söylenecek şeyler var


Yaşadığımız dünyada söylenecek sözümüz var, söylüyoruz da. Yaşadığımız dünyayı ilgilendiren herşey bizi de ilgilendiriyor çünkü. Çünkü bugün, Irak'taki herşey tarafından etkileniyoruz aslında. Bugün Irak'taki katliamın mağduru olmayışımız, bizi o çirkin savaşın sonuçlarından kurtarmıyor.. bizi; o çirkin savaşın daha-da içine sokuyor. Bugün, dünyanın hiç adını duymadığımız bir toprak parçasında işlenen siyasi bir cinayet, bugün açlıktan ölen bir afrikalı, bugün kürdistan'da paramiliterler tarafından patlatılan bir bomba, bugün bizim uzağımızda yaşanan baskı, ayrımcılık.. bugün tanığı olmadığımız bir şiddet, zulüm.. hepsi bizim-de içinde yaşayacağımız geleceği olumsuz etkiliyor. Hepsi için söylenecek şeyler var.. eğer söylenecek şeyleri bir takım zırvalıklarla "susulacak şeyler'e" çevirirsek, bunun için çaba sarf edersek, herşeyi "bize, bizim olana, bize değene" indirgemeye çalışırsak bugün bu yaptığımızın bedelini yarın çok ağır bir biçimde ödeyeceğizdir. Asla unutmamamız gerekir ki; herşeyin bir karşılığı-bedeli vardır. Bizler; bugün dünyanın bize adımızı haykırarak hitap etmeyen herşeyiyle de sorumluyuz. Bizler; gelişen dünyanın parçasıyız ve olumlu-olumsuz herşeyden etkileniyoruz. Bunu bugün, kürsüleri işgal eden ve hiç-ama hiç susmadan sürekli konuşan birilerine anlatmanın imkansız olduğunun da farkındayız. Bugün tüm bu olumsuzluklara karşı ilerletmeye çalıştığımız mücadelemiz; kürsülerimizi işgal eden ve enerjimizi sömüren "o birilerine" yüzünden ağır-aksaktır. Şunun bilincindeyiz; onların asla ayak basamayacağı kürsüler kurmalıyız. O kürsüleri; toplumsal olumluluklar yaratarak değere bindirmeli, kazanımlarla taçlandırmalıyız. Somut ve gerçek üzerine; yarınımızı belirleyecek gücü bugünden ördürmeliyiz. Bunun için söylenecek şeyler var... biz; söylenecek şeyin öncülerine her geçen gün ulaşmaya çabalıyoruz. Bu çabalamaların bize doğurduğu sonuçlar bizim için çok önemli. Dostumuz-düşmanımız şunu anlamış vaziyette; hiç kimsede olmayan birşeye ne mutlu ki artık biz sahibiz ve o şey kuşkusuz ki; samimiyetle hareket eden, hedefi ve hedefine çizdiği yolu güçlendirmek için çabalıyan bir kadrodur. Bu kadronun bir lideri olmasa-da, gönüllü kolektivist biçimde çizdiği programı vardır. Biz bu gücün farkındayız.. tüm bu dostluğumuzun ortak söyleyeceği şeyler var.. bu çok önemli, bu örgütlülüğümüzün beyanıdır. Bizler, ortak söylenecek şeyler etrafında örgütlüyüz. Bu örgütlülük bizim artık kürsümüz olmaya-da başladı. Bu kürsü-de; enerjimizi sömüren ve sürekli ama sürekli konuşan hiç kimsenin yeri-de yok. Bunu-da artık dost-düşman bilmelidir. Bu kürsü; bugüne kadar susturulanların kürsüsü olma yolundadır. Bugüne kadar söylenmeyenler, artık bu kürsüde söylenmektedir ve söylenecektir-de. Bu kürsü, toplumsal (Çerkes özelinde) temsiliyetimizi hipotekleyenlere karşı ciddi bir mücadelenin kürsüsü oluyor. Bize sus diyenlere karşı-da sıkı bir tokat, bize sus diyenlere karşı en net cevap...

söylenecek şeyler var yoldaşlar..

ve o şeyler; bugün ötekileştirilmiş ve susturulan, susturulmak için çaba sarf edilenlerin yüreklerinde yankıdadır. Bizler; bu yiğitlerin yüreklerinde yankılanan herşeyi ağızlarına getireceğiz. Bizler; kürsülere hipotek koyanlara karşı özgür kürsülerimizi; söylenecek şeylere adayacağız. Bunun için dövüşeceğiz. Susturulmuşları bulacak ve özgür kürsülerimizde konuşturacağız. Bu bizim geleceğimiz için sorumluluğumuzdur. Bugün; içinde yaşadığımız dünyada olan herşeye karşı söylenecek sözümüz vardır. Bu yarın için ödevimizdir.

Share:

Çanlar çalmaya başladı

Hiçbirimizin istemediği fakat bir çoğumuzun ne yazık ki beklediği o günlere girilmiş gibi artık.. bu saatten sonra kararlılık, mücadelemizi sürdürmek ve yükseltmek için en çok ihtiyaç duyacağımız ilkemizdir. Kararlılığımızı mücadelemizle güçlendirmeli ve hedefimize doğru bu kararlı mücadele ile tereddüt etmeden gitmeliyiz. Bizi gündelik yaşamlarımızda bile şiddet kampanyaları ile korkutmaya çalışan muktedirler; bu şiddetin dozunu ne kadar arttırabileceklerini hem bize hem de tabanımıza gösteriyorlar. Çanlar çalıyor... Çanlar; elleri kana bulanmış faşistler için 'öldür!' diye çalıyor. Bizler, yaşamın onurlu taşıyıcılığını, bu onurumuzu oluşturan adil ve özgür bir dünya hayalimizi ve bu hayalimizi pratiğe dökerek, dünyanın bu coğrafyasını kandan beslenen emperyalist düzenden, bu düzenin sürdürücülerinden, tetikçilerinden temizleyerek kararlı bir biçimde sürdürmekte ısrarcı olmalıyız. Bizi; yaşamımızı elimizden almakla korkutuyorlar. Hatta içimize saldıkları bu korkuyu; arkadaşlarımızı gözlerimizin içine baka baka öldürerek tescilliyorlar. Kısacası; bizi öldürebileceklerini bize arkadaşlarımızı öldürerek gösterdiler. Sırayla hepimize gelecekmişçesine bir katliam, bir cinayet kampanyasının tam içine çekiyorlar arkadaşlar. Hem militarist örgütleri hem de besledikleri paramiliter grupları artık sokakta. Artık, toplumsal krizin çizgisindeyiz. Direnmek zorunda olduğumuzu, geleceğe bırakmak istediğimiz dünya için biliyoruz. Geleceğe bırakmak istediğimiz dünyanın nasıl olması gerektiği konusunda hepimizin farklı görüşleri olabilir, bu da kendi içimizde aşılacak bir problemdir. Fakat bu problem ölümcül ve hastalıklı değildir. Bizi birleştirecek ve kesin olduğumuz şey; geleceğe bırakmak istediğimiz dünyada neyin olacağı, neyin olmasını istediğimiz olamıyorsa; -ki olamıyor- neyin olmaması gerektiği, neyin olmasını istemediğimiz noktalar bizi bize zorluyor. Sokaklarda, adalet için, özgürlük ve eşitlik için haykıran insanları öldürmeye başladılar. Bütün bunları saklayacak olan, paramiliter katil sürülerini azdıracak olan vatan-bayrak niraları da artık ortada. Artık; bu ceberrut devlet; Tokat'taki yoldaşlarımıza karşı girişilen Linç girişimini, bütün şehirlerdeki faşistlere örnek gösterecek, herkesin böyle olmasını isteyecek kadar açık. Açık-açık bizi ya teslim olmaya -susmaya ya da ölüme davet ediyor. Sokaktaki gerilim yükseliyor dostlar. Şimdi bu mücadelemizin en çokta bireysel ve örgütsel kararlılığa ihtiyacı var. Çünkü, Çanlar, bizzat devlet aklı tarafından savaş için çaldırılıyor. Bizler de bu kirli savaşta; kendimizi müdaafa etmek zorunda kalacağız. Eğer bu, eğer bir davetiye ise; Nazım Hikmet'in Sacco ve Vanzetti için yazdığı şiirin şu mısralarıyla cevap veriyorum:

"
Burjuvazi,
kavgaya davet etti bizi
davetleri kabulümüzdür!
Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini,
biliriz öylece yaşamasını ölmesini
hepimiz – birimiz için,
birimiz – hepimiz için!..”

Share:

Herşeye rağmen, hiçbir şey kaybetmeden!

Halkların adalet ve özgürlük mücadelelerinde her zaman yan yana olduk, bunu yaparken kendi halkımızı da bu mücadelenin dışında görmedik ve elimizden geldiğince bu mücadele alanlarında temsil etmeye çalıştık.

Binlerce kilometre yolda otostop çekerek Çerkes Soykırımını anlatmak,
Çerkes Soykırımının Tanınması için imza kampanyası başlatmak
Siyasi yakınlığımız olan örgütlerde Çerkes sorunlarını ve çözümlerini konuşmak
Halkları organik olarak buluşturmayı denemek 
ve Halkımızın gençleriyle halkların gençliğini adalet ve özgürlük için bir araya getirmek bunlardan biriydi.

İşçi mücadelelerine gücümüz yettiğince tam aktif katılım sağlamak
halk mücadelelerinde aktif bir şekilde rol almak ve savunmak
Gezi Parkı içerisinde savunma güçleriyle yol almak
Adalet için 1200 km yürümek
Plastik mermi ve gaz kapsülleriyle vurulana dek direnmek vs.

Bugün halkımızı temsilen halklarla birlikte adalete ve özgürlüğe olan yürüyüşümüz, herkese ve herşeye rağmen hiçbir şey kaybetmeden devam edecektir.

Share:

Türk yapımı Çerkesler


150 yıl nelere kadir siz bilemezsiniz, bir halkın kendi özvarlığından kopup ulaşabileceği son noktaya gelmiş bazı Türk yapımı Çerkeslerin, soykırım için verdikleri mücadelede; kendilerine desteğe gelen siyasi yapılara "dışarı, dışarı" diye bağırtabileceği yere kadir, organizatörlerin bu kişilere müdahale edemeyeceği ezikliğe kadir 150 yıl, sebep olarak; "içimizde her siyasi görüşten insan var" diye böyle küçülüp, böyle zavallılaşacağı yere kadir o 150 yıl.. kaldı ki; partileşeceğini ilan eden bir hareketin organizatörlüğü bu, bunlar ki; Çerkes öbeğinde siyasi parti yönetecekler... önce organize oldukları eylemlerdeki tabanlarını kontrol etme yetisi edinmeleri gerekecek.. önce öyle "her siyasi görüşten insan var" diye fukaraca ezilmeyecekler. Perçimleşecek, çelikleşecek ve siyasi bir davanın, tabanını nasıl kontrol edebileceğini; bazı şeylerde basit mazaretlerin siyasi hareketi nasıl küçültebileceğini öğrenecekler. Düşe-kalka öğrenirler belki. Şimdi ÇHİ, ozgurcerkes.com adresinden; Çerkes Hakları İnisiyatifi imzası ile HDP'den kamuoyu önünde açıkça özür dilediğini deklare etti. Peki ya Çerkes Fed? Peki ya ÇDH? Peki sosyal medya'da bunların bayrağıyla Kürt Hareketine hakaretler edilmesine neden olan kurşun askerleri? Bunlar?.. Kaldı ki, hepsi birden özür dilese dahi; bunun artık bir önemi yok. Nasıl ki o gün orada küfür edip, ortalığı karıştıran Türk yapımı Çerkesler susturulmadıysa, herşeye rağmen HDP'liler "Yaşasın Halkların Kardeşliği" diye slogan atıp, Çerkes Soykırımının faillerini lanetlediklerini açıkladılarsa, nasıl ki HDK Gençlik 22 Mayısta tekrar Çerkes Soykırımı eylemi koyduysa ve basın açıklamasında Çerkes Haklarından bahsettiyse, nasıl ki bu "dışarı-dışarı" diye yuhalatılan parti Çerkeslerin lehine önergeler vermişse ve parti meclislerinde Çerkes sorunlarına çözümsel yaklaşımlar aramışsa, TBMM'ne Çerkes Soykırımının Tanınması için başvuru yapmışsa, nasıl ki Sochi Olimpiyatlarına giden başbakan'a "Sochi'ye gitme başbakan, orada Çerkes tarihi yatıyor" diye bağırdıysa; çizgisini ne bu faşist Türk yapımı Çerkesler için bozacaktır ne de bu Türk yapımı Çerkesleri susturamayan Çerkes Fed için Çerkes halkına küsecektir. Yine; ezileden yana ezene karşı tavrını koruyacaktır. Çünkü bu partiyi oluşturan insanlar; kimlikten-emeğe ezilmişler tarafından ezene karşı mücadele şiarıyla birleşmiş, devlet aklıyla zehirlenerek düşmanlıklar üreten insanlar değillerdir.

Benim şahsi olarak bu tavır sonrasındaki konumlanmam, 21 mayısı organize eden örgütlerin bu olayda sorumluluğu bulunan ve kendi bünyelerinde taşıdıkları kişilerden özeleştiri istemeleri, hatta onları derhal örgütlenmelerinden teşhir ederek çıkarmalarıdır. Böylesi ithal, devşirilmiş bir yaklaşımı hiçbir örgütlenme hak etmez ve bu tip düşünceleri açıkça veya gizlice içinde taşıyan insanlardan hiçbir örgüte fayda gelmez. Türk yapımı Çerkesler; son yıllarda artan Çerkes hareketliliğinden olağanca rahatsız ve her girişimi baltalamak için her yere saldırmakta ve Çerkeslik maskesi ardında bazı kurumlarda barınmaktadır. Bu kurumlar; bu kişileri ya rehabilite etmeli ya da inkar etmelidir. Türk milliyetçiliği hassasiyeti olanların yeri, Çerkeslik özadında, Çerkesya şiarıyla, Çerkeslere faydalı birşeyler kazandıracak örgütlenmeler değildir. Onlar, Çerkeslere, Çerkesyaya zarardan başka hiçbir şey getirmezler. Bu durumdan sonra, HDP'ye yapılan çirkin saldırıyı kınayanlara hepimiz şahidiz ve onları bu gerçekçi duruşlarından ötürü tebrik etmek istiyorum. Halklar dayanışmalıdır ve kendi kaderlerini, başka ulusların gözükleriyle baktıkları yarına göre değil, kendi özvarlıklarının yarını görüşlerine göre konumlandırmalıdır.

Açıkça, HDP'ye yapılan bu saldırı sonrası; saldırıyı yapanlar.. Çerkeslik kimliğiyle dava için örgütlenen bütün inisiyatif ve örgütlenmeler tarafından kınanmalıdır ve bu durumdan bir ders çıkarılmalı; örgütlenmelerimiz kendi tabanlarında bir şekilde muhafaza olmuş Türk yapımı Çerkeslere karşı bir çalışma başlatmalıdır. Türk yapımı Çerkesler artık içimizde barınmamalıdır.

***
İçimizdeki her siyasi görüşten insanlar için;

İçimizdeki her siyasi görüşten insanlar, partilerini Çerkes halkının yanında olmaya ikna etmek için ne yapmışlar? Partileri ne yapmış? ben kısaca size anlatayım; Saadet Partisi ve Halkların Demokratik Partisinden başka hiçbir parti bugüne kadar Çerkesler için kritik konularda konumlanmayı gündem etmeyi bırakın, bunu tartışmamışlar bile. Saadet Partiside, Kafkasya Masası olarak bir birim ile tam gerçeği yansıtmayan, dini açıdan konulara yüzeysel değinerek Çerkesleri (elbette buradaki Çerkesler aslında, Kafkasların tümünden nasibini alarak) gündem etmişlerdir. Ama o gün orada; MHP'nin işaretini yapanlar, CHP hassasiyetiyle davrananlar, kısacası Türklük ve Türkçülük üzerinden HDP'yi yuhalatanlar, onların partileri bu halk için zerre kadar birşey yapmamıştır. HDP ise, tüm bunlara rağmen Çerkes Halkı için, Çerkesya için, Çerkes Soykırımı için elinden gelenin fazlasını yapmıştır, hem parti hemde bu partideki örgütlü insanlarımız tarafından. Yapmaya devamda edeceğini, 21 mayısta olan herşeye rağmen 22 mayısta yaptıkları eylemle göstermişlerdir.

***
Davet meselesine gelince;

Şubat ayında, Caferağa Kapalı Spor salonunda, HDP'nin dayanışma gecesinde; 21 eylemlerini organize eden ve her gittiğimizde organizasyonuna şahit olduğumuz, bize örgütü tarafından muhatap kılınan Murat Özden bey; her ayın 21nde, 21de RF konsolosluğunun önünde yaptıkları eylemlerde HDP'ye ithafen sizleri aramızda görmekten onur duyarız diye bağırmıştır. Bunu şahsım tarafından bizzat kulaklarıma duymakla birlikte, bu konuşmanın video kaydı da bulunuyor. Diğer bir yandan Mayıs ayıyla ilgili 21 eylemi için Cemal Demirok Bey tarafından bu arkadaşlarla nasıl iletişim kurulduğunu da bizzat bilmekteyim. Şimdi tabanı rahatlatacak, ne şiş yansın ne kebap mantığıyla orada burada yalan yanlış haberler empoze etmek xaynaptır.

***
Çerkes Soykırımıyla ilgili açıklama;

13 Mayıs 2013'te başlayan gündemimiz, Türkiye Halklarına Çerkes Soykırımını anlatma eylemiyle 24 Mayıs'ta KAFFED'e bağlı SAKARYA derneğinde bize yapılan bir terbiyesizlik ile sindirilmeye çalışılmıştı. O gün orada, sözde Çerkesliği elinde tesbih gibi çekenler; Çerkes kimliğinin kimlerin elinden kurtarılması gerektiğini bize yansıtmış, 25 Mayıs'ta samsun'a gidilip oradan 31 Mayıs'a kadar da devam ettirilmişti. Yine 2013'ün Ekim ayında; somut bir imza kampanyasıyla Çerkes Soykırımının TBMM tarafından tanınması için arkadaşlarımızla organize olarak 10 bin imza toplamıştık. Toplanan imzalar daha önemli olan şey ise; Çerkes Soykırımını duyurmak olmuştu. Galatasaray Lisesi, Kadıköy, Sakarya, Antalya ve Adana, Mersin de standlar açarak bunu yapmıştık. HDP ile Çerkes Soykırımı sesini daha ilerilere taşımıştık. Adalet Yürüyüşündeki Adalet talebi; Çerkeslere de adalet'i temsil etmişti. 30 Ağustos'ta polisler saldırmadan tam 10 dk önceki oturma eylemine "Abluka Forumu" adını verip, ilk gündeme Çerkescenin asimile edilmesini koymuş, Ümit bey tarafından onca basın ve polisin arasında Adiğabze kurs almıştık (sembolik olarak) bugünde HDP üzerinden bize yapılan bu ahlaksızlık bizi Çerkesliğe tutunma ve Türk yapımı Çerkeslerin elinden kurtarma aşkı veriyor. Biz, Çerkesliği böyle faşist embesillerin ellerine teslim etmeyeceğimizi herkesin bilmesini istiyoruz.

Çerkes Soykırımı, politik bir sorundur diyor; siyasi çözüm için siyasallaşmayı yükseltiyoruz.

Share:

Bu normallik, normal değil...


Türkiye, en azından bizim yaşadığımız zamanların en acılı olaylarına tanık oluyor ve görünen o ki; iyileşmeye hiç niyeti yok. Hani herkes için demeyeceğim ama; bir çok insan gündeme tutunmuş yoğunluğa odaklanmış ve belki sadece gündemin en sıcak kısmı var gibi görsede; son beş yıldır ateş üstündeyiz. Henüz bir acımız dinmeden, öteki acımız başlıyor yanmaya; yanmaya alışıyoruz. Belli ki bir yerde birikiyoruz. Biriktiğimiz yer ise nedense bana ürpertici geliyor. Ben ürperiyorum açıkçası; paranoya sahibi oluyorum gittikçe, şu beş yılda yaşanan şeyler karşısındaki normallik, bana hiç normal gelmiyor arkadaşlar. Şurayı da es geçmiş gibi gözükmek istemem, Türkiye'de vahşet, katliam ve savaş; son beş yılın eseri değil, son on yılın, son yirmi yılın da eseri değil; bu ülke henüz kurulmadan toprağı kanlandırılmış; vahşet, katliam, soykırım, cinayet, savaş, barut üstüne kurulmuş evet, ama son beş yılın birikmesi (belki bizim daha aklı başında olayların bizzat içinde oluşumuzdan kaynaklı hissimizdir) çok anormal. Dolduğumuz yerin tahlilini yapmalı, patlamaya en zayıf noktamızı öngörmeye çalışarak ona göre dikkatli olmalıyız. Çünkü, bu kadar anormal şey yaşanırken; bu kadar normal süren yaşam; büyük bir krizin elçisiymiş gibi geliyor bana.

Share:

Toplulaşma, seslileşme ve haykırma!

Hiçbirimiz, günden güne yüreğine bir kor gibi düşen asimilasyondan memnun değiliz, aksine muzdarip haldeyiz! Bizi, en çok bize iten şey bu, benzeştiğimiz şey bu: amacımız: bize yokoluşu reva görenlere varlığımızı haykırmak ve sesimize engel olmak isteyenlerin kulaklarını sesimizle sağır etmek.. İşte bu nedenle; sesimizi duyulabilir kılmanın ve bunu yaparken de başkalarına düşmanlaşmamanın yollarını aramalıyız. Arıyoruz da; en çok acılarımızın bizi kardeş kıldığını söylüyoruz; Acılarımız bizi, dünyanın bütün halklarıyla kardeş kılıyor evet, evet bunu sonuna kadar bağırmakta ısrarcıyız fakat içimizde bazı zümreler; bırakın dünyanın kardeş halklarını, birlikte mücadeleyi ve dayanışmasını; henüz kendi kimliği etrafında; doğru bir hedef için birlikte mücadele veremiyor ki! Onlar; mesela soykırım için yapılacak etkinliklerde kendilerini bir araya getirecek şeylerden öte, uzaklaştıracak şeyleri konuşuyorlar. Kendi tabanlarına; birbirleri için düşmanlık pompalıyorlar. Bu onların zavallılığı; ya eksikliği ya hainliğidir, fakat biz; bunu irdelemekte ısrarcıyız, teorik ve pratik olarak ilk başta; Çerkesi-Çerkesten uzaklaştıranlara karşı mücadele edeceğiz ve elbette Çerkesi-Kürdden, Çerkesi-Türkten, Çerkesi-Çerkes olmayandan uzaklaştıran herşeyi yerle-bir edeceğiz. Bugün; yapmaya çalıştığımız şey-de tam bu!

Bütün ihtimalleri, bütün sorumluluğu, bütün fedakarlığı; kendi irademizle edinmiş vaziyetteyiz. Emeğimizle ördüğümüz mücadelemiz; emeğimizle yükselecek ve bu öznel bir grubun kendini yüceltmesinden öte; hakkı gasp edilmiş; yurdunda kılıçtan geçirilmiş, soykırıma uğramış, yurdundan kovulmuş, kullanılmış, ezilmiş bir halkın; kendisine dayatılmış yokluğa karşı "varız!" demesi için olacaktır. Aldığımız riskten zerre kadar çekinmiyoruz, bu konuda kimseden alkışta beklemiyoruz; bizim amacımız amaç için örgütlendiğimiz yapının markalaşmasından öte, bu yapının amaçta doğru yola sevk edici tarihselliğini sırtlamasını sağlamaktır.

Diyoruz ki;

Geç kaldık! Ama henüz çok geç değil, dönüm şansımız hala var.. Seslerimizi duyuyoruz; her dalda bir sesimiz, her sokakta bir kolumuz, her yapıda bir fikrimiz var! Bunlar olağan; bunlar mutlak gereklilik.. Tek tip değiliz.. Fakat şuan tüm bu karmaşık ve dağınık sesleri; bir araya getirmeliyiz, sesimizi yükseltmeli ve haykırmalıyız.  Bakın; bunu önce kendi kimliğimizle yapabilmeliyiz; yapmak için değil, amaç için yapmalıyız bunu. 21 Mayıs 1864 acılarımızın, soykırımımızın, kendi yurdumuzdan kovuluşumuzun ilk günüdür. 21 Mayıs 2014 150nci yılıdır ve biz acılarımızın tam da 150nci yılında, tam da muhataplarımızın işiteceği yerdeyiz.

HAYKIRACAĞIZ!

Bunu, biz bize değil; hep birlikte; Çerkes olarak, diğer kardeş halklar ile dayanışarak yapacağız. Bunu dağıtmanın, cılızlaştırmanın, sessizleştirmenin telafisi mümkün değildir. Bugün, sesimizi bölenler; halkımıza hedef şaşırtanlar; bu kadim halka ihanet etmektedirler.
Share:

Devrimci gerçekçilik; "sokak-salon üzerine"

aslında anlatmak istediğim şeyin söylemi çok basit! birileri belki birilerinin teşviği ile belki de gerçekten böyle hissettiği için bizi ait olmadığımız bir tarafa itekleme derdine düşmüşler. Kaldı ki; bir defa bile bizimle iletişim kurmaya tenezzül etmediler, tanışmaya kalkışmadılar, soru sormaya yeltenmediler ve en önemlisi; bir defa bile "şurada" yanlışsınız diyemediler. Konumlandılar ve konumlandıkları yerde kapanıklaştılar ve böylelikle; kendi içlerinde olmayan hiçbir sözü duymadılar.. ama o konumlanabildikleri daralandan; seslerini duyurabilecekleri en uzağa bağırırcasına seslerini iletmeye çalıştılar. O cılız seslerini, anlamlandırabilmek için dinlemeye çalıştık, o kalabalık laf salatalarının içinde; vermek istedikleri basit bir mesajı çıkarabilmek için, toplandık, tartıştık.. çünkü birleşmenin, birlikte yürümenin bir sebebi olmalıydı, birlikte yürümemiz gerektiğine inandığımız yollar olduğunu düşünüyorduk; burada birbirimizi anlamamız, birbirimize karşı dürüst ve net olmamız; mesajımızı net olarak iletmemiz gerekiyordu çünkü. Bugün-de birlikte yürümemiz için sebeplerimiz olduğunun farkındayız üstelik, bunun en yalın hali ile farkındayız; inkar edemeyeceğimiz kadar gerçekle yaşıyoruz;

-hani aynı sofrayı paylaşıp aynı yemeği yediğimiz insanların içinde Anarşistler, Troçkistler, Leninistler var, ne kadar ütopik hayaller kurabilsekte, o kadar gerçekle yaşadığımız anılarımızda oluyor...

mesela; Gezi parkı gibi, Greif Direnişi gibi, Cumartesi anneleri gibi, Soykırımlar gibi... zalimin zulmünü; gerek bir fabrika'da hakları yenmiş işçilerle dayanışma içine girmişken, bu işçilerin fabrikalarını işgal edişlerine şahit, destek olurken; polisin bir şafak baskınında salladığı yağlı copu tenimize nüfuz ederek tanıyoruz. gerek 11 haziranda, sabah 7 de; haksızlığa başkaldırmış nice insanın işgal ettiği parkı; evinde yazı yazarak desteklemek varken barikatta nöbet tutarak geçiren belki öğrenci, belki işçi birine çay götürürken; polisin attığı bir kapsülün göğsümüze çarpmasıyla tanıyoruz. Acıyı; her hafta cumartesi günü galatasaray lisesinin önünde, ölü oğlunun cesedine hasret annelerin gözlerinde biriktirdiği yaşlarla tanıyoruz. Haziran ortasında, parklar bizimdir diyerek bulundukları her yerde parkları işgal edip doğrudan "demokrasi" örneğini canlandırabilmek için emek veren insanların emekleri yakılırken tanıyoruz acıyı.  Biz acı çekeni, hakkı yeneni anlıyoruz; bunu tarihsel olarak bize aktaran büyük yazarların bizlere aktardığı tecrübeleriyle "Paris komününe bakınız, o bir proleterya diktatörlüğüydü" diye haykıran satırlarıyla tanıyoruz ve bu nedenle niceliğe açılan kanalın, toplumsal tecrübenin önemini hep vurguluyoruz.

ama bizi, pasifize etmeciliğe itekliyen birileri var! onlar, koyun postu giymiş kurt mu? bu onların gerçek niyeti mi yoksa bunu talihsizlik olarak mı yapıyorlar bilemiyoruz.

o zaman diyeceğimiz şey basittir;

Manifestoları masaların üzerine çıkaralım, kapalı vitrinleri eşit dereceli şeffaflaştıralım ve birbirimize karşı; "onlar bu" demeyi kesip, "biz buyuz" diyelim

buyrun, manifestolarımız kapışsın..

buyrun, kim işçi sınıfının kurtluşuna ne söyledi, ne yaptı buna bizi takip edenler karar versin;
buyrun, kim kimliğine daha yakışır, daha çözümsel yaklaştı buna bizi takip edenler karar versin!

Biz ne yaptığımızı bilmiyoruz, ne yapmadığımızı ise çok iyi biliyoruz ve yapmadığımız şeyleri tartışıyoruz.
Share:

21 Mayısın ardından...


Ben bu yıl 21 mayısa, yetişebildiğim her yerde katılıp; katıldığım yerlerdeki tertip komitelerinin aldığı kararlara uyarak geçireceğim. Fakat şimdiden öngörülerim yok değil, bu yıl-da; kurumlarımızın halkımıza reva gördüğü bir adaletsizlik ile başbaşayız ve bunu göğüslemek zorundayız. Son defa, kendi yüzümüzden, tamamen kendi suçumuzdan ötürü; bu yıl da gerçekleşecek soykırım anmasını ve sözde dünyaya ilanını herşeyiyle göğüslemek zorundayız. Kimsenin suçu değil, bu tamamen benim ve arkadaşlarımın suçu. Bu konuda, konumlandığımız yerin avantajlarına rağmen, dezavantajlarıyla pek ilgilenmediğimiz için kapsamlı bir özeleştiri vermek zorundayız.  Son ana sığdırılmış bir zaman diliminde, ne denli bir örgütlülük sağlayarak harekete geçmişiz, ne yapabilecekken yapmamışız; sosyal yaşamın bizi sindirdiği noktalarla ne kadar oyalanmış ne kadar zaman kaybetmişiz bunları anlatmalıyız. Bazı örgütlerimizin, neden ve nasıl pasifize olduğunu açıklamalıyız ve ben bunu yapmakta, temasta olduğum kişi ve örgütleri itmeye, harekete zorlamaya mecbur hissediyorum kendimi.

21 Mayısa çok az zaman ayırdık, bahanelerin ardına sığınmak bizi haklı çıkarmaz ancak bazı durumların tespitini yapmak için kısaca bahsedeyim. Son 350 gündür tek gündemimiz Çerkes Soykırımı ve olay daha önceki yazılarımda yer yer bahsettiğim üzere şöyle gelişti:

13 Mayıs 2013 Çerkes Soykırımı Eylemi; Belirlenen iller arası yolculuklar yapıldı ve Çerkes Soykırımı hemen hemen karşılaştığımız ve bunu bilmeyen herkese anlatıldı.
25 Mayıs 2013 Sakarya KafDer'in bütün çirkinliğine rağmen Samsun'daki anmaya katılındı.
25 Mayıs 2013 - 31 Mayıs 2013 Samsundan - Kayseriye ve Kayseriden - Aydın'a belirlenen güzergahta Çerkes Soykırımı yine bilmeyen herkese anlatıldı.
2 Haziran 2013 - 15 Haziran 2013 Gezi Parkında bulunuldu
15 Haziran 2013- 12 Temmuz 2013 Yoğurtçu Parkında bulunuldu
18 Temmuz 2013- 30 Ağustos 2013 Adalet Yürüyüşü yapıldı
3 Ekim 2013- Çerkes Soykırımı Tanınsın İnisiyatifi oluştu ve bazı şehirlerde imza standları açıldı ve bu tarihten itibaren bir çok derneğimizle ve örgütümüzle temasa geçildi, siyasi partiler içindeki Çerkeslere ulaşıldı, HDP Halklar ve İnançlar komisyonunda bulunuldu, halklar organizasyonlarında Çerkeslerinde sesi duyuruldu, tüm bunlarda Çerkes trajedisi bir şekilde tüm katılımcılara iletildi.
Şubat 2014 Şehirlerde Gençlik İnisiyatifleri kuruldu, partiler içinde Çerkes sorunlarına karşı yaklaşımlar sağlandı,
Mart 2014 21 Mayıs Tertip komitesi oluşturuldu, Hendek projesi üzerine arge çalışmalarımız geçici olarak durduruldu, ÇSD-Aktif; iletişim kanallarını Türkiye'deki bazı gençliklerle genişletti ve kurulan Gençlik İnisiyatiflerimiz, kuruldukları illeredeki diğer halkların gençlik örgütleriyle temas etti,
Gençlik İnisiyatiflerimiz için, politize olmak, siyasallaşmak üzerine yoğunlaşıldı. Tüm bunlar olurken 21 mayıs tertip komitemiz sessiz kaldı, çalışmalar yürütemedi. Bugün ise, örgüt içi kendini feshetmese bile fesholdu.

21 Mayısa kadar, teorik-düşünsel üretim dışındaki bütün çalışmalarımız kilitlenmiş durumda şuanda, şuanda önümüzü açacak tek şey 22 mayıs.. 23 mayıs..

Bende size 21 mayıs ardından neler yapmak istediğimi anlatmak isterim;

Çerkes Gençliği, Soykırım Kampı
____________________________

Bu kampta, tarihsel bilgiye hakim insanlarımız tarafından Çerkes - Rus savaşları, savaşın sonucu ve halkımızın buraya sürüklenen kaderi, soykırımı, sürgünü net bir şekilde anlatılmalıdır. Bu durumun halkımızın belleğinde açtığı yara tartışılmalı ve asimilasyon süreciyle entegre olduğumuz düşünceler üzerine düşünülmelidir

Çerkes Gençliği, Çerkesya Haftası
_____________________________

Derhal 7 günlük bir aralık belirlenmeli ve gençlere ithaf edilmelidir, bu hafta; tarihsel dirilişimizin gençliğini simgelemeli, Gençlik bir şekilde siyasal birlikteliğe ve mücadeleye teşvik edilmelidir.

*
Soykırım Anıtları, Soykırım sessel ve görsel sanatlarıyla ilgili; sanat kolektifi oluşturulmalı; gençlerimizi teşvik edecek bir şekilde ödüllü kısa film yarışmaları düzenlenmelidir.

*
Tüm örgütler, gençlik temsilcileri oluşturmalı ve bu temsilciler her hafta kendi örgütleri içinde bir Çerkes, Çerkesya ve Çerkesçe üzerine bir gündem oluşturmalı, bir sonuca varmalı; her ay temsilcilerin bir araya gelip bu konular tartışılmalı ve örgütlerarası gençlik birleşkeleri oluşturulmalıdır

*
Şubat 2015ten geç olmamak kaydı ile, gençlik 21 mayıs programı oluşturmalı ve bunun için örgütlenmelidir.





Share:

Kaderimizi; Salonlardan taşırmak!


Susmanın dahası olmadığını, pratikle öğrenmek için yeterince kayıp vermedik mi? Peki şimdi bin yılların var ettiği kültürümüzü yüzelli yıl yok ederken biz 'herşeye rağmen' susacak mıyız? Susmalı mıyız? Peki yüzelli sene, bir buçuk asır bize; artık kapalı odalar içinde konuşmanın hiçbir şey kazandırmadığını ve sürekli kaybettirdiğini öğretmedi mi? Yeterince kaybettik ve daha fazla kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmadı bence, bence bu saatten sonra; ya küreselleşmenin insan havuzunda tüketici toplumun daimi fertleri olacağız ya da bitmeye ramak kalan yerimizden dirilip kaybettiğimiz herşeyi geri almaya başlayacağız. Bu kırılma noktasının kilidi; kendini yetiştirmiş bilince sahip ve bunu omuzlayıp ileriye doğru taşıyacak politize bir gençlik açabilir ancak ve inanın bu gençlik gökten zembille inmeyecek, bir yerlerden transfer olmayacak buraya; bu gençlik biziz. Eğer biz yoksak bu davada ve bu kavgaya omuzumuzu vermiyorsak; bu kadim halkın kendini ileriye taşıyacak hiç kimsesi de yok. Ama bugün görünür kılınmaya başlayan şey; halkının mücadelesine omuz veren gençlerin varlığıdır ve bu varlık halkımızın kaderi için bir umut ve bir fırsattır. İşte bu umuttan aldığımız ilham bizi geleceğe taşıyacaktır.

Kendimizi geleceğe taşırken, umudumuzla büyüyen bir HEDEF sahibi olmalıyız ve bu hedefe yaklaşmak için teknik araştırmalar yapmalı, düşünceler üretmeliyiz en önemlisi düşüncemizi yansıtacak fiillere başlamalıyız. Hedef çok önemli bir konudur,  bizi düşüncemiz etrafında bir araya getirecek olan hedefimiz olacaktır. Hedefi olmayan hareketlerde enerjimizin tükenmesi; hareketin başladığı yerden, yükseldiği yere kadar kendimizi tatmin etse bile, durulduğu yerden duracağı yere doğru bir hayal kırıklığı yaratır ve bizim artık hayal kırıklığıyla umudumuzu yitirecek lüksümüz olmamalıdır. Fakat hedefi olan hareketlerde; enerjimizi bir hedefe doğru sürüklediğimiz zaman, hareketimizi hedef yolunda zayıflatan hatalarımız bile birgün bizim hedefimizi edinecek başka kardeşlerimiz için tecrübeye dönüşecek ve hedefe yakınlaşmayı sağlayacaktır. İlk hedefimiz; bizi salonlara hapsetmek isteyen herkese karşı sokaklara atılmak ve aktif mücadele tecrübesi edinmektir. Salonlar, yüzelli yılın verdiği sabit tecrübeyle potansiyel dinamiği kendi içinde öldürmek için halkımızın hapsedildiği geleceksizlikten başka hiçbir şeyi ifade etmediğini garantilemiştir. Sokaklar; gerçek yaşamın bütün gerçekçiliğiyle donanmış ve insanı çelikleştiren tecrübeleri verebilecek yerler olduğu yine tarih tecrübeyle sabitlemiştir. Biz artık "kendimiz çalıp, kendimiz oynamak" istememeliyiz. Rahatsızlığımızı, talebimizi ve sesimizi bizim dışımızdaki her yere ulaştırmak için sokaklara inmeli ve sokaklarda mücadele alanları oluşturmalıyız. Bizi bu yolda bekleyen yanılgı; sokak felsefesini ağzına sakız etmiş bir takım yapıların nedense detaylandırmacı bulanıklık ile bizi umutsuzluğa sevk etmesidir. Enerjimizi sömürmek için karşımıza bize benzeyen yapılar ve kişiler çıkabilirler, bu konuda dikkat etmeliyiz: Bir şeyi değersizleştirmek ve durgunlaştırmak için ya sürekli ondan bahsedilir, onun hakkında yazılır, çizilir ama somut hiçbir şey yapılmaz ya da o toplumumuzun adapte olduğu başka bir şeye karşı düşmanlaştırılır. Peki bugün, kendine coğrafyasından bir ivme yakalayarak, diş ile tırnak ile kazınarak başlayan mücadeleler de bu yollar gözlemlenmiyor mu? Elbette gözlemleniyor hemde ikis birden ve yoğun bir şekilde. Bir tarafta halkı için dövüştüğünü ve mücadele verdiğini söyleyen, sürekli yazan, sürekli ama sürekli bundan bahseden ama somut hiçbir kazanıma yönelecek hareketi olmadan içi boş umut pompalayanlar, bir tarafta toplumsal adaptasyonumuzun bize bu coğrafyada kattığı ya da yükselttiği şeylerle (Vatanseverlik, Baskın Ulus İdeolojisi, Devletçilik, Din vs.) bir karşı konum ve bahaneler. Hedefimizi kavrayıp sönümlendirenler veya hedefimize karşı alenen savaş açıp onu öldürmeye çalışanlar bunlar kısaca. İşte bu ikisinin de ciritlerini sürekli ve sürekli attıkları tek yer Salonlar! İnternet salonları, dernek salonları, ev salonları, parti salonları.. Dört duvar ardında, ağzıyla dünya yıkıp, dünya kuranların gözümüzü ve zihnimizi boyadığı salonlardır onlar! Biz en başta hedefimizin sokağı olmak zorundayız, sokakta yanımıza gelmeyenleri veya kendi hedefleri için sokaklara inmeyenleri ciddiyete alıp onların yaratacağı hayal kırıklığına karşı savunma oluşturmalıyız ve emsal teşkil etmek için, hedefimize giden yolu daha fazla kavrayabilmek için sokaklarda, durmaksızın mücadele vermeliyiz.

Peki hedefimizi oluştururken nelere dikkat etmeliyiz?

Birincisi; kim olduğumuza ve ne istediğimize öznel tanımlamalar yapmak durumundayız. Önceki Siyasi Temas ve Örgütlerarası Ortaklaşma [*] yazımda netleşmemiz gereken konularda netleşmeli ve kesinleşmeliyiz, bu konudaki kırmızı çizgimizi; dostumuzun ve düşmanımızın görebileceği şekilde konumlanmalı ve hareketimizin sokak yapısını kendi dinamiğimizin elvereceği biçimde programlamalıyız. Eğer ben, nasıl programlanması gerektiğini de söylersem yazı benim siyasi duruşumda sabitleşir. Ama bunu istemiyorum; ben herhangi bir noktadan başlayacak siyasallaşma ve mücadele verme konusunda bizi salonlara hapseden bütün gerçekdışı söylemlere karşı, kendi gerçekçiliğini yakalayabilmiş herhangi bir örgütlenme hakkında yazmak istiyorum ve hangi örgütlenme olursa olsun; gençliğin potansiyel gücü; halkını yaşatacak iradesidir ve bu irade desteklenmelidir diyorum.

Örgütlenin, hedefinizi salonlardan sokaklara taşırın! Kaderimizi dört duvar ardında çürütenlere karşı; sokaklarda yükselen mücadelemiz ile cevap verme zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmektedir. Bu halkın, sizin iradenize ihtiyacı var.

Share:

Çerkes Soykırımının Işığında Ermeni Soykırımı


Parmağı kesilenin halini en iyi, parmağı kesilen anlar değil mi? O zaman yüreğinizi iyi açın ve dinleyin: Ermeni Soykırımını anlamak zorundasınız ve bu algınızı yönlendiren devletçiliğinizden sıyrılarak, acılarınızın sizi kardeş kıldığı noktada buluşmak ve bir daha hiçbir halkın sizin acı tarihinize benzer bir tarih yaşamaması için mücadele vermek zorundasınız. Ey Ermeni ve Çerkes Halkının aydınları, işte bu-da tarihten aldığınız tecrübeyle insanlık adına boynunuzun ortak borcudur; bu borcu halkınıza ve insanlığa yakışır biçimde ödeyin!

SOYKIRIMI LANETLEYİN.

Bir Ermeninin acısını en iyi anlaması gereken kişi bir Çerkestir. Çünkü savaşın çirkinliği; yaşayanları aynı zulümün eteklerinde, aynı acıyla, aynı sona taşır durur. Çünkü kendi halkına yapılmış zulümün başka halkada yapılmış olabileceğini en iyi onlar bilirler.

Bu noktada;

Zalimin kim olduğunun bir önemi yoktur, bunu önemlileştiren tamamen algımızı yöneten sistemdir. Burada, mazlumun çektiği acılar önemlidir ve zalim hangi adı kullanırsa kullansın zulüm etmiştir ve mağdur hangi dilde ağlamışsa ağlasın; zulüm görmüştür.

Zalimler Zalimlerle,
Mazlumlar mazlumlarla..
onlar bi taraf,
biz bi tarafız..
ya zalimler kazanacak bu savaşı
ya mazlumlar..

Share:

Siyasi Temas ve Örgütlerarası ortaklaşma


Eminim ki, içimizde kendini gökte görüp herşeyi bilen birileri hep var olacaktır. Bunun tarafları değişebilir, tarafları mühim değil; deli de bizim delimizdir, aptal da bizim aptalımızdır.. nihai olarak düşünüldüğünde; öbeğine oturduğumuz kimlik ve sınıfın hangi yönle gelirse gelsin kazanımına ve kaybına mecburi ortağız. Birbirini karşısına almış ve tribünlerine oynayan düşüncenin oyuncağı olmadığımızı sanıyorum. İlkesel olarak bakıldığında mutlaka kişilerimizden, örgütlerimize değin farklılıklarımızın olacağını en başta kabullenmeliyiz.  Fakat bazı konularda netleşmeli ve samimileşmeliyiz. Muallak kalan herşeyi karşılıklı olarak sabitlemeliyiz, bu bir zorunluluktur.

Netleşmemiz gereken zaruri konuların listesi çok net;

Biz, kimlik etrafında toplanan bir örgütlülük müyüz ve hangi kimlik etrafındayız? Kimliğimizin, mevcut bulunduğumuz ve faaliyette olduğumuz yerlerdeki diğer kimliklerle ilişkisi nedir ve nasıl olmalıdır? Burada acaba bir hata içerisine düşmüş müyüz, hata içerisine düşülebilecek riskli konular nedir?

Mesela;

A- Çerkes kimliğimiz bizim için tam ve net olarak neyi ifade etmektedir? Çerkeslik eksenli oluşturduğumuz "içselleşmiş taleplerimiz" ne kadar kapsamlı ve detaylı? 
A1- Çerkes kimdir?
A2- Çerkesce nedir?
A3- Çerkes Soykırımı neyi ifade etmektedir?
A4- Çerkesya neresidir?
A5- Çerkes içsel taleplerimiz nedir?
A6- İçselleştirilmiş Çerkes Taleplerimizi oluşturan toplantıların tutanakları var mı?

B- Çerkes kimlikli yapılaşmamız, diğer kimliklerle politik olarak uzlaşırken hangi elekleri referans almaktadır?
B1- Yaşadığımız coğrafyanın baskın ulus anlayışı
B2- Yaşadığımız coğrafyanın ezilen ulus anlayışları?
B3- Batı Demokrasisi?
B4- Kendi Kimliğimizin tarihine dayalı tecrübe?

C- Çerkes kimlikli yapılaşmalarımız hangi ideolojik donanımları barındırmalı?
C1- Milliyetçilik (Diasporası olduğumuz ülkenin)
C2- Milliyetçilik (Xeku'ya dayalı)
C3- Vatanseverlik (Diasporası olduğumuz ülkenin)
C4- Vatanseverlik (Xeku'ya dayalı)
C5- Sosyalizm (Enternasyonal)
C6- Sosyalizm (Lokal)
C7- Liberalizm

ve işin esası, yukarıdaki sıralamalar kimliğini öbekleştirdiğimiz örgütleşmelerimizin bunları kaçamak tutmak yerine; açık ve net şekilde söylemesi gerekiyor. Mesela; C2 ile C5'i UKKTH ile bir arada durabilir mi? ama C6 ile C2 arasındaki çatışmalar öngörülebilir mi? C6 ile C5 arasındaki benzeşme ve ayrışma nedir? Peki bir kimlik ile bakıldığında bile C1 yada C2 ekseninden ne kadar sıyrılmışça diğerlerine adapte olabilmekteyiz.

Tabi C ile başlayan maddelerden önce, A ve B ana ve alt maddeleri üzerinde örgütlerimizin birbirine netleşmeleri gerekiyor. C maddeleri üzerine örgütlerarası tartışma platformları ancak A ve B maddelerinin netleşmesiyle oluşturulabilir.


Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler