Delirmiş bir çağın içindeyiz.


Belki algımızı oluşturan, bir görüşe dönüşen ve yaşamlarımıza akan tüm pak- kapsayıcı ve çözümcü bir bakış açısının sahibiyiz. Savaşıyoruz.. Savaşımız Tanrının kutsal savaşı değil, ulusumuzun kendi refah savaşı değil; savaşımızın -insanın, yaşama tılsımıyla yüreğine uzanan -onur- savaşı-! Savaşımız; zalimin karşısında mazlumun direnişidir. İnsanoğlunun kavimlere, medeniyetlere, uluslara bölünüşü; her birinin kendi refah seviyesini arttırmak için bir diğerine açtığı savaşın parçası olması; aidiyetin yaşamaktan uzaklaşıp, yaşatmaktan bahsettiği insanoğlunun ilk mülkiyet kavramları, bunlar deli zırvalığı. İnsanın-da, yaşayan herşey gibi ilk görevi; yaşamaktır. İnsanoğlunun kimliği yaşamdır. Yaşamak için tüm doğalkaynakları ele geçirip, onları başka canlıların(insanlarda dahil) varlığından temizlemek mi gerekiyor? Elbette bu saçmalık, Doğalkaynaklar; sadece birilerini daha zengin kılmak için zaptediliyor... Birileri daha zengi olsun diye, asla zengin olamayacak birileri; milliyetçilik adı altında başlayan bir başka deli zırvalığı yüzünden ölüme neredeyse koşarak gidiyor. Biz asker değiliz, insanız! Ne tanrının, ne de bir halkın askeri değiliz. Biz insanız! Babamızın yumurtalıklarından, anamızın kucağına düştüğümüz, anamızın kucağından ayağa kalkıp, ilk arkadaşlar edindiğimiz ana kadar bütün arzumuz yaşamaktır.  Hiçbir şeyi bencilce tüketme hakkımız yoktur. Akan suları zaptetmek, ağaçları kesmek, toprağın içini boşaltmak, kendi yaşamımızı kolaylaştırmak için, kendi yaşamımızında parçası olduğu doğayı zehirlemek, diğer canlıların özgür yaşama iradelerini tanımamak, bunlar insanoğlunun tarihte yazdığı sözcükler içinde en masumane olarak ancak "faşizm" olarak tanımlanır. Daha az emek verip, daha çok elde etmek isterken; çocuklarımıza lazım olan hayatın içini boşalttığımızı göremiyoruz, çünkü bu deli saçmalığının içindeyiz ve hepimizi tımarhanelerde yetiştiriyorlar. Onların ulusal tarihleri, dini savaşları; onların mülkiyet kavramı ve refah yaşam öğretileri.. beynimizi yıkıyor. Beyni yıkanmayan tüm canlıları seyredin, yaşamak için ne gerektiğini gösteriyorlar. Doğumun, ölüme uzanan yolunda; yaşamın amacını burnumuzun dibinde sergiliyorlar. Biz bize yetmeziz gibi, bir-de onlara uzanıyor pisliğimiz. Bunlar hep deli zırvalığı. Delirmiş bir çağın içindeyiz.


Share:

Sakallının günlüğü.


Yıllanmış varlığını incelediğimiz-de sakalın kerametine- mutlaka rastladığımız oluşumların, kör-topal da olsa nihayet! bir yerden harekete geçebilmeleri belkide teselli kaynağım olabilir.
Malum; işçiye ölümün helal olduğu ama patrona kar hırsının bir türlü haram olmadığı senelerin belkide içinde-bilinçle yaşadığımız en dehşet verici zamanlarındayız. Yanıbaşımızda insan kanının oluk oluk aktığı bir coğrafya, insan başı kesmenin normalleştiği çağ, tecavüzün, alıkoymanın şahlandığı bir dönem geçiriliyor. Bu çağda; açlıktan ölmek pahasına, susuzluktan ölmek pahasına, tarihini, yaşamını, anılarını, bazen çocuklarını, bazen annelerini bırakarak bir "göç" oluşturmuş. Buna göç yazmakta benim patavatsızlığım. İşte Çerkes halkı; bugün içinde bulunduğu legal politik organizasyonun, yanıbaşında halka biçtiği hayata mercekle baksın. Baksın da; 1864te kendi halkının yaşadığı zulümü izleyebilsin. O zamanlar şimdi ki kadar kameralar yoktu, kaydedilemedi belki; ama inanın dünyanın bütün savaşları birbirini andırır. Bugün yanıbaşında ölümden kaçan halk, ölen halk, zulümü gören halk Kürtlerdir, Araplardır belki.. ama bu halkların ne yazık ki kaderi; 1864 yılında Çerkeslere, Abhazlara yapılanla birebir. Diller farklı, ağıtlar başka.. zalim aynı zalim (iktidar) mazlum aynı mazlumdur (halk). 1864'te, dilini bilmediklerini, daha önce hiç gelmedikleri topraklara gelerek, açlıktan-hastalıktan ölen Çerkesler (Bknz: Talihsiz Çerkeslere İngiliz Peksimeti), yoksulluktan kadınlarını hareme satan kimseler (Bknz: Osmanlı'da Çerkes Köleler).. bugün 2014te; Çerkeslerin 150 sene önce çağın şartlarıyla yaşadıkları zulmü revizyon geçirmiş şekilde Kürtler, Ezidiler vs. yaşamaktadır. Biz isteriz ki; bu haksızlığa karşı ses çıkarılsın, mücadele verilsin. Bu haksızlık hasıraltı edildikçe; savaştan kaçanların, açlıkla ve yoklukla yaşadığı bu ülkede; ölüm riskinin çok yüksek olduğu şantiyelerde çalışmayı "koşa koşa" kabul edenler de çok olur, patron bu çokluktan güçte alır, proleterya'nın "üretim" gücü de zayıflar. Görüyorum ki; sakallı, daha önce girilmemiş bir yoldadır, isterim ki orada kalsın. Orada kaldıkça; muzaffer amacımızın bizi birbirimize iteceği günde yaklaşır elbet. Nihayet; salonun yasakladığı "sokak" taşmıştır artık. Salonlar can sıkıcı yerlerdir, nihayete ancak sokakta varabilirdik. Görüyoruz ki; yakınızda. Ancak dikkat etmekte fayda var, yaşadıkları şehir gibi kapitale dönüşen göbekli bürokratların zehri; sokağı hep el altında tutmak ister. O halde; gençlik, içeriden-dışarıya karşı.. her yerde direnişe geçmelidir. O günde yakındır artık.

Share:

İhtiyarların dünyasında...


Babamız herşeyin bizim için olduğunu söyledi bize, muhtemelen bizde babamızın bu davranışını çocuklarımıza aktarmak üzere yetiştirildik. Babamıza; herşeyin ailemizin de selameti için olduğunu söyledi devletimiz.. Devletimiz; ailemizin teminatı olarak tam yerini aldı babamızın kafasında; devlete hizmet etmeli, vergi ödemeli, çağırdığında gerekirse ölmek için gitmeliyiz. Sanki kitleleri ölüme sürükleyen ve dünya üzerinde milyonlarca öksüze neden olan, yüzbinlerce ailenin parçalanmasından sorumlu olan tek şey; devlet zekalı çıkar mekanizmaları değilmiş gibi. "Ağaç yaş iken eğilir" der bir atasözü; devlet kavramının bu coğrafyadaki gelenek algısı tamda budur. Çocuklara yönelik şiddetli propaganda! Neden; çünkü birey, henüz dışarıyı keşfetmeye başladığı andan itibaren, devletin çıkarlar uğruna yarattığı "gerçeklik" algısını kazanması gerekir. Yoksa; burjuvazinin herhangi bir çıkar savaşında, birilerinin servetini koruması veya arttırması uğruna vahşice insan öldürecek askerleri nasıl yetiştirebilir? Üstelik kapitalist modernitenin yarattığı algıyla birlikte yürüyen gelenekçi devlet halkı aptal yerine koymanın daniskası iken.. Düşünsenize; sokaklarında açlık çeken insanlara bile bir kab yemek vermeye aciz, kendi ekonomisi perişan halk yığınları; burjuvazinin çıkar savaşında asla elde edemeyecekleri bir serveti korumak için ölmeye gidebilirler. Evet; ihtiyarların dünyası.. çocukken esir edilen yaratıcı-keşfin; tam anlamıyla törpülenerek, ağacı yaşken eğme işlemiyle bunu mümkün kılar. Bu dünya; çocukların psikolojisine şiddetin en yoğununu uygulayan ihtiyarların elindedir, ihtiyarların dünyasında bütün çocuklar işkence altında tutulan özgür algıları sarsılan, yok edilen esirler sayılırlar.
Share:

Teoride "yerden 5 karış havada" Pratikte "yerin dibinde"

Örgütlülük, kişisel becerilerin bir araya gelme tesadüfünü hızlandırmak için yapılmaz. Örgütlülük; temelde bir amaç için, bir hedefi misyon edinen ve o misyona ulaşabilmek için mücadeleyi organize eden başlı başına bir öz disiplin ve öz yönetim halinin koordinasyon halinden başkası değildir zaten.  Ama bu durumu çok çetrefilli bir şekilde, misyonun; kendine çağırdığı insanları ürkütecek şekilde karmaşıklaştırmakta, "amaç" ları doğrultusunda bir "örgüt"ün ancak kendi tercihi olabilir. Fakat misyon konusunda bile ortaklaşamayan kişilerin, gerçeğe hitap eden bir salt bir amaç etrafında nasıl birleşemeyecekleri konusunda bakıldığında, bu tip insanları birbirine zorlayan ve anlaşılabilir bir dile döküldüğünde "slogan"dan öteye geçmeyecek söylemleri, kullanılan dilin insan aklındaki etkileri konusunda önümüzde inceleme olarak duracak ve bizim için birbirine zorlanan insanlar ile birbiriyle buluşan insanlar ikileminin "tam" ayrımı olarak duracaktır.

Örgütlülük, üslup, teori ve pratik olarak konumuzu Çerkesliğe indirgeyelim.

Yaşanılan bunca pratik deneyim tüm arkadaşlarımıza bazı fikirler verdi ve vermeye de devam edecek. Özellikle; teorik olarak kendini geliştirmiş ancak pratik olarak çok eksiği bulunan arkadaşlarımız; bugüne kadar okuyarak bildikleri herşeyi yaşayarak sınamaya başladılar. Bu biraz sancılı bir dönemdi ve elbette hiçbirimiz çok kolay günler yaşamayacağımızın da farkındaydık. Birbirimize birgün yalan atmadık, tartıştık-kavga ettik ama küsmedik. Harekette genel sorumluluklarımızı hep birlikte belirledik, belirlenen bu sorumlulukları hiç kimse atomize edip birilerine dayatmadı; herkes yapabileceği kadarını kendi üstlendi ve gayette başarılıydı. Gecikmeler, aksamalar, yavaşlamalar; başka saçma sapan insanların söylediklerini kafaya fazla takıp üzülmeler, kırılmalar oldu; ama hep birlikte, birimizin eksik kaldığı yeri bir diğeri tamamlayarak geride belirlediğimiz sorumluluklardan birini bile eksik bırakmadan bugüne ulaştık. Bu organik bağlar ile, öz disiplin kavramsallığımız; tüzük örgütlenmelerin yapay olan bütün kudretsel duruşlarına, beton gibi dikilmiş ama ağırlığından hareket edilmeyen ilkelerine karşın; amaçtan zerre sapmadan, hedeften milim oynamadan pratik bir hareket kapasitesi kazandırdı bize. Bu yaptığımız; örgütün organik haliydi. Herhalde örgütün geleceğini öz fedakarlığın tesadüflerine bırakmayacağız; referans olarak bizi birbirimizle buluşturan "enternasyonalizm" bunu içselleştirmek için daraltıp temsil etmeye gönüllü olduğumuz "Çerkeslik" ve yaşadığımız coğrafyanın mücadele geleneklerine uygun, enternasyonal ölçekte; "adalet, eşitlik ve özgürlük" isterken bunu özellikle "Çerkes" olarak yapabilmek için "kardeşlik, dayanışma" kavramlarını kullanacağız. Bunu başaracağız, kritik sayımızın bir önemi yok ve sanılandan daha da kalabalık olduğumuz artık fark edilir bir durumdadır. Kısacası; Başlık atıp, ilkeler belirleyen ve o ilkelerin içini doldurmak için didinirken kilitlenen, örgütsel niceliğe, nitelikten daha fazla önem gösteren örgütlülüklerin aksine; uyumlu ve dayanışabilen niteliği yakalamış insanların bir araya gelerek bu "enternasyonalizm"den "çerkesliğe" daralan bu amaç için örgütlenerek; birikimsel ilkelerin bu doğrultuda buluşmasını ve hareket etmesini sağlayabilmemiz bizim için başarıdır. Hiç kimse taşıyamayacağı bir ilkeye zorlanmamış, kapasitesi olmayan insanlara işkence mahiyetine varacak ilkesel teyammül fetişizmi yaşatılmamıştır. Teyammül fetişleri; teorilerinin çıtasını bir hayli yüksek tutarken, bunu pratiğe dökme (dökememe) konusunda yerin altına saplandıklarını her halleriyle gösteriyorlar. Kaldı ki; tüm ilkesel duruşlara rağmen, normal şartlarda yanyana gelemeyen ve uzlaşamayan insanların "çerkes" ağırlığıyla "akp karşıtlığı" gibi daracık bir yerde buluşabilmeleri de şahsen bana çok enteresan geliyor.

Yakaladığımız ivme, açtığımız yol ve bu yolun şuanlık cezbediciliği; ulusal (çerkes) hareketin diaspora kanadında fark edilmiş ve tartışmaya açılmış durumda. Ben ve ÇSD-Aktif hiçbir arkadaşım ulusal bir mücadele vermiyoruz, ancak dayanıştığımız ya da bizzihati başını çektiğimiz temasların ulusal mücadele veren "çerkes" hareketlerine ilham vermesinide eleştirecek değiliz. Aksine; batağa saplanmış "Çerkes Milliyetçiliğinin(Türkiyede)" milliyetçiliğin tüm sağlıksızlığına rağmen, kendi öznel zeminini yakalaması ve bu durumun tecrübe edilerek atlatılmasınıda gerekli buluyoruz. Türkiye'de Çerkes Milliyetçiliğine soyunan kesimin Türkçülük yapması, Çerkes Milliyetçilerini düşündürmelidir ve diaspora olmanın onları taşıdığı zemin değerlendirilerek kavramsal netleşme için Türk Milliyetçiliği işe Çerkes Milliyetçiliği ayrıştırılmalıdır. Çerkes Milliyetçiliğinin neden Kürt düşmanlığı olmaması gerekliliği de tartışılmalıdır. Bir üslup yakalanmalı, bu üslup savunulmalı ve gerçek netleşme konusunda gerekirse kırıcı ayrışmalar bile göze alınmalıdır. Bu elbette milliyetçilerin tartışmasıdır ve ne yapacakları kendi tasarruflarıdır. Bizim irdelememiz, tartışmaya açmamız gereken konu; mücadele verdiğimiz "tekçi devletin" zihniyetiyle hembir olmuş "herkes çerkes" şiarını sanki solun gerçekçiliği gibi savunanlar olmalıdır. Biz farklılıkların, birbiriyle dayanışma içerisinde olmasını savunuyoruz; ama dayanışmak için ödün vermeyi/verdirmeyi benzemeyi/benzetmeyi reddediyoruz. Örneğin; hepimiz türküz dediğimizde, kimliksel bir sıkıntının kalmayacağı bu ülkede neden çerkes kimliği için örgütleniyoruz? Çünkü "ne mutlu türküm" diye bizi asimile eden bir sistemle savaşıyoruz. Kendini Çerkes, halkını da Çerkeslerin bir boyu sanan Oseti, Abhazı görünce bu bizim ayıbımızdan başka hiçbir halt değildir. Bunu anlamalıyız. 

Pratiğin bizi çıkardığı yol, bizde bıraktığı tecrübe; kudretli teorilerini yerinden kımıldatacak enerji bulamayan yıllanmış örgütlere de ilham kaynağı olmalıdır.









Share:

Duvarlara saldırın!

Bizi, içimize zorlayana ve kendi kendimize çürümemize neden olanlara bakın arkadaşlar. Bugün, resmi tarihin en acımasız neferliğine soyunan kişiler, resmi parlementonun milletvekili olan, hatta yarın cumhurbaşkanlığı seçimine girecek bir adaya destek verdildiği için çıldırmışa döndüler. Tüm yoldaşlarında hemfikir olduğu gibi; "otomatik asker-polis" zihniyetiyle donanmış bu insanlar; ışığımızın etrafına örülmüş duvar kafalardan başkası değiller, bu duvar kafaların canını acıtan şey; 150 senedir sakat bırakılan acınası yarım zekalarını zorlayan girişimlerimizdir. Öyle ki; kendilerini zehirleyen resmi tarihin temsilcisi devlet ideolojisinin bile sınırlarını belirleyen "anayasa"ya uygun girişimlerimiz dahi; onların karanlığını yaran ışık zümresi olmayı başarmış vaziyettedir. Bunun tek bir anlamı vardır, onların cehaletleriyle kararttıkları halkımızın geleceğinde, onların karanlıklarını parçalayan ışık kaynağı belirginleşmiş vaziyettedir. Acınası vatan edebiyatlarının, yalan tarih ajitasyonlarının, kendilerini yara gibi saran ve kanatan ucube milliyetçiliklerinin sonunu hızlandırmak için, geleceğimizde; dünyanın bütün halklarıyla eşit, özgür ve dünyanın bütün insanlarına adil bir yarının kavgasını güçlendirelim. Halkımızı zehirleyen, inkar eden başkalarının bize biçtiği siyasete son verelim; bir sonraki jenarasyona daha ileriye gitmeleri için bir ışık gösterelim arkadaşlar! Bu hepimizin halkına ve insanlığa borcudur! 

Duvarlara saldırın!

Share:

Düşünceyi eyleme geçirmek


Çerkesya'da ırkçılık ve faşizmin kurbanı gençler, bugün oradan-buraya uzanan bu acıya yaklaşımımız; bizi "Çerkes" ekseninde netleştiğimiz kadar harekete geçiriyor. Kurbanın milliyetini ve dinini asla sorgulamayacağız elbette, ama örgütlülüğümüzde bir "Çerkes"likte varsa; faşizmin kanlı elleri arasında katledilen Çerkesler içinde asla susmayacağız. Bugün, istediğimiz adalet, istediğimiz eşitlik ve özgürlük dünyanın bütün halklarıyla birlikte Çerkes halkı için"de" değil midir? O halde, halkımız için istediğimiz değerleri, en başta bu halkın bireyleri olarak konuşmak, halkımızın uğradığı zulümü eleştirmek, halkımızın haklarını aramakla başlamalıyız yola, ama en başta; halkımız kavramını; hiçbir açık bırakmayacak şekilde netleştirmek gerekiyor.

Bir düşünce taşıyoruz, bu düşünce bugün yüreğimizden kalemimize, kalemimizden ağzımıza ulaşmış vaziyette. Bu düşünce; karanlığı, bulanıklığı, bilgi kirliliğini, sebepsizliği ve hedefsizliği reddediyor. Bu düşünce; artık kendini eyleme geçirecek yolları keşfetmiş, kendini eyleme geçirecek inancın temellerini bitirmiş vaziyettedir. Düşünceyi eyleme geçirmek, somut değerler üzerinde geleceğimize kazanımlar sağlamaktır. Bu yüzden şunu iyice içselleştirmeliyiz; netleştiğimiz kadar gerçekleştirebileceğimiz şeyler vardır.

Çok eskiye değil, biraz yakına dönük bakınca; üzerine politika yapılmayacak ama değerleri kendine "Çerkes" diyen herkesin değerleriyle örtüşen iki gencecik insan, -ki biri; halkı için mücadele eden bir aktivist- azgın bir faşizmin kurbanı oldular yakın tarihte. Aşine Timur ve Timur Kuashev.. Bu iki cinayet "anti faşist" değerler taşıyan bütün örgütler için ciddi birer vaka, aydınlatılması için mücadele verilmesi gereken dava ve faşizmin potresini çizmek için eşkaldir. Ama en çokta; "anti-faşist" değerler üzerinden "örgütlenen" "Çerkesler" için çok önemlidir. Hatta "yurtsever" "vatansever "milliyetçi" değerler üzerinden "örgütlenen" "Çerkesler" içinde önemlidir. Ama ne yazık ki; bu iki cinayet; üzerine politika yapacak kadar malzeme vermediğinden, bir çok kendini örgüt sanan topluluklarca görülmemektedir. Neden politika yapılamamaktadır? Çünkü; Çerkes kavramsal varlığının net bir tarifi verememek, bu iki cinayetin kurbanlarının salt Çerkes kimliğiyle bize ulaşan değeri, yurdumuzdan uzaklaşmamız ve genelde politika eksenini yaşadığımız coğrafya ile hizalamamız bu iki vakayı; sansasyonal bir politika yapamayacak diye üzerine durulmaz. 3 Çerkes'in bir CB adayı ile fotoğraf çektirmesi, 2 genceci Çerkesin faşistler tarafından öldürülmesinden daha korkunç gözükür. Diaspora Çerkeslerinin gündemini bombalayan son 2 hadise; 21 Mayısa HDP'nin gelişi ve Çerkesler Selahattin Demirtaş'ı destekliyor pankartıydı. Ama Aşine Timur'u linç ederek öldüren ırkçıları protestoya sadece 11 kişi gelmişti. Gelen 11 kişinin 11'i Çerkes de değildi.

Bu yakın zamandan verilen örnekler, "eyleme" dönüşecek "düşünce" üretemeyişimizin adeta tablolarıdır. KAFFED, eyleme dönüşecek hiçbir düşünce barındıramamaktadır. ÇERFED'i ise konuşmaya bile lüzum yoktur. Bu iki federasyonun güdümündeki kişi ve kurumlar ise; ya nefret dilini yükseltmekte ya da politik dansözlük yaparak herşeye kıvırmaktadır. Oysa, eyleme geçecek düşünce; düşüncesi etrafında toplanacağımız gerçekliğin netliği kadar güçlü olabilir. Biz bugün burada; Çerkes halkının, yakından uzağa bütün halklarla eşitçe; özgür ve adil bir dünyada yaşaması için bir düşünceyi eyleme geçirmek istiyoruz. Çerkesiz ve Çerkesliğin ne olduğu konusunda son derece samimi ve net vaziyetteyiz. Bizim Çerkesliğimiz; bizi ne Kürtlere, ne Türklere, ne Abhazlara, ne de başka halklara düşman yapıcı bir sebep değil, askine hepsiyle kardeş olmak için bir fırsattır. Bir kardeşlik ve dayanışma söylemiyle hem kendimiz ne olduğumuzu bilerek hem de karşımızdakini olduğu gibi kabul ederek bir mücadele verebileceğimizi düşünüyoruz. Bu düşünce; eyleme geçiyor. Eyleme geçen bu düşüncede;

Çerkes halkının her bireyinin uğradığı haksızlığı teşhir etmek, bununla ilgili mücadele vermek, peşini bırakmamak bizim Antifaşist değerler üzerinde örgütlenen tüm Çerkes örgütlerinin birinci ödevi olmalıdır. Çerkes halkının var kalabilmek için gerekli olan haklarını savunmak, bu uğurda mücadele vermek, örgütlülüğü yükseltmek ve politika yapmakta öyle. Ama tüm bunları yaparken; Nefret dilinin, savaş söylemlerinin büyük birer yanılgı olduğunu unutmamak, intikamdan öte adalet ve eşitlik istemek olduğunuda bilmek gerekir.





Share:

Penisli Devlet ve Kadın

Devlet, penisli devlet halinde; kadını tanımlıyor. Neymiş; kadın kahkaha atmayacakmış, kadın iffet sahibi, yemek yapan, doğuran, emziren olacakmış. Aynı penisli devlet; kürtajı da yasaklamış, tecavüzle hamile kalan kadına bile, o çocuğu "doğuracaksın" demişti. Hemcinsleri tarafından şiddete maruz kalan kadınları da sistemli olarak korumamış ve ölümü onlara "hak" biçmişti. Biz; kadın adına konuşmayacak kadar erkeğiz. Patriyarka'nın bize sağladığı her türlü ayrıcalığı kullanırken, bunu kullanamayan kadınlar için bir defa bile dövüşmeden, kendi içimizdeki diktatör erkeği durdurmadan, onu yokoluşa mahkum etmeden; erkekliğimizi yaşamın sokaklarından, ormanlarından, akarsularından, dağlarından çekmeden de; kadın adına konuşamayız. Eğer konuşursak; bu ikiyüzlülük, bir sol-siyaset ve propagandadan ötesi sayılabilir mi? İçimizdeki erkeğe karşı savaş açmak, onu yaşamımızda indirgediğimiz heryerden uzaklaştırmak, aklımızı ve erkekliğimizden eleklenerek bize sunulmuş tüm haklarımızı reddetmeliyiz. Penisli devlete karşı; en acımasız söylemler revadır, çünkü bu devlet; penisini hayatımıza dayamaktan ve bütün canlılığa tecavüz etmekten hiç geri durmuyor! Şimdi bu devletin, bir sulugözü; sözüm ona kendi iğrenç dünyasında yetişmiş bir kadın şablonu çizerken "kızmanın ötesinde en fazla acıyabilir"miş bize. Öyleyse; bizde bu penis kafalıya acımanın ötesinde en fazla savaş açabiliriz! diyoruz!

Share:

Soru, İtiraz ve Talep..


Kendine soru sormadan, cevap vermeye alışma sakın; asıl cesaret kendine sorduğun sorulara cevap arayabilmekle başlıyor çünkü. Toplumumuzun genel hastalığı, kendine sormadığı soruların olmasıdır ve bütün sorunun esas kaynağıda burada başlamaktadır. Birileri, sanki bütün sorular sorulmuş ve sanki bütün cevaplar verilmiş gibi konuşuyor. Kalıplaşan cevaplar; işin kökeninde Adığe halkının diasporası, kendine hiç soru sormamış bir halktan ibaret. Hiç sormadığı sorulara ise nereden geldiği bilinmeyen onlarca cevabı var. Biz, sorusu olmayan bu cevaplara teslim olamayız. Sorusu olmayan cevaplar taşıyanlarda bu halkı asla temsil etmemeli, onların halkımızın için söylediği her sözün altında; aşağılık bir devşirme milliyetçiliği vardır. Devlet dini var. Devlet devrimciliği vardır. Devlet adaleti vardır; ama Devletin ne dini, ne devrim ne de adaleti yoktur. Devletin; doğası gereği çıkarları, ekonomisi olur. Peki yeterlilik arz eden sabit sorular mı var? Hayır.. Sorular asla sabit değildir ve asla elde olan sorular ile yetinilemez. Ancak; gerçek sorulara karşı aranan cevaplar, üstünde yürünmesi gereken yol hakkında daima ipucu verir. Mesela; halkı için ne istediğini sormalıdır evvela insan; zenginlik mi, fakirlik mi? ilim mi, bilim mi? Adalet mi, zorbalık mı? Özgürlük mü, kölelik mi? Eşitlik mi, eziklik mi? bunlar temel sorular.. Sonra ayrıştırmalı; zenginlik nedir diye sormalı; başka bir halkı sömürerek elde edilen altın mı? Petrol mü? senetler, çekler mi? Peki ya fakirlik; salt ekonomiksizlik midir? Ya adalet? Adalet neyin tarifidir; kendi için istediğini, başkası için hor görmek adalet sayılabilir mi mesela? Zorbalık.. zorbalık nedir? Bir halka dilini çok görmek, onunda en az senin kadar fedakarlığı olan bir kolektifte; onun bütün emeğini hiçe saymak zorbalık sayılmaz mı? Özgürlük nedir, kölelik nedir mesela; eşit derecede katkılarımız olduğu halde; kültürel desteğin tek bir halka akması, tek bir halkın dil biliminin gelişmesi, onun dilinde, onun elindeki iletişim kaynakları? bu sorular çok uzun cevaplar gerektirsede, aslında bir kaç kelime bütün bu soruların özetidir. Bütün bu sorulardan önceki temel sorumuz ise, tamam biz; adalet, özgürlük, eşitlik istiyoruz ama.. ya hakkaten biz kimiz? olmalıdır. Olayları kategorize ederken, Kürtlere Terörist - Türklere kahraman derken acaba biz hangi zihniyetle bunu seslendiriyoruz. Meydanlara çıkarken ve Çerkesler diye bağırırken, duvar yazılaması yaparken, makaleler, talepler oluştururken herşeyden önce ey arkadaşlar, Çerkeslik hakkında net bir cevap bulabiliyor muyuz? Sorular çok önemli. Doğru sorular ise zaruri, cevaplar ise tam anlamıyla hayat-memat meselesidir. Cevaplar; yolumuzu aydınlatacaktır. Soruları sorduktan sonra; bugüne kadar bizim adımıza, hiçbir sorusu olmayan ve içi cevap doldurulan birşeylere mutlaka itiraz edilmelidir. İtirazın, yedeğini hatalı almış bütün hareketlerimizin içinde koşturan, iyi-saf niyetlerle emekler veren, halkı için düşünen, çabalayan ama sorusu olmayan cevaplara mahkum edilen tüm Çerkes entelejansiyasının görevidir. Bu entelejansiyanın halkı için taşıdığı sorumluluklar büyük, gerekli ve başkasına bırakılmayacak kadar önemlidir. Yeteri kadar itiraz edilmediği için, en büyük örgüt dediğimiz KAFFED, kendi sorularıyla ayrışamıyor; cevapları netleştirip tekrar birleşemiyor. Birinci görevimiz; bu sorusu sorulmamış cevaplarla yanyana duran, net olmayan yapının içinde bir arada durmaya zorlanan farklılıkları ayrıştırmak, doğru sorular üzerinden netleşerek gerekirse tekrar kavuşturmaktır. Olacağından korkulan şey, olmakta bulunandan daha vahim değildir.. Yalan-yanlış bilgilerle; farklılıkları birbiriyle harmanlamak.. onları bir arada durmaya, gerçekleri saklayarak zorlamak; orada bulunan bütün halklar için bir utanç meselesidir. Bu ayıp yok edilmelidir. Bugün; farklılıkları tekleştirmek isteyen zihniyetle mücadele verirken eleştirdiğimiz şeyi, kafkas halkları üzerinden biz uygulayamayız. Normal şartlar altında; dayanışma göstermeyeceklerse; bu şartlar altında gösterdikleri dayanışmadan daha onurludur en azından. Orada bulunan her Adığe'nin; Abhaz, Çeçen, İnguş, Nogay, Kumuk, Oset halklarını Çerkesleştiren zihniyete itiraz etmesi gerekiyor. Onların kardeşliğini, onlarla dayanışmayı, onlarla işbirliğini ve farklılıkların birbirlerini kabul etmesini inkar etmeli demiyorum; oradaki farklılıkları tekleştirmek isteyen faşist düşünceyi inkar etmeli diyorum. Bu netleşme; sonucu ne olursa olsun sağlanmalıdır. Bu sağlanamadıkça; sağımızda bizi Türkleştirmek isteyen zihniyeti inkar ederken, solumuzda diğer halkları Çerkesleştirmek isteyen zihniyeti savunarak hep bir paradoks içinde olmaya mahkum edileceğiz. İtiraz sadece pan-kafkas zihniyete değil; itiraz aynı zamanda Türkiye'nin devlet ideolojisine de olmalıdır. İtiraz; nefret ağzını kullananlara karşı da olmalıdır. Bizler Türk-Kürt savaşının hiçbir tarafı değiliz. Bizler; 150 sene önce kaybettiği savaşla, kendi ülkesinde kılıçtan geçirilen, osmanlı-çarlık antlaşmalarıyla bu coğrafyaya sürülen, aç kalan, hastalıktan ölen ama yinede hayata tutunan Çerkes(Adığe) halkıyız. Bizim kendi sorunlarımız çözülebilmiş değil, hatta artmış bir vaziyette. Bu durumda, kanayan yaramızı tahlil etmek zorundayız. Diasporamızın kanayan en büyük yarası; asimilasyondur. Bir halkın kimliği dilidir. Bugün asimilasyonun sonuçlarıyla dilini unutan gençliğimizin en temel sebebi biat zihniyetidir. Biat zihniyeti; bugün halen bütün çirkinliğiyle, hiç utanılmadan dillendirilmekte, dayatılmaktadır. Bunu yapanların hemen hepsinin Çerkes olması ise en vahim durumdur. İçimizdeki biatçıları, Çerkes siyasi konumlanması içinden tasfiye etmek, onların gençliğimizin içinden söküp atmak zaruri bir durumdadır. Biat zihniyeti, Çerkes kültürünün en acımasız katilidir. Bugünlerde; Çerkes halkına kimlik veren dili için mücadele vermenin belirli şartları, bu şartları oluşturan gerçekliği vardır. 77 milyon insanın yaşadığı Türkiye'de 3-4 milyon civarı nüfusumuzun tek başına yapabileceği hiçbir şey yokken, bizimle aynı dertten muzdarip otokon anadolu halklarının mücadelesiyle ortaklaşmak; dilde, dinde, kültürde özgürlük, eşitlik ve adalet talep etmek; kanayan yaramızın şu şartlar altındaki tek çözümüdür. Esasta; bu çözüm yaramızın kanını durdursada o yarayı asla tedavide etmeyecektir. Yaramızın tedavisi; Çerkesya'dadır. Çerkesya'ya ulaşabilmenin tek yolu ise diasporada kültürel birlikteliğin siyasi duruşumuza yön vermesini engellemek, diasporayı ulusal menfaatleri etrafında politize etmek ve yurda dönüş konusunda yaşadığımız ülkelerde talep mekanızmaları oluşturacak siyaseti üretmekten geçer.

Talebimiz gayet net olmalıdır ve bugün ben ve arkadaşlarımın talepleri çok açık ve nettir.

Eşitlik, Özgürlük ve Adalet; her biri dilimizi, kimliğimizi ve halkımızı düşünerek elde ettiğimiz taleplerdir.


Share:

Hasımlıkta, Hısımlıkta birer seçenek

Soykırıma uğramış, göç ettirilmiş, göç ettiği yerlerde yine yeniden savaşlara sokulmuş, aç kalmış, açlıktan ölmüş, hasta olmuş, hastalıktan ölmüş, ölmüş-öldürmüş, paramparça olmuş bir toplumun, bugün yeniden ve kendine yabancılaştırılmış bir siyasal zemine oturması öyle kolay şeyler değil. Herkes, etnik kimliği ile siyasal kimliğini mukayese ediyor ve birbirini hizalamaya çabalıyor ama ikisi aynı şeyler değil. Hele ki, etnik olarak aidiyet hissettiği kimlikte bile yabancılaşmış, henüz etnik olarak bile doğru-istikrarlı bir raya oturmamış bir toplumda, siyasal faaliyet yürütmek, yürütülen siyasal faaliyetleri analiz etmek; tezler oluşturmak ve kararlar vermek çok zorken, bu iki kimlik biçimini konuşmak pekte kolay değil. Fakat şu ısrarla anlaşılmalı ki; artık bir noktadan başlanmalı. Zor, ama ertelenemez bir durum; bunu yapacak olan; henüz hiçbir konuda kendini netleyememiş ve sınıf söylemleri, haber yorumlamaları, herşeye ama herşeye maydonoz olunmaları dışında başka hiçbir halta yaramayanlar değil. Bunu yapacak olanlar kuşkusuz ki netleşmiş olanlar. Varsınlar bu hali durumun izahatına istedikleri kadar kibir desinler, sonuçta gerçekliğin farkında olan ve kibirin ne demek olduğunu bilen her aklı selim; bu izahatin bir kibir olmadığını elbette fark edecektir. Ben, beni anlamaya çabalamayanlar, kendini ifade etmeyi beceremeyenlerle tartışmak zorunda olmadığımı arkadaşlarımın "saçma sapan" bir tartışmaya çekilmek istenmem ile ilgili beni uyarmalarıyla uyandım. Aynı şeyi; karşı taraf içinde tavsiye ederim. Ben sizi anlamak, anlamaya çalışmak, kendimi size ifade edebilmek zorunda olmadığım gibi, sizler de eksiksiz olarak aynı hakka sahipsiniz. Bu hakkı kullanmakta kullanmamakta; gereksiz yere enerjinizi harcamakta, harcamamakta sizin tasarrufunuz. Benim tasarrufum; bu andan itibaren faaliyet yürüttüğüm hareketlere yönelik her gerçek dışı söylemi; gerçekleri öne sürerek çürütmemden ibaret. Tartışmanın lüzumu yok, yazının en başındaki şartları göz önüne aldığımda, benim çok daha önemli işlerim olduğunu okuyan herkes anlayacaktır.

Mesele şudur; Hasımlıkta, Hısımlıkta birer seçenekten ibaret durumdadır ve ikisi içinde düşünmeye değer haller, tartışmalar yaşanmıştır. Biz bu seçenekleri elbette değerlendireceğiz, elbette en başta Çerkes Halkının içinde başlattığımız mücadelenin selametini kıstas koyarak, bize yaklaşan ve bizden uzaklaşan herşeyi değerlendireceğiz. Vereceğimiz hiçbir karar, global anlamda mutlak doğru olmamakla birlikte, vereceğimiz her kararın mutlaka bir izahati de olacaktır.  Evvela birbirimizle olan ilişkilerimizde net olmak, sorumluluğunu taşıdığımız (iddia ettiğimiz) halka; gerçeği ulaştırmak, bizleri oluşturan öznel, bize özgün farklılıklarımızı doğru tarif etmek, kim olduğumuzu ve ne istediğimizi net söylemekle başlamalıyız işe. Yalanın ve yanlışın, çarpıtmanın ve sahtekarlığın başını alıp gittiği; iletişim kaynaklarında olmayan şeylerin döndüğü ya da olan şeylerin farklı lanse edildiği bir yapıyı ne biz, ne de gerçeklik analitiği yapan hiç kimse ciddiye almaz.

Mesela bizim öznel, özgün varlığımız dediğimiz "Çerkeslik", ardına her ne koyarsak koyalım (misal HDP'li Çerkeslik, Demokratik Çerkeslik, Çerkes Milliyetçilik, Yoksullar için Çerkeslik, O için Çerkeslik, Bu için Çerkeslik) neyi tarif ediyor? Yani ister devrimci olsun, ister demokratik olsun, ister muhafazakar olsun ama hepsinden sonra gelen Çerkesliğimiz nedir? Yani işin özünde Milliyetçiliği, Muhafazakarlığı, devrimciliği, demokratlığı yapabileceğimiz onca farklı mecra varken, onca örgüt varken neden biz Çerkes öznesinde hareket etmeyi tercih etmişiz. Demek ki "Çerkes" bizim diğer tüm benzeri hareketlerden tek farkımız halinde. Mesela şu HDK-P'li Çerkesler de, Çerkeslik bir halk ve diğer tüm halklar ile dayanışma içerisinde bir siyaset geliştiren, bu gelişen siyasette Çerkes(Adiğe) halkının dilini (Adığabze) kültürünü(xabze) korumak, geliştirmek için çabalayan, kendini inkar eden ve asimile etmeye çabalayan sistemle mücadele ederek "var kalma" savaşı veren bir durum söz konusu. Mesela; Çerkesya'ya yaklaşımları var. Mesela; Çerkes halkı olarak diasporada sürekli vukusu gözüken ulusal çatlaklarını gidermeden, bir halk olarak diğer halklarla nasıl dayanışma içerisine girebileceğini sorur dururlar? İçlerinde salt Çerkesler yok, içlerinde elbette Abhazlar, Kürtler, Lazlar, Lezgiler de var ama hepsi Çerkes konusunda net durumdalar.  Dayanışma, tanışmayla başlamaz mı mesela? O halde; buyurun kimin milliyetçiliğini, kimin demokratlığını, kimin devrimciliğini, kimin muhafazakarcılığını yaptığınızı sizde bir defa kendinize sorun. Bir defa, başınızı kaldırın ve sizi etkileyen herşeye, her kişiye, her fikire bakın. Bu saydığım ve sonuna Çerkes koyduğumuz hiçbir hareket hakkında yorum yapmak istemiyorum, sadece koyduğumuz bu "Çerkes" kelimesinin neyi ifade ettiğini anlamak istiyorum. Bunu hepimizin anlaması gerekiyor, bizim içimizde, çevremizde, karşımızda, yanımızda olan; Ben Çerkes'im diye çıkarak; yapılan şeyler hakkında yapıcı-kırıcı her yorumlar yapan herkesin. Milliyetçimizin milliyetçiliğini, muhafazakarımızın muhafazakarlığını, devrimcimizin devrimciliğini, demokratımızın demokratlığını Başına sonuna koyduğu "Çerkes" öznesiyle düşünmesi gerekiyor. Çünkü tüm hepimizi, biricikleştiğimiz o isimler altında diğer tüm milliyetçiliklerden, demokratlıkladan, devrimciliklerden vs. ayıran tek unsur bu özne.  Bu özne konusunda netleşmedikten sonra, ebleh gibi başına kıçına eklediğimiz devrimciliğinde, demokratlığında, milliyetçiliğinde, de. de. de... hiçbir samimiyeti yok.

Bugünlerde, yoğun bir siyasi koşuşturma içerisindeyiz; her gelen hoş geliyor. Sosyal medyada, Çerkeslik ağzıyla edilen tüm küfürlere, bizimle aynı fikirde olsun- olmasın; bireysel anlamda ciddi tepkilerde doğuyor. Bu; iyiye işaret. Herkes bizim gibi düşünmek zorunda değil, zaten küfür edilmeden getirilen eleştirilere yaklaşımımız da ders çıkarıcı vaziyette. Sağ olsun; Türk Devleti bekçiliğini yapanlara karşı, bizimle aynı fikirde olmasa da doğan bir tepki var. Gelen tehditler ise hiç önemli değil, zaten bedel ödemeyi göze almadan çıkılacak bir yolun içinde değiliz. Yüzümüze karşı edilen tehditler ise; tehdidi edenin hiçbir şey yapamayacak kadar korkak biri olduğunu anlamamız için yeter-artar sebepler. Asıl tehlikeli olan başka şeyler var, daha önce hiçbir şekilde irtibata geçmediğimiz, iyi-kötü fikrini belirtmeyen tehlikeler. Onlara karşıda; mutlak güvenliğimizi sağlayacağımız bir tedbir almamızın mümkün olmadığı aşikar, ancak gittiğimiz yolun doğru olduğunu düşünüyoruz ve bu düşünce; bizi tehlikelere karşı biraz daha cesaretlendiriyor. Çünkü bir çok konuda net vaziyetteyiz; kendi ne olduğunu bilmeyen, adını koyan ama açıklamasını yapamayan, bir de tüm bunlara karşın bizi hizalamaya çabalayan; arada bir de "işte karşıyız" - "karşılarındayız" diye mesajlar yayı(M)layanlar sağ olsunlar, kendi işlerine baksınlar. Biz, yanımızda olanı-da olmayanı-da, gittiğimiz yolu-da, ödenecek bedelleri de hesap ettik.

Başlık çok net; Hasımlıkta, Hısımlıkta birer seçenek; ama bu iki seçeneği de anlamlı kılacak tek şey; NETLEŞMEK.

Share:

Çerkesliğin "Anahtarı"

Bir sürü olay, bir sürü ses, bir sürü mantık.. bir sürü mantığının devamıdır ve yalnızca bir "sürü" olmaya alışmış Çerkeslerin de bu mantıksal etkiye, ciddi anlamda tepki vermeleri; üzerine düşünülmesi gereken bir vuku değildir. Asolan; bu "sürü"ye bir kurt dadamaktır. Kurt olmaktır hatta, zira bu "sürü"nün; temsili halk etmesi halkımız için bir yok oluştur. Kürt-Türk savaşının sebepleri ve sonuçları vardır, iki taraf vardır. İki tarafın bir tarafı "Türk"tür. Türk tarafının içinde ise provakatörlüğü, misyonerliği, tetikçiliği, toplumsal yaygaracılığı yapanların bir kısmı Çerkesler. Çerkesler bu "Türk-Kürt" savaşına neden Türk gözüyle bakıyor? Korku mudur yoksa? Şimdi, işgalci ve direnişçi konumunda olan bu iki taraf, savaşı durdurmuş ve müzakerelere başlamıştır. Kürt tarafı TBMM'e seçilmiş milletvekillerini sokmuş, Cumhurbaşkanı adayı çıkarmıştır. Yani; hakaret edilen halk, hakaret edilen savaşın bir tarafı, hakaret edilen bir şahıs; sizin göbekten bağlı olduğunuz devlet ideolojisinin kalbine; parlementosuna girmiş ve Cumhuriyetin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna aday bir kişi ile seçimlere hazırlanmaktadır. Yani; savaşın iki tarafıda birbirini tanımaktadır. Şimdi Kürt tarafının, devrimci tarafın; Kürt Özgürlük Hareketiyle ilgili, devlet ile müzakereler üretmesine ve ateşkes ilan etmesine devrimci bazı geleneklerle eleştiri vermesi normalsede, Çerkes tarafının (ki aslında bir taraf bile olamayan) bunu eleştirmesinin mantığı nedir? Hani bir taraf, "Bunlar Çerkes olamaz" diyor ya, hadi canım; sen nasıl Çerkes olabiliyorsun diyoruz. Mantıklı bir cevap yok. Ben size, onların gözünde canlandırdığı Çerkes profilini anlatayım bakın;

1 Yediği kaba pislemeyen
2 Hakkını aramayan
3 İtaat eden
4 Bölücülük yapmayan
5 Türkiye'nin ve Türk'ün bekasını Türklerden çok düşünen
6 Suya sabuna karışmayan
7 Ethem Paşa'nın Hain ilan edilmesiyle kendine dadanmış Çerkes kimliğini 8 özdeşleştirmiş devletin söylemleriyle EZİK
9 Derneklerde okey-iskambil oynayan,
10 dans etmesini bilen
11 Çerkes yemeklerinden anlayan
12 Çerkes kızları peşinde koşan
13 Kaşen bulabilen
14 en önemlisi: annesi ve babası çerkes olan

Bunlar kendi düğünlerinde bile Çerkesya Bayrağı açamamış, açsa da muhakkak yanında Türk bayrağı da bulundurmuştur. Türklüğü, Devletin Türklük İdeolojisini içselleştirmiş kişilerdir.

Şimdi şu HDP'li arkadaşlara bakalım;

Asimilasyon ve İnkarcı devlet geleneğini çürütmek, Gönen Manyas Çerkes Sürgünü, Türkçe Konuş Vatandaş kampanyalarını, Çerkesce isimlerin yasaklanmasını (nüfusta ve köylerde dahil) açığa çıkarmak istiyorlar.

Kaybolmakta olan dillerinin bekasını düşünüyor, Çerkeslerle birlikte Çerkesçenin de yaşayabileceği bir Türkiye'nin gelişimine, kendi ulusal kimlikleri ve ulusal sembolleriyle katılıyorlar.

Halkına karşı işlenen insanlık suçlarına anlık ve reel tepki koyabiliyorlar.

Kendi ulusal simgeleriyle, diğer halkların Adalet, Barış ve Dayanışma mesajı verdiği tüm etkinliklerine katılıyorlar.

geçenlerde Aşine Timur, Krasnodar'da faşistler tarafından linç edilmiş ve kaldırıldığı hastanede maalesef yaşama tutunamayarak vefat etmişti. Bizler de buna tepki vermiştik. O gün, HDP'li tüm Çerkesler bizlerleydi. Aynı zamanda Çerkesya Yurtsever'i aktivisti bir kadın arkadaşımızda bizimleydi. Tek bir dernek, tek bir "öz örgüt", tek bir inisiyatif gelmemişti. Kaldı ki; hepsinin temsili bir kişi gönderme olanağı vardı. HDP'li arkadaşlarımız varlardı, aktif olan hepsi bizimleydi.

yine geçenlerde, geçen yıla uzayan bir süreçte; Çerkes Soykırımının TBMM'ce tanınması için imza toplama kampanyası başlatılmıştı. O kampanyaya, yine (diğer) Çerkesya Yurtseveri kadın arkadaşımız, 1 başkan olmakla birlikte 2 Çeçen derneği üyesi arkadaşımız, 1 maltepe Çerkes Derneği üyesi başkanı ziyaret amaçlı, desteklerini bildirmek için gelmişlerdi. Yine bugün tüm enerjisiyle bize küfür, hakaret eden, bizi hizaya sokmak isteyen hiç kimse, hiçbir örgüt temsilcisi, hiçbir "öz örgüt" gelmemişti.

Gelmezler, gelmeye bilirlerde. Gelmemek için bahaneleri kendilerine de kalsın; gelmek istememiş olmaları bile bizim onları anlamamız için yeter. E-ama güzel kardeşim;  sen bizi hangi hakla hizaya sokuyorsun, hangi hakla Çerkes ulusunun sembolü olan bayrağı taşımamıza karar verebilecek konumdasın? Önce bir durup, ben bugüne kadar halkım için ne yapmışım, halkımın hali vakti yerinde mi diye düşünmüşüm diye sor sana zahmet.

Madem siz meseleyi "Çerkeslik tayin etme, Çerkeslik aforoz etme" noktasına taşımışsınız, madem siz bu hakkı kendinizde görüyorsunuz; biz bu meseleye bir bilim, bir hukuk, bir mantık yerleştirelim. Biz bu halkın temsiliyetini bir "ANAHTARA" bağlayalım.

Bundan böyle, Çerkes ulusal meselelerini konuşmayan, bunun için çözümler üretmeyen hiç kimse,
kendi özyurdunda gelişen olumlu-olumsuz konuları takip etmeyen, türk milliyetçiliği yapan hiç kimse,
Çerkesçenin bir akademi dili olması için çabalamayan, çabalayanlara taş atan hiç kimse
Çerkes tarihi bilmeyen hiç kimse

ÇERKES OLMASIN.

Çerkes demek; Çerkes anne-babanın oğlu/kızı olmak demek değildir. Hassasiyeti ve aidiyetiyle bu ulusa bağlı ve kendi ulusuna zarar veren, fayda getiren şeylere müdahil. Türk-Arap milliyetçiliği yapmayan, herşeye Çerkes gibi bakabilen, yemek yediği yeri kab olarak değerlendirmeyen, adaletli, mantıklı, bilimsel, gerçekçi bakabilen ve tarafını körü körüne minnet duygusuyla değil, tam anlamıyla adalet duygusuyla belirleyen bir insan olmak demektir. Ama en başta; İnsan olabilmek demektir.

#apiscanberk
Share:

Varlıklarını Türklüğe armağan edenler, sıra bekleyen denekler.

Biz kardeşlik bağları geliştirip, barış sürecini destekledikçe; içimizde savaş naraları atan faşistler zıpkın gibi çıkıyorlar. İnsanlık namına barışın ne denli gerekli bir durum olduğunu anlatmamü sanırım bu başlık altında o karanlığa boğulmuş cehalet emsalleri için fazla anlaşılmaz olur, bende madem öyle; "o çok sahiplendikleri Çerkesliğe" minimize olmuş bir şekilde anlatayım durumu. Yahu azgın bir savunucusu olduğunuz devletin en üst makamı olan parlemento, onunda üstünde sembolik bir değeri olan ve yasaları onayan köşk bile; Kürtlere ve barışa sizin gibi azgınca bakmıyor. Bugün cehaletinizin sizi konumlandırdığı yer; sizi o konuma taşıyan devletin bile durmadığı bir yer oluyor yani. Yani; vatanseviciliğiniz, vatanseviciliği öğrendiğiniz devletten bağımsız artık. 

Açık konuşun, neyin peşindesiniz? 

Çerkes halkının adını, bayrağını ve kültürünü; başka halklar ile birlikte dayanışma içerisinde herhangi bir karede gördüğünüz zaman içinize dolan öfkenin sebebi nedir? Neden bir tek o zaman Çerkesliğiniz bu kadar kıymete biniyor? Çerkes ulusal sorununa, diasporanın asimilasyona karşı kendine geliştirmeye çalıştığı politikaya ne katkınız olmuş. Çerkes halkı için; düğünden-dernekten başka nasıl bir hizmet vermişsiniz? Çerkesliğinizi belirlediğiniz yegane temel; Çerkes bir anne-babadan doğmanın dışında nedir? Vatanınız neresidir? Paralel vatan kavramını hangi madde ile beyninize kabul ettirebiliyorsunuz. Siz, Türk ırkçısı mısınız yoksa Çerkes milliyetçisi misiniz? İkisi birden olunabileceğine cidden inanıyor musunuz? 

Siz bile ne olduğunuzu bilmiyorsunuz,

kiminiz bir kafkas milletinden, kiminiz bir ekmek-kap-pislik üçgeninden bahsedip duruyor; halbuki gerçekte konuştuğunuz bu yavşamış ağzın gerçekte hiçbir karşılığı yoktur?
Önce ne olduğunuza bir karar verin, küfür ve hakaret etmeden fikrinizi açıklayabilecek kadar geliştirin kendinizi, o dar kafanızı hafifçe kaldırın ve dünyayı izleyin. Sizler; Çerkes Ulusal Problemine karşı eylemler koyan, siyasi mecralara (TBMM dahil olmak üzere) taşıyan, hayatından ödünler vererek, halkı için sürekli koşturan insanlara Çerkeslik konusunda hiza çekecek kapasitede ve yetkide değilsiniz. Zorunuza gidebilir, bu durumu aşmak için Çerkes Ulusunun sorunlarına karşı sizde bir sorumluluklar birliği geliştirip çalışmalar yapmalısınız. Öyle 21 mayıslarda denize karanfil atmakla, düğünlerde şeşen oynamakla, iki kelime Çerkesce konuşmakla; Çerkes halkının temsiliyeti sağlanmaz. Teknoloji Çağında, bir halkı (hele ki diasporayı) temsil etmek için gerekli öz-sorumluluk bilincinin gerektirdiği şeyleri öğrenmek çok zor değil. Aslında, orada yaşamınız boyunca Çerkes Ulusu için hiçbir şey yapmayan hayatınızda, annenizden doğarak elde etmiş olduğunuz Çerkes kimliğinizin size verdiğini sandığınız yetkiyle insanlara küfür ettiniz ya; sizi rezil edecek derecede Çerkes ulusunun sorunları için çabalayan insanlara Çerkeslik öğretmeye çalıştığınızı anlamadınız. Gerçi anlayamazsınız, kapasitenizi zorlar.

Bir de; sağa-sola sıkılmış kurşun asker gibi çıkan zerzavatologlar da bilmeli ki; dününü unutan, bugününü rezil eder. Bizim dünümüz ile bugünümüz arasındaki istikrar; sizin çamur gibi değişen şeklinizi ifşa edecek donanıma sahiptir. Açumij gibi zavallı bir bunağın hayal gücünü istismar etmeyiniz. Bizde o sırtını yaslayarak yayınlar yaptığı yerdeki diğer kurşun askerlerin durumunu, o bunağı rencide etmek pahasına ortaya süreriz. Gerçi o rezil olsa da umurunda olmaz ya; neyse.


Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler