade edebilecekleri her türlü alan saldırı altında tutulmakta ve baskılanmaktadır. İMC TV'nin kapatılması örneği Çerkeslerin Çerkes olarak kendilerini topluma aktarabildikleri bir alanın nasıl yok edildiğinin göstergesidir. Bugüne kadar parlamento da Çerkes sorunlarının araştırılması ve önüne geçilmesiyle ilgili önerge veren isimlerin tutuklanması da Çerkeslerin kendini devlete ifade edebildikleri vekillerinin susturulması ve baskılanmasıdır.

Çerkeslerin siyasi olarak aynı düşünmediği, Türklerin ve Kürtlerin de aynı düşünmediği kadar elbette gerçek, hiç kimsenin bütün Çerkesler adına açıklama yapması doğru değil ancak aynı düşünen-düşünmeyen bütün Çerkesleri ilgilendiren şey Çerkesliktir. Çerkes halkının dilinin, kültürünün yaşanmasına, gelişmesine ihtiyacı olduğu da açık. Bugün genç Çerkes nüfusunun çoğunluğunun anadilini bilmediği gerçeğini hiçbir parti taraftarlığı yok edemiyor, bu anlamda Çerkeslerin kendilerinin bu sorunlarını ifade edebileceği ve çözüme odaklı siyasal faaliyet yürüterek bu sorunun önünü almayı deneyecekleri alanla, bugün iktidar zihniyetinin yok etmeye çalıştığı alan farklı değil. Bu anlamda iktidarın yok ettiği alanı savunmak, Çerkes dilini ve kültürünü de savunmaktan ötesi değil.

"Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir" diye bir söz vardır, Çerkeslerin hukuki olarak yok sayıldığı, kendi dili ve kültürleri için siyasal faaliyet yürütüldüğü, topluma hitap ettiği alanların kapatıldığı bir zeminin hiçbir Çerkes için hayırlı olmadığı belli. Nasıl dün yaşanan "Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" demelerle "AYM'ye başvuru için destek vereni partiden atarım" demelerle, "Yenikapı ruhu" içine girmelerle bugünlere gelinmişse, bugünde başta Kürtler olmak üzere tüm muhalefete saldırılar, yarın Çerkeslerin başına ne geleceğinin en net göstergesi.
Share:

Erdoğan İtiraf Etti: "Ben Diktatörüm"



Cumhurbaşkanı o zamanlar başbakan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin 70nci Mali Genel Kurulunda çıkmış kürsüye konuşuyor. O zamanlar konuştuğu şeyleri ilk duyduğumuzda biz şaşırmıyoruz tabi; sahi hangi diktatör halkına “ben diktatörüm der?” diye düşünüyoruz. O zamanlar da yaptıkları bize göre diktatörlükten ötesi değil ama biz hiç akıl sır erdiremiyoruz Erdoğa’nın bu söylediklerinin geleceğini tarif ettiğini.

Şimdi düşünüyorum da Erdoğan meğerse 22 Mayıs 2014’ten ilan etmiş 16 Temmuz 2016’daki sıfatını. Ben demiyorum, kendisi söylüyor: Diyor ki “Ben diktatör olsam meydanlara çıkamazsınız” İşte buyur, meydanlara çıkamıyoruz. Yani bugün Erdoğan’ın o zaman ki söyleminden ölçüt alarak, kendi diktatörlük anlayışından yola çıkarsak dahi; Erdoğan kendi ağzıyla söylüyor: Ben diktatörüm diye. Erdoğan’ın o zaman ki söyleminden yola çıkarak “Erdoğan diktatör olmasaydı, bugün meydanlara çıkabilirdik” demek ki. Meydanlara çıkamıyoruz, niye? Çünkü Erdoğan diktatör. Sadece meydanlara mı çıkamıyoruz, ekranlara da çıkamıyoruz, sayfalara da çıkamıyoruz. Yani anlayacağınız basit bir diktatörlükte değil yaşadığımız. Yani Erdoğan ve diktatörlük insanlara daha nasıl anlatılabilir bilemiyorum.

Yeni Kapı diye bir ruh tutturdular ve bugün Türkiye’nin üzerine kabus gibi çöken fiili rejimin arayıpta bulamadığı her şeyi o ruha feda ettiler. 18 Ağustos’ta “Türkiye’nin Demokrasisi, Sonra Çıkar Oligarşisi” başlığıyla yayınladığım yayında şöyle yazmıştım.


“Devletin kuruluşundan bu yana; oligarşi düzeni hiç değişmedi. Oligarklar kendilerine "milliyetçi" bir cephe kurdular ve sürekli düşmanlar üreterek bu cepheyi beslediler.  Bu oligarklar çoğu defa birbirleriyle kavgalar da etseler, hiçbir kavgaları ilkesel bir tutum üzerinden ilerlemedi. Herşey çıkarlar üzerine kuruluydu, CHP, AKP'nin devletin bütün kurumlarında kadrolaşmasına şiddetle karşı çıkıyordu, ancak bunu AKP'nin devletin bütün kurumlarından CHP'lileri etkisizleştirmesi yüzünden yapıyordu.

MHP her ara elemandı. İktidar kimde olursa olsun, onla gizli ya da açık bir ittifakı vardı.”

Bugün gelinen nokta da, o gün, o  ruha bugün üzerimize çökecek kadar yetkiyi feda eden siyasi parti liderlerinden veya liderlerini eleştiremeyen vekillerinden hiç kimse “hikayeler” düzmesin. Yenikapı’da sıkıştığınız el, kürsü de sallanıyor ama kürsünün bir hükmü kalmadıktan sonra oradan bağırıp-çağırmanın bir değeri kalmadı.

Diğer faktör ise muhalefet partilerinden birisi zaten artık diktatörün yedek partisi haline geldiği için, aslında daha doğrusu tarihi hep gücü elinde tutanın yedeği olarak gelişip partileri bunun üzerine kemikleştiği için diyecek bir şey yok.

15 Mayıs 2016 tarihinde “Türkiye Büyük Tayyip Meclisi” isimli yayınımda yazdığım gibi. Büyük Millet Meclisi KHK’larla artık Tayyip’in fiili durumuna hukuki boyut kazandıran “Sipariş Yasa Üretme” kurumuna dönüşüyor. Yenikapı’da Erdoğan’a bu gücü verip bugün hükümsüzleşen kürsüden bağırıp çağıranlar ise o kurumun mızmızlanarak çalışan memurlarından başka neyi ifade ediyorlar?


29 Ekimde Kılıçdaroğlu kürsüden diyor ki; “4ncü büyük devrime hazır olun” “Tam Demokrasi devrimiymiş 4ncü büyük devrim” Fakat biz Kılıçdaroğlu’nun hali hazır temsili demokrasiye dahi sahip çıkmadığını görüyoruz? Demokrasinin bölge bölge, il il, dil dil ayrı seviyeleri olduğu bir Türkiye’de daha kendi memleketine neden Ankara’daki demokrasi gelemedi diye düşünemeyen bir adamın “ilk bedeli ben ödeyeceğim” demesi sizce manidar mı? Benim artık Kılıçdaroğlu’ndan umudum yok, zaten öyle büyük umutlarım da olmamıştı ama artık zerre kadar umudum yok. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde FETÖ’nün çatısı altına girmekten gocunmayan, kendi tabanına “tıpış tıpış oy vereceksiniz” demekten kızarmayan, kendi partisinin milletvekiline kurşun sıkan ülkücü üzerinden bile ülkücülere methiyeler düzen (ki ben geçmişten günümüze elindeki eli kanlı ülkücüleri eklemek dahi istemiyorum) bir liderden nasıl umutlu olabilirim? Biz artık anti laisist ve tamamen faşist olanların Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin elleriyle demosunu yaşattıkları “Karşı Devrime” direniyoruz. Onlar her ne kadar nasıl olsa bizim söylediklerimiz duyulmaz diye umut ederek insanların gazını alan 4ncü büyük devrim masallarını gazete gazete, televizyon televizyon anlatsalar da, bugün değilse bile yarın kimin faşist devrime güç verdiği kimin direndiğini bir gün tarih muhakkak ortaya da çıkaracak. Biz de o güne kadar basılı gazetelerimizi sustursalar internet gazetelerine, internet gazetelerini sustursalar defterlerimize, defterlerimizi yakıp yıksalar kentin duvarlarına, bizi duvarların içine hapsetseler aklımıza  yazacağız gerçekleri. Bu da Kemal’in 16 Temmuz’da koltuğunu bile feda etmekten tir tir titreyen iradesizliğine kapak olsun.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler