Globalizm ve Çerkesler: Kendimizi Hazırlamak / Jıneps Ocak 2018



GLOBALİZM VE ÇERKESLER :

 Kendimizi Hazırlamak



 "... Çerkes kültürünün Çerkes toplumu tarafından üretilen bir sistem olduğunu ve dokunulmaz olmadığını hatta bin yıllarca dokunula-dokunula oluştuğunu, çağına uyduğunu, çağın ihtiyaçlarını karşılayabildiği için bugünlere geldiğini anlamak gerekir. Bunu anlarken de kültürün bu tarihsel serüveninin hiçbir yerinde, tek bir defa tartışılarak değişmediğini de anlamalıyız. Dün öyle olmadı, bugün de öyle olmayacağı gibi eğer bir yarını olursa yarın da öyle olmayacak hatta her değişim kendi arifesinde krizler bile doğuracak. İşte bunları hesaba alarak ve göz ardı etmeden hem kendimizi hem de toplumu hazırlamalıyız. Ancak toplumu hazırlamadan çok daha önce kendimizi hazırlamamız çok önemli. Hazır olmalıyız. Devam Edecek"



Jıneps Gazetesi'nin Kasım sayısında yayınlanan "Globalizm ve Çerkesler" isimli köşe yazımın sonu böyle bitiyordu. İlgili yazıyı okumadıysanız ve gazeteniz varsa 12nci sayfadan ulaşabilirsiniz. Gazeteniz yoksa gazetenin ofis numarasını arayarak temin edebilir ya da gazetenin web sayfasından ulaşabilirsiniz.



***



Dünya artık eski dünya değil. Yiğitlik ve cesaret şahsi karakterimizi zenginleştirmekten başka çok fazla şeye yaramıyor. Ama yiğit ve cesur olmalıyız ki; herkesin koruduğu bir yanlışı eleştirebilelim. Yiğitlik ve cesaret cahillerin kaba gücünden çok daha fazlası... doğru bilinen yanlışlara karşı durabilmekte, yanlış bilinen doğruları savunabilmekte yiğitliktir. Yapılması gerekince yapılmaz denileni de yapabilmektir cesaret.



Çerkeslerin özellikle büyük kentlerde ender ortak noktası olan derneklere eskiden siyaset sokmak ayıptı. Bugün ise içerisi buram buram siyaset kokmayan dernek kaldı mı? Çoğu hala tüzük ve programlarında a-politik kalsa bile, derneği oluşturan üyelerin her biri politik bir dalganın parçası. Hatta büyükşehirlerimizde farklı politik grupların farklı dernekleri bile var. Siyaset ve politika yaşadığımız çağın bir ihtiyacı ve aslında kültürümüz bunu karşılayan bir sisteme de sahip, ancak Türkiye diasporasının kültürü orijinal değil. Devlet örgütlenmelerinin çeşitli ve yoğun politikalarıyla tarumar edilerek çok dar alana sıkıştırılmış bir halde kültürümüz. Kültürümüzün siyaset ve politika ihtiyacını karşılayan yapısı da (Türkiye için yazıyorum) yaşanmadığından olsa gerek çağına uygun bir halde değil. Ancak uygun olsun ya da olmasın, kültürün bu ihtiyacı karşılayacak köklü yollarının olması, kültürünü çağına uygun hale getirmek isteyecek yiğit ve cesur insanlar için iyi bir fırsat! Bu fırsattan istifade ederek toplumsal alana girebiliriz. Yine de toplumsal alanın kağıdın üstünde yazdığı kadar sabit ve durağan olmadığını da bilmeli ve aslında kendimizi hazırlamak işte bu durağan ve sabit olmayan toplumsal alanımızı anlayabilmek, eğilimini, değişimini görebilmek için lazım. Topluma dokunabilmek için, toplumu hayallerimizdeki toplumun dışından, gerçek hayatıyla anlayabilmemiz lazım. Çerkesleri anlatan masallar öykü olarak çok güzeller ama o kahramanlık çağları tüm dünya ile birlikte Çerkesler içinde bittiler. Çerkesler üstelik, küçük topluluklar olarak yaşadıkları her coğrafyaya ait yüzlerce sosyolojik ve psikolojik izler de taşıyorlar.  Kendimizi hazırlamamızın ilk adımlarından birisi bunu anlamak ve kabul etmek diye düşünüyorum. Bu topraklara geldiğimiz günden bu yana bu topraklara adapte olan toplumsal sistemimizi kabul etmeden ve anlamadan, çağımızın gerisindeki farklı coğrafyalarda ve şartlarda gelişen toplumsal yapımızı hala olduğu gibi kabul ederek topluma dokunabilmemiz çok zor. Bazı şeyler sadece doğru olduğu için kabul edilmez, yanlış olduğu içinde kabul edilir. Kendini Çerkesliğe (ya da Çerkeslere, Çerkesliğe vs.) sorumlu hissedenin kendi gerçekliğine saplanıp kalması ve bu gerçekliğin kendisi ile toplumu arasında bir engel olmasına rağmen inatla savunmasında; kendini sorumlu hissettiği şey için hiçbir fayda olmayacaktır. Toplumsal olan toplumla ilerleyebilir ve toplumu toplumsal alana yönlendirebilmek için sorumlunun kendi gerçekliğinden daha çok toplumsal gerçeklik üzerine düşünmesi gerekir. Sorumlu toplumu dününü bildiği kadar, şu anını da iyi bilmelidir. İyi tanımalı, dinamiklerini görebilmelidir. Sorumlunun toplumuna yabancı olmaması gerekir ki hitap ettiği toplum sorumlunun söyleminde kendisini bulabilsin. Kendisini toplumuna karşı sorumlu hissedenin, kendisini toplumuna karşı hazırlamış olması gerekir. Çerkeslerin içerisinde "Herkesin her şeyi bilmesi" ya da "Herkesin her şeye karşı çıkması" gibi kronik bir sorun olduğu düşünülür, oysa bunun nedenine hiç kimse değinmez. Bu Tanrının Çerkeslere uyguladığı bir lanet değilse, toplumsal olanın topluma hazır olmayanlarca değerlendirilmesinden başka pek sebebi yoktur. Sorumlu davranan kişilerden birisinin toplumsal soruna karşı çözüm üretmek üzere kullandığı dil toplumun dışında kalıyor, toplumun içinden başka bir sorumlu kişi bu çözümü yine toplumun dışında kalan bir dille eleştiriyor; toplumun dışında kaldığı bu tartışma soruna bir çözüm bulamıyor. Çünkü toplumsal hiçbir sorun, toplumun dışında kaldığı bir şekilde çözülemez. Toplumsal olan politiktir! Toplumun yabancı olduğu bir dille gelişen söylemin ürettiği politikaya; bütün yaşama alışkanlıklarını bir kenara bırakarak katılmasının imkansız olduğu düşünüldüğünde, sorumlu çözümünü toplumun kullandığı, yaşadığı dilde anlatabilecek bir düzeyde toplumu tanıyor olmalıdır. Kendimizi hazırlamak; sorumluyu hazırlamaktır! Sorumluyu topluma hazırlamaktır! Toplumun işleyişini ve dengelerini  kırılganlaştırmadan eleştirilerle veya önerilerle örgütlemesi düzeyine gelmelidir. Bunu tek seferde metrelerce zıplayarak değil, tutarlı bir şekilde milim milim ilerleyerek yapacak düzeye gelmesidir! Çünkü her ani değişim göstergesi toplumu daha çalkantılı hale getirip içerideki zümreleri ve bireyleri daha kırılganlaştırır.



 Hep bir 'sorumlu' özneden bahsettim, bu sorumlunun kendini hazırlamasının önemini anlatmaya çalıştım. Tabi bir halk toplumu olarak kendimizi ait hissettiğimiz Çerkes halkı toplumuna hazırlanmaktı bu. Elbette yalnızca Çerkes halkına karşı hazırlanmak her şey değil, Çerkeslerin içinde bulunduğu koşulları bir halk olarak Çerkesliği kendi değerinden başka bir takım değerlerinde toplumda kökleşmesine neden oldu. Ancak yinede en baştan toplumun kendi özgün değerlerinin bugününe karşı hazırlıklıksız başlatılan her sorumluluk baştan bir hiçtir. Çerkes halkının Türkiye'deki toplumu (diasporası) halkın kendisine hazırlanmamış onlarca düşünürüyle zaten fazlasıyla çalkantılı ve bu durumun bir etkisi olarak toplumsal olanı giderek azalan bir halk. Halbuki düşünür (kalem erbapları, stk erkanları vs.) hepsi birer sorumludur ve doğal olarak bu bu halka karşı sorumluluk sahibi olmalıdırlar.. Bu sorumluluk şahıslara ve kurumlara değil bizzat toplumun kendisine karşı olmalıdır. Ne yazık ki bizim düşünürlerimiz kendini topluma karşı hazırlamadıkları için sorumlu oldukları alanı toplumun dışına koyarak ve buna rağmen topluma karşı yapıtlarıyla; toplumsal alanı bir çatışma alanına çeviriyorlar. Böyle bir durumun hemen sonrasında çıkan karmaşadan  daha sonra da; kendilerinin topluma karşı sorumlu olmadıklarını, toplumun belirli bir zümresine karşı sorumlu olduklarını söylemekten utanmıyorlar. Çünkü hazır oldukları şey Çerkes halkı değil, hazır oldukları şey Çerkes toplumunun da içinde olan farklı bir olgu oluyor. Oysa bizler işte tüm düşünürlerimizin sorumluluk bilincini toplumumuza yönelik hissedecekleri o hazırlığı başlatabilmiş olsaydık, düşünürler toplumsal alanı bir çatışma alanı olarak değil de uzlaşma alanı olarak kurgulayabilirler ve her biri kendi zümreleri dahil toplumun içindeki farklı zümrelerle farklı şeyleri aynı toplumun içinde üreterek toplumsal alanı sağlayabilirlerdi.





Yaşadığımız dünyada çok fazla kimliğe sahibiz. Şahsi sorumluluklarımız yada en azından kendimizi sorumlu hissettiğimiz alanları genel olarak bu kimlikler belirliyor. Bu kimliklerin başında önce insan olmak geliyor. Sonra cinsiyetlerimiz, sonra üyesi olduğumuz devlet ve o devletin içinde gelişen bir çok şeyler. Müzik, sinema seçimlerimiz... Yani hem üretici hem tüketici olarak sanatsal kimliğimiz. Kuşkusuz "halk" kimliğimiz de tüm bu kimliklerin içindedir ve kimileri için önceliği yitirilmişse de, önceliği halkı olanlarımız da var. Halk müziğimiz,  halk sinemamız, halk danslarımız, halk edebiyatımız ve kuşkusuz halk sınıflarımız da var. Ancak bazı kimlikler evrenseldir, bazı evrensel kimlikler de diğer kimliklerle ilişki içerisindedir; bu ilişkilerde bir kimlik araç, diğeri ise amaçtır. Halk müziği böyledir mesela, halk etnik bir kimlik, müzik evrensel bir kimliktir; halk müziğinde müzik halkın aracıdır. Siyasi kimlikte böyledir, siyasi kimlik ya amacınız ya aracınızdır. Halk siyasetinde, siyaset halkın aracı olmalıdır yoksa halk siyasetin aracı olur. Sorumlu bunları bilir ve halkını araca çevirse bile halkının içindeki siyaseti de tanır, onu inkar etmez.. Sorumlunun işi inkar etmek değil, kabul etmektir. Sorumlu halkının içinde olanı kabul ettiği kadar nüfuz eder toplumuna. Halkına onları kabul ettiği kadar karışır. İşte kendimizi hazırlamaktan bahsettiğim şeyin özetinin özeti de budur. Toplum kendine nüfuz etmeyen birini veya düşünceyi asla sindirmez. Sorumlu; giderek globalleşen dünyanın toplumun içindeki her kimliğine nasıl nüfuz ettiğini görüyor musunuz? Toplumun içindeki her zümrenin bir parçası haline geliyor! Toplumları onlara karışarak, onları kabul ederek; tüketim toplumuna çeviriyor..  Peki ne tüketiyoruz?.. ne verirlerse onu? Bilgide, felsefede, beslenmede, eğlencede.. neredeyse her şeyde; biz üretmeden tüketen oluyoruz. Ürettiğimiz şeyin sahibi değiliz, giderek de kölesi haline geliyoruz. Oysa sorumlu; toplumsal alanı bir üretim alanına çevirmelidir. Bu alanda toplum kendini üretmeli, sanatı üretmeli, siyaseti üretmelidir. Toplum bu üretimiyle kendi içinde kendi elleriyle kendini değiştirmelidir. Değişmekten korkmayın; çünkü değişim doğanın ve özellikle insan doğasının en büyük gerçeği. Mutlaka değişeceğiz.. Öyle-yada-böyle! Ya sorumlularımız toplumsal alanı bir üretim sahası yapacak ve toplum oradan kendi değişimini örgütleyecek ya da başkalarının zaman bu toplumu başkalarının ürettiklerini tüketen bir topluma çevirip yok edecek. 



Bu Yazı Jıneps Gazetesi'nin  Kasım 2017 sayısında yayınlanan Globalizm ve Çerkesler yazısının devamıdır ve Ocak  2018 sayısında yayınlanmıştır.



Share:

Fevkalade kullanışlı bir silah: Xabze


Çerkeslerin fanus içinde yaşamadığıyla ilgili ya da aynı anlama gelen farklı kelimeler ile en az bu konuda on defa yazı yayınlamışımdır. Tabii ki yazdığım yazılar bir sosyoloji çalışması olmadığı için, hepsinin yazılmadan önce gelişmiş bazı hikayeleri oluyordu. Mesela ne derseniz; Mesela size Türkiye'nin Rus savaş uçağını vurup düşürmesi sonucu Çerkesler içinde gelişen bir atmosferi örnek verebilirim. Hikaye buydu; Türkiye Ordusu, Rusya Ordusuna ait bir savaş uçağını Suriye-Türkiye sınırında vurmuştu; konu her bakımdan Türkiye gündemine oturmuşken, tabii ki bizim Çerkesler içinde hak ettiği değeri bulamasa dahi bir gündemimizin bir yerine gelmişti. Bende hikayenin konusuna özgü olarak, Çerkeslerin bu ülkenin siyasal ve sosyal yönden ne kadar içine girdiklerini bir şekilde kaleme almıştım... ama daha da önemlisi; 2016 yılı biterken kaleme aldığım hikayesi biraz daha genel olan bir yazıydı.

Yazının başlığı "2016 biterken Çerkesler: Yüzyılda iyi olan şeyleri yitirdik, kötü olan şeyleri koruduk" idi.

Yazının içinden bir bölüm şöyle idi "...Öte yandan 2016 yılının bıraktığı bütün izlerden, her görüşüyle sırtında taşıyan fakat ısrarla bunu yok sayan bir toplum olarak Çerkesler, "hiçbir şey yapmaya" son sürat devam ettiler. Yıllardır bir çok kişinin de tabiriyle kendini dünya da "fanus içinde" sanarak yaşamak Çerkeslerin yeni çağdaki vebası. Sürekli ve yoğun biçimde karşısındaki diğer Çerkese yönelik agresif ve eleştirel yaklaşımlarına bakıldığında insan Çerkeslerin bu gezegende yaşamadığını sanabilir, ancak bilmeyenler için söylemeliyim ki Çerkesler bu gezegende yaşamaktadırlar..."

Yazıda 2016 yılının bıraktığı izlerden bahsediyorum, aslında Çerkeslerin üzerinde kalan tek izler bunlar değil; Çerkeslerin üzerinde şuandan geriye 154 yılın Çerkes olmayan izleri bulunuyor ve bu 154 yıl içinde bu coğrafyadaki her kırılma noktasını, her dönüm noktasını, her sosyal politikayı iyi yada kötü: kendileri olarak yaşayabilmiş değildirler. Tabi bunların her biri; Çerkesliğin kendi değerleri üzerinde iz bırakan şeyler, iyi yada kötü hiçbir yorum yapmıyorum bu noktaya. Bu izler öyle yoğun ki; çizile çizile bir toplumun kendi değerleri üzerinde düşünüldüğünde adı "karalama" olur herhalde. 

Çerkes toplumunun bütün değerlerinin toplamasının adı Xabze'dir.

Şimdi kağıttan kaplan misali önümüze "xabze" konusuyla konulan bu fırtınayı değerlendirelim. Varsın kamuoyuna peşin sıra yapılan bu açıklamarda ki "izalasyon" kuramını ilk bana uygulasın isteyenler! Ben terbiyesiz, onlar terbiyeli olsun! Ben kötü bilineyim, onlar iyi bilinsinler..

Ben Çerkesim efendiler!

Bir çokları beğenmezler, bazıları da severler...  ama sevsenizde sevmesenizde Çerkesim ben ve Çerkesliğimi sadece babamın soyundan çalmış değilim; kendimi Çerkes toplumunada ait hissediyorum ve Çerkesliğimle ilgili bir gelecek kaygısı da taşıyorum. Kendimi sorumlu hissediyorum... Ne sevenlerimin ellerindeki Çerkesmetreler beni olduğumdan daha yüce, ne de sevmeyenlerimin ellerindeki Çerkesmetreler beni olduğumdan daha alçak yapamaz, hepi topu olduğum kadarım.

Çok muyum az mıyım bilemiyorum, içinizden bazılarına göre çok bazılarına göre az olabilirim..

Ama kesin olarak bildiğim birşey var; ben Çerkesim.

Asimilasyonun izlerini taşıdığım doğrudur, dejenare olduğumda bir gerçektir; aksi maddenin tabiatına aykırıdır zaten! Bir Çerkes olarak şu topraklardaki tarihimizi ikiye bölsek; ilk yarısı hiç demokratik olmayan, ikinci yarısı da pek demokratik olmayan bir siyasal süreç ortaya çıkıyor; bu süreçten benim 154 yıl önceki gibi kalmamı beklemek beklenebilir mi? Çok demokratik bir sürece girsek dahi ne beklenebilir ki, pek demokratik olmayan bu süreçten bir şeyler bekleyelim! Boş yere beklemeyin yani! Sebepleri de herkesin bildiği, ama herkesin çokta umursadığı şeyler değil. 

Xabze diyorsunuz; bunu nerede söylediğinizde çok mühim..

Birlik olmak için, bütün olmak için, çözüm üretmek için, umut yaratmak için mi diyorsunuz xabzeyi? Hayır.

Xabzeyi bir kırbaca çevirip; yeri geldiğinde şakırdatmak için kullanıyorsunuz.. 

Oysa Xabze toplumun sırtında şakırdayan bir silah olacak kadar basit bir şey değil ki; Xabze yeniakım söylemle Çerkeslerin yazılı olmayan anayasası, yani; Çerkes toplumunun toplumsal sözleşmesi.. Sadece benim sana davranışımı değil, senin bana davranışını belirlemeli. İkimizi kendi karşısında eşitler yapmalı. Eşit miyiz biz? Bak bakalım bana kendinin yada bir başkasının karşısında eşit mi davranıyorsun diye!

Bu coğrafya bize çok şey verdi, çok şeyde aldı bizden.. Mesela verdiği bir aforizma var; "işlemeyen demir pas tutar" diye.

Toplum xabze aracılığı ile bütünleştirildi mi? yok, pas tuttu. Toplumun bir ucu vatana, bir ucu fizzana bakıyor. Bir ucu rusçu, bir ucu türkçü.. bir ucu bilmem kimin askeri, bir ucu bilmem kimin falanı olmuş. Birlik olmak bir kenara dursun; bütün dünya halkları uluslaşırken, Çerkesler daha kabardey olmaktan, abzeh olmaktan falan bir adım dışarıya çıkamadılar. Kimileri sınıfsal, kimileri dinsel bir akımın peşinde Çerkesleri oralara çekmenin davasını verdikleri kadar Çerkesleri ulus olmanın değil, daha Çerkes olmanın bile sınırına yakınlaştıramadı.

Bir tek kırbaç vasfı hala önümüzde; parıl parıl parlıyor Xabzenin. O'da adil değil yani! Oysa bir toplumsal sözleşmenin yaptırım gücü; o topluma ait her kesime adil davrandığı kadar geniştir. Neyin hakaret, neyin küfür olduğunun da ucu açık olduğundan; işimize gelen hakaret, işimize gelen küfür oluyor sürekli.

Bir hakaret, başka bir hakaretle örtülüyor; başka hakaret yüksek sesle ayıplanırken, hepsinin sebebi sümen altı ediliyor! Yeter ki; sevdiğimizin, saydığımızın, övdüğümüzün ayıbı kapansın..

Dedim ya; bu coğrafya bize çok şey kattı diye.. tam o misal yani... konuyu böl, parçala; hakaretin başını unuttur, sonunu tartıştır dur! Sonra toplum bölünüyor, kutuplaşıyor de; işte sorumluları A-B-C, onlara şöyle yapmalıyız, böyle yapmalıyız; onlar susmalı, konuşmamalı! Tamam da bütün mesele, sizin hiç sözünü etmediğiniz bir ayıptan başlamış sürmüş buraya gelmişse?

Yani onun ayıbı orada olduğu gibi kalacak, o xabzenin dışında tutulacak; onun ayıbının üstüne ayıplar kırbaçlanarak susacak mı?  Susmaz ki!

Sen nasıl xabzeyi kendi silahına çevirirsen, birgün biri de çıkar xabzeyi kendi kırbacına çevirir; kırbaçlar da bu toplumun sırtında şakırdaya şakırdaya bu toplum bıkar. önce şahıslar, sonra gruplar halinde insanlar bu kırbaçtan uzaklaşır. İşte siz bu kırbaça Xabze dedikçe, ben söyleyeyim; toplum xabzeden uzaklaşır!  Çok yakınmış gibi de konuşmuş olmayayım! İstanbul'daki Çerkes nüfusunun kaçta biri toplumsal alanın içinde ki? zaten...

Şimdi ortada bildiriler uçuyor, hepside toplumun bir kısmını temsil eden yerlerden.. Konu şu; Bir büyüğümüze hakaret edilmiş...

Kimisi açık açık yazıyor, kimisi gizli kapalı yazıyor..

Tamam da; ben Çerkesim efendiler! O büyüğümüzün Türkiye kamuoyuna açık bir televizyon kanalında "Çerkesler" için bir programa çıkarak "Kafkasya'da" Çerkes yok demesi nedir? Onun büyük olması, emektar olması, çalışkan olması benim bana ettiği bu hakareti meşru mu kılıyor? Niye hiçbiriniz o noktada tek bir kelime etmiyorsunuz? Ona küfür ve hakaret edilmişse de doğru değil, ancak onun bu yaptığının ÇERKESLERİ ve özelliklede Çerkes gençlerini kışkırttığını, provake ettiği görmüyor musunuz?

Siz diyorsunuz ki; Çerkesler Kuzeykafkasya'dan gelmiş herkese söyleniyor diye ya... o zaman daha kötü değil mi? Kafkasya'da   Abhaz yok mu? Oset yok mu? Çeçen yok mu? size göre...

Onun yaptığına susarak meşrulaştırıyor musunuz yaptığını, onun yaptığıyla gelişen olaylarda onu koruyan tavrıya bu söylemini sahipleniyor musunuz? O zaman siz kendinize ne diyorsunuz çok merak ediyorum! Ben sizin deyiminizle Adiğeyim ve Türkçe olarak kendime Çerkes diyorum.. O yüzden kırılıyorum, şok geçiriyorum.. Siz Çerkes denince her ne anlıyorsanız Abhaz mı, Oset mi, Çeçen mi neyse..  Vatanınızda sizden olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Büyüklük, Emektarlık, Liderlik; hesap sorulabilen mevkilerdir! En çok eleştirilen noktalardır, Türkiye kamuoyuna açık bir televizyona çıkarak, sizi inkar eden büyüğünüze hesap sormuyorsanız, onu eleştirenleri eleştirerek, Xabzeyi bir kırbaç olarak öne sürüyorsanız; sizin Xabzeniz bizim Çerkesliğimizde işlemez maalesef. Bizim xabzemizde böyle iki yüzlü bir adalet yoktur çünkü. Bizim Xabzemiz bizi birbirimizle eşit kılar.

Kaffed olağan kongresinde genel kurulun yüzüne bakarak "Çerkes soykırımı" olmadığını ima eden bir milletvekiline ve onun bu söylemini alkışlayarak destek veren genel kurul üyelerine karşı kamuoyuna açıklama yapmamış bir çoğunuz, Kafkasya'da Çerkes yoktur diyen birine tek kelime etmeden onun üstünden başlayan tartışmalardaki bazı üslupları xabze ile öne sürerek xabze'yi toplumda şahıslara karşı eşit olmaktan uzağa taşıyan bu hareketleriniz ile; toplumu bölen, parçalayan, gençlerin toplumsal alanımızdan uzaklaşmasına vesile olan sizler oluyorsunuz!

Hiç kusura bakmayın.

Share:

Çerkes Halkı yokturculuk!



Reyhanlı'da doğdum büyüdüm ve kendimi bildim bileli ben Çerkesim, benim doğduğum yerde ki tek Çerkeste ben değilim. Ben neden Çerkesim? Çünkü babam Çerkes! Babamında kendi yaş grubunda çok fazla Çerkes arkadaşı var! Geçen yıl birisi, Çerkes Soykırımı panelinde "Çerkes Halkı yoktur" dediğinde, gidip babama "Baba biz Çerkesiz değil mi?" dedim. Şüpheyle baktı bana, acaba Çerkes değil miyiz? biz diye korktu belki adam.. "Hayırdır?" dedi... Yani dedemler, dedesigiller falan hep Çerkes miydi? dedim.. "Evet!" dedi ama, beni gözaltına almıştı... "biz çerkes değilmişiz" dememi bekliyor olsa gerek, endişe ve öfkeyle yüzüme bakıyordu, hiçbir soru sormamıştı ama benden bir cevap bekliyordu, belliydi. Bende dedim ki, "geçen gün Ankara'da Çerkes Soykırımıyla ilgili bir panel vardı, panelin katılımcılarından birisi Çerkes halkı diye bir halk yoktur dedi" dedim. Babamın yüz ifadesi rahatladı ve bana "oğlum o kişi Çerkes mi" diye sordu. Bende "Evet" deyince... babam dedi ki; "bir daha ben Çerkesim demesin, hem kendi rahatlar hem bizi rahatlatır" dedi.

Benim babam 70 yaşına merdiven dayamış bir insan! Çerkesce Anadili, sadece Çerkesce konuşmuyor, Çerkesçe düşünüyorda! birde yabancı dil olarak  hem Türkçe, hem Arapça konuşabiliyor. Arapça dilini Türkçe'den daha iyi biliyor olabilir.

Babam biz Çerkesiz diyor.  Ama bize Çerkes olmayı babamdan daha çok öğreten birisi var ki onu anlatmadan geçemem!

Rahmetlik nenem Apişlerin gelini, Pihavaların kızıdır... Pihava Guga tam bir Çerkes kadınıydı! Ne zaman doğduğu kesin değil, ancak rahmetlik olduğunda 100 küsür yaşındaydı! Guga  Türkçe'yi çat pat bilirdi.. Yaşadığı hayatın yükü de çok ağırdı nenemin... Suriye ile İsrail'in Golan savaşında çocuklar büyütmüş bir kadındı. Şimdiki aklım olsa, otururdum karşısına; ben sorardım, o anlatırdı, o anlatırdı, ben yazardım!

Nenem bize hep; "biz Çerkesiz, Çerkes gibi olun" derdi! Babasının Çerkesliğini filan da anlatırdı. Babasından-annesinden gördüklerini de anlatırdı.

Şimdi;

benim nenemin annesi, babası..
benim nenem
reyhanlı'daki Çerkesler
benim babam
ben,
Türkiye'de kendine Çerkes diyenler
onların neneleri, dedeleri, babaları, köyleri

Aslında yok muyuz?  valla biz varız, Kafkasya'da da varız... Türkiye'de de varız, Suriye'de de varız! Amerika'da, İsrail'de bile varız.

*

Şimdi birisi çıkmış Çerkes Soykırımı panelinde, Çerkes halkı diye bir halk yoktur diyor. Bunu söyleyen arkadaş; Afrikalı değil. Katıldığı Panelde Nijerya paneli değil. 

Münferittir diyorsun! Yani Çerkeslerin diğer halklardan neyi eksik? Şuursuz insan mı olmaz yani! Olur elbet, her halkın içinde olur!

Sonra Kafkas Dernekleri Federasyonu'nun Olağan Kongresine bazı milletvekilleri katılıyorlar, bir tanesi kürsüden söz istiyor ve kürsüye çıkıyor! Karşısında Federasyona bağlı bilmem kaç derneğin delegelerinden oluşan koskoca genel kurul var... Milletvekili önce Çerkes olduğunu da anlatma gereği hissediyor.. Sonra Çerkes Soykırımı yoktur diyor.. bunu derken de, soykırıma uğramak suç gibi, alçak bir şey gibi sunuyor.. "kardeşim; soykırıma uğramak, ancak soykırımı yapanların suçu ve alçaklığıdır! Biz niye soykırıma uğradık diye utanalım? Niye soykırım yoktur diyerek soykırımcıyı aklayan ifadeni bizim lehimizdeymiş gibi anlatıyorsun? El-İnsaf!" diyen çıkmıyor genel kurulda, sadece bunu demeyen değil; hiçbir şey demiyor koskoca genel kurulda bir Allahın kulu! birşey demeyen çıkmadığı gibi, alkışlayanlar da cabası!

Münferittir diyorsun! Yani Çerkeslerin diğer halklardan neyi eksik? değil mi! Dünyada yaşayabilen her türlü insanın bir halkı var sonuçta, bizim içimizde de böyle biri olmuş çok mu! diyorsun...

Birisi çıkıyor televizyon kanalına...  Programın adı: "Çerkesler!" Çıkan kişi "aydın!" "yazar!" "thamade!" Diyor ki "Kafkasya'da Çerkes yok!" falan... 



E ama yuh artık!  Yetmedi mi! Kafkasya dediğiniz yerde yerli halklar kendi dillerinde kendine  Çerkes demiyormuş! mu...   diye savunacaksınız yine!

Kafkasya'daki yerli halklar kendine Çeçen de demiyor! Oset de demiyor mesela!

Kafkasya'da Çeçen yoktur, Kafkasya'da Oset yoktur! demek mi oluyor bu...

ama yok...

... Çeçen var, Oset var; Çerkes yok...

Yahu siz münferit değilsiniz anladım! Programlısınız.

Çerkesler yoksa, biz Çerkesiz! Sizde bizden değilseniz; gidin ait olduğunuz yerlerde cirit atınız!

Bıktık!

Kafkasya'da bıkmak  yok dersiniz diye söylüyorum, Türkiye'den bıktık!

Share:

Çerkes Soykırımı: Yüzyıldır aynı inkar!



Bu yazıyı yayınlamadan 4 sene önce, hatta tam bugün 1 Aralıkta İstanbul Kadıköy'de Bahariye caddesi üzerinde "Çerkes Soykırımı Tanınsın" kampanyasıyla stand kurmuş ve TBMM'ne sunulmak üzere "Soykırımın kabulü" için imza topluyorduk.Hava buz gibiydi, hatta o gün yanımza Nurhan abla ile Murat abi de gelmişti destek ziyaretine. Kadıköy AKADER'den almıştık masayı...  Masanın üzerinde Çerkes Soykırımı ile ilgili bilgi veren broşürler, kampanyamızı anlatan afişler ve Çerkes Soykırımının tanınması için yazılmış dilekçeler vardı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam bu standta sürekli görev alan 5-6 kişi vardı ama, 10-15 kişi (-ki içlerinden büyük bir bölümü Çerkes de değil Kafkas da değil, korkmayın Kürt'te değil..) de gün içinde mutlaka bir süre yanımıza gelip destek oluyordu bize.

Çerkes Soykırımının tanınması için kurduğumuz ilk stand olmadığından dolayı; biraz daha becerikliydik o gün. Zira şahsen benim aktif olarak bulunduğum İstanbul'da 2 yerde daha stand kurmuştuk.  İstiklal caddesinde ve yine Kadıköy'de timsah heykelinin orada. Daha önce bu işle ilgili arkadaşlarımız Sakarya ve daha başka yerlerde de stand kurmuşlardı. Yani becerikliydik ve bismillah demeden önce polisin gelmesini bekledik. Nihayet polisler geldiğinde ve şansımıza gelen polislerin içinden kendisini Çerkes olarak tanımlayan birisi olunca, hiç zorluk çıkarmadan bizlere o gün imza toplayabileceğimiz stand için bir izin kağıdını da kendisi getirmişti.

Bu imza kampanyalarımız sırasında bu ülkede bulunan her toplumsal kesimden destek gördük ve imza topladık desek heralde yanlış olmaz. Zaten doğası gereği ezilen halklarla dayanışmayı şiar edinmiş STK'lar ya da örgütleri saymama gerek bile yok ama İstiklal'de Alperenciler, Ülkücüler dahi o gün orada bulunan bir gösterileri dolayısıyla gruplar halindeydiler ve gruplar halinde gelerek imza kampanyasına desteklerini sundular.

Bir tek yazımın başında belirttiğim gibi, 4 yıl önce bugün Bahariye caddesinde kurduğumuz standta imza toplarken ortayaş üstü bir kadının saldırısına maruz kaldık. Kadın topladığımız imzaların Türkiye'yi bölmek olduğunu, kendisinin de Çerkes olduğunu bizlere bağırarak; bu kimliği toplumdan ayrıştıramazsınız diye feryat ediyordu. Mahalle ağzıyla söylemek gerekirse bir çıngar çıkarmaya çalıştı ve yaklaşık 10 dakika boyunca standımızın karşısında, imza atmak için bizlere yaklaşanlara bizlerin terörist olduğunu, bu yaptığımız eyleminde Türkiye'yi bölmek olduğunu bağıra bağıra (ya da anıra anıra) anlatıyordu. İlk gelip diyalog kurmaya çalıştığında da kendisiyle şahsen ben muhatap olup, bu konunun düşündüğü gibi olmadığını anlatmaya çalışsam da kadının diyalog kurmak istemediğini anlayarak "peki hanımefendi" diyerek kendisiyle diyaloğumu keserek standın diğer bölümleriyle ilgilenmeye başlamıştım. Yaklaşık 10 dakika sonra güvenlik şubeden gelen polisler kadını alandan uzaklaştırana kadar kadın kendisinin üstüne basa basa bir Çerkes olduğunu, Türkiye'yi çok sevdiğini, Çerkes soykırımı diye birşey olmadığını, bizim Çerkes olmadığımızı, terörist olduğumuzu haykırmıştı.

Bugün o günden tam dört yıl sonrası...
...tam bugün olmasa da geçtiğimiz günlerde yaşanan Kafkas Dernekleri Federasyonu Olağan Kongresi sırasında, Cumhuriyet Halk Partisi'nin milletvekili sıfatıyla kongreye katılan bir kişi kürsüden üzerine basa basa bir Çerkes olduğunu belirterek, kendisinden önce konuşanların bazı görüşlerine katılmadığını ifade ederek "Çerkes soykırımı olmamıştır" dedi. Bunu Türkiye'de Çerkeslerin en örgütlü yapısı olarak bilinen bir federasyonun kongresinde, orada bulunan ve her biri Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki Çerkes derneklerini temsil eden delegelerin oluşturduğu Kafkas Dernekleri Federasyonu Genel Kuruluna karşı söyledi. Bunu söylerken ki tarzını da incelediğimizde tipik bir türk politikacısı ağzıyla konuştu desem inanın haksızlık olmaz. Çerkesler yüzlerce yıl savaşmışlar, çok acılar çekmişler, emperyalist devletlerin ikili oyunlarıyla sürgüne gönderilmişler dedi. Ama üzerini çize çize; 1864 yılında son bulan ve sadece o tarihten sonraki yaşadıkları bile BM'in soykırım tanımına uyan trajedimize, "soykırım değildir" dedi. Aslında ilgili konuşmayı bulup dinlerseniz ya da okursanız; bütün konuşmasında söylediği tek şeyin Çerkes soykırımı yoktur demek olduğunu, onun haricinde söylediklerinin ise bunu dolandırarak söylemek olduğunu daha iyi anlarsınız.

Yukarıda anlattığım olayla bir kaç farklılığı bulunan bu olayda birbirine benzeyen iki durum tespiti yapıyorum aklımdan. Birincisi: Standımıza saldıran kişi de inatla ve üstüne basarak Çerkes olduğunu söylüyordu. İkincisi: Soykırımı inkar etmeyi vazife edinmişlerdi.

Birinci olaydaki şahısla, ikinci olaydaki şahısın hiçbir  bağlantısı yok... ancak birinci olayla, ikinci olayın tarihsel bir ortaklığı olabilir.

Biz son 10-15 yılın ama özellikle de son 4-5 yılın içerisinde ülke çapında defalarca hüzün, acı, öfke dolu şoklar geçirdik. Cumhuriyetin birbirine zıt tüm toplumsal yapıları bazı acıların, hukuksuzlukların, zulümlerin, baskıların altında arasıra bir araya gelebildiler. Ki bunun en bariz örneği; Gezi eylemleri oldu. Şahsen kendi tecrübelerime dayanarak; hayatta yanyana gelebileceğine inanmadığım düşüncelerin etkisinde bulunan toplumsal yapıların yanyana geldiğini, dayanışma gösterdiğini, ortak bir nokta bulduğunu yerinde ve eylemin her aşamasında gözlemledim. Dahası o günden sonra düşüncesine kökten karşı çıktığım görüşlere dahil ama görüşün tabanını oluşturan sokaktaki, mahalledeki, köydeki, apartmandaki vs. insanlarla da diyalog kurmayı öğrendim. Daha önce zihnimde "falancılar kötüdür, filancılar iyidir" diye bir set olarak oluşmuş ve insanlarla şahsi illişkilerimi bile belirleyen o duvarı yıkıldı; insanlar benim için Ahmet, Leyla, Canan, Mahir vs. oldular. Kısacası hem konuşarak anlatmaya hem dinleyerek anlamaya başladım. Zaten Gezi eylemlerinin benim için en büyük katkısı da bu oldu diyebilirim. Hatta bu yüzden saldırdılar geziye; Özgürler Azadları dinlemesin, Erkekler Kadınları duymasın, farklı olanların çatışması; iktidarın en büyük kaynağı değil mi zaten?

Şuanda yine durum böyle...  Kimse kendisinden olmayanı dinlemiyor, duymuyor...

Bu diyalog ortamı kalktı ne yazık ki, sanki topluma reset atıldı ve yine herkes karşısındakinin ne söylediğini umursamadan "falancılık-filancılık" yapmaya başladı.  Bir tek; İktidar karşıtlığı kaldı o günden geriye... Çünkü iki şey para ediyor siyasette: Birisi güçlü iktidar olmak, diğeride güçlü bir muhalefet olmak. Güçlü muhalefetin sınırları; iktidar karşıtlığıyla ölçülüyor. Bugün CHP; bütün programını AKP'ye muhalefet olmak üzerine kuruyor, siyasi kalemleri toplumu bunun etrafında kenetlendirmek için çaba harcıyorlar.

Benimde aklımda tek bir soru dolaşıyor...

İktidar nedir?

Çok ucuz düşündüğümüzü düşünüyorum, çünkü biz iktidarı hep dönemlerde arıyoruz. Böyle yapmamız hem dönemin iktidar temsilcisi olan siyasi partisi için, hem de asıl iktidarın muhalefet partileri için çok elverişli bir ortam sağlıyor. İktidarın bir dönem meselesi olmadığı gün gibi açık. İktidar bir anlayıştır ve hatta bu anlayışın oluşturduğu bir devlet politikasıdır diye biliriz. Daha da sürdürebiliriz bunu konuşmayı, ki bunu buradan defalarca farklı konulardan ele aldığımdan ve şimdiki konumuzdan da daha fazla kopmamak için bu kadar kısa açıp kapatıyorum.

Bu kadar şeyden sonra; söylemek istediğim şey! İktidar zihniyeti gelmiş Türkiyedeki Çerkeslerin en büyük kurumlarından biri olan federasyonun kongresinde, genel kurul üyelerinin yüzüne baka baka, Çerkes olduğunu da üzerine basa basa söylemekten imtina etmeyerek Çerkes soykırımını yok sayıyor. Dahası; genel kurul üyelerinin bir bölümü de bunu alkışlıyor.

Şimdi okuyucularımın vicdanına bırakıyorum, bir milletvekilinin bir çerkes kurumunun kongresine gelerek genel kurula karşı; kendisinin de çerkes olduğunu belirterek, çerkes soykırımını yok sayması hangi akla ve vicdana sığar?

Daha da kötüsü, bunu yapanı alkışlamak için olaya hangi yönden bakmak gerekir?

Çerkeslik mi? Yoksa partizanlık mı!..

Peki bunu yapana ve alkışlayanlara karşı koskoca genel kurulda bir tane itirazın olmaması?

Asalet mi? Nezaket mi!..

Tüm Türkiye'nin neredeyse bir çok yerinde insanlar iki şeyle uyuşmuş vaziyetteler ve tek gerçeği göremiyorlar. İnsanları uyuşturan şeylerden birisi "Türk-İslam" siyasetiyle iktidarın hükümeti olanlar diğeri de "Türk-İslam" siyasetiyle" iktidarın muhalefeti olanlar.

Göremedikleri tek gerçek ise; İkisinin de aynı iktidarı paylaştığıdır.

Hükümetin her söylediğini alkışlayanlar ile muhalefetin her söylediğini alkışlayanlar; aynı profilde insanlar!

Mevcut hükümetin partisi bu ülkede yönetici olduktan sonra sürekli "yeni Türkiye" söylemini öne sürdü. Basit gibiydi ama değildi; güçlü bir slogandı "Yeni Türkiye" sloganı. Eski Türkiye'de acı çeken, zulüm gören, inkar edilen ve asimile edilen o kadar çok unsur vardı ki; yeni Türkiye onlara hiç olmazsa bu yönde bir umut vaadediyordu.

Hani derler ya "Allah var; hakkını yemeyelim" diye. Yemeyelim de. Sadece söyleme dayanan bir umut olarak kalmadı, bir açılım sürecinide içinde doğurarak; ve bütün eksiklerine rağmen kendisi için en büyük kambur olan Kürt sorunu yönünde barışçıl bir çözüm doğurabilecek bir adımlar da attı.

İktidarın genel başkanı diyor ya hani; "yeni nesiller bilmez eski Türkiye'yi" diye. Çok yeni olmasam bende az biraz biliyorum yani. Mükemmel bir ülke değildi, ne Kürtler için, ne Çerkesler için, ne Aleviler için ne de Emekçiler için. Nasıldı diye soracak olursanız; az-çok son 3 yıl gibiydi. Hatta anadil dersi yoktu. Ragıp hoca (hala marmara bölgesinde dersler veriyor) gizli gizli Çerkesce kurs veriyordu bize mesela.. yasal değildi. Biz Türk olmadığımızı biliyorduk, hiç Kürt tanımıyorduk çocuklukta; Kürtleri de "dağa çıkmış Türk" diye öğretiyorlardı bize. Şimdi hiç olmazsa Kürtleri, Çerkesleri falan kabul ediyorlar, dilleri de kısmen yasaklamıyorlar. O zaman biz "Kafkas Türkü", Kürtler de "dağa çıkmış Türk" idi.

Ha diyeceksiniz ki; ne kadar eskisin ki sen diye. Doğru, henüz yeteri kadar eski değilim belki ama zaten ben eskiye gittikçe kimliğim için ne kadar daha kötü zamanlar yaşanmışsa, benden eskiye doğru gittikçe de inanın daha kötü şeyler yaşandı.

Benden daha kötü şeyler yaşanılan zamanları da yaşayanlar var henüz..

Velhasıl;

Biz son üç yılın sıkıştırılmış baskı, zulüm, işkence vs.'lerini yaşarken pek tabi bunların birinci dereceden sorumlusu gördüğümüz hükümeti kuran partiye kafayı öyle takmış durumdayız ki; onun haricindeki herkes şuan bir kurtarıcı modunda gibi geliyor sanırım bize. MHP, küçük Akp olduğundan; onu akp'nin haricinde saymakta yersiz zaten. Olmasaydı; kimisinin dediği üzere en azından bizi açıkça tanımayan samimi faşist bir parti olarak, tanıyormuş gibi inkar eden kılıflı faşist bir partiden daha iyiydi diye yorabiliriz Çerkeslik için.

Doğrusu mu hayatı sadece Çerkes olarak yaşamadığımız için ve dahada önemlisi hayatın bize verirken ve bizden alırken Çerkes olduğumuzu umursamadığı bir çok şeyden mütevellit, hiç mevcut hükümetin savunucusu yada destekçisi olmadım hatta sürekli onun neoliberal politikalarına ve batılı liberallerin ılımlı islam tanımlamasıyla cumhuriyeti evrilttiği yeni düzenine karşı en önde mücadele ettim ve hâlâ ediyorum. Çünkü ben aslında mücadelemin temelini bir siyasi parti destekçiliği ya da karşıtlığı oluşturmuyor, bir siyasi partiyi iktidardan düşürmek için ya da başka bir siyasi partiyi iktidara taşımak gibi bir niyetim hiç olmadı. Ben bir anlayışa karşı mücadele ediyorum.

Hiçbir şey değişmez değil, insanlarda, insanların oluşturduğu siyasi partilerde buna dahil.

Geçmişte tüm halklar ile birlikte pek tabii Çerkesleri de inkar eden bir anlayışı temsil eden zamanın hükümeti olan bir partiye karşı bile bugünün şartlarında yaklaşarak değerlendiriyorum.

Dün bizi inkar eden anlayışı, bugünde inkar ediyorsa..

Bizi kendi anavatanımızdan koparıp, burada eritmek istiyorsa..

Bizim acımızı, dilimizi, sorunumuzu yok sayıyorsa...

Dahası mı; bunu bize, bizden olanlarla taşıyorsa!.. bize bunları alkışlatıyorsa, biz bunlara ses çıkarmıyorsak.. CHP aynı CHP demek için inanın bir sebebimiz oluyor.

CHP hangi aynı CHP mi?

Bizleri sürgüne tabi tutan, anadilimizi konuşmamızı yasaklayan, bizleri inkar ve asimile etmek için programlı politikalar üreten, bizi kendi vatanımıza yabancılaştıran, bir kişi üzerinden hepimize hain yaftası yapıştırmak için tarih yazan ve bu tarihi eğitim müfredatlarına sokarak bizi utandıran.. Cumhuriyet tarihindeki ilk  "iktidarın hükümeti" olan şuan ki "iktidarın muhalefeti" olan CHP.

CHP aynı CHP...

Köyümüzde bile Çerkesce konuşmayı yasaklayan, gelen genel kurulumuzda Çerkes soykırımı yoktur diyen CHP.

...ve bize bunları alkışlatan CHP
...ve bizim buna itiraz edemediğimiz CHP

Share:

3 yılda 1 ay arası - Jıneps Gazetesi Aralık 2017

Bir önceki yazımda Globalizm ve Çerkes kültürünü anlatıyordum ve henüz bitmemişti. Nasıl bitsin zaten. Böyle bir konuya başlamakta kolay değil, bitirmek de. İkisi de bizim için, en az şu an yaşadığımız kadar gerçek konular. Yazı orada bitmedi ama, en azından bu ay burada devam da etmiyor. Allah izin verirse gelecek ay da Globalizm ve Çerkes kültürü üzerine devam eden yazımdan devam edecek köşem. Aslında yazı bitmiş halde. “Kendimizi hazırlamak” alt başlığıyla başlıyor ama bu ay buradan başka bir konuyu yazmak istedim. 3 yılda 1 ay; köşemde küçük bir ara vermek istedim.
Bundan yaklaşık 3 yıl önce Jıneps’te köşe yazma yoluna girdim ve 2015’in Ocak ayından sonra da hep sizlerle adına “ilkbahar” dediğimiz bu köşede buluşmaya gayret ettim. Bu köşede yazdıklarım için bana kızanlar oldu, tebrik edenler oldu. Ben gazetenin bir tarafında, siz diğer tarafında; tartıştık, kavga ettik ama, gazetede bu ay yayınlacak röportajda Nazlı nenenin dediği gibi; hepimizin kıymetlisi olan halkımızı düşünerek birbirimizle yaptığımız bu tartışmalar ve kavgalar orada kaldı.
Gazetenin “İlkbahar” köşesi benim. Kullandığımız takvimde de yılın son ayı kış mevsimine denk geliyor. Hayal gücümüz hariç; gazetenin ilkbahar köşesi ile yaşadığımız kış mevsiminin hiçbir bağı yok ama dediğim gibi hayal gücümüz hariç. Benim hayatta sahip olduğum en büyük güç de hayal gücü olduğuna göre, yaşadığımız kış mevsimine direnen binlerce ilkbahar köşesinden, bu gazetedeki bir köşe olarak size müjdeyi veriyorum! Her kış, kalbinde bir bahar taşır. Ben de gelecek yıl, bu kışın kalbinde taşıdığı bir bahar olarak; ilkbaharlık yapmaya devam edeceğim size! Gazetemizin tabiatında halkımızın doğasına cemre olarak düşüp, kimliğimizin toprağına can verecek, çiçekler açacağız! Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, bu dünyada Çerkesler için çiçekten ormanlar açacağız..
***
Jıneps Gazetesi ilk basılmaya başladığında ben henüz 17 yaşındaydım, halkım için bir gelecek kaygısı taşımak uzak dursun, kendi geleceğimle ilgili henüz bir kaygı içerisinde değildim. Ama gazetemiz vardı, bir kaygı taşıyordu. Kaygısı olmayan insan yazmaz. Ben yazmıyordum... Ama gazete yazıyordu!.. Hepimizin adına bir kimlik kaygısı taşıyordu. Bugün ben gelecek kaygısı taşıyorum, gazetede yazıyorum; hepinizin adına bir kimlik kaygısı taşıyorum. Birçok gencecik insanımız bugün yazmıyor, ama gazete yazıyor ya yarın da bu gazetede birçok genç bir kaygı taşıyarak yazacak.
Gazete bizim bayrağımız. Önceki koşanların yorulduğu yerden tutuyoruz, yorulduğumuz yerde bizden bayrağı almak için bekleyenlere koşuyoruz...
Kaygılıyız dostlar!
Halkımızın henüz doğmamış çocukları için, henüz gelecek kaygısı taşımayan gençlerimiz için, kadınlarımız için, ihtiyarlarımız için, vatanımız için, milletimizin için, dilimiz ve kültürümüz için kaygılıyız.
Koşuyoruz!
Bayrağı aldığımız yerden, bayrağı vereceğimiz yere doğru şahsi hiçbir çıkar ve kazanç gözetmeksizin; hepimiz için koşuyoruz!
Köy köy geziyoruz; yaşlılarımızla, gençlerimizle, kadınlarımızla konuşuyoruz, sohbet ediyoruz. Dünden bugüne olanlara bakıp, yarını görmeye çalışıyoruz. Ne istediğinizi soruyoruz, ne isteyeceğimizi arıyoruz... Vatandan ve diasporadan haber derliyoruz, bizim için iyi olduğuna inandığımız şeyleri söylüyoruz buradan. Hata bile yapsak inanın tüm hataları da sizin için yapıyoruz..
Koşuyoruz dostlar!
Benden önce koşanlara, bayrağı bana verenlere, bayrağı almak için bekleyenlere; gençlerimize, kadınlarımıza, yaşlılarımıza canı gönülden teşekkür ediyorum; 2018’in hepimize huzur, sağlık ve barış getirmesini diliyorum.

Share:

Diaspora Penceresi: Geleceğin bir gelecek hayali



Bizim Çerkeslerin en büyük sorunlarından birisi odak problemi galiba.  Ne zaman güncel hayatımızı kaleme almayı ilke edinmiş bir Çerkes yazarını açıp okumaya başlasam; güncelin hep Çerkesleri teğet geçen ifadeleriyle aklımı karıştırıyorum. Dernekleri ve federasyonları saymazsak Çerkeslerin içinde bir çok irili-ufaklı enformel grup var. Bu grupların çok olmasının nedeni; çok fazla fikir ayrılıkları barındırmaları değil. Aynı düşünceden beslenen ancak yinede iç içe geçmeyen gruplar da var. Grupların bir çoğunun içerisinde de kişisel farklılıkları grup içine yansıtarak hep an kollayan bir mücadele var. Her an bir grubun içinden çıkıp, başka bir grubun içinden çekerek yeni bir grup olarak harekete geçecek bir potansiyel var. Gruplar genelde iki merkezli ve bir merkezleri elbette hepimizin şıp diye anlayabileceği  gibi; Çerkeslik merkezi. Diğer merkez ise genel olarak çok fazla ayrıntılara bölünmüş şekilde Çerkeslik olmayan merkezleri. Yani nedir derseniz; işte kimisi felsefe, kimisi ekonomi, kimisi inanç gibi şeyler. Bir taraftan hepsinin ortak merkezi olan Çerkeslik, bu grupları pekiştirmek ve çalıştırmak için  fırsat gibi gözükse de, diğer taraftan ikinci merkez olan diğer şeyler bu grupları ayrıştırmak ve hatta çatıştırmak isteyenlere fırsat oluyor.

Burada insanın motivasyon faktörü çok önemli tabi ama; genelde insanımızın düşünürken ve yazarken kendisini motive ettiği alan Çerkes merkezli olmayınca yani diğer ikinci merkezinden gelişince; insan yukarıda anlattığım bu grupların ikinci merkezlerine saldırarak Çerkes merkezlerini fethetmek üzerine bir düşünceye kapılıyor. Bu sadece birinin birine yaptığı şey değil, genel olarak farklı merkezlerin birbirine sürekli uyguladığı strateji.  Belki strateji bile değil... plansız, üstüne düşünülmeden, doğal olarak gelişen bir refleks.

Böyle konuları okuyunca ya da yukarıda anlattığım bir olayı tam da yaşarken, bu sorunun çözümü için herkesin aklına "ikinci merkezi" dışarıda bırakmak gerektiği geliyor. Çünkü ikinci merkez ortadan kalktığında herkesin Çerkes merkezinde birbiriyle kenetleneceği gibi saf ütopyalar kuruyoruz. Ancak ne yazık ki sadece Çerkesler değil, hiçbir insan tek kimlikli yaşamıyor hayatta. İnsanların ve doğal olarak Çerkeslerin hem toplumsala dönüşmüş hemde bireysel olarak hayatlarında taşıdıkları bir çok kimliği bulunuyor.   Çerkes gruplarının kendi içinde ve Çerkeslerin umuma açık meclislerinde de yeteri kadar konuşulmamış şeylerden birisi de dünyada insanların artık tek kimlikli bir hayatı yaşamıyor oluşu.  Her insanın artık birden fazla kimliği var ve insanların önceliklerini de belirliyen şeyler olabiliyor bu kimlikler. Artık insanlarımız sadece Çerkes değiller.  Hayatı sadece Çerkesliklerine bakarak değerlendirmiyorlar. Kazanmak istedikleri, korumak istedikleri, büyütmek istedikleri tek şey Çerkeslik değil. Belki bir çoğunda, söylemin dışında gelişen pratiğe bakılınca; Çerkeslik 'korunmak, yaşanmak, büyütülmek, kazanmak' istenen şeylerin listesinde bile olmuyor.  Bunları gözetmek gerekir. Bunları konuşmak, tartışmak gerekir ve hatta bunları konuşurken, tartışırken; bir disiplin de olmalıdır. Bilimsel bir disiplin olmalıdır. Uzman kişilerin bu disiplini oluşturması gerekir. Tartışmaları atışmalardan ayırararak; farklı görüşleri bu disiplin içinde tartışmaya açmak ve bu tartışmalardan bu disiplin çerçevesinde bir sonuç çıkarma amacı gütmek gerekir.

Bu disiplinden yoksunuz ve gruplarımızın birbiri arasında yaptıkları şeyler de, tartışmaktan ziyade atışmaktan öte gitmiyor. Çerkes camiasının alanlarında ortaya çıkan önemli ya da önemsiz her konu bir atışma alanına çevriliyor. Bu alanda gruplar, daha doğrusu grubu kalemleriyle motive eden yazar-çizer takımları; Çerkeslik meselesine sadece kendi doğrularına nicelik kazandırmak amacıyla kullanılabilir bir insan kaynağı gözüyle bakıyor. Daha temiz deyimle: İnsanları örgütlemek için değil, örgütü kalabalıklaştırmak çabası sürdürüyor. Eğer bu bir politika ise, bu politikaya Çerkesleri ilgilendiren yakın tarih üzerinden şöyle açıklama getirebiliriz.

* Demokratik açılım sürecinde Türkiye'de hiçbir haktan yararlanamayan tek kalabalık unsur Çerkes halkı oldu.

* Çerkes sorunu hiç kimseye anlatılamadı.

* Çerkes  talepleri Çerkesler tarafından dahi kabul göremedi.

* Suriye'deki terör saldırıları ve iç savaş sürecinde bu savaştan etkilendiği halde Çerkesler ne dünya gündeminde, ne Rusya gündeminde ne de Türkiye gündeminde çok ilgi gören bir konu olamadı.

* Çerkesler hiçbir zaman hiç kimse için caydırıcı bir kamuoyu oluşturamadı

* Hiçbir toplumsal proje üretilemedi, üretilen projeler hiçbir zaman toplumsal olamadı.

* Çerkes kimliği siyaset için şahıslar tarafından üniforma yapıldı. Şahsi kariyer için bu kimlik araçsallaştırıldı.

Ben dünyadaki hiçbir etnik kimliğe beğenmemezlik etmem, ancak toplumumuzun genelinde insanlar ne yazık ki Çerkes kimliklerini sözle-lafla öyle yüceltmişlerdir ki; Çerkes olmayan hiçbir toplumu beğenmezler. Onlar şöyledir, bunlar öyledir, bizde falanca yüzyıldır şöyleyken bunlarda daha yeni böyledir gibi laf kalabalığından geçilmez. Ancak şunu da not olarak düşeyim: Son 10 yılda yaşadığımız bu coğrafya da; olan biten herşey de hiç kazanmadan hep kaybeden tek kalabalık unsur: biz yani Çerkesler olmuştur.

Şapka öne konulmalı; kelimiz de kimseden saklanmamalıdır.

Gelecek vizyonu, geçmiş deneyimler olmadan hiçbir şey ifade etmez ve Çerkesliğin geçmiş 150 yıllık deneyimi tek cümlede: hep kaybedip, utanmadan sürekli övünmek olmuştur.

Peki ne olmalıydı? derseniz; olmayan şeylerin değerlendirmesini yapmanın bu saatten sonra bir değeri yok. Uzak veya yakın tarihin bir çok kırılma noktasında bulunmuş Çerkes halkı için, her kırılma döneminin kendi şartlarına uygun yüzlerce teoride bulunabiliriz. O zaman şöyle olsaydı, böyle olmazdı diye iddialarda bulunabiliriz. Ancak her çağ kendi içinde farklı gerçeklikler ve gereksinimler barındırıyor. Bizim sormamız gereken soru bugünden yarına doğru "peki ne olmalı?" sorusu olmalı.

PEKİ NE OLMALI?
Bu soruya tek başıma benim cevap vermemin de, başka birilerinin de bu soruya tek başına cevap vermesinin de toplumsal bir değeri yok.  Bu soruya hep birlikte - atışarak değil tartışarak, bir disiplin içinde cevap vermemiz gerekir. Niceliği örgütlemeye çalışan anlayışımızdan önce, niteliği örgütlemeye çalışmamız gerekir. Doğrusu mu; niteliğin kendisini Çerkeslikte örgütlemesi gerekir. Bu örgütlenmenin temeli Çerkeslik olan bir disiplinle inşa edilmesi ve bugün Çerkeslerin, Çerkeslik haricindeki diğer tüm kimliklerini içinde nitelik olarak barındıran üyeleriyle çalışması gerekir. Bu örgüt; Çerkes halkının 'Aydınlar topluluğu' olarak Çerkeslerin içinde yaşayan her ikinci-üçüncü vs. kimlikleri barındırmalı, bu kimliklerin Çerkeslikle ilişkilerini değerlendirerek formüller bulmalıdır.  Daha da önemlisi Çerkesliği bu kimliklere eritmeyen, bu kimlikleri Çerkeslikte eriterek toplumu önce bir HALK olarak; her düşünceden, her sosyal sınıftan, her cinsiyetten örgütlemelidir.

Share:

İslami Kemalizm


İslami Kemalizm
Bundan hemen hemen 10 yıl önce, Antalya'da amatör rock grupları ile 'rock bar' olarak tarif edilen işletmeler arasında köprü kuruyoruz. Sahneye çıkabileceğine inandığımız amatör rock gruplarıyla sürekli iletişim halindeyiz, kale içinde mekan mekan dolaşıyor mekan sahiplerine tekliflerde bulunuyoruz.. Şöyle bir organizasyon yapalım, falanca grup çıkaralım sahneye falan diye. Kabul eden mekanlara düzenlediğimiz organizasyonla ilgili afişleri bastırıyoruz, afişleri asmak için gerekli malzemeleri tedarik ettiriyoruz.. Bir de biz  kâr amacı gütmeyen bir organizasyonuz; en azından bizim hiç kârımız olmuyor, aksine bizim organizasyonumuzun olacağı gün mekandaki fiyatların aşağıya çekilmesi içinde çaba sarfediyoruz.
Bu organizasyonun içinde koşturan herkes gönüllü... Hepimiz arkadaşız... Bir çoğuyla daha öncesinden arkadaşız, bazılarıyla bu organizasyonlar vesilesiyle arkadaş olmuşuz.
Arkadaşlığımız ise ne çocukluk, ne okul ne mahalle kökenli. Bildiğiniz liseli politikliği üzerine kurulu bir arkadaşlık. Hepimiz Anarşistiz ya da kendimizi öyle  tanımlıyoruz diye arkadaşız.
Dolayısıyla zaten anlamışsınızdır; bu müzik organizasyonları da bu politik birlikteliğin bir ürünü olarak sürüyor. Amaç müzik değil, müzik araç. Amaç o zamanki etkileşimde bulunduğumuz ideolojiyi müzik aracılığı ile buluşturmak, pekiştirmek.

Gel zaman git zaman bizim organizasyonumuz güzel şeyler yapmayı başardı, amatör rock grupları kendilerini duyurmak, dinletmek.. mekan sahipleri ise etkinlik yapmak, bilinmek için.. bizde organizasyonda bildiri dağıtmak, anonslarla mesaj vermek gibi şeyler için iştahlı olunca deyimi yerindeyse "allah yürü ya kulum" dedi.  Eskiden gidip görüşmek için sıra beklediğimiz mekan sahipleri artık bizlerle iletişim kurup etkinlik yapmak istiyor, arayıp bulmaya çalıştığımız yerel rock grupları ise kendilerini listemize yazdırıyorlardı.
Gruplar sahneye çıkıyor, mekanlar doluyor, gelenler normalden ucuza, normalden fazla hizmet alıyorlardı artık. Bizde o zamanlar BarışaRock'ın Antalya inisiyatifiydik... 

Farkındayım; ne alaka diye düşünüyorsunuz.

Uzatmadan konuya gireyim...

İşte tam o  günlerin devamında; daha önce bizim hiç duymadığımız bir şey ortaya çıktı içimizde.

Anarko-Kemalizm.

O gün böyle bir şey olabilir mi ya diye düşünmemize fırsat kalmadan olamasa bile olduğunu öğrenmemiz uzun sürmedi.  Tabii doğal olarak içimizde ciddi tartışmalar da oldu, birbirimize güvenimiz azaldı, istediğimiz seyreldi.. hem o zaman ki acemiliğimiz hem de örgütlenme biçimimizin bu durumlar karşısında aşırı kırılgan olması sebebiyle, organizasyon dağıldı.

Bu dağılıştan sonra; eski 68 kuşağından olan yerel rock piyasasında bulunan eski bir kurt geldi üzerine oturdu herşeyin.

O da yapamadı. Sürdüremedi...

Çünkü işin kimyası bozulmuştu ama, zaten onun bunu sürdürmek gibi bir derdi de yoktu; piyasaydı onun için...

O gün öğrendiğimiz Kemalizmin kalıp değiştiren bu formu, o günden sonra aklımızın hep bir ucunda oldu ve bütün yaptıklarımızın içinde hesabı yapıldı, çizildi.

Şimdi bu tecrübeyle hükümetin her geçen gün artan Atatürk sevgisini düşünerek bunun adını temsili olarak  "İslami Kemalizm" olarak anarak düşüncelerimi aktarayım.

Atatürk'ün doğruları-yanlışları, yaptıkları-yapmadıkları, verdikleri-aldıkları şöyle bir kenara dursun.. bizim konumuz değil.

Bizim konumuzun Mustafa Kemal Atatürk ile zerre kadar ilişkisi yok.

Bizim konumuz "Kemalizm"

Kemalizm Atatürk'ün eseri değildir, Atatürk'ün manevi varlığını suistimal ederek bu ülkede Atatürk'ün vefatından başlayan ve şimdiye kadar kendini sürdüren kirli bir zihniyetin eseridir. Belki de şeytanın aklına gelmeyendir; ittihatçılıktır. Bilemeyiz... Bildiğimiz tek şey  bir araç olduğudur. Amaç ise iktidardır... ve ister inanın, ister inanmayın halk kimi seçerse seçsin iktidar işte bu zihniyetin ellerindeydi. Akp'nin ilk halk tarafından seçildiği zaman bu ilişkiyi en iyi geçtiğimiz günlerde RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle'nin konuğu emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı açıkladı... Halk 2002 de Akp'yi seçtiği zaman Akp iktidar olamamıştı. Çünkü o zaman iktidarda Kemalizm vardı... İşte kandırıldık denilen Fetö ilişkisinin siyasi başlangıcı da böylece oluşuyordu. Fetö Akp'ye iktidarın yolunu açabilecekti. Nitekim de ABD ve Fetö desteğiyle Kemalizmin derin iktidarına karşı mücadeleye de başladı ve artık onlarla yanlarındakilerle birlikte ne kadar iktidar olabilecekse, o kadar oldu. Doğrusu Kemalizmin iktidarını salladılar, ancak bunu kendi başlarına yapmadılar. Kemalizm kendini geri çekti ama yok olmadı. Kemalizmin kendini geri çektiğinde oluşan boşluk iktidara giden yoldu, ancak ne ABD, ne Fetö Akp'ye buyrun siz önden yürüyün demezdi. İktidarın cazibesi ve olanakları; onu gören tüm grupları büyüler.

İşte bu geri çekilmede oluşan boşluk, Akp tarafından doldurulamadı. Dolabileceği kadar Fetö ile doldu ve arka planda Kemalizm ile Fetö'nün bir iktidar mücadelesi başladı. Atamalar, tasfiyeler, emekli etmeler, yıldırmalar; işte halkın seçemeyeceği iktidar tam burada belirleniyordu.

Akp bu savaşın arasında iktidarın kendisi değil, halka yansımış sevimli, seçilmiş bir yüzü olarak bulundu. Kemalizm iktidarının kanattığı yaraları okşayarak onu geriletmek üzerine de reform politikaları hayata geçirdi.

Gel zaman git zaman Kemalizm iktidarı iyice yıldırıldığında, Fetö iktidarını perçimlemek ve kim seçilirse seçilsin hep kendi iktidarda kalabilmek için çalışmaya başlayınca; Akp bir kez daha yapayalnız kaldı.

Seçilmekten başka iktidarı yoktu ve seçilmiş iktidarın böyle ülkelerde hiçbir anlamı da yoktu.

 Bu sefer geriye çekilmiş olan Kemalizm Akp'ye yakınlaştı ve geri çekildiği alanları dolduran Fetö iktidarının kökünü kazımaya başladı.

Kısacık süreçte özetlersek;

Kemalizm iktidarını önünden kaldırmak için Fetö'ye yanaşan AKP (kendi deyimleriyle kandırılırken) Atatürk'ün manevi varlığına karşı bir kampanya başlatarak politika yaparken, şuan geldiği nokta kendi işbirliğiyle iktidarın boş alanlarına yerleşen Fetöyü yok etmek için Kemalizm'e yanaşarak Atatürk'ün manevi varlığını yücelten bir kampanya sürecine girdi.

Akp'nin tahmin edemediği ya da küçümsediği şey; Kemalizm eski kurttur ve ona elini veren kolunu kaptırır. Ki bugün görünen AKP'nin iktidara uzanan elinin çoktan kaptırılmış olmasıdır.

CHP'nin genel başkanı Akp'nin Atatürk sevgisiyle mutlu olduğunu açıklıyor. 

...oysa Kemalizmin bir anda "İslami Kemalizmi" doğurması da bir an meselesidir.

Halk tabanında kitap okuyarak Anarşist idealleri olmuş kesim bile kendi kendine; Anarko-Kemalizm doğurup bunu yaşamaktan gıpta etmezken, iktidar bloğunda Kemalizm kendi varlığını güçlendirmek üzere bugünki şartlarda çok rahat bir şekilde "İslami Kemalizmi" doğurabilir.

Çünkü dediğim gibi...

Kemalizm; Atatürk'ün ideallerini sürdürmek değil, onu iktidar aracı olarak kullanmak içindir.

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler