Pazartesi Seansı: 3




Kötü insanlar tanıdım, onların tek ortak noktası kibirli olmalarıydı. Her insan zaman zaman kibirli olur, yani zaman zaman kötüleşir. Sürekli iyilik yoktur, sürekli hiçbir şey olmaz, ancak insanın yaşamda genel bir duruşu olur ve bu duruş insanın karakterini belirler. Karakterinde iyi bir insanın, bazen kötü şeyler yapması muhtemeldir, bu onu kötü birine çevirmez ancak karakterinde kötü bir insanın da iyi şeyler yapması muhtemeldir ve bu-da onu iyi birine çevirmez. Benim tanıdığım kötü insanların tümünün ortak noktası; kibirli olmalarıydı. Hangi dine inanıyor olurlarsa olsunlar, hangi milliyetten, cinsiyetten, renkten, hangi bakış açısından olurlarsa olsunlar; hepsi kibirliydi ve gerçektende bir çok dinden, milletten, cinsiyetten, renkten ve bakış açısından kötü insanlar tanıdım.

***

Onları yaşamımın farklı-farklı bölümlerinde tanıdım ve şahitlik ettim ki kibirliydiler. Kibirleri onları tüketiyordu, onlarla birlikte olanlara da zarar veriyordu. Kibirli insanların genel davası; egolarını tatmin edecekleri bir zemin bulabilmekti, hangi zemin onlara daha yatkın ise o zemine çöreklenmiş ve kibirlerini icra ediyorlardı. Çöreklendikleri zeminin davaları umurlarında bile değildi, fakat o dava için koştururlardı; sonra çıkıp "ben yaptım" derlerdi. Dava ne için olursa olsun, onlar için sadece kibir kaynağıydı. Solcuları, sağcıları, dincileri, dindarları, laikleri, muhafazakarları hepsi aynıydı; kibirliydi. Kötü insanlar tanıdım, hepsi kibirliydi. Bazılarıyla sokakları paylaştım, bazılarıyla sofrada ekmeği.. Bazılarıyla davayı paylaştım, bazılarıyla güneşi... hepsi kibirliydi. Siz de hayatınızdaki kötü insanları tanıyın.


Share:

Çerkes Malı

Gün geçmesin ki, Çerkeslerin yoğun bulunduğu tartışma platformlarında birileri, Çerkes Solu-Çerkes Sağı tartışmaları açmasın. Fakat gün geçiyor, bu tartışmalar açılıyor, süregenleşiyor, gündemdeki yerine konumlanıyor. Bende o zaman, size sağa-sola bulaşmış bir Çerkes malı hareketinden bahsedeyim, belki buradan çıkılacak yolla bu “sağ-sol” tartışmaları daha sağlıklı bir pozisyona konumlanarak tartışılır. Geziyle politize olan mizah (kara mizah) anlayışının halklar nedzinde ürettiği bir sloganın, Çerkesler için öznelleştirilmiş halinin konu başlığı “Çerkes Malı”, bahsini ettiğim slogan ise “Kahrolsun Halkların Salaklığı”dır. Bende o halde konunun en başlarından belirteyim, bu “salaklığı” Çerkesler içinde belli bir zümreye hitaben değil, aksine her zümrenin içinde bulunan salaklara icaben yazıyorum.

En başta, kendi okuyucularımın okumakta es geçebileceği fakat “halkımızın salaklarının” mutlaka okuması gerektiği bir zirve not yazıyorum: Güneşin doğduğu yöne doğu denir, güneş doğarken yüzünüzü güneşe dönüp; sağ kolunuzu kaldırırsanız kuzeyi, sol kolunuzu kaldırırsanız güneyi bulursunuz. Eğer bahsettiğiniz sağ-sol buysa, hatırlatmak isterim. Sağ denilen şey bu ülkede “milliyetçiliği-muhafazakarlığı”, sol denilen şey de; “sosyal demokratlığı-sosyalist düşünceyi” ifade ediyor. Kendinizi hangi tarafta hissediyorsunuz hiç ilgilenmiyorum, fakat kendinizi ait hissettiğiniz tarafları öğrenmeniz gerektiğini de ayrıca belirtmeliyim. Yoksa halkımızın “salağı” olmaktan kurtulamayacak, aksine bu salaklık sizde perçimlenecek ve gözünüze perde gibi inerek, size kendi onurunuzun bile kabul edemeyeceği “rezil” bir hayatın neferi haline getirecektir. En başta insanlık onurumdan gelen ve sizin tesadüfende olsa insan oluşunuzdan kaynaklanan bir sorumluluk duygusuyla yazıyorum bunu. Diğer bir konu ise, içimde zerre kadar hissettiğim aidiyet hissinden kaynaklı. Tesadüfende olsa, aynı halkın, aynı tarihin, aynı kaderin silsilesiyle ortak bir aidiyet hissimiz oluşmuş. Bunun da mutlaka bana ve bir çok insana yüklediği bir sorumluluk oluyor. Ha, eğer siz olayı doğru anlamışsanız, hala sosyal medyada olduğu gibi sürdürmekte ısrarcıysanız; hakikaten tanrı varsa, bizi ve tüm halkları sizin illetinizden korusun. Çünkü siz, artık markalaşma yolunda giden “mal” sıfatındasınızdır. Markanızı yaymak ve ticari olarak yayılmak hisleriyle, çamura bürüyemeyeceğiniz tek bir parçanız kalmamış demektir o zaman. O zaman-da, benim ve bir çok kimsenin vazifesi, halkını “markalı mallara” karşı olağan gücüyle savunmaktır. Bu-da bu yönden bence, kendini halkına adamış her kişinin sorumluluğudur.
_______________
İnsan yaşayarak öğrenen bir canlı, sonradan öğrenir. Hatta bu topraklarda bir söz der ki “bilmemek değil, öğrenmemek ayıp” ve Çerkesler-de “ayıp” yüz kızartıcı bir durumdur. Eskiden yüzü kızaran bir Çerkes, (ayıp eden) yurdun da bile barınamazdı. İntihara kadar yolu olurdu ve bu yüzden insanlar ayıp etmemek için ekstra çaba sarf ederlerdi. Bu kendiliğinden, yaşanılarak, tecrübelere dayalı nizami-hukuka biz Xabze deriz. Yazılmamış Anayasa'dan ziyade, yürürlüğü, tecrübeyle sabit toplumsal hukuk-vicdan diyebiliriz Xabze'ye. Ee, sadece dilimiz değil, kültürümüzde asimile oluyor dediğimizde; ayıp ettiğinde-yüzü kızarmayan Çerkeslerin dolup taşmasıyla belirginleşiyor değil mi? Bununla yola çıkarak, toplumumuzun doğaya, kadına, halklara, özgürlüğe, adalete ve kendine karşı değişen bakış açıları tartışabiliriz. Hatta bir çok yerde “gündem olamayan” tartışmaları da oldu. Fakat bizim konumuz; “Çerkes Malı”nın, “Çerkes Sağı-Solu” diye açtığı, iki tarafla da alakası olmayan, bomboş ve uzun bir tartışma. Bilmemek ya da çarpıtmak. Aptallık ya da hainlik.. Gelin tek tek bakarak, sağımızı-solumuzu tanıyalım?..

Popüler olan Çerkes Sağı(?)
_______________________

Gündemde sürekli taarruzda olan, nüfuz eden, tartışmalar açan, tartışmalar yaran ve adına başkaları tarafından “Sağ” eklenen Çerkeslerin, “Çerkes sağıyla” ne alakası var? Onlar olsalar olsalar Türkiye Sağı olurlar. Türkiye sağının politikalarının nüfuz ettiği Çerkesler olabilirler. Mantıksal olarak bakınca, eğer bir “Çerkes Sağı”ndan bahsetmemiz gerektiğinde, bu sağın gündemi yurdu, dili, kültürü, tarihi, geleneği vs. olurdu. Halbuki gündemdeki “Çerkes Sağı” Yurdundan bihaber, dilinden vazgeçmiş (latif-fars alfabelerini önemseyen), halkını “Kafkas” figürü üstünden tanıyan, bu figüre sürgün coğrafyaların değişik ülkelerinde yüklenen anlamlar ile bağlı, kendi tarihini; sürgün coğrafyaların resmi tarih kitaplarından öğrenen, yıllar önce birilerinin “kıvam” politikalarının bugün öngördüğü düzeyde “kıvama gelmiş” bulundukları ülkelerin yılmaz “vatan savunucuları” “askerleri” “kurtarıcıları” “kahramanları” “yediği kaba pislemeyenleri”dir. Ben kendim, ideolojik anlamda bir Anarşist olarak; popüler olan “Çerkes Sağı”nı, bir sağ olarak tanımıyorum. Bir “mal” olarak tanıyorum. İktidarın, adını gazlayarak sağına aldığı ve ne olduğunu bilmeyen, söylendiği şey olan “sağ malı” olarak değerlendiriyorum. Ben sağa, en çokta böyle “malları” üretmek için bir araç olduğu için karşıyım. İktidarın, Otoritenin her söylediğine inanan ve ne için dövüştüğünü bilmeyen “malların” dünyaya, insanlığa, kadınlara, işçilere, doğaya kazandırabileceği hiçbir şey yoktur. Ama, kendini milliyetçi adletmekten hoş olan kişilere-de, kimin milliyetçiliği yaptıkları konusunda bilinçli olmaya çağırıyorum. Yani, eğer siz, bir Çerkes sağı davasının neferi olacaksanız, sizin yolunuz bir hayli uzun. Çünkü en başta, sürgün coğrafyalarında dahili olduğunuz ülkelerin size nüfuz ettirdiği ulusal bilinçten, etnik tarihten, geniş figürlerden kurtulmanız ve daha sonra kendi ulusal bilincinize kavuşarak, tarihinize hakim olmanız ve kendi figürünüzü tanımanız gerekecek. Bu anlamda, bu anlamın karşısına doğurduğu “Solla” bu topraklarda “ilkesel” tartışma dışında hiçbir sorunu da yoktur. Zira, zaten Lenin “ezilen halkların milliyetçiliği”nde bugün Çerkeslerin Türkiye'deki durumuna uygun, kabullenilebilir bir zemin hazırlamıştır. Bu topraklarda Çerkes Milliyetçileri, neden Çerkes Sosyalistleriyle tartışsın ki zaten? Ne Sosyalistlerin istekleri Milliyetçilerin istediklerine, ne de Milliyetçilerin istedikleri, Sosyalistlerin isteğine aykırı değildir. Bir tartışma meselesi bile değildir. Yoğunlukları farklıdır. Fakat ikisi de iktidar değildir. İkisi de bu ülkede bir iktidar istememektedir. Bu ikisinin birbiriyle tartışmak için bir sebebi yoktur, bu ikisiymiş gibi malların birbirleriyle aralarında, sembolik sloganlara dayalı bir tartışma vardır. Belli bir açının “malı” olmuş “bazı-Çerkeslerin” açılarının kullandıkları slogan yönündeki tartışmaları, “Çerkes sağı-Çerkes solu” tartışması falan değildir. Hatta aksine, bugün görünen köy; kibirlerini aşan sağcı-solcu grupların bir gerçeklik etrafında ortaklaşabildiklerini de göstermektedir. Yurdunu, ulusuyla önemseyen Çerkeslerle, dünyayı eşitlikle arzulayan Çerkeslerin bir tartışması değil, aksine tartışmalarda ortak üslubu görülmektedir.

Popüler olan Çerkes Solu?
_____________________
Sol yapısı itibariyle, bugün ezilmekte olan halkların adaleti, eşitliği gibi kavramlara sarılıdır. Popüler Çerkes Solu'nda bir yanılgıdan bahsetmek, bu yanılgıyı aşmış hareketlere de genellenebileceği için apayrı ve istemediğim bir haksızlık olur. Bugün Ümit Örten gibi, Nartan Mefewud gibi insanların ne solla, ne de Çerkeslikle ilgili çelişkili durumlarından bahsemeyiz. Fakat bir şekilde ortaya çıkmış eskinin “yetmez amacıları” yeninin “diktatör karşıtçıları” var. Onların siyasi “sol” söylemleri ve bugün onların ortaya çıkardığı “halkların mücadeleciliği” sağlıklı değil. Çünkü kendi bünyelerinde barınan ve hala bu söylemlere yakışmayan, bunu içselleştirememiş, solu araçsallaştırmaya kalkan “malları”nı yok sayamayız.

Çerkes Sağcısı, Çerkes Solcusu olmak sorun değil. Ama bu ikisinden biri olduğuna inanan bir “Çerkes Malı” olmak büyük bir sorun. Buna inanmadan, bunu araçsallaştırarak “markalı mal” olmak büyük bir tehlike. Bizde, bu “mallara” karşı artık daha dikkatli olmalı ve onların saçma tartışmalarına araç olmaktan daha uzakta kalmalıyız.

O zaman bir daha yazılı sloganları hatırlatarak yazımı tamamlayayım:

“Yaşasın Halkların Kardeşliği”

“Kahrolsun Halkların Salaklığı”
Share:

Şimdi, samimiyet sınavını geçme vakti*




Ön özet:
*****
Sochi Olimpiyatları, Türkiye'de de Çerkes gündeminde bir hayli yer bulmuştu. Halkına ve yurduna duyarlı kişi ve örgütler bir çok makale/bildiri yayımlamış, kampanyalar oluşturmuş ve eyleme dökülmüşlerdi. Aynı zamanda Çerkesya Yurdunun bugün üç bölgeye ayrılan kısımlarından biri olan Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nin Başkenti Nalchik'de de tam olimpiyatların açılış günü, aktivist Çerkesler tarafından bir eylem organize edilmişti. Sochi Karşıtı yapılan eylemler içerisinde gözaltı (30) olan tek eylem buydu. Gözaltına alınan eylemcilerden Anzor (Aktivist) işkence görmüş daha sonra serbest bırakılmıştı. Daha sonra yaşanan gelişmelerle, Anzor'un hala baskı altında olduğu, dinlendiği, takip edildiği ve taciz edildiği ortaya çıktı. Anzor, yayınladığı bir bildiri ile “dayanışma” çağrısı yaptı (*Çerkesya Yurtseverleri Çevirisi -Tuapse Press).
******

Her ne kadar ayrı fikirler, eylemsel bir davranışa döküldüğünde birbiriyle çatışsa dahi; aynı haksızlığa baş kaldıranların ve bu başkaldırıda birbirinden bağımsız ya da birbiriyle iç içe aynı amacı savunanların, kullandıkları dil, izledikleri yol her ne kadar ayrı bile olsa birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. İşte Anzor Ahohov'a karşı, bugün Türkiye'de “Çerkeslik” için mücadele ettiğini söyleyen tüm kişi/kurum/örgütlerin sorumluluğu olduğu gibi. Bu sorumluluk, hepimizindir ve onun dayanışma çağrısına cevap vermekte boynumuzun borcudur. Samimiyet sınavımız, Çerkeslik için bir yerde yedeklendiğini haykıran tüm örgütlerin, Ahohov için harekete geçmesini gerektiriyor. Olacakları ve olmayacakları göreceğiz ve artık olanlara ve olmayanlara karşı bir fikir sahibi olmamız gerektiği de kesin. Bu sınav, halkımızın hakkı ve adaleti için mücadele ettiğini söyleyenler içinde kimin kuru gürültü, kimin samimi olduğunu gösterecektir. İşte bu nedenle Türkiye Diyasporası için böyle bir özellikte barındırmaktadır.

Sevgili Ahohov,


Halkımızın tarihsel adaleti ve gerçeğin duyulması için, tehlikenin tam karşısında cesurca yaptıkların için minnettarım ve kendim adıma sana ne kadar teşekkür etsem azdır. O soykırım zamanlarında ölmemeyi başarabilen, Karadenizden Türkiye'ye ulaşma şansını yakalayabilmiş, Salgın hastalıklar ve açlık karşısında inatla yaşayan, geldiğimiz topraklarda, sokulduğumuz çatışma ve savaşlardan da sağ çıkan atalarımın ve Türkiye'nin tüm asimilasyon politikalarına karşı, en azından Çerkes olduğunu söyleyebilecek kadar sağlam çıkan anne ve babamın çocuğuyum. Halkım için düşünen ve birşeyler yapmak isteyen kardeşin olarak; bizi tam birbirimizden kopardıkları noktada, farklı tarihlere ayrıldığımız yerde, Sochi'de birbirimizi unutmadığımızı haykırdığın için, aynı zamanda yoldaş-ta olduğumuzu bilmeni isterim. Sana karşı yapılan baskıları üzerime alınıyor ve buna karşı elimden gelen herşeyi yapacağımı bilmeni istiyorum. Elimden gelen şeyler, bugün Türkiye'de Çerkesler için oluştuğunu söyleyen tüm Çerkes kurum/kuruluş ve örgütlerini, sana karşı yapılan baskılara duyarlı olmaya çağırmak ve Rusya'ya senin yalnız olmadığını, seni takip eden birilerinin olduğunu duyurmaya çalışmaktır. Bunu yapacağım. Seni, bugün sürgün olarak geldiğimiz topraklardan takip edeceğim. Sesini, buradaki soydaşlarına duyurmaya çabalayacağım. Yalnız değilsin, bugün başka yurtlara sürülmüş ve orada seninle aynı dava için çabalayan kardeşlerin var. Hep birlikteyiz, Çerkesya'da ve Diyasporada. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için Ahohov.


Share:

Pazartesi Seansı: 2


Bir ülke, adalet, eşitlik, özgürlük getirerek bölünmez. Bir ülke, bunları ihlal ederek bölünür. Bölünür çünkü, bir gün adalet, daha önce ona hiç ihtiyaç duymayan birileri için de mutlaka gerekecektir. Bölünür çünkü, bir gün eşitlik daha önce ona ihtiyaç duymayanlar için de mutlaka gerekecektir. Bölünür çünkü, bir gün özgürlük herkese lazım olacaktır.

***

Bir ülkeyi bölmek istemiyorsanız, o ülkede ırkçılığa karşı savaşın. Nefret söylemlerinden vazgeçin, ötekileştirmek, her türlü birlikteliğe zarar verir. Eğer bulunduğunuz bir yapının bölünmesini istemiyorsanız yapabileceğiniz en güzel şey, o yapının içindeki tüm farklılıkları kabullenmektir.

Share:

Çerkes müşterekliği üzerine 2


-Birlik ve beraberliğin önemi-


Bir amaçta netleştikten sonra, o amaç için güçlenilir. Amacı dallandırıp-budaklandırmaya, dolandırmaya, çeşitlileştirmeye hiçbir gerek yoktur. Zaten bugün, esasını aldıkları adla, mücadele verdikleri kulvar arasında adeta herkes “Çerkes” için biricikleştiğini iddia ediyor. Ancak yaşanılan tartışmalar ve son durum bize; “Çerkes” için biricikleşilmediğini, Çerkesleri “bir şey” için biricikleştirdiklerini göstermektedir. Bu durum hakkında, herhangi bir Çerkesin herhangi bir itirazı veya desteği olabilir. Örnek vermek gerekirse; Müslüman bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeyi destekleme ve islama aykırı bir biricikleşmeye itiraz etmesi, buna karşın başka bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeye itiraz etmesi ve islama aykırı bir biricikleşmeyi desteklemesi gibi, çokta çoğaltılabilecek durumlar gösterilebilir. Yani, herhangi bir Çerkesin, Çerkesliğinin tam önünde ya da arkasında taşıdığı ikinci kimliği mutlaka vardır, fakat bu ikinci kimliğe dayalı bir yolun Çerkes halkını tamamen temsil etme gibi bir şansı yok denebilecek kadar zayıftır. Bugün, adına-hareketine-örgütüne Çerkes koyanlar her yapının bunları iyice anlaması, araştırması, tartışması ve karar vermesi gerekir. Çerkeslik bir davaya mı entegre edilecek, yoksa amacı Çerkes Diasporasının dün yaşadığı problemleri anlayan, bugün yaşamakta olduğu sıkıntıları kavrayan ve yarına sorunsuz bir Çerkeslik bırakmak isteyen bir Çerkes davası, halkının zihnine entegre edilecek? Açık olmak gerekirse, ikiside bir sorumluluktur. Fakat sorumlulukların bulundukları şartlara göre asgari sıralamaları da vardır. Bugün Çerkesler, bir davaya entegre olacak düzeyde birikim sahibi değillerdir. Hatta, yaşadıkları bölgelerde egemen olanların onlar için biriktirdiği suni vasıflarla, etkisinde kaldıkları egemenlerin biriktirmek istedikleri yere dolmaya hazır ve nazır durumda olduğumuzu söylemek bile mümkün olabilir. Önceki yazımda-da belirttiğim gibi, belki bu sorunların bir çok nedeni vardır, fakat temeli; kendi müşterek tarihinden uzaklaşması ve başkalarının kendileri için yazdığı tarihe tutunmasıdır. Bu sorunları gerçekçi olarak, bilimsel düzeyde ele almak ve bugün Çerkes Diasporasının tarihinden kopuk yapısını, tarihine yakınlaştırarak toplumsal vicdanı oluşturmak gerekir. Bugünlerde birileri tarafından söylenen o “toplumsal vicdan”ın kökeni, Çerkesya halkının müşterek tarihinin derinliklerinden gelmektedir. Çerkesya halkının Türkiye kopuntusunda ne yazık ki hem o vicdanı oluşturan tarih silikleşirken hem de o tarihin hepimizi müşterek kaldığı mirası tehlikeye girmektedir. Çerkes halkı, kendini müşterek kılan tarihinden uzaklaştıkçada, başkalarının kendileri için yazdığı tarihte ne yazık ki istenildiğinde katil, istenildiğinde kahraman olmaya, o tarihi yaşamaya mahkum olacak ve bu mahkumiyet, diasporanın tarihinden tamamen uzaklaşması ve müşterek tarihinin kendine miras bıraktığı değerleri de tamamen yitirmesiyle son bulacaktır. İşte bizim içinde, farkında olmadan hızla gittiğimiz yerde ne yazık ki bu sona varımdır. Çerkes halkının bu “sona varıma” gidişini durdurmak için bir çok yol olsada, bugün içinde yaşadığımız şartlar ne yazık ki her yol için bazı sorumlulukları yükümlü hale getirmektedir. Bu sorumluluklar gözardı edilerek, yokmuş gibi davranılarak, “at gözlüğü” ile bakılarak gidilecek türden değildir. Kişiler, kendilerini ne kadar geliştirirse gelişltirsin, kendilerini ifade edecekleri kitlelerin, o kişileri önce dinleyebilmesi ve en önemlisi de sonra anlayabilmesi gerekir. Halbuki bugün, son 150 yıldır yoğun bir şekilde bize tarih yazan egemenlerin tarihini yaşamaktan ötesi olmayanlar büyük bir çoğunluk içinde ve ne yazık ki kendilerini kontrol eden bir otokontrolle, bazı şeyleri duymamakta kararlılar. Onların bu kararlılığı özgün bir irade olmamakla birlikte, kabul etmek gerekir ki söz konusu olan bir irade de, ancak onlarla mümkün olabilmektedir. Hiç kimse onlara rağmen, onları dışlayan ve Çerkes halkını kapsayan bir iradeden söz etmemelidir, zira bu durum; bugünlerde diasporada en çok raslanan “siz kimsiniz ki çerkesleri...” tartışmalarını doğurmaktadır. Bu tartışmalar ise toplumsal olarak asgari düzeyde uzlaşabileceğimiz herşeye zarar vermekle birlikte, bizleri müştereklerimizin çok dışında farklılaşmış bir kamplaşmaya itmektedir. Çerkesler, A-B-C-D olarak kamplaşıp, kendi içinde tartıştıkça, asıl problemleri görmemekte ve sona varıma daha da yaklaşmaktadır. Diyaspora olarak, sona varımın hangi aşamasında olduğumuzu tahlil etmeden, sanki henüz daha bunun başındaymışız gibi, çok hızlı bir şekilde bunu atlatabilecek güçteymişiz gibi davranma lüksümüz olmamalı. Fakat biliyorum ki, çılgın radikallerimiz var. Jineps Gazetesinin 2015 Ocak sayısında yayımlanması muhtemel olan yazımda bir itibar açlığından bahsedeceğim. İşte orada bahsedeceğim “İtibar Açlığı” burada bahsettiğim “çılgın radikaller” içinde geçerli. Bir düşüncede kamplaştıktan sonra, kendi kampımızda olmayanları suçlamak çok kolaydır. Sosyalist bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok kolaydır. Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi eleştirmesi de çok kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider, sonuçta; birbirine zıt iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini eleştirdiği ve destek görebildiği genişlikte olur. Fakat esasında soru; herşeyin yerinde ve yeteri kadar olup olmadığı? Sınıf hareketini, kimlik hareketine bütünlemek Türkiye'de popüler olsa bile, bunu popüler kılan yapıların kimlik bilinciyle, Çerkeslerin kimlik bilincinin eşit olmaması ve bu durumun bu şekilde incelenmeden, tahlil ve analiz etmeden mutlak bir yolmuş gibi devreye sokması, acaba Çerkes Diyasporasının çoğunluğunda nasıl bir etkidir ve bir tepki doğurmakta mıdır? Gerçek sorunları, olağanca şeffaf bir biçimde önümüze koymalıyız. Kişisel bir tavır sahibi olmak, insanı yolunda karakter sahibi kılsa bile, kişisel tavrımızı tüm toplumsal inkara rağmen bir topluma dayatmak da toplumsal olarak gidilen bir yolda, eşit derecede kişiyi karaktersiz bir kişiye bürür. Hepimiz hayatımızın bir bölümünde yanlış yapabiliriz, ancak bu yanlışın esiri olmamak gerekir. Bu yanlışın esiri olmaya başladığımız an, bu yanlışı çürütecek her doğruya saldırarak, doğrudan saparız. Kibirli insan oluruz. Bizim, kişisel kibirlerle minimize olmaya değil aksine bu kibirleri yenmeye ve birlikte olmaya ihtiyacımız var. Bunu herkese anlatabilmek imkansız, ancak çoğunluk olabilmek mümkün. Çoğunluk olmak ise “Çerkesler” olabilmeyi başarabilmek demektir. Eğer birlikteliklerimiz bir biricik etrafında oluyorsa, biriciğimiz de Çerkeslikse, bu biricikler etrafında bir araya gelebilen zümrelerin amacı “Çerkesler” olabilmeyi başarmak değil midir? Bir daha hatırlayalım o zaman: Toplumsal müştereklerimiz etrafında toparlanamayacaksak, bu müştereklerimize rağmen, bazı başka gerçekleri-inançları-kavgaları bağırarak ayrılacaksak “Çerkeslere rağmen” nasıl “Çerkesler” olacağız? Peki Çerkesler olamadan hangi talebi, ciddiye alınacak güçte seslendirebiliriz? Eğer müştereklerimiz etrafında birleşebilirsek, Çerkesler olabiliriz. Nasıl ki Sosyalizmin müşterekleri, enternasyonali oluşturuyorsa ve “devrim” bu enternasyonalin gücü oluyorsa.. bir mücadeleye girişildiği vakit, o mücadelenin amacına yönelik müştereklerin bir araya gelip, bir güç oluşturması gerekir. Bu insanın toplumsal tabanlı tüm hareketlerinin şartlarından biridir. Örgütlenmek demek, müşterekler etrafında toparlanmak demektir. O halde tüm Çerkes örgütlerinin, müştereklerini ortaya koyması gerekir. Eğer müşterekler, Çerkesler ile oluşmuyorsa, örgütün kendine neden Çerkes öznesini seçtiğini de düşünmesi gerekir. Devrimci Çerkes örgütlerinin müşterekleri, devrimci gelenek- amacı da Çerkeslerle devrime girişmek midir ya da İslami Çerkes örgütleri? Ya da a-b-c'ci Çerkes örgütleri? O halde, kendi örgütlerine seçtikleri özne, Çerkesleri amaçlarına yönlendirmek için sayılabilir mi? Yani Leninist bir Çerkes, Leninizmi muzaffer kılmak için, bazı Çerkesleri Leninist mücadele için örgütlemek istiyor? Olabilir. Ya da Kemalist, ya da İslamist, ya da ... halbuki onların örgütlü yapılarındaki bir çok çeperin kendilerine ulaşmasındaki en önemli şey, Çerkesliktir. Çünkü Leninistler için Leninist, Kemalistler için Kemalist, İslamcılar için İslamist mücadele yürütecekleri bir çok özgün hareket varken, yani aslında amacın kendisi, dallanıp-budaklanmadan ortada dururken, bunların Çerkesi, Kürdü, Lazı, Arabı vs. olmasının amacı nedir? Hiçbir fikrim yok. Bende, Çerkes halkının bir ferdi olarak, Çerkesleri asimile eden sebeplere karşı bir araya getirecek müşterekleri anlamayı, Çerkes halkının, halk olarak kendine yönelen tehditlere direnebileceği bir mücadeleyi oluşturmayı istiyorum. Akabinde, sınıf tabanlı mücadelemde, kendi ideolojik kavgamıda verebiliyorum. Zaten bu iki mücadele, iki gerçekle yol almaktadır ve birbirine alternatif değildir. Fakat, işçi sınıfının kavgasına; henüz kendini anlayamamış bir halkı entegre etmeye çalışmak, hem o halk için hemde işçi sınıfının kavgası içinde fayda sağlayamaz. Eğer bir halk, kendine özgün tehditler (asimile olma, kültürsüzleşme, vs.) ile baş edemiyorken ve bunlara karşı, binlerce yıllık müşterekleriyle bile bir araya gelemiyorsa, zaten o halkı başka müşterekler etrafında birleştirmeye çalışmanında akla hizmet edeceğini söyleyemeyiz. Her hırsatta, herkes kendi Çerkes profilini baz alarak; işte bu profilin dışında kalanlara karşı kötü suçlamalarda bulunuyor, halbuki halihazırda bulunan Çerkes profili, işte bu tip suçlamalardan bıkmış ve usanmış, gençliği halkı adına umudunu yitirmiş bir haldedir. Binlerce yılın müşterek tarihiyle oluşan Çerkes profilini, bir kaç ideolojik-inançsal revizeyle, kendi düşünceleri içinde eritmek isteyenlere karşı; binlerce yıldır süregelerek oluşan bu Çerkes müşterekliği, birgün kendisine takılan tüm budaklardan arınarak, gövdesinde güçlenebilirse, yani en iyi Türk askeri, en iyi komünist, en iyi müslüman, en iyi kapitalist gibi dallardan arınarak, “en iyi Çerkes” olmayı başarabilirse, işte bugün ortalık bulandıranlara en güzel cevap verilecektir. Aynı zamanda, Çerkeslik ağacının gövdesi güçlendikçe, kendisiyle birlikte bu halkın içinden çıkacak diğer düşüncelerde güçlenecektir. Bugün, gövdesi(Çerkesliği) çok zayıf kalmış bir ağaçtan(halktan), çok iri dallar(düşünceler) beklenmekle hata yapılmaktadır. Bu ağırlıklar altında, gövde(Çerkeslik) dahada zayıf düşmektedir. Müşterekler etrafında netleşmek, bugün yok oluşa karşı dirençli bir güç oluşturmak gerekiyor. Zira, Çerkeslik; tüm güzel sözlerin ardında artık tarihteki en zayıf konumundadır, pamuk ipliğindedir. Bir halkın kimliği dilidir ve bugün Çerkes dili, diyasporada yok olmaya yüz tutmuştur. Bir halkın tarihinden kopukluğu, kendi geleneklerinin sönümlenmesidir ve bugün Çerkes halkı tarihinden çok uzaktadır. Müşterekler etrafında birleşerek, Çerkesliğe karşı sorumluluklarımızı yerine getirmenin zamanı çoktan geldi, bu artık kendine Çerkes diyen her birimizin görevidir. Birleşerek irade oluşturmak için geç olsada, hiçbir şey için çok geç değil. Bu saçma-sapan tartışmalardan arınarak, Çerkes halkının ihtiyaçlarına yönelik talepleri savunacak müşterek bir harekete ihtiyacımız var. Bugün değilse ne zaman? Biz değilsek kim?  
Share:

Pazartesi Seansı: 1


...bir Çerkesin, bir türke, bir kürde, bir laza, bir gürcüye, bir kazaka, bir slava, kendisiyle ortak kültürü/coğrafyası olsun ya da olmasın sen "Çerkessin" dediğini düşünebiliyor musunuz?

Peki Çerkeslerin bağımsız bir devleti olsaydı, mesela "Çerkesya'da yaşayan herkes Çerkesdir" deseydi. Mesela Türkçe şarkıları yasaklasaydı, Kürtçe konuşmayı yasaklasaydı, bunun için baskı, işkence falan yapsaydı.. bu devlet, sizin gözünüzde nasıl bir devlet olurdu?

Peki devletin bu uygulamalarını destekleyen kişi nasıl bir karakter sergilerdi size?

peki mesela; bir Türk, bir Kürt vs. "Çerkesya da yaşayan herkes Çerkesdir" "Türkçe-Kürtçe bölücülüktür" "Hepimiz Çerkesiz" deseydi.. 

sizde kendi kültürel haklarınızı isteyen bir Kürt ya da Türk olsaydınız, o devletçi Türk-Kürt hakkında ne düşünürdünüz?

Mesela oradaki Türk-Kürt, Arap-Boşnak olsa ne fark ederdi? ya da Abhaz-Oset?

Kardeş olmak için aynı olmak zorunda mıyız? Bunu neden zorunlu hale getiriyoruz acaba? Mesela Türkiye'de "Kızıl Elmacı"lar hariç, kendini Türk hisseden ama Türk olmayanları neredeyse Türklerden çok seven faşistler yok mu? Türk olsunda, isterse uzaylı olsun, yabancı saymazlar. 

Ben kardeşlik için, ortaklık için, birliktelik için aynılaşmayı savunanları, kendilerine ne derlerse desinler iyi niyetli, kötü işler yapan zavallı faşistler olarak görüyorum.

Kardeş olmak için aynı olmamıza gerek yok,
farklı dilleri konuşmamız, farklı kökenlere sahip olmamız, aynı acıları anlamamızı engelleyemez. 
Share:

Çerkes müşterekliği üzerine 1

Birlik ve Beraberlik üzerine__*

Yaşadığımız dünyada, dünyayı paylaştığımız diğer canlıların temel ihtiyaçlarını karşılamak için sahip oldukları donanımlarına kıyasla çok zayıf konumda olmamıza rağmen, insanlar olarak müşterek hareket edebilmemiz, bizi yaşadığımız dünyaya yön verebilecek güce sahip canlılar yapabilmiştir. Müşterekleri oluşturan tarihsel serüvende, bu gücün farkında olan ve bu güce ne yazık ki hükmederek yanlış kullananların bir sonucu olarak hem insanın-doğaya ekolojik hemde insanın-insana politik olarak çıkardığı krizler tartışmaya açıktır. Fakat burada, sorun; insanın müştereken yaşamayı başarabilmesi değil, müşterek bu yaşamı kendi siyasi hareketine kanalize eden kötü bir niyetin varlığına ve sonuçlarına rağmen, müşterek bu yaşamı daha huzurlu ve güvenli bir harekete kanalize edecek olanların hala müşterekler etrafında tutunmayı anlayamamasıdır. İnsanın tarihte inkar edilemez bir şekilde müşterekleştiği evreler; “aile, sülale, kabile, millet, ulus, devlet” olarak görülmektedir. Müştereklik; amaç için güçlenmektir. Amaçlar ne kadar değişirse değişsin müştereklik, amaca giden yolun temel gücü olarak durur. Müşterek olmak, insanın aciz yapısını ortadan kaldıran, cılız gücü ve enerjisini bir güce dönüştüren bir değerdir. Bugün amaçlarımız için müşterek olarak, amacımıza giden yolda aciz kaldığımız herşeyi ortadan kaldırmak ve cılız gücümüzü-enerjimizi amacımız için bir güce dönüştürmek zorundayız. Bunu ancak, müşterek olabileceğimiz bir amaç sabitleyerek başarabiliriz. Müşterek olabileceğimiz bir amacı yaratabilmek için, kibrimizi, nefretimizi, egomuzu ortadan kaldırmak, gerçeğe farkındalık içinde dokunmak, anlamak, aklımızı çalıştırmak zorundayız. Çerkesiz, diyoruz; bu ne insanlığın üstünde, ne de altında bir durum. Çerkes olmak, dünyanın diğer halklarından daha güçlü ya da daha zayıf olduğumuz veyahut olabileceğimiz bir şey değil. Çerkes olmak; bizim hiçbir çaba sarf etmeksizin, tarihin bizi müşterek kıldığı ve müşterek tarihimizi ördüğü sonucun ibaretidir. Sadece tesadüfen Çerkes olmakla; ne tarihin gelişiminde doğurduğu olumsuzluklardan kurtulunabilir ne de olumluluklardan pay çıkarılabilir. Bugün ise Çerkes olmanın bazıları nedzinde nedense yüksek bir değeri, pahabiçilemeyen bir önemi ve konumu vardır. Eğer böyle bir şey mümkünse, bu tamamen tarihin bizi müşterek kıldığı evrelerde, tümümüzün geçmişi sayılabilecek insanlarımızın (atalarımızın) sorunlar karşısındaki çözümsel yaklaşımları, gelişen etkilere karşı özgün tepkileri veya tarihte kendilerine özgün yarattıkları etkilerinden kaynaklanmaktadır. Eğer Çerkesliğin, tarihte tehlikelere karşı savunmalarında, toplumsal ilişkilerindeki şeffaflıkta, yaşam biçimlerinde ve doğayla aralarındaki bağlarında muazzam bir çekiciliği varsa bu hepimizin tarihidir ve övüncüdür. Ancak, bu övünç kaynakları bir Çerkesin, kendi yaşadığı çağdaki tutumuyla örtüşmedikçe, övündüğüyle yaşadığı arasında muazzam farklar varsa, bunun bir değeri yoktur. Övüncü ile yaşamı çelişen, bir de; övüncünü zırh yaşamını amaca çevirenler ise kendi tarihlerini sömürenlerden ibarettir. Tarihinin övüncünü oluşturan karakterden çok uzakta bir yaşam sürerken, övüncünü bir zırha çevirip; halkı için çabalayan insanlara saldırmak ise, kuşkusuz ki yoksun olduğu karakteri örtmeye çalışmaktan başkası olmayacaktır. Bizler, müşterek tarihimizin bize sunduğu tüm farklılıklarımızı ileriye taşımak ve gelecek nesillerle paylaşmak zorundayız. Fakat bugün ne yazık ki, ileriye taşımak bir kenara dursun, onun yavaşça yok oluşunu görmekteyiz. Bunu görmemek için kelimenin tam anlamıyla kör olmamız gerekiyor. Bunu görerek, yokmuş gibi davranmamız içinde aptal olmamız gerekiyor açıkçası. Buna karşı çözüm üretebilmek, müşterek tarihimizin adını kullanıyorsak, bununla övünüyor, bununla yaşıyorsak; boynumuzun borcudur. Müşterek tarihimizin sonuçlarıyla yaşadığı halde, bu tarihten bihaber ve onu görmeyen insanların bunu anlayabilmeside çok zor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere; tarihi 1864ten sonra başlayan bir Çerkes jenerasyonu, 1864ten sonra yaşadığı tarihe hükmedenlerin kendilerine biçtiği bir misyonlara tutunmakta ısrarcılar. Çünkü o tarihe dahiller. Fakat Çerkes tarihi, o tarihi de kapsamakla birlikte, o tarihi oluşturan sebepleride kapsayan ve çok daha eskilere uzanan bir tarihtir. Bugün ise başımızdaki en büyük bela, müşterek tarihin derinlerinden bugüne uzanan tarihin, 1864den öncesi için bize karartılması ve 1864ten sonrası için bize yazılmasıdır. Bu belayı paramparça edip, 1864ten öncesi için bize karartılan tarihimizi aydınlatmadan ve tekrar, müştereklerimizle, müşterek tarihimizin bize miras bıraktığı özgün varlığımızı yok oluşun ellerinden kurtarmamız nasıl mümkün olabilir? Bugün bizi asgari müşterek kılan şeye Çerkeslik diyoruz. Bu bir toplumsal sözleşmedir ve bu sözleşmenin bir dili, bir vicdanı ve hukuku vardır. Tarihin bizi kıldığı bu müştereklik, bu toplumsal sözleşme ve onun değerleri; bugün her sınıftan ve görüşten Çerkesin ortak değeridir. Hiçbiri, bunda bir diğerine göre daha fazla hak iddia edemez. Her biri, kendi stratejileri çerçevesinde sorumluluklar edinebilir ve faaliyetler yürütebilirler. Fakat, bu sorumlulukların ve faaliyetlerin amacını; müşterek oldukları tarihi başka yöne çekecek biçimde tayin etmemelidirler. Zira bugün, müşterek tarihin hepimize eşit bir şekilde ve sorumlulukta miras bıraktığı değerler büyük bir tehdit altındayken, böyle bir tehdidin varlığını yok sayarak hareket etmek, bu tehdidi derinleştirmekte ve toplumumuza dahada iliştirmektedir. Müştereklerimi etrafında kenetlenmeli, müşterek tarihin bize miras bıraktığı değerlerimiz için endişelenmeliyiz. Bu endişelere karşı çözüm yolları düşünmeliyiz. Bu çözüm yollarını tek-tipleştirmekten ziyada, her türlü çözüm yolunu irdeleyerek; müşterek mirasımızın üzerindeki tehlikelere karşı örgütlenmeliyiz.


Share:

Çerkes Karakteri, Çerkes tarihidir.


Halkımızın çevresinde gelişen dünyaya baktığı zaman verdiği tepkiler, tamamen kendi tarihinden kopuk olmasının bir sonucu olabilir. Kendisini hep başkalarının tarihinde okuyan, hep başkalarının tarihindeki veriler ile kahraman, hain olan bir halktan; halkı temsil eden toplumsal bir vicdan, özgün bir duruş beklemek ne derece doğrudur bilemiyorum, ancak kendi tarihini araştırmadan, başkalarının tarihlerindeki dayanaklara göre nitelikler edinen ve bu nitelikleri fanatik bir şekilde savunan insanların, halkına referans olacak bir duruş sergileyebileceklerini hiç sanmıyorum. Kime dost, kime düşmanız diye soruyoruz sürekli, oysa bu soru hileli bir soru. Çünkü dostta, düşmanda bir değil. Asıl soru; biz neye dost, neye düşmanız? Bunu cevapladık mı? Biz, adı-şanı ne olursa olsun; zalime düşman mıyız – değil miyiz? Haksızlık edene, yanlışlar yapana, cinayetler işleyene, kanlar akıtana, ezene düşman mıyız – değil miyiz? Bizim tarihimizdeki yeri nedir bu duruşun? Birbirimizi, “o'cu - bu'cu” diye ilan etmek, “o'culara – bu'culara” fanatikler toplamak, birbirine düşürmek kolay olan değil mi? Çünkü, kendisi olması unutturulmuş, başkası olmaya zorlanmış bir halkın içinde, böyle fanatikler yaratmak ve fanatikleri birbiriyle çarpıştırmak kolay geliyor olmalı. Kendi toplumsal tarihindeki tecrübelere dayalı bir akıl yoksunluğumuz var, bu yoksunluk kolay değil. Bu yoksunlukta gökten zembille inmedi, kendi kendine unutulmadı bu tarihte. Bugün, halihazırda olduğumuz kıvam, dün birilerinin; yarın işime yarar diye olmamızı istediği yerin ta kendisidir. Çerkesler, kendilerini temsil eden bir karakteri, başkalarının yazdığı tarihteki süslü cümlelerde değil, kendi tarihlerindeki tecrübeye dayalı toplumsal aklın, vicdanla harmanlanacağı yerde bulacaktır. Bugün bu kıvranma, bu belirsizlik ise birilerinin bu karakteri gökten indirmeye çabalamasından kaynaklanmaktadır. Umut ederim ki, birgün bunun yerde olduğunu anlayanların sayısı çoğaldığında, işte o gün dostta, düşmanda; zalim için korkutucu, mazlum için umut veren Çerkes karakteriyle tanışacaktır. 
Share:

Ulusal Şizofreni

#apiscanberk


Travma sonrası çağdayız, hem de öyle ben-sen-o değil, hep birlikte, hepimiz tabiyiz bu çağa. Bakış açılarımız bazı kalıplar ile çevrili; müslümanız, devrimciyiz, sadakat sahibiyiz.. ama hepsinden önce ya da sonra mutlaka Çerkesiz. Mesela; Müslüman Çerkesiz, Devrimci Çerkesiz, Sadık Çerkesiz. Ama illa Çerkesiz, biri çıkıp Çerkesler olarak Bir şey yapsa, “kim verdi ona bu yetkiyi” diyebilecek kadar Çerkesiz. Biri gidip biriyle görüşse Çerkes olarak “o kim ki” diyecek kadar Çerkesiz. Evimizde televizyon izlerken, bilgisayarda, sokakta, okulda, camide, dernekte, partide.. hep Çerkesiz. Çerkesiz çünkü; annemiz-babamız, atamız Çerkes, Çerkesiz çünkü; 1864 yılında kaybettiğimiz savaşla, yaşadığımız soykırımla yurdunu terk eden Çerkesya halkının kopuntusuyuz.
Çerkes olduğumuzu söylerken göğsü çatlarcasına kabaran, beli kırılırcasına dikleşen, bakışları sertleşen, duyguları depreşen insanlarımız var, hani o soykırımı hatırlayacağı bir konu geçtiğinde, lafı olduğunda gözlerinin önüne bir Rus gelse, gözlerinin ateşiyle yakacağı kadar öfke dolan Çerkeslerimiz de var. Çerkesliğini bir tek düğünde hatırlayan, hayatın ekonomik akışında savrulmuş Çerkeslerimiz de yok değil. Acayip bir Çerkes karmaşası var açıkçası.. Abhaz Çerkesleri, Oset Çerkesleri, İnguş ve hatta Karaçay Çerkesleri var. Zorlasak inanıyorum ki Çerkes İnsanlığı, Homosapienscauscaslık filan bile çıkaracağız. Çünkü çok önemli bu, Çerkes olan cennete gider, Çerkes olan zengin olur, Çerkes olan devrim yapar, Çerkes olan bla bla bla... Çerkesler olarak; 1864 yılında kaybettiğimiz savaştan sonra, Devleti Aliye Sultanı olan Halife'nin bize kucak açtığını ve en iyi yerlerde bize topraklar verdiğini söyleyen, Kurtuluş Savaşında en ön cephede savaştığımızı, kurucu unsurlardan olduğumuzu söyleyen, Necdetler, Mustafalar, Yusuflar, Suphiler, hatta Mahirler Çerkesdi, yolları devrimdi diyen Çerkeslerin devrimci olduğunu söyleyen, Atatürk'ün samsuna çıkarken yanında bulunan herkes Çerkes'di, Çerkesler Atatürkçüdür diyen Çerkesler var. Çerkesleri abarta abarta, oraya-buraya sıkıştıra sıkıştıra, hep başkası yapa yapa; kendisine yabancılaştırdılar. Çerkeslik; farklı bakış açılarına göre, aklın mantığını muazzam bir şekilde zorladı ve ulusun diasporası için ulusal şizofreniye dönüştü. Açıkçası 1864 öncesiyle ilgili, Çerkesler için sürekli birşeyler söyleyen kimseler ne biliyor, orasından emin değilim, 1864 sonrası herkesin bildiği farklı şeyler var. Fakat Çerkes halkı, 1864 yılında gökten zembille inmediğine göre, bu halkı kendi varlığına bürüyen ve bugün yabancılaştığı bir tarihi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ulusal Travma soykırım ve sürgünle tetiklenmiş olsa bile, 150 yıldır bu istikamette ilerlemedi. Sürgün ve soykırım sonrası gidilen coğrafyaların etnik siyasi girişimleri Travmayı derinleştirdi ve kendi tarihi bilgisinden gittikçe uzaklaşan ve tarihini sadece mitlere dayandıran Çerkes halkı için bütünlüğü inkar eden bir kaos başladı. Bu kaos onlarca yıl süregeldi, kaosa itiraz hep olsada, itiraza tutunuş yine coğrafyanın siyasal baskılarından ötürü mümkün olamadı, zira diasporanın kısa tarihine bakıldığında bu kaosu yarma girişimlerinde bulunan ya da kaosu yarma düşüncesini tetikleyecek girişimlerde bulunan Çerkes halkının bazı evlatlarının nasıl da cinayetlere kurban gittiğini görebiliyoruz. 90 yıllık cumhuriyet, her halkı kapsayan ve her dönemde bulunan asimilasyon politikaları, bölge halkları lehine gelişen siyasal akımlarla gelen darbeler, resmi tarihin akıl çöplüğü, cinayetler, faili meçhuller, gözaltında kayıplar... Bunlar bizim dışında kaldığımız şeyler miydi? Tam içinde, iliğimize kadar dayanan ve bizi sindiren şeyler değil miydi? Diasporanın ulusal bilincindeki kaosu sürdüren, bu sinme, bu aydın zümrelerinin yok edilişi/susturuluşu değil miydi? Hepimizi, kendi kulvarının en radikal Çerkesi yapıp, başka kulvarlara karşı düşmanca yaklaştıran şey değil miydi bunun sonucu. Peki, diasporanın kendi tarihinde eksik kalan, tüm çevrede gelişen olaylara karşı tepki koyup, bir etki yaratamadığı şey neydi? Neydi bu kaosu halkımızın üzerinde muzaffer kılan, diline, kültürüne doğan yaşam güneşini batıran? Neydi tatmin olunan, korkulan? Ulusal şizofreni, varlığını Türkiye'deki kentleşme politikaları ile oraya çıkardı. Sürgünle gelinmiş coğrafyalarda zaten yurtlarından zorla sürülmüş, açlık ve sefalet içinde bulunan ve ciddi bir Travma yaşamış bu halk için, bu topraklarda da ulusal anlamda güzel günler yoktu. Zamanın iktidarı da bu halkı tüm sosyal ilişkilerinden ve birliğinden ayıran, kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanmak üzere bir kadere sürüklüyordu. Anayurdumuzdan kopuntuyduk, diasporada birbirimizden de kopuntuyduk. Zamane iktidar zihniyetinin çeşitli politikalar ile kolonize ettiği yerlerde; kah Ermenilerle, kah Araplarla, kah Kürtlerle, kah Ruslarla, Yunanlarla, Fransızlarla hiçbir ilgimizin olmadığı savaşlarda sıra neferi olacağımız günleri bekliyorduk. Altımıza at, elimize silah verilecek günler hızla geldi. Taraflar; anlaşmazlıklarını ilan edip kendi ulusal çıkarlarının savaşını vermeye başladılar. Araplar, Ermeniler, Yunanlar, Türkler, Kürtler vs. hepsi ulusal çıkarları gereği vermesi gereken mücadeleye sarıldılar, işte o gün Çerkesler, kendilerinin hiçbir ulusal düşünce üretmedikleri bir savaşın içinde; kimileri için katil, kimileri için kahraman oldular. Kendilerini kahraman ilan edenlerde, katil ilan edenlerde bu savaşların sonunda kendi ulusal politikaları ile giriştikleri savaştaki durumlarına göre, çıkarlarının uyuşabildiği antlaşmalarla paylalarına düşenleri aldılar. Tarihe kendi savaşlarını yazdılar. Hiçbir taraf; Çerkesler için önemli olan birşeyi dinlemedi. Dil, yurt, kültür, hak, adalet.. Tarafların hepsi, kendi ulusal stratejilerine ters düşmediği müddetçe Çerkeslere misyonlar biçti. Çerkesler “asil” “vatansever” “kahraman” oluyorlardı. Bazen “hain”de oluyorlardı. Fakat her ne olurlarsa olsunlar, kendi yurtlarından, kendi tarihlerinden ve kendi uluslarından hızlıca kopuyor ve yok oluyorlardı. Türkiye Devletinde, baskın ulus ideolojisi katı bir asimilasyon programı oluşturdu. Aydınlar, yazarlar, biliminsanları yetiştirecek eğitim kurumları ile bunu bölgedeki tüm halklara dayadı. Bugün, yaşayan tarihin içinden gördüklerimizle çok net ifade edebiliriz ki; Asimilasyon, Çerkeslerin diyasporada kolonize sayılabilecği köylere bile eğitim ile girdi, ciddi ve katı bir program ile okullardan evlere bile etkisini sürdürdü. Çerkeslerden seçtikleri köy öğretmenler, Çerkes çocuklara Çerkesce konuşulmaması için baskılar bile yaptı. Zamane çocuklarının anılarında; bu çocuklar aracılığı ile evde bile Çerkesçe konuşulmasının engellenmeye çalışıldığı anlatıldı. Fakat bunların içinde, fiziksel etkisi görünmeyen ama etkisi en tehlikeli olunan şey ise; toplumun entelejansiyasını oluşturacak zümrelerin üzerinden gidiyordu. Belki köylerde Çerkesce konuşulmaya devam etti, fakat okuyacak olan, bilgiye erişecek, donanımı artacak olan, eğitimli zümrelerin büyük çoğunluğu dilinden, kültüründen uzaklaştı. Nihayetinde okuyan zümreler, gelişen dünyada köylerine de sığamaz oldular. Köylerdeki dar ekonomi ve yaşam alanı, tahsilli insanları köylerden uzaklaştırmaya ve kentlere itmeye başladı. Kentler ise ekonomik karmaşanın içinde, asimilasyon yatağının en kuvvetli olduğu yerlerdi. Hatta o dereceki, baskın ulus üzerinde bile; üretim-tüketim toplumu olarak kültürel asimilasyon uyguluyordu. Tüketim toplumu, kentte artan ihtiyaçlarını karşılamak için sadece geniş kültüründen değil, kişisel ahlakından bile tavizler verdiyordu. Kentleşme, yarı-politik ve tam ekonomik bir dayatma olarak; bu coğrafyada köylerde kolonize olmuş tüm halkları ciddi bir tehlikeye soktu. Çünkü köylerde, kentlere kıyasla yaşam alanları çok dardı, açıkça ifade etmek gerekirse varlıklı bir köylü bile, orta sınıf bir kentliye göre daha sefil bir yaşam sürüyor diyebiliriz. Yani, ya köylerinde kalıp; herşeyin gerisinde olacaklardı ya da kentleşeceklerdi. Eğitim alan kişiler, kenti görüyor, duyuyor, tanıyor ve oranın parlak yaşamına özeniyordu, zamanla okuyanlar, okumayanlardan daha çok oldu, okuyanalar kentleştikçe, köyler boşaldı ve köyler boşaldıkça asimilasyon derinlere nüfuz etmeye başladı. Böylece kolonize bir şekilde yaşamanında sağladığı küçük avantajlar yitirildi. Köylerdeki küçük avantajlar ise; Çerkes kültürünü sosyal olarak sürdürebilmek, dil konuşabilmekti ve belki sözlü tarihin taşıdığı tarihsel gerçeklikler de barındırıyordu. Fakat; kolonize kültürlerin yaşayamayacağı çağlarda değil miydik? Köyde, sıkışıp kalmaya yönelmek bizi kendini geliştirebilen, dilini koruyabilen, kültürünü yaşayabilen Çerkesler olarak daimi mi kılacaktır? Sürgünden sonra planlanan yerleşimlere göre bakıldığında, küçük köylerde büyük bir ulusal bilinç yaratamayacağımız açık, iletişim çağında olsak bile; kentleşmenin ekonomik ve psikolojik baskısı gözardı edilemeyecek kadar yoğun ve gerçek değil mi? Hayaller ve temenniler ile gerçeği görmezden gelerek hiçbir şey kazanamayız. Gerçek; soğuk, katı ve ağır. Bu gerçeği anlamak ve bu gerçek etrafında düşünmek zorundayız. Ulusal bilinç, tarihe kök salmış somut varlığımızı kavramış ve bunu kabul edebilen, köylerde ve kentlerde kendini bu bilinç getirecek örgütlenmeyi zorunlu kılıyor. Yani, diyasporanın önce tarihini bilmesi ve bu tarihin delilleriyle kendi kadim varlığını en başta Çerkes bireylerine, sonra diğer halklara anlatması ve kabul ettirmesi gerekir. Ulusal kaos; eşitlik, özgürlük, adalet gibi tüm taleplerin de önünde büyük bir engel olmakla birlikte, Xeku, Xabze ve Bze içinde çok büyük bir yaradır. Kendi yurdunu, tarihini, dilini, kültürünü kavrayamamış bir halktan, kendi tarihsel varlığını oluşturan bütün özneleri ciddi bir tehlikedeyken, Xeku tarihi unutulmuş, Adığebze yok oluyorken, Xabze paramparçayken, sanki kendine özgü bu özellikleri ve gerçeklikleri muazzam bir şekilde korunuyor gibi; halkı adına, kendini yok eden şeyler dışında radikalize olmuş örgütlerin birbirleriyle mücadele yürütmesi; diyasporamızın ulusal şizofrenisi sonucudur. Dediğim gibi; 1864 öncesi tarihsel varlığı hakkında hiçbir şey bilmeyen, 1864 sonrası kendisine öğretilen farklı şeylere saplanıp kalmış bu duruma derhal bir çözüm bulmalıyız. Ulusal şizofrenimize bir son verip, içine gittikçe battığımız yok oluşu yarmalıyız, varlığımızı güçlendirecek çözümler üretmeliyiz. Farklılaştığımız yerleri, kendi özgün zeminlerinde yaşayabiliyorken; Çerkesliğe iliştirmemiz bu ulusal şizofreniyi derinleştirmekten ötesi olmayacaktır. Bizler, aynı olduğumuz yer olan “Çerkesliğin” içinde bulunduğu tehlikeyi görüp, bu tehlikeye karşı ortak bir mücadele vermek zorundayız. Eğer Türkiye diyasporasında Çerkeslik, bizi ortaklaştıramazsa, ulusal şizofrenin sonucu ne yazık ki halkımızın bu topraklardaki kopuntusunun yok oluşu olacaktır. Çerkes Diyasporasının yok olmamak için, yurduyla bağa, dile ve kültüre ihtiyacı var. Oysa ne devrimin, ne islamın ne de türklüğün Çerkeslere ihtiyacı yoktur. Çerkesler olarak ulusal bilince erişip, tarihsel varlığımızı anladıktan sonra; ulusumuzun refahı, ekonomisi, özgürlüğü, inancı üzerine mutlaka tartışamar çıkabilir. Fakat bir kimlik olarak netleşemedikten sonra, o kimliğe iliştirdiğimiz tüm kavramlar boş kalıyor, boş kalmakla kalmıyor, yarım kalmış Çerkesliğimizi de içinde eritiyor.

Share:

Kimin Çerkesi?

Bizi çürüten eski, bizi boyayan yeni ve bu ikisi arasına şartlanmışlığımız hiçbir şekilde bizi yarına götürmüyor. Hep başkalarının bizim için söylediği bir Çerkes olmaya çalışmaktan, hiç kendi bildiğimiz gibi bir Çerkes olmayı akıl edemiyoruz. Sahi; biz Çerkes olmayı nasıl biliyoruz. Bu sorunun yanıtını hiç aradık mı? Ethem bey ile "hain" Şeyh Şamil ile "kahraman" 1864te "sığınmacı" 1919da "direnişçi" hak isteyince "yediği kaba pisleyen" iktidara biat edince "asli unsur" olmayı başardık, bunlardan her birini içselleştirenlerimizde, reddedenlerimizde oldu, oluyor. Her birimizin elinde bir Çerkesmetre var ve bu çerkesmetrelerimiz, bizimle aynı düşünmeyenleri hızlıca Çerkeslikten çıkartabiliyor (...) herkes kendi bildiği Türküyü, avazı çıkana kadar bağırırken, peki tarihimizde bize bağıran ve bugün ona sağırlaştığımız Çerkeslik nedir? Eğer bu soruya cevap veremezsek, vermezsek.. elimizde tuttuğumuz Çerkesmetrelerimiz ile birbirimizin boyunun ölçüsünü almaya devam edersek, hep başkalarının biçtiği kıvamda, istediği kadar olmuş bir Şipsi olmaktan öteye gidemeyecek gibiyiz.
Share:

BÖLGE, DENGE VE ÇERKES DİYASPORASI

BÖLGE, DENGE VE ÇERKES DİYASPORASI
_________________________________________
"Rahat olun, hepimiz Çerkesiz."

Bölgemizde değişen dengeler koltuklarına kök saldığına inanan iktidar zihniyetinin canını bir hayli sıkıyor. Havada kimileri için korku, kimileri için umut kokusu var.. Korkunun kokusunu alan zihniyet kendini güçle örtpas etmek için iyice saldırgan tavır sergiliyor. İstiyor ki; kendi ruhuna sinmiş dehşeti, kendinin ortaya saçılmış en vahşi haline rağmen hala inatla umut kokusu alarak direnen kitleleri sindirebilsin. Fakat artık birşeyler netleşmiş vaziyette. Bunu en iyi analiz edebileceğimiz durum ise, bölgede konuşlanmış emperyalist yapıların taraflara karşı artık değişiklik gösteren tutumları. Bir zamanlar işbirliği halinde bölgeyi paylaştıkları, birlikte cinayet işledikleri, birlikte büyük-küçük sömürgeler yarattıkları iktidar zihniyetine karşı iyice açığa çıkan güvensizlik halleri; eski iktidar zihniyetinin tüm vahşetine rağmen umutla direnenlerin gücünü ciddiye aldıklarının işareti gibi okunabilir. Bölgemizde saldırganlara karşı direnen kitlelerin içinde ki pürüz de ciddiye alınacak olursa, bir anda değişebilecek dengelerden bahsetmekte ne yazık ki mümküm. Bölgenin çeşitli devlet  yapılarında, iktidarların resmi ya da gayrı resmi ordularına karşı savaşan yapılar içinde savaşın ağır şartlarından kaynaklanan bazı politik paradokslar var, kuşkusuz ki savaşın içindeki şartlar; masa başından değerlendirilebilecek kadar kolay değil. Bunlar ise mutlaka tartışılması gereken şeyler. Fakat tartışmalarda yanlış-doğru yaklaşımında hassas olunması, anlaşılması için daha faydalı olabilir. Günümüzün dünyasında sermaye odaklı iktidarların kaynağa dönüştürdüğü savaş ve savaşın yarattığı ticari sermayenin burjuvazi tarafından ticari bir kaynak olarak algılanması; savaş kazandıran şartları değiştirebilecek nitelikle silahlar üretir vaziyete getirmiş ve artık neredeyse tamamen bir tekele dönüşmüştür. Buna karşı çözümsel yaklaşımlar olmadan, savaşın içindeki kitlelerin kendileri için hayati nitelik barındıran bazı yanlışları yapmalarını eleştirmenin yapıcı bir yanı olduğu konusunda ne yazık ki kuşkuluyum.

Bölgede dengeler değişirken, mevcut şartlar altında geleceğini göremeyen halklar içinde bir tartışma başlatıyor. Mevcut iktidarın kendi hakimiyet alanında tuttuğu halkların şartlarına yaklaşımı-da bu tartışmaların bir parçası olurken, yıllardır mevcut şartlara itiraz eden kesimlerde bölgede değişen dengelerin kendilerine taşıdığı umutla seslerini yükseltmeye başlıyorlar.
Son yıllarda, Bölgede yaşayan Çerkes Diyasporasının bir ferdi olarak kendi halkıma baktığımda gördüğüm durumda tamamen bu yönde seyir ediyor. Uzakta bir umut gören fakat hangi patikanın o umuda gittiğini görmeyen Çerkes grupları var ama bazı Çerkes gruplarının bir umut gördüğünü anlayabilen bir de iktidar var. İktidar, kendi temsil ettiği yapının açtığı yaraları iyi biliyor ve oralara yönelik bir siyaset geliştiriyor. İktidarın ürettiği siyaseti taşıyan Çerkes grupları ve kişileri var. Bunlar bilinçli ya da bilinçsiz, hesaplı ya da hesapsız olabilirler bilemiyorum, bilmekte istemiyorum fakat bildiğim birşey varsa; iktidarın ne yaptığını çok iyi bildiği. Fakat iktidarın ne yaptığını bilen muhalif Çerkes grupları ve kişileride olduğunu ve siyasi bir yükseliş içinde olduklarını da biliyoruz. İki tarafında olması; diyaspora için daha verimli bir siyasi düşünceyi örgütlemek için iyi bir neden, fakat yapılar içinde iktidar zihniyetinin sancağını taşımayan grupların belirsizliklerine son verememeleri bunu ciddi bir risk haline getiriyor.  Bu riski görebilen grupların öncülerinin son günlerdeki tutumu bana umut vermekle birlikte, belirsizlikleri üzerinden atarak kendini netleştiremeden geçirdikleri her gün, ne yazık ki büyük bir kayıp. Büyük bir kayıp çünkü; bölgenin diğer halklarının ortaya çıkardığı talepler, bunların gündemi ve konuşulması, netleşilmesi başlamış ve ilişkiler yerli yerine oturmaya başlamış bir vaziyette. Bugünlerden geçtikten sonra, ortaya çıkaracağımız her talep, haklı ama ne yazık ki geç kalınmış bir talep olabilir ve ağır işleyen bir sürece sıkışabilir
Kısaca demek istediğim şey; "kendi haklı" radikal sınırları içerisinde sıkışan ve bu sınırların dışında kalanlara karşı düşmanca saldıran grupların birbirleri arasındaki tartışmayı gündemlerinden ve değdikleri halk kitlelerinin  gündemlerinden düşürmeden tartışmaları, bugün Çerkes halkının gündemini işgal ederek; kendi geleceğine yönelik politik bir program üretmeyi ertelediği gibi engelliyorda. Epey zaman önce yazdığım bir makalemde; "Kısacası; Çerkes siyasetinden bahsetmek zor, fakat Çerkeslerin kendi içlerindeki siyasetlerinden bahsetmek mümkün. Mümkün evet; çevrenize dikkatlice bakınca gördüğünüz şey; bir Çerkesin, diğer Çerkese hala siyaset yapmakta olduğudur. Çerkeslerin ülkede siyaset yaptığı falanda yoktur." yazarakta belirtmiştim bu durumu. Çeşitli gruplara ve o grupların düşüncelerini paylaşan insanlara açıkça söylediğim gibi. Çerkeslerin devrim yapmak gibi bir derdinin olduğunu söyleyemeyiz, Çerkeslerin islamı yeryüzüne yaymak gibi bir derdinin olduğunu da söyleyemeyiz, Çerkeslerin iktidarı güçlendirmek gibi bir derdinin olduğunu da, Çerkeslerin topyekün bir partiyi güçlendirmek gibi bir derdinin olduğunu da... Çerkeslerin, mevcut şartlar altında en büyük dertleri; var kalabilecekleri şartları oluşturmaktır. Bunu nasıl yapacağımız ise ne yazık ki bizim arzuladığımız şekilde olamamaktadır, bunun belirleyicisi halkın mevcut sosyo-kültürel durumudur ve bu durum göz ardı edilemez. Tabiri caizse "Tayyibin Bilal'e anlattığı gibi" halkımıza anlatabileceğimiz bir yol bulunmalıdır. Eğer söz konusu Çerkesler için, Çerkeslik için birşey yapmaksa; dini  ya da siyasi kalıplarımızın üzerine kurulu bir politika üretmekte ısrar etmek, çocukluktur. Anlamamız gereken şey ise; bu halkın çocukluk hayalleri üzerinden kaybedecek vaktinin olmadığıdır. Halkımızla uzlaşmadan, halkımıza ne kazandırabiliriz? Radikal devrimcilerimiz, devrimci tüm birikimlerini; devrim üzerine sabitlenmiş örgütlere harcayabilir. Dini misyonerlerimizde aynı keza. Bunları yaşatabileceğimiz ve mücadelesini destekleyebileceğimiz, bunlara odaklı örgütler zaten bolca varken; asimilasyonun derinlerine nüfuz ettiği Çerkes Diyasporasının siyasi bilincini-de radikal ideolojik yörüngelere entegre etmeyi arzulamak; amaç her ne kadar insani olursa olsun halkımızın toplumsal entellektüel birikimlerinin gerçekçi karşılığı değerlendirildiğinde gerçekleşmesi imkansıza yakın durduğu göz önüne alındığında ihanet etmekten farksızdır. Çerkeslerin ihtiyaç duyduğu şeyleri doğru yorumlamak ve ortalama siyasi bilince sahip bir Çerkesin anlayacağı türden bir yol oluşturmak artık zaruri bir ihtiyaçtır. Peki, hareketlerin birbirlerinin yaptıklarını ya da yapmadıklarını bu kadar yoğun tartıştığı bir dönemde, zaruri ihtiyaçlarımıza çözüm üretecek tartışmaları nasıl başaracağız? Bunun cevabı hepimizde. Sorun bizim sessizliğimiz, çözümde bizim sesliliğimiz gibi duruyor.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler