Pazartesi Seansı: 1


...bir Çerkesin, bir türke, bir kürde, bir laza, bir gürcüye, bir kazaka, bir slava, kendisiyle ortak kültürü/coğrafyası olsun ya da olmasın sen "Çerkessin" dediğini düşünebiliyor musunuz?

Peki Çerkeslerin bağımsız bir devleti olsaydı, mesela "Çerkesya'da yaşayan herkes Çerkesdir" deseydi. Mesela Türkçe şarkıları yasaklasaydı, Kürtçe konuşmayı yasaklasaydı, bunun için baskı, işkence falan yapsaydı.. bu devlet, sizin gözünüzde nasıl bir devlet olurdu?

Peki devletin bu uygulamalarını destekleyen kişi nasıl bir karakter sergilerdi size?

peki mesela; bir Türk, bir Kürt vs. "Çerkesya da yaşayan herkes Çerkesdir" "Türkçe-Kürtçe bölücülüktür" "Hepimiz Çerkesiz" deseydi.. 

sizde kendi kültürel haklarınızı isteyen bir Kürt ya da Türk olsaydınız, o devletçi Türk-Kürt hakkında ne düşünürdünüz?

Mesela oradaki Türk-Kürt, Arap-Boşnak olsa ne fark ederdi? ya da Abhaz-Oset?

Kardeş olmak için aynı olmak zorunda mıyız? Bunu neden zorunlu hale getiriyoruz acaba? Mesela Türkiye'de "Kızıl Elmacı"lar hariç, kendini Türk hisseden ama Türk olmayanları neredeyse Türklerden çok seven faşistler yok mu? Türk olsunda, isterse uzaylı olsun, yabancı saymazlar. 

Ben kardeşlik için, ortaklık için, birliktelik için aynılaşmayı savunanları, kendilerine ne derlerse desinler iyi niyetli, kötü işler yapan zavallı faşistler olarak görüyorum.

Kardeş olmak için aynı olmamıza gerek yok,
farklı dilleri konuşmamız, farklı kökenlere sahip olmamız, aynı acıları anlamamızı engelleyemez. 
Share:

Çerkes müşterekliği üzerine 1

Birlik ve Beraberlik üzerine__*

Yaşadığımız dünyada, dünyayı paylaştığımız diğer canlıların temel ihtiyaçlarını karşılamak için sahip oldukları donanımlarına kıyasla çok zayıf konumda olmamıza rağmen, insanlar olarak müşterek hareket edebilmemiz, bizi yaşadığımız dünyaya yön verebilecek güce sahip canlılar yapabilmiştir. Müşterekleri oluşturan tarihsel serüvende, bu gücün farkında olan ve bu güce ne yazık ki hükmederek yanlış kullananların bir sonucu olarak hem insanın-doğaya ekolojik hemde insanın-insana politik olarak çıkardığı krizler tartışmaya açıktır. Fakat burada, sorun; insanın müştereken yaşamayı başarabilmesi değil, müşterek bu yaşamı kendi siyasi hareketine kanalize eden kötü bir niyetin varlığına ve sonuçlarına rağmen, müşterek bu yaşamı daha huzurlu ve güvenli bir harekete kanalize edecek olanların hala müşterekler etrafında tutunmayı anlayamamasıdır. İnsanın tarihte inkar edilemez bir şekilde müşterekleştiği evreler; “aile, sülale, kabile, millet, ulus, devlet” olarak görülmektedir. Müştereklik; amaç için güçlenmektir. Amaçlar ne kadar değişirse değişsin müştereklik, amaca giden yolun temel gücü olarak durur. Müşterek olmak, insanın aciz yapısını ortadan kaldıran, cılız gücü ve enerjisini bir güce dönüştüren bir değerdir. Bugün amaçlarımız için müşterek olarak, amacımıza giden yolda aciz kaldığımız herşeyi ortadan kaldırmak ve cılız gücümüzü-enerjimizi amacımız için bir güce dönüştürmek zorundayız. Bunu ancak, müşterek olabileceğimiz bir amaç sabitleyerek başarabiliriz. Müşterek olabileceğimiz bir amacı yaratabilmek için, kibrimizi, nefretimizi, egomuzu ortadan kaldırmak, gerçeğe farkındalık içinde dokunmak, anlamak, aklımızı çalıştırmak zorundayız. Çerkesiz, diyoruz; bu ne insanlığın üstünde, ne de altında bir durum. Çerkes olmak, dünyanın diğer halklarından daha güçlü ya da daha zayıf olduğumuz veyahut olabileceğimiz bir şey değil. Çerkes olmak; bizim hiçbir çaba sarf etmeksizin, tarihin bizi müşterek kıldığı ve müşterek tarihimizi ördüğü sonucun ibaretidir. Sadece tesadüfen Çerkes olmakla; ne tarihin gelişiminde doğurduğu olumsuzluklardan kurtulunabilir ne de olumluluklardan pay çıkarılabilir. Bugün ise Çerkes olmanın bazıları nedzinde nedense yüksek bir değeri, pahabiçilemeyen bir önemi ve konumu vardır. Eğer böyle bir şey mümkünse, bu tamamen tarihin bizi müşterek kıldığı evrelerde, tümümüzün geçmişi sayılabilecek insanlarımızın (atalarımızın) sorunlar karşısındaki çözümsel yaklaşımları, gelişen etkilere karşı özgün tepkileri veya tarihte kendilerine özgün yarattıkları etkilerinden kaynaklanmaktadır. Eğer Çerkesliğin, tarihte tehlikelere karşı savunmalarında, toplumsal ilişkilerindeki şeffaflıkta, yaşam biçimlerinde ve doğayla aralarındaki bağlarında muazzam bir çekiciliği varsa bu hepimizin tarihidir ve övüncüdür. Ancak, bu övünç kaynakları bir Çerkesin, kendi yaşadığı çağdaki tutumuyla örtüşmedikçe, övündüğüyle yaşadığı arasında muazzam farklar varsa, bunun bir değeri yoktur. Övüncü ile yaşamı çelişen, bir de; övüncünü zırh yaşamını amaca çevirenler ise kendi tarihlerini sömürenlerden ibarettir. Tarihinin övüncünü oluşturan karakterden çok uzakta bir yaşam sürerken, övüncünü bir zırha çevirip; halkı için çabalayan insanlara saldırmak ise, kuşkusuz ki yoksun olduğu karakteri örtmeye çalışmaktan başkası olmayacaktır. Bizler, müşterek tarihimizin bize sunduğu tüm farklılıklarımızı ileriye taşımak ve gelecek nesillerle paylaşmak zorundayız. Fakat bugün ne yazık ki, ileriye taşımak bir kenara dursun, onun yavaşça yok oluşunu görmekteyiz. Bunu görmemek için kelimenin tam anlamıyla kör olmamız gerekiyor. Bunu görerek, yokmuş gibi davranmamız içinde aptal olmamız gerekiyor açıkçası. Buna karşı çözüm üretebilmek, müşterek tarihimizin adını kullanıyorsak, bununla övünüyor, bununla yaşıyorsak; boynumuzun borcudur. Müşterek tarihimizin sonuçlarıyla yaşadığı halde, bu tarihten bihaber ve onu görmeyen insanların bunu anlayabilmeside çok zor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere; tarihi 1864ten sonra başlayan bir Çerkes jenerasyonu, 1864ten sonra yaşadığı tarihe hükmedenlerin kendilerine biçtiği bir misyonlara tutunmakta ısrarcılar. Çünkü o tarihe dahiller. Fakat Çerkes tarihi, o tarihi de kapsamakla birlikte, o tarihi oluşturan sebepleride kapsayan ve çok daha eskilere uzanan bir tarihtir. Bugün ise başımızdaki en büyük bela, müşterek tarihin derinlerinden bugüne uzanan tarihin, 1864den öncesi için bize karartılması ve 1864ten sonrası için bize yazılmasıdır. Bu belayı paramparça edip, 1864ten öncesi için bize karartılan tarihimizi aydınlatmadan ve tekrar, müştereklerimizle, müşterek tarihimizin bize miras bıraktığı özgün varlığımızı yok oluşun ellerinden kurtarmamız nasıl mümkün olabilir? Bugün bizi asgari müşterek kılan şeye Çerkeslik diyoruz. Bu bir toplumsal sözleşmedir ve bu sözleşmenin bir dili, bir vicdanı ve hukuku vardır. Tarihin bizi kıldığı bu müştereklik, bu toplumsal sözleşme ve onun değerleri; bugün her sınıftan ve görüşten Çerkesin ortak değeridir. Hiçbiri, bunda bir diğerine göre daha fazla hak iddia edemez. Her biri, kendi stratejileri çerçevesinde sorumluluklar edinebilir ve faaliyetler yürütebilirler. Fakat, bu sorumlulukların ve faaliyetlerin amacını; müşterek oldukları tarihi başka yöne çekecek biçimde tayin etmemelidirler. Zira bugün, müşterek tarihin hepimize eşit bir şekilde ve sorumlulukta miras bıraktığı değerler büyük bir tehdit altındayken, böyle bir tehdidin varlığını yok sayarak hareket etmek, bu tehdidi derinleştirmekte ve toplumumuza dahada iliştirmektedir. Müştereklerimi etrafında kenetlenmeli, müşterek tarihin bize miras bıraktığı değerlerimiz için endişelenmeliyiz. Bu endişelere karşı çözüm yolları düşünmeliyiz. Bu çözüm yollarını tek-tipleştirmekten ziyada, her türlü çözüm yolunu irdeleyerek; müşterek mirasımızın üzerindeki tehlikelere karşı örgütlenmeliyiz.


Share:

Çerkes Karakteri, Çerkes tarihidir.


Halkımızın çevresinde gelişen dünyaya baktığı zaman verdiği tepkiler, tamamen kendi tarihinden kopuk olmasının bir sonucu olabilir. Kendisini hep başkalarının tarihinde okuyan, hep başkalarının tarihindeki veriler ile kahraman, hain olan bir halktan; halkı temsil eden toplumsal bir vicdan, özgün bir duruş beklemek ne derece doğrudur bilemiyorum, ancak kendi tarihini araştırmadan, başkalarının tarihlerindeki dayanaklara göre nitelikler edinen ve bu nitelikleri fanatik bir şekilde savunan insanların, halkına referans olacak bir duruş sergileyebileceklerini hiç sanmıyorum. Kime dost, kime düşmanız diye soruyoruz sürekli, oysa bu soru hileli bir soru. Çünkü dostta, düşmanda bir değil. Asıl soru; biz neye dost, neye düşmanız? Bunu cevapladık mı? Biz, adı-şanı ne olursa olsun; zalime düşman mıyız – değil miyiz? Haksızlık edene, yanlışlar yapana, cinayetler işleyene, kanlar akıtana, ezene düşman mıyız – değil miyiz? Bizim tarihimizdeki yeri nedir bu duruşun? Birbirimizi, “o'cu - bu'cu” diye ilan etmek, “o'culara – bu'culara” fanatikler toplamak, birbirine düşürmek kolay olan değil mi? Çünkü, kendisi olması unutturulmuş, başkası olmaya zorlanmış bir halkın içinde, böyle fanatikler yaratmak ve fanatikleri birbiriyle çarpıştırmak kolay geliyor olmalı. Kendi toplumsal tarihindeki tecrübelere dayalı bir akıl yoksunluğumuz var, bu yoksunluk kolay değil. Bu yoksunlukta gökten zembille inmedi, kendi kendine unutulmadı bu tarihte. Bugün, halihazırda olduğumuz kıvam, dün birilerinin; yarın işime yarar diye olmamızı istediği yerin ta kendisidir. Çerkesler, kendilerini temsil eden bir karakteri, başkalarının yazdığı tarihteki süslü cümlelerde değil, kendi tarihlerindeki tecrübeye dayalı toplumsal aklın, vicdanla harmanlanacağı yerde bulacaktır. Bugün bu kıvranma, bu belirsizlik ise birilerinin bu karakteri gökten indirmeye çabalamasından kaynaklanmaktadır. Umut ederim ki, birgün bunun yerde olduğunu anlayanların sayısı çoğaldığında, işte o gün dostta, düşmanda; zalim için korkutucu, mazlum için umut veren Çerkes karakteriyle tanışacaktır. 
Share:

Ulusal Şizofreni

#apiscanberk


Travma sonrası çağdayız, hem de öyle ben-sen-o değil, hep birlikte, hepimiz tabiyiz bu çağa. Bakış açılarımız bazı kalıplar ile çevrili; müslümanız, devrimciyiz, sadakat sahibiyiz.. ama hepsinden önce ya da sonra mutlaka Çerkesiz. Mesela; Müslüman Çerkesiz, Devrimci Çerkesiz, Sadık Çerkesiz. Ama illa Çerkesiz, biri çıkıp Çerkesler olarak Bir şey yapsa, “kim verdi ona bu yetkiyi” diyebilecek kadar Çerkesiz. Biri gidip biriyle görüşse Çerkes olarak “o kim ki” diyecek kadar Çerkesiz. Evimizde televizyon izlerken, bilgisayarda, sokakta, okulda, camide, dernekte, partide.. hep Çerkesiz. Çerkesiz çünkü; annemiz-babamız, atamız Çerkes, Çerkesiz çünkü; 1864 yılında kaybettiğimiz savaşla, yaşadığımız soykırımla yurdunu terk eden Çerkesya halkının kopuntusuyuz.
Çerkes olduğumuzu söylerken göğsü çatlarcasına kabaran, beli kırılırcasına dikleşen, bakışları sertleşen, duyguları depreşen insanlarımız var, hani o soykırımı hatırlayacağı bir konu geçtiğinde, lafı olduğunda gözlerinin önüne bir Rus gelse, gözlerinin ateşiyle yakacağı kadar öfke dolan Çerkeslerimiz de var. Çerkesliğini bir tek düğünde hatırlayan, hayatın ekonomik akışında savrulmuş Çerkeslerimiz de yok değil. Acayip bir Çerkes karmaşası var açıkçası.. Abhaz Çerkesleri, Oset Çerkesleri, İnguş ve hatta Karaçay Çerkesleri var. Zorlasak inanıyorum ki Çerkes İnsanlığı, Homosapienscauscaslık filan bile çıkaracağız. Çünkü çok önemli bu, Çerkes olan cennete gider, Çerkes olan zengin olur, Çerkes olan devrim yapar, Çerkes olan bla bla bla... Çerkesler olarak; 1864 yılında kaybettiğimiz savaştan sonra, Devleti Aliye Sultanı olan Halife'nin bize kucak açtığını ve en iyi yerlerde bize topraklar verdiğini söyleyen, Kurtuluş Savaşında en ön cephede savaştığımızı, kurucu unsurlardan olduğumuzu söyleyen, Necdetler, Mustafalar, Yusuflar, Suphiler, hatta Mahirler Çerkesdi, yolları devrimdi diyen Çerkeslerin devrimci olduğunu söyleyen, Atatürk'ün samsuna çıkarken yanında bulunan herkes Çerkes'di, Çerkesler Atatürkçüdür diyen Çerkesler var. Çerkesleri abarta abarta, oraya-buraya sıkıştıra sıkıştıra, hep başkası yapa yapa; kendisine yabancılaştırdılar. Çerkeslik; farklı bakış açılarına göre, aklın mantığını muazzam bir şekilde zorladı ve ulusun diasporası için ulusal şizofreniye dönüştü. Açıkçası 1864 öncesiyle ilgili, Çerkesler için sürekli birşeyler söyleyen kimseler ne biliyor, orasından emin değilim, 1864 sonrası herkesin bildiği farklı şeyler var. Fakat Çerkes halkı, 1864 yılında gökten zembille inmediğine göre, bu halkı kendi varlığına bürüyen ve bugün yabancılaştığı bir tarihi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ulusal Travma soykırım ve sürgünle tetiklenmiş olsa bile, 150 yıldır bu istikamette ilerlemedi. Sürgün ve soykırım sonrası gidilen coğrafyaların etnik siyasi girişimleri Travmayı derinleştirdi ve kendi tarihi bilgisinden gittikçe uzaklaşan ve tarihini sadece mitlere dayandıran Çerkes halkı için bütünlüğü inkar eden bir kaos başladı. Bu kaos onlarca yıl süregeldi, kaosa itiraz hep olsada, itiraza tutunuş yine coğrafyanın siyasal baskılarından ötürü mümkün olamadı, zira diasporanın kısa tarihine bakıldığında bu kaosu yarma girişimlerinde bulunan ya da kaosu yarma düşüncesini tetikleyecek girişimlerde bulunan Çerkes halkının bazı evlatlarının nasıl da cinayetlere kurban gittiğini görebiliyoruz. 90 yıllık cumhuriyet, her halkı kapsayan ve her dönemde bulunan asimilasyon politikaları, bölge halkları lehine gelişen siyasal akımlarla gelen darbeler, resmi tarihin akıl çöplüğü, cinayetler, faili meçhuller, gözaltında kayıplar... Bunlar bizim dışında kaldığımız şeyler miydi? Tam içinde, iliğimize kadar dayanan ve bizi sindiren şeyler değil miydi? Diasporanın ulusal bilincindeki kaosu sürdüren, bu sinme, bu aydın zümrelerinin yok edilişi/susturuluşu değil miydi? Hepimizi, kendi kulvarının en radikal Çerkesi yapıp, başka kulvarlara karşı düşmanca yaklaştıran şey değil miydi bunun sonucu. Peki, diasporanın kendi tarihinde eksik kalan, tüm çevrede gelişen olaylara karşı tepki koyup, bir etki yaratamadığı şey neydi? Neydi bu kaosu halkımızın üzerinde muzaffer kılan, diline, kültürüne doğan yaşam güneşini batıran? Neydi tatmin olunan, korkulan? Ulusal şizofreni, varlığını Türkiye'deki kentleşme politikaları ile oraya çıkardı. Sürgünle gelinmiş coğrafyalarda zaten yurtlarından zorla sürülmüş, açlık ve sefalet içinde bulunan ve ciddi bir Travma yaşamış bu halk için, bu topraklarda da ulusal anlamda güzel günler yoktu. Zamanın iktidarı da bu halkı tüm sosyal ilişkilerinden ve birliğinden ayıran, kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanmak üzere bir kadere sürüklüyordu. Anayurdumuzdan kopuntuyduk, diasporada birbirimizden de kopuntuyduk. Zamane iktidar zihniyetinin çeşitli politikalar ile kolonize ettiği yerlerde; kah Ermenilerle, kah Araplarla, kah Kürtlerle, kah Ruslarla, Yunanlarla, Fransızlarla hiçbir ilgimizin olmadığı savaşlarda sıra neferi olacağımız günleri bekliyorduk. Altımıza at, elimize silah verilecek günler hızla geldi. Taraflar; anlaşmazlıklarını ilan edip kendi ulusal çıkarlarının savaşını vermeye başladılar. Araplar, Ermeniler, Yunanlar, Türkler, Kürtler vs. hepsi ulusal çıkarları gereği vermesi gereken mücadeleye sarıldılar, işte o gün Çerkesler, kendilerinin hiçbir ulusal düşünce üretmedikleri bir savaşın içinde; kimileri için katil, kimileri için kahraman oldular. Kendilerini kahraman ilan edenlerde, katil ilan edenlerde bu savaşların sonunda kendi ulusal politikaları ile giriştikleri savaştaki durumlarına göre, çıkarlarının uyuşabildiği antlaşmalarla paylalarına düşenleri aldılar. Tarihe kendi savaşlarını yazdılar. Hiçbir taraf; Çerkesler için önemli olan birşeyi dinlemedi. Dil, yurt, kültür, hak, adalet.. Tarafların hepsi, kendi ulusal stratejilerine ters düşmediği müddetçe Çerkeslere misyonlar biçti. Çerkesler “asil” “vatansever” “kahraman” oluyorlardı. Bazen “hain”de oluyorlardı. Fakat her ne olurlarsa olsunlar, kendi yurtlarından, kendi tarihlerinden ve kendi uluslarından hızlıca kopuyor ve yok oluyorlardı. Türkiye Devletinde, baskın ulus ideolojisi katı bir asimilasyon programı oluşturdu. Aydınlar, yazarlar, biliminsanları yetiştirecek eğitim kurumları ile bunu bölgedeki tüm halklara dayadı. Bugün, yaşayan tarihin içinden gördüklerimizle çok net ifade edebiliriz ki; Asimilasyon, Çerkeslerin diyasporada kolonize sayılabilecği köylere bile eğitim ile girdi, ciddi ve katı bir program ile okullardan evlere bile etkisini sürdürdü. Çerkeslerden seçtikleri köy öğretmenler, Çerkes çocuklara Çerkesce konuşulmaması için baskılar bile yaptı. Zamane çocuklarının anılarında; bu çocuklar aracılığı ile evde bile Çerkesçe konuşulmasının engellenmeye çalışıldığı anlatıldı. Fakat bunların içinde, fiziksel etkisi görünmeyen ama etkisi en tehlikeli olunan şey ise; toplumun entelejansiyasını oluşturacak zümrelerin üzerinden gidiyordu. Belki köylerde Çerkesce konuşulmaya devam etti, fakat okuyacak olan, bilgiye erişecek, donanımı artacak olan, eğitimli zümrelerin büyük çoğunluğu dilinden, kültüründen uzaklaştı. Nihayetinde okuyan zümreler, gelişen dünyada köylerine de sığamaz oldular. Köylerdeki dar ekonomi ve yaşam alanı, tahsilli insanları köylerden uzaklaştırmaya ve kentlere itmeye başladı. Kentler ise ekonomik karmaşanın içinde, asimilasyon yatağının en kuvvetli olduğu yerlerdi. Hatta o dereceki, baskın ulus üzerinde bile; üretim-tüketim toplumu olarak kültürel asimilasyon uyguluyordu. Tüketim toplumu, kentte artan ihtiyaçlarını karşılamak için sadece geniş kültüründen değil, kişisel ahlakından bile tavizler verdiyordu. Kentleşme, yarı-politik ve tam ekonomik bir dayatma olarak; bu coğrafyada köylerde kolonize olmuş tüm halkları ciddi bir tehlikeye soktu. Çünkü köylerde, kentlere kıyasla yaşam alanları çok dardı, açıkça ifade etmek gerekirse varlıklı bir köylü bile, orta sınıf bir kentliye göre daha sefil bir yaşam sürüyor diyebiliriz. Yani, ya köylerinde kalıp; herşeyin gerisinde olacaklardı ya da kentleşeceklerdi. Eğitim alan kişiler, kenti görüyor, duyuyor, tanıyor ve oranın parlak yaşamına özeniyordu, zamanla okuyanlar, okumayanlardan daha çok oldu, okuyanalar kentleştikçe, köyler boşaldı ve köyler boşaldıkça asimilasyon derinlere nüfuz etmeye başladı. Böylece kolonize bir şekilde yaşamanında sağladığı küçük avantajlar yitirildi. Köylerdeki küçük avantajlar ise; Çerkes kültürünü sosyal olarak sürdürebilmek, dil konuşabilmekti ve belki sözlü tarihin taşıdığı tarihsel gerçeklikler de barındırıyordu. Fakat; kolonize kültürlerin yaşayamayacağı çağlarda değil miydik? Köyde, sıkışıp kalmaya yönelmek bizi kendini geliştirebilen, dilini koruyabilen, kültürünü yaşayabilen Çerkesler olarak daimi mi kılacaktır? Sürgünden sonra planlanan yerleşimlere göre bakıldığında, küçük köylerde büyük bir ulusal bilinç yaratamayacağımız açık, iletişim çağında olsak bile; kentleşmenin ekonomik ve psikolojik baskısı gözardı edilemeyecek kadar yoğun ve gerçek değil mi? Hayaller ve temenniler ile gerçeği görmezden gelerek hiçbir şey kazanamayız. Gerçek; soğuk, katı ve ağır. Bu gerçeği anlamak ve bu gerçek etrafında düşünmek zorundayız. Ulusal bilinç, tarihe kök salmış somut varlığımızı kavramış ve bunu kabul edebilen, köylerde ve kentlerde kendini bu bilinç getirecek örgütlenmeyi zorunlu kılıyor. Yani, diyasporanın önce tarihini bilmesi ve bu tarihin delilleriyle kendi kadim varlığını en başta Çerkes bireylerine, sonra diğer halklara anlatması ve kabul ettirmesi gerekir. Ulusal kaos; eşitlik, özgürlük, adalet gibi tüm taleplerin de önünde büyük bir engel olmakla birlikte, Xeku, Xabze ve Bze içinde çok büyük bir yaradır. Kendi yurdunu, tarihini, dilini, kültürünü kavrayamamış bir halktan, kendi tarihsel varlığını oluşturan bütün özneleri ciddi bir tehlikedeyken, Xeku tarihi unutulmuş, Adığebze yok oluyorken, Xabze paramparçayken, sanki kendine özgü bu özellikleri ve gerçeklikleri muazzam bir şekilde korunuyor gibi; halkı adına, kendini yok eden şeyler dışında radikalize olmuş örgütlerin birbirleriyle mücadele yürütmesi; diyasporamızın ulusal şizofrenisi sonucudur. Dediğim gibi; 1864 öncesi tarihsel varlığı hakkında hiçbir şey bilmeyen, 1864 sonrası kendisine öğretilen farklı şeylere saplanıp kalmış bu duruma derhal bir çözüm bulmalıyız. Ulusal şizofrenimize bir son verip, içine gittikçe battığımız yok oluşu yarmalıyız, varlığımızı güçlendirecek çözümler üretmeliyiz. Farklılaştığımız yerleri, kendi özgün zeminlerinde yaşayabiliyorken; Çerkesliğe iliştirmemiz bu ulusal şizofreniyi derinleştirmekten ötesi olmayacaktır. Bizler, aynı olduğumuz yer olan “Çerkesliğin” içinde bulunduğu tehlikeyi görüp, bu tehlikeye karşı ortak bir mücadele vermek zorundayız. Eğer Türkiye diyasporasında Çerkeslik, bizi ortaklaştıramazsa, ulusal şizofrenin sonucu ne yazık ki halkımızın bu topraklardaki kopuntusunun yok oluşu olacaktır. Çerkes Diyasporasının yok olmamak için, yurduyla bağa, dile ve kültüre ihtiyacı var. Oysa ne devrimin, ne islamın ne de türklüğün Çerkeslere ihtiyacı yoktur. Çerkesler olarak ulusal bilince erişip, tarihsel varlığımızı anladıktan sonra; ulusumuzun refahı, ekonomisi, özgürlüğü, inancı üzerine mutlaka tartışamar çıkabilir. Fakat bir kimlik olarak netleşemedikten sonra, o kimliğe iliştirdiğimiz tüm kavramlar boş kalıyor, boş kalmakla kalmıyor, yarım kalmış Çerkesliğimizi de içinde eritiyor.

Share:

Kimin Çerkesi?

Bizi çürüten eski, bizi boyayan yeni ve bu ikisi arasına şartlanmışlığımız hiçbir şekilde bizi yarına götürmüyor. Hep başkalarının bizim için söylediği bir Çerkes olmaya çalışmaktan, hiç kendi bildiğimiz gibi bir Çerkes olmayı akıl edemiyoruz. Sahi; biz Çerkes olmayı nasıl biliyoruz. Bu sorunun yanıtını hiç aradık mı? Ethem bey ile "hain" Şeyh Şamil ile "kahraman" 1864te "sığınmacı" 1919da "direnişçi" hak isteyince "yediği kaba pisleyen" iktidara biat edince "asli unsur" olmayı başardık, bunlardan her birini içselleştirenlerimizde, reddedenlerimizde oldu, oluyor. Her birimizin elinde bir Çerkesmetre var ve bu çerkesmetrelerimiz, bizimle aynı düşünmeyenleri hızlıca Çerkeslikten çıkartabiliyor (...) herkes kendi bildiği Türküyü, avazı çıkana kadar bağırırken, peki tarihimizde bize bağıran ve bugün ona sağırlaştığımız Çerkeslik nedir? Eğer bu soruya cevap veremezsek, vermezsek.. elimizde tuttuğumuz Çerkesmetrelerimiz ile birbirimizin boyunun ölçüsünü almaya devam edersek, hep başkalarının biçtiği kıvamda, istediği kadar olmuş bir Şipsi olmaktan öteye gidemeyecek gibiyiz.
Share:

BÖLGE, DENGE VE ÇERKES DİYASPORASI

BÖLGE, DENGE VE ÇERKES DİYASPORASI
_________________________________________
"Rahat olun, hepimiz Çerkesiz."

Bölgemizde değişen dengeler koltuklarına kök saldığına inanan iktidar zihniyetinin canını bir hayli sıkıyor. Havada kimileri için korku, kimileri için umut kokusu var.. Korkunun kokusunu alan zihniyet kendini güçle örtpas etmek için iyice saldırgan tavır sergiliyor. İstiyor ki; kendi ruhuna sinmiş dehşeti, kendinin ortaya saçılmış en vahşi haline rağmen hala inatla umut kokusu alarak direnen kitleleri sindirebilsin. Fakat artık birşeyler netleşmiş vaziyette. Bunu en iyi analiz edebileceğimiz durum ise, bölgede konuşlanmış emperyalist yapıların taraflara karşı artık değişiklik gösteren tutumları. Bir zamanlar işbirliği halinde bölgeyi paylaştıkları, birlikte cinayet işledikleri, birlikte büyük-küçük sömürgeler yarattıkları iktidar zihniyetine karşı iyice açığa çıkan güvensizlik halleri; eski iktidar zihniyetinin tüm vahşetine rağmen umutla direnenlerin gücünü ciddiye aldıklarının işareti gibi okunabilir. Bölgemizde saldırganlara karşı direnen kitlelerin içinde ki pürüz de ciddiye alınacak olursa, bir anda değişebilecek dengelerden bahsetmekte ne yazık ki mümküm. Bölgenin çeşitli devlet  yapılarında, iktidarların resmi ya da gayrı resmi ordularına karşı savaşan yapılar içinde savaşın ağır şartlarından kaynaklanan bazı politik paradokslar var, kuşkusuz ki savaşın içindeki şartlar; masa başından değerlendirilebilecek kadar kolay değil. Bunlar ise mutlaka tartışılması gereken şeyler. Fakat tartışmalarda yanlış-doğru yaklaşımında hassas olunması, anlaşılması için daha faydalı olabilir. Günümüzün dünyasında sermaye odaklı iktidarların kaynağa dönüştürdüğü savaş ve savaşın yarattığı ticari sermayenin burjuvazi tarafından ticari bir kaynak olarak algılanması; savaş kazandıran şartları değiştirebilecek nitelikle silahlar üretir vaziyete getirmiş ve artık neredeyse tamamen bir tekele dönüşmüştür. Buna karşı çözümsel yaklaşımlar olmadan, savaşın içindeki kitlelerin kendileri için hayati nitelik barındıran bazı yanlışları yapmalarını eleştirmenin yapıcı bir yanı olduğu konusunda ne yazık ki kuşkuluyum.

Bölgede dengeler değişirken, mevcut şartlar altında geleceğini göremeyen halklar içinde bir tartışma başlatıyor. Mevcut iktidarın kendi hakimiyet alanında tuttuğu halkların şartlarına yaklaşımı-da bu tartışmaların bir parçası olurken, yıllardır mevcut şartlara itiraz eden kesimlerde bölgede değişen dengelerin kendilerine taşıdığı umutla seslerini yükseltmeye başlıyorlar.
Son yıllarda, Bölgede yaşayan Çerkes Diyasporasının bir ferdi olarak kendi halkıma baktığımda gördüğüm durumda tamamen bu yönde seyir ediyor. Uzakta bir umut gören fakat hangi patikanın o umuda gittiğini görmeyen Çerkes grupları var ama bazı Çerkes gruplarının bir umut gördüğünü anlayabilen bir de iktidar var. İktidar, kendi temsil ettiği yapının açtığı yaraları iyi biliyor ve oralara yönelik bir siyaset geliştiriyor. İktidarın ürettiği siyaseti taşıyan Çerkes grupları ve kişileri var. Bunlar bilinçli ya da bilinçsiz, hesaplı ya da hesapsız olabilirler bilemiyorum, bilmekte istemiyorum fakat bildiğim birşey varsa; iktidarın ne yaptığını çok iyi bildiği. Fakat iktidarın ne yaptığını bilen muhalif Çerkes grupları ve kişileride olduğunu ve siyasi bir yükseliş içinde olduklarını da biliyoruz. İki tarafında olması; diyaspora için daha verimli bir siyasi düşünceyi örgütlemek için iyi bir neden, fakat yapılar içinde iktidar zihniyetinin sancağını taşımayan grupların belirsizliklerine son verememeleri bunu ciddi bir risk haline getiriyor.  Bu riski görebilen grupların öncülerinin son günlerdeki tutumu bana umut vermekle birlikte, belirsizlikleri üzerinden atarak kendini netleştiremeden geçirdikleri her gün, ne yazık ki büyük bir kayıp. Büyük bir kayıp çünkü; bölgenin diğer halklarının ortaya çıkardığı talepler, bunların gündemi ve konuşulması, netleşilmesi başlamış ve ilişkiler yerli yerine oturmaya başlamış bir vaziyette. Bugünlerden geçtikten sonra, ortaya çıkaracağımız her talep, haklı ama ne yazık ki geç kalınmış bir talep olabilir ve ağır işleyen bir sürece sıkışabilir
Kısaca demek istediğim şey; "kendi haklı" radikal sınırları içerisinde sıkışan ve bu sınırların dışında kalanlara karşı düşmanca saldıran grupların birbirleri arasındaki tartışmayı gündemlerinden ve değdikleri halk kitlelerinin  gündemlerinden düşürmeden tartışmaları, bugün Çerkes halkının gündemini işgal ederek; kendi geleceğine yönelik politik bir program üretmeyi ertelediği gibi engelliyorda. Epey zaman önce yazdığım bir makalemde; "Kısacası; Çerkes siyasetinden bahsetmek zor, fakat Çerkeslerin kendi içlerindeki siyasetlerinden bahsetmek mümkün. Mümkün evet; çevrenize dikkatlice bakınca gördüğünüz şey; bir Çerkesin, diğer Çerkese hala siyaset yapmakta olduğudur. Çerkeslerin ülkede siyaset yaptığı falanda yoktur." yazarakta belirtmiştim bu durumu. Çeşitli gruplara ve o grupların düşüncelerini paylaşan insanlara açıkça söylediğim gibi. Çerkeslerin devrim yapmak gibi bir derdinin olduğunu söyleyemeyiz, Çerkeslerin islamı yeryüzüne yaymak gibi bir derdinin olduğunu da söyleyemeyiz, Çerkeslerin iktidarı güçlendirmek gibi bir derdinin olduğunu da, Çerkeslerin topyekün bir partiyi güçlendirmek gibi bir derdinin olduğunu da... Çerkeslerin, mevcut şartlar altında en büyük dertleri; var kalabilecekleri şartları oluşturmaktır. Bunu nasıl yapacağımız ise ne yazık ki bizim arzuladığımız şekilde olamamaktadır, bunun belirleyicisi halkın mevcut sosyo-kültürel durumudur ve bu durum göz ardı edilemez. Tabiri caizse "Tayyibin Bilal'e anlattığı gibi" halkımıza anlatabileceğimiz bir yol bulunmalıdır. Eğer söz konusu Çerkesler için, Çerkeslik için birşey yapmaksa; dini  ya da siyasi kalıplarımızın üzerine kurulu bir politika üretmekte ısrar etmek, çocukluktur. Anlamamız gereken şey ise; bu halkın çocukluk hayalleri üzerinden kaybedecek vaktinin olmadığıdır. Halkımızla uzlaşmadan, halkımıza ne kazandırabiliriz? Radikal devrimcilerimiz, devrimci tüm birikimlerini; devrim üzerine sabitlenmiş örgütlere harcayabilir. Dini misyonerlerimizde aynı keza. Bunları yaşatabileceğimiz ve mücadelesini destekleyebileceğimiz, bunlara odaklı örgütler zaten bolca varken; asimilasyonun derinlerine nüfuz ettiği Çerkes Diyasporasının siyasi bilincini-de radikal ideolojik yörüngelere entegre etmeyi arzulamak; amaç her ne kadar insani olursa olsun halkımızın toplumsal entellektüel birikimlerinin gerçekçi karşılığı değerlendirildiğinde gerçekleşmesi imkansıza yakın durduğu göz önüne alındığında ihanet etmekten farksızdır. Çerkeslerin ihtiyaç duyduğu şeyleri doğru yorumlamak ve ortalama siyasi bilince sahip bir Çerkesin anlayacağı türden bir yol oluşturmak artık zaruri bir ihtiyaçtır. Peki, hareketlerin birbirlerinin yaptıklarını ya da yapmadıklarını bu kadar yoğun tartıştığı bir dönemde, zaruri ihtiyaçlarımıza çözüm üretecek tartışmaları nasıl başaracağız? Bunun cevabı hepimizde. Sorun bizim sessizliğimiz, çözümde bizim sesliliğimiz gibi duruyor.
Share:

İnsan olmak gerekir.

Son yıllarda, geniş kitlelere tüm ağırlığıyla çöken zulüm; bir yandan yaşamlarımızdan  çalarken, bir yandan da kendisini daha görünür-duyulur veriler üzerinden yoğun biçimde konuşulur kıldı. Önceleri zulmü görmeyenlerin, duymayanların, konuşmayanların bir kısmı yaşamaya başladı. Bu-da ortada "mücadele, eylem, pratik" gibi konulara hiç alışık olmayan ve daha önce bunlarla yaşayan gruplara daha önce bunlarla ilgili hiçbir düşüncesi, katkısı ve izlenimi olmayan kimselerin tartışmalarını taşıdı. Daha önce, kendisinde olanı ortaya dökmeyen yararlı-zararlı, anlamlı-anlamsız bir kitle yığınlaştı. Daha vahimi ise, bunlar örgütleşti. Yoğunlaştı. Bollaştı. Dolayısıyla bu da çoğu yerde, kısmi akıl kaosuna dönüştü. Sosyal Medya'da; gittiği tatili, yediği yemeği, aldığı hediyeyi, babasıyla tartışmasını, konser pozunu paylaşmaktan öteye hiç gitmemiş bir kitle, artık sosyal medyada derin tartışmalara sığlık taşıdı. Daha önce bir defa bile Ermeni Soykırımını, Dersim Soykırımını, Çorum, Maraş, Madımak katliamlarını, vahşetlerini hiç araştırmamış, iktidarın devlet ile medyaya verip, kitaplarına yazdırdığı herşeyi hiç araştırmadan kabul etmiş kimseler; bugün anti-faşist, anti-emperyalist, radikal devrimci tavırlar ile inanılmaz bir özgüven içerisinde her yere yayıldılar. Onlara ulaşmak ve örgütlemek isteyen bazı örgütlenmeler ise yanlış yöntemler ile onları daha da sıkıcı hale getirdiler. Açıkça söylemek istiyorum; bugün hemen hemen tüm örgütleşmelerin içinde veya çeperinde bu tür insanlar var ve bu tip kişilere bir şekilde ulaşmak ve bu tip kişileri bir an önce bilinçlendirmek ya da içimizden, herşeyimizden uzaklaştırmak durumundayız. Son günlerde; yaşadığımız şeyler hoş değil. Herkes birbirini, birşey olmakla suçluyor. Bugün Kobane için verilen desteğe akıl kıran itiraz biçimleriyle karşılaşıyoruz. Şurası açıkça bilinmelidir ki; Kobane'yi, Kürt Halk Mücadelesini savunmak için Kürt olmak gerekmez. Hayvan Haklarını savunmak için hayvan olmak gerekmez. Sokakta açlıktan ölmüş bir kedi için üzülmek için kedi olmak gerekmez. Bu, Uygur Türklerinin zulmüne üzülmek için Uygur Türkü olmamak gibi, Filistin için filistinli olmamak gibi bir durum. Bütün bunları anlamak, zalime karşı mücadele yürütmek, hakkı, adalet ve gerçekle savunmak için tek birşey olmak gerekir; o'da insan.. Son günlerde, Çerkes camimasının içinden bazı cahiller tarafından "Çerkes olmamakla" suçlandım. Zihniyet basit ve sığ; Çerkes olmamak bir suç mudur? Elbette yaşamı boyunca övüneceği tek birşeyi olmayan birisi içinde kıymetli olabilir ancak benim Çerkes olmamaktan utanıp-sıkılacağım yok. Hayatta çaba sarfetmeden olduğum nadir şeylerden birisidir Çerkes olmak.. benim ondan başka şeylerim de var. İnsanlık değerlerim, başka bir dünya hayalim, mücadelem, devrimciliğim.. ama herşeye rağmen; Çerkes bir anne-babanın vasıtasıyla mensubu olduğum halkın parçası olduğumu da inkar edemem. Nihayetinde halkımın tarihine, bugün onu yok eden şeylere, ona hayat bulduracak çözüm arayışlarına dahilim. Halkım için; Kobane ve Kürtlerin dışındada mücadeleler yürütmüşlüğüm vardır, mesela "Çerkes Soykırımı Tanınsın" kampanyası gibi.. O zamanda aklen veya fiilen hiçbir katkısı olmayan birileri bugün benim Çerkesliğimi de sorgulamaktalar. Bugün bizim devrimciliğimizi sorgulayanlar da var; elleri Ermeni kanına, Kürt kanına, ırkçılığa, tekleştirmeye bulaşanların yolunda ilerleyerek hemde.

Dediğim gibi,
Kobane'ye üzülmek, orası için düşünmek ve mücadele vermek için Kürt olmanız gerekmez. Kafası, bedeninden sadece Alevi olduğu için koparılan küçük çocukları anlamak için Alevi olmanız gerekmez. Bıçak boğazına dayanmış bir hayvanı anlamak için, hayvan olmanız gerekmez. Hepsi için sadece insan olmanız gerekir. Lütfen biraz insan olun.
Share:

Kürt, Kobane ve Türkiye...

Türkiye'nin "Kart kurt"una karşı onlarca yıldır direnen ve bir adım bile geri gitmeyen Kürtlerin meselesi yeni değil tabi. Kürtler iradelerini her geçen gün daha da ileri bir biçimde göstermekte, yanıbaşında "ekmek-yemek-kab" edebiyatı yapan zavallıların etki alanından sıyrılan gençler için; halklarına dair bir yarın umudunun, bir yarın inancının yolunu da aydınlatmaktadırlar. Zaten esasın özüne bakılacak olduğunda; Devlet sadece Kürtlere değil, halklara saldırmaktadır ama en büyük direnişi elbette Kürt halkı göstermektedir. Kürt halkı üzerine oynanan, mezhepçi, dinci, milliyetçi saldırılar, işkenceler, faili meçhul cinayetler, köy boşaltmalar(sürgünler) bunlar sadece Kürt halkını değil, epeydir sesleri solukları çıkmadan asimile olmaya yüz tutan diğer halkları da dahada geriletmektedir. Çünkü daha öncede belirttiğim üzere Kürt halkı, bölgede yaşayan hemen neredeyse bütün halkların, hakkını arayan çocuklarının önünde somut bir örnek olarak umutları yükseltmektedir. Kaldı ki, tüm bu umutların dışında Kürtlerin halk direnişleriyle elde ettikleri bir çok hakkı, diğer halklar da almaktadırlar. Muhtemelen diğer halkların azgın devletçilik yapmasının temel sebebide burada başlamaktadır. Şöyle ki; hiç itiraz etmediği bir baskı, hiç talep etmediği, uğruna mücadele vermediği, bedel ödemediği bir hak... belki de Kürtlerin bu yolda ödediği bedelleri, geçtiği yolları anlamakta ve empati kurmakta zorlamaktadır. Kürtler yaşadığımız çağda, olduğumuz coğrafyada hem yanıbaşında bulunan diğer halklara hemde elbette Kobane ile tüm dünyaya faşizme karşı direnişi, mücadele azmini göstermektediler. Rojawa Anayasası ile birlikte, kardeşçe ve barış içinde yaşamın temellerini atmaktadırlar. Bugün evet, nihayet Kobane, nihayet Rojawa'da bütün dünyaya yayılan bir umut vardır, kaldı ki; en vahşi faşistler tarafından, ağır silahlara, tanklara rağmen yiğitçe direnen, boyun eğmeyen ortak yaşamın bu çelik iradesi; kültür ve kaynak emperyalizmini benimsemiş tüm devletler için hakiki bir tehdittir. Bizler de bu tehdidin bir parçası olmanın bilincini, otoritenin, hiyerarşinin, devletçiliğin yalan tarihinde yoğrulmuş kişilere ulaştırmanın bir yolu olmak durumudayız. Bizler, bizi tektip olmaya zorlayan ve meydanlarda sürekli "tek devlet, tek millet, tek bayrak" edebiyatı yapanlara karşı "hep birlikte kardeşçe" bilincini yaymalıyız. Türkiye, hemen yanıbaşında pratiğe geçen bu bilinçten en fazla rahatsız olan devlettir. Çünkü bu devlet, içinde onlarca halkı asimile etmek için çabalarken hemen yanıbaşında gösterilen bu pratik, gösterilen bu bilinç Kobane'den Türkiye'nin her şehrine yayılacak bir dalganın kaynağı olacaktır.
Share:

bir dönemeçteyiz.

Kobane'yi ateşiyle yakmak isteyen; kana doymayan örgütlenmiş cehalete, faşizme ve tüm bu gerici yobazlığa karşı direnen, orada bulunan, göğüs göğüse "insanlık mevzilerini" savunan tüm halklara selam olsun. Kürdistan'ın fedaileri; insanlık onurunun parlayan yıldızları olarak bugün tüm dünyanın gözünün önünde, dünyanın bütün halklarına bir ders vermektedirler. Bugün bu derse, aklen, fikren, ruhen destek olanlar; oranın çığlını dünyanın tüm sokaklarına taşımaktalar. Yanıbaşında; insanlık mevzilerine kahramanca savunanları destekleyen Güney Kürdistan başta olmak üzere, Türkiye'nin tüm halklarına karşı; orada cehaleti örgütleyen "eğit-donat" stratejisiyle ortadoğuda akan kanın en büyük sorumlusu olan terörist Türkiye devleti vahşice saldırıyor, tüm bu saldırılar gösteriyor ki; telin diğer tarafında "açık-seçik" yapılan katliam, telin bu tarafında "zihniyet kardeşleri" tarafından da "el altından" uygulanmak isteniyor.

Şimdi; örgütlü cehalete karşı aydınlık blokları oluşturmanın; Kobane'nin, Güney Kürdistan'ın çığlığına omuz vermenin, mücadele azmini perçimleyerek akan kana, yayılan pisliğe karşı en sert, en güçlü mücadeleyi yürütmenin "son vaktidir". Bugün yanıbaşımızdan, yürek kıyımıza kadar dayanan bu savaşa sessiz kalmak, açıkça taraf tutmaktan ötesi değildir. Görülüyor ki; Terörist devletin paralı kalemleri tarafından bir propaganda kampanyası başlatılmış, bir çok arkadaşımız başta olmak üzere, Anti-Faşist Çerkesler sayfasıda bu provakatörlerin saldırılarına maruz kalmaktadır. Anlaşılmalıdır ki; propaganda organlarımızda, Kürdistan halklarına, Kobane'ye, Rojawa'ya karşı her çeşit karapropaganda yürütenlerle tartışacak hiçbir şeyimiz yoktur. Bugün Kürt halkının öncülük ettiği "insanlık savaşına" destek olan Çerkeslere, Çerkes örgütlerine; "Rus Ajanlığı" Türk, Kürt, Arap, Süryani, Zaza ve diğer halklara "Amerika, İsrail ajanlığı" gibi bilinçli bir karalama yapılmaktaysa; bugün köşelerine sinmiş ve tüm yaşamları boyunca haksızlık karşısında tek kelime etmemiş insanlar; "ortalık ateşe veriliyor" diye feryad figan" ediyorlarsa, bugün; "ya sev, ya terk et" zihniyeti tekrar diriltiliyorsa, faşistler; ellerinde bıçakları, sopaları ile tekrar sokaklara inip direnen onurlu insanları katlediyorlarsa şu çok açıktır ki; bugün artık bir "dönemeçteyiz" demektir. Bugün yaptıklarımız ve yapmadıklarımız yarını tayin edecek demektir. Biz yarını belirleyen bu yolda; Rojawa Devriminin bize aşıladığı umuda tutunmakta, serhildan'ı yaymakta ve yaşatmakta kararlı olmak durumundayız.

Buradan tüm Anti-Faşist, Devrimci Çerkes yoldaşlarımıza duyurmak isteriz ki;

Cinayetlerini, katliamlarını, baskılarını, yalanlarını bir takım propagandif söylemler ve eylemler ile kapatmak isteyen; Rojawa'dan yayılan devrimden ürken, ödü kopan terörist devlete karşı uyanık olun. Bugün, yarının temelidir. Yarın; "ya hepimiz için güzel, ya da hepimiz için çirkin olacak"
Share:

Delirmiş bir çağın içindeyiz.


Belki algımızı oluşturan, bir görüşe dönüşen ve yaşamlarımıza akan tüm pak- kapsayıcı ve çözümcü bir bakış açısının sahibiyiz. Savaşıyoruz.. Savaşımız Tanrının kutsal savaşı değil, ulusumuzun kendi refah savaşı değil; savaşımızın -insanın, yaşama tılsımıyla yüreğine uzanan -onur- savaşı-! Savaşımız; zalimin karşısında mazlumun direnişidir. İnsanoğlunun kavimlere, medeniyetlere, uluslara bölünüşü; her birinin kendi refah seviyesini arttırmak için bir diğerine açtığı savaşın parçası olması; aidiyetin yaşamaktan uzaklaşıp, yaşatmaktan bahsettiği insanoğlunun ilk mülkiyet kavramları, bunlar deli zırvalığı. İnsanın-da, yaşayan herşey gibi ilk görevi; yaşamaktır. İnsanoğlunun kimliği yaşamdır. Yaşamak için tüm doğalkaynakları ele geçirip, onları başka canlıların(insanlarda dahil) varlığından temizlemek mi gerekiyor? Elbette bu saçmalık, Doğalkaynaklar; sadece birilerini daha zengin kılmak için zaptediliyor... Birileri daha zengi olsun diye, asla zengin olamayacak birileri; milliyetçilik adı altında başlayan bir başka deli zırvalığı yüzünden ölüme neredeyse koşarak gidiyor. Biz asker değiliz, insanız! Ne tanrının, ne de bir halkın askeri değiliz. Biz insanız! Babamızın yumurtalıklarından, anamızın kucağına düştüğümüz, anamızın kucağından ayağa kalkıp, ilk arkadaşlar edindiğimiz ana kadar bütün arzumuz yaşamaktır.  Hiçbir şeyi bencilce tüketme hakkımız yoktur. Akan suları zaptetmek, ağaçları kesmek, toprağın içini boşaltmak, kendi yaşamımızı kolaylaştırmak için, kendi yaşamımızında parçası olduğu doğayı zehirlemek, diğer canlıların özgür yaşama iradelerini tanımamak, bunlar insanoğlunun tarihte yazdığı sözcükler içinde en masumane olarak ancak "faşizm" olarak tanımlanır. Daha az emek verip, daha çok elde etmek isterken; çocuklarımıza lazım olan hayatın içini boşalttığımızı göremiyoruz, çünkü bu deli saçmalığının içindeyiz ve hepimizi tımarhanelerde yetiştiriyorlar. Onların ulusal tarihleri, dini savaşları; onların mülkiyet kavramı ve refah yaşam öğretileri.. beynimizi yıkıyor. Beyni yıkanmayan tüm canlıları seyredin, yaşamak için ne gerektiğini gösteriyorlar. Doğumun, ölüme uzanan yolunda; yaşamın amacını burnumuzun dibinde sergiliyorlar. Biz bize yetmeziz gibi, bir-de onlara uzanıyor pisliğimiz. Bunlar hep deli zırvalığı. Delirmiş bir çağın içindeyiz.


Share:

Sakallının günlüğü.


Yıllanmış varlığını incelediğimiz-de sakalın kerametine- mutlaka rastladığımız oluşumların, kör-topal da olsa nihayet! bir yerden harekete geçebilmeleri belkide teselli kaynağım olabilir.
Malum; işçiye ölümün helal olduğu ama patrona kar hırsının bir türlü haram olmadığı senelerin belkide içinde-bilinçle yaşadığımız en dehşet verici zamanlarındayız. Yanıbaşımızda insan kanının oluk oluk aktığı bir coğrafya, insan başı kesmenin normalleştiği çağ, tecavüzün, alıkoymanın şahlandığı bir dönem geçiriliyor. Bu çağda; açlıktan ölmek pahasına, susuzluktan ölmek pahasına, tarihini, yaşamını, anılarını, bazen çocuklarını, bazen annelerini bırakarak bir "göç" oluşturmuş. Buna göç yazmakta benim patavatsızlığım. İşte Çerkes halkı; bugün içinde bulunduğu legal politik organizasyonun, yanıbaşında halka biçtiği hayata mercekle baksın. Baksın da; 1864te kendi halkının yaşadığı zulümü izleyebilsin. O zamanlar şimdi ki kadar kameralar yoktu, kaydedilemedi belki; ama inanın dünyanın bütün savaşları birbirini andırır. Bugün yanıbaşında ölümden kaçan halk, ölen halk, zulümü gören halk Kürtlerdir, Araplardır belki.. ama bu halkların ne yazık ki kaderi; 1864 yılında Çerkeslere, Abhazlara yapılanla birebir. Diller farklı, ağıtlar başka.. zalim aynı zalim (iktidar) mazlum aynı mazlumdur (halk). 1864'te, dilini bilmediklerini, daha önce hiç gelmedikleri topraklara gelerek, açlıktan-hastalıktan ölen Çerkesler (Bknz: Talihsiz Çerkeslere İngiliz Peksimeti), yoksulluktan kadınlarını hareme satan kimseler (Bknz: Osmanlı'da Çerkes Köleler).. bugün 2014te; Çerkeslerin 150 sene önce çağın şartlarıyla yaşadıkları zulmü revizyon geçirmiş şekilde Kürtler, Ezidiler vs. yaşamaktadır. Biz isteriz ki; bu haksızlığa karşı ses çıkarılsın, mücadele verilsin. Bu haksızlık hasıraltı edildikçe; savaştan kaçanların, açlıkla ve yoklukla yaşadığı bu ülkede; ölüm riskinin çok yüksek olduğu şantiyelerde çalışmayı "koşa koşa" kabul edenler de çok olur, patron bu çokluktan güçte alır, proleterya'nın "üretim" gücü de zayıflar. Görüyorum ki; sakallı, daha önce girilmemiş bir yoldadır, isterim ki orada kalsın. Orada kaldıkça; muzaffer amacımızın bizi birbirimize iteceği günde yaklaşır elbet. Nihayet; salonun yasakladığı "sokak" taşmıştır artık. Salonlar can sıkıcı yerlerdir, nihayete ancak sokakta varabilirdik. Görüyoruz ki; yakınızda. Ancak dikkat etmekte fayda var, yaşadıkları şehir gibi kapitale dönüşen göbekli bürokratların zehri; sokağı hep el altında tutmak ister. O halde; gençlik, içeriden-dışarıya karşı.. her yerde direnişe geçmelidir. O günde yakındır artık.

Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler