Çerkes Diasporası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çerkes Diasporası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Örgütlü bir halk olmak: örgütlenmeyi örgütlemek


Çerkes camiası içinde kafamızı ne tarafa çevirsek herkes örgütlü bir halk olmaktan bahsediyor. Bazıları hariç neredeyse hepsinin haklı bir gerekçesi var ki o gerekçeler üzerinden bakıldığında neredeyse herkes haklı. Örgütlü bir halk olmak; örgütsüz bir halk olmaktan iyidir. Ancak bazı durumlarda gördüğüm, herkesin "örgüt" derken aynı şeyi kastetmiyor olması. Neden örgütlü olmalıyız? sorusunun cevabı aynı: Çünkü Çerkesler, Çerkes olmayan camianın içinde çokta dikkate alınmayan, hiçbir demokratik haktan yararlanamayan, talepleri 'olumsuz' dahi olsa bir karşılık bulamayan bir halk konumunda. Çerkesler sadece bu durumda bile değil, aynı zamanda Çerkes olmayan herkes tarafından yanlış bilinen (önemli nokta: bilinmeyen değil.) ve yanlış tanınan bir halk. Daha da garip olanı aslında Çerkeslerin Çerkes olmayanlar tarafından yanlış bilinmesi bile değil, çünkü Çerkeslerin kendi içinde kendilerini doğru bilen sayısı, yanlış bilen sayısından fazla değil.  İşte sırf bu dış ve iç karmaşıklıklardan dolayı  ama daha da çok Çerkeslerin siyasi ve resmi arenalarda dikkate alınmayan 'olumsuz' bile olsa bir karşılığı bulunmayan yok sayılmışlığından dolayı olsa gerek, Çerkesliğini zaman nehrinin acımasız akışına bırakmaya kıyamayan kişiler örgütlü bir halk olmaktan bahsediyorlar.

Denklem buraya kadar güzel ve haliyle bende yukarıda saydığım sebeplerle de olsa örgütlü bir halk olmak söyleminin  yanındayım. Hatta belirli sebeplerden dolayı Çerkeslerin tümünü kapsayacak argümanlar geliştirememiş olsa bile, "örgütlü bir halk olma" fikri bulunan bir yapılanmanın da içerisindeyim. Dürüst olmak gerekirse içerisinde bulunduğum yapılanmanın da "bir halkı örgütleme" potansiyeli taşıdığına inanmıyorum. Aslında yukarıda yazdığım 'herkesin örgüt tanımı'ın farklı olması durumuda ciddi bir durumdur. Ancak benim açımdan daha ciddi olan ve Çerkeslerin örgütlü bir halk olması yönündeki en büyük engel olarak gördüğüm şey; halk olamamaktır. Türkiye'de Çerkeslerin örgütlü bir halk olabilmesi için en başta 'halk' olabilmesi gerekir. Uzun bir süreden beri Çerkes aydınları "aidiyet" üzerine yazar ve konuşurlar. İşte bir halkın var olabilmesinin en büyük alameti, kendi nüfusundaki neslin o halka dayalı bir aidiyet içerisinde olmasıdır. Bu aidiyet duygusunun kaynağını ise bizzat Çerkes aydınları, Çerkes tarihi ve kültüründen aldıkları ilhama dayalı oluşturmalıdır. Dolayısı ile kendi tarihinden beslenen ve gelecek kaygısı güden (ki aydın her zaman kaygılıdır) bu Çerkes aydınları etnik Çerkesliği bir halk olarak örgütlemelidir. Dolayısı ile önce Çerkeslerin halk olabilmesi için, halk olarak örgütlenmesi gerekir ki zaten bu durumun kendisi Çerkes halkını doğrudan örgütlü kılar. Fakat şuan görünen Çerkes etniğindeki aydının Çerkes aydını olmaktan daha çok diğer kimliğin içindeki parıltısı durumunda. Etnik Çerkesliği dolayısıyla diğer kimliğinin aydınlığını Çerkes etniklerine parıldatan bir durumdalar. Dolayısı ile bu da karşımıza farklı bir problem doğurmaktadır. Farzı misal olarak Türkiye'deki sosyalist örgütlerle bağı bulunan ya da sempati duyan Çerkes kalem takımları, Çerkes etniğini kendi değerleriyle bir halk olarak örgütlemekten ziyade Sosyalizmi ya da onun güncel politikalarıyla önce çıkan farklı değerlerini Çerkes etniğinin içinde örgütlemeye çalışması. Bu olup bitenin içindeki pay sahiplerinden birisi olarak bunları daha sonra kişisel anılarım olarak anlatmak için kaydediyorum ancak bunu Çerkesliğe karşı bir özeleştiri mahiyetinde olması bakımından açıkça söylüyorum ki; bu durum haliyle ne Çerkesliğe ne de Sosyalizme gözle görünür hiçbir faydası olmayan şeyler doğuruyor. O yüzden benim yukarıda Çerkes etniğini halk olarak örgütlemesi gerektiğinden bahsettiğim aydının da dinamiği kendi tarihi varlığı ile geleceği kurgulayan motivasyonu olmalıdır.

Çerkes aydını; Çerkes etniğini halk olarak örgütlemelidir ki bu durumda zaten Çerkesler bir halk olarak örgütlenmiş olabilmelidir. Bu durumdan sonra ki süreç ve esaste en başta bahsettiğim 'örgütlü bir halk olmaktan söz edenler'in olmasını arzu ettiği şeyler; siyaset ve politikadır. Örgütlü bir halk siyasi bir varlıktır ve kendi içinde çeşitli politikalar barındırır. Bugün halk olarak böyle  bir şey yoktur. Siyaset ve politika gruplarının sırtını dayadığı şey Çerkes halkı değildir ve Çerkeslerin genelinden kopuktur. Örgütlü bir halk olabilmek için, önce halk olabilmek...  önce şu soruların yanıtları olmalıdır:

1 - Çerkes etniği kimdir?
2 - Çerkes aydını nedir?

Bu sorular bir kaç sebeple önemlidir çünkü Çerkes etniği bir aydın doğuracaktır ve  bu aydın Çerkes etniğini halk olarak örgütleyecektir. Basit gibi gelse bile Çerkesler içinde ne birinci sorunun ne de ikinci sorunun üzerinde kesinlik yoktur.  Çerkes etniği tanımlanmışsa -ki burada önemli olan Çerkeslerin bir halk örgütlenmesi fikrinde birleşenlerin en başta kendilerine Çerkes etniği kimdir diye sorarak cevap vermeleri gerekir- biz Çerkes aydını nedir üzerinde durabiliriz.

Çerkes aydını: Çerkes tarihini öğrenme sorumluluğu duyan ve bu konuda sürekli araştırmalar yapan, Çerkeslerin geleceğiyle ilgili sürekli kaygı duyan ve bu araştırma ve kaygılarla Çerkesler için özsorumlulukla üreten herkestir. Çerkes aydınının milliyetçisi de sosyalisti de, demokratı da muhafazakarı da, dindarı da dinsizi de Çerkeslik haricindeki diğer kimliklerini Çerkeslerin geleceğiyle doğrudan ilişkilendirerek düşebilendir. Çerkes aydınının dış dünyadan aldıkları Çerkesler için araçtır, Çerkes aydının amacı Çerkesliktir. Farzı misal; Demokrasi, Çerkes aydını için Çerkeslerin geleceği için iyi olduğuna inandığı sürece bir argümandır. Çerkes aydını demokrasinin Çerkes geleceği için kötü bir şey olduğuna inandığı anda; onu açık yüreklilikle reddedebilmelidir. Çerkes aydının savunduğu ya da reddettiği şeylerde şahsiyeti olmamalıdır. O bütün Çerkes toplumu olarak düşünebilmelidir. Çerkeslerin geçmişini, tarihini araştırdığı öğrendiği kadar, şimdisini de bilmelidir. Çerkes toplumuyla iç içe olmalıdır. Bilgisini ve becerisini toplumuna tepeden bakmak için değil onlara hizmet vermek için kullanmalıdır. Çerkes aydını öğrenirken pinti, öğretirken cömert olmayı bilmelidir. Her duyduğuna, okuduğuna hemen inanmamalıdır.. Öğrendiğini ise sonucu ne olursa olsun saklamamalıdır ve Çerkes etniğine gerek geçmişten öğrendikleriyle, gerek gelecekle ilgili düşündükleriyle ortak duracak bir zemin üretmelidir. Çerkes aydınının yüzü; daima vatanına dönük olmalıdır. Örgütlediği halkın da yüzünü daima vatanına dönük tutmalıdır.

Bu aydın zemininin oluşması içinde, aydının kendini profesyonelleştireceği bir zemin oluşturulmalıdır.
Tekrar başa dönüp hızlıca buraya toparlayacak olursak; Çerkes halkının örgütlü bir halk olabilmesi için, bir halk olabilmesi gereklidir. Bir halk olabilmesi içinde aydınlar yetiştirmesi gereklidir. Aydınlar yetiştirmesi için ise bir zemin oluşturulmalıdır. Bu zeminde yetişen aydın Çerkesliğe karşı sorumlu olmalı, hesap verebilir olmalıdır.

Share:

Globalizm ve Çerkes Toplumu: 1 - Jıneps Gazetesi Kasım 2017




Birşeyi peşinen kabul etmek gerekir, o da; bir hata kim tarafından yapılıyor olursa olsun hata olduğudur. Hatayı yapan kişi onu doğru kılmaz aksine hata kim tarafından yapılıyorsa yapılsın o kişiyi yanlış kılar. Benim emeğe, tecrübe ve bilgiye saygım sonsuz, hiç kimseyi bunlardan dolayı eleştiremem. Ancak bunlardan dolayı hiç kimseyi de peşinen her konuda haklı göremem. İnsan hatalar yaparak tecrübe kazanır ve insanın kültürü de hatalar yaparak tecrübeler kazanan insanların hatalarından kazandıkları tecrübeler üzerine inşa olmuştur. Her toplum sabit bir tecrübe üzerine değilde her biri kendi tecrübeleri üzerine inşa olduğu için olsa gerek, insanlar bu kadar fazla toplumlar oluşturmuşlardır. Bana sorsalar tarih nedir diye, tarihi bir tecrübe olarak yorumlarım. Resmi tarihlerin tüm propagandaya dönüşen ve sürekli kahramanlıklardan övünerek bahseden yapısına inat; tarih tam arkamızdan başlayarak insanlık tarihinin de ötesine de uzanan yapısıyla, oluşmuş veya yapılmış hatalardan elenerek bir basit doğru üzerinde yaşamı ve de insanı bugün ki konumuna getiren serüvendir. Ötesi bu serüveni yorumlamaktan başkası değldir.
Benim açımdan mensubu bulunduğum Çerkes toplumuda bunun içinde kendi özgün hatalarından tecrübeler kazanarak bir kültür inşa etmiş ve bu şimdiye kadar devam ederek şuana gelmiştir. Açıkçası sadece Çerkesler için değil tüm toplumlar için kültürel kıyıma dönüşen ve küreselleşme adına insanlığı tek kültüre -tüketim kültürüne- taşıyan kapitalizm; diğer kültürler gibi Çerkes kültürünü de bozmaktadır. Dolayısıyla söylemek istediğim şey bugün okuyan yazan Çerkeslerin olumlayarak veya eleştirerek bu meseleye kendi pencerelerinden ne kadar bakmadıkları... Baksalar bile bunu Çerkes kültürünün içinden toplumun kendi tarihsel ilerleyişiyle değil, aksine kapitalizmin karşısında varolan ve hatta kapitalizmin sınıf ilişkilerine karşı doğan başka bir küresel ideoloji ile bakabiliyor olmaları. Yani Çerkes kültürünün bu tüketim toplumu içinde yeni kazandığı ya da kaybettiği değerlere karşı; üretim toplumu içinde yeni kazanacakları veya kaybedecekleri değerler tam olarak yazılmış veya çizilmiş değil. Oysa Çerkesler bugün kapitalizmin içinde yeni değerler kazanırken, eski değerlerini de kaybediyor ve yine Çerkesler SSCB döneminde üretim toplumu inşa sürecinde yine bir şeyler kazanmış ve bir şeyler kaybetmiş olmalıdır. Dahası Çerkesler hem kapitalizmin tüketim aşamasını hem de sosyalizmin üretim toplumu aşamasını farklı topluluklar halinde tecrübe ederken, iki topluluğunda bu tarihsel süreçlerini deneyimlyen yazar çizer tayfası da varken, bu iki süreci yaşamış Çerkes topluluklarının hem birbirleriyle hem de geçmişleriyle karşılaştırılarak olumlamaları veya eleştirileri yapılmamış. Bunların yapılmamış olması başlı başına hatayken ve biz bu hatalar içerisinde yine küresel bir kültürün dejenarasyonu içerisinde yavaş yavaş ama işleye işleye tüketim toplumuna dönüşürken ya da tüketim toplumunun Çerkesler üzerindeki dejenarasyonunu değilde üretim toplumundaki sınıfsal eleştirisini yaparken; sanki bütün bunlar olmamış gibi, bütün bunlar olmuyormuş gibi bugün sadece şahsi tecrübelerimizin anlık olgular karşısında bir değer bulmasını talep eden halleriyle zaman tüketiyoruz. Zamanı ileriye taşırken, zamanla birlikte bu hatalarımızı da daha  katmerleyerek ve daha karmaşık hale getirerek ileriye taşıyoruz. Bizim bu duruma bakıp anlamamız gerekir. Bu duruma bakıp anlamaya çalışırken de duracağımız yer Çerkeslik olmalıdır. Çerkeslikte durarak ve durduğumuz yere bağlı kalarak objektif bir şekilde içinde bulunduğumuz global kültürün bize kazandırdığı yeni değerleri de, kaybettirdiği eski değerleri de tespit etmek gerekir. Bunları yaparken kazandığımız her yeni değerin iyi birşey olmayacağı gibi, kaybettiğimiz her değerinde iyi kötü olmayacağını unutmamak lazım. Zira her kazandığımız şeyi iyi ve her kaybettiğimiz şeyi kötü sanmak ya da her kazandığımızı kötü, her kaybettiğimizi iyi sanmak bizi başka bir hataya sürükler. Nihayetinde Çerkesler de diğer halklar gibi tarihin bir aşamasında bugün bilinen değerleriyle şıp diye oluşmamışlar, tarih içinde yeni değerler kazanarak, eski değerler kaybederek bugünlere gelmişlerdir.
Bu anlamda kalemin yettiğince ve aklım erdiğince bildiklerimi, gördüklerimi ve düşündüklerimi; benden daha iyi bilen, benden daha çok görmüş ve daha fazla düşünenlerin affına sığınarak anlatmayı bir sorumluluk kabul ediyorum. İnanıyorum ki düşündüklerimi yazıya dökmek ve genele açmak bu konuda bir başlangıç olur, yazdıklarımın içindeki hatalardan arınmış ve eksikleri tamamlanarak daha iyi ve gerçekçi bir şekilde Çerkeslerin bu toplumsal değişimleri tamamlanmış bir tartışmaya çevrilir. Beni yeni kazanılmış hiçbir değeri eleştirmediğim gibi eskiden olan kaybedilmiş hiçbir değeri koruma güdüsüne girmeden, hem yaşadığı yeni dünyanın farkında hem de yaşanılmış eski dünyanın huzurunda şahsi görüşümü Çerkesler için faydalı olması arzusuyla sizlerin eleştirilerine bırakıyorum.

* TOPLUMA BAKIŞ VE KÜLTÜR

Toplum kolektif bir yapıdır ve kültür toplumun üretimidir. Toplumun yarattığı kültür bir sanat değildir aksine bir düzendir ve toplumun bir arada yaşayabilmesi için, içinde bulunduğu şartlara uygun biçimde toplumun ferdi olan veya olacak bireylere roller kazandırır. Bu rollerin her biri toplumun yaşadığı tecrübeye dayalı biçimde gelişmiştir. Toplumun yaşadığı çağa özgü gereksinimleri neyse kültürü de o gereksinimleri karşılayacak bir düzeni oluşturacak biçimde değişir. Yaşadığı çağın gereksinimlerini karşılamak için değişmeyen kültür hatalıdır. Bu hata öyledir ki ihtiyaçlarını karşılamak için başka kültürün gelmesine ve yerleşerek toplumu kendi değerlerine bağlamasına sebep olur. Ancak bu yinede topluma gelen yabancı her kültürün kötü birşey olduğu anlamına gelmez. Yinede ihtiyaçlarını karşılamak için değişmeyen (değişemeyen) kültürün sürekli dışarıdan edinilmiş kültürlere bağlı kalmayı alışkanlık haline getirmesi her zaman kötüdür. Milliyetçiliğin global hatası olan; toplumun soy bağıyla bir arada olacağuna inancın aksine, toplumu birbirine bağlayan şey soy değildir. Kültürdür. Eski zamanların aksine -ki eski zamanların da eski zamanlarında toplum hiçbir zaman soya bağlı kalmamıştır- toplumlar sadece kendi soylarının yaşadığı dar bir alanda sıkışık kalmadılar ve asla da kalmayacaklar. Hatta Kapitalizmin globalleşme politikarıyla daha fazla iç içe girecekler. Bu anlamda toplumu soya dayandırmak ve milliyetçilikle bu şekilde tutuculaştırmak doğru değil. Toplumlar bir arada yaşayabilmek için kültür üretebilen insanlar sürüsüdür ve ürettikleri kültür topluma yetmediğinde hiçbir soy bağı insanı o kültürün bir parçası yapamaz. İnsan tükettiği kültürün toplumuna aittir. Bizim Çerkesler olarak toplumumuza ve kültürümüze bu şekilde bakmamız gerekir. Kültürümüzün günlük hayatımızı ne kadar karşılayabildiğini ve ne kadar karşılayamadığı yerleri neden karşılayamadığını duygusallıktan uzak ve hayatımızın akışına uygun biçimde ele almamız gerekir. Duygusallıktan uzak ve hayatın akışına uygun düşünmemiz, bu konuyu çözmeden ileri bir zamana ertelemememiz için o kadar gereklidir ki bunu anlayabilmemiz için hiçbir kültürün sonsuza dek bugün yaşayabildiğimiz düzeyde kalamayacağını anlayarak fark edebiliriz. Bunu da; bundan 30 yıl önceki kültürel varlığımızı, bundan 100 yıl önceki kültürel varlığımızı, bundan 150 yıl önceki kültürel varlığımızı zihnimizde pekiştirerek başarabiliriz. Elbette kültürel varlığımızın olduğu yerde kalmaması bir sorun değil ama kültürümüzün yerine farklı bir çok kültürün yerleşmesi ve kalıcı olması ise çok büyük bir sorun.  İnsanlar sürekli geçmişi özleyerek geleceği yaşayan canlılardır. Belirli bir yaşın üstü daimi geçmişteki ilişkileri arar ve onları savunurlar ama geçmiş hiçbir zaman geri gelmez, gelen hep gelecektir. Bu anlamda bakınca toplumun geleceğini oluşturanlarının ihtiyaçları düşünülerek ve hatta tam da onlar tarafından veya onların ağırlıklı söz sahibi olacağı platformlarda kültürümüzün dokunulmazlık tabusu yıkılmalı ve tartışmaya açılmalıdır. Toplumun ihtiyacı arttıkça, kültürü toplumun ihtiyacını karşılamalıdır ve toplumun en büyük ihtiyacı; gençleridir! Kültürümüz toplumun ihtiyacını karşılayacak biçimde sadece bir defa değil, tekrar tekrar ele alınmalıdır ve bu da hiç kolay değildir. Bu tartışmaları açacak kişi veya kişiler ve hatta ekipler kendi motivasyonlarını korumaları açısından bu tartışmaların kolay şeyler olmadığını ve bir anda etki sahası oluşturamayacağını bilmelidir.
Konu başlığımıza başlarken yazdığım gibi kültür toplumun değil, toplum kültürün üreticisidir. Toplum tarafından üretilmiş kültür ise toplumun sistemidir. Aslında daha iyi anlayabilmemiz için şunu da ilave edebilirim; bugün yaşadığımız tüketim kültürü kapitalist toplumun üretimidir ve insanlar bu kültürün içinde tüketim sistemini yaşıyor, yani günlük yaşantımızda olmazsa olmaz hiçbir değeri üretmeden sadece onları tüketmeye muhtaç bir şekilde gelişiyor. Tarımdan, hayvancılığa, sanattan, bilime kadar; tüketiyor. Oysa toplumun bunları üretebilmesi gerekirdi, bunları üretemediği için parayla satın alıyor ve para kazanmak için gelişen süreç kapitalist toplumun modern kölelik olgusunu başlatan temen faktör. Neyse...  Konumuza dönecek olursak Çerkes kültürünün Çerkes toplumu tarafından üretilen bir sistem olduğunu ve dokunulmaz olmadığını hatta bin yıllarca dokunula-dokunula oluştuğunu, çağına uyduğunu, çağın ihtiyaçlarını karşılayabildiği için bugünlere geldiğini anlamak gerekir. Bunu anlarken de kültürün bu tarihsel serüveninin hiçbir yerinde, tek bir defa tartışılarak değilmediğini de anlamalıyız. Dün öyle olmadı, bugün de öyle olmayacağı gibi eğer bir yarını olursa yarın da öyle olmayacak.
Share:

Ruslan Direniyor.




Kimileri çeşitli söylemler üreterek her ne kadar kabul etmese de, açlık grevi bir insanın yaşadığı bir haksızlık karşısında adaletin işlememesiyle ortaya koyduğu bir onurlu bir direniştir.

Siz devlet olabilirsiniz, iktidar olabilirsiniz, ordularınız, polisleriniz olabilir, televizyonlarınız da her türlü algı operasyonu geliştirebilirsiniz, cahilleri sindirebilir, korkakları geri itebilirsiniz. Parayla milyonlarca kişiyi çalıştırabilirsiniz, adalet kurumuna istediğiniz rengi verebilirsiniz.. İnsanları benim suçlu olduğuma, cezamı hak ettiğime inandırabilirsiniz de..  beni  mahkum edebilir ve bana ceza verebilirsiniz; ancak beni teslim alamazsınız demektir.

İnsan kendini aç bırakarak, doymak için yaşamadığını söyler açlık grevinde. Sadece doymak için yaşayan insanların açlığını gidermek için susarak, görmeyerek ve konuşmayarak zalimlere cesaret veren aç yığınları da protesto etmiş olur.

İnsanın esas mahkumiyeti; mahkemenin hükmettiği cezalar değildir. İnsanlar susarak, görmeyerek ve konuşmayarak yaşadıkları her ülkeyi cezaevine çevirir ve o ülkeyi zalimlere mahkum edebilirler.
Düğünlerde kasılarak bel çatlatan, asalet ve nezaket masallarıyla beyni uyuşmaktan burunlarının ucunu dahi göremeyen; taşı sıksa suyunu çıkartacak güçte her sosyal gruptan Çerkes delikanlısının aksine Ruslan Guaşho, geçirdiği hastalıklar sebebiyle sağlık sıkıntıları olan, ihtiyar bir büyüğümüz. Türkiye'deki gençlerin bir çoğu kendisini tanımazlar çünkü asalet ve nezaket masalları anlatmaktan ziyade, kendisi yaşamının büyük bir bölümünü gerçek hayatın içindeki sorunları görerek, Çerkes halkı için mücadeleye adamış birisi. Türkiyeli Çerkesler daha çok; güzel Çerkes kızlarını, pşinawoları, köşesinden asalet ve nezaket masalı anlatıp elindeki Çerkesmetre ile insanların Çerkesliklerini ölçen ümmetçileri tanır. Her fırsatta zaman geçirmeksizin kendisine bir karşı yaratıp ona gol atma peşinde maharet sürdüren Çerkes kalemşörleri bugüne kadar hangi Çerkes meselesine ulusal bir yaklaşım sergilemiş olabilirdi ki Ruslan Guaşho için harekete geçeceklerdi?

Türkiye Çerkes diasporası derin bir yozlaşmanın yatağında. Ulusal varlığımızı sulandıracak tartışma meselelerinde ışık hızını yakalayan, tartışmaların ve çalışmaların en hararetlisini buralara yığarak toplumun okuma becerisini kullanmaktan imtina etmeyen fertlerinin gözlerini ve zihinlerini yoran demagoglar, bir  halkın bütün hepsini ilgilendiren meselelerinde kaplumbağalara dönüşüyorlar. Anavatanımızda gerçekleşen bir çok olayda olduğu gibi, Ruslan Guaşho içinde böyle davranıyorlar. Bir süre geçtikten sonra her demagogumuz kendi sosyal grubunun bu konuyla ilgili bütüne varamayan çalışmalarını örnekleyerek; diğer sosyal grupların basiretsizliğini sergilemeye başlayacak nasıl olsa.
Halbuki bazı şeyler toplumun tamamını ilgilendirir ve o şeylerde toplumun başarısı da başarısızlığı da bütünüyle değerlendirilir. Mesela; Adalet öyledir.

Bugün Ruslan Guaşho'num mücadelesi de bir Adalet mücadelesidir ve kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi uğradığı haksızlık yalnızca kendisine yönelik değildir. Kendisi üzerinden bütün Çerkes toplumuna bir mesaj verilmek istenmektedir.

Bu mesaj da; "Acınızı istediğiniz zaman konuşamazsınız"dır.

Daha önce Hulıjıy'da geleneksel danslarımızı yapan gençlere saldırılmış ve gözaltına alınmıştı.

O zaman ki mesaj da; "Sevincinizi istediğiniz zaman yaşayamazsınız"dı.

Demokrasisini Çerkeslerden esirgeyen Moskova hükümeti; dünyanın dört bir tarafına dağıttığı Çerkeslerin sessizliğinden güç alıyor. Açlığı peşinde ömür çürüten dünyanın bütün Çerkeslerine en güzel mesajı da yine Ruslan Guaşho veriyor; candan önce onur gelir.

Mahkeme Ruslan Guaşho üzerinden Çerkeslere "istediğiniz zaman acınızı konuşamazsınız" diye mesaj verirken, Ruslan Guaşho'da açlık grevine başlayarak Çerkeslere "candan önce onurun geldiğini" hatırlatıyor.

Şimdi bakalım Çerkeslere; Çerkesler kimin mesajını dikkate alıyor.

Share:

Çerkes mahallesinde davul-zurna çalmak





Mishe Berslan'ın Çerkesya Hareketi'nin internet sitesinde "İKİYÜZLÜLÜK… YARANMAZSAN, YOK OL…" yayınlanan  yazısı gerçekten okunmaya değer bir yazı, Türkiye'deki Çerkes realitesini hem bireysel hem de kurumsal olarak irdelememize olanak sağlıyor. Aslında biz bunu yıllardır güncel politik metinler ile anlatmaya çalışsak bile, Türkiye'deki diğer toplumsal unsurlar ile ortaklaşmış karakterler üzerinden anlatmayı bu kadar güzel başarabilmiş değildik. Bu açından bakıldığında Mishe Berslan'ın kaleme aldığı bu yazı, Çerkesleri Türkiye'deki diğer toplumsal unsurlar ile somut tarihler üzerinden kesiştirip buradan Çerkeslere pay çıkaran analizinin bir çoğumuzun dikkate alması gereken toplumsal sorumluluk örneği olduğunu da ifade etmem gerekecek.

Türkiyeli sıradan bir Çerkesin kültürünü illüzyonal ego ile yaşadığını söylemek zor değil, çünkü mahalleye inince mevcut durumunu hayatı boyunca hiç sorgulayamamış bir tabanın şişkinliği hangi yöne baksak gözüküyor. Mahalle demişken, örgütlü cemaatler mahalleyi pek umursamıyorlar. Küçük vurup, büyük alma peşinde mahalleye yönelik cılız ama coğrafyaya yönelik kuvvetli umutların peşindeler. Kalemler coğrafyayı yazarken, unutulan bir nokta şu ki; hayaller mahalle de inşa edilemiyor.

Çerkes mahallesindeki illüzyonal egoyu masaya koyma vakti çoktan geldi, kendini Çerkes siyasetinin bir parçası olarak konumlayan her bireyin bu illüzyonal Çerkes varlığını ortadan kaldırmak üzere çaba sar fetmesi lazım. Ama daha önce belki de mahalleye inmeden bir şeyler yapmak lazım, o ki; bu illüzyonal egoyu gruplarımızın kendi içinden söküp atması gibi. Çünkü mahalleye inip, mahalledeki illüzyonal egoyu yok etmek üzere çabalarken, bu çaba içerisinde kendi illüzyonal egomuzla hareket etmemiz mahallelinin çokta sindirebileceği bir şey olmaz.

Mishe'nin yukarıda bahsettiğim yazısı; o muhteşem Çerkes illüzyonunu perdeleyen vakalardan biri. Özellikle Türkiye için, Türkiyelilik kimliğini içselleştirmiş Çerkesler için, Osmanlı'dan bu yana hepimize çivilenmiş Kafkaslılık öğretisinin anlaşılması için bu illüzyon perdesini aralamak çok önemli. Bunları konuştuğumuz zaman ne yazık ki ilk başta kendi toplumumuzdan bazıları otomatik bir manipülasyon yaratıyorlar ve gördüğüm kadarıyla bu manipülasyonlarla birlikte konu hep rayından çıkıp bozuluyor. Bunu yapan Türk sağına adapte insanlar ve hatta Türk'ün islamla şerbetlenerek içine Çerkeslerden bir öbekte ekleyen mutasyon ideolojisine adapte insanlar için söyleyecek pek fazla şey bulamıyorum. Fakat bu manipülasyonlara kapılarak konunun rayından çıkmasında etki sahibi olan kesimler için söyleyecek bazı şeylerim olacak. Ama konu dağılmadan, konumuz hala illüzyonal egonun yakınlarındayken, bu illüzyonist egosu ağır basan her kesimden insana da hatırlatmam gerektiğine inandığım bir şeyler var. Çerkes olduğunuz için muhteşem insanlar değiliz. Sadece Çerkessiniz. Çerkessiniz diye ne Arapları, ne Kürtleri, ne Türkleri ne de başka birilerini aşağıdan göremezsiniz, eğer böyle bir eğilimiz varsa bilin ki siz hastalıklı insanlarsınız ve en aşağılık insanlar da sizlersiniz. Çerkeslerin geçmiş deneyimleri, yani kısaca tarih bizlere elbette bazı değerler katmış olabilir, bu değerler sizin şımarık ukâlalığınız adına değil, aksine insanlık adına Çerkeslerin ördüğü değerlerdir ve dahası, o güzelim değerlere verdiğiniz önemde laftan fazlası olsaydı, bugün içine düştüğümüz şu bitap hali sanıyorum yaşamamış olurduk. Asalet ve Nezaket diye böbürlene böbürlene geldiğiniz yolun sonu bugün ki tablo ile daha güzel ifade ediliyor, birbiriyle konuşmayı bile beceremeyen, neredeyse ortak hiçbir değeri kalmamış balondan asilzadeler topluluğu. Ne bugün hala adına methiyeler düzülen kadına verdiğimiz değerden bir eser, ne de geçmişte uzlaşı sağlamak adına araçsallaşan xase geleneğinden bir hava duruyor. Türkiye'deki Çerkeslerin çoğu bir aptallık uykusunda hala kadına, doğaya, halklara, insanlığa karşı kendine ait ufacık bir fikri ve görüşü olmadan; kendisine kalanlardan ödeye ödeye, başkası gibi ola ola yaşıyor. Sanırım dünyada bizden daha fazla geçmişiyle övünüp, geçmişinden eser barındırmayan bir halk yoktur. Yavuz Sultan Selim diye köprü açılıyor, bunların hepsi argüman. Aleviler karşı çıkıyor? Neden! Çünkü bu argümanın ne anlama geldiğini biliyorlar. Biliyorlar çünkü; bu argümanla bir tarihte kesişmişler ve kendi kaderleri için iyi şeyler olmamış. Çerkeslerin ise söyleyeceği hiçbir şey yok. Neden? Çünkü kendi tarihinden zerre barındırmıyorlar. Üstelik birileri bunları konuştuğu zamanda sadakat damarları incinip bir anda o ağızlarını kaplayan Çerkeslikten ışık hızında ayrılıp, efendisinin köpeği moduna girebiliyorlar... ve bu sadece geçmişle sınırlı kalmıyor! Bugün de Çerkesleri ilgilendiren meseleler de aynı reflekse sahipler. 7 gün 24 saat Çerkesliğiyle övünen birileri, Çerkeslerin talepleri konusunda iş başa düştüğünde kılını kıpırdatmıyor. İşi başına alıp yollara düşenlere ise yine sahibinin köpeği modunda saldırıyorlar.

Artık ismen ve cismen bizden olup, ruhunu sahibinin kayışına bağlayan bu saray, iktidar, güç soytarılarının mahallede kullanabildikleri tek silah ise manipülasyon. Onların bu silahına güç verenlerde bana kulak versinler.

Sevgili arkadaşlar siz kabul etseniz de etmeseniz de mahalle sizin hayal ettiğiniz sosyo-politik bir yapıya sahip değil. Bu yalnızca Çerkesler için değil, Türkiye'deki bütün halklar ve kesimler için böyle.
***
Haftalar ayları kovalamışken, yazılacak çok şey de birikti.. birikti de; önünde koca dağları görmeden kum tanesine edebiyat yapmakta pek mahir olan her görüşten insana; bir şeyler anlatmaya çalışmak insanı yoruyor.
Bu ay Jıneps gazetesine diğer Çerkeslerle aynı Türkiye'de mi yaşadığımızı sorma gereği duydum, zira ziyadesiyle Çerkesleri de etkileyen ve üstelik kimin Çerkesi olduğunun da pek farkı kalmadığı böyle alengirli zamanlarda dahi; kurumsal Çerkeslik hala bir ütopyanın içindeymiş gibi sessiz, silik; var ile yok arasında.
Anlatan bir kaç insan,
Müslüman mahallesinde salyangoz satıcısı gibi..
Gören yadırgıyor, duyan hayretlere düşüyor; sanki bütün yaşananlar arasında bir vaha var ve Çerkesler o vahadalar.









Share:

Hiç olmamış gibi..



Çerkes gözlerin neler görüyor sigoş?

Gün, güneş; Bu güneş ki; Çerkes gözleri tatil gören sigoşlara tatlı mı tatlı, piknik havası.. hele bir de düğün yapılır bu güneşin altında sormayın gitsin; tadından yenmez!

Ee dile kolay; çetin geçen kışın ardından herkes bu güneşi bekler. Çerkesler de öyle!  Çerkesler baharı sever, düğünü sever, zexesi sever.. hele bir de günlerce sürerse, hele bir de gece ateş yakılıp sohbet edilirse; vay anam vay!

Düşünsenize! Bütün gün düğünde oynamış durmuşsunuz, yemişsiniz Çerkes yemeklerinizi.. akşam tabi herkes yorgun, ateşi yakıyorsunuz, etrafında yuvarlak oturmuşsunuz, o güzelim tatlı mı tatlı, asil mi asil Çerkes sohbetine başlıyorsunuz. Yuvarlakta oturanlardan bir arkadaş başlıyor:

- Nart mitolojileri dünyanın en eski mitolojilerinden biridir tabi bu da Çerkeslerin geçmişten bugüne ne kadar köklü ve asil bir halk olduğunu çıkarır; Yunan mitolojisi bile bizden feyz almıştır.

Yuvarlaktaki herkesin göğsü kabarıyor; ee! Nartların torunları onlarda tabii... Sonra yuvarlaktan başka biri söz alıp başlıyor anlatmaya:

- Çerkeslerin yüzlerce yıldır soyadları var, tabi bu da Çerkeslerin geçmişten bugüne kadar ne kadar köklü, asil ve medeni bir halk olduğunu ortaya çıkarır.

Yuvarlaktaki herkes o an itibariyle müthiş bir coşku yaşıyor içinde, anlatılır gibi değil! Bu coşkuya dayanamayan bir genç hızlıca giriyor söze:

- Çerkeslerin hapishane kavramı yoktur, bu da xabzenin sosyal yaşamda nasıl adalet sağladığını ve toplumu bir arada düzenli tuttuğunu gösterir, bu da Çerkelerin ne kadar adalet dolu, köklü, asil ve medeni bir halk olduğunu anlatır diyor!

Yuvarlaktaki insanların içi bayram yeri, nasıl bir insan hiçbir çaba sarf etmeden adaletin timsali, köklü, asil ve medeni bir halk olmayı başarabilirdi ki Çerkeslerden başka? Bu asalet patlamasıyla bir genç hınzır gibi giriyor söze:

- Kadınlar evlendikten sonra da kendi soyadlarını kullanır, kadınların toplumdaki yeri hiçbir medeniyette olmadığı kadar kuvvetlidir; bu da Çerkeslerin ne kadar nazik, adalet dolu, köklü, asil ve medeni bir halk olduğunu ispatlar diyor.

Yuvarlaktaki herkes o an itibariyle bir asalet patlaması yaşamaktadır. Zaten mevsim de elverişlidir bu patlamayı yaşamaya; bahardır!...

Fakat fazla asalet; insanda uyuşukluk, unutkanlık, kaygısızlık yaratır. Hiçbiri Çerkesce konuşmamayı yadırgamamakta, sebeplerini düşünememekte ve buna dair hiçbir kaygı hissetmemektedir bu gençlerin. Bu gençler; atalarının tarihini iliklerine kadar sömürürken acılarını zerre kadar hissetmemektedir.

Çerkes gözleri gün, güneş gören arkadaşlar. Güneş insanoğlu için ve dahası dünyadaki tüm hayat için kainatın en değerli varlığıdır. Eğlenmek de yemek yemek gibi müthiş bir ihtiyaçtır ama fakat unutmak da nefessiz kalmak gibi  tehlikeli ve ölümcüldür. Gördüğünüz bu  güneş; 2 Mayıs tarihinde TBMM'nin aldığı bir kararla Gönen-Manyas yöresi Çerkesleri için; acıyı, susuzluğu, tekrar sürgünü, ötekileşmeyi, yoksullaşmayı ve ölmeyi temsil ediyordu. Yöre Çerkesleri o tarihte alınan bir karardan sonra Türkiye'nin ilk iç sürgünü olan Gönen Manyas sürgününe uğradılar! 1 gün etmeyecek süreyle hazırlanmaları emredildi ve yanlarında sadece bir öküz arabasının taşıyacağı kadar yük götürülmesine izin verildi. Afyon'a kadar bu güneşin altında yürüdüler. Afyon'da hayvan vagonlarına bindirildiler ve paramparça edildiler.

Nasıl oluyorda yok sayıyorsunuz? Nasıl oluyorda Çerkes gözleriniz bunu göremiyor? Unutmanız mı emredildi? Hiç olmamış gibi yapınca, tarihte o insanların çektiği acılar siliniyor mu sanıyorsunuz?
Share:

Çerkeslerin yarını ne olacak?



Bugün Türkiye'de tüm büyük illerde gördüğümüz Suriyeli mültecilere baktıkça hüzün doluyorum. Vatanını terk etmenin ne demek olduğunu aslında en iyi Çerkesler bilebilirler. Çerkesler de 1864 yılında hem deniz hem kara yoluyla bugünün Türkiye'sine gelmişlerdi. Geçtiğimiz aylarda İstanbul'da sırf etnik bağımız olduğundan ötürü merhabam olan bir insanla oturup çay içerken mültecileri kastederek "bunlar da buraya doldu" demesi üzerine parladım. Savaş görmüşüz, ölüm yaşamışız, vatan terk etmişiz... gelmişiz; aç kalmışız, hasta olmuşuz, ölmüşüz... kadınlarımız beyaz köle diye pazara çıkarılmış, asker olarak balkanlardan-ortadoğuya kadar her bir yere yerleştirilmişiz, her savaşta ve isyanda ölmüşüz, öldürmüşüz.. şimdi kalkmış; neredeyse bizimle aynı yollarla bu ülkeye sığınmak zorunda kalan birilerini beğenmiyoruz. Tarihsizlik, hafızasızlık, onursuzluk bu! Halbuki Çerkeslerin en çok övündüğü atasözüdür Psem Yipe Nape! Yani: Candan Önce Onur Gelir...

Bu olaydan hemen sonra ben masadan kalktım ama aklım masadan kalkmadı. Aklım Suriyelileri düşünmeye başladı. Türkiye, Suriye'deki terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptı, silah verdi.. dünyanın her bir yanından teröristlere Suriye'ye açılan kapı oldu, kolaylık sağladı ve ülkenizde iç savaş çıktı... yeriniz yurdunuz yıkıldı, belki bir çok arkadaşınız, eşiniz, dostunuz öldü... belki çocuğunuz öldü... kaçtınız! Ölümden, terörden, yıkımdan kaçtınız ve yurdunuzu cehenneme çevirmek için elinden geleni yapan, bir çok şeyim sorumlusu olan ülkeye sığınabildiniz. Avrupa sizi istememiş. Türkiye siz Avrupa'ya gitmeyin diye milyar paralara anlaşmış avrupayla... kalmışsınız Türkiye'de... Düşünebiliyor musunuz? Ülkenizde terörü destekleyen ve yurdunuzu terk etmek zorunda kalmanızın ana sebebi olan bir ülkeye sığınmışsınız... bu ülke; sizin varlığınız üzerinden dış siyaset yapmış! Açarım haa kapıları demiş! Otobüslere bindiririm ha! demiş... Avrupa da sırf siz gelmeyin diye çok şeyi görmemezlikten gelmeye razı olmuş... düşünebiliyor musunuz? Sonra kalkmış adamın birisi; hayatı boyunca iktidarı hiç sorgulamamış, bir şey için bu yanlış dememiş birisi... sizi yadırgıyor.. düşünebiliyor musunuz?

Hiç tahmin edebilir misiniz acaba, o kişinin de sizin gibi geldiğini?

Neyse!

Bu konuyu çok derinlikli düşündüm kendi kendime, utanarak, sıkılarak...

Hem bu ülkenin bir vatandaşı olarak utandım, sıkıldım. Hem de Suriye'liyi yadırgayan adamın soydaşı olarak..

Bir yönüyle farklı zamanlar da eşit kaderi yaşayan toplumlardan Çerkesler içlerinden böyle insanlar çıkarıyorlarsa ne diyelim; sonumuz hayır olsun.

Şuan yaşadığımız ülkenin güney doğu sınırları kanlar içinde.. o topraklardan kaçıp sığınacak yer arayanlar ise devlet eliyle yerleştirildikleri kamplarda her türlü istismara uğradılar hem devlet eliyle hem de halk eliyle. Suriyeli kadınlar Türkiye'de de parayla satıldılar. Güney doğu illeriyle ilişkisi olan herkes bunu iyi biliyor. Üniversite mezunları dahil bir çoğu inşaatlar başta olmak üzere bir çok sektörde ilikleri sömürülürcesine çalıştırıldı, mesleğinde inşaatçılık olanlar da bunu iyi biliyor. Geçen gün Türk işverenin Suriyeli işçiye bakış açısının tablosunu çizen İzmirli faşistin teki, işe geç kaldığı iddiasıyla darp ettiği Suriyeli işçinin üzerine basarak poz veriyor ve bu pozu sosyal medya hesabında "Türkün Suriyeliden intikamı" diye paylaşıyordu, ya paylaşılmayanlar? Burdur'un bir beldesine bağlı köyde fayans işçisi olarak çalışan Suriyeli inanılmaz düşük ücrete şap döküp fayans döşüyordu, babamın arapçası vasıtasıyla konuşabildiğim kadarıyla şuana kadar (3 yıldır Türkiye'de) çalıştığı en iyi iş bu olmuş. Babam kendisine; devlet size yardımda bulunmuyor mu diye sormuş, kamplarda kalırsak bakıyor demiş. Neden kamplarda kalmadıklarını ise hepimiz iyi biliyoruz bence. Büyükşehirlerde dilencilik yapanların çoğu da Suriyeli değilmiş (deyimine göre) Suriyeli taklidi yapan Türkiyelilermiş.

Neyse...

İşte kanlar içindeki komşularımızdan gelip sığınanların en hafif hali bu, hafızasız olmayanlar bu toprakların nasıl kanlar içinde kaldıklarını iyi hatırlayacaklardır. Tunus'ta başlayan ve domino gibi Suriye'ye kadar dayanan, batı medyasının ve Türkiye'nin o meşhur "Arap baharı" anlatımlarını kim nasıl unutabilir.

Bu süreçte komşularımıza kan dökmeye gelen kiralık katillerin son durağı hep Türkiye idi ve dahi savaşta yaralanan katillerin tedavisi de Türkiye'de yapılıyordu. Bu süreçte Türkiye'de yuvalanmadık yer bırakmayan bu katillerin örgüt/leri; Batının Suriye politikasını değiştirerek Türkiye'yi ters köşe etmesi sonucunda tam da Putin'in yıllar önce söylediği gibi yapmaya başladılar. Putin şöyle demişti: "Bu akrep onu cebinde taşıyanı da sokar." Bir çok terör saldırısına maruz kaldık, bildiğimiz son saldırı yılbaşında gerçekleşti ve henüz bu katillerin büyük çoğunluğunun hala yerleştikleri bataklarda duruyorlar.

ve dahası... 15 Temmuz'da darbe yapmaya kalkışanlar; -ki onlar da bir zamanlar Türkiye'nin cebinde taşıdığı akrepti ve Türkiye'yi soktu- bize gösterdi; Türkiye'de bir zamanlar devlet eli ve yardımıyla bu ülkede devletin her türlü kademesi dahil, Türkiye'nin her yeri teröristlerle dolduruldu. Tam bu atmosfer de devlet siyasi bir gerilim yaratacağı ayan beyan ortada olan bir hamle yaptı. Yetkilerin tek elde toplanacağı bir başkanlık sistemini referanduma taşıdı. O da yetmez gibi, Meclisin 3ncü büyük partisi olan ve Türkiye'de sessiz sedasız kalmayacak bir kesimi temsil edenleri hedefine oturtarak parti başkanlarını, milletvekillerini, il eş başkanlarını, ilçe eş başkanlarını, belediye eşbaşkanlarını ve binlerce parti çalışanını tutukladı. OHAL sebebiyle yayınladığı KHK'larla Akademi dahil, Yargı dahil, ülkenin her kurumunu kendine biat eden kişilerle doldurmak için boşalttı.

Bir kriz yaşandığı çok bariz, ancak henüz bir savaşa dönüştüğü söylenemez. Allah muhafaza ya istenmeyen olur da Türkiye'de bu krizden gizlenerek-beslenerek güçlenen ışid hücreleri, fetö teröristleri bir kargaşa çıkarırlarsa?

Ya da hiçbir kriz çıkmadan tüm yetkiler bir kişide toplanır ve bu kişi tüm bu yetkilerini kötüye kullanmaya, ezmeye, sindirmeye her zamankinden fazla başlarsa?

Ya da bu referandum evet ya da hayır da çıksa...

Çerkesler yarını her ihtimaliyle nasıl değerlendiriyorlar. Gelin kısa kısa bir kaç olayı hatırlamaya ve düşünmeye çalışalım.

Geçtiğimiz günlerde Çerkes camiası için emek veren ve bir çok kesim tarafından bu emekleri hoşgörü ile karşılanan Ghut Erdoğan Boz'un da dahil olduğu bir çok akademisyen meslekten ihraç edildi. Dahası şurasına yüksek ihtimal ki ne fetöcü ne dhkpci ne pkkli ne de başka silahlı bir örgütten olmayan ve henüz toplumumuz tarafından pek bilinmeyen Çerkesler de görevlerinden ihraç edilmiş olabilir.

Ondan önceki aylarda Türkiye'de sadece Çerkeslere yönelik program yapılması için ve Çerkes bir sunucu ve ekibin hazırladığı "Marje" programını barındıran İMC TV kapatıldığında, web sayfaları bile kapatıldığında  Türkiye'de Çerkeslerin 2 hafta üst üste kendi gündemlerini seçip konuşabilecekleri tek bir program kalmadı.

ve dahası; iktidarın kanatlarının altında Türkiye'de devletin her kurumunun en önemli yerleriyle birlikte orduya da sızarak darbe yapacak cesarete ulaşan FETÖ örgütü boğazda onlarca insanla birlikte toplumumuzca tanınan Erol Olçok ve onun henüz çiçeği burnunda oğlu! öldürüldüğünde ve onların katillerini o mevkiye taşıyanlar hakkında henüz hiçbir şey yapılmıyorken

ve dahası; sözde demokratik açılımlarla devlet televizyon ve radyosu TRT'nin Kürtçe, Arapça ve daha başka dillerde 24 saat yayına başlayıp TRT Çerkesce talebinde bulunan insanlara TRT Türk, TRT Avaz izleyin diye yanıt gönderilince hiçbir şey düşünemiyorken

ve dahası; Bu ülkede hala kardeşçe yaşanabileceğini, komşuların savaştan yıpranan çocuklarının tekrar sevindirilebileceğini inanan içlerinde bizim canımız-ciğerimiz olan Nartan ve Ferdane'ninde olduğu üniversite öğrencisi ve sivillerin kuş uçurulmayan bölgede ellerini kollarını sallayarak gelen bir canlı bomba tarafından katledilmesinden sonra susmayı bile beceremeyenlere hala tahammül ediyorsak

Sözde en kan ve soy kardeşimiz, kendimizden zinhar ayrı görmediğimiz Abhaz halkının Anavatanı Abhazya Cumhuriyeti'nin seçim sandıklarına Türkiye polisi el koyarken, el pençe duruyorsak

Çerkes sorunlarının araştırılması ve çözüm üretilmesi üzerine meclise verilen önergeye ilk başta biz karşı çıkıyor ve engel oluyorsak

Tabii ki korkacağız yarından.

Bu topraklarda bir anne deyimi olarak "herkes kendini kurtarır, sen ortada kalırsın" diye bir söz vardır. Ne Türkün ne Kürdün bir Çerkese ihtiyacı yok. Onlar şuanda "birlikte yaşamak" ile "birlikte yaşamamak" arasında kavga dövüş ediyorlar. Ya birlikte eşit yaşayacaklar ya da birlikte yaşamayacaklar bana göre. Şöyle bir açıp Irak, Suriye ve Türkiye'nin Kürt bölgesine göz atınca; Kürtlerin de, Türklerin de yarından korkuları olmadığını görürsünüz. İkisi de yarından emin, ikisinin de alternatifleri var. Onların kavgası yukarıda söylediğim gibi.

Ya biz?

Ethem Pşevu gibi birisinin en öndeki askeri olup, ölüp-öldürüp sonra yine mi değersizleşeceğiz?

Ya da Suriyeli Çerkesler gibi, Anavatanımıza alınmazsak Avrupa'ya mı kaçacağız?

Artık herşeyi bir kenara bırakıp, bir Çerkes olarak bunları da düşünmek zorundayız. Bu zorundalığı biz değil; hayat dayatıyor.


Share:

Sosyal Medya Çerkesler içinde bir fırsat olabilir



Kuşkusuz ki büyüklerimiz gençlerin internette geçirdikleri zamandan zaman zaman şikayetçi olabiliyorlar. Geçtiğimiz aylarda babam torununun daha bu kadar küçük yaşta internette etkin olmasına duyduğu üzüntüyü kendi çocukluğundan kalan anılarıyla anlatıyordu. Ancak babama açıkçası çok da fırsat vermeden, artık herşeyin değiştiğini ve bu artık geri dönülmeyecek kadar içselleştiğini anlatmak zorunda kaldım. Dünyada hepimizin bir yerel bir de global kültürleri oldu, babam ve akranları global kültürü nasıl radyo ve televizyonda yaşattılar ise torunları da internet ve sosyal medya da yaşayacaklar. Açıkçası ben kendimi ve akranlarımı tam bu iki global kültürün geçişine koyuyorum, televizyonla büyüyenler ve fakat intereneti de öğrenenler kısmına.

İnternetin zararları anlatmakla bitmez, ancak sadece zararlarını anlatırsak pesimist gibi boş tarafa bakıyor olmaz mıyız? Çünkü aynı zamanda internetin yararları da anlatmakla bitmez. Mesele; interneti hangi yönde kullanacağımıza kalıyor.

İnternet yalnızca film-dizi izlediğiniz, oyun oynadığınız, alışveriş yaptığınız bir yer değil. Hatta hiçbiri değil! İnternet bir taşıyıcı, sunan ile alan arasındaki o bağlantı. Biz sürekli alan gibi; ne sunuluyorsa onu almaya çalışmak zorunda da değiliz.. belki bizim de sunacak bir şeylerimiz olabilir?

Çok düşündüm, bu kadar düşünmüşken de 2 satır yazarak daha önce düşünmeyene düşündürmek, düşünene cesaret vermek, bir şeye ortak olmak istedim.

Derneklerde sosyal medya komisyonları kurulur ve bu komisyonlar gençlere interneti nasıl faydalı kullanabiliriz diye kurslar verebilir.

Mesela geçtiğimiz gün "Çerkeslere Sorduk" isminde bir anket çalışmam olmuştu, en çok kullandığınız sosyal medya aracı sorusuna neredeyse %90lık kesim Facebook demişti..

Kursumuz da "Facebook nasıl bir fırsata çevirilebilir?" düşünülebilir. Düşünüldüğünde çok fazla şey de ortaya çıkacaktır. Zaten genel yapısı itibariyle hem bireyler, hem dernekler hem de örgütler facebook'tan nasipleniyorlar. Duyurularını, bildirilerini, fotoğraflarını, videolarını paylaşıyorlar.

Ancak bu facebook'un engin deryasında çok sığ bir faydalanma biçimi.. daha fazla, hatta çok daha fazla bir şekilde faydalanmak mümkün. Bunu olabilir kılmak için tek yapılması gereken şey; bunun üzerine kurulmuş küçük bir topluluk ve bu topluluk için bir fikir.

O zaman size küçük bir fikir; şuan Çerkes toplumunda unutulmaya yüz tutmuş bazı şeyleri neden kısa filmler haline çevirmeyelim?

Ne mi lazım? Anadil kursuna katılan bir kaç gönüllü kursiyer, kameralı telefon, temel bilgisayar bilgisine sahip bir kaç kişi, bir de unutulmaya yüz tutan o şeyle ilgili hikaye yazabilecek bir hayalperest...  Hepsi var..

O zaman bir küçük fikir daha...

Anadil kursu öğretmeni neden bir filmin diyaloglarını Çerkesceye çevirerek kurs vermesin ki öğrencilerine? Neden yıl sonunda bu filmi Çerkesce altyazı ile izlemeyelim ki?

Belki bir sonraki sene Çerkesce dublaja bile geçebiliriz...

İçinizde çok yetenekli insanlar var, bu yeteneklerini her yerde paylaşıyorlar. Bir tek derneklerimize geldiğinizde bu alan olmadığı için haluj yeyip şeşen oynursunuz. Gençler; yetenekleriniz Çerkesleri 21nci yüzyıla adapte edebilir ve unutulmaya yüz tutan şeylere bir güneş gibi doğabilir!

Derneklere koşun ve yetenekleriniz ile Çerkesliğe hizmet etmek için yönetim kuruluna baskı yapın! Eminim ki bir çok yönetim kurulu bu fikriniz için size teşekkür bile edecek..






Share:

2016 Biterken Çerkesler: Yüzyılda iyi olan şeyleri yitirdik, kötü olan şeyleri koruduk.



2016 yılı dünya tarihinde derin izler bırakarak geride kalıyor, son günün ilk saatlerinde bu izleri düşünüyorum ve gelecek on yılları ve hatta asırları, bu yılı nasıl değerlendirecekleri konusunda öngörülerde bulunmaya çalışıyorum. 2016 yılı dünya üzerinde bir çok toplumu doğrudan fiziksel ve psikolojik olarak etkiledi ve yine bir çok toplumun sosyal ve ekonomik düzenini etkiledi. Egemen veya görece egemen toplumların bu etki üzerinden çeşitli politikalar ürettiklerini gördük, kimileri insanlık krizi olarak adlandırabileceğimiz bu şiddet sarmalını kendileri açısından fırsat bildiler, acı çeken, her yönüyle ağır şiddet gören toplumları kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmayı denediler ancak  egemenlerin çıkarları çakıştıkça bu şiddet sarmalı derinleşti. 2016 yılını bütün dünya için hiç özlenmeyecek bir yıla çeviren faktör de bu şiddetin derinliğidir. Bu derinliğin de tek sebebi bir insanlık krizini kendi çıkarları doğrultusunda fırsata çevirmekten başka amacı olmayan politikalar üretmektir.

Egemenleri bir kenara bıraktığımız da, görece egemen toplumların da bu krizde "kendi haklı gerekçeleriyle" bir politika ürettiklerini gördük ancak yavaş yavaş tüm politikalarının egemenlerin politikalarına doğru kaymasına da şahit olduk. Senenin son günlerinde sahada hakimiyet kuran tüm grupların iki egemen politikadan biriyle iç içe girmeye başladıkları artık herkes tarafından hissedilen bir gerçekten ötesi değil. Bu saatten sonra 2017 yılının iki egemen politika arasındaki rekabete dönüşeceği de neredeyse kesinleşti. Çizgisini bu iki politika arasında biriyle paralelleştirerek sahada kalan grupların bu saatten sonra kendi politikalarını bağımsızlaştırabilmesi imkansız, artık paraleli oldukları büyük politika da küçücük bir pay sahibi olmaktan başka kaderleri kalmadı.


Öte yandan 2016 yılının bıraktığı bütün izlerden, her görüşüyle sırtında taşıyan fakat ısrarla bunu yok sayan bir toplum olarak Çerkesler, "hiçbir şey yapmaya" son sürat devam ettiler. Yıllardır bir çok kişinin de tabiriyle kendini dünya da "fanus içinde" sanarak yaşamak Çerkeslerin yeni çağdaki vebası. Sürekli ve yoğun biçimde karşısındaki diğer Çerkese yönelik agresif ve eleştirel yaklaşımlarına bakıldığında insan Çerkeslerin bu gezegende yaşamadığını sanabilir, ancak bilmeyenler için söylemeliyim ki Çerkesler bu gezegende yaşamaktadırlar ve hatta 2016 yılını dünya için karanlığa, kana, teröre ve gözyaşına çeviren insanlık krizinin merkezindeki toplumlardan birisidir de.

Müslüman Çerkesin-Sosyalist Çerkese, Sosyalist Çerkesin-Müslüman Çerkese, arada derede ikisi de olup birinde daha fazla yoğunlaşanların da, diğer tarafta yoğunlaşan Çerkeslere yönelik bitmek tükenmek bilmeyen "dalaşı" sürerken, terör saldırıları sonucunda hayatını kaybedenler içerisinde Çerkeslerin de olduğunu anlayamamaları, kurumların arama motorlarında "terörü lanetleme mesajı" olarak aramaları sonucu ulaştıkları kalıp mesajları yayınlama kolaycılığı, bölgedeki ve dünyadaki tırmanan şiddetin Çerkeslere yönelik her alanda oluşturduğu baskıyı değerlendirme yoksunlukları Çerkeslerin hala "rüyalarında" yaşadıklarının en net sonucu. Yaşananlara sadece mezhepsel, dinsel veya siyasal tepki verme eğilimleri, bu tepkilerin hiçbirisinin Çerkes toplumuna yönelik anlamlı bir değer taşıyamıyor olmaları Çerkeslerin varlık öncelikleriyle ilgili ipuçlarıyla dolu. Kimisi sahilde kumdan kale yapar gibi ciddiyetsiz, altyapısız, araştırmasız kampanyalar yürüterek kendi egosal açlığını gidermeyi denerken, kimisi artık aracına dönüştüğü görüşün politikalarından başka söyleyecek hiçbir şey bulamaz halde. Birbirini-birbirinin karşısına koyarken eline su dökülmez derece de ayrışacak nokta bulma ustaları, birbirinin yanına gelmesi gereken noktalarda bırakın başarısız girişimi-denemeyi, aklına bile getiremiyor.

Türkiye'yi diasporasal olarak siyasi farklılıkların derinliğinden ötürü yaklaşılmaz eğrilik olarak değerlendirmeyi denesek, anavatanda Türkiye ile hiçbir ilgisi olmayan ve tamamen saf olarak Çerkesleri ilgilendiren meselelerde dahi bir araya gelmedikleri gerçeğini gözlemliyoruz. Adnan Khuade olayı ve diğer Çerkes aktivistlere yönelik baskılar da bunun örnekleri. Anavatanda yaşayan insanların da bu girdap içinde sürüklendiklerini görüyoruz.

2016 yılı Çerkesler için 1916 yılından farklı mıydı emin değilim, ancak 1916 da bizimle olan bir çok şey artık bizimle değildi.  Geçen yüzyıl da iyi olan çok şeyimizi kaybettik ancak kötü olan bu durumumuzu ne yazık ki koruduk. Umarım 2017 yılında bu kötü huyumuzu kaybeder, iyi bir huyumuzu korumayı becerebiliriz.  Çerkes gibi düşünebiliriz. Çerkes gibi yaşayabiliriz.

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler