Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Demokrasi görünümlü Darbe pratiği

15 Temmuz gecesi yaşananları herkes bir defa düşündü "kurgu muydu?" diye. Bunu yazanlar ve konuşanlar da oldu her kesimden ve bugünde birileri hala 15 Temmuz gecesi yaşananlar üzerine "eğer gerçek olsaydı" üzerinden bir şeyler yazıyorlar ve konuşuyorlar. Şuana kadar o kadar olasılık üzerinden düşünceler kaleme alındı ki ben bu konuda yazacak hiçbir yan bulamadım. Ne yazarsam yazayım, birisinin yazdığı veya söylediği bir şeyin tekrarı olacağı kesin.

Ama benim aklımda dönüp dolaşan başka bir şey var. 16 Temmuz. Bana öyle geliyor ki, 15 Temmuz gerçekten de birilerinin sandığı gibi iktidarın kurgusu değildi, ancak iktidar 16 Temmuz günü kıl payı sıyrıldığı askeri darbe girişimini yok etmek yerine ona kendi lehine müdahale etti ve dizginlerini eline alarak aylarca düşünüp bir türlü hukuki altyapısını hazırlayamadığı bir yönetim biçimini Türkiye'de yürürlüğe soktu.

Üstelik iktidar ta en başından bu yana uzmanı olduğu mağdur edebiyatı için her türlü kıvıracak bir zemine de sahipti. Sonuçta artık darbeyle indirilmeye çalışılan bir iktidarı oynuyorlardı. Mağdurlardı. Argümanları oluşmuştu. 16 Temmuz günü; "Tehlike devam ediyor" diye bir başlık açtılar ve "birlik olmalıyız" dediler. Bir miting düzenlediler; bir "ruh" yarattılar. Anlayan işte ta o zaman anladı; darbecilere "ne istedilerse verenler" ile, darbecilerin adayının çatısı altında birleşenlerin yarattığı o "ruh" bize zifiri bir karanlık olarak çökecekti. 

Velhasıl darbe girişimi yapanların bağlı olduğu örgütün devlet içerisindeki olağanüstü yapılanmasına dikkat çekilerek bir OHAL ilan edilmişti bile. Hissedenler tam o an hissettiler; kısa bir film gösterisinden sonra kararacak "demokrasi sahnesini". Bunlar hep yazıldı, çizildi. Tahmin edilmesi zor değildi zaten. 

İşte o sebeple başbakan çıkıp OHAL'i bizlere tam şu cümlelerle aktarıyordu: "OHAL'i kendimize ilan ettik."  Diyeceğim o ki, o gün bu açıklamayla yüreğine su serpilenler; gidip istedikleri kadar morarmakta özgürler.

Bu saatten sonrası; içinde kendi parçası bulunan şu meşhur "ruhu" tırtıklamakla düzelmeyecek. Tırtıklayanlar da bunun farkındalar, onların ki de kendi içlerindeki sosyal demokratları rahatlatma senaryolarından ötesi değil artık.

Çünkü bugün o ruhun karanlığı yaydan fırlayan bir ok. Bu yayı geren iktidar olsa bile, sizde yenikapı da gerilmiş o yaydan ötesi olmayacaksınız. 

İlk günden bu yana hedef biziz, direnen de biziz. Dün evet diyerek bugün hayır okuyanlar değiliz. İlk günden bu yana aynı şeyleri tutarlılıkla söylüyoruz. Bugün ise bu yüzden en çok bizleri susturmak istiyorlar. Kendi emeklerimizle inşa ettiğimiz basın/yayın organlarına saldırıyorlar; 16 temmuz günü yürürlüğe giren: demokrasi görünümlü, darbeci zihniyetli ittifakları ifşa olmasın istiyorlar. Televizyonlar, Gazeteler önündeki "it dalaşlarının" kapılar kapandığında nasıl bir samimiyete dönüştüğünün görülmesinden, bunun yazılmasından korkuyorlar.

Hiçbir darbe bize huzur vermedi, biz de hiçbir darbeden medet ummadık. Tarihleri darbecilerin arasında oluşanlar ile her darbede bedel ödeyenler fil gibi ortada. Bir darbede olması gereken herşey bugün Türkiye'de yürürlükte.

Bize düşen ise, herşeye rağmen gerçekleri söylemek ve belli ki işimiz bu sefer de çok zor fakat tarihimiz de hiç kolay bir gün yaşayamamanın avantajlarına nailiz. Bu karanlığı da yaracağız, yarına elbet güneş olacağız.




Share:

Adalet KHKitlendi!


Hükümetin devletin kendisine ilan ettiğini savunduğu OHAL her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor, demokrasiye karşı girişilen askeri darbeye karşı mücadele demokrasiye karşı girişilen sivil bir darbeye dönüştü; halkın iradesiyle seçilmiş belediye başkanları yerine, devlet istediği kişiyi belediye başkanı olarak atamak üzere harekete geçti ve geçtiğimiz ay haftalarca meydanlarda demokrasi nöbeti tutanlar için bunun bir değeri yok. Görünen o ki bu ülkede herkesin kendi demokrasisi var. "Kendine müslüman" tanımına cuk diye oturan "kendine demokrat" tanımı bu ülkenin sosyolojisine giriyor.

Hiç kimse asıl meseleyi konuşmuyor, gerekli olan soruyu sormuyor!

Herkes darbeye karşı sivil direnişten kendine kahramanlar yaratırken, Çerkesler de bunun çok gerisinde değiller. Darbenin seyrini değiştiren Ömer başçavuştan, darbeye onay vermeyen Abidin paşaya - köprüde asker kurşunuyla katledilen baba-oğul Olçok'lardan, Bursa'da öldürülen komiser Bırs'a kadar bir liste Çerkeslerin bu ülkede demokrasiye akıttıkları kanlar olarak dilden-dile dolaşıyor. Ancak hiç kimse bugün isimleri Çerkeslerin demokrasi şehitleri olarak toplumsal hafızamıza işleyen bu insanları ölüme sürükleyen siyaseti sorgulamıyor. Darbecileri, cüretkarlaştıkları mevkilere elleriyle taşıyanlar ve onlara "ne istedilerse verenler" "kandırıldık" diyerek aklandıklarını iddia ederek ellerine-paçalarına bulaşan şehitlerimizin kanlarının hesabını vermekten kurtulmak istiyor. İşin acı tarafı; biz de onlara bu fırsatı sunuyoruz. Böyle demokrasi havariliği de, demokrasi tarihine "destan" olarak lanse edilmek isteniyor. Halbuki olsa olsa "utanç" olarak girebilir.

Herkes tetikçinin peşinde ama tetikçiler birer figüran.

"Kral çıplak" diye bir tabir vardır. Çok şey anlatır. Kral çıplaktır ama kimse söylemeye cesaret etmiyordur. Türkiye'yi daha iyi anlatan bir hikaye kalmadığına inanıyorum. Daha düne kadar El-Kaide bağlantılı gruplara gönderdiği silahlar deşifre olduğunda, bunu deşifre eden gazetecileri hep bir ağızdan susturmak için "adaleti iktidarin fahişesi" yapan bir yönetim anlayışı, gerçekleri karanlıkta bırakmamak için gazetecilik onurunu bu ülkedeki bütün ağırlığına rağmen sırtlayan gazete ve gazetecileri cezaevlerinde tecrit altında tutan bu yönetim anlayışı "fahişesine dönüştürdüğü adalete" bile yetinmeyerek ülkede adaletin tiyatrosunu dahi askıya alıyor. Üstelik bunu "kendine ilan ettiğini" söyleyerek, söylem-eylem tutarsızlığı ile "kendisinden olmayan" herkese karşı kullanıyor. Bir zamanlar devletin kapısı olarak işleyen cemaat kapılarının bırakın içinden geçenleri, yanından geçenlere selam verenlerinin-selam verenleri dahi adalet tiyatrosuna ihtiyaç olmadan suçlu muamelesi görebiliyor. Bu haksızlığı yaparken dahi adil olunamıyor üstelik. Memurluktan ihraç edilen hiçbir memurun, Fetullah ile devletin başındaki zat kadar fotoğrafını bulamazsınız yeryüzünde. Hiç kimse Fetullah'a "ne istediyse vermemiştir" üstelik. Kaldı ki hükümeti kuran iktidar partisi içindekilerin ilişkilerini söylemeye sayfalar bile yetmeyecektir. Herkes tetiği çekeni linç ediyor ama, tetiği çekenler demokrasiye karşı girişilen bu darbenin sadece figüranlarıdır. Asıl suçlular ise dün ilgili cemaati göklere çıkaran köşe yazarları, onlara ihaleleri veren kamu müdürleri, istediklerini veren devlet erkanıdır. İşte Kral böyle çıplaktır ki; kral çıplak deme ihtimali olanların bili kalemi kırılmış, dört duvar arkasına hapsedilerek toplumdan izole edilmiştir.

Kral çıplak diyenler için risk giderek büyüyor!

15 Temmuz'dan daha hemen sonra, aynı gün başladılar saldırmaya çok önceden devleti cemaate ısmarlayanlara yıllardır karşı çıkanlara. Cemaati valiliklere, kaymakamlıklara, emniyet müdürlüklerine, okullara dolduranlara soru soranlara "demokrasi düşmanı" diye linç kampanyalarına saldırdılar ilk önce. İlk günden "kral çıplak" demenin bedeli olacağını hissettirdiler. Buna rağmen "kral çıplak" diye bağıranlar oldu. Yeni kapıda kral meydana çıktı. Çırıl çıplaktı; ellerinde darbe gecesi ölen herkesin kanı da vardı, güneydoğuda taş üstünde taş bırakmamanın tozu da, Taybet ananın kuruyup taş gibi olmuş kanı da. Berkin Elvan'ın ahı, Ali İsmail'in, Ethem Sarısülük'ün acıları da vardı. Ama kimse orada söz de bir ruh; bu ülkeye kara duman gibi çökerken; devletin dörtte üçü el ele vermiş susuyordu.

Dün "Kral çıplak" diye bağıranlar bugün de devam ediyorlar "Kral çıplak" diye bağırmaya. Onlar da dün "kral çıplak" diye bağıranlara nasıl saldırıyorlarsa, daha vahşi biçimde saldırıyorlar bugün "Kral çıplak" diye bağıranlara.

Ey halk, Size Nihat Berham'ın "Haykır acını ey halk" şiirinin bir bölümüyle de seslenmiş olayım!


"Bu direniş senin için ey halk / Bu çığlık senin kollarınla / Yıkılsın şu köhne dünya / Ve coşkuyla yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı / Bir yol kavşağındasın fakat / Mutlaka değişecek kaderin / Bunu bekliyor şu ıslak çukurlarda yürüyen şu yoksul çocuk / Bunu bekliyor gözevleri kurutulmuş analar / Bunu bekliyorzincirin oyduğu bilek / Bunu bekliyor açlık, kuraklık, ılık ılık akan kan / Bunun için en gençlerimizi ölümle tanıştırdık  / Kuşan kendini artık, / Biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla / Ey halk, haykır acını; bu karadumanı dağıt" 
Share:

Çerkesliği ..... alet etmeyelim!


Çerkesliği .... alet etmeyelim? diyorlar. Böyle sığ bir düşünce olabilir mi? Savunduğum onca şeyin evrensel değerleri var, insani şeyler bunlar. Çerkesler de bu evrende ve insanlar, bunu anlamak çok mu zor? Çok mu zor ekolojik tahribatın Çerkeslerinde yaşadığı dünyaya zarar verdiğini idrak etmek, çok mu zor herhangi bir savaşın Çerkeslerinde geleceğini tehdit ettiğini anlamak, çok mu zor Çerkeslerin de yüzde 50'sinin kadın olduğunu görmek? Adaletin Çerkesleri de daha güvenli bir dünyada yaşatacağı, özgürlüğün Çerkeslere daha iyi bir gelecek sunacağı, eşitliğin Çerkeslere de faydasının olacağı; bunları anlamak üstün zeka gerektiren şeyler mi?

Ben Kürtler Türkleri yok etsin mi dedim?

Ben Aleviler Sunnileri kessin mi dedim?

Ben Ankara'ya, İstanbul'a, Antalya'ya uçaklarla bombalar yağdıralım, bizim istediğimiz gibi yazmayan gazeteleri susturalım, cezaevlerine Türk aydınları sıkıştıralım mı dedim?

Azad'ın Özgür'e attığı kurşuna övgüler mi dizdim?

Kan, kan, kan diye mi haykırdım?

Hiçbirini yapmadım! Çerkesim; Çerkesliğimi hiçbirine bulaştırmadım. İnsanım; insanlığımı hiçbiriyle kirletmedim. Ama siz; hepsini yaptınız. Özneleri değişince, pisliği kaybolmuyor. Zulümde, cinayette, vahşette, katliamda, kan da, faşizmde, ırkçılıkta; öznelere göre işleyen vicdan kadar kirletilmiş bir vicdan olduğunu düşünmüyorum.

Açık açık itiraf edeyim, hayatım boyunca yalnızca bir kişi öldü diye  sevindim, o da; Erdal Eren için "Asmayalım da Besleyelim mi?" diyen, varlığıyla beni hem Çerkesliğimden, hem insanlığımdan inciten birisiydi.
Çerkesleri ... alet etmeyelim diyorsunuz;

Tamam kabul ediyorum, ben Çerkesliği insanlığa alet ediyorum. Edeceğim de. Peki siz benim insanlığa alet ettiğim Çerkeslikten kimi/neyi, neden/niçin koruyorsunuz?

Nart mitolojisindeki aksakallı şöyle der;


"Bu koca dünya henüz pelteleşmemişken / Bu koca yeryüzü henüz pıhtılaşmamışken/  Bu mavi gökyüzü henüz ağlarla örülürken / Ben o zaman beşikte yatan bir çocuktum. / Bu yaşadığımız dünya henüz berkimemişken /Ben o zamanlar bir çobandım. Volga nehrini o delikanlı aştığında / Ben o zaman henüz yeni olgunlaşmıştım. / Kafdağı henüz köstebek yuvası iken / Ben o zaman bir delikanlıydım. / Kafdağı’nın ormanları henüz filizlenmemişken,/  Ben o zamanlar orta yaşlı bir adamdım. / Kas ovasına birlikte girdiğimizde / Bana ağır hakarette bulunuyorsun. / Sen o hakareti yaptığında, / Ben aksakallı bir ihtiyardım... "



İşte Çerkeslerin insanlığa alet olma serüveninin tarihi de tam bu zamana kadar uzanır. Fakat sizin insanlığa alet olan Çerkeslikten çıldırışınızın tarihi 150 yıl bile olamaz.

Share:

Qamışlo'da İnsanlık ölüyor.

Ne desem, nasıl yazsam bilmiyorum..

Manzara çok net değil mi?

Çok açık değil mi vahşetin fotoğrafı?


Düşünüyorum, düşünmek zorundayım, kendime pay çıkarmalıyım, suça iştirakimi anlamalıyım, anlatmalıyım. Konuştuğum için, karşı çıktığım için, gördüğüm için, ağladığım için masum değilim, olamam-olmamalıyım.
Çok değil, fırından aldığım ekmek kadar yakın mı acaba cinayeti fonlamam? Katliamı oluşturan bomba da acaba, benim ödediğim vergiden alınmış zerre kadar barut var mı? Cinayeti işleyen, katliamı sağlayan ruhu yok edilmiş vahşet makinası acaba, benim ülkemdeki açtıkları koridorlardan mı geçti oraya? Benim ödediğim vergilerle, benim ülkemde güvenliği sağlayan kaç personel uyuyordu o geçerken?

Peki ya o giden tırlar?
Peki onların içinden giden bir şeyi mi kullanmışlardı?
Biz yeteri kadar ses mi çıkarmamıştık, anlatamamışmıydık yeteri kadar?

Ne desem, nasıl yazsam bilmiyorum..

Bir soru sormak geliyor içimden,
Acaba diyorum; sırf Kürtlere mi kapanmış vicdanımız, onları mı işitmez kulağımız? Kalbimiz de onlar için hiç mi yer kalmamış?

Çocuklar ölüyor efendiler, çocuklar!
Bombalarla harabelerin altında, toz yuta yuta..
Kendi kanında boğularak, ağlamaya dahi fırsat bulamadan!

Oturmuş, hayatın olağan akışı devam ediyormuşçasına deli saçması tiyatrolarınızla boğuyorsunuz gündemi!

Ben sizden sorumluyum,
hesap sormakla sorumluyum!

Qamışlo‬'ya  neden kapalı gözleriniz, açsanız patlayan bombadaki varlığınızı göreceğiniz için mi korkuyorsunuz?

Share:

Tahakküm Boyunun Demokrasi Akını


Bir gece, daha önce ne kadar halk hareketlerini karalayanlar, üzerine kurgular kuranlar varsa hepsi merkez kayması yaşayarak; bize dönüştüler. Nur topu gibi demokrasi doğdu, hoppala hemen büyüdü memleketin kucağında.

Bilirsiniz, Kavimler göçüyle ilgili bir rivayet vardır.
Türklerin Oğuz boyu anadoluya akın akın gelirken, anadolu'daki kabileler bu akınlardan dolayı batıya sürüklenmiş, hatta avrupalıları işte bu sürüklenen anadolu kabileleri oluşturmuş diye.

Bizim ki de bu,

İktidarın tahakküm boyu akın akın demokrasiye geliyor, gelirken demokrasi'deki kabileler biz bir yere sürükleniyoruz ama; allah sonumuzu iyi yazsın bari.

Şimdi bu tahakküm boyu akın akın demokrasiye geliyor, eğer bir parça rahatsızlık hissediyorsam da namerdim; gelin kardeşim gelin, koşa koşa gelin, beni geçin, en ileriye gidin bu akında ama; demokrasinin ne demek olduğunu da hızla geçerken şöyle bir düşünün, açın okuyun, hatta youtube'da belgeselleri vardır belki, açın izleyin.

Çerkeslerin içinde yazan-çizen bir takım eski yandan çarklı merkez sağ türbilansında ara sıra demokrasiye savrulup sonra hemen geri mevzisine dönen abilerimizin kaleminden, bırakın dökülmeyi, resmen demokrasi fışkırmaya başladı.

Hayırlara vesile olsun.

Fışkıran bu demokrasilerinden bizde öyle-böyle nasibimizi almayı elbet biliyoruz. Eğer ödeyecek bir diyetimiz varsa zaten ödeyelim de.

Ama bugünden itibaren bize demokrasi kahramanlığı yapacak abilerimizin ve hatta kardeşlerimizin de; at izini, it izine karıştırmamayı öğrenmesi kendileri için hayırlı olacak, sonra vay efendim falan demeyin.

Bizim düşüncemiz, ideolojimiz, ideolojik mevzimiz ortada. İdeolojik mevzimizin demokrasiyle olan ilişkisi de ortada. Eğer demokrasi, en kısa tanımıyla; halkın kendini yönetme biçimiyse; ki siz demokrasi saçayağından sadece bu kadarına kadir insanlarsınız; halkın kendini yönetme biçimi olarak ortaya koyduğumuz tavır, bu uğurda verdiğimiz mücadele, ödediğimiz bedel, aldığımız risk daha ortada.

Şimdi "bağdat caddesinde" tankların geçişini alkışlayan bir kısım ruh hastasını bize itelemeye çalışmanız manidar, bağdat caddesinde tankların geçişini alkışlayan bir takım ruh hastası, gezi parkına jandarma panzeri müdahale ederken de divan otelin lobisinden dışarı çıkıp darbe oluyor diye onları alkışlayan ruh hastalarıyla aynı. Bu ruh hastaları ki; doğu illerinde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan askeri rejimin tüm hukuksuzluğunu da açıkça savunan ve alkışlayan kesimdi. Biz bunlara kısaca; "faşistler" diyoruz. Tabi içlerinde kendisini Kemalist olarak tanımlayanından tutunda, Türkçü olarak tanımlayanına kadar geniş yelpazede merkezin azıcık sağından başlayıp, dibine kadar yürüyen bir sağcı zihniyet var (nasyonalist, ulusalcı). Siz bizi öğrenemediyseniz biz size kendimizi en özet tabirle anlatalım; bizler Anti-Faşistleriz, uluslararası antifaşist hareketin de bu topraklardaki kalpleriyiz. Dünyayla ilişki halindeyiz; bu sebeple de dünyadaki halk hareketlerinin hepsinde bizim savunduğumuz değerlerin nüveleri açık ve berrak biçimde bulursunuz.

Tarihin tozlu sayfalarını açıp, hangi halk hareketine, özgürlük girişimine baksanız; bizim değerlerimiz yüzünüze yüzünüze çarpar.

Siz bu değerlerin adını anmaya dahi korkarken, biz meydanlarda bu değerler için can verenlerin de ta kendileriydik.

Şimdi esasta size daha çok yakışan bağdat caddesi tank sevicilerini bize doğru itelemeniz traji komediden ötesi değil.

Krizi fırsata çevirme eğiliminiz, bugün merkez sağın izlediği politikanın tıpkısı; bu yüzden şimdi siz Türkiye'nin merkez sağını oluşturanlarla el ele, kol kola mitingler düzenleyeceksiniz. Bunun adı da milli birlik olacak, o laf-ı ancak siz yersiniz ve eşinize dostunuza yedirirsiniz; gerçekte olan merkez sağın krizi fırsata çeviren tutumundan pay kapmak isteyen ahlaksız siyasi eğiliminizden başkası değil.
Eğer bizde sizinle aynı dilden konuşacak olsaydık, teşşebüs gecesi sokağa dökülenlerin "ne demokrasisi biz allah için iniyoruz" beyanatlarını size itelemeye çalışıyor olacaktık.

Eğer bizde sizinle aynı dilden konuşacak olsaydık, askerin kafasını kesme haberini bugün beslendiğiniz iktidarın medya güçlerinin yaptığını da söyleyecektik.

Eğer bizde sizinle aynı dilden konuşacak olsaydık, söylenecek çok şey vardı.

Cihat çağrılarının demokratik yanlarını da konuşacak olacaktık.

Eğer bizde sizinle aynı dilden konuşacak olsaydık, o gece saldırılan kiliselerin, saldırılmak istenen sosyalist mahallelerin sebeplerini darbe teşebbüsünün önüne koyup; o mermer kafanıza bir şeyleri zorla anlatacaktık.

Sizinle aynı dilden konuşan yumurta ikizleriniz var; siz onlara dalıp bizleri hayal ederek bir yere varacağınızı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Siz ve yumurta ikizleriniz bu kadar demokrasiye gelmişseniz; hoş gelmişsiniz ve biz size demokrasiyi öğreteceğiz zamanla ama, öğrenmeniz gereken "demokrasiye giriş - temel dersler" var.

Birincisi demokrasi öyle bir şeydir ki; renksizdir, kokusuzdur, yenmez, içilmez, el konulmaz, mülk yapılmaz.

Eğer birisi demokrasiye bir renk vermeye çalışırsa, bir koku karıştırırsa; demokrasi bozulur. Demokrasi yenmeye/içilmeye çalışılırsa  zehirler. Demokrasi el koymaya/mülk yapmaya çalışılırsa yıkılır. Demokrasi okyanus gibidir, bir zemindir ve içinde çok fazla düşünce barındırır. Ancak hiçbir düşüncenin olamaz.

Yani şimdi o demokrasiye kurduğunuz parselleri diyorum, isterseniz memleketin semalarına bırakın ki bir işe yarasın.Yoksa tanklara-uçaklara siper olarak kurtardığınız o güzelim demokrasi; cumhuriyetin başından bu yana olduğu gibi; bozuk, zehirli ve yıkıntı olarak ha askeri ha değil ama bir darbenin etkisinde hiçbirimizin işine yaramaz.

Memleketin semalarından kıskanılan demokrasi, bağdat caddesinde tankları alkışlayan insanları tamamen bir tarafa yedekleme kabızlığı yaratmaya müsaittir. Aynı zamanda gezi parkındaki direnişi yabancı istihbarat faaliyeti sanacak kadar zavallıdır.

Memleketin semalarına bırakın demokrasi ise, sizin zihninizi ve ufkunuzu açacaktır.

Demokratik ufkunuzun açılması, demokrasinin ilerleyebilmesi için olmazsa olmazdır bu arada, çünkü demokratik ufkunuz açıldıkça; demokrasinin sandıkta oy vermekten ötesi olduğunu, anti-demokrasinin de sadece batıda yürüyen ve öldüren tanklar-uçaklar olmadığını da anlamanızı sağlar.

Demokrasi sürekli sorgulamaya ihtiyaç duyar, sorgular çünkü; ilerlemesi lazımdır. Sizin gibi demokrasi kahramanlarına anlatmak zorunda değilim tabii ama biz belki demokrasi kahramanı olmayan arkadaşlarımız okuyabilir diye hatırlatmış olalım; ilerlemeyen her şey zamanla geriler.

Eğer sorgulamazsa, geri kalır. Geri kaldıkça incelir, pamuk ipliğine döner.

Açın ufkunuzu ey demokrasi kahramanı Çerkesler,
madem bugün tahakküm boyundan demokrasi adasına akın akın geliyorsunuz, madem artık hepiniz kahraman birer demokratlarsınız, ufkunuzu açın ve demokrasiye güç verin.

Sizler az-çok demokrasi için kalem sallayabilecek ufka sahip insanlar olabilirsiniz tabii, ama kalemlerinizi diyorum arkadaşlar; kitlelerinize demokrasiyi anlatmaya da sallasanız biraz. Kalemlerinizi bize bize sallayıp; bağdat caddesindeki postal öpücülerden, yandaş medyadaki kelle haberlerinden bizi itham etmeniz yani gerçekten çok saçma. Bizim yıllardır anlattığımız ve dahası Haziran seçimlernden beri konuştuğumuz Taybet analar, Miray bebekler falan cidden yalan değil, kentleri obüslerle, havanlarla, savaş helikopterleri ve tanklarla yerle bir eden askeri rejim de yalan değil. Yalan değil; Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş... yalan değil 45 derecelik açıyla ortamıza düşmesi gereken gaz bombalarının nişan alınarak kafamıza-kafamıza atılması. Devletin laik yapısını tarumar eden politikalara karşı çıkışımız, dayak yememiz yalan değil. Cemaatin valisinin 20 ağustos'ta gümüşsuyunda bizi cemaatin polislerine linç ettirmesi falan yalan değil. Biz demokratik haklar ve özgürlükler için 15 Temmuz'da televizyon televizyon çağrılarla, cami cami anonslarla demokrat olmuşlardan değiliz. Hiçbir askerin halka zulüm etmesini kabul etmediğimiz de, suçlunun da hukuksuzca ilkel yöntemlerle cezalandırılmasını kabul etmeyeceğimiz de; doğru.

Sizce de doğruysa sıkıntı yok.

Sizce de doğruysa, sizden de "biz de halkın sokaklara çıkmasını ve demokrasiyi sahiplenmesini destekliyoruz ama... " cümlesiyle lütfen "ilkel cezalandırma yöntemlerine" de karşı olduğunuzu belirten paragraflar yazın.

Yazmıyorsanız, yazamıyorsanız; gelin demokratik devletin nasıl hukuk üzerine inşa edildiğini uzaktan uzağa, sahaya oynayan kalemlerle değil de, sizinle yüz yüze tartışalım.

Tanklara, bombalara karşı bugüne kadar verdiğimiz direnişleri ortaya da koyalım.

Bugün argümanlarına sarılmaktan ve o argümanları soslayarak bizeymiş gibi sahayı mest etmeye yönelik kalem sallamaktan ötesine gitmek istiyor musunuz?

Gelin biz demokrasiyi savunduğunu iddia edenlerin, demokrasiden ne anladıklarını konuşalım.

Demokrasi ve Darbe başlığıyla yazdığım yazımda,  sizinle birlikte sokaklarda demokrasiyi koruyan, bir çoğunuzun sosyal medyadan arkadaşları olan insanların; demokratlıklarının ar damarlarının nasıl ve neden çatladığını konuşalım!

Askeri vesayete karşıymışsınız, destekliyorum.

Sivil siyaseti destekliyorum, Ankara'da Kahire'de, İstanbul'da Şam'da, Diyarbakır'da, Konya'da, Şırnak'ta; çifte standardım yok. Benim için askerin sivillerin karşısında olduğu her yerde demokratik direniş meşrudur. Tıpkı cumhurbaşkanımızın, başbakanımızın, bakanlarımızın, meclisimizin 15 temmuz'da meydanlara çıkın çağrısı gibi, asker nerede bir sivil öldürse, asker hangi kente tankla-helikopterle girse; sokağa çıkıp demokrasiyi savunma taraftarıuyım ben. Bu konuyla ilgili geçmişe yönelik bir çok yazım da var, isteyen blogumu araştırıp bulabilir. Peki siz?

Siz de gelin benim kadar açık açık; her yerde askeri vesayete karşı olduğunuzu açıklayacak kadar tek yüzlü olun da-

-demokrasinizi baş tacı yapayım. Memleketin bütün televizyonlarından, bütün camilerinden sokağa çıkın çağrısıyla sokaklara dökülen halkın temsilcisi ne sizsiniz, ne de biziz; onlar da ne sizi ne de bizi temsil etmezler. Hali hazır bir mücadeleye dalıpta; "Oo demokrasi, alırım bi dal" demekten başka ne yaptınız bugüne kadar? Onları konuşalım.

Ama nerede? İki günde demokrat olanların, demokrasiden anladıkları sanırım ancak bu kadar.

Vesselam.

Share:

Çok demokratiksin Türkiye...

"Demokrasi ve Darbe?" başlığıyla yayınladığım yazımdan sonra aklı kanayan bazı insanlar bana küfür ve tehditler ettiler. Neden? Çünkü demokrasiyi koruyorlardı, demokrasiyi öyle-böyle korumuyorlardı; canla-başla koruyorlardı. Ellerinden gelse, beni öldüreceklermiş gibi bir hisse de kapıldım, onlar için demokrasi öyle bir şeydi çünkü. Onlara az sonra değineceğim ama ilk başta değinmek istediğim, nazik ve kibar bir Çerkes beyefendisinin bananazikçe "demokrasi düşmanısın" demesini sesli düşünmek istiyorum müsadenizle.
Hatta böyle bir ithama maruz kaldığım an, diğer demokrasi koruyucularına yapmadığım bir şeyi yaptım ve aynı nezaketle "siz demokrasi nedir biliyor musunuz?" diye sordum. Beyefendi bana "bildiğini ima etti". Umarım bir ara bildiğini, bilinenle karşılaştırır ve uyumluluk kıyaslaması yapar.

Ben neden demokrasi düşmanıyım? Çünkü Ankara'da yapılan askeri müdahale Diyarbakır'da da yapılıyor dedim diye. Hem bunu sadece tankıyla-bombasıyla anlatmışım, yani birebir yarattığı şiddeti kıyaslıyarak. Yani detaysız, uzatmadan, hatta Diyarbakırlılara haksızlık ederek biraz. Tabi Diyarbakırlılara güvenmişim, anlayacaklarını düşünmüşüm. Haksızlıkta etmemişim ayrıca. Çünkü Ankara'da patlayan bombalarla, Diyarbakır'da patlayan bombalar aynı değil. Çünkü Diyarbakırın Haziran'dan bu yana yaşadığını, Ankara bir gece yaşadı. Hepsini de yaşamadı, birazını yaşadı. Ankara'da yapılana anında müdahale edildi, Diyarbakır'da yapılana ise bizzat emir verildi. Bizzat Diyarbakırı bombalayanlara yasal zırh giydirildi. Bunu tamamıyla, bir çırpıda anlayamayacağınıza eminim, anlayamamanızı anlıyorum, anlayabileceğiniz bir şey değil. Çünkü askeri vesayeti ve faşizmi herkes bir çırpıda iki satır okuyarak anlayamaz, yani bazılarının hakikaten yaşaması gerekir ve Ankara'da hissettiğiniz de buydu. Ben sadece empati kurabilecek misiniz diye merak ettim. Yani "istisnalar kaideyi bozmaz" ise, anlayamadığınızı da anladım. Ayrıca askeri darbeye karşı olduğumu yazının başında, sırf böyle ithamlara maruz kalacağımı düşünerek ısrarla belirtmeme rağmen, yazımın geri kalan kısımlarında da defalarca tekrar etmeme rağmen nasıl bir demokrasi düşmanı ilan edilebilirim? Basit: onlar artık demokrat, bize ise takacak kulp bulamadılar daha. Yani elbette onlar; farklı olana, farklı konuşana, talep edene, itiraz koyana, direnene bu kadar düşman iken demokrasi kahramanı oluyorlarsa, bizim demokrat olmamızın imkanı olamaz. Yani farklı olanı, farklı konuşanı seven, destekleyen, adalet, özgürlük talep eden, bedel ödeyen, yaşamımızı dizayn edenlere karşı tepki gösteren, itiraz eden; meydanları yasaklayanlara direnen biz nasıl olurda onlarla aynı zeminle tarif edilebiliriz? Onları da anlıyorum ama, şunu anlamalarını da istiyorum: Bu işte bir iş var, ya onlar demokrasiyi bilmiyorlar, ya da biz demokrasiyi bilmiyoruz. Bence iki tarafta açıp bir demokrasiyi öğrensin; kim demokrasi düşmanı netleştirelim. Bu arada, aşağıda yazacaklarımı da burayla bağlantılı düşünün.

Demokrasi ve Darbe? başlıklı yazımdan ötürü beni tehdit eden, bana küfür eden demokrasi kahramanları, vazgeçtim tarihinizden de, hepimizin reşit olduğu zamanlar içerisinde toplu çocuk tecavüzleri ortaya çıktığı zaman, kadın cinayetleri ve tecavüzleri ortaya çıktığı zaman bugün üstünüze giyindiğiniz o meşhur demokrasi kahramanı kimliğinizle neler yaptığınızı haydi açıklayın.

Güzelim demokrasimize kast eden bu darbeci generalleri, o meşhur fetö terör örgütünün mensuplarını o makamlara kimler tayin etti, ne zaman o makamlara geldiler? Herşeye rağmen, tüm hukuksuz atamalara ve keyfi ihraçlara rağmen o darbecilerin bu güzelim demokrasiye kast etmeleri elbette savunulamaz. Savunmuyoruz ama, siz bizi sapanla helikopter düşürmediğimiz için suçluyorsunuz da, bu darbecileri makamlarına taşıyan politikalara karşı direnirken, dayak yerken ve hatta ölürken; sizi kahraman ilan eden efendiniz bizi yine sizinle tehdit etmiyor muydu? Demiyor muydu? %50'yi evlerinde zor tutuyoruz diye. Sonra bir hakikaten jetlere, uçaklara, helikopterlere, g3lere rağmen ülkeyi darbeden kurtardınız; helal olsun. Süper kahramanlarsınız. Ama hiçbiriniz bizim anısını yaşattığımız Erdal Eren'i tanımaz, bilmezsiniz de. Neyse.

Şimdi siz kendinize lütfen bu soruları sorun,

* Askerin kentleri bombalamasına, şehirleri yıkmasına, yönetime el koymasına, sıkı yönetim ilan etmesine karşı mısınız?

* İnsanların seçimle başkanlarını seçtikleri kurumların zorla değiştirimelerine karşı mısınız?

* Seçimle işbaşına gelen milletvekillerinin, zorla düşürülmelerine karşı mısınız?

Benim cevabım: Evet.

Peki sizin cevabınız ne?

Siz beni tehdit ederek, bana küfür ederek, hemde demokrasi ve darbe isimli makaleme dayanarak, hemde demokrasi kahramanı sıfatıyla küfür ediyorsunuz ya, gerçekten çok demokratik şeyler bunlar.
Demokrasiniz karşısında nutkum tutuldu.

Share:

Demokrasi ve Darbe?


Bende iki gündür bir klasiğe dönen "Bende darbeye karşıyım" ile başlayayım.   Malum, çok hassas zamanlar ve her eleştiri karşısında bir bakmışsınız "darbe sevici" ilan olmuşsunuz, Allah muhafaza... siz de bir şeyleri eleştirirken böyle söylemeyi ihmal etmeyin bence. Bir gece ülkece hepimize kabus gibi çöken bir "kalkışma" ile uyuyamadık, bir çoğunuz için bu sıradışı bir gece olabilir ama bizim son 2 yıldır neredeyse sıradanlaşan gecelerimizden biriydi. Yani siz görmemiş olabilirsiniz ama, dün gece Ankara'nın göbeğinde ve hatta Gazi Meclisinin çatısında/bahçesinde patlayan o bombalar bizi alaştıracak bir süredir psikolojik olarakta, fiziksel olarakta bizim üzerimizde patlıyorlar. Sadece patlamıyorlar, kardeşlerimizi de katlediyorlar. İşte 3 gün sonra 1nci yılına gireceğimiz Suruç katliamı, daha bir yıl önce hayatta olan sevgi ve yaşam dolu Ferdane abla, dimdik duruşuyla hepimize güven ve cesaret veren Nartan kardeşimiz.. geçen yıl bu zamanlar yaşıyorlardı. Biz şimdi 3 gün sonra katledilişlerinin 1nci yılına hazırlanıyoruz. Suruç Katliamı soruşturmasının gizliliğinin  kaldırılmasını talep ediyoruz, neden ve nasıl katledildiler; kimler işbirliği yaptı, kimler yapmadı, kimin nasıl ihmali oldu bilmek istiyoruz. Tam 362 gündür...



Demokratik siyasetin ne kadar önemli olduğunu defalarca dile getirdik, darbe teşebbüsü karşısında da elbet getireceğiz! Ne sanıyorsunuz? Biz demokratik yollarla meclise gönderilenlerin, demokratik yollarla meclisten çıkarılmasını şu 2 gündür değil, ne zaman uzun bir süreden beri söylüyoruz biliyor musunuz? Biliyorsunuz, biliyorsunuz ama işinize gelmiyor belki. Siz bizim demokratik yollarla seçtiğimiz vekilleri, demokratik olmayan yollarla meclisten dışarı atılmasını desteklemiyor muydunuz? Hala desteklemiyor musunuz? Yani merak ediyorum, sizin seçtikleriniz askeri darbeyle indirilmeye çalışıldığında  hissettiğiniz öfkeyi, hatta katılmadığınız kadar ileri giden; insan kafası kesen, insan kırbaçlayan, linç eden bu öfkeyi bizi anlamak için de bir araç olarak kullanabilecek misiniz merak ediyorum. Sizin seçtikleriniz vekilde, bizim seçtiklerimiz karpuz mu? Sizinkiler demokrasiyle geldi de, bizimkiler gökten vahiyle mi geldi meclise? Daha iki gün önceye kadar, bizim demokratik yollarla meclise yolladığımız vekilleri, yargı darbesiyle meclisten dışarı atmak için can atıyordunuz, şimdi hala atıyor musunuz merak ediyorum. Merak ediyorsanız söylüyeyim; dün askeri darbeyle demokratik siyasete kelt vurulacak diye taşıdığım kaygı, iki gün önce yargı darbesiyle demokratik siyasete kelt vurulacak diye taşıdığım kaygı ile aynıydı ve eşit oranda karşıydım.

Dün kentlerimiz de jetler uçtu, bomba attı.. caddeleri tanklar kesti, askeri helikopterler insanlara ateş açtı. Sivilleri öldürdü, yaraladı askeri darbe teşebbüsünde, sanırım inkar edecek değilsiniz.
Peki aylardan beri; tankların, helikopterlerin, askerlerin kentleri, şehirleri yerle-bir ettiğini, masum sivilleri öldürdüğünü neden inkar ediyordunuz? Görüyorsunuz; TSK içinde küçük bir grup dahi neler yapabiliyor değil mi? Şimdi kabul edebilecek misiniz askerlerinizin devletin-milletin parasıyla alınan silahlarla kadın-çocuk demeden milletin parçası olan sivilleri katledebileceğine?

Hadi dürüst olun...

Kentlere askerler tanklarıyla-tüfekleriyle girdiklerinde Cumhurbaşkanı dahil, bütün bakanlar sokaklara çıkma çağrısı yaptı, camiilerden 24 saat tekrarlandı. Peki başka yerler de yine kentlere askerler tanklarıyla-tüfekleriyle girip, evleri apartmanları bombaladıklarında, bizimde sokağa çıkma çağrısı yapmamızı normal karşılayacak mısınız?

Siz hiç yorulmayın, ben sizin adınıza cevap vereyim. Hayır... Çünkü asker kürdistan'da yıkarken kahraman, ankara'da yıkarken terörist oluyor.

Olsun...

Ben yine de askeri darbeye başından-sonuna kadar karşıyım. En iyi askeri darbenin, en kötü demokratik sistemden daha beter olduğuna dair düşüncem ve inancım tamdır. Bu yüzden Ankara'da kentleri bombalayan, caddeleri kesen, insanları vuran, televizyon kanallarına el koyan, bana sokağa çıkma yasağı ilan eden darbeye sonuna kadar direneceğim. İki gündür de direnmiyorum, geçen yıl haziran ayından bu yana direniyorum.
Direniyorum ama hiçbir askerin başını kesmek, onu döverek, linç ederek öldürmek veya ona zarar vermek aklımın ucundan bile geçmedi.
Direnirken bile demokrasiye inanıyorum, insanlığımı koruyorum; bazılarınız bunu hiç anlamayacak ama olsun.
Bu arada, ben batı da hiç darbe görmedim, usulü ve yöntemi nedir sadece okuduklarım kadar biliyorum; bugüne kadar okuduğum darbeler içinde şahit olduğum en aptalca ve cahilce olan girişimi buydu. Acaba diyorum, acaba?

Teşebbüs edenler, karşı çıkanlar, ölenler...
Meclisin ve milletin başarısı, bir grup askerin başarsızlığı; acaba.. kötü yazılmış bir senaryonun, kanlı sayfaları mıydı?

Bunu da çok yakında anlayacağız diye korkuyorum.

Share:

Mikro Feminizm - 1


Biliyorsunuz, bir önceki yazıda kurumsal erkek ve politik kadın temelleri üzerinden bir feminizm tanımı üzerinden ilerlemiştim. Feminizmin kendisini erkeğin sömürgesine karşıt bir anlayış üzerinden var ettiğini de söylemiştim. Mikro Feministleri bu derinlikten uzakta, kendisini kadının cinsiyeti üzerinden var etmeye çabalayan durumunu anlatmaya çalışmıştım. Bireyin cinsiyeti olarak kadın doğmuş birinin, topluma dikte eden kurumsal erkeğin neferi olabileceğini söylemiştim. Bunların daha rahat anlam bulabilmeleri lazım; bu yüzden kurumsal erkeği ve politik kadını, biyolojik cinsiyetten ayırarak çözümlemek gerekeceğine inanıyorum.

Kurumsal Erkeği Çözümleme

Kurumsal erkeğin örgütlenme temeli kesinlikle hiyerarşidir.  Yaşama bakış algısını bu temelle şekillendirir ve hiyerarşinin en tepesine bir cinsiyeti yerleştirir; bu da elbette erkektir. İnsan toplulukları içerisinde kendini kültürel nüvelerle şekillendirerek bir takım toplumsal yasalar inşa eder, bunlara; gelenek denir. Bunlar kendi içerisinde bir topluluğu şekillendirir ve ona diğer topluluklardan farklılıkta kazandırır. Bu farklılıklar topluluğun yaşadığı coğrafyaya ve coğrafyadaki diğer topluluklarla arasındaki ilişki biçimine göre şekil alır. Bugün binlerce yıllık bu sürecin ortaya çıkardığı üst-kurum kavramı; ulustur. Bu kavrama göre şekillenen üst-örgüt ise devlettir.  Bazı feminist arkadaşlarımız kendilerini bu kavramın parçası olarak, onun örgütüne karşı bağlılık duysalar da, ne yazık ki ulus kavramı, kurumsal erkeğin güncel sosyal politikası olarak oluştuğundan, bütün uluslar erkektir ve bütün devletleri bu erkek uluslar inşa etmiştir.

Kısacası, ulus kavramı erkektir ve onu ortaya çıkaran tarihi de öyledir. Devlet örgütü erkektir ve onu ortaya çıkaran tarihi de öyledir. Devlet, genel anlayış olarak ulus kavramından eskiye uzanıyor gibi gelebilir. Fakat ulus kavramının üst örgütü olan devlet ile, tebaa kavramının üst örgütü olan devlet aynı devlet değillerdir. Çünkü her erkek kavramı, kendi devletini inşa etmiştir ve bu devletlerin hepsinin en büyük ortak tarafı; hepsinin erkek olmasıdır. Bütün devletler hiyerarşiyle yönetilmektedir ve hepsi güce dayalıdır. Kurumsal erkeği temsil etmekten asla taviz vermemişlerdir.
Kurumsal erkek, üst-örgütü besleyecek bir çok alt-örgütü ile hepsi aynı amaca hizmet eden karmaşık bir yapıya sahiptir.

En aşağıdaki alt-örgütü ailedir.

Bu düşünceye farklı sebeplerle bazı feminist arkadaşlarımız itiraz edecektir, çünkü klasik aile kavramı; bir çocuk ve onun varlık sebebi olan iki yetişkin tarafından tanımlanır. Bu da duygusal bir bağ oluşturmaktadır. Hiç kimse bir çocuğa, annesi ve babasıyla oluşturdukları aile yapısının kötü bir şey olduğunu anlatmaya cesaret edemez. Ancak bu, aile kavramının kurumsal erkeğin en alt-örgütü olduğu gerçeğini değiştiremez. Aile, oluşturduğu bireyleri kurumsal erkeğin toplumsal yapısına alıştırmaktaki en büyük rolü oynar. Aileler kendi kültürünü inşa edemez, ailenin bağlı olduğu ve kendini inşa eden bir kültür vardır ve o kültürün bağlı olduğu tek şey; gelenektir.

Ailenin bir üst örgütü, toplumdur.
Toplum sokaktır, mahalledir, kenttir, bölgedir, milliyettir, vatandaşlıktır.
Aile topluma dayalı birey yetiştirmekle, toplum devlete dayalı vatandaş yetiştirmekle yükümlüdür. Her ikisi de, kurumsal erkeğin amacı doğrultusunda işler.

Şurası unutulmamalıdır, kurumsal erkeğin en alt-örgütü aile olsa da, onun devamlılığının ta kendisi de ailedir. Aile düzeni ve onun direkt ilişkide olduğu toplum düzenleri; (sokak, mahalle, kent, milliyet, soy, akrabalık vs.) kurumsal erkeğin okullarıdır.

...ve ne yazık ki feministleri büyük bölümü, kurumsal erkeğin bu yönünü yeterince açık ifade edemezler. Erkeği, apış arasında pipi taşıyan insana indirgeyen mikro feministlerin ütopik kızkardeşlikleri bir kenara dursun, politik kadının inşasının farkında devrimci feministler dahi; kurumsal erkeğin en üst örgütü üzerinden tanımlama koymaktalar. Onlara göre kurumsal erkeğin en üst örgütü olan devlet yıkıldığında veya devrimle ele geçirildiğinde, erkeklik son bulacaktır. Halbuki ailenin ve toplumun sürekli asker yetişrdiği bu erkek, yeniden örgütlenmeye o kadar meyillidir ki, bunu devlete karşı devrimle yok edebilmekte ancak bir ütopya olabilir. Çünkü kurumsal erkeğin toplumlardaki nüfuzu, onu sadece devlete bağlamaz. Yeniden devlet olmaya da sürükler. Ve şiddete dayalı güç, kurumsal erkeğin en büyük silahıdır. Şiddete dayalı güçte, kurumsal erkeğin yapabileceklerini, hiç kimse yapamaz. Bu yüzden kurumsal erkeğin kaynakları yeteri kadar tartışılmalı ve onu var eden toplumsal kültüre karşı da bir bilinç oluşturulmalıdır.

Politik kadın ile devam edecek...

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler