Bugünün siyasi tarihi ve Çerkeslerin yarını




AKP'nin bugün birilerine verdiği hiçbir teminat yarın için geçirdi değil ama ne yazık ki birileri  bunu göremeyecek kadar kör durumda. Gazeteler, televizyonlar, radyolar kapatılmış, gazeteciler, yazarlar, aydınlar tutuklanmış, milletvekilleri, siyasiler [...] valilikler her türlü gösteri ve yürüyüşü yasaklıyor, iki kişi bir araya gelindiğinde plastik mermi, toma, biber gazı kullanılıyor, polis milletvekilinin ellerine "kes lan" diyerek vuruyor, sırf onun kaburgasını kıramadı diye, oğlunun kaburgasını kırarak onu cezalandırıyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.h

Anayasayı fiilen ihlal etmekle övünen bir adam, ki bu adamın oğlu daha geçtiğimiz yıllar da kara para aklama, hırsızlık ve nitelikli dolandırıcılıkla itham edilmiş ve ifadeye çağrılmıştı ve bu adam her türlü hukuku çiğneyerek oğlunu ifade vermeye göndermemişti, işte şimdi çıkmış diyor ki "Hiç kimse hukuktan üstün değildir." Daha dün MİT tırlarıyla Suriye'deki terör örgütlerine silah gönderdiği belgelenmiş bugün çıkmış "Terör bumerang gibidir" diyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

"Ya başkanlık ya kaos" diyen bir adam bugün çıkmış  parlamentodan bahsediyor, bunları konuşmanın yeri Meclistir demekten zerre çekinmiyor. Kendisinin partisinin de, hükümetin de başına nasıl geldiğini sanki hiç hatırlamıyormuşçasına anamuhalefetin HDP'nin adını bile anmaktan korkarak usulen hazırladığı bir bildiriye "Nedir bu kepazelik" diyebiliyor. Aynı zamanda Suriye'den yaralı teröristleri alıp tedavi edip geri gönderdiğini unutarak "Hiç kimsenin milletin parasını teröre peşkeş çekmeye hakkı yok" diyor ve televizyon da hükümet sözcüsü hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

"Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" diyen birisi,  bugün milletvekili tutuklamalarıyla ilgili siyaset yaparken zerre kadar tereddüt etmiyor. Anayasayı fiilen ihlal eden adamın bunu meşrulaştırması için başlayacağı çalışmanın ayağına katılırken yeni kapıda yanyana görünmekten tereddüt etmiyor, bu ortamda mağdurlarla yanyana görünmekten ödü kopuyor. Dokunulmazlıklar ile ilgili AYM'ye başvuru sürecinde "Destek vereni partiden atarım" diyor ve parti sözcüleri çıkıp hala "demokrasi" diye bir şeyler söyleyebiliyor.

Muhalif bütün milletvekillerinin, gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasilerin tutuklandığı, televizyonların, gazetelerin ve radyoların kapatıldığı, meydanların halka yasaklandığı bir ortam da  demokrasinin varlığından söz etmek ayrı bir marifet.

***

En başından bu yana, ülkede gelişen her şeyin bize olan etkisini anlatmaya çalıştım Çerkeslere. Sadece kötü şeylerin değil, iyi şeylerin de. Fanus içinde olmadığımızı, dış dünya ile etkileşim halinde olduğumuzu yazdığım bir çok yazı var. Rusya ile başlayan uçak kriziyle, Türkiye'nin Suriye politikasının Çerkeslere verdiği zararı bugün inkar edebilecek kimse olmamasına rağmen, bunu Rus düşmanlığı üzerinden hala övecek bir sürü insan var. O halde sanıyorum artık hiç kimse, ülkede gelişen hiçbir şeyin bizi etkilemeyeceği iddiasında bulunamaz ve dış dünya ile etkileşim halinde olduğumuzu kabul eder.

Peki bugün yaşananlar ışığında baktığımız zaman Türkiye, Çerkesler için nasıl bir öngörü oluşturuyor?


İktidarın artık tek bir siyasi parti olduğu söylenemez, çünkü iktidarın günahı sırtında kendi başına taşıyacağından fazla ağırlaştı. İktidar artık bir koalisyondur ve bu koalisyonun bir ortağı da MHP'dir. Birlikte kurdukları koalisyon iki günlük değildir, AKP'nin savaş politikalarına girmesiyle birlikte ki özellikle haziran seçimlerinden sonra çok açık bir şekilde bir ilişki geliştirmişlerdir. Zaten o günden bu yana Türkiye Halklar açısından giderek gerilemiştir. Halkların sadece birlikte siyaset yaptıkları alanlar değil, birlikte konuştukları televizyonlar, birlikte yazdığı gazeteler de kapatılmıştır. Halklara duyarlı gazeteciler ve yazarlar da tutuklanmıştır. Çerkeslerin kendini topluma karşı ifade edebilecekleri her türlü alan saldırı altında tutulmakta ve baskılanmaktadır. İMC TV'nin kapatılması örneği Çerkeslerin Çerkes olarak kendilerini topluma aktarabildikleri bir alanın nasıl yok edildiğinin göstergesidir. Bugüne kadar parlamento da Çerkes sorunlarının araştırılması ve önüne geçilmesiyle ilgili önerge veren isimlerin tutuklanması da Çerkeslerin kendini devlete ifade edebildikleri vekillerinin susturulması ve baskılanmasıdır.

Çerkeslerin siyasi olarak aynı düşünmediği, Türklerin ve Kürtlerin de aynı düşünmediği kadar elbette gerçek, hiç kimsenin bütün Çerkesler adına açıklama yapması doğru değil ancak aynı düşünen-düşünmeyen bütün Çerkesleri ilgilendiren şey Çerkesliktir. Çerkes halkının dilinin, kültürünün yaşanmasına, gelişmesine ihtiyacı olduğu da açık. Bugün genç Çerkes nüfusunun çoğunluğunun anadilini bilmediği gerçeğini hiçbir parti taraftarlığı yok edemiyor, bu anlamda Çerkeslerin kendilerinin bu sorunlarını ifade edebileceği ve çözüme odaklı siyasal faaliyet yürüterek bu sorunun önünü almayı deneyecekleri alanla, bugün iktidar zihniyetinin yok etmeye çalıştığı alan farklı değil. Bu anlamda iktidarın yok ettiği alanı savunmak, Çerkes dilini ve kültürünü de savunmaktan ötesi değil.

"Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir" diye bir söz vardır, Çerkeslerin hukuki olarak yok sayıldığı, kendi dili ve kültürleri için siyasal faaliyet yürütüldüğü, topluma hitap ettiği alanların kapatıldığı bir zeminin hiçbir Çerkes için hayırlı olmadığı belli. Nasıl dün yaşanan "Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" demelerle "AYM'ye başvuru için destek vereni partiden atarım" demelerle, "Yenikapı ruhu" içine girmelerle bugünlere gelinmişse, bugünde başta Kürtler olmak üzere tüm muhalefete saldırılar, yarın Çerkeslerin başına ne geleceğinin en net göstergesi.
Share:

Erdoğan İtiraf Etti: "Ben Diktatörüm"



Cumhurbaşkanı o zamanlar başbakan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin 70nci Mali Genel Kurulunda çıkmış kürsüye konuşuyor. O zamanlar konuştuğu şeyleri ilk duyduğumuzda biz şaşırmıyoruz tabi; sahi hangi diktatör halkına “ben diktatörüm der?” diye düşünüyoruz. O zamanlar da yaptıkları bize göre diktatörlükten ötesi değil ama biz hiç akıl sır erdiremiyoruz Erdoğa’nın bu söylediklerinin geleceğini tarif ettiğini.

Şimdi düşünüyorum da Erdoğan meğerse 22 Mayıs 2014’ten ilan etmiş 16 Temmuz 2016’daki sıfatını. Ben demiyorum, kendisi söylüyor: Diyor ki “Ben diktatör olsam meydanlara çıkamazsınız” İşte buyur, meydanlara çıkamıyoruz. Yani bugün Erdoğan’ın o zaman ki söyleminden ölçüt alarak, kendi diktatörlük anlayışından yola çıkarsak dahi; Erdoğan kendi ağzıyla söylüyor: Ben diktatörüm diye. Erdoğan’ın o zaman ki söyleminden yola çıkarak “Erdoğan diktatör olmasaydı, bugün meydanlara çıkabilirdik” demek ki. Meydanlara çıkamıyoruz, niye? Çünkü Erdoğan diktatör. Sadece meydanlara mı çıkamıyoruz, ekranlara da çıkamıyoruz, sayfalara da çıkamıyoruz. Yani anlayacağınız basit bir diktatörlükte değil yaşadığımız. Yani Erdoğan ve diktatörlük insanlara daha nasıl anlatılabilir bilemiyorum.

Yeni Kapı diye bir ruh tutturdular ve bugün Türkiye’nin üzerine kabus gibi çöken fiili rejimin arayıpta bulamadığı her şeyi o ruha feda ettiler. 18 Ağustos’ta “Türkiye’nin Demokrasisi, Sonra Çıkar Oligarşisi” başlığıyla yayınladığım yayında şöyle yazmıştım.


“Devletin kuruluşundan bu yana; oligarşi düzeni hiç değişmedi. Oligarklar kendilerine "milliyetçi" bir cephe kurdular ve sürekli düşmanlar üreterek bu cepheyi beslediler.  Bu oligarklar çoğu defa birbirleriyle kavgalar da etseler, hiçbir kavgaları ilkesel bir tutum üzerinden ilerlemedi. Herşey çıkarlar üzerine kuruluydu, CHP, AKP'nin devletin bütün kurumlarında kadrolaşmasına şiddetle karşı çıkıyordu, ancak bunu AKP'nin devletin bütün kurumlarından CHP'lileri etkisizleştirmesi yüzünden yapıyordu.

MHP her ara elemandı. İktidar kimde olursa olsun, onla gizli ya da açık bir ittifakı vardı.”

Bugün gelinen nokta da, o gün, o  ruha bugün üzerimize çökecek kadar yetkiyi feda eden siyasi parti liderlerinden veya liderlerini eleştiremeyen vekillerinden hiç kimse “hikayeler” düzmesin. Yenikapı’da sıkıştığınız el, kürsü de sallanıyor ama kürsünün bir hükmü kalmadıktan sonra oradan bağırıp-çağırmanın bir değeri kalmadı.

Diğer faktör ise muhalefet partilerinden birisi zaten artık diktatörün yedek partisi haline geldiği için, aslında daha doğrusu tarihi hep gücü elinde tutanın yedeği olarak gelişip partileri bunun üzerine kemikleştiği için diyecek bir şey yok.

15 Mayıs 2016 tarihinde “Türkiye Büyük Tayyip Meclisi” isimli yayınımda yazdığım gibi. Büyük Millet Meclisi KHK’larla artık Tayyip’in fiili durumuna hukuki boyut kazandıran “Sipariş Yasa Üretme” kurumuna dönüşüyor. Yenikapı’da Erdoğan’a bu gücü verip bugün hükümsüzleşen kürsüden bağırıp çağıranlar ise o kurumun mızmızlanarak çalışan memurlarından başka neyi ifade ediyorlar?


29 Ekimde Kılıçdaroğlu kürsüden diyor ki; “4ncü büyük devrime hazır olun” “Tam Demokrasi devrimiymiş 4ncü büyük devrim” Fakat biz Kılıçdaroğlu’nun hali hazır temsili demokrasiye dahi sahip çıkmadığını görüyoruz? Demokrasinin bölge bölge, il il, dil dil ayrı seviyeleri olduğu bir Türkiye’de daha kendi memleketine neden Ankara’daki demokrasi gelemedi diye düşünemeyen bir adamın “ilk bedeli ben ödeyeceğim” demesi sizce manidar mı? Benim artık Kılıçdaroğlu’ndan umudum yok, zaten öyle büyük umutlarım da olmamıştı ama artık zerre kadar umudum yok. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde FETÖ’nün çatısı altına girmekten gocunmayan, kendi tabanına “tıpış tıpış oy vereceksiniz” demekten kızarmayan, kendi partisinin milletvekiline kurşun sıkan ülkücü üzerinden bile ülkücülere methiyeler düzen (ki ben geçmişten günümüze elindeki eli kanlı ülkücüleri eklemek dahi istemiyorum) bir liderden nasıl umutlu olabilirim? Biz artık anti laisist ve tamamen faşist olanların Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin elleriyle demosunu yaşattıkları “Karşı Devrime” direniyoruz. Onlar her ne kadar nasıl olsa bizim söylediklerimiz duyulmaz diye umut ederek insanların gazını alan 4ncü büyük devrim masallarını gazete gazete, televizyon televizyon anlatsalar da, bugün değilse bile yarın kimin faşist devrime güç verdiği kimin direndiğini bir gün tarih muhakkak ortaya da çıkaracak. Biz de o güne kadar basılı gazetelerimizi sustursalar internet gazetelerine, internet gazetelerini sustursalar defterlerimize, defterlerimizi yakıp yıksalar kentin duvarlarına, bizi duvarların içine hapsetseler aklımıza  yazacağız gerçekleri. Bu da Kemal’in 16 Temmuz’da koltuğunu bile feda etmekten tir tir titreyen iradesizliğine kapak olsun.
Share:

Kafkas deryasındaki Çerkes balıkları ve Pşıko Suadin



Ben kendimi bildiğimde herkes bana "Sen Çerkessin!" diyordu. Çerkes olmak öyle kan meselesi değildi, babam Hasan Apiş diye ben Canberk Apiş olamazdım. Canberk Apiş olmalıydım, hak etmeliydim. Çerkesliğimin damarımda akan kandan, resmi nüfusa göre babamdan aldığım soydan olmadığını bilmeliydim. O küçük yaşımda, her türlü haylazlığa ve yaramazlığa rağmen sorumlu olduğum alanı bilmeli ve sorumlu olduğum şeyleri yapmalıydım. Reyhanlı bana, bir adamın soyundan çalarak Çerkes olmayı değil; bir toplumun okulunda hak ederek Çerkes olmayı öğretti. Günümüze benzetmeye çalışırsak; Babam Çerkesliğin ilköğretim öğretmenimdi, Yenişehir mahallesi ise Çerkes lisesiydi... Geri kalan bütün yaşantım ise yükseköğretim olarak sürecek. Benim notuma da esasen hepimizin olduğu gibi tarih karar verecek.

Size bunları okutuyorum, çünkü şunu bilmenizi istiyorum: Eğer emek vermiyorsak, değer bilmiyorsak, unutuyorsak, aksatıyorsak, yaşamıyorsak babamızdan aldığımız soyun bize katacağı Çerkeslik beş para etmez. Bu toplumun kendini ilmek ilmek ördüğü tarihi, bu tarihe sığdırdığı nice değeri var. İşte Çerkeslik tüm bu tarihi ve tarihine sığdırdığı değeri yaşatıldıkça, bunu yaşatanların veya yaşatmak için mücadele verenlerin en kıymetli hazinesi olur.

Bundan beş sene evvel kendi halkı için, yüzümüzü yere eğdirecek tek bir anısı olmadan, hakkı/hukuku çiğnemeden mücadele verirken katledilen Pşıko Suadin'i unutacaksak, üstümüze yapıştırdığımız Çerkeslik ancak "Kafkas deryasındaki Çerkes balıkları" olarak boğazımıza düğümlenebilir. Bugün şatafatlı "asalet" masallarıyla kendimizi öve öve düştüğümüz şu durum ne yazık ki bir çoğunun Pşıko Suadin'i bile hatırlayamadığı kahredici hafızasızlıktan  öte başka nereye gidiyor?




Share:

Demokrasi görünümlü Darbe pratiği

15 Temmuz gecesi yaşananları herkes bir defa düşündü "kurgu muydu?" diye. Bunu yazanlar ve konuşanlar da oldu her kesimden ve bugünde birileri hala 15 Temmuz gecesi yaşananlar üzerine "eğer gerçek olsaydı" üzerinden bir şeyler yazıyorlar ve konuşuyorlar. Şuana kadar o kadar olasılık üzerinden düşünceler kaleme alındı ki ben bu konuda yazacak hiçbir yan bulamadım. Ne yazarsam yazayım, birisinin yazdığı veya söylediği bir şeyin tekrarı olacağı kesin.

Ama benim aklımda dönüp dolaşan başka bir şey var. 16 Temmuz. Bana öyle geliyor ki, 15 Temmuz gerçekten de birilerinin sandığı gibi iktidarın kurgusu değildi, ancak iktidar 16 Temmuz günü kıl payı sıyrıldığı askeri darbe girişimini yok etmek yerine ona kendi lehine müdahale etti ve dizginlerini eline alarak aylarca düşünüp bir türlü hukuki altyapısını hazırlayamadığı bir yönetim biçimini Türkiye'de yürürlüğe soktu.

Üstelik iktidar ta en başından bu yana uzmanı olduğu mağdur edebiyatı için her türlü kıvıracak bir zemine de sahipti. Sonuçta artık darbeyle indirilmeye çalışılan bir iktidarı oynuyorlardı. Mağdurlardı. Argümanları oluşmuştu. 16 Temmuz günü; "Tehlike devam ediyor" diye bir başlık açtılar ve "birlik olmalıyız" dediler. Bir miting düzenlediler; bir "ruh" yarattılar. Anlayan işte ta o zaman anladı; darbecilere "ne istedilerse verenler" ile, darbecilerin adayının çatısı altında birleşenlerin yarattığı o "ruh" bize zifiri bir karanlık olarak çökecekti. 

Velhasıl darbe girişimi yapanların bağlı olduğu örgütün devlet içerisindeki olağanüstü yapılanmasına dikkat çekilerek bir OHAL ilan edilmişti bile. Hissedenler tam o an hissettiler; kısa bir film gösterisinden sonra kararacak "demokrasi sahnesini". Bunlar hep yazıldı, çizildi. Tahmin edilmesi zor değildi zaten. 

İşte o sebeple başbakan çıkıp OHAL'i bizlere tam şu cümlelerle aktarıyordu: "OHAL'i kendimize ilan ettik."  Diyeceğim o ki, o gün bu açıklamayla yüreğine su serpilenler; gidip istedikleri kadar morarmakta özgürler.

Bu saatten sonrası; içinde kendi parçası bulunan şu meşhur "ruhu" tırtıklamakla düzelmeyecek. Tırtıklayanlar da bunun farkındalar, onların ki de kendi içlerindeki sosyal demokratları rahatlatma senaryolarından ötesi değil artık.

Çünkü bugün o ruhun karanlığı yaydan fırlayan bir ok. Bu yayı geren iktidar olsa bile, sizde yenikapı da gerilmiş o yaydan ötesi olmayacaksınız. 

İlk günden bu yana hedef biziz, direnen de biziz. Dün evet diyerek bugün hayır okuyanlar değiliz. İlk günden bu yana aynı şeyleri tutarlılıkla söylüyoruz. Bugün ise bu yüzden en çok bizleri susturmak istiyorlar. Kendi emeklerimizle inşa ettiğimiz basın/yayın organlarına saldırıyorlar; 16 temmuz günü yürürlüğe giren: demokrasi görünümlü, darbeci zihniyetli ittifakları ifşa olmasın istiyorlar. Televizyonlar, Gazeteler önündeki "it dalaşlarının" kapılar kapandığında nasıl bir samimiyete dönüştüğünün görülmesinden, bunun yazılmasından korkuyorlar.

Hiçbir darbe bize huzur vermedi, biz de hiçbir darbeden medet ummadık. Tarihleri darbecilerin arasında oluşanlar ile her darbede bedel ödeyenler fil gibi ortada. Bir darbede olması gereken herşey bugün Türkiye'de yürürlükte.

Bize düşen ise, herşeye rağmen gerçekleri söylemek ve belli ki işimiz bu sefer de çok zor fakat tarihimiz de hiç kolay bir gün yaşayamamanın avantajlarına nailiz. Bu karanlığı da yaracağız, yarına elbet güneş olacağız.




Share:

Adalet KHKitlendi!


Hükümetin devletin kendisine ilan ettiğini savunduğu OHAL her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor, demokrasiye karşı girişilen askeri darbeye karşı mücadele demokrasiye karşı girişilen sivil bir darbeye dönüştü; halkın iradesiyle seçilmiş belediye başkanları yerine, devlet istediği kişiyi belediye başkanı olarak atamak üzere harekete geçti ve geçtiğimiz ay haftalarca meydanlarda demokrasi nöbeti tutanlar için bunun bir değeri yok. Görünen o ki bu ülkede herkesin kendi demokrasisi var. "Kendine müslüman" tanımına cuk diye oturan "kendine demokrat" tanımı bu ülkenin sosyolojisine giriyor.

Hiç kimse asıl meseleyi konuşmuyor, gerekli olan soruyu sormuyor!

Herkes darbeye karşı sivil direnişten kendine kahramanlar yaratırken, Çerkesler de bunun çok gerisinde değiller. Darbenin seyrini değiştiren Ömer başçavuştan, darbeye onay vermeyen Abidin paşaya - köprüde asker kurşunuyla katledilen baba-oğul Olçok'lardan, Bursa'da öldürülen komiser Bırs'a kadar bir liste Çerkeslerin bu ülkede demokrasiye akıttıkları kanlar olarak dilden-dile dolaşıyor. Ancak hiç kimse bugün isimleri Çerkeslerin demokrasi şehitleri olarak toplumsal hafızamıza işleyen bu insanları ölüme sürükleyen siyaseti sorgulamıyor. Darbecileri, cüretkarlaştıkları mevkilere elleriyle taşıyanlar ve onlara "ne istedilerse verenler" "kandırıldık" diyerek aklandıklarını iddia ederek ellerine-paçalarına bulaşan şehitlerimizin kanlarının hesabını vermekten kurtulmak istiyor. İşin acı tarafı; biz de onlara bu fırsatı sunuyoruz. Böyle demokrasi havariliği de, demokrasi tarihine "destan" olarak lanse edilmek isteniyor. Halbuki olsa olsa "utanç" olarak girebilir.

Herkes tetikçinin peşinde ama tetikçiler birer figüran.

"Kral çıplak" diye bir tabir vardır. Çok şey anlatır. Kral çıplaktır ama kimse söylemeye cesaret etmiyordur. Türkiye'yi daha iyi anlatan bir hikaye kalmadığına inanıyorum. Daha düne kadar El-Kaide bağlantılı gruplara gönderdiği silahlar deşifre olduğunda, bunu deşifre eden gazetecileri hep bir ağızdan susturmak için "adaleti iktidarin fahişesi" yapan bir yönetim anlayışı, gerçekleri karanlıkta bırakmamak için gazetecilik onurunu bu ülkedeki bütün ağırlığına rağmen sırtlayan gazete ve gazetecileri cezaevlerinde tecrit altında tutan bu yönetim anlayışı "fahişesine dönüştürdüğü adalete" bile yetinmeyerek ülkede adaletin tiyatrosunu dahi askıya alıyor. Üstelik bunu "kendine ilan ettiğini" söyleyerek, söylem-eylem tutarsızlığı ile "kendisinden olmayan" herkese karşı kullanıyor. Bir zamanlar devletin kapısı olarak işleyen cemaat kapılarının bırakın içinden geçenleri, yanından geçenlere selam verenlerinin-selam verenleri dahi adalet tiyatrosuna ihtiyaç olmadan suçlu muamelesi görebiliyor. Bu haksızlığı yaparken dahi adil olunamıyor üstelik. Memurluktan ihraç edilen hiçbir memurun, Fetullah ile devletin başındaki zat kadar fotoğrafını bulamazsınız yeryüzünde. Hiç kimse Fetullah'a "ne istediyse vermemiştir" üstelik. Kaldı ki hükümeti kuran iktidar partisi içindekilerin ilişkilerini söylemeye sayfalar bile yetmeyecektir. Herkes tetiği çekeni linç ediyor ama, tetiği çekenler demokrasiye karşı girişilen bu darbenin sadece figüranlarıdır. Asıl suçlular ise dün ilgili cemaati göklere çıkaran köşe yazarları, onlara ihaleleri veren kamu müdürleri, istediklerini veren devlet erkanıdır. İşte Kral böyle çıplaktır ki; kral çıplak deme ihtimali olanların bili kalemi kırılmış, dört duvar arkasına hapsedilerek toplumdan izole edilmiştir.

Kral çıplak diyenler için risk giderek büyüyor!

15 Temmuz'dan daha hemen sonra, aynı gün başladılar saldırmaya çok önceden devleti cemaate ısmarlayanlara yıllardır karşı çıkanlara. Cemaati valiliklere, kaymakamlıklara, emniyet müdürlüklerine, okullara dolduranlara soru soranlara "demokrasi düşmanı" diye linç kampanyalarına saldırdılar ilk önce. İlk günden "kral çıplak" demenin bedeli olacağını hissettirdiler. Buna rağmen "kral çıplak" diye bağıranlar oldu. Yeni kapıda kral meydana çıktı. Çırıl çıplaktı; ellerinde darbe gecesi ölen herkesin kanı da vardı, güneydoğuda taş üstünde taş bırakmamanın tozu da, Taybet ananın kuruyup taş gibi olmuş kanı da. Berkin Elvan'ın ahı, Ali İsmail'in, Ethem Sarısülük'ün acıları da vardı. Ama kimse orada söz de bir ruh; bu ülkeye kara duman gibi çökerken; devletin dörtte üçü el ele vermiş susuyordu.

Dün "Kral çıplak" diye bağıranlar bugün de devam ediyorlar "Kral çıplak" diye bağırmaya. Onlar da dün "kral çıplak" diye bağıranlara nasıl saldırıyorlarsa, daha vahşi biçimde saldırıyorlar bugün "Kral çıplak" diye bağıranlara.

Ey halk, Size Nihat Berham'ın "Haykır acını ey halk" şiirinin bir bölümüyle de seslenmiş olayım!


"Bu direniş senin için ey halk / Bu çığlık senin kollarınla / Yıkılsın şu köhne dünya / Ve coşkuyla yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı / Bir yol kavşağındasın fakat / Mutlaka değişecek kaderin / Bunu bekliyor şu ıslak çukurlarda yürüyen şu yoksul çocuk / Bunu bekliyor gözevleri kurutulmuş analar / Bunu bekliyorzincirin oyduğu bilek / Bunu bekliyor açlık, kuraklık, ılık ılık akan kan / Bunun için en gençlerimizi ölümle tanıştırdık  / Kuşan kendini artık, / Biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla / Ey halk, haykır acını; bu karadumanı dağıt" 
Share:

Çerkesliği ..... alet etmeyelim!


Çerkesliği .... alet etmeyelim? diyorlar. Böyle sığ bir düşünce olabilir mi? Savunduğum onca şeyin evrensel değerleri var, insani şeyler bunlar. Çerkesler de bu evrende ve insanlar, bunu anlamak çok mu zor? Çok mu zor ekolojik tahribatın Çerkeslerinde yaşadığı dünyaya zarar verdiğini idrak etmek, çok mu zor herhangi bir savaşın Çerkeslerinde geleceğini tehdit ettiğini anlamak, çok mu zor Çerkeslerin de yüzde 50'sinin kadın olduğunu görmek? Adaletin Çerkesleri de daha güvenli bir dünyada yaşatacağı, özgürlüğün Çerkeslere daha iyi bir gelecek sunacağı, eşitliğin Çerkeslere de faydasının olacağı; bunları anlamak üstün zeka gerektiren şeyler mi?

Ben Kürtler Türkleri yok etsin mi dedim?

Ben Aleviler Sunnileri kessin mi dedim?

Ben Ankara'ya, İstanbul'a, Antalya'ya uçaklarla bombalar yağdıralım, bizim istediğimiz gibi yazmayan gazeteleri susturalım, cezaevlerine Türk aydınları sıkıştıralım mı dedim?

Azad'ın Özgür'e attığı kurşuna övgüler mi dizdim?

Kan, kan, kan diye mi haykırdım?

Hiçbirini yapmadım! Çerkesim; Çerkesliğimi hiçbirine bulaştırmadım. İnsanım; insanlığımı hiçbiriyle kirletmedim. Ama siz; hepsini yaptınız. Özneleri değişince, pisliği kaybolmuyor. Zulümde, cinayette, vahşette, katliamda, kan da, faşizmde, ırkçılıkta; öznelere göre işleyen vicdan kadar kirletilmiş bir vicdan olduğunu düşünmüyorum.

Açık açık itiraf edeyim, hayatım boyunca yalnızca bir kişi öldü diye  sevindim, o da; Erdal Eren için "Asmayalım da Besleyelim mi?" diyen, varlığıyla beni hem Çerkesliğimden, hem insanlığımdan inciten birisiydi.
Çerkesleri ... alet etmeyelim diyorsunuz;

Tamam kabul ediyorum, ben Çerkesliği insanlığa alet ediyorum. Edeceğim de. Peki siz benim insanlığa alet ettiğim Çerkeslikten kimi/neyi, neden/niçin koruyorsunuz?

Nart mitolojisindeki aksakallı şöyle der;


"Bu koca dünya henüz pelteleşmemişken / Bu koca yeryüzü henüz pıhtılaşmamışken/  Bu mavi gökyüzü henüz ağlarla örülürken / Ben o zaman beşikte yatan bir çocuktum. / Bu yaşadığımız dünya henüz berkimemişken /Ben o zamanlar bir çobandım. Volga nehrini o delikanlı aştığında / Ben o zaman henüz yeni olgunlaşmıştım. / Kafdağı henüz köstebek yuvası iken / Ben o zaman bir delikanlıydım. / Kafdağı’nın ormanları henüz filizlenmemişken,/  Ben o zamanlar orta yaşlı bir adamdım. / Kas ovasına birlikte girdiğimizde / Bana ağır hakarette bulunuyorsun. / Sen o hakareti yaptığında, / Ben aksakallı bir ihtiyardım... "



İşte Çerkeslerin insanlığa alet olma serüveninin tarihi de tam bu zamana kadar uzanır. Fakat sizin insanlığa alet olan Çerkeslikten çıldırışınızın tarihi 150 yıl bile olamaz.

Share:

Suriye'ye Çerkes gibi bakmak lazım.



Suriye'de yıllardır süren kanlı savaşın bir mağduru da Çerkesler, ancak Türkiyeli Çerkesler bunu ya konuşmadığı ya da çok sessiz konuştuğu için ne Türkiye'de ne de dünyada bununla ilgili bir gündem yok. Geçtiğimiz aylarda Suriye Demokratik Güçleri Menbiç'i kanlı örgütün elinden kurtardığında biraz bekleyeyim, sonuçta Menbiç Türkiye'li Çerkeslerle akrabalık kurmuş Çerkeslerin de yaşadığı bir yer dedim ancak nafile. Türkiyeli Çerkesler Suriye'deki savaşı kendileri olarak bakabilmenin çok uzağındalar ve genel Türkiye toplumu gibi hafıza sorunu yaşamaktalar. Bu günlerde islam aleminin kurban bayramı yaklaşmasıyla Suriyeli kardeşlerimize yardım adıyla toplanan kurban derisi kampanyası belki bize yardıma muhtaç Suriyeli Çerkesler olduğunu anımsatabilir? Belki düşünebiliriz; o Çerkesleri yardıma muhtaç hale düşüren, evlerini-barkları terk etmek zorunda kaldıkları sebepleri-sonuçları.

Bugünlerde Türkiye, tankıyla-topuyla Suriye toprakları üstünde ÖSO denen bir örgütün önünü açmaya çalışıyor. Buraya bakarken en dikkat çekmek istediğim konu; Türkiye'nin özellikle SDG'nin de mevzilerini içerisinde YPG var diyerek topa tutması. Bu durumu da "terör örgütleri arasında hiçbir ayrım yoktur" diyerek izah ediyor ve hatta bütün dünyaya "terör örgütleri arasında ayrım yapmanın hata olduğunu" anlatıyor. Bende bunu bu ülkenin bir vatandaşı olarak kendime soruyorum; "ÖSO bir terör örgütü değil mi?" diye. Sonuçta Türkiye toplumu içerisinde de olsam, Çerkes de olsam hafızam hala yerinde.  2013ün ağustos ayında İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 190 sivili öldürdüğü ve bir o kadarını da rehin aldığını belgelediği bir örgütten söz ediyoruz. Öldürdüğü derken şu ayrıntıyı da sakın kaçırmayın, bir çatışma sırasında değil. Alevi oldukları için baş kesmek suretiyle. Yine İnsan Hakları İzleme Örgütü 105 sayfalık raporla "sistematik olarak insan hakkı ihlalleri işledikleri güvenilir kaynaklara dayanan gruplara" destek verilmemesi için özellikle Türkiye'ye bir çağrı yapmıştı.

Bugün Türkiye'nin verdiği destek ortada. Artık inkar edilecek, üstü çizilecek bir tarafı yok. Hep birlikte el ele - kol kola Suriye'ye giriyorlar ve Türkiye kendi söylemiyle terör örgütleri arasında hiçbir ayrım yapmaksızın tüm terör örgütlerini vuruyor. Türkiye'nin vurduğu yerlere ÖSO giriyor ve artık ÖSO'nun yeni adı "yerli halk."

İnsan Hakları İzleme Örgütünün özellikle Türkiye'ye seslenerek sunduğu 105 sayfalık raporda Türkiye'nin Suriye müttefiki olan ve adına "yerli halk" demeyi uygun bulduğu ÖSO ile birlikte Ağustos 2013 de Lazkiye kırsalında işgal edilen 10 alevi köyünde yaşananlarla ilgili görgü tanıklarının ifadelerini hepiniz okumalısınız.  Bugün IŞİD'e karşı ortak operasyon yaptığımız ÖSO'nun Lazkiye katliamlarından sonra, o dönemki genelkurmay başkanı olarak tanıtılan Selim İdris, "silah depolarımızı islamcı kardeşlerimize açtık. Aramızda hiçbir sorun yok." derken elbette bahsettiği islamcı kardeşlerinden birisi de o IŞİD bağlantılı gruplardan El Nusra idi.

Şöyle bir hafızanızı yokladığınızda, çok değil yakın zamanda bugün Türkiye'nin müttefiği olan ÖSO'nun El Nusra ve diğer radikal islamcı gruplar ile birlikte gerçekleştirdiği katliamları hatırlayacaksınız. Türkiye onlara her ne kadar "yerli halk" muamelesi çekse de, terörün yerlisi-millisi olur mu diye düşünmeyi akıl edemeyecek bir ülke değil. Bugün Türkiye'nin Suriye'de boşalttığı yerlere yerleştirmek istediği ÖSO, işlediği cinayetler, bizzat başını çektiği katliamlar, Alevi köylerindeki kıyımları, Öso'ya bağlı Nurettin Zengi Hareketinin Halep'te 17 yaşında bir çocuğun kafasını keserken paylaştığı videolar ve daha nicesiyle ne olduğu yaptıklarıyla tescilli bir terör örgütüdür. Türkiye'nin "terör örgütleri arasında ayrım yapmama" nasihatini aynaya bakarak kendisi yapmayı denemelidir.

Şimdi gel gelelim Çerkesler açısından bütün olup-bitene!

Çerkes camiasında ya da Çerkeslerle temas kurabilen Türkiye camiasında Çerkeslerin Suriyedeki varlığı üç-beş katilin varlığıyla radikal islamcı gruplara yedeklenmek isteniyor. Hiç kimse Suriye Demokratik Güçleri içerisindeki Çerkes gruplardan bahsetmiyor. Şahsen bana kalsa ne radikal islamcı grupların içerisindeki Çerkes teröristlerden ne de Demokratik Suriye Güçlerindeki Çerkes savaşçılardan "Çerkes" olarak bahsetmek istemem. Radikal islamcılığı ilke edinip o bölgede insanlığın ırzına geçen örgütlerde fanatik terörist olmuş Çerkeslerin zaten uzaktan yakından Çerkesliği temsil ettiği söylenemez. "Çerkeslik insanlıktır" diye atasözü olan bir halkın içinden bir ferdin; insanlara ölümün bile en kanlısını ve onursuzunu uygulayan bir kişinin neden Çerkesleri temsil edemeyeceğini anlatmak bile acı verici fakat Demokratik Güçler içerisindeki Çerkesleri de konuşmak gerekir. İsteyen istediği kadar bölgedeki demokratik ilerlemenin Çerkeslere fayda sağlayacağını anlatsın ama o bölgede Çerkesliğin kazanabileceği hiçbir şey olmadığını çok açık. En fazla orada Çerkes bireylerin yaşamı refah edebilir ancak Çerkesliğin oradan refaha ulaşamayacağını da belirtmemiz gerekir. Kaldı ki, bugüne kadar bölgedeki halk faaliyetleriyle ilgili hiçbir çalışmada Çerkesliği ilgilendiren emareler, konuşmalar ve katılımlar da gerçekleşmedi.

Ve üstüne basa basa hatırlamak gerekir ki, o bölgede yaşayan Çerkesler, Çerkes olarak o bölgenin yerli halkı değildirler. O bölgeye Çerkes soykırımı ve sürgününden sonra, planlı ve programlı bir şekilde yerleştirilmişlerdir. Oradaki demokratik kazanımlar, onları insani anlamda mutlaka pozitif olarak etkileyecektir ve eğer onlar Çerkes kimlikleri adına bu demokratik kazanımlardan hak talep edebilirlerse, bugüne kadar yitirdikleri Çerkeslikleri kadar kazanım sağlayıp, Çerkes kültürü ve tarihi, Çerkes dili ve geleneklerini tekrar kazanıp Çerkeslik barındıran bir aidiyet hissiyle, kayboldukları yerden; ait oldukları yere doğru mücadele örgütlemeye başlayabilirler.

Suriye savaşından sonra Türkiye'ye gelen ve irtibat kurabildiğim, irtibat kurabilenlerden öğrenebildiğim kadarıyla Çerkeslik aidiyeti konusunda Suriyeli Çerkesler de, Türkiyeli Çerkeslerden farklı olmadıklarını anladığım  için söylüyorum; Demokrasi, İnsan hakları ve özgürlükleri, adalet mücadeleleri ayrı şeylerdir ve hepsi de güzel şeylerdir ama Çerkeslik mücadelesi apayrı bir şeydir. Demokrasinin, İnsan hakları ve özgürlüklerinin, adaletin Çerkeslere kazandırabileceği çok fazla şey vardır ancak bunu Çerkeslere kazandırmak için etrafında örülmüş bir Çerkeslik örgütlenmelidir. Bugün Suriye'deki savaşın etkisinde hayatı mahvolan Çerkesleri algılayamayan, bütün algı ve kapasiteleri resmi propaganda kanallarıyla oluşan Türkiyeli Çerkeslere bakınca da bu anlaşılabiliyor. Eğer biz Türkiye'deki demokrasi, adalet ve insan hakları mücadelemiz etrafına bir Çerkeslik örebilmiş olsaydık, Suriye'deki savaşı her yönüyle konuşurken, bunu oradaki Çerkeslerin mahvedilmiş hayatlarını içeren bir üslupla anlatabilirdik. Halbuki bugün Türkiye'de en demokrat Çerkes grupları dahi Suriye'deki savaşı Çerkes olarak anlatabilmekten çok uzak. Bir tarafta Çerkes milliyetçiliğini tartışmaya çevirenler varken, diğer tarafta savaşın ateşinde kavrulmuş Çerkes kardeşlerini yeteri kadar konuşamadıklarının hesabını veremiyor.

Her ne kadar Suriyeli Çerkeslerin Suriyenin yerli halkı olmadığının altını çizmiş olsam bile, orada yaşamaya halen mahkum oldukları gerçeği etrafında düşünmek zorunda olduğumun da farkındayım. Orada terleriyle-emekleriyle kazandıkları hayatın vekalet savaşlarıyla tarumar edilip, yıkıldığını da söylemek zorundayım. Suriye'den anavatanlarına gitmek isteyen Çerkesler için, RF Dışişleri sözcüsünün "yurttaşımız değiller" gerçeğiyle düşünmek zorundayım.

Siz de öyle düşünün, bir tarafta çocuk kafası kesmekten, alevi diye köy köy katletmekten, IŞİD'in eski müttefiği, akıttığı kan boğazına ulaşmış bir örgüt, Türkiye'nin söylemiyle "yerli halk" ÖSO..

Menbiç'i SDG'den kurtaracaklarını söylüyor.

Siz içinizde kalmış bütün Çerkesliğinizle, bugün Menbiç'li bir Çerkes olsaydınız; hangisiyle yaşamak sizin Çerkesliğinizi acıtmazdı?

Bir tarafta IŞİD'in eski ortağı, her tarafından sivil kanı damlayan, kendisine benzemeyenleri katlettiği, katliamlarıyla belgeli dediğim dedik bir örgüt.

Diğer tarafta Rojava Anayasasını ilke edinmiş, meclislerinde toplumun her kesimini temsil etmeye çalışan ve yönetime ortak eden hep birlikte yapalım diyen bir örgüt.

Bir tarafta kadınları kendi istediği gibi yaşamaya zorlayan, sözünü dinlemeyen kadınlara zulm etmeyi hak sayan eli sopalı bir örgüt.

Diğer tarafta elini kadınlardan çekmiş, istedikleri gibi olmalarına fırsat tanıyan bir örgüt.

Çerkeslerin Xabzesi de, Xase'si de bugün hala tamamen yok edilmiş şeyler değil ve xabzenin ışığında hangisinin Çerkesleri daha çok temsil eden değerler taşıdığını hepiniz benden daha iyi biliyorsunuz.

Yeter ki, Çerkes kalan yanınızla bakın bu savaşa.
Yeter ki, Çerkes gibi bakın.
"Çerkeslik insanlıktır" diyen tarihiniz, kalbinizde mutlaka bir ışık bırakmış olacaktır.

Ama asla unutmayın, nerede yaşıyor olursak olalım; demokratik kazanımları kaybettiğimiz gücümüzü ve birliğimizi toplamaya ve şu dünyada yerli halkı olduğumuz tek yere dönmeye yoralım.
Vesselam.

Share:

Türkiye'yi siz böldünüz.

Sabah-akşam yarattığınız algı, devletin ve onun sermaye sınıfının tüm araçlarıyla her yerde aptal bir propaganda yürütüyor. Bu propaganda dolayısıyla etkileşime geçirdiğiniz kitleler ile kendinize bir meşruiyet kazandırdığınızı düşünüp kendi hukukunuzu bile çiğnercesine bizlerin üzerine çöküyorsunuz.

Bütün amacınız gerçekleri karanlıkta bırakmak, çünkü hiçbir gerçek sizi aklamıyor. Siz kendi hukukunuzda bile suçlu olmanın yarattığı korku içindesiniz, öyle bir panik içindesiniz ki; nasıl dün her tükürdüğünüz bugün kendi yüzünüze yapışmışsa, bugün de her tükürdüğünüz yarın kendi yüzünüze yapışacak.

Dahası da var, kendi tarumar ettiğiniz hukukun enkazları arasında sıkışacaksınız, bir deyişle "kendi pisliğinizde boğulacaksınız" haberiniz bile yok.

Nereden tutsak, elimizde kalıyor varlığınız.

Bizi emperyalizmin maşası olmakla suçlayan, NATO müttefikleri sizsiniz. 

Bizi darbeci olmakla suçlayan, Kenan Evren'in yetiştirmeleri sizsiniz.

Bizi Fetöcü olmakla suçlayan, ona mevki-makam kazandıran devletliler sizsiniz.

Bizi bölücü olmakla suçlayan, ülkeyi bölen en büyük bölücüler sizsiniz.

Ne zaman her yeri bayraklarla donatsanız, bir şeylerin üstü kapanıyor. Bu mu sizin bayrağa olan sevginiz? Bu mu bayrağın sizin gözünüzde temsil ettiği şey?

Kendi okullarınızda insanların gözlerini bayraklarla kapatacak eğitimler verdiğiniz için mi eminsiniz; ortaya bayrak koyduğunuzda gözlerin köreleceğinden? Bugün devletin ve sermaye sınıfının tüm araçlarıyla kendinize kazandırdığınızı düşündüğünüz meşruiyet sahte. Bu sahte meşruiyetin ömrü kısa ve bedeli ağır.

Bedelini halka ödeteceğiniz için mi bu kadar rahatsınız?

Algı yaratmak ve yönetmekteki beceriniz sizin başarınız olmasa bile bunu şuan için iyi yaptığınızı kabul ediyorum. Tekelenizdeki kitle iletişim araçlarının istediğiniz algıları anlık olarak halka aktardığının da farkındayım. Farkındayım bugün sıkışsanız tıpkı "Süleyman Şah Türbesinden Türkiye'ye iki füze atıp" açabileceğiniz diğer sahte meşruiyet alanlarının ve yapabileceklerinizin.

Zaten on yıllardır, varlığınız bizim için bu tiyatrolarınızdan fazlası değil. Adaletiniz de öyle, hukukunuz da, demokrasiniz de.

Siz ülkeyi kafanızdan bölmüşsünüz, fiile geçirmişsiniz.

Ankara'yı temsili demokrasiyle yönetirken, Diyarbakır'ı cunta ile yönetmiyor musunuz zaten? Zaten İstanbul'da belediyeleri halk seçerken ve siz buna demokrasi derken, Hakkari'deki belediyelere memur atamak istemiyor musunuz?

Kızılcahamam kafilesinin devlet ile ilişkisi, arz-talep mekaniği, hafifletilmiş bürokratik işlevselliğiyle, Artvin halkının ki eşit mi?

Benim annem devlette yarım asır çalışıp bana motorsiklet bile alamazken, birilerinin çocuklarına gemicikler alabilmesi neyi temsil ediyor?

Bu ülkeyi, sosyal, siyasal, ekonomik, yönetimsel, biçimsel, fiziksel, zihinsel olarak, her alanda, parça parça siz böldünüz, hepsinin üstünü de bayrakla örttünüz; şimdi faturayı kesecek birilerini arıyorsunuz.

Yine bayrağınız ellerinizde, yine bir şeylerin üstünü örtme peşindesiniz ama; gerçeklerin ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu vardır. Hayat bunu size defalarca göstermesine rağmen, siz akıllanamadınız. "Hatanın neresinden dönerseniz kâr" dediniz, hatalarınızdan yine hatalara döndünüz. Her şey yine ortaya çıkacak ve "Gerçekler Karanlıkta Kalmayacak".
Share:

Türkiye'nin demokrasisi, Sonra çıkar oligarşisi..



"Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar" sorusuydu, AKP mi Fetö'den çıktı, Fetö mü AKP'den çıktı sorusu.. velhasıl "besle kargayı" demeye vicdanım el vermiyor, çünkü kimin karga olduğu konusunda ciddi endişelerim var. Emin olduğum tek şey halkın gözü güzel oyuldu.

Devletin kuruluşundan bu yana; oligarşi düzeni hiç değişmedi. Oligarklar kendilerine "milliyetçi" bir cephe kurdular ve sürekli düşmanlar üreterek bu cepheyi beslediler.  Bu oligarklar çoğu defa birbirleriyle kavgalar da etseler, hiçbir kavgaları ilkesel bir tutum üzerinden ilerlemedi. Herşey çıkarlar üzerine kuruluydu, CHP, AKP'nin devletin bütün kurumlarında kadrolaşmasına şiddetle karşı çıkıyordu, ancak bunu AKP'nin devletin bütün kurumlarından CHP'lileri etkisizleştirmesi yüzünden yapıyordu.

MHP her ara elemandı. İktidar kimde olursa olsun, onla gizli ya da açık bir ittifakı vardı.

Tarih dün gibi ortada, biz de hafızasız değiliz..

Türk oligarkları bir kez daha milliyetçi bir mutabakat etrafında uzlaştılar. Çünkü çıkar üzerine kurulu politikalarla yönetilen devletin, can alıcı sorunları gün 15 Temmuz'da ortaya çıktı ve halka bedeller ödetti. Bu sürecin iyi yönetilmesi, 15 temmuz'da halka bedel ödettirenlerin devlet içinde bu kadar güçlü olmalarını sorgulamamaları açısından gerekiyordu. Bu gereklilik etrafında önce tüm oligarklar  sarayda toplandılar, pazarlıklarını yaptılar, uzlaştılar ve yenikapı'da yapacakları şov için hazırlanmaya başladılar.  Siyaset ortamından çıkardığımız en net sonuç bu.

Şimdi bu oligarklar, uzlaştıkları milliyetçi mutabakat dışında kalan herkesi hedef tahtasına oturttular ve halkın parasıyla besledikleri memurlarıyla, onların silahlarıyla, onların medyalarıyla; seçilmiş veya seçilmemiş, sesi çıkan ve etkili olan her muhalif yapıyı tahrip etme planını başlattılar.

Ölümlerin üstüne Türk bayrağı,
Oligarşinin üstüne Demokrasi örtüldü;
ve tek tip devlet; bütün farklılıkları ezmek için çalışmalara başladı.
O halde, herkes  şunu bilsin ve asla unutmasın! Farklılığımızı ezdirmeyeceğiz, teslim olmayacağız. Anayasal haklarımızla siyasal vekalet verdiklerimizi, devletin silahlarına teslim etmeyeceğiz.

Oligarşiye karşı Demokrasi, Savaşa karşı Barış.

Share:

Neredesin Demokrasi? Buradayım Demokrasi!


Karşı tarafın demokratları 15 temmuz günü demokrasiye öyle hızlı giriş yaptılar ki, saplandılar kaldılar. Akılları, hayalleri, kalemleri, gazeteleri, manşetleri, sohbetleri hala 15 temmuz'da. Anlata anlata bitiremediler demokrasiyi nasıl kurtardıklarını.

Eh; gökten zembille  demokrat olanların demokrasiye bir gecede giriş hızları onları girdikleri zemine saplamış olabilir.

O gece demokrasiyi kurtarıp, sindire sindire içselleştirselerdi demokrasiyi keşke; böyle saplanıp kalmazlardı. Ama onlar için saplı kaldıkları yer güzel, nasıl olsa o saplandıkları yerden sadece tankları, uçakları, köprüyü anlatarak demokratik olabiliyorlar; öncesini ve sonrasını konuşmak mı? Konuşmayacaklar, konuşamazlar. Onlar herşeyi anlık yaşıyorlar; onlar bir gece önce sevdiklerine, bir gece sonra küfür edebiliyorlar. Ara geçişi bile olmuyor hatta bu sürecin. Defalarca gördük, seyrettik ve daha da üzücüsü defalarca görüp-seyretmeye de devam edeceğiz.

Zehirli iğnelerini, her darbede bedel ödemişlerin geleneğini sürdüren bizlere çevirip; neredeyse darbeyi bize yığacaklar ellerinden gelse, ellerinden gelmiyor diye; 15 temmuz gecesi bizi darbeye yeteri kadar karşı çıkmamakla suçluyorlar. Gülsek mi - ağlasak mı tam emin değilim. Biz o gece makarna stoklamışız, çok eminler. Bir bildikleri olmalı diye düşünüyorum, düşünmek zorundayım çünkü hiçbir şeyden değilse, bundan çok eminlermiş gibi bir izlenim bırakıyorlar. Düşünüyorum da; seçimlerde stokladıkları makarna, kendilerine uzun bir süre yetecek kadar mıydı da, o gece makarna alanların kendilerinden olmadıklarına bu kadar eminler? Bir sebebi olmalı.

Size kronolojik tarihler vermeyeceğim, vermeyeceğim çünkü o mermer kafanızı bir şeye çalıştırmaya zorlarsanız belki uyanırsınız diye umuyorum.

Bu darbeyi fetö'nün yaptığına eminsiniz değil mi?

Peki fetö'yü devletin her kurumuna kim soktu hiç düşünüyor musunuz?

Siz ne yazarsanız yazın, ne konuşursanız konuşun; adamınız Allah'tan ve Milletten af dileyerek itiraf etti; yani çokta şey yapmayın.

Jıneps Gazetesi Yayın Kurulu;  Ağustos 2016 yayınında kısaca derlemiş, bende uzatarak sorayım size demokrasi kahramanları..

Ama önce yanıbaşınıza bir ayna koyun..

Hatırlar mısınız bilemiyorum, çünkü unutmakta sizin üstünüze görmedim; iki gündür Allah'tan ve Milletten af dileyen adamınız değil miydi "Ne istediler de vermedik" diye soran? HSYK'da üyelikler mi istemişler? Ordu içinde pozisyonlar mı istemişler? Milli Eğitim Bakanlığında görevler statüler mi istemişler? Valilikler-kaymakamlıklar mı istemişler? Emniyet Genel Müdürlüğünde imtiyaz mı istemişler? Ne istemişler de ne verilmiş? 15 Temmuz'dan bu yana sizden demokratı yok, bunları kaç defa sorabildiniz? kaç defa sorabileceksiniz?

Nereden almışlar- nereye vermişler? kaç defa düşünebileceksiniz?

Hiç... Nasıl olsa köprüde askeri kırbaçladınız; bu demokrasi size yeter de artar bile değil mi?
Siz pek hatırlamazsınız, bizim demokrasimiz "KPSS soruları çalındı" diye şikayet ederken "Başarılı, temiz, sorunsuz" diyenler, bugün Kpss sonuçlarını nasıl iptal edeceğini planlıyor.

Ülkeyi askeri vesayetten kurtarıyoruz diyerek yazmadığınız, çizmediğiniz, sövmediğiniz kalmayan ergenekon ve balyoz davalarının savcısı da oldunuz, gazetelerinizden manşetlerde verildi; silivrinin önünde bekleyen insanlarla yapmadığınız kalmadı, biz hatırlıyoruz.. siz de hatırlıyor musunuz? Unutmasaydınız "Kumpasmış" derken yüzünüz kızarmaz mıydı?

"Gel bitsin bu hasret" diyenler, şimdi çağırdıkları nasıl geliyor gördüler mi? Siz de şahit oldunuz mu? Yoksa 15 temmuzdan öncesine ya da 2013de öncesine format atarak mı yaşamaya devam edeceksiniz?

Şimdi yanıbaşınıza koyduğunuz aynaya bakın bakalım yüzünüz kızarıyor mu? Yok kızarmıyorsa beni iyi okuyun.

Eğer o gece istenilen herşeyi alarak palazlanan bu fetöcülerin darbesi başarılı olsaydı, bugün hepiniz mevcut iktidara söverek, kandırıldık diyen ilk kişiler olacaktınız. Mevcut iktidara yönelik "kandırıldık" diyecektiniz, gazetelerde boy boy malum adamın resmini koyup altına yazmadığınız hakaret kalmayacaktı. Çünkü sizin ruhunuz güce/iktidara kiralık.

Ama hafif bir kızarma gördüyseniz bana kulan verin.

Sizlerle alay ediyorlar. Daha ne kadar göz yumacaksınız? Etrafınıza iyice bakın, FETÖ'ye istediklerini verenler, FETÖ'nün katlettiklerinde hiçbir sorumluluk üstlenmiyorlar?  O gece ölenlerin kanı yalnızca FETÖ'ye değil, FETÖ'ye istediklerini verenlere de bulaşmış? Kendi paçalarındaki kanı da sizlere bayram yaşatarak kutluyorlar. Hesap sormak aklınıza geliyor mu? Yalnızca tetikçileri lanetlemek sizi rahatlatıyor mu? Onlara bu imkanları sunanlar evvela sizin vicdanınız da bir yara oluşturmuyor mu?

Eğer devletin her yerine bir terör örgütünün sızmış olabileceğine ikna olduysanız, şimdi esaslı demokrasinizi konuşturun!

Devlete sızmış bir örgüt; Acaba Suruç'taki katliama zemin hazırlamış olabilir mi?  Acaba Ankara katliamını bilerek ve isteyerek engellememiş olabilir mi? Acaba Bu örgütün savcıları; kaç masum kişiye iftira atmış olabilir? Bu örgütün hakimleri, örgütün savcılarının iftira attığı kaç masumu mahkum etmiş olabilir? Hiç düşünüyor musunuz?

Peki onlara adalet sağlamak gibi bir derdiniz var mı? olacak mı? olacaksa ne zaman 15 temmuzdaki kahramanlıklarınıza virgüller koyup onları yazmaya başlayacaksınız?

Bizim taraftan, devletin başındakilerin ifadelerini doğru kabul ettiğimizde; devletin içinde kimin ne yaptığının belli olmadığı bir tabloyu görüyoruz; kısacası denetleme yok. Peki bugüne kadar denetlenmediği için oluşmuş herşey için ne yazacakasınız?

Mesela atanmayan öğretmenler için? mesela hakkı yenmiş memurlar için? mesela ölenler için?

"Kandırıldık" sözü size hakikaten affedilesi bir sebep olarak mı geliyor?

Peki ya mahkemede darbeci askerlerden, hakimlerden, savcılardan, öğretmenlerden vs. birileri çıkıp "kandırıldık" derse; onlara da hak verecek misiniz?

Bakalım kaç yüzünüz varmış görmüş olacağız.

Ben kendi payımı söyleyeyim; Darbeye teşebbüs edenleri, teşebbüs edenleri o makamlara taşıyanları, onları denetlemeyenleri, onlara örtülü destek verenleri asla affetmeyeceğim.

Herkes darbe teşebbüsünün fiilini ve sonrasını konuşa dursun, bakalım sizin tarafınızdan bir tane güzelim demokrat; öncesini soruşturabilecek mi?

Buradan bağırmış olalım "Nerdesin Demokrasi" diye.. bakalım oradan "Buradayım Demokrasi" diye bir ses gelecek mi?

Share:

Qamışlo'da İnsanlık ölüyor.

Ne desem, nasıl yazsam bilmiyorum..

Manzara çok net değil mi?

Çok açık değil mi vahşetin fotoğrafı?


Düşünüyorum, düşünmek zorundayım, kendime pay çıkarmalıyım, suça iştirakimi anlamalıyım, anlatmalıyım. Konuştuğum için, karşı çıktığım için, gördüğüm için, ağladığım için masum değilim, olamam-olmamalıyım.
Çok değil, fırından aldığım ekmek kadar yakın mı acaba cinayeti fonlamam? Katliamı oluşturan bomba da acaba, benim ödediğim vergiden alınmış zerre kadar barut var mı? Cinayeti işleyen, katliamı sağlayan ruhu yok edilmiş vahşet makinası acaba, benim ülkemdeki açtıkları koridorlardan mı geçti oraya? Benim ödediğim vergilerle, benim ülkemde güvenliği sağlayan kaç personel uyuyordu o geçerken?

Peki ya o giden tırlar?
Peki onların içinden giden bir şeyi mi kullanmışlardı?
Biz yeteri kadar ses mi çıkarmamıştık, anlatamamışmıydık yeteri kadar?

Ne desem, nasıl yazsam bilmiyorum..

Bir soru sormak geliyor içimden,
Acaba diyorum; sırf Kürtlere mi kapanmış vicdanımız, onları mı işitmez kulağımız? Kalbimiz de onlar için hiç mi yer kalmamış?

Çocuklar ölüyor efendiler, çocuklar!
Bombalarla harabelerin altında, toz yuta yuta..
Kendi kanında boğularak, ağlamaya dahi fırsat bulamadan!

Oturmuş, hayatın olağan akışı devam ediyormuşçasına deli saçması tiyatrolarınızla boğuyorsunuz gündemi!

Ben sizden sorumluyum,
hesap sormakla sorumluyum!

Qamışlo‬'ya  neden kapalı gözleriniz, açsanız patlayan bombadaki varlığınızı göreceğiniz için mi korkuyorsunuz?

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler