Gelecek Yıl, Yağacak Kar.

İstanbul'a kar geldiği haber verildi, romantik bir coşku akı verdi sosyal medyaya. Sıka sıka kırılacak diş de kalmadı artık, artık çene kemiğimiz acıyor, çene kemiğimiz kırılacak az kaldı artık. Kendimizi bir tek kamuoyunun vicdanına değil, kendi çevremize dahi ifade edemiyoruz. Biraz konuştuğumuzda yüzü düşüp, bize küsen müstakbel dostlarımız "yas mı tutalım" diyorlar, arkadaşlar; biraz zahmet olacak ama evet, yas tutun. Farkında mısınız? Nasıl bir ateş çemberindeyiz, Roboski, Gezi, Reyhanlı, Suruç, Ankara derken; bir katliamlar silsilesi geldi geçti, bu ülkede o katliamların failleri hariç her insanın hayatının bir kıyısına; katledilmiş insanları yara olarak bıraktı. Meydanlarda bir araya gelip, kardeşliği, barışı bağırmamız ölüm korkusuyla mahkum edildi, sadece Can Dündar ve diğer tutsak gazeteciler değil, onlarla birlikte her birimizin gerçekleri konuşma hürriyeti zindanlara tıkıldı. Sadece HDP Belediye Eşbaşkanları değil, onlara kentimizi yönetmeleri için verdiğimiz vekaletle, her birimizin iradesine darbe yapıldı. Sadece Selahattin Demirtaş değil, bir yanlışa karşı duymanın bedeli olarak tüm muhalefet hain ilan edildi. Sadece Taybet ana değil, ayağının altında dünyanın tüm analarıyla paylaştığı cennet parçasına zulüm edildi. Sadece Miray bebek öldürülmedi, onun o zavallı bedeni üzerinden her birimizin geleceğine kan sıçradı. Loren Elva, Türkiye'nin batısından doğusuna kardeşlik taşıyan arkadaşlarımın katledildiği Suruç'ta yalnızca "iyi değilim, iyi olmayacağım" demedi, "iyi olmayın" da dedi. Şimdi yılbaşı geliyormuş, kar yağacakmış ya! Allah belasını versin gelen yılın, yağan karın! Anladım, yas tutmaya niyetiniz yokta, el insaf yahu; kentlere tanklarla, toplarla orduların girdiği şu günlerde, evladını, anasını, kardeşini yitirenlerin acısına saygı duyun, evlerini terk etmek zorunda kalan, kendi ülkesinde sığınmacıya dönüşen şu insanların acısına saygı duyun da, yağacak karı da, gelecek yılı da gözümüze batırmadan kutlayın isterseniz!
Share:

Etnik ve Sınıfsal açıdan Çerkeslerin ince işler tarifesi

En başta açık konuşmak gerekirse, ben bir ulus olmakla, bir ulusun içinde bir siyasal unsur olmak arasındaki çizgiyi iyi çözümlemek gerektiğini düşünüyorum, ancak bugün bir çok yerde bu çizginin olmadığını söyleyebilirim. Zaten sanıyorum bugün önümüzü tıkayan en büyük engelde bu çizginin olmaması. Bu çizgi Çerkesler için henüz çözümlenmemiş diye ya da bugün Çerkesler açısından bu çizgi henüz ilan edilmemiş diye biz toplumsal sosyolojimizde bu çizgiyi inatla yok sayarak, yok edemeyiz. Ancak sadece, bunun doğurduğu bir takım krizleri aşacak çözüme yaklaşamaz, birbirini tamamlaması gereken süreçlerin, birbiryle çatışarak kısa süreçte anlamsız bir yormasını ve uzun süreçte de ne yazık ki kalıcı zararlar doğurmasına sebep olabiliriz. Aslında bugün olmaktayız da. Bu çizgiyi çözümlemek, kabullenmek ve gereken yere koymaktan çekinemeyiz, bu siyasal kulvarda hem etnik hem de sınıfsal mücadele veren herkesin sorumluluğunda. Yoksa olan açıktır; işte bu çizginin yoksunluğu; bu iki alanda da yedeklenen insanların enerjisini birbiriyle seyrelterek kendi çizgisini toplumumuza inşa eden ve bugün kabullendirmeye başladığı açık olan egemenlerin her iki alanın da mücadelesini erittiği bir noktaya dönüşüyor.  5 Aralıkta yazdığım 'Doğru olana - katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin' yazımda, bugüne kadar aktif bir şekilde sahada yürüttüğüm siyasal faaliyetler gün yüzündeyken ve ben bugün hala o çizgide, daha ileriye gitmenin yollarını irdelerken, ulus olmakla, ulusun içinde siyasal unsur olmak arasındaki çizgiyle ilgili açıkça şöyle yazmıştım:

...Her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir. Herbiriniz bir Çerkes olarak ne olmak istiyorsanız olun, ama olmak istediğiniz veya olduğunuz şeyi Çerkesliğe zorlamayın... 

Benim için, yukarıda belirttiğim her Çerkesin ne olabileceği ancak Çerkesliğin ne olamayacağı konusu tartışmaya bile açık değil. Epey zamandır, dünya görüşünde birbiriyle zıt duran ancak bana karşı düşmanlıkta ortaklaştıklarını fark ettiğim bazı insanların velvelelere kapalıyım, kendileri çalıp, kendileri oynarlar formülüyle o arkadaşlara babamın bana öğrettiği bir Adığe üslubuyla kendimce zaten cevap veriyorum ama, bu çizginin malum kişilerin dışında samimi bir şekilde mücadele yürüten unsurlar içerisinde dahi tartışılmadığını ne yazık ki görüyorum. Biz bugün en azından Türkiye'de bunun sonuçlarını yaşıyoruz ve bu çok üzücü. Umuyorum ki, en kısa zamanda bu konunun önemi bu halkın geleceğine yönelik siyaset yapan herkesce anlaşılır ve o çizgi belirginleşir. Aksi takdirde ise, bugüne kadar olduğu gibi; birbirini tamamlaması gereken unsurların, birbiriyle çatışması durumu sürecek ve bu krizi egemenler kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanacakları çizgileri halkımıza inşa edecektir. Bugün devletin geçmişte yaptığı hataları kısmen kabullenerek, bunlara karşı her ne kadar samimi olmasa bile diğer halklara tanıdığı bazı ayrıcalıkların sebebi nedir hiç düşünebiliyor muyuz? Kürt Ulusal hareketi, Türkiye sol hareketini haklı olarak peşine takabiliyorsa, bu-da ön açıcılığından değil mi? Lenin'in "Ezilen Ulusların Milliyetçiliği" üzerine görüşü ortadayken, belki bu ülkede en çok ezilen bir ulus olarak Çerkeslerin, anavatanlarına yaklaşmaya yönelik çabaları dahi, Çerkeslerin içindeki sol hareketin en ağır saldırılarına uğradı. Çerkeslerin içindeki yurtsever hareketler de, kendi yurtları ve tarihleriyle adeta savaşan asimilasyon çarkının politikalarına karşı konumlanması gerekirken bu sol harekete karşı saldırıya başladılar. İşte bu iki anlayışın tamamen birbirine karşı ortaya koyduklarını ilan ettikleri siyaset hastalıklıdır. Bu durumda şu anlaşılmıyor ki, ne Çerkes sosyalistlerinin ideallerini engelleyen Çerkes milliyetçileridir, ne de Çerkes milliyetçilerinin değerlerini yok eden Çerkes sosyalistleridir. Şu aşama da, bu iki cenahın 'Çerkeslik' olarak ilan olunabildikleri tek şey ortak dertleri ve talepleridir üstelik. Gerisi, bu dertlerin ve taleplerin yöntemiyle ilgilidir Çerkeslik öznesinde. Yoksa iki tarafın taraftarları da önüne, anti-demokratikleşen bir Türkiye'nin, hem Çerkeslere hem de diğer halklara hem de sınıflara karşı nasıl da aynı zararı verdiğini anlayabilmeyi denemeliler. Giderek tek dil, tek din, tek millet, tek vatan diye başlayan ve pratikte hakikaten bunun karşılığına topyekün savaş ilan eden egemen zihniyetin ülkeyi soktukları halden etkilkenmeyen var mı? Geçen yıl Kasım ayında yazdığım 'Ulusal Şizofreni' isimli yazımda da bu soruyu soruyordum, birbirini tamamlaması gerekirken, birbiriyle çatışarak egemenlere büyük bir fırsat veren zihniyete karşı:

Bunlar bizim dışında kaldığımız şeyler miydi? Tam içinde, iliğimize kadar dayanan ve bizi sindiren şeyler değil miydi? Diasporanın ulusal bilincindeki kaosu sürdüren, bu sinme, bu aydın zümrelerinin yok edilişi/susturuluşu değil miydi? Hepimizi, kendi kulvarının en radikal Çerkesi yapıp, başka kulvarlara karşı düşmanca yaklaştıran şey değil miydi bunun sonucu.




Kısacası sevgili dostlarım, Etnik ve Sınıfsal siyaset açısından ortaya konulması gereken çizginin bir çözümlenmesi olmadığı için, bugün ince işler tarifesinde ancak birbirimize karşı üstünlük kurmaya çabalıyoruz, halbuki ne Çerkesliği ne de Proleteryayı zafere taşıyacak olan şey de bu değil. İnce işler tarifemizi, kim olduğumuzu ve ne istediğimizi, biricikleştiğimiz yerden tanımlamakla mümkün olabilir. Yok, kimisi devrimciliğini kimisi yurtseverliğini Çerkesliğe sabitleyip, geri kalanları elage ederek bir mücadele yürütmekte ısrarcıysa, dansöz olmaları artık an meselesi demektir.

Ben yolumu yine geçen yıl temmuz ayında yazdığım "Hasımlıkta, Hısımlıkta birer Seçenecek" isimli yazımda şöyle belirtmiştim

 Herkes, etnik kimliği ile siyasal kimliğini mukayese ediyor ve birbirini hizalamaya çabalıyor ama ikisi aynı şeyler değil. Hele ki, etnik olarak aidiyet hissettiği kimlikte bile yabancılaşmış, henüz etnik olarak bile doğru-istikrarlı bir raya oturmamış bir toplumda, siyasal faaliyet yürütmek, yürütülen siyasal faaliyetleri analiz etmek; tezler oluşturmak ve kararlar vermek çok zorken, bu iki kimlik biçimini konuşmak pekte kolay değil. Fakat şu ısrarla anlaşılmalı ki; artık bir noktadan başlanmalı. Zor, ama ertelenemez bir durum; bunu yapacak olan; henüz hiçbir konuda kendini netleyememiş ve sınıf söylemleri, haber yorumlamaları, herşeye ama herşeye maydonoz olunmaları dışında başka hiçbir halta yaramayanlar değil. Bunu yapacak olanlar kuşkusuz ki netleşmiş olanlar.



ve bugün de aynı düşünceleri sürdürüyorum.






Share:

Gençlerle birlikte üreten taraf olacağız.. İnsanlığı da, Çerkesliği de.

Bugün şartlar bizi ne kadar rehin almış durumda farkındayız. Birkaç gün önce bazı arkadaşlarımıza, refahı daim olmuş izlenimi verdiğimizi farkettim de, bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek isterim. Aman ha sanmayın ki burada güllük gülistanlıktayız, derdimiz-tasamız yok, aklımız üretegeldikçe üretimi ortaya koyabiliyoruz diye. Şartlar hiç olmadığı kadar ağır ve biz bu ağırlığı da iliklerimize kadar hissediyoruz, şartların ağırlığı yetmiyor gibi, bir de namlunun ucundayız. Kötü şeyler de yaşıyoruz, bunları söylesek bir dert, söylemesek bir dert.. ancak şartlara tamamen teslim olmuş değiliz ve sanıyorum ki bazı arkadaşlarımızın algılarını karıştıran da bu. Herşeye rağmen, kardeşlerimizle birlikte varız ve olduğumuz yeri tüketen değil, olduğumuz yeri üreten bir anlayışta ısrarcıyız. Çerkesya Yurtseverlerinin deyimiyle, "Çerkes Kalma" mücadelesini veriyoruz. Çerkes kalma mücadelesinin tüketen değil, üreten tarafı olma tutarlılığını sürdürmekte de ısrarcıyız. Demokratik Çerkes Kongresi Girişiminin de, "Büyük İnsanlık" içerisine sığdırdığı Barış, Adalet ve Eşitlik mücadelelerinin üreten tarafı olmak konusunda tavrımız kesindir. Biz, bugün olmayan tüm imkanlara ve olan tüm sıkıntılara rağmen, İnsanlığın da, Çerkesliğin de üreten tarafındayız. Öyle olmaya ve her yapının içinde mücadele tüketenler için üretmeye de devam edeceğiz. Doğru olan her kavganın ardında bizim izimizi bulurken, yanlış olan her söylemin karşısında da yüzümüzü göreceksiniz, doğruyu kimin yaptığının veya yanlışı kimin dillendirdiğinin hiçbir değeri yok. Bugün tam anlamıyla bağımlılıkta  yalnızca insanlık değerlerine ve Çerkes halkının onuruna bağlıyız ve geri kalan her yerde özerk bir durumdayız.  Tüm gençlerin de bu özerk yapıda olmasını arzuluyorum, bunu kendi enerjilerini tüketmemeleri, Çerkes halkına ve insanlık onuruna güç üretmeleri açısından istiyorum..
Share:

Doğru olana -katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin!


Başlangıcı itibari ile, kendi özgür varlığını ve temsiliyetini bazı anlaşılabilir veya anlaşılamaz faktörler sebebiyle ortaya koyamayan, çarpık ve temelsiz bir söylem veya karşılığı olmayan kavramlar ile kendini inşa eden örgütlerin bir gün gelip yaşayacağı en kaçınılmaz şey krizdir. Bugün biz Çerkes toplumu içerisinde faaliyet yürüten anlayışların bir kısmında bu krizin işaretlerini alıyoruz. Esasında tarihin bize verdiği en büyük sorumluluğumuz bu krizi derinleştirmek ve bu tip örgütlerin başlangıcı itibariyle ortaya koyması gereken özgür varlık ve benzersiz temsiliyet aşamasına kadar sarsmaktan ötesi değil. Ancak ne yazık ki, bu toplumda kötü çocuklar olma riskinin çok yüksek tutulduğu bir neden. Fakat er-geç; bu krizin sıkıştığı ve patladığı bir yer olacak, hatta artık bu neredeyse bir an meselesi. Bu krizin izlerini görmeden, sebeplerini konuşan ve ortalığı velvele alanına çevirerek kendilerini istemese dahi erteleyen bazı güruhlar var, bu krizi o güruhun velvelesine saklayarak kendi özgür varlığını ve temsiliyetini inkar eden bir güruh daha var, işte ben ve genç arkadaşlarım tam da bu iki güruhun orta yerindeyiz ve krizin izlerini takip etmekteyiz. Velvele ve inkarın çarpışma alanında, doğru olanın hayata dönmesi için uygun anı bekliyoruz. Buradan yola çıkarak, geriye doğru bir çok yazımda; bu uygun anın taşıyacağı doğru üzerine sadece benim yazdığım tam 180 metin bulunuyor. Bir çok kardeşimin de, benden az olmayan metinleri de erişilebilir bir yerde duruyor, üstelik bu buz dağının görünen tarafı; bir de henüz kaleme gelmemiş düşüncelerimiz, hayallerimiz, arzularımız; fikirlerimiz var!

Bir de çağrımız var! size, bize, hepimize; Çerkeslere! : Doğru olanın, gerçekleşmesine katkı sunun!

 Nice zamandır, yanlış anlaşılma korkusuyla ağzıma kadar geldiği halde sustuğum bir şey var, nice zamandır sustuğum içinse bugün duyduğum pişmanlık cabası. Biz, Türklüğü, Türkiyeyi, Dine, Müslümanlığı vs, Çerkesliğimize soslarken, asalet ve nezaket masallarıyla ninniler dinleyip uyurken, bu sorumsuzluğumuzun bedeli, Çerkes kültürüne ağır gelmeye başladı. Eğer gelmeseydi; bugün dilini konuşamayanların, tarihini bilmeyenlerin çoğunluğa ulaştığı bir nesil olmayacaktık. Ağır geliyor. Bu ağırlığı, bedeli ne olursa olsun artık üstümüzden atmak zorundayız. Hiç kimseye bir halkı sevmemeyi, bir devlete antipati duymayı veya bir dinden çıkmayı dayatmıyorum, ancak Çerkes toplumu içerisinde her mevzuyu bir devlet meselesine ve politikasına taşımayı, bir halka aidiyet noktasında getirmeyi, bir din meselesine çevirmeyi; yanlış olan şeyi üstümüzden atmayı söylüyorum. Yeter artık, bunlar Çerkesler içerisindeki farklı fikirler, inançlar değil. Bunlar Çerkesliği yiyip bitiren, Çerkesliği tüketen şeylerden başkası değil. Çerkesliğin ne Türkiyeye, ne Türklüğe ne de Dine ihtiyacı yok, henüz hiçbir Çerkes bunları bilmiyorken, tanımıyorken çok uzun yıllar yaşıyordu Çerkeslik. Bugün artık bunlarla birlikte yok oluyor ve doğru olanın gerçekleşmesini bunlar engelliyor. Ya doğru olanın gerçekleşmesine katkı sunun ya da doğru olanın gerçekleşmesine engel olmayın. İsteyen ne olmak istiyorsa gidip olsun fakat Çerkesliği rahat bıraksın.

her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir. Herbiriniz bir Çerkes olarak ne olmak istiyorsanız olun, ama olmak istediğiniz veya olduğunuz şeyi Çerkesliğe zorlamayın. Bugün, Çerkesliğin nüvelerini oluşturan özden ne kadar saptığımızı ve o nüvelere tekrar nasıl kavuşacağımızı düşünün, işte bugün Çerkesliğin, kendini oluşturan o nüvelere ihtiyacı, herşeyden daha çok.. Bugün Cherkess TV isimli bir internet televizyonu projesi için gittiğim kuzenim Murat'ın evinden dönerken Bağlarbaşında ihtiyar bir amcayla sohbet ettim ayaküstü yürürken. Kolumdaki orak-çekiç dövmesini görüp "Ah siz genç devrimciler" dedi gülümsedi ve devam etti "Ben 68 kuşağındanım, bizim zamanımızda devrim; emeğiyle yaşayan insanlara hizmet etmek için siyasal bir uydu idi, bugün ise emeğiyle yaşayan insanlar, devrimin teorik uyduları haline geldiler" dedi. Ben, dünyaya eşitliği, adaleti, özgürlüğü; insanlık için istiyorum. Çerkesliği de insanlık aleminin bir parçası olarak, eksiksiz veya fazlalıksız görüyorum. Siz de açık konuşun, Çerkeslik sizin için, Dininiz, Türkiye'nin, Türklüğün, Devrimin, Milliyetçiliğin, Paranın uydusu mu? Yoksa Paranız, Milliyetçiliğiniz, Devriminiz, Türklüğünüz, Türkiye'niz, Dininiz Çerkesliğin uydusu mu? Eğer Çerkesliğiniz, insanlık aleminin dışında başka bir şeyin uydusu ise artık diyecek lafım yok ama diğer şeyler Çerkesliğinizin uydusu ise, lütfen bunu gözden geçirin ve en namuslu olanı seçin. Bu yüzden doğru olana katkı sunun ya da doğru olana engel olmaktan vazgeçin

Ne Dinlerin, Ne Türklerin ne de Türkiye'nin size zerre kadar ihtiyacı yok. Dinler, Türkler ve Türkiye; Çerkeslere kıyasla kendi geleceğini zaten epeydir garantilemiş durumda. Sadece Dinlerin, Türklerin ve Türkiye'nin değil, Arapların, İngilizlerin, Osetlerin, Abhazların, Çeçenlerin de Çerkesliğe ihtiyacı yok, onlar da kendi rüştlerini Çerkeslere kıyasla katbekat ispatlamış, her biri yurdunda, paramparça edilmiş Çerkesya'ya kıyasla, dillerini ve kültürlerini daha garanti etmiş durumdalar. Hiçbirisi, bizim kadar muhtaç ve ağırlaşmış değil. Bugün eğer bir ihtiyaç varsa, Çerkeslerin onlara ihtiyaçları var, Çerkeslerin; Rusya'da, Türkiye'de ve tüm dünyada, sadece Çerkesliğin giderek yok oluşunu engellemesi için eşitliğe, adalete, özgürlüğe ihtiyacı var. Tüm bunlara çoğalmak içinse, dünyadaki kardeş halkların omuz vermesine ihtiyacı var.

Doğru olan, bugün içler acısı noktaya gelen Çerkesliği görmek ve onun geleceği için doğru olanın hayata geçmesine katkılar sunmaktır,eğer bu yapılamıyorsa bile, yapılacak en güzel şey; doğru olanın hayata geçmesine engel olmamakltır.




Share:

Jıneps Gazetesi / Aralık 2015 : Kültür Çerkesciliğinden, Siyaset Çerkesciliğine ilişkiler (1)

Kültür Çerkesciliğinden, kimliğe dayalı bir siyasi Çerkesciliğin yaratıcısı biz değiliz, bitiricisi de olamayacağız, fakat çok açık ve net bir şekilde kaleme alabilirim ki; kararımız olmayan bu geçişin şu günlerde ki Çerkes halkına en verimli siyaset üretenleri de, bırakın üretmeyi; kimliğimize dayalı ve yaşadığımız gerçekliği göz önüne alarak gelecekte en verimli siyaset üretmeyi işaret edenleri de bizim içimizde ve çevremizde. Salona sıkışmış kalıpta, dört duvarın içinde cılız ve kısık, hatta kendisini bile işitemeyen kültür Çerkesciliğinin hazin son on yılı, giderek kendine ağırlaşan yapıları arasında neredeyse kırılmak üzere olan beli; kültürcülüğün hatalı olmasından ziyade, kültürcülüğün yanlış yorumlanmasından kaynaklı. "Politik Hat: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür" isimli yazımda, kültürün ne anlama geldiğini ve diyaspora da nasıl okunduğunu ve işlendiğini anlattım, fakat burada da tek kelimeyle anlatmam gerekirse; kültürcülük yalnızca düğüncülük, kaşencilik, halujculuk olmamalıdır, birazcıkta dilcilik, adaletçilik, temasçılık olmalıdır diyebilirim. Nitekim, artık Çerkeslere, siyasi kimliklerinizi askıya bırakın ve içeri girin diyen dernek mantalitesinin çöküşünün arifesindeyiz ve herkes iyi biliyor ki, artık Çerkesler içinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve siyaset gençlik tarafından, bizzat onlara siyaseti yasaklayanların bile zihniyetlerine girecek. Giriyor da!

İşte bu, kültürcülük ve siyasetçilik arasındaki ara geçişin etkileriyle, toplumun belirli kesimleri arasındaki çatlakların görülebilir bir hal alması da, siyasetçiliğin doğal politikası olarak okunmalıdır. Bu çatlağın, artık görülebilir hale gelmesine ise hiç üzülmemeliyiz, nitekim artık bunun ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış durumda değil mi? Bir yandan, Çerkesim demeyi hayatının her evresine entegre etmiş ancak Çerkesliğin en önemli nüvelerini hiçbir şekilde kendisinde barındırmayan bir yığın, Çerkesliğin tahrip olan nüvelerini ortaya çıkarmak isteyenlere karşı adeta "Çerkesim" demeyi yasaklar halde değil miydi? Çerkesim diyerek; utanmadan, sıkılmadan ve rahatça karşıt görüşteki insanlara ulu-orta küfür edenlerin varlığı ayyuka çıkmamış mıydı? Memleketi, içinde bulunan tüm kesimleriyle sürekli kana boğan bir savaşı durdurmayı üstelik bunu ayrım gözetmeksizin tüm toplumsal kesimlerin faydasına isteyenleri "yemek-kab" gibi ezik ve zavallı argümanlarla bastırmak isteyenler, dillerinin altındaki baklalarıyla "daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla ölüm" diye kudururken, aynı kelimeyi aidiyet iması olarak kullandığımız için en az bir kere utanıyor değil miydik?  İş yerimizde, okulumuzda, sokağımızda, mahallemizde Türk arkadaşlarımız dahi bize beğenmeyen gider demezken, sözüm onlara bizimle aynı kaderi paylaşmış bu Çerkesler, beğenmeyen gider gibi ukalaca bize hitap ederken, ne hissediyorduk? İşte 150lik Çerkeslerin, içeriden içeriden çatladıkları ve çatlaya çatlaya uçuruma dönüştükleri bu durumun ortaya çıkmasından hiç rahatsız değilim. Ben onlardan, onlar da benden utanıyorlar; ne kadar adilce bir durumdayız..  Artık onlarla benim aramdaki farkın bir anlamı ve karşılığı var, onlar "Çerkez" ben "Çerkesim" ve aramızda tek harfi değişen bu ima, yalnızca bundan ibaret değil, onlar başkalarının tarihiyle bir yol bulmuş ve gidiyorlar, ben ise kendi yazılmış tarihimi klavuz edinmiş; "Çerkeslik İnsanlıktır" deyimine sadık, dünya ile bir Çerkes olarak bağlantı kuruyorum. İşte bu, kültürcülüğün kendini düğüncülük, kaşencilik ve halujculuk arasına alarak daralttığı, bizim ise bu kültürün bir nüvesi olarak gördüğümüz dilcilik, adaletçilik ve temasçılığın bir gereği. Dünya ile temas eden, kendi adalet anlayışı olan ve olguları bu anlayışla ele alıp kendi dilinde okuyabilen bir politik kültürcülük. Siyasetçilik!

Siyasetçilik, kendine kültürcülükte bir taban bulabiliyor ve bu tabanla, politik bir dizi teması da olabiliyor. Bunun anlaşılması basit, sonuçta giderek Çerkeslikten yozlaşan, biyo-çerkesler görünmez değiller ve üstelik gözümüzün önündeler, onları görmemek için bir çeşit körlük yaşıyor olmamız lazım ve bunu yalnızca yazarlar, aydınlar, enteller, kimlik savunucuları, post modern dönüşçüler değil, bir çoğu görüyor. Kimisi kampının etkisinde, siyaseti ne kadar reddetse dahi onu yaşayarak bunu görmezden gelmeyi denese, hatta görmediğini ilan etse de, onlar da görüyor ve bu görülme, bir kaç yıla kadar Çerkesim diyen herkesin inkar edemeyeceği bir hal alacak, gidişat böyle. İşte bu gidişatı şimdiden görebilen insanlar, kültürcülük ile kendini sınırlayan yerlerde artık refleksif bir siyasetçilik pozisyonu alıyorlar ve bu refleksif durum bir müddet sonra kendini bir bilince taşıyor, bu bilince taşınım; siyasetçilik yapanların çalışmalarına bağlı bir şekilde hızlı ya da yavaş olsa da, yozlaşmaya paralel şekilde direngenlik gösteren ürettiği siyasetin gidişatı da, ileri ki günlerde bilince ulaşımın hızının artacağını işaret ediyor. Ancak Kültürcülük, kendini siyasetçilik arenasında pek temsil edemiyor, aslında bunu istese dahi yapacak bir ön çalışması hiç olmadı, seçimlerden evvel kültürcülük üzerinden türkiye'nin en büyük Çerkes örgütlülüğüne sahip bir kurumun durumu da bunu işaretlemişti, ama az durun; o kuruma alternatif olarak kendini ortaya koyan ve kısa tarihinde bir dizi siyasi refleks göstermiş bir diğer kurumun da böyle olduğunu söyleyecek veriye sahibiz. Soykırımın yüzellici yıl anmasında, o kurum yöneticileriyle HDP arasındaki uyumluluk, kurumun tabanına yansıyabilmiş değildi. O kurumun oluşum süreci her ne kadar belirli bir çalıştaya ve hak taleplerine yönelik atakla başlamış olsa bile, bugün o kurumun en üst derece sorumlusunun, o kurumun nüvesi olan bir inisiyatifin ortaya çıkardığı bir diğer kurum olan siyasal kanatın altında tabanına yaklaşacak kadar cesur olamadı. Toplumsal muhalefetin tepkisini her geçen gün arttıran ve bugüne kadar Çerkesler için hiçbir olumluluğu gözükmeyen, elindeki kanı dünyanın her bir yerine bulaşmış bir terör örgütünü finanse ettiği belgeleriyle kanıtlı bir siyasal eğilimin çatısı altına girmeyi canı gönülden denese dahi, bunu da yapamadı. İki örnekte, kültürcülüğe sıkışmış, tabanını bu taraftan yakalayabilen yapıların, siyasetçilik kulvarındaki hezeyanı olarak okunmaya müsait. Karşıt kuvvetlerin de, bu açıkla ilgili çalışmaları oluyor, ancak tamamen Çerkes talepleri ve bu taleplerle birlikte Çerkeslerin, yurtlarına yönelik bir geleceği kurgulayan tabanı, bunu ütopya olmak dışında, mümkün olacak sınırları içerisinde değerlendiren; mevcut durum ve şartların değerlendirilmesini ve bir gerçeklik ile hareket edebilmesini küçük bir zümre deniyor, başarmaya çok yakın, ancak yolu çukur doldu bir zümre. Bugün o zümrenin, genişleyen dallarının bir kısmı kendini karşıt konumda pozisyonlatarak olsa bile kültürcülük için kendini kapatan tabana girdiği tartışılmaz bir konu.
Share:

Tsey Mahmut'a Ferdane'ye ve Nartan'a, selam söyle Tahir...


Bu ülkede barışı inşa edecek yürekliliğe ve cesarete sahip kaç vardı, şimdi kaç kişi kaldı acaba? Tahir Elçi, ki kendisi biz barış için kelleyi koltuğa koyup mücadeleyi alanlara taşıdığımız kişilerin yüreğinde devasal bir parçaydı. O cesur, kararlı ve azimliydi. Bizim yüreğimizden sokağımıza taşan barış çığlığının dinamasoydu, şimdi onsuz; her birimiz biraz eksilmiş durumdayız. Onun yokluğu, bizden bir götürmedi; o ki on milyonlarcamızın yüreğinden bir parça azalarak belki bizi milyonlarca eksiltti. Tahir Elçi'yi vuran karanlık eller, yalnızca onu değil; onu ve kavgasını yüreğinde taşıyan on milyonlarca insanın vicdanını hedef aldı. Ancak biz, pis etmemeyi, korkmamayı, sinmemeyi, karanlığın üzerine üzerine, gerekirse yana yana, gerekirse düşe düşe gitmeyi Tahirlerden öğrendik. Hani diyoruz ya; birer birer ölür, biner biner doğarız diye; Tahir ağabeyin onurlu ve namuslu kavgasını yaşatmak için binlercemiz, bugün Tahir olmaya başlayacaktır. Bizler, halkların arasına sokulmuş hain savaşı bertaraf edeceğiz ve onurlu barışın ülkemize ve daha sonra dünyamıza kalıcı bir şekilde hükmettiği güne kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.

Kavganı bu dünyada biz, henüz öldürülemeyen onurlu insanlar sürdürürken, sen öbür dünyada hakkını savunduğun yüzbinler tarafından karşılanacaksın. Onların içinde, her yaştan ve milletten güzel insanlar olacak Tahir, sen hepsini bizden iyi tanırsın, sen hep onların karanlığa saklanan katillerini aramak için koştun çabaladın, bir kişi daha ölmesin diye ömrünü adadın. Ömründe hiçbir güce karşı bu davandan bir adım geri atmadın, sana diz çöktüremediler. Seni susturamadılar, işkence tezgahlarında vicdanını bırakmadın, tehditlere gülüp geçtin, hedef gösterildin susmadın. Ait olduğun davanın bir bölümünde, dünya aleme gösterdin kendini, ölüm pahasına sokağı bırakmadın Tahir. Hiçbir cinayet güzel değil, ölüm hep ürkütücüdür ama, sende iyi biliyorsun ki; böyle bir adım geri atmadan onurlu yaşayarak, davayı bırakmayarak ölmek, hepimizin hayalidir. Allah'tan; hiçbir insanın ölmeyeceği, barış dolu bir dünyayı dilerken, gerçeğin içinden de ancak, senin gibi bir adım geri atmadan ölmeyi arzu ederiz. Şimdi sen, hakkını savunduğun yüzbinlerce faili meçhulün gönül tahtındasın ya; her birine selam et, merak etmesinler; sen yoksan biz varız ve asla susmayacağız. O değerli arkadaşımız içinde, bu ülkede öldürülen ve bizim sarılıp konuşmaya doyamadığımız yoldaşlarımız da var Tahir.. onlara da selam söyle, onlara de ki; Yeryüzünde henüz ölmemiş ve Çerkesce barış isteyen yoldaşların, bizim bıraktığımız yoldan yürüyorlar! Halkların barışına karşı savaş suçu işleyen katillerin ve o katilleri destekleyen zihniyetin karanlığına karşı saldırıyorlar.

Tsey Mahmut'a, Nartan'a, Ferdane'ye, Yusuf'a ve nicesine söyle, onların semadan bize verdikleri güç ile bugün yeryüzünde barışı inşa eden kervanın en önlerinde " YAŞASIN BARIŞ " diyerek ve " ADALET " talebimizi en yüksek şekilde sürdürerek yürüyoruz.

Biz nasıl hoşçakalalım? en hoş yoldaşlarımızı en pis cinayetleriyle aldılar ellerimizden, gözlerimizden? Fakat sizleri, yüreklerimizden asla alamayacaklar. Ölene değin, yüreğimizde bizlerle olacaksınız..

Share:

Rusya-Türkiye "Uçak krizi" ve Türkiyeli Çerkesler


Çeçenistan'ın çakma devlet başkanı Ramazan Kadirov; Rusya'ya bağlılık yeminleri etti bile ve bir anda Rusya'nın Çeçenistan'daki işgalci tavrı karşısında konumlanan her görüşten Çeçen ve elbette kardeş halkı biz Çerkesler, Ramazan Kadirov'u topa tutmaya başladık. Nasıl tepki göstereceğimizi bilmediğimiz gibi, bilmediğimiz zaman, bilmediğimiz şeylere nasıl sessiz kalacağımızı da bilmiyoruz galiba. Biliyorsunuz; Rusya bir süredir Suriye'de Esad rejimine karşı silahlanan teröristleri vuruyordu, Türkiye'de bu duruma karşı tepkiliydi ve geçtiğimiz gün, şeytanın aklına gelmeyen şey oldu ve Türk Hava Kuvvetlerine ait iki savaş uçağı, Rus bombardıman uçağını Türkiye-Suriye sınırının üzerinde vurdu. Vurulan uçaktan atlayan pilotlardan biri, paraşütüyle süzülürken yerden "Allah'u ekber" nidaları atan "ÖFKELİ BİR KALABALIK" tarafından vuruldu. Daha sonraları ise, Türkçe bir ses "Atma, atma, esir geliyor" diye bağırdı. Hatay Valisinin koordinasyonunda yapılan insani yardımı görüntülemeye giden basın, sözde Türkmen diye lanse edilen aslen Türkiye Elazığ nüfusuna kayıtlı bir çetebaşının Türkiye'ye teşekkürleri peşinsıra dizerek 2 pilotun öldüğünü söylüyordu.  Konumuz bu değil, ne Rusya orada gerçekten Arap halkının kara kaşına, gözüne orada ne de Türkiye gerçekten Türkmenlere kan bağıyla bir aşk besleyerek onlara her türlü anlamda lojistik sağlamıyor. Ancan bu kirli oyunun, bazı kuralları var.  İşte Türkiye, bu kurallara hakim değil ve haylazlık ediyor. Bu haylaz çocuklukta, biz Çerkeslerin Türkiye diyasporası için felakete gıdım gıdım ilerliyor. Ancak ne yazık ki, şimdi burada bahse konu olan şeyleri bir çeşit teslimiyet gibi yorumlarken gerçekten şövenist görüntü verecek insanlar bize "Rusyacı" diyecek. İşin esası, Rusyacı olmadığımızı onlar da biliyor ya, ancak bunu söylemek için içlerinde dinmek bilmeyen egoları bizim üzerimize basmak için çıldırtacak onları. Oysa biz; Suriye üzerinden dönen bu oyunda ne Türkiye, ne de Rusya taraftarı değiliz, insanlık saflarında düşüncelerimizi defalarca söylediğimiz gibi, pratik olarak bu karşılıkta oluşturduk. Fakat kenardan kenardan, bu durumdan da size bir "Çerkes sorunu çıkarayım mı." Aygün adında bir arkadaşımızın ekran görüntüsünü alarak paylaştığı bir "ne düşünüyorsun" iletisinde, kendine Çerkes diyen ve beni ikna eden bir arkadaş tam olarak şöyle söylemiş:

Savaş çıkarsa ve ciddi silah yardımı yapılırsa Rusya ile Kafkasya'da savaşacak 500 bin kişilik 10 Çerkes ordusu hazır ve nazır. Aslında bu rakam 15 orduya çıkabilir ama komünist, ateist, dinsiz, imansız ve rus kanı taşıyanları (kadirov) çıkardık mı temizinden 5 milyon çıkar. Hafife almayın, Selahaddin Eyyübü'nin ordularıda bizlerdik :) smiley smiley.

Gülmeyin, abartıları çıkarıp olayı "kafkasya"dan "türkiye"ye çektiğimizde sayıları milyonu bulmasa da, hatrı sayılacak derece de böyle insanlar var. Daha bir önceki yazım "Rusya Dışişleri Bakanlığı Hangi Kozu Oynadı?" Türk-İslam sentezi ve etkilerini konulaştırdığım altbaşlığı "2 - Din, Çerkesler ve resmen ideoloji!."  . yorumuza sunmuştum şimdi  bu konuyu bu yönüyle ele alalım. Türkiye Çerkes Kopuntusunun tabanında, Türkiye'nin Rus uçağının düşürülmesi için sevinecek nasıl bir sebebi olabilir? Eğer, içinizde tutuşan bir intikam duygusu sizi körüklüyorsa, şimdi esas konumuza gelelim. Düşürülen bir Rus uçağı, Çerkeslerin vatanına "Turist" olarak gidebilme hürriyetini bile sarstı. Geri dönüş hareketi içinde artık herşey, dünden daha zor. Geridönüş, dönüştürebilme umuduyla içinde barındırdığı bu ayrık otlarını tekrar düşünmelidir.Dönüşemeyen veya dönüşümünde sanrılar geçiren bir grup devşirme, politik hattan uzaklaştırılmalı ve siyasal örgütlenme sancıları gösteren kitlelerin önde gelenleri bu konuda birliktelik sağlamalı ve Çerkezler ile Çerkesler arasında kırmızı bir çizgiyi; dünyanın her bir yerinden gözükebilecek şekilde oluşturabilmelidir.

A - Rusya ve Türkiye arasındaki gerginlik Çerkeslere nasıl yansıyabilir?

Sembolik olarak bir kaç örnek vermek isterim evvela, az önce Jıneps Gazetesi'nin sosyal ağından Dünya Çerkes Birliğinin, Ankara'da yapılması planlanan YK toplantısı iptal edildi. Çerkesya toprağı olan Kabardey Balkar Cumhuriyetinde yaşayan bir dostumuzun Türkiye'den gelen kargosu geri çevrildi. Türkiye ile Çerkesya toprakları arasında seyehat düzenleyen Nuhoğlu Turizm'in de eşya götürmeyi reddettiği ve oraya giden eşyaların gümrükten geçmediği hatta kişilerin de kabul edilmediğini söylemiş. Rusya'daki Türkiyelilere yığınla dert ve baskı oluşturuldu bile. Hatta işadamlarının Çerkesya'nın Sochi topraklarındaki gözetimevlerine toplatıldığı da söyleniyor ve bir dizi iz daha peşinde; henüz bir hafta önce Rusya'nın Suriyeli Çerkesler için sarfettiği "Yurttaşımız değiller" sözü, kulağımızda çınlıyor. Türkiye ile Rusya arasında başlayan bu gerginlik bir kaç dalda Türkiye'ye yansıyacak. En başta, Rusya ile ticaret yapan burjuvaya, devletlerin taraflarınca vardıkları işbirliğine, karşılıklı olarak inşaat sektörüne. Bu durumdaki olay tamamen ekonomik, ancak tüm Çerkesler nedzinde bu yansımanın en mağdur ettiği geniş benzer kitle elbette Çerkesler olacak.  İşte bunu görebilmek için, azıcık bilgi ve vatana karşı aidiyet hissi gerekirken, görememek için gözü köreltecek kadar başkalaşım geçirmiş olmak gerekir.

Çerkesler ile Yurtları arasına, Türkiye'nin uçak krizi de girdi. Birgün Rusya, bugün böylesi krizlerden sonra Türk refleksi gösterip 500 bin kişilik 10 ordu kuran hayal gücüne dayalı devşirilmişliği önümüze koyup; siz artık yurttaş değilsiniz diyecektir. Bizde derler ya "Kraldan kralcılık" diye, konu tam böyle; Türkiye'li bir çok Türk, Rusya ile arasında çıkacak krizden yana değilken ve hatta Türkiye Devlet erkanının en başının "Bilseydik, vurmazdık" demesine rağmen; içlerine enjekte edilmiş Türk zihni, şovenizmin zirvesine çıkıyor.

Demek ki artık, asla geri dönüşmeyecek bir taban kitlesi var ve o kitleyi dil, yurt ve eşitlik isteminin dışında tutacak bir söylemi hayata geçirme vakti gelmiş.


Share:

Rusya Dışişleri Bakanlığı, hangi kozu oynadı?

Hafıza: Çerkes kopuntusunun kısa tarihi ve Modern Rusya

Rusya Dışişleri, kendi sürgün ettiği Çerkes halkının ateşe düşen bir kopuntusuna, gözümüzün içine derin derin bakarak "onlar bizden değil" dedi. Bunu söylemesini içimize sindirip, sindirmediğimiz başka konunun sorusu, fakat tüm şartlarda şu unutulmamalıdır ki, Suriyeli Çerkesler, kendi kaderlerini tayin ederek oraya gitmediler ve orada ne kadar deformasyon yaşamış olurlarsa olsunlar, bunun yegane sebebi Rusya'nın mirasçısı olan Çarlık Rejimidir. Rusya'da Çarlık Rejiminin devamcısı değilse, şunu unutmamalıdır ki, 152 sene evvel miras aldıkları siyasal otoritenin yanlışını sürdürmeyi bırakmalı ve bunu telafi ederek, Çerkes halkının yurduna geri dönüşünün önünü açmalıdır. Ancak görüldüğü üzere, bugün Rusya'da egemen olan siyasal otorite, Çarlığın yalnızca topraklarını değil, politikalarını da miras almış, topraklarına hükmederken, o topraklar üzerindeki politikalarını da sürdürmekte olduğudur. Ancak, sürdürmekte olduğu bu tip çirkin politikaları, bazı gerekçelere sıkıştırdıkları ve o gerekçeleri ne yazık ki kopuntuların sağladığını da göz önüne almamız lazım, bu tespitle yola çıkarak, henüz geçen günlerde "Suriyeli Çerkesler soydaş değil" deme cüretini gösteren dışişleri bakanlığının nasıl, ürettiği politik gerekçeleri, bugün Türkiye Kopuntusundaki Çerkesler üzerinden ele alalım. Sonuç olarak şunu çok iyi okuyabiliyoruz ki, Çerkesler bugün yaşadıkları ülkelerin egemen ideolojisine yedeklenmiş ve o yedekte asli bir unsur olarak dönüşüp hassasiyetlerini kaybetmişlerdir. Suriyeli Çerkesler, suriye toplumuna devşirken, bunla birlikte Türkiyeli Çerkesler de, Türkiye toplumuna devşimiştir, bugün 'Çerkes Kalma' diye de ortaya atılmak istenen, "Siyaset Çerkesciliği" olarak ortaya attığım hareketin temel amacı, bu devşimeye karşı, Rusya'nın "Onlar bizden değil" deme cüretini ortadan kaldıracak siyasal bilinç ve aidiyeti ortaya koymaktır.

Sınıfsal ve Ulusal İdeoloji çemberinde; Çerkesler!

Yıllardır, bize yüklenen "Çerkesleri, ideolojinize alet etmeyin" cümlesine bir karşılık koyalım isterseniz, gerçeklerin, insanlığın, hürriyetin ve vicdanın  bir ideolojisi yoktur, onlar tarihin ortaya koyduğu kavramlar olarak insan sosyolojisinin en net ölçütleridir ve biz bugüne kadar 'Çerkesliğimizi' yalnızca bu ölçüt içerisinde tutmaya gayret ettik, karşıt grupların bunu ideolojik bir takıntıya çevirmesi bu durumun bir ideolojik hamle olmasından ziyade, bu gayretleri gösteren ve büyüten insanların nedense hep ideolojik bir kimliği de olmasıydı, en azından dünya üzerinde, Çerkes toplumu üzerinden de anlaşıldı ki, insan sosyolojisinin hiçbir ideolojiye bulaşmayan insanlık ölçütünün savunucuları nedense hep, sınıf davasında da haklıdan yana tavır alan ideoloji sahibi kişileri olmaktaydı. Kısaca şurası çok net biçimde anlaşılmalı ki, bugün bizim ortaya koyduğumuz ve genel ölçütlerini, insan sosyolojisi çerçevesinde belirlediğimiz politik vizyon, bizim ideolojimizi belirlemezken, buna karşı alerjik tavır gösteren insanların bizim üzerimize yapıştırmaya çalıştıkları etiketin en temel faktörü tamamiyle bir ideolojik bir tavırdı, yani biz hiç Çerkesleri ideolojimize alet etmeye çalışmadık ama, onlar hep ideolojilerinin tutsağı olarak Çerkeslerin geleceğini olumsuz yönde etkiledi. İşte bu, bugün Baas Rejiminden beslenerek Çerkeslik taslayan ve bunu benimseyen, bunun dışında temel insanlık nüvelerini Çerkeslikle çerçeveleyip bir mücadele yürütememenin bir sonucuna dönüştü ve ateş dünyanın en kirli savaşının yaşandığı topraklarda kalan soydaşlarımız için bir anda "onlar bizden değil" politikasına evrildi. Şimdi bu soruya, siz cevap verin; Suriyeli Çerkesler kimden? ve onlara bizden diyenler, onlara nasıl bir gelecek tasarladı?  Rusya Dışişleri elbette masum değil, nihayetinde açıkça söylemek isterim ki; onlar Çerkesleri yurtlarından sürerken, sürüldükleri yerlerdeki geleceğini de zaten buna uygun tasarlamıştı, araştırıldığında görüleceği üzere Çerkeslerin bir daha Adığe Xeku'ya dönmelerini engellemek üzerine, politik bir mühendislik de yapıldı, işte bu mühendisliğin bir ürünü olarak bugün Rusya Dışişleri de, Suriyeli Çerkesler için "Onlar bizden değil" deme cüretini gösterdi ve kendisini Çarlığın devamcısı olarak neredeyse tescilledi bile. Ancak her şeye rağmen, Rusya vatandaşı vicdanlı Ruslar dahil olmak üzere, federasyon topraklarında yaşayan ve bu gerçeği görebilen insanlardan, "Hayır, onlar bizim soydaşımız" deme cüretini, cılız kalsa dahi göstermelerini beklediğimi de ifade etmek isterim. Çünkü, Suriyeli Çerkeslerin bugün Rusya himayesinde bulunan yurtlarından silah ve süngü yoluyla sürüldüklerini, gittikleri yerlerde dahi Çarlık politikalarının kurbanı olmaya devam ettiklerini, yalnızca biz değil; Rusya gibi geniş bir coğrafyanın içerisinde bizden olmayan nice onurlu insan da biliyor. Bize düşense, Rusya'nın bu cürete kaynak bulduğu eksikliklerimizi tespit etmek, bu eksikliklerimizi gidermek üzere ciddi çalışmalarda bulunmak ve bu çalışmalara karşı radikal direngenlik gösteren unsurlarımızı, kendimizden net şekilde ayrı tutmak olacaktır.

"Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı"

Suriyeli Çerkeslerin, sosyo-politik durumunu tam olarak bilmiyorum, ancak tahmin etmesi zor değil. Bugün Türkiye'ye bakıldığı zaman, Çerkesler nasıl görülüyorsa Suriye'de de Çerkesler hemen hemen öyleydi, öznesi değişik benzerlikler gösteriyorlardı diyebilirim. Dünya üzerindeki Çerkes kopuntusunda, birbirini andıran en büyük iki damar; kesinlikle Suriye kopuntusuyla, Türkiye kopuntusuydu diyebilirim. Ve bugün Suriye'nin içine yakılan ateşin, bir gün Türkiye'nin içine yakılmayacağının hiçbir garantisi yokken, şunu açıkça belirtmek isterim ki; Sevgili Türkiyeli Çerkesler, sizin "bu ülkede tek bir hakkınız vardır, o da köle olma hakkı, hizmetçi olma hakkıdır" Bu sözün mimarı da ben değilim! Siz benden iyi bilirsiniz!!! Tarihte bu denli çirkin ve bu denli doğru bir söz bulamazsınız.. Bu kısaca şunu demektir, gelenekleriniz, bu ülkeye göre kodlanmadıkça, bu ülke sizin yurdunuz olmadıkça, ağzınızdan çerkesce kelime çıkmadıkça, siz geleneğiniz, yurdunuz ve diliniz için mücadele etmedikçe, bunlardan vazgeçerek, bu ülkenin babylon'una verginizle, emeğinizle hizmet etmeye devam ettikçe, bu ülkenin militarist yapılanmalarına katılıp, savaşlarında öldükçe; cici çocuklarsınız, siz dilinizi yaşamak istedikçe, bunun için mücadele yürüttükçe; hainler olursunuz, siz geleneğinizi korudukça makul şüpheliler olursunuz, nicesi gibi maktüllere dönüşürsünüz, sizin bu ülkedeki hakkınızı, eski bakan Mahmut Esat söyleyeli çok zaman oldu, ancak siz onu anlamayalı da bir o kadar çok zaman oldu. Siz, bu vatana hizmet ettiniz, onun savaşında öldünüz, ona emek verdiniz, kazandırdınız ama o sizin dilinizi, geleneğinizi çürüttü.. varın adınızı siz koyun, başucunuza Mahmut Esat'ın bu sözünü asarak... Ve Baas Rejiminin ulusal hareketinden sonra, o hareketin çerçevelediği yurttaşlar rolünde Suriye devletine hizmet eden, onun için ölen, öldüren Çerkeslerden ne farkımız var diye de, küçük bir soru iliştirin kendinize. Bende size şöyle anlatayım; hiçbir farkınız yok.. Çünkü, Devlet-i Aliye sınırları içerisinde yerleştirildiğimiz hiçbir yer bizim değil ve hiçbir yerde bizim tarihimiz yok, biz başkalarının köklü tarihi üzerine ortaya sürdüğü piyonlardan ötesi olamayız, bugün iktidarın bize kab kab koyduğu yemeğin faturasına bakmayı hiç akıl edemedik, ama ben size bunun faturasını açıklayayım mı? Şöyle bir Çerkes çevrenize baka-durun da, o faturanın kab kab yemekler karşılığından sizden alıp götürdüğü şeyleri inceleyin. 


Türkiye'li bir Çerkes olmak bireysel bir tavır, ancak Türkiyeli Çerkesleri oluşturmak Çerkesler açısından hastalıklı ve hatalı ideolojik bir tavırdır.

Hiçbirimiz kalkıp, kendini tamamen bu ülkenin bir ferdi olarak kabul eden bir Çerkesi aforoz edecek halimiz yok, ancak yine hiç kimseninde bu halkı, tarihinden koparacak bir lüksü yok. Üstelik dahası, Çerkes halkının Adığe Xeku'da filizlenmiş kültürünü, başka yerde taşıyacak bir projesi, bir fikri, politikası, siyaseti de yok. Kaldı ki bunlar olsa bile, bu gücü yok. Olmayan tüm bu şeyleri bir kenara bırakıp, hayal etmekte mi parayla kafasıyla bir göz atalım desek dahi, geçen 1,5 asırın önümüze koyduğu en net veriye de görmeyecek kadar kör olabilir miyiz? Arkadaşlar, yurdumuzdan sürgünde geçen 1,5 asır bırakın Çerkeslerin kadim kültürü için bir adım hayal etmeyi, en büyük değerlerini bile gözle görülecek, kulakla duyulacak ve hatta elle tutulacak şekilde eksiltmedi mi? Bunu da mı göremiyoruz? Geçen 1,5 asırda; Çanakkale'de dahil olmak üzere, her savaşında şehidinden-gazisine, haininden-paşasına, cumhur reisinden, genelkurmayına kadar girdiğimizle övündüğümüz, üstelik keza; bazı kritik kurumların neredeyse tamamen Çerkesler tarafından kurulduğunu öne sürecek kadar içselleştirdiğimiz bu Türkiyeli ÇerkeZler kavramı içerisinde, Çerkesliğin hangi emaresine +1 katkı görüldü? Ben size söylüyeyim; işte bu kavramın politik egemenler tarafından da şerbetlenerek halkımıza sunulmasıyla bugün, dili yok olma riskiyle karşı karşıya, kültürel emarelerinden giderek uzaklaşan ve kendini etnik olarak bile net ifade edemeyen bir nesil, bu ülkedeki Çerkes yığınının en büyük yüzdesi haline gelmeye başladı, işte bundan ötürü ki; bugün aynı sınıfsal ideolojileri paylaşmayan ve hatta karşıt sınıf propagandacılarının bir noktada aynı yere endişeyle bakmasına vesile oluyor. Bu vesile, sınıf devrimcileri için ne kadar olumsuz olsa da, karşıt tarafta yığılan hatanın çoğunluk yüzdeye ulaşması, bu olumsuzluk dahi tartışılmayacak bir noktaya gıdım gıdım gelmiş bulunuyor. Konumuz sınıf ideolojileri değil, o halde sınıf devrimine gönül vermiş arkadaşların omuza binen, ulusal davanın karşıt konumunda cephelenen ve kendini ideolojik olarak nitelemeyen esas ideolojistlerimizi konuşalım..! Çünkü, bugün Suriyeli Çerkeslerin başına, Rusya tarafından örülen çorabın bir ucu da tam anlamıyla buraya dayanıyor!


1 - Aidiyet Şizofrenisi etkisinde, rüzgarın estiği yöne göre hassasiyet gösteren, KAB ÇERKEZİSM'i

Suriye Çerkesler de, tıpkı Türkiye'li Çerkesler gibiydi ve bugün onların başına gelen kötü sonucu, kendimizin başına gelmiş gibi kurgulayabiliriz. Siz bilir misiniz bilemem, ancak size bilen birilerini bulmanızda yardımcı olacak ipucunu verebilirim. Doğu Akdeniz Bölgesinde yaşayan neredeyse her Çerkesin, Suriye'den Lübnan'a.. İsrail'den Amerika'ya bir kan bağı uzanır, kimileri için bu öyle pek iştah açıcı bir kan bağı olmasa da, o bölgelerde mutlaka; o kan bağının izini sürebilen birilerini bulabilirsiniz, dolayısıyla o bölgedeki Çerkes Dernekleri veya Çerkes topluluklarından konuyla ilgili bilgi edinme şansınız yüksek... Suriye ile İsrail arasında patlak veren Golan Tepeleri savaşı sırasında, Suriye Cephelerinde savaşmış cesur Çerkeslerin farkedilmesi, bir sonuç olarak; New Jersey'i biz Çerkesler için kopuntunun bir parçası haline getirdi. Kısacası anlatmak istediğim şeye gelecek olursak, giderek içi boşalan ve gittileri yerin rengini almaya başlayan bir ruh haline büründüler. Bugün Türkiye'de; sözü edilen milyonlarca Çerkeste, Türkiye'nin rengini aldı. Genel toplum refleksini kazandı, kendi kültürel vicdanını ve öz aklını, rafa kaldırdı. Çocuklar da, rafa kalkmış bu öz akıldan payını alamazken, genel toplum refleksine hızlıca adapte oldular. Bu sürece ise, bu topraklarda ulusallaşma diyoruz. Türkiye'deki Çerkeslerin, Çerkesliklerini ilgilendiren bir gelecek vizyonları olmadığı gibi, bunu tetikleyebilecekleri politik bir tabanı da olmadı ve tüm bunların nedeni ise, tarihsiz olduğu topraklardaki sinmişlikten ötürüdür. Gerisi; Çerkesler kendilerini misafir adlettiler ve kendilerini misafir edenlere hıyanet etmezler gibi içi boş söylemler ise, bugün kendi vatanlarından ve öz varlıklarından uzaklaşan yapıları göz önüne alındığında elbette geçersiz söylemler. Jıneps Gazetesine Mart ayında yazdığım "Aidiyet Şizofrenisi, Çerkeslerin üzerindeki karabulutun ta kendisidir" yazımda ise konuyu bağlayan genel bir anlatım sağlamıştım. Hatırlayacak olursak, yazımda tam olarak şöyle demiştim:

  Hiç kendi bakışımız olmadı hayata. Hayata hep başkalarının pencereleriyle baktık. Türkiye'de Türk, Suriye'de Arap, ABD'de Amerikan pencereleri.. Halbuki bizim bugün özlem duyduğumuz şey; kendi penceremiz.. kendi etkileşimimiz, kendi duygumuz, özlemimiz... Bugün yine öyle, önümüzdeki pencere kimin diye sormuyoruz.. halbuki bu pencerenin baktığı şey, gösterdiği yer hayırlı değil. Çerkesya silik, Türkiye net. Orası ata, burası ana vatan bu pencere de; halbuki gerçekte atavatan söyleminin bir karşılığı yok. Bugün Xeku'ya atavatan diyen zihniyet yarın Çerkesceye atadil diyecek. Bugün Türkiye'ye anavatanım diyen zihniyet, Türkçe'yi de anadili görecek ve bize atalarımızdan sadece sözler miras kalacak. Atasözleri.. Bugün Çerkesya'yı yüreğinde hissetmeyenlerin sayısı az değil, tehlikeli bir çoğunluktur ve tüm bunun sebebi bugün Türkiye'deki Çerkeslerin kendilerini yurtlarına değilde, Türkiye'ye ait hissetmelerinin sonucudur"


Çerkes kopuntusunun, gittiği yere ait olma hızı ve bunu genel yaşamının bir çok yerine taşıması, bugün Çerkesleri yurtlarından süren Rusya için bulunmaz bir hint kumaşı değilde nedir? 1,5 asır önce işgal ettikleri Çerkesya'dan sürdükleri nesillerin çocukları, bugün süngü zoruyla sürüldükleri yurtları ile ilgili hiçbir hisse sahip değil, Rusya için hava hoş zira onlar zaten atalarımızı sürdükleri gün, geri dönmememizi dilemişlerdi tanrıdan, bunu planlamışlardı. Buna karşı önlem alacaklardı, fakat hiçbir önlem almaya dahi gerek duymadılar, nasıl olsa bugün Çerkes kopuntusunun nüfusu, kayda değer biçimde bir Xeku refleksi taşımıyor, taşımadığı gibi; taşıyanları da taşlamaktan geri adım durmuyor. Devletlerin duyguları yoktur, devlet bir coğrafya değildir.. Devlet, bir coğrafya üzerindeki siyasi hakimiyetin son halidir ve bugün Çerkesya coğrafyasının Çerkeslere, dünyaya yayıldıkları her ülkeden daha çok ihtiyacı vardır. Ancak Çerkesler, inat ve azimle gittikleri ülkenin siyasi hakimiyetinin görkemli şovenizmlerine tutunmuş ve yurdunu unutarak, aidiyetini reddederek, bunu deklare ederek, başka milliyetlerin refahı için cepheleşerek; kendi yurdunda siyasal egemenlik kurmuş bir kuvvete; bakın, onlar halinden memnun, onlar buranın yurttaşı değiller deme hakkını, kozunu vermiştir.


2 - Din, Çerkesler ve resmen ideoloji!.

Bireyin dini inancı konusunda, olumlu ya da olumsuz yorum yapamam. Ancak halihazırda hayatımın en önemli faktörlerinden; ailemden, arkadaşlarımdan ve dostlarımdan yola çıkarak bu konunun benim ile dini inancı olan veya olmayan insanlar üzerindeki etkisini anlatabilirim sanıyorum. Benim ailemde çok dindar ve dini gereği, görevlerini yerine getirmekten de ötesi, dinin çerçevesinde yaşam sürdüren insanlar olduğu ve benim onlar ile aramda hiçbir çatışmanın olmadığı bir gerçek. Aynı zamanda arkadaşlarım ve dostlarım arasında da dini inancı kuvvetli insanlar hayli fazla. Benim onlarla hiçbir derdim yok, hatta bugün politik Çerkesler için politik altyapı girişiminde bulunduğumuzun hareketin çekirdeği içerisinde de dindar insanlar var ve benim onlarla hiçbir problemim yok, problemim olmadığı gibi konular üzerinden birbirimizin eleştirisini yapmıyoruz. Hepimiz, aklı başı yerinde ve karşısındaki insanın vicdani yönelimine saygı duymayı bilen insanlarız. Bu halde; Dinin, bir inanç biçimi olarak Çerkesler üzerinde şerh koyabileceğimiz bir noktası olmadığını da söylemek isterim. Fakat madalyonun öbür yüzü denen bir şey var. Din, örnek vermek gerekirse "Türk-İslam" Sentezi gibi, inanç sınırlarının dışarısına çıkıp benim yaşam biçimime müdahale etmeye başladığı an, o noktada benim en doğal hakkım olarak bir itirazım doğar.  Ayrıca, başkalaşımın bir başka yöntemi olarak, bu tip bir din anlayışının bireyin inancından çıkıp toplum merkezine doğru ilerlemesi de, kültürel yozlaşmanın da ta kendisidir.  Dinin, İslamiyet üzerinden siyasallaşarak Çerkes kaderini etkileyecek biçimindeki ilk nüfuzunu daha önce "Türkiye, Kafkas Makronu ve Siyaset" üzerine yazımın bir bölümünde şöyle tanımlıyordum:

Bu makronun temel birlikte olduğu nokta; İslamiyettir. Bu makronun Türkiye’den önce bir tarihi olsa da, bugün türkiye’nin mirasçısı olduğu Devleti Aliyye politikalarıyla Kafkaslar bölgesindeki etkinliğiyle de bir tarihi olup, o bölgelerde “şeyh”ler “hacı”lar ile sona vardırılan bir özgürlük savaşının tüm komutanları tarafından neredeyse islamiyet hususunda, halife hazretlerine karşı bağlılık akdi olduğu anlaşılmalıdır

Bu yazıdaki, makron belirli bir süredir tartışmada olan "Mikro Milliyetçilik" Tezine bir karşılık olarak ortaya konulmuştu. Bir makron oluşturabilmek için, özellikle Kuzey Kafkasya geniş coğrafyasındaki farklı etnik unsurları bir amaç dahilinde bir arada tutma politikasının çatısı olarak ortaya koyduğu ortak değerde derlenmeye çalışılmıştı. Fakat bu makronu oluşturan gücün tüm istemi yitti, hatta bugün ortada o güce dair emareler; dar çevrelerde sadece hayal olarak kalmaktan ötesini tarif etmemektedir. Gelin hatırlayalım! Devlet-i Aliyye sultanları ve İslam da hilafeti soyuna bağlamış bir egemen sınıfın politikası olarak ortaya atılan bu şanlı "Kafkas" makronunun giriş, gelişme ve çöküşüne rağmen inatla sürdürülmek istenmesinin özet tarihine... İslamiyeti egemenliği altında tutan ve bir imparatorluğa hükmeden bir zümre, egemenlik sınırlarını muhafaza edebilmek için gittiği her yere, altınla ve silahla din taşıyordu. Fakat ödenen her bir altının da, sallanan her bir kılıcında ağır bir faturası oluyordu, işte bu fatura Çerkesya'da "Bzeyiko"yu oluşturup, halkımızın kendi öz aklına yeni bir kader biçmeye çalışmanın ilk krizi olarak bir vakadan ibarettir. İşte bu vakalar, tarihte hiçbir zaman değiştiremeyeceğimiz bir noktada bugün ancak bize yarın için tecrübe olarak öncülük edecek şeyler değil mi? Devlet-i Aliyye mekteplerinden yetişen, cephelere sürülen Çerkeslerin, siyasal islamın etkisiyle bağlandıkları bir coğrafyada döktükleri kanı kutsiyesi olarak kabul ettikleri bu bağın sonu, kanıyla suladıkları ve kiminle neden bilip bilmeden savaştıkları bu topraklara, Türk-İslam sentezinin, İslam bölümünden girip Türk yoluna çıkaracağı bir hatalı kök oluşturmuştur. Ancak, bu yalnızca Türkiye'de değil Çerkeslerin yaşadığı eski imparatorluk topraklarının her bir yerinde gerçekleşmiş, Din kisvesi altında, Arap milliyetçiliğine, arap aidiyetine, Türk milliyetçiliği ve türk aidiyetine doğan bir sonuca ulaşmıştır. İşte, eski imparatorluk topraklarına hükmeden sultanların halifelik bağıyla ilgisi kalmayan kısımlarında yaşayan Çerkeslerin, halifelik bağıyla oluşan siyasal islamın etkisinde kalarak yaşayanlara kıyasla kültürel aidiyetini koruyabilmesi, bir de bu pencereden okunmalıdır. Din bireysel olarak, vicdan olsa da; siyasallaştığında yeryüzündeki en katı ideolojilere dönüşmeye ve etkisindeki grupları da bu ideolojinin etkisine alarak dönüştürmeye yarayan en büyük ideoloji olmaktadır.

" Devamı Gelecek " 

Share:

Haksızlık karşısında susan Yemuktur!

Bana göre dünyadaki bütün halklar eşittir, biri diğerinden üstün veya düşük değildir. İşte sırf bu düşüncemden dolayı; hiçbir zaman ve hiç kimse benden; sırf bizden diye kötüyü savunduğumu veya bizden değil diye iyiyi kötülediğimi duyamayacak. Dünya bir çok halka, bir çok dile, bir çok kültüre, bir çok geleneğe ve bir çok töreye sahiptir ve hiçbir halk, hiçbir dil, hiçbir kültür vs. bir diğerinden daha fazlasıyla hakka sahip olamazlar. Bizim Türkiye'de Çerkesler olarak talebimiz, bir Kürtten, bir Lazdan, Ermeniden, Rumdan, Araptan daha fazla hakka sahip olma istemimiz, en azından benim için olacak iş değildir ve dikkat ederseniz her seferinde, bizi kendisinden alçak gören bir tarafa yönelik mücadelemiz belirgin durmaktadır. Eğer konuyla ilgili ve takipteyseniz hafızanızı yokladığınız zaman da bunun izlerini göreceksiniz, bize neden hiç kimse ırkçı diyemez? Çünkü bir Çerkes ulusunun, var olan diğer tüm uluslardan daha iyi bir geleceğini savunmadık, zaten böyle bir savunum ancak ütopya olurdu. Bizler Kurtuluş Savaşında birlikte savaştık demogojisinden yola çıkıp, bir de "hiçbir zaman yediğimiz kaba pislemedik" alçaklığına sığışarak, işte bize de artık ödül maması kıyafetinde bir "Çerkesce Televizyon" verirsiniz de demedik. Çok açık ve net bir şekilde söylediğimiz şey; "biz eşitiz!" demekti. Bunu bir çok yazıda, söylemde, eylemde, çeşitli yollar ve vasıtalar, değişik kelimeler, videolar, çalışmalar ile söyledik. Hiçbirisi biz "üstünüz!" üzerine kurulu cümleler olmadı, basitçe ve mütevazice "biz eşitiz" diyorduk. Bugün de öyle söylemeye devam ediyoruz, yarın da öyle söylemeye devam edeceğiz ve bizi bu coğrafyaya mahkum eden sürgünü geri çevirip, kültürümüzün kök salarak insanlarında yeşerdiği yurdumuza döndüğümüz gün de söyleyeceğiz. Bizim bugün, bunu söyler haldeki mevki ve halimizin bu düşüncemize hiçbir tesiri yok, evet bugün resmen eziliyor ve sistematik bir şekilde yok ediliyoruz ve buna karşı direngen biçimde "biz eşitiz!" diyoruz. Yarın yurdumuzda da, biz egemen ulus olup, içimizdeki azınlık grupları ezersek, sistematik bir şekilde yok etme politikası uygularsak o gün de bizi aynı sözcükleri kullanırken göreceksiniz. O zaman da "biz eşitiz!" diyeceğiz. Bugün burada, Kürtlerle, Lazlarla, Süryanilerle, Araplarla ve bu ülkenin egemen ulusundan olup "biz eşitiz!" diyen Türklerle omuz omuza veriyoruz, işte yarın da, içimizdeki kazaklarla, ruslarla, ermenilerle, gürcülerle vs. omuz omuza verip aynı şekilde bağıracağız. Biz hakkımızın tarafındayız ve hiç kimsenin hakkını gözetmekte değiliz. İşte bu yüzden, çok doğaldır ki; sürgün coğrafyamızda her kimin hakkı yeniliyorsa, bizleri onların omuzlarında görüyorsunuz. Bize göre, haksızlık karşısında susan yemuktur! Zalimin mazlum üzerinde şakırdayan kırbaçına sessiz kalan, xaynapların en büyüğünü yapmaktadır. Atalarımız bize "insanlığı" güllük gülistanlıktan değil, devasal orduların karşısında cesurca direndikleri özgürlük cephelerinden bırakmıştır, bizler de o mirası çocuklarımıza, bir kab yemek uğruna şekilden şekile girenler gibi balon asaletinden, böbürlenmekten değil, bugün şartların bizi sıkıştırdığı ve bir riske dönüştüğü insanlık cephelerinden bırakacağız, bu yola koyulurken elbette dokunulmaz olmadığımızın farkında ve bizlere yarattığı riski görerek başladık, bugün de her türlü risk ve ihtimale rağmen, tıpkı atalarımız gibi ölüm pahasına yüce adaleti, vicdanı, haklıyı ve gerçeği bağıracak, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin güçlü zalimin değil, güçsüz mazlumun yanında olmaktan vazgeçmeyeceğiz. Öleceğiz, diz çökmeyeceğiz! Bizim, bugün dünyayı kana bularken göz kırpmayan barbarların işgal ettiği, her gün bombaladığı bir kente yeniden yaşam götürmek üzere, ölümü göze alan ve her şeye rağmen bir adım geri attığını göremeyeceğiniz, bu vicdanı ve inancı uğruna ölen Nartanlarımız, Ferdanelerimiz, onların omuz verdiğimiz halka taşımak isterken, gökyüzüne ulaştırdıkları selamlarımız var. Bizim Seyfullah'larımız, bizim Mehmet Jeren'lerimiz, Ayşe Denizlerimiz, Yusuf Arslanlarımız var. Biz varız; yeter ki haklı yolumuzdan ve "biz eşitiz!" sözüne tutunalım! Ölüme kadar varız ve bir adım geri atmayacağız.

Bir adım geri atmadığımız davayı iyi bilin! Bizim davamız, bizi kendisinden alçak görmek isteyenlere karşı, "biz eşitiz!" davasıdır. "Biz eşitiz!" ve yürüdüğümüz yol, bizi ancak "eşit!" bir yarına ulaştırmak üzerine kuruludur, ağzımızdan ve kalemimizden dökülen şiar budur! Aldığımız riskler, verdiğimiz canlar, kopan etlerimiz, akan kanlarımız, yoldaş kanlarında sırılsıklam olan bedenimiz işte bu yola inanmıştır! İşte bu yolda biz, hiçbir zaman ayrıcalıkların değil, daima ve sürekli eşitliklerin taraftarı ve savunucusu olacağız. Birileriyle aramızdaki yegane farkta bundan ibaret! Zulüm kimden gelirse gelsin, biz zulmün hedeflediğinin yanında olacağız ve hiçbir masal bizi o mazlumun yanından alı koymaya yetmeyecek. Bugün bizlere, olmadık yaftalarda bulunan ve bir kab uğruna uşak ruhluya dönüşmüş birileri Silopi'de, Silvan'da, Nusaybin'de masumlar ölürken "Kürt"  Ermenilerin gasp edilmeyen ender mülklerine göz dikildiğinde, Hrant eylemlerinde "Ermeni" diyerek hem bizleri, hemde kendilerini tarihe geçirmiş duruma gelmişlerdir. Evet! Dostlar, düşmanlar iyi bilsin ki; öldürülen Kürt çocukları bizim çocuklarımız gibidir! Öldürülen Kürt anneleri de annelerimizdir, hep öyle olmuştur! Kürdistan'da patlayan bomba, burada bizi yakmaya yetmektedir. Bizler, faşist kurşunların hayattan kopardığı insanlarla Kürdüz! Biz biliyoruz, siz de bilin istiyoruz ki; cinayet sadece katil ile kurban arasındaki bir mesele değil, katilin kurbanı katledişini görüp susan ve susmayanların da arasındaki bir meseledir. Biz cinayeti görüp susanlardan, katili gizleyip, onu yeni kurbanlarının peşinde rahat rahat dolaştıranlardan olamayız! Dün, Çerkesya'da bizi katledenlerle, bugün Kürdistan'da Kürtleri katledenler aynıdır! Hepsi, katiller cemiyeti mensubudur. Dün Çerkesya'da biz katledilirken susanlarla, bugün Kürdistan'da Kürtler katledilirken susanlar, aynı derece de alçaklardır, ve dün Çerkesya'da akan Çerkes kanlarını gizleyenler gibi, bugün yanıbaşımızda akan kanları gizleyenlerden olmayacağız. Çerkesler, yandaş, yalak ve ruhsuz bir toplum değildir, Çerkesler, hür vicdanlarıyla zalim ile mazlum arasında fark gözetip birinden taraf olacak kadar hür ve vicdan sahipleridir! 

Bugün, kim kime zulüm ediyor? görmüyor muyuz? 
gördüklerimiz bizi hiç mi etkilemiyor? Peki niye susuyoruz? "oluk oluk" kan akıtanların zulmüne sessiz kalacak kadar korkak bir geleneğimiz mi var?

Haksızlık karşısında susan, bizden midir? 
Share:

Kültür Çerkesciliğinden, Siyaset Çerkesciliğine ilişkiler (1)

Kültür Çerkesciliğinden, kimliğe dayalı bir siyasi Çerkesciliğin yaratıcısı biz değiliz, bitiricisi de olamayacağız, fakat çok açık ve net bir şekilde kaleme alabilirim ki; kararımız olmayan bu geçişin şu günlerde ki Çerkes halkına en verimli siyaset üretenleri de, bırakın üretmeyi; kimliğimize dayalı ve yaşadığımız gerçekliği göz önüne alarak gelecekte en verimli siyaset üretmeyi işaret edenleri de bizim içimizde ve çevremizde. Salona sıkışmış kalıpta, dört duvarın içinde cılız ve kısık, hatta kendisini bile işitemeyen kültür Çerkesciliğinin hazin son on yılı, giderek kendine ağırlaşan yapıları arasında neredeyse kırılmak üzere olan beli; kültürcülüğün hatalı olmasından ziyade, kültürcülüğün yanlış yorumlanmasından kaynaklı. "Politik Hat: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür" isimli yazımda, kültürün ne anlama geldiğini ve diyaspora da nasıl okunduğunu ve işlendiğini anlattım, fakat burada da tek kelimeyle anlatmam gerekirse; kültürcülük yalnızca düğüncülük, kaşencilik, halujculuk olmamalıdır, birazcıkta dilcilik, adaletçilik, temasçılık olmalıdır diyebilirim. Nitekim, artık Çerkeslere, siyasi kimliklerinizi askıya bırakın ve içeri girin diyen dernek mantalitesinin çöküşünün arifesindeyiz ve herkes iyi biliyor ki, artık Çerkesler içinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve siyaset gençlik tarafından, bizzat onlara siyaseti yasaklayanların bile zihniyetlerine girecek. Giriyor da!

İşte bu, kültürcülük ve siyasetçilik arasındaki ara geçişin etkileriyle, toplumun belirli kesimleri arasındaki çatlakların görülebilir bir hal alması da, siyasetçiliğin doğal politikası olarak okunmalıdır. Bu çatlağın, artık görülebilir hale gelmesine ise hiç üzülmemeliyiz, nitekim artık bunun ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış durumda değil mi? Bir yandan, Çerkesim demeyi hayatının her evresine entegre etmiş ancak Çerkesliğin en önemli nüvelerini hiçbir şekilde kendisinde barındırmayan bir yığın, Çerkesliğin tahrip olan nüvelerini ortaya çıkarmak isteyenlere karşı adeta "Çerkesim" demeyi yasaklar halde değil miydi? Çerkesim diyerek; utanmadan, sıkılmadan ve rahatça karşıt görüşteki insanlara ulu-orta küfür edenlerin varlığı ayyuka çıkmamış mıydı? Memleketi, içinde bulunan tüm kesimleriyle sürekli kana boğan bir savaşı durdurmayı üstelik bunu ayrım gözetmeksizin tüm toplumsal kesimlerin faydasına isteyenleri "yemek-kab" gibi ezik ve zavallı argümanlarla bastırmak isteyenler, dillerinin altındaki baklalarıyla "daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla ölüm" diye kudururken, aynı kelimeyi aidiyet iması olarak kullandığımız için en az bir kere utanıyor değil miydik?  İş yerimizde, okulumuzda, sokağımızda, mahallemizde Türk arkadaşlarımız dahi bize beğenmeyen gider demezken, sözüm onlara bizimle aynı kaderi paylaşmış bu Çerkesler, beğenmeyen gider gibi ukalaca bize hitap ederken, ne hissediyorduk? İşte 150lik Çerkeslerin, içeriden içeriden çatladıkları ve çatlaya çatlaya uçuruma dönüştükleri bu durumun ortaya çıkmasından hiç rahatsız değilim. Ben onlardan, onlar da benden utanıyorlar; ne kadar adilce bir durumdayız..  Artık onlarla benim aramdaki farkın bir anlamı ve karşılığı var, onlar "Çerkez" ben "Çerkesim" ve aramızda tek harfi değişen bu ima, yalnızca bundan ibaret değil, onlar başkalarının tarihiyle bir yol bulmuş ve gidiyorlar, ben ise kendi yazılmış tarihimi klavuz edinmiş; "Çerkeslik İnsanlıktır" deyimine sadık, dünya ile bir Çerkes olarak bağlantı kuruyorum. İşte bu, kültürcülüğün kendini düğüncülük, kaşencilik ve halujculuk arasına alarak daralttığı, bizim ise bu kültürün bir nüvesi olarak gördüğümüz dilcilik, adaletçilik ve temasçılığın bir gereği. Dünya ile temas eden, kendi adalet anlayışı olan ve olguları bu anlayışla ele alıp kendi dilinde okuyabilen bir politik kültürcülük. Siyasetçilik!

Siyasetçilik, kendine kültürcülükte bir taban bulabiliyor ve bu tabanla, politik bir dizi teması da olabiliyor. Bunun anlaşılması basit, sonuçta giderek Çerkeslikten yozlaşan, biyo-çerkesler görünmez değiller ve üstelik gözümüzün önündeler, onları görmemek için bir çeşit körlük yaşıyor olmamız lazım ve bunu yalnızca yazarlar, aydınlar, enteller, kimlik savunucuları, post modern dönüşçüler değil, bir çoğu görüyor. Kimisi kampının etkisinde, siyaseti ne kadar reddetse dahi onu yaşayarak bunu görmezden gelmeyi denese, hatta görmediğini ilan etse de, onlar da görüyor ve bu görülme, bir kaç yıla kadar Çerkesim diyen herkesin inkar edemeyeceği bir hal alacak, gidişat böyle. İşte bu gidişatı şimdiden görebilen insanlar, kültürcülük ile kendini sınırlayan yerlerde artık refleksif bir siyasetçilik pozisyonu alıyorlar ve bu refleksif durum bir müddet sonra kendini bir bilince taşıyor, bu bilince taşınım; siyasetçilik yapanların çalışmalarına bağlı bir şekilde hızlı ya da yavaş olsa da, yozlaşmaya paralel şekilde direngenlik gösteren ürettiği siyasetin gidişatı da, ileri ki günlerde bilince ulaşımın hızının artacağını işaret ediyor. Ancak Kültürcülük, kendini siyasetçilik arenasında pek temsil edemiyor, aslında bunu istese dahi yapacak bir ön çalışması hiç olmadı, seçimlerden evvel kültürcülük üzerinden türkiye'nin en büyük Çerkes örgütlülüğüne sahip bir kurumun durumu da bunu işaretlemişti, ama az durun; o kuruma alternatif olarak kendini ortaya koyan ve kısa tarihinde bir dizi siyasi refleks göstermiş bir diğer kurumun da böyle olduğunu söyleyecek veriye sahibiz. Soykırımın yüzellici yıl anmasında, o kurum yöneticileriyle HDP arasındaki uyumluluk, kurumun tabanına yansıyabilmiş değildi. O kurumun oluşum süreci her ne kadar belirli bir çalıştaya ve hak taleplerine yönelik atakla başlamış olsa bile, bugün o kurumun en üst derece sorumlusunun, o kurumun nüvesi olan bir inisiyatifin ortaya çıkardığı bir diğer kurum olan siyasal kanatın altında tabanına yaklaşacak kadar cesur olamadı. Toplumsal muhalefetin tepkisini her geçen gün arttıran ve bugüne kadar Çerkesler için hiçbir olumluluğu gözükmeyen, elindeki kanı dünyanın her bir yerine bulaşmış bir terör örgütünü finanse ettiği belgeleriyle kanıtlı bir siyasal eğilimin çatısı altına girmeyi canı gönülden denese dahi, bunu da yapamadı. İki örnekte, kültürcülüğe sıkışmış, tabanını bu taraftan yakalayabilen yapıların, siyasetçilik kulvarındaki hezeyanı olarak okunmaya müsait. Karşıt kuvvetlerin de, bu açıkla ilgili çalışmaları oluyor, ancak tamamen Çerkes talepleri ve bu taleplerle birlikte Çerkeslerin, yurtlarına yönelik bir geleceği kurgulayan tabanı, bunu ütopya olmak dışında, mümkün olacak sınırları içerisinde değerlendiren; mevcut durum ve şartların değerlendirilmesini ve bir gerçeklik ile hareket edebilmesini küçük bir zümre deniyor, başarmaya çok yakın, ancak yolu çukur doldu bir zümre. Bugün o zümrenin, genişleyen dallarının bir kısmı kendini karşıt konumda pozisyonlatarak olsa bile kültürcülük için kendini kapatan tabana girdiği tartışılmaz bir konu.






Share:

P.H.: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür

Kültür, bir insan topluluğunun kendini diğer insan topluluklarıyla ayırdığı en büyük farklılığıdır. Etnik anlamda olan "biz" ancak kültürle vardır. Fakat gel gelelim bugün çoğunlukla anlaşılan "kültüre"?  Düğünlerde oynamak, kaşen peşinde koşmak, ondaki "bağzı" geleneksel hukuk terimleriyle yalnızca "övünmek" (mesela; büyüğe saygı, kadına değer, asalet ve nezaket masalları vs.) gibi şeyler. Halbuki kültürü salt bu şeylere indirgemek, kültürsüzleşmek olmalıdır. Bizi oluşturan temel nüve, nasıl ki insanlıksa bizi bu ailede diğer üyelerden ayıran temel nüve de kültürdür ve kültür nüvesi, insan topluluğunun tarihe kök saldığı topraklardaki çevresiyle etkileşerek kendine kattığı değerler yargısıdır. Dans etmek, yemek yemek, yemek yapmak nasıl ki kendi bölümleriyle bir insan topluluğunun kültüründe varsa, bu o kültürün tamamı değildir. Kültürün en önemli mihenk taşı; iletişimdir. Yani dildir, temastır, davranış biçimidir. Eğer bir insan topluluğu, diğer insan topluluklarından bağımsız bir iletişim geliştiremiyorsa, orada sağlıklı bir kültürden bahsetmek sanırım yalnızca şaşkınlık olabilir. Bizlere gelince, hiç kimse diyaspora da giderek kültürsüzleşen varlığımızı inkar edecek kadar cahil olamaz sanıyorum, birbirine küfür eden, hatta ölüsüne hakaret edebilecek seviyeye ulaşan saygısızlık, tahammülsüzlük? ve üstelik her birinin sebebi, başka bir aidiyet duygusundan ibaret? Kendilerini sürgünle geldikleri coğrafyanın suyuna bırakıp, akışına karşı direnmeyen nesiller altı-üstü 150 küsür yıldır buradalar. 150 yıl bir insan ömrü için ulaşılmaz bir rakam olabilir ancak bu hiçbirimizi yanıltmasın, çünkü 150 sene, Çerkes halkının kültürünü oluşturan tarihte hiçte büyük bir rakam değildir. Ancak açıkça görüldüğü üzere, 150 yıl akan başka bir su, bin yılların oluşturduğu değerlerin en temel değerini kökünden tahrip edebilmektedir. Bunu, sırf 150 yıldır bu topraklarda yaşamaya mahkum edilmiş Çerkeslerin geçirgenliğiyle yapabildiğini söylemekte çocukçadır, burada gelişmekte olan ve çevresini kendine katmak üzere organizasyona dönüşmüş bir kültür yapısının politik hattı vardır. İşte biz, yüzeysel olarak bu politik hatta; asimilasyon demekteyiz. Kültürün temel öğesi tahrip olurken, diğer öğeleri ne yazık ki sağlam kalamaz.  Bunu görmek için, 150 yıldır; mahkum olduğumuz toprakların egemen kültürüne bağlı adaptasyonumuzun gelişimini izlemek yeter. Dille birlikte, diğer değer yargıları da büyük tahribat görmüş olup; Çerkes kültürünün kadına bakış açısından tutun da, kendi kültürel vicdanı ve diğer toplumlarla ilişki biçimene kadar yara almayan hiçbir öğe kalmamıştır. En basit şekilde ve üzülerek şöyle izah edebilirim ki; bugün diyaspora içinde bulunduğu  tüm kopuntular da ne yazık ki içinde bulunduğu coğrafyanın egemen kültürünün etkisine girmiş ve dünya ile bu etkileşimle temas kurmaya mahkum olmuş vaziyettedir. Mahkum oldukları coğrafyaları; cennetleri sanmış, yurtlarını ise masallara konu olacak ütopik bir mertebeye taşımıştır. Yurtlarını bile doğru düzgün telafuz edemeyen hale, ucundan ucundan gelmiştir. Mahkum oldukları coğrafyalarda güce dayanım boy göstermiştir, bu yüzdendir ki; araştırıldığında elde edilen veriler hep; Çerkeslerin yaşadıkları topraklarda hep güçlüden taraf gösterir. İşte diaspora da, politik bir vizyon izleyen entelijansiyanın bu gerçekliği görmesi, bunun üzerinden bir hat çizmesi gerekir. Bugün ise, biz Türkiye'de Çerkeslerin politik entelijansıyasının tek damarda toplanması gereken mücadelesinin, ayrı ayrı dallara bölünüp, üstelik bir de kendi aralarında çatışmacı bir tarzla ilerlediğini ve bunun çok riskli şeyler olduğunu gördüğümüzü açıkça söyleyebiliriz. Bu entelijansiyanın içerisindeki küçük cemaatlerin kendi aralarındaki çatışmanın farkında olmadıkları kötü sonuçlar doğurmaktadır.  Bunu düşünmemiz, bunun doğuracağı sonuçları hesaplayabilmemiz gerekir. Diyasporayı, kültürünün en temel öğelerinden sarsan politik bir hattı yok sayarak veya görmezden gelerek, sanki bir gün hepimiz çantalarımızı toplayacak ve bir anda yurda dönüp, 1864ten kaldığımız yerden devam edebileceğimizi düşünmemeliyiz, çünkü hayali güzel de olsa, böyle bir gün gelmeyecek. Fakat aynı zamanda diyasporanın yurdunu unutup burada elde edebileceği haklar ve özgürlüklerle sonsuza kadar yaşayabileceği bir ortam da oluşmayacak. İşte bu söylediğim durumun iki tarafının bir orta noktası var ve bu orta yol, halkımızın geleceğini belirleyebilir. Burada yetişmekte olan nesiller için, onlara atalarından miras kalan ancak yok edilmek üzere sistematik bir politika uygulanarak büyük ölçüde tahrip edilmiş öğeleri düzeltmek, onları bu nesillere tekrar kazandırmak için çabalarken, bu kültürü oluşturan temeli yani, tarihsel serüvende taşıyla-toprağıyla, zoruyla-kolaylığıyla, verdiğiyle-aldığıyla bizim kültürümüzün mihengi olan yurdumuza geri dönüşü adalet talebiyle örgütlemeye başlamamız lazım. Ancak herşey bir yana; kendi yüreğinde, bizleri (Çerkesleri) oluşturan nüveleri yitirmiş, kaybetmiş, unutmuş olan çoğunluğun yüreğine, bizleri oluşturan nüveleri, insanlığı, xeku'yu ve kültürü (xabze'yi) hatırlatmamız gerekecektir. Bugün, Türkiye diyasporasının yüreğine baktığımızda, ne kendi kültürel adaleti, vicdanı görülebiliyor ne de Çerkesya izleri bulunabiliyor. Sadece düğünlerde oynuyor ve psıhalive yiyorlar, işte yakın nesil atadan bugünün çocuklarına reva görülen koskoca Çerkes kültüründen yalnızca bu kadarı? Sizce bunu hak ediyor muyuz? İşte şimdi, tarihinde hiç sömürgeci bir duruş sergilemeyen, kadınıyla erkeğini eşit tutan,  yaşama, hayata, dünyaya, geleceğe, özgürlüğe saygısıyla dünyaya nam salmış, filozofların parmakla işaret ettiği bu halkın bugün düğüne ve yemeğe indirgenen kültürü içler acısı değil mi? Eğer atalarımız, bugün bu halimizi öngörebilselerdi; kahrından ölürlerdi... ancak, onlar bize bıraktığı insanlık mirasına güvendi ve teslim olmadan, bize onurlu bir tarihi miras bırakmak için direnerek öldüler!

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler