Jıneps Gazetesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jıneps Gazetesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Jıneps Eylül: Çerkesler boyun eğmeyecek

"Saray delhizlerinde kaybolmuş Çerke'Z'ler" demiş İnci Hekimoğlu, nezaketini sonuna değin

koruyarak yazılacak utancın saman altından su yürütücüleri için. Evvela buradan İnci hanıma,

yoğunluğu kurşun geçirmez seviyeye ulaşmış bu utanmasızlık karşısında nezaketini bu kadar

koruyabilerek yazdığı makaleden ötürü teşekkür eder, kalemi önünde saygıyla eğildiğimi belirtirim.

Açıkça, ÇerkeS halkı içerisinde tarihi belki 'bzeyiko' çatışmalarının başlangıç öncesine değinen ve

devlet­i aliyye'de kök bularak, Çerkesya'da itaat ettirilmeyen bu halkı Osmanlı'da devşirip, Ermeni

Soykırımından, bugüne değin egemenlerin her kirli tezgahında ucundan, kenarından, sağından,

dininden, imanından vs. bir yerinden her türlü pisliğe dokunduran geleneğin devamcıları

olduklarını beyan etmiş, bende ancak bu beyanata imza atar, halkımızı; tarihinin hiçbir yerinde

hak etmediği bu utanca alet eden, egemenlerin hizmetkârlığını asaleti sanan bu karaktersizlerle

yüzleşmeye ve onları bu halkın tarihinde her onursuzu gönderdiği cehennemin dibine

göndermeye davet ederim. "sağcısıymış, solcusuymuş" diye başlayan "o partilisiymiş, bu

partilisiymiş" diye devam ederek kendine zemin arayan, "dindarıymış, muhafazakarıymış" diye

kılıf uyduranlar; bu halkın sağcısı, yani özetle Çerkes milliyetçisi ise bu sağcılığı.. zalimin

bekçiliğini onaylayacaklar mı sanıyor? Hangi vicdan sahibi insanı, kurşun geçirmez yoğunluktaki

yalanlarınızla dini duygularıyla yakalamak istiyorsunuz? Hangi Müslüman Çerkesin yüreği, zalimin

zulmü karşısında dilsiz kalacak kadar taşlaşmış olabilir? "Haksızlık karşısında susan dilsiz

şeytandır" diye bir geleneğin vicdanını oluşturmuş hiç kimse, böyle bir şey karşısında sessiz

kalmayacaktır illa ki. Siz köleliğin geleneğini, efendilerinize itaat ederek bugünlere kadar taşımız

ve bu geleneğin onursuz geleceğinde yer almaya mahkum, biyolojik olarak Çerkes, ancak

psikolojik olarak insan bile olamayan zavallılarından öte hiçsiniz. Bu halkın hür vicdanı, hür

çocukları; halkımızın içine salmak istediğiniz zehire geçit vermeyecektir. Ayrıca, falan markist-
leninist illegal partisinin, falan legan partisinin, falan gençlik kolları diye, kendi zeka yapınızı

açıkça sergilediğiniz ve yalan atmakta sınır tanımadığınızı ayan beyan ortaya serdiğiniz

açıklamanıza, bırakın çocukları, evimizdeki köpekler bile inanamadı. Ey yalancılar; Evrim Deniz

Erol, Alper Sapan ve Vatan Budak hangi illegal partinin, hangi legal partisinin, hangi gençlik

yapılanmasının üyesiydi o halde? Yalanınız, ağzınızdan taştı. Söz uçar mı? Yalanınız

kaleminizden taştı. Yazı kalır mı? Biz size, ahlaksız dernek yöneticilerinizle, ahlaksız

ajitatörlerinizle, ahlaksız provakatörlerinizle tarihinin neresine yazılacağınızı göstereceğiz. Bu

arada, bugün bekçisi olduğunuz ve başkanınızın aday adaylığına başvurduğu legal bir partinin

konumuyla ayan beyan desteklediği, ortadoğuyu canice, vahşice kana bulayan, kadınları köle

olarak pazarlayıp, milyonlarca insanı evinden­yurdundan eden illegal bir terör örgütünün

varlığından haberdarsınız. Yazmışsınız. Sizin için büyük bir başarı! "Çerkeslik İnsanlıktır" diyen

geleneğin devamcıları olarak, insanlığın bu denli barbarca saldırıya uğradığı yerlere, sivil yollarla

dayanışma göstermek bizim onurumuzdur ve kirli ağızlarınızla, satılmış yapılarınızın, provakatör

kalemleriyle ele alınmış yazılarınızda; bizim "Çerkeslik İnsanlıktır" geleneğimizi Kobane'ye,

bizlerin selamıyla taşıyan FERDANE KILIÇ ve NARTAN KILIÇ'ın adını dahi kullanmanız, bizim

için kabul edilemez bir pozisyona gelmiştir. Gidin, Ankara'da, kulluğunu yaptığınız efendilerinize

söyleyin. "Çerkesler boyun eğmeyecek!" Siz bir Nartan'ı öldüreceksiniz, ama binlerce Nartan

gelecek! Bir Ferdane'yi öldüreceksiniz, bin Ferdane gelecek. Bir ölecek, bin doğacak ve sizi

Nartanlar, Ferdaneler yenecek" diye.



Bu yazı, Jıneps Gazetesi Eylül sayısında yayınlanmıştır.
www.jinepsgazetesi.com

Share:

Jıneps Gazetesi / Eylük 2015 : Bir Nartan öldüreceksiniz, Bin Nartan gelecek!


"Saray delhizlerinde kaybolmuş Çerke'Z'ler" demiş İnci Hekimoğlu, nezaketini sonuna değin koruyarak yazılacak utancın saman altından su yürütücüleri için. Evvela buradan İnci hanıma, yoğunluğu kurşun geçirmez seviyeye ulaşmış bu utanmasızlık karşısında nezaketini bu kadar koruyabilerek yazdığı makaleden ötürü teşekkür eder, kalemi önünde saygıyla eğildiğimi belirtirim. Açıkça, ÇerkeS halkı içerisinde tarihi belki 'bzeyiko' çatışmalarının başlangıç öncesine değinen ve devlet-i aliyye'de kök bularak, Çerkesya'da itaat ettirilmeyen bu halkı Osmanlı'da devşirip, Ermeni Soykırımından, bugüne değin egemenlerin her kirli tezgahında ucundan, kenarından, sağından, dininden, imanından vs. bir yerinden her türlü pisliğe dokunduran geleneğin devamcıları olduklarını beyan etmiş, bende ancak bu beyanata imza atar, halkımızı; tarihinin hiçbir yerinde hak etmediği bu utanca alet eden, egemenlerin hizmetkârlığını asaleti sanan bu karaktersizlerle yüzleşmeye ve onları bu halkın tarihinde her onursuzu gönderdiği cehennemin dibine göndermeye davet ederim. "sağcısıymış, solcusuymuş" diye başlayan "o partilisiymiş, bu partilisiymiş" diye devam ederek kendine zemin arayan, "dindarıymış, muhafazakarıymış" diye kılıf uyduranlar; bu halkın sağcısı, yani özetle Çerkes milliyetçisi ise bu sağcılığı.. zalimin bekçiliğini onaylayacaklar mı sanıyor? Hangi vicdan sahibi insanı, kurşun geçirmez yoğunluktaki yalanlarınızla dini duygularıyla yakalamak istiyorsunuz? Hangi Müslüman Çerkesin yüreği, zalimin zulmü karşısında dilsiz kalacak kadar taşlaşmış olabilir? "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" diye bir geleneğin vicdanını oluşturmuş hiç kimse, böyle bir şey karşısında sessiz kalmayacaktır illa ki. Siz köleliğin geleneğini, efendilerinize itaat ederek bugünlere kadar taşımız ve bu geleneğin onursuz geleceğinde yer almaya mahkum, biyolojik olarak Çerkes, ancak psikolojik olarak insan bile olamayan zavallılarından öte hiçsiniz. Bu halkın hür vicdanı, hür çocukları; halkımızın içine salmak istediğiniz zehire geçit vermeyecektir. Ayrıca, falan markist-leninist illegal partisinin, falan legan partisinin, falan gençlik kolları diye, kendi zeka yapınızı açıkça sergilediğiniz ve yalan atmakta sınır tanımadığınızı ayan beyan ortaya serdiğiniz açıklamanıza, bırakın çocukları, evimizdeki köpekler bile inanamadı. Ey yalancılar; Evrim Deniz Erol, Alper Sapan ve Vatan Budak hangi illegal partinin, hangi legal partisinin, hangi gençlik yapılanmasının üyesiydi o halde? Yalanınız, ağzınızdan taştı. Söz uçar mı? Yalanınız kaleminizden taştı. Yazı kalır mı? Biz size, ahlaksız dernek yöneticilerinizle, ahlaksız ajitatörlerinizle, ahlaksız provakatörlerinizle tarihinin neresine yazılacağınızı göstereceğiz. Bu arada, bugün bekçisi olduğunuz ve başkanınızın aday adaylığına başvurduğu legal bir partinin konumuyla ayan beyan desteklediği, ortadoğuyu canice, vahşice kana bulayan, kadınları köle olarak pazarlayıp, milyonlarca insanı evinden-yurdundan eden illegal bir terör örgütünün varlığından haberdarsınız. Yazmışsınız. Sizin için büyük bir başarı! "Çerkeslik İnsanlıktır" diyen geleneğin devamcıları olarak, insanlığın bu denli barbarca saldırıya uğradığı yerlere, sivil yollarla dayanışma göstermek bizim onurumuzdur ve kirli ağızlarınızla, satılmış yapılarınızın, provakatör kalemleriyle ele alınmış yazılarınızda; bizim "Çerkeslik İnsanlıktır" geleneğimizi Kobane'ye, bizlerin selamıyla taşıyan FERDANE KILIÇ ve NARTAN KILIÇ'ın adını dahi kullanmanız, bizim için kabul edilemez bir pozisyona gelmiştir. Gidin, Ankara'da, kulluğunu yaptığınız efendilerinize söyleyin. "Çerkesler boyun eğmeyecek!" Siz bir Nartan'ı öldüreceksiniz, ama binlerce Nartan gelecek! Bir  Ferdane'yi öldüreceksiniz, bin Ferdane gelecek. Bir ölecek, bin doğacak ve sizi Nartanlar, Ferdaneler yenecek" diye.

Share:

Jıneps Gazetesi / Ağustos 2015 : BİZE KAYBEDECEK HİÇBİR ŞEY BIRAKMADINIZ.


Ben şantiye çıkışlı bir harita işçisiyim. Bize, sektörde "alaylı" derler. Yani bu, yaptığımız işin bir üniversite diploması aracılığıyla sınav çözdüren bir ezbere sistemle değilde, aksine uygulama alanı olan şantiyenin tozuyla toprağıyla öğrendiğimiz anlamını yükler. Anlayacağınız, harita işinin şantiyedeki en alt seviyesinden başladım mesleğe, şimdi ise İstanbul'da olmak adına, şantiyede toz toprak yutarak aldığım haritacı alaylı diplomasını rafa kaldırıp, henüz bir çocukken yine şantiyesinde toz toprak yutarak "alaylı" olduğum elektrik sektörüne girdim. İş hayatım boyunca, şantiyelerin insan bünyesini zorlayan yapılarında her türlü aşağılama ve sömürüye maruz kalıp; hiç sesi soluğu çıkmayan insanlarını garipsedim. Ben kendim, aynı sektörlerde defalarca, küçük-büyük, genel-kişisel çatışmalardan ötürü nice şantiye değiştirdim. Nice kavga verdim. Fakat  en sonunda, her zaman duruşumu korudum. Bir insan olduğumu ve bana insan gibi davranılması istemimi hiçbir zaman rafa kaldırmadım. Çok borcum oldu, ama hiçbir borcum beni satın almadı. Kendini borçlarına, çeşitli ajitasyon biçimleriyle süsleyerek nasıl kiraladığını anlatan insanlara hiç hak vermedim, asla hak vermeyeceğim. İstanbul'da olmak adına seçimim beni ekonomik olarak bir sürü çıkmaza sürüklese de, elbette bunun belirli sebepleri var. İlk başta, Haritacılık çoğu zaman günün 8 saati uygulamada olmak üzere 24 saati şantiyede olmaktır ve bu süreç genelde ayda en az 28 gün sürer. Yani, ayda 28 gün 24 saat işyerinde olursunuz ve bunun sadece 8 saatlik bedeli size ödenir. Fakat bu durumdan dolayı bu 8 saatin ücreti elbette biraz iyileştirilmiş olur. Boşversenize! Ne kadar iyi bir ücret, beni günde 16 saat, ayda 28 gün sevdiğim insanlardan alıkoymayı normalleştirebilir? İşte birinci sebebim buydu. Ben kazandığım ücreti, sevdiklerimle birlikte tüketebilmeyi istiyordum ve 2.000 tl ücretle sevdiklerimden uzaklaştırılacağım bir ücretten daha cazip geldi bana aylık 1.000 tl ücret. Hemde, 2.000 tl içinde ne kira, ne su, ne elektrik, ne gıda-beslenme masrafı yokken, aylık 1.000 tl içine hepsi birden eklenmiş hali olsa bile daha cazip geldi. Bu da benim fazla para kazanmak adına, az hayat yaşama olan itirazımın mütevazi bir göstergesi olsun. Her neyse, uzun süre yurtdışı da olmak üzere yurtiçinde de zamanımın çoğunu işe harcadığım böyle zamanlar oldu. İşte bu zamanlarda, azıcık daha fazla kazanmak uğruna herşeye gözünü yuman ve kendilerine reva görülmüş bu rezil geleceğe sessizleşen işçi sürülerini hep hayret ettim. Bu patron yalakaları, göze girebilmek ve  sefil konumlarını sağlamlaştırabilmek adına kendi iş arkadaşlarına gözlerini kırpmadan ihanet ederken, nedense ilk fırsatta tapındıkları o yerlerden uzaklaştırılan ilk kişiler olabildiler. Şimdi, İstanbul'da; hayata daha fazla katılabilmek adına, hayatı daha fazla etkileyebilmek, genel çerçevelerle, kimliğimi ve sınıfımı siyasal anlamda daha güçlü savunabilmek için bulunuyorum. Ekonomik ve sosyal riskler alıyorum, küçük politik çıkarlar uğruna büyük bir harekete dönüşme yolumuza taş koyan, yosun tutmuş eski yoldaşların hallerine hüzünleniyorum. Ne garip? Henüz kimlik olarak gelebildiğimiz ileri 2 adımlık yol. Daha çok yol yürümemiz lazımken, bu gelinen yolda bulundukları konuma tapınan insanların ileriye giden her yola, daha dün direndikleri üslubun aynı şekliyle saldırmaları. Allah bunları görüyor ya, tarih de yazsın diye uğraşıyorum. Halkımız; kişisel hırslarına engel olamayıp toplumsal ilerlememize saldıranların bu onursuzluklarını hiç unutmasın. İşte İstanbul'da, küçük bir esnafta, alaylı bir elektrikçi olarak çalışıp asgari ücretle, ev kirası, elektrik faturası, doğalgaz faturası, su faturası, kedi-köpek maması ücretlerine karşı direnişimin ana teması bu. Benim gibi düşünen ve davayı kişisel düşüncelerden, toplumsal harekete aktaran ve kendi egosunu ezerek, toplumunda bir değer yaratmaya çalışan insanlarla birlikte, halkımız adına, diğer halklarla kardeşlik ve barış içinde bir mücadelenin bu coğrafyada tüm insanlara kazandıracağı bir eşitlik ve özgürlük davası. Hepimiz biraz daha fedakar olmalıyız, çünkü fedakarlık olmayınca ve birileri fedakarlıklarda bulunmayınca bu yola dost görünümlü düşmanlar dahil olmak üzere kötü insanların koydukları taşları temizlemesi zor oluyor. Zaman alıyor. Şimdi, kaybedecek hiçbir şey bırakmadığınız bu gençlere kulak verin ve emin olun. Bize kaybedilecek hiçbir şey bırakmadınız, oysa biz size tekrar kazanabileceğimiz bir kimlikten umut veriyoruz. Gelin hep birlikte, yarınlara güzel bir miras bırakalım.
Share:

Jıneps Gazetesi / Temmuz 2015: BU SEÇİMLER, ÇERKESLER İÇİN BİR MİLAT OLACAK MI?


Meclise hiçbir vekil çıkaramadık, ancak bize 'talepleriniz taleplerimizdir' diyen, halkların ihtiyaçlarına yönelik örgütlenmiş, anadili eğitimiyle, gelişimiyle savunan ve eşitlik şiarıyla mücadele yürüten bir anlayıştan siyaset yapan 80 vekile sahibiz. Mecliste hiçbir vekilimizin olmaması, üzücü olsa bile, bu seçimlerin bizler için milat olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu irade sanıyorum artık daha fazla bizde ve biz bu iradenin sorumluluklarıyla; taleplerimizi savunmaya söz vermiş 80 vekil aracılığıyla siyaset yapmaya ne kadar hazırız? İşte, bizi milatın eşiğinde tutan, kıldan ince çizgi bu. Artık top; bütünlüklü olarak hareket edebilme, bize verilmiş sözleri takip etme ve talep etme sorumluluğundayız ve bu sorumluluklarımızı yerine getirebildiğimiz müddetçe, 7 haziran seçimleri her geçen gün, bizler için daha fazla milat olmaya adaydır. İşte şimdi biz, kimliğimizle; halkımızı bir "milat" kıyısında tutan ve onu, her an emeğiyle ve inancıyla o milata taşıyabilme şansına sahip gençleriz. Halkımızın sırtına yerlemiş olan "tembellik hakkı" savuşturulmalı, halkımız ve kimliğimiz için mücadele verilmelidir ve bugün vereceğimiz mücadele; sonuç almaya müsaittir. 
Bu milatı; "ÇERKESLER" olarak, "ÇERKESLİK" için var etmeye hazır mıyız? Küçük gruplarımızı, halkımızın değerlerinden ve ihtiyaçlarından daha alta almaya, halkımızın yarını adına; bizi ayıran şeyleri yok etmeye, birleşmeye ve birlikteliğimizin ilkelerini oluşturup, bu ilkelere dayalı talepler yaratıp, bize "Talepleriniz, Taleplerimizdir" diyen vekillere; "İşte bunlar da, talebimizdir" demeye ne kadar yakınız? İşte bilin ki; bu seçimleri milata çevirmeye de o kadar yakınız. Bilin isterim, bu seçimleri halkımız için milata çevirmeye çok yakınız, birazcık fedakarlık, birazcık birliktelik, birazcık inanca ihtiyacımız var, kısacası bu milatın tek bir yolu var, o da birbirimize adım atmak. İşte bu seçimleri milat kılmanın en büyük yolu budur ve bugün mecliste hiçbir vekilimiz yok diye üzülmek yerine, mecliste en az 80 vekilimiz var, ancak bu 80 vekilimize verebileceğimiz ortak bir talebimiz yok diye üzülmeliyiz. Ortak taleplerimiz ve birliğimiz olmadan, mecliste 500 vekilimiz olsa neye yarar ki? Bizi, bir arada durmaya uzaklaştıran, birlikte hareket etmemizi engelleyen " En iyisini ben bilirim, en doğru yol benim bildiğim, benim istediğim gibi olsun" gibi düşünceler, buna dayanak aramalar ve bu hastalıklı düşüncelere saplanmalar, bizi o milatın eşiğinde, o milata ulaşamaz kılan yegane şeyler. Bugün bizi milattan uzak tutan şey bu, meclisteki yokluğumuz değil.  Zira; temsil ettiğimizi iddia ettiğimiz halkımızı, kendi kişisel kaprislerimizin siyasetine hapsetmenin mümkün olmadığını da anlamak gerekir.
Buradan sesleniyorum,
Asgari müştereğimiz insanlık, adalet, eşitlik ve onur olsun. Bu çerçevede bir olmaya, güçlenmeye ve o milata yürümeye başlayalım ve bugün diasporada var kalma mücadelemiz somutlaşsın. Bugün somutlaşmaya çok yakınız ve Bizler bu siyasi olgunluğa hazır ve bilinci yüksek insanlarız ve halkımızın ihtiyaçları, bizlerin kaprislerinden daha önemlidir. İşte bu anlaşıldığında, milat yarın kadardır.
 Bu seçimleri Çerkesler için "MİLAT" edecek irade, bugün bizlerin sorumluluğuna verilmiştir.
Share:

Xabze ve İfade Özgürlüğü (Jıneps Şubat)

Bu ay gözü dönmüş canilerin, yeryüzünün hemen her köşesinde saldırılarıya geçtikleri, kan ve gözyaşı akıtılan “ifade özgürlüğü”nü yazmak istedim. Bugün gençlerimizin büyükleriyle aralarına koydukları mesafelerin temel sebeplerinden birisi de ifade özgürlüklerinin yok denecek kadar az olmasındandır. Gençlerimiz, dernekler de, organizasyonlar da, siyasi meseleler de, ülke de, toplum da kendilerini, hem kendileri (bireyler) adına hem de toplumları (Çerkesler) adına temsil etmek, ifade etmek ve aslında bunu özgürce yapmak istiyorlar. Fakat Xabze'nin büyüklerin “işine gelen” tarafıyla engellendiklerini düşünüyorlar. Haklılar, haklıyız, bunu ifade etmemiz bile aslında ayıplanıyor, ancak bunu ifade etmediğimiz sürece geçmişin-geleceğe bıraktığı miras; bu oto-baskı ve ifade sansüründen nasibini alacak ve bu kötü miras, gelecekte, geçmişe duyulan herşeyi kırılgan bir hale dönüştürecektir. Bu hem kültürel aidiyeti, hem de henüz tam yerine oturmamış olsa bile, ulusal değerlerimizi diasporanın yarınlarından koparabilir. Büyüklerimizin, sarsılan otoritelerinden daha çok korkması gereken şeyleri hissetmeleri gerekir. Bu ki; artık giderek küçülen, yok olan, bize “biz” sıfatını kazandıran kültürümüz, tarihimiz, yurdumuz, belleğimiz ve dilimizdir. Müştereklerimizin “biz”e bürdüğünü, Çerkesliği, Xabzeyi, Bzeyi, bugün gençlere; karşı gelinemez bir otoriter yapı olarak sabitleyerek; büyüğünden korkan, soramayan, araştıramayan, her söylenene hemen inanan bir nesil yaratma amacıymış gibi kullanmak mıdır Xabzemiz? Yoksa; araştıran, sorgulayan, inceleyen, sorabilen bir nesil için; kendi toplumsal otoritelerini gençlerin yolunu açmak için kullanmak mıdır? Bu da düşünen kafanın bize sorusu olmalıdır.. Gençlerimizin kendilerini hem kendileri hemde toplumları adına ifade edebilmesi ne kadar korkulasıdır? Kimin için korkunç olabilir? Bugün toplumu adına endişe hissettiğini söyleyen tüm büyüklerimizin; bu kültürü kimden miras, kimden ödünç aldığını iyice düşünmesi lazım. Atalarından miras mı, gençlerinden ödünç mü? Çünkü bunun bir sonucu vardır, miras yediciler ile, sorumluluk taşıyanların arasındaki kıldan ince çizgi budur ve bu çizginin bir tarafı toplumsal felaketimizin, diğer tarafı ise güçlü varlığımızın yolunu açacaktır. Toplumu adına kendini ifade etmesine saldırılan çocuklar, toplumu adına endişe duyan çocuklardan başkası değildir. Yemug ilan edilen, aşağılanan, küçük düşürülmeye çalışılan bu çocuklar, toplumu adına endişe duyabilen çocuklardır ve bugün onlara saldıran zihniyet, Xabzeyi vücudunda bir zırh gibi taşımakta, toplumsal hiyerarşiyi bu kadar küçültmekte ve gençlere “Xabze”nin dışında hiçbir şey söyleyememektedir. Asıl ayıp olan, Xabzemizin otoriter saygıcılığını bilgiye ve bilince göre değilde, zamana ve yaşa göre tertip etmektir, buna inanmak, bunu yaşatmak, buna dahil olmaktır. Aslında bu-da, toplumsal tarihimizden uzaklaşmanın ve 150 yıllık sürgünlüğümüzün bizden çaldıklarının bir işareti olabilir mi? Nihayetinde 150 yıl, bizden bize ait bir çok şeyi götürdüğü gibi, bize ait birşeyleri de değiştirmiş olabilir. Xabzeyi, toplumsal bir oto-sansüre dönüştürüp, bunun denetleme mekanizmasını da “yaşçılık” ile sağlanmışta olabilir ve gençliğin bunu ciddi anlamda düşünmeleri gerekir. Xabze, toplumsal duruşumuzu ve yarınımızı yönetecek kişileri sadece yaşlı olduğu için yetkilendireceğimiz aptalca bir inanç değil, aksine toplumsal tarihimizin tecrübelere dayalı bir öğretisi olmalıdır. Büyüklerimizde, yaşçılığa indirgenmeye çalışılan bu koca öğretiyi anlamalı ve bugün onu kendi işlerine geldiği gibi yorumlayıp gençlerin kendilerini ifade etmesini engelleyenlere karşı bir tavır sahibi olmalıdır. Gençlerimiz ise; bugün Xabze'yi kendilerine bir silah gibi doğrultan herkese inat, bu öğretinin yaşçılığa indirgenemeyecek kadar değerli olduğunu ve toplumsal iletişimimizi yöneten bu büyük öğretinin; korkan, susan, sinen, zavallılaşan bir Çerkes nesli yaratmaktan ziyade, cesur, bağıran, soran, arayan, hesap soran bir nesil yaratmak için var olduğunu haykırmalı, kadim halkının bu değerini; kötü niyetli kişilerin tekelleştiremeyeceğini ilan ederek, Xabze'yi ifade özgürlüğünü engel olmaktan ziyade, ifade özgürlüğüne garanti olacağı yönüyle sahip çıkmalıdır. Yarınlar korkanların değil, cesurların yarınıdır ve cesur çocuklar oldukça; yarın ki varlığımız, bugün ki yokluğumuza sebep olanlara hesap sorarak daha güçlü olacaktır. Toplumu adına düşünen, sorgulayan, araştıran gençler olarka hepimiz, bu toplum adına konuşma, toplumu adına kendini ifade etme özgürlüğüne sahibiz ve bu özgürlüğümüzü asla teslim etmeyeceğiz. Bu özgürlüğümüze saldıranlara karşı direneceğiz ve herşeye rağmen, tüm deformasyona rağmen Xabze bizi susturanların değil, bizimle bağıranların bir değeri olarak; biz oldukça, kendisini bizlerle yaşatacaktır.

Bu yazı Jıneps Gazetesi Şubat 2015 sayısında yayınlanmıştır.
Share:

İşte Fırsat, Haydi Çerkeslik Yapalım (Jıneps Ocak 2015)

Şartlar iyi değil, ama alışığız biz bu şartlara. Daha kötü şartlarda da bir arada olma
iradesini gösterebildiğimiz bir tarihe sahibiz ve tarihin bize miras bıraktığı tecrübeyle
bu şartları aşabiliriz. Aşmak zorundayız da biraz. Tükenecek çok şeyimiz kalmadı,
bu noktadan sonra artık ya "iradesini ortaya koyabilen bir HALK" ya da "kopan
gürültülerin sancısında yiten bir HALK" olacağız. Bu kötü şartların, oluşabilecek
en iyi atmosferlerinden biri gelişiyor. Örgüt temsilcileri, farklılıklarından ziyade
ortaklıklarından bahsedip, neden bir araya gelmemiz gerektiğini seslendiriyorlar.
Doğru söylüyorlar, çünkü artık "yok olmak" bir hikayeden daha yakın, çünkü artık
yok oluşun fiziği gözümüzü kaçıramayacağımız kadar yakınımızda. Burnumuzun
dibinde. Bunu göremeyenlerin ortak yönü, kendi tarihinden kopuk olmalarından
başka nasıl izah edilir? Bireyin yaşamdan beklentileri ve toplumu için özel endişe ve
arzuları olsa-da, toplumu kendini yok eden bir krizin içindeyken bireysel algılarıyla
hareket ederek bu krizi derinleştirmenin başka nasıl bir izahı olacaktır. Bu krizi
her zamankinden daha fazla dikkate almalıyız ve her zamankinden daha fazla
ödün vermeliyiz kendimizden, vermeliyiz ki; bu kriz bizi bitirmesin, biz bu krizi
bitirelim. Şimdi toplumu adına endişe duyduğunu beyan eden, bunun için örgütlenen,
düşünen, çabalayan her insanımızın görevi, toplumu bir araya getirecek fedakarlığı
kendinden, örgütünden, çevresinden başlayarak topluma nüfuz ettirmektir. Bunu
bir şekilde reddetmek, bugün olgunlaşan büyük bir fırsatı deperek yarın iliğimize
kadar dayanan krizde pay sahibi olmak olabilir. Bu sorumluluk iyice düşünülerek
hareket edilmelidir. Kriz ne kadar derine nüfuz ederse etsin, yarın o krizi hisseden
her Çerkes bireyi, bugün yapılan yanlışın hesabını, bu krizin derinleşmesinde pay
sahibi olacak herkese tek tek soracaktır. Dilimiz, kültürümüz ve bilincimiz yitse
bile, tarihimiz kalacaktır nihayetinde. Tarihte krizin sorumlularını arayan ve hesap
soracak olan nesillerde çıkacaktır. Bu zamandan sonra hiçbir şey, bir bilinmez
olarak asla kalmayacaktır. Tüm bunları düşünmek "dün" "bugüne" ve "yarına" karşı
sorumlu olmak anlamını taşır. Bizler, bugün dünden gelen müştereklerimiz etrafında,
bireysel farklılıklarımızı bir kenara koyarak bugünleri oluşturabilirsek, yarınlar için
yükselen bir umudun başlangıcı olabiliriz. Bugün, bunu yapmamız için tüm şartlar
ortadadır. Buna engel olacak tek şey, bu şartlara uygun davranmamak, bireysel
farklılıklarımızı toplumsal uzlaşmamız önünde engel tutmaktan başka hiçbir şey
değildir. O halde sesleniyorum; daha fazla tükenecek bir şeyi kalmayan halkımız için
üretin! birlikteliğimizin, irademizin şartları üretin ey Çerkes halkının aydınları. Bu
artık hepimizin boynunda, yarına ödememiz gereken bir borçtur!

Bu yazı, Jıneps Gazetesi'nin Ocak 2015 sayısında 12nci sayfada yayınlanmıştır.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler