Adalet ve Özgürlük istedik, koca bir kaya gösterdiler bize. O koca kaya, altında nice halkı, nice dili, nice kimliği, nice kadını, nice çocuğu, nice hayvanı, nice canlıyı, nicemizi ezen bir kayaydı. O kayanın altında son Wıbıh vardı, o kayanın altında kendilerine fedailik yapmış bir adamın çekişmelerinden sonra hain ilan edilmiş koca bir halk vardı. Adamın adı Ethem idi, halkın adı Çerkes idi. Sadece Ethemler değil, Saidler, Suphiler, Nazımlar vardı. Sadece Çerkesler değil, Ermeniler, Rumlar, Kürtler vardı. O kayanın en başında; bu kayanın altında "Türk olmayanlara tek bir hak tanınıyor"du, o da "kölelik etme hakkı"ydı. Adaleti ve özgürlüğü; Türk olmayan ve sadece kölelik etme hakkı tanınan tüm Türk olmayan çocuklar, kadınlar, yaşlılar için istedik. Dediler ki öyle güzel istemeyin, biz böyle güzel kaya olmadık. O kayanın çevresinde 72 milletten onbinlerce adam, onbinlerce adam gibi kadınlar; gürültü, çığlık, bağrış, çağrış, nefret söylemleri, küfürler ediyorlardı. Birileri ise elini o kayanın altına sokuyorlar, ellerine kangren bulaşıyor, milim milim, an an ölüyorlardı. Ölenin yerine hemen bir başkası geçiyor, kaya da milim milim -an an kalkıyordu. Kayanın etrafında gürültü koparanlar, kayanın altına elini sokanlara akıl veriyor, küfür ediyor, bağırıyor, çağırıyordu. Elini kayanın altına sokanlar, kayayı milim milim kaldırıyor, ellerine kangren bulaşıyor, milim milim, an an ölüyorlardı. Ölenin yerine hemen bir başkası geçiyordu. Adalet ve Özgürlük istedik, bize o kayayı gösterdiler. Ellerini kayanın altına sokanları gördük, onları işittik, tüm gürültü arasından, tüm bağrış, küfürlerin arasından elimizi o kayanın altına sokmak için sıramızı bekledik. Şimdi bu sıra bizde, elimizi kayanın altında soktuk, kaya bize milim milim, an an kangrenini veriyor, bizde kayayı milim milim kaldırıyoruz. Bize benzeyen birileri, bize gürültüler koparıyorlar. Sesimiz yerine, biz ölünce yerimize geçeceklere ulaşsın.
İşte Fırsat, Haydi Çerkeslik Yapalım (Jıneps Ocak 2015)
Şartlar iyi değil, ama alışığız biz bu şartlara. Daha kötü şartlarda da bir arada olma
iradesini gösterebildiğimiz bir tarihe sahibiz ve tarihin bize miras bıraktığı tecrübeyle
bu şartları aşabiliriz. Aşmak zorundayız da biraz. Tükenecek çok şeyimiz kalmadı,
bu noktadan sonra artık ya "iradesini ortaya koyabilen bir HALK" ya da "kopan
gürültülerin sancısında yiten bir HALK" olacağız. Bu kötü şartların, oluşabilecek
en iyi atmosferlerinden biri gelişiyor. Örgüt temsilcileri, farklılıklarından ziyade
ortaklıklarından bahsedip, neden bir araya gelmemiz gerektiğini seslendiriyorlar.
Doğru söylüyorlar, çünkü artık "yok olmak" bir hikayeden daha yakın, çünkü artık
yok oluşun fiziği gözümüzü kaçıramayacağımız kadar yakınımızda. Burnumuzun
dibinde. Bunu göremeyenlerin ortak yönü, kendi tarihinden kopuk olmalarından
başka nasıl izah edilir? Bireyin yaşamdan beklentileri ve toplumu için özel endişe ve
arzuları olsa-da, toplumu kendini yok eden bir krizin içindeyken bireysel algılarıyla
hareket ederek bu krizi derinleştirmenin başka nasıl bir izahı olacaktır. Bu krizi
her zamankinden daha fazla dikkate almalıyız ve her zamankinden daha fazla
ödün vermeliyiz kendimizden, vermeliyiz ki; bu kriz bizi bitirmesin, biz bu krizi
bitirelim. Şimdi toplumu adına endişe duyduğunu beyan eden, bunun için örgütlenen,
düşünen, çabalayan her insanımızın görevi, toplumu bir araya getirecek fedakarlığı
kendinden, örgütünden, çevresinden başlayarak topluma nüfuz ettirmektir. Bunu
bir şekilde reddetmek, bugün olgunlaşan büyük bir fırsatı deperek yarın iliğimize
kadar dayanan krizde pay sahibi olmak olabilir. Bu sorumluluk iyice düşünülerek
hareket edilmelidir. Kriz ne kadar derine nüfuz ederse etsin, yarın o krizi hisseden
her Çerkes bireyi, bugün yapılan yanlışın hesabını, bu krizin derinleşmesinde pay
sahibi olacak herkese tek tek soracaktır. Dilimiz, kültürümüz ve bilincimiz yitse
bile, tarihimiz kalacaktır nihayetinde. Tarihte krizin sorumlularını arayan ve hesap
soracak olan nesillerde çıkacaktır. Bu zamandan sonra hiçbir şey, bir bilinmez
olarak asla kalmayacaktır. Tüm bunları düşünmek "dün" "bugüne" ve "yarına" karşı
sorumlu olmak anlamını taşır. Bizler, bugün dünden gelen müştereklerimiz etrafında,
bireysel farklılıklarımızı bir kenara koyarak bugünleri oluşturabilirsek, yarınlar için
yükselen bir umudun başlangıcı olabiliriz. Bugün, bunu yapmamız için tüm şartlar
ortadadır. Buna engel olacak tek şey, bu şartlara uygun davranmamak, bireysel
farklılıklarımızı toplumsal uzlaşmamız önünde engel tutmaktan başka hiçbir şey
değildir. O halde sesleniyorum; daha fazla tükenecek bir şeyi kalmayan halkımız için
üretin! birlikteliğimizin, irademizin şartları üretin ey Çerkes halkının aydınları. Bu
artık hepimizin boynunda, yarına ödememiz gereken bir borçtur!
Bu yazı, Jıneps Gazetesi'nin Ocak 2015 sayısında 12nci sayfada yayınlanmıştır.
iradesini gösterebildiğimiz bir tarihe sahibiz ve tarihin bize miras bıraktığı tecrübeyle
bu şartları aşabiliriz. Aşmak zorundayız da biraz. Tükenecek çok şeyimiz kalmadı,
bu noktadan sonra artık ya "iradesini ortaya koyabilen bir HALK" ya da "kopan
gürültülerin sancısında yiten bir HALK" olacağız. Bu kötü şartların, oluşabilecek
en iyi atmosferlerinden biri gelişiyor. Örgüt temsilcileri, farklılıklarından ziyade
ortaklıklarından bahsedip, neden bir araya gelmemiz gerektiğini seslendiriyorlar.
Doğru söylüyorlar, çünkü artık "yok olmak" bir hikayeden daha yakın, çünkü artık
yok oluşun fiziği gözümüzü kaçıramayacağımız kadar yakınımızda. Burnumuzun
dibinde. Bunu göremeyenlerin ortak yönü, kendi tarihinden kopuk olmalarından
başka nasıl izah edilir? Bireyin yaşamdan beklentileri ve toplumu için özel endişe ve
arzuları olsa-da, toplumu kendini yok eden bir krizin içindeyken bireysel algılarıyla
hareket ederek bu krizi derinleştirmenin başka nasıl bir izahı olacaktır. Bu krizi
her zamankinden daha fazla dikkate almalıyız ve her zamankinden daha fazla
ödün vermeliyiz kendimizden, vermeliyiz ki; bu kriz bizi bitirmesin, biz bu krizi
bitirelim. Şimdi toplumu adına endişe duyduğunu beyan eden, bunun için örgütlenen,
düşünen, çabalayan her insanımızın görevi, toplumu bir araya getirecek fedakarlığı
kendinden, örgütünden, çevresinden başlayarak topluma nüfuz ettirmektir. Bunu
bir şekilde reddetmek, bugün olgunlaşan büyük bir fırsatı deperek yarın iliğimize
kadar dayanan krizde pay sahibi olmak olabilir. Bu sorumluluk iyice düşünülerek
hareket edilmelidir. Kriz ne kadar derine nüfuz ederse etsin, yarın o krizi hisseden
her Çerkes bireyi, bugün yapılan yanlışın hesabını, bu krizin derinleşmesinde pay
sahibi olacak herkese tek tek soracaktır. Dilimiz, kültürümüz ve bilincimiz yitse
bile, tarihimiz kalacaktır nihayetinde. Tarihte krizin sorumlularını arayan ve hesap
soracak olan nesillerde çıkacaktır. Bu zamandan sonra hiçbir şey, bir bilinmez
olarak asla kalmayacaktır. Tüm bunları düşünmek "dün" "bugüne" ve "yarına" karşı
sorumlu olmak anlamını taşır. Bizler, bugün dünden gelen müştereklerimiz etrafında,
bireysel farklılıklarımızı bir kenara koyarak bugünleri oluşturabilirsek, yarınlar için
yükselen bir umudun başlangıcı olabiliriz. Bugün, bunu yapmamız için tüm şartlar
ortadadır. Buna engel olacak tek şey, bu şartlara uygun davranmamak, bireysel
farklılıklarımızı toplumsal uzlaşmamız önünde engel tutmaktan başka hiçbir şey
değildir. O halde sesleniyorum; daha fazla tükenecek bir şeyi kalmayan halkımız için
üretin! birlikteliğimizin, irademizin şartları üretin ey Çerkes halkının aydınları. Bu
artık hepimizin boynunda, yarına ödememiz gereken bir borçtur!
Bu yazı, Jıneps Gazetesi'nin Ocak 2015 sayısında 12nci sayfada yayınlanmıştır.
Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve biz: Çerkesler.
sipAkrebAralık 30, 2014BHH, Çerkes, Çerkesler, Diaspora Siyaset, hdp, Sınıfsal Çerkeslik
Hiç yorum yok
Gezi sonrası Türkiye batısında hareketlenen sol politik yapı, bir çok söylem ve pratik sergiledi. Gezi, henüz parktaki kolektif yapısının içindeyken, oradaki birikime "kaynak" muamelesi yaparak kendi örgütlerinin propagandasının peşine düşen ve parktaki itirazın sadece nesnel ideolojik yönlerine katılıp ya da en azından katılmış imajı yaratıp; parkın içinden bütüne dönüşen itirazın herhangi bir tarafı olmayan örgütler; taksim'de vücut bulan dayanışma pratiğini, sol propaganda havuzlarıyla sömüre sömüre bitiremediler. Her an, teorik olarak öne sürdükleri ve karşıt her harekete etiket ettikleri "emperyalist" yaklaşımın ta kendisine dönüştüler. Bugün adeta kanlanmış bir bit gibi, birbiriyle alakasız bir çok örgüt; hep "gezi" jargonlu bir propaganda programının sürdürücülüğünü yapmaktadır. Hepsini bu kefeye koymak, bu kefede değerlendirmek elbette haksızlık. Fakat aslından değişen ve başkalaşan, başkalaşmışlarla ortaklaşan örgütleri de tenzih ederek bunların hala ihtimal olan en ufak dayanışma umutlarını baltalamasına müsade etmekte büyük bir haksızlık olur. Haksızlık etmemek lazım. Bizler, HDK sürecinden bu yana bu hareketin içerisinde yer almış Çerkesler olarak, arkadaşlarımız HDP'de siyaset yapmakta olan Çerkesler olarak, HDK/P'ye katılım sürecimize eş ve eşit olarak BHH'nin toplantılarına da katılmış ve gözlemci arkadaşlarımızın notlarını tartışarak bazı fikirleri öne çıkardık ve artık bunu halkımızla paylaşmak gereği duyuyoruz. Bu gereği, Gezi direnişine aktif olarak katılmış Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda parkın içindeki kolektif koordinasyonda yer almış (Sivil İnisiyatif, Taksim Dayanışması) Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda kurulmuş barikatların sıcağını hissetmiş, faşistlere karşı aktif mücadelede en ön barikatlarda direnmiş Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda "parklar bizimdir" hareketiyle istanbulun tüm parklarındaki halk meclisleri kurulumuna katılmış, "Abbasağa, Yoğurtçu" başta olmak üzere İstanbul, Antalya, Bursa, Kayseri, Sakarya, Düzce" deki tüm forumlarda aktif katılımcılar olarak görev almış Çerkesler olarak duyuyoruz. Antalya'dan - İstanbul'a "Gezi özelinde, Türkiye genelinde" adalet talebiyle yürüyüş düzenleme iradesini ortaya koyan Çerkesler olarak duyuyoruz. Aynı zamanda; halkı için talepleri olan, talepleri için eylemler düzenleyen, Çerkes Soykırımı ve Sochi için, Çerkesya'da faşist saldırılarda öldürülen Aşine için sokağa çıkan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Sendika hareketleri içinde burjuvaziyle uzlaşma tanımayan işçi hareketlerinin içinde bulunan, işçi olan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Bizler, sokaklarda Çerkes kimliğimizle; Barışı, kardeşliği, Adaleti ve Özgürlüğü talep etmiş, eden ve edecek olan Çerkesler olarak BHH'nin son günlerde ilgili Çerkes örgütlerinin gündemine taşıdığı tartışmalarda; en başta işçi, emekçi kimliğimizle, gezinin ruhunun bir parçası olmuş Çerkesler olarak, kör fanatik olmayacak kadar akılcı, gerçekliği kavrayıcı ve aktarıcı kadar bilimsel ve ihtiyaçlarımızı bilecek kadar farkındalık içinde Çerkesler olarak kendi adımıza düşeni söylemekteyiz.
Gezide öne çıkan dayanışma söylemlerinin sadece parkın içindeki forumlarda en basit tabiri ile kemalist laisizm ile bir parçası olmuş bir çok kişi ve örgüt sahipleniciliğini yapmaktadır. Oysa Gezi'yi oluşturan iradeyi ortaya koyan şey kemalist laisizm ve bunun talepleri değildir. Bunu böyleleştiren şey; mevcut iktidarın anti-laisist söylemleridir. Bu söylemlerle perdelediği faşist uygulamaları, hırsızlıkları, doğa, işçi ve kadın düşmanlıklarıdır. Bu düşmanlığa karşı oluşan doğal karşı koyumun iktidardan önce uzun yıllar hüküm sürmüş kemalistler tarafından kuşatılması ise o düşüncenin sömürgeci mantığının bir örneği olmaktadır. Bugün biliyoruz ki; her ne kadar eskisi kadar güçlü olmasa bile, halen medya organları olan bu düşünce, Gezi'de ortaya koyulan iradeyi bugün elinde olan medya güçleriyle sahiplenmek için inanılmaz bir propaganda süreci başlatmıştır. O derecedir ki; bu topraklarda anti-laisist düşünceyi iktidara taşıyan insanların gözünde Gezi; kemalist bir "kalkışma" imajındadır. Normal şartlar altında, kaynağını "dindar" tabandan alan iktidarın bu imajı yaratması gerekirken, Kemalistler medya organlarıyla bu imajı, iktidardan önce yaratmış ve Gezi'yi başkalaştırmıştır. Bizler pratikte dayanışan bir Gezi'yi, direnişe dönüştüren alanlardaki Çerkesler olarak, "birlik-beraberlik ve zafer" söylemleri olan hareketlere en başta, siz hangi Gezinin örgütüsünüz diye sormak durumundayız. Bu bizim Çerkesler olarak halkımıza karşı sorumluluğun en temel ihtiyacıdır. Zira bizler; olagelmiş Gezinin içinden çıkmış ve o ruha şerhi olmayan kişileriz, fakat o ruhtan çok uzakta, hiç içine girmeden, olmasını istedikleri gezi'nin peşinde propaganda yapan bir çok örgütün programını, halkımız için tehlike olarak görmekteyiz ve bunun için haklı nedenlerimiz; tarihte tüm ağırlığıyla mevcuttur. Bu soruya; BHH'de hiçbir cevap çıkmamıştır. Sosyalizmin teorik maddeleri dışında, bu coğrafyanın pratik tarihleriyle ilgili, halkımız adına duyduğumuz endişeyi ortadan kaldıracak herhangi bir cevap bulamamaktayız.
Bizler HDK/P içinde aktif mücadele yürüten Çerkesler olarak sıkça "Kürtçü" olmakla itham ediliriz. "Kürtçü" olarak itham edilen sadece Kürtlere karşı uygulanan faşizmle mücadele eden Çerkesler değildir, aynı zamanda Türkler de dahil olmak üzere neredeyse tüm halklardan "Kürtçü" ithamına maruz kalmış insanlar vardır. Tarihte çeşitli tarafların ağzına sakız gibi dolanmış "Kürtçü" ithamının kökeninden, amacından ve sonucundan yola çıkarak süren bir tartışmada "Kürt Metaforu" olarak tanımladığımız bir durum sonucu ortaya çıktı. BHH'nin içinde ve çeperinde bulunan kişi ve örgütlerin bizim "Kürt Metaforu" olarak tanımladığımız bu düşünceden ne kadar uzak olduklarına dair en ufak bir fikrimiz yoktur. Çünkü toplantıda ortaya çıkan durum, Kürtlere karşı bastırılmakta olan bir "duygu"dur. Kürt Metaforu olarak tanımladığımız durumu da hemen anlatayım: Kültürel hakları için taleplerini ortaya koyan ve bunun mücadelesini yürüten Türkiye'nin bütün Arapları, Ermenileri, Çerkesleri, Lazları; Kürtçüdür. Çünkü Kürtler; asimilasyona, baskıya ve işkenceye karşı en aktif savaşı yürütmüş, iradesini ortaya koymuş bir halk olarak, diğer halklarında kazanımlarında kanı-canı bulunan ve bu ülkede etnik faşizme karşı direnişin tarihini yazan başarılı, iradeli, örgütlü bir halktır. Bugün asimile olmakta olan en başta Çerkes halkının, örgütlülüğü emsal olarak alabileceği tek halk Kürt halkıdır. Bu topraklardaki tecrübeleriyle Çerkes halkının mücadelesine ışık tutacak tek halkta Kürt halkıdır ve Kürt halkının mücadelesinden ilham ve cesaret alarak mücadele yürüten Çerkesler Kürtçüdür. Fakat buradaki Kürt; asimilasyona, baskıya, işkenceye karşı savaşma anlamındadır. Bir metafordur. Bu anlamda hiçbir zaman Kürtlerle karşılaşmasa dahi; halkının temel hakları için mücadele yürüten Çerkesler, birileri için Kürtçü, Kürtler gibi, vs. olmaya, böyle anılmaya mahkumdur. BHH'nin Türkiye'deki halkların asimilasyona karşı mücadelesi ve siyasetiyle ilgili nasıl bir düşüncesi ve bakışı vardır, dahası sadece düşünce ve bakışın dışında; o halklarla nasıl bir dayanışma zeminini öngörmektedir. Ya da bunu hala öngörememiş midir?
Emekçi mücadelesine gelince, hareketin işçi sınıfıyla ilgili söyledikleri elbette takdire değer bir haldir, fakat zaten bu "biz sosyalistler" demenin en temel dayanağı olduğundan, işçi sınıfıyla ilgili birşeyler söylemesi değil, söylememesi garip olurdu diye düşünüyorum. Emek safında birleşmenin temel koşulu, halkların taleplerine ve ihtiyaçlarına körelmek değildir. Gezi üzerinden bugün içinde olduğumuz hareketin eleştirilmesi kemalist laisizmin medya organlarıyla yaptıgı propagandaların yarattığı etkinin kolaycılığıdır ve buna karşı BHH içerisinde gelişen muhalefeti takip ediyoruz. Gezi Parkında ve tüm Türkiye'deki yankılarında; HDK/P'nin bileşeni olan bir çok örgüt en aktif biçimde varken bunu bugünde en aktif bileşenlerden olan tek bir örgütün bir kaç söylemiyle inkar etmeye kalkmak ciddi bir güven sorunu yaratır. Bizler de bu sorun kesinlikle vardır. Kaldı ki tüm o "söylemlere" rağmen parkı haftalarca ayakta tutan en temel dinamiklerden biri de o gün "BDP" olan hareketin tabanı ve o tabanla dayanışma içerisinde bulunan örgütlerin varlığıdır. Bizler bunları bir sorun olarak görmekteyiz ve halen kesin bir sonuç içerisinde olmasakta, bu sorunlar ortada durdukça daha iyi bir yaklaşım sergileyemeyeceğimizin anlaşılmasını isteriz. BHH'deki Çerkes varlığın hareketleride incelemekteyiz. Bizler; en basit söylemle, kendini "sokağa ait" adleden bu hareketin birleşenlerini, sokakta görmeyi de ummakta ve öznelden başlayarak genele ulaşan taleplerimiz için yürüttüğümüz mücadelenin bir yerinde görmeyi arzulamaktayız. Bir söz "lafla peynir gemisi yürümez" der. Salonlarda sıkışarak sokakta kazanılmayacaktır.
İşçi hareketinden, Halkımızın taleplerine kadar bir çok ortak nokta bugün ortada. Bugün bunları sırtlayan insanlar, bunlara savaş açanlarla mücadele eden insanlar olarak; beklediğimiz tek şey, bir birlik ve beraberlik söylemiyle yola koyulan tüm hareketlerin, salonlardan sokaklara taşması ve faşizme karşı kesin tavır konmasıdır.
Ermeni Soykırımı ve Çerkesler
Bu konu ara ara açılır, tartışılır ve hiçbir sonuç elde edilmez. Bu konu ne kadar uzarsa, ne kadar gürültü koparırsa, eli halkların kanına bulaşmış katiller o kadar rahat nefes alırlar. Çünkü ortada tarihin tüm ağırlığıyla duran gerçek, etrafında kopan gürültüden ötürü fark edilmez olur. Bu tartışma basit bir tartışma değildir, özel bir tartışmadır. İtina ile üretilmiştir bu tartışma! Çünkü hem inkar edilemeyecek kadar gerçek, hemde kabul edilemeyecek kadar yanlış yönleri vardır bu konunun. Bu konunun doğurduğu 2 müdahil taraf, kendi gerçeklerini seslendirir. İki tarafta, kendi baktığı yönde haklıdır. Fakat tartışma bu ya; iki haklı varken, bir sonuç çıkaramaz. Bir sonuç çıkaramayınca iki tarafta birbirlerini kırdıklarıyla, üzdükleriyle kalır. Oysa bu tartışmaların dışında kalan bir taraf çok memnundur bu durumdan, niye olmasın ki zaten; kendi kirli işleri bir süre daha ertelenmiştir...
Eğer bugün ben, bir Çerkes olarak Ermenilerden özür dileyeceksem, Ermenilere soykırım yaptığımı kabul ettiğim için özür dilemeyeceğim; bugün hala bu tartışmalarda Ermenilere küfür eden Çerkeslerin adına özür dileyeceğim. Diliyorum-da.. Sık sık, açık-saçık diliyorum. Utanıyorum bu durumdan, yerin dibine giriyorum bir süre çıkamıyorum oradan çünkü. Hemen hemen aynı kaderi, farklı tarihlerde, farklı biçimlerle yaşamış olmamıza rağmen, tarihsel şartlar bu kadar yakınken empati yapamayan, iktidarın söylediğine inanıp Ermenilere düşman gözüyle bakan Çerkesler adına özür diliyorum. Nefret suçu işleyen, bizim kültürümüze uymayan, Çerkeslik adına Ermenilere nefret savaşı açan Çerkeslerden ötürü özür diliyorum.
Diğer taraftan, inkar edilemeyecek kadar gerçek olan bir konu: Ermeni soykırımı sırasında tetikçilik yapmış Çerkeslerin varlığıdır. Oysa bu tetikçi varlık Çerkeslerle sınırlı değildir, Kürtlerle sınırlı değildir, Araplarla, Lazlarla, Gürcülerle de sınırlı değildir. Bu varlık; o dönemin iktidarına maddi-manevi bağlarla bağlı olan Ermenileri de kapsamaz mı? Devlet iktidarının kadrolarında görev almış, maddi-manevi çıkarı için kendi halkına tetikçilik yapmış hiç mi Ermeni olmamıştır? Bugün Kürdistan'da, Kürtlere karşı savaşan Kürtler kadar, Çeçenistan'da Çeçenlere karşı savaşan Çeçenler kadar, Çerkesya'da Çerkeslere karşı savaşan Çerkesler kadar ağır bir gerçektir; 1915'te Ermenilere karşı tetikçilik yapan Ermenilerin varlığı. Fakat bu; "Ermeniler Ermenileri vurdu" anlamına gelemez. Eğer bugün biz; Osmanlı kadrolarında görev almış Çerkes varlığına şartlanarak, onlara dayanarak soykırımı tüm Çerkes halkına mal etmeye kalkarsak, gerçek sorumluları perdelemiş olmaktan başka hiçbir şey yapmamış oluruz. O kötü günlerde namlusunu Ermenilere çevirip ateş açan her tetikçi Devleti temsil etmektedir. Hiçbiri kendi halkını temsil etmemektedir. Sorumluyu tetikçilerin kimliğinde aramaya kalkmak; bu olayı kristalize etmekten, bugün tekrar nefreti körükleyip devletin istediği gibi yedeklemeler yaratmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
Acılarımız üstünde oyun oynanmasına izin vermeyelim. Acılarımızın etrafında koparılan gürültüye alet olmayalım; gerçek tüm ağırlığıyla orada durmaktadır ve er ya da geç ortaya çıkacaktır. Bugün bu gürültülerin esas sebebi, o gerçeği görünmez kılmaktan başka hiçbir şey için değildir.
Eğer bugün ben, bir Çerkes olarak Ermenilerden özür dileyeceksem, Ermenilere soykırım yaptığımı kabul ettiğim için özür dilemeyeceğim; bugün hala bu tartışmalarda Ermenilere küfür eden Çerkeslerin adına özür dileyeceğim. Diliyorum-da.. Sık sık, açık-saçık diliyorum. Utanıyorum bu durumdan, yerin dibine giriyorum bir süre çıkamıyorum oradan çünkü. Hemen hemen aynı kaderi, farklı tarihlerde, farklı biçimlerle yaşamış olmamıza rağmen, tarihsel şartlar bu kadar yakınken empati yapamayan, iktidarın söylediğine inanıp Ermenilere düşman gözüyle bakan Çerkesler adına özür diliyorum. Nefret suçu işleyen, bizim kültürümüze uymayan, Çerkeslik adına Ermenilere nefret savaşı açan Çerkeslerden ötürü özür diliyorum.
Diğer taraftan, inkar edilemeyecek kadar gerçek olan bir konu: Ermeni soykırımı sırasında tetikçilik yapmış Çerkeslerin varlığıdır. Oysa bu tetikçi varlık Çerkeslerle sınırlı değildir, Kürtlerle sınırlı değildir, Araplarla, Lazlarla, Gürcülerle de sınırlı değildir. Bu varlık; o dönemin iktidarına maddi-manevi bağlarla bağlı olan Ermenileri de kapsamaz mı? Devlet iktidarının kadrolarında görev almış, maddi-manevi çıkarı için kendi halkına tetikçilik yapmış hiç mi Ermeni olmamıştır? Bugün Kürdistan'da, Kürtlere karşı savaşan Kürtler kadar, Çeçenistan'da Çeçenlere karşı savaşan Çeçenler kadar, Çerkesya'da Çerkeslere karşı savaşan Çerkesler kadar ağır bir gerçektir; 1915'te Ermenilere karşı tetikçilik yapan Ermenilerin varlığı. Fakat bu; "Ermeniler Ermenileri vurdu" anlamına gelemez. Eğer bugün biz; Osmanlı kadrolarında görev almış Çerkes varlığına şartlanarak, onlara dayanarak soykırımı tüm Çerkes halkına mal etmeye kalkarsak, gerçek sorumluları perdelemiş olmaktan başka hiçbir şey yapmamış oluruz. O kötü günlerde namlusunu Ermenilere çevirip ateş açan her tetikçi Devleti temsil etmektedir. Hiçbiri kendi halkını temsil etmemektedir. Sorumluyu tetikçilerin kimliğinde aramaya kalkmak; bu olayı kristalize etmekten, bugün tekrar nefreti körükleyip devletin istediği gibi yedeklemeler yaratmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
Acılarımız üstünde oyun oynanmasına izin vermeyelim. Acılarımızın etrafında koparılan gürültüye alet olmayalım; gerçek tüm ağırlığıyla orada durmaktadır ve er ya da geç ortaya çıkacaktır. Bugün bu gürültülerin esas sebebi, o gerçeği görünmez kılmaktan başka hiçbir şey için değildir.
Çerkes müşterekliği üzerine: 3
*Müşterek Biriciğin Temel Uzlaşısı
Sorunlarımıza
karşı çözümler üretebilmek için, önce sorunlarımızı
kavrayabilmemiz gerekir. Aynı zamanda bir de bizim için neyin sorun
olduğunu anlayabilmek ve anlatabilmek için mantıklı, tutarlı ve
açık dayanaklarımız olmalıdır. Burada bir halk olarak tek
dayanağımız da tarihimizdir. İyi-kötü, güzel-çirkin,
sevdiğimiz-sevmediğimiz, savaşlı-barışlı, öyle-böyle olan,
ama bugün bize “Çerkes” kimliğini taşıyan, bu kimliğin
temeli olan ve bugün onun özgün varlığından yoksun olduğumuz o
tarih. Bu dayanağı reddedemeyiz, bunu reddettiğimiz an;
sağımıza-solumuza yazdığımız tüm Çerkeslik; başka bir şeyi
makyajlamak için kullandığımız bir araca dönüşür ve elbette
bugün bir çok tarafta bu makyavelist yaklaşım belirtileri de
açıkça gözükmektedir. Sağlı-sollu bu makyavelist hareketler ya
da karakterlerin Çerkesliği bencilce sömürmesine engel olmak
için, kimliğimizde dayanak olan tarihimizin üzerine
içeriden-dışarıdan, dostlardan-düşmanlardan,
bilinçlice-bilinçsizce indirilmiş perdeleri aralamak zorundayız.
Tarihin tüm gerçekçiliğiyle oluşmuş ve bugün aidiyet hissi
duyduğumuz bu kimliği netleştirmek; en çok bu kimliği
bulandırarak kendi amaçlarına araç edenleri üzeceğine hiç
şüpheniz olmasın. Bu kimlik, tarihsel gerçekliğiyle ortaya çıkıp
anlaşılmaya başladığında bir düşmanlık, bir saldırganlık,
bir bencillik oluşmayacak.. aksine bugün oluşmuş düşmanlıklar,
saldırganlıklar, bencillikler tamamen yok olacaktır. Bunun aksine;
bu kimliğin tarihsel varlığıyla sabitlenmiş gerçekçiliği
konuşmayı bir bölücülük, bir mikro milliyetçilik, bir ayrışma,
düşmanlaşma emaresi sayanlar, tüm bu tezleri ortaya atarak bir
panik havası yaratma gayesini yıllardır sürdürmekteler ve kendi
tarihlerinden bir şekilde kopmuş ve özgün varlıklarını bir
hikaye, öykü, masaldan ibaret sananlarda bu panik havasından
etkilenmekte ve tarihsel gerçekçiliği sorgulayan kişilere karşı
yürütülen sosyal linç kampanyasının parçası olmaktadırlar.
Halbu ki bizimde bilmemiz icab eden şey “Gerçeğin, birgün
ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olduğudur” ve artık bu
süreç, engellenemeyecek biçimde yürürlüktedir. Dostlarımızın,
kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, kaderdaşlarımızın,
komşularımızın, köylülerimizin panik etmesine hiç gerek
yoktur. Çünkü bu süreç, iktidarda egemenlik algısıyla değil..
yabanda sürgün anlayışıyla yaşanmaktadır. Çünkü Çerkeslerin
egemen oldukları, iktidarda durdukları, baskın milliyetçilik,
faşistlik, ezicilik yapabilecekleri bir gücü-de, durumu-da,
niyeti-de yoktur. Çerkeslerin ve özellikle sürgün coğrafyadaki
Çerkeslerin, Çerkeslik için daha hayati meselesi vardır. Bu
hayati meselenin çözümüde, dayanak alacakları somut ve net
tarihin bugün kendilerini müşterek kıldığı asgari düzeyde
birleşmek ve kendileri için özgün talep iradesini oluşturmaktır.
Son bir-iki yıldır yaşanan tartışmalarda tamamen bunun
üzerinedir. Bugün Çerkeslerin diğer halklarla aralarındaki bütün
düşmanlığın, kültür çatışmasının ve kavganın sebebi;
Çerkeslerin kendi tarihsel birikiminden yoksunluğu yüzündendir.
Kendi tarihsel belleğini bilmeyen, idrak edemeyen Çerkeslere,
sürgün coğrafyalardaki bölgesel iktidarların bir bellek
oluşturması sonucunda, Çerkesler için, iktidarların tanımladığı
“dost-düşman” kavramının varlığıdır bugün hala içimizde
bir ur gibi duran düşmanlık mantıkları. Oysa bugün sıradan bir
Çerkesin, Türkiye'de kendine düşman olarak gördüğü hiçbir
halkla alıp veremediği yoktur. Yani anlatmak istediğim; bir
düşmanlıktan ve çatışmadan söz edildiğinde bu Çerkesler için
tamamen, kendi somut tarihinin kendine taşıdığı özgün
kimliğinden yoksun olmasından kaynaklıdır. Bu başkalaşım
ciddiye alınmadıkça, bunun üzerine çözümcü yaklaşımlar,
gerçekçi ve bilimsel olarak düşünülmedikçe, Çerkeslik
1860'dan 1923'e - 1923'ten 1980'e kadar, başkaları tarafından
yazılan çarpıtılmış-çarpıtılmakta olan, bulandırılmış-net
olmayan tarihten kurtulmadıkça; bugün Çerkesliği hangi kavramsal
ilkeler etrafında çözümlerseniz çözümleyin, sağlıklı bir
sonuç, yürünebilir bir yol elde edemezsiniz. Çünkü, bir yerinde
“gerçek” olmayan tarihi yaşayan insanların “dayanak”
aldıkları temelinde bir bozukluk, onları yükseldikçe
sallanacak-sarsılacak bir duruma taşır. Bu sarsıntılar; uzun
emekler verilmiş ve bedeller ödenmiş bir davaya inanan insanları
toplumsal depresyona, umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler.
Bunlarda ciddi sorumsuzluklardır. Hatta sorumsuzluklardan da ötedir;
maddi veya manevi satılmışlık, iktidar veya muhalefet için, din
veya dava için insanları bir aldatmaca etrafında yoran alçaklık
olacaktır.
Bugün,
sağdan-soldan (Kemalist, Müslüman, Devrimci, Kuvayici, Birleşikçi,
Öyleci Böyleci) damar alıp kan bulan hareketlerin, (ki içlerinden
bazılarıyla ortak kaygılar, amaçlar ve hedeflerde taşıyorum) bu
soruna karşı çözümcü hiçbir yaklaşımı göremiyorum. Aksine
görünen; bugün önümüzde güneş gibi parlayan bir gerçeğe
körelerek, başkalarının Çerkeslere yazdığı uydurma tarihin
150 yıldır ördüğü Çerkes karakterini sahiplenmişçe
davranmakta olduklarıdır. Çok üzücü ve düşündürücü bir
haldir bu. Zira, bu hareketleri “diğer/başka” amaçlarının
dışında en başta “Çerkes/aynı” oldukları noktada
değerlendirmezsek ciddi bir hata etmiş oluruz. “Çerkes
müşterekliği 2” yazımda;“bir
çok özgün hareket varken, yani aslında amacın kendisi,
dallanıp-budaklanmadan ortada dururken, bunların Çerkesi, Kürdü,
Lazı, Arabı vs. olmasının amacı nedir?” diye
sorgulamıştım. Aslında cevap basit; Müslüman Çerkes; Allah'ın
varlığına ve Hz. Muhammed'in onun resulü olduğuna inanan,
Allah'ın Hz. Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği
Kur'an'da belirtildiği üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi
sürdüren Çerkesdir. Fakat Müslüman Laz'da; Allah'ın varlığına
ve Hz. Muhammed'in onun resulü olduğuna inanan, Allah'ın Hz.
Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği Kur'an'da belirtildiği
üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi sürdüren Laz'dır.
Marksist
Leninist Devrimci Çerkes ile Marksist Leninist Devrimci Laz'da
mesela Çerkes ve Laz'lık dışında aynıdır. Anarşistte,
Kapitalistte tamamen benzeridir. Ben Çerkeslerin, “devrimci,
evrimci, müslüman, ateist” olarak derlenmiş hareketler
oluşturmasından rahatsız değilim. Bende derlenmiş bir hareketin
içinde Çerkesim. Beni anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyuyorum ve
kendilerini anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyanlara da saygı
duyuyorum. Herkesin yaşama farklı bir bakış açısının
olabileceğini de kabul etmek gerekir ve yaşama bakış açılarında
ortak bir paydada buluşabilen Çerkeslerinde, Çerkes meselesini
konuşmak için derlenme ihtiyacı mutlaktır. Bu demek değildir ki,
“Çerkesliği” bu derliliğin buluştuğu ortak payda için
araçsallaştırmak gerekir.
Buluşulan ortak payda ile ilgili, özgün mücadele verilebilecek
yerlerde,
derli-dersiz, örgütlü-örgütsüz bulunulmalı ama Çerkesliği,
bu derliliğin buluştuğu ortak paydanın ilkeleriyle ele alarak, bu
paydaya aykırı Çerkeslere karşı düşmanlık, nefret, kin ile
yaklaşılarak, bitmek tükenmek bitmeyen ve hiçbir sonucu olmayacak
tartışmalar açılmamalıdır. “Çerkes Müşterekliği: 2”
yazımda yazdığım gibi: “Sosyalist
bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok kolaydır.
Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi eleştirmesi de çok
kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider, sonuçta; birbirine zıt
iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini eleştirdiği ve destek
görebildiği genişlikte olur.
“ Amacımız,
Çerkesliğin yanına iliştirdiğimiz diğer kimliğimiz olduğunda;
asimile olmakta olan, bir çıkış yolu bulamamış,
siyasileşemeyen, iradesiz, uzlaşılmış bir talepten mahrum bir
kimliğin, ayrı düşünen öbekleri olarak “diğer amacımız”
için “aynı sona varıma” gittiğimizi göremeyen olmamız
normal değil mi? Dayanağımız tarihimizin tüm Çerkeslere
müşterek kıldığı özelliği, amacımız da bugün yok olmakta
olan bu özelliği korumak olacak şekilde, bu yok oluşa karşı
ciddi bir “ret” çekene kadar Çerkes müşterekleri etrafında
ortak bir talep yaratacak bilinci oluşturmak için asgarilerimiz
etrafında uzlaşmamız gerekmekte. Bu uzlaşma, Çerkesliğin
tarihsel dayanaklarının ortaya çıkaracağı ilkeler ile
sabitlenmelidir. Dini, ideolojik ve ekonomik bakış açılarından
arınmış, gerçek tarihden kök alan bir uzlaşıyı
sağlayabilirsek, bugün içine battığımız asimilasyonu yaracak
güce hızla ulaşabilir ve amacı “Çerkesliğin Yaşamı” bir
talep toplumumuzu da arkasına alacak güçle savunulabilir. Tarihsel
tecrübelere bakılınca; istatiksel verilerin yarattığı kimliğin
hiçbir birleştirici etkisi bulunmadığını da ayrıca anlatmama
gerek var mı? Bugün, bazı obsesiflerin kişiliklerin etkin olduğu
Çerkes hareketlerinde “Emek – Kimlik” gerçekliği, “Çerkes
kimliğinin %90'ının emekçi olduğunu” iddia ederek; kendi
yarattıkları “emek” kavramını ilkesel bir duruş olarak şart
koşması gibi örnekler incelendiğinde, bunun karşılığında
ortaya çıkabilecek ve daha gerçekçi bir analiz olan Çerkes
kimliğinin %99'u Müslümandır o halde “İslam” inancının
kavramı ilkesel duruş olmalıdır diye şart koşacak örneklerin
oraya çıkması durumunda nasıl bir yorum yapacakları kuşkuludur.
Kaldı ki zaten böyle istatistiksel verilere dayanarak bir kavramsal
ilke fetişizmi yaratmak, farklı ve karşıt bir grubun aynı
yöntemle bir kavramsal ile fetişizmi yaratmasına karşı koyduğu
an kendisini de çürütecektir. Aslolan; yadsınamaz gerçek
sayılacak ve tümüyle bu halkın her bireyini kapsayan (inancıyla,
sınıfıyla, mücadelesiyle, yaşantısıyla) müştereklerimizin,
Çerkes halkının sürgün coğrafyalarda bugün içinde bulunduğu
duruma karşı gerçekçi bir çözüm konusunda bir araya gelebilme
iradesine katkı sunmaktır. Bunun içinde, kibirler bir kenara
bırakılmalı ve herşeyi bilicilik, herşeyi yoruculuk huyundan
vazgeçilmelidir. Etrafına aldıkları 3-5 kişiyle kendi dar
kampını oluşturarak, geniş anlamda kendilerine benzemeyen herkese
saldıran anlayış terk edilmelidir. Zaten bunlar olduğunda,
müşterek tarihimizin bizi bir araya getireceği uzlaşı da daha
rahat ve sancısız bir şekilde gerçekleşebilir.
Pazartesi Seansı: 3
Kötü insanlar tanıdım, onların tek ortak noktası kibirli olmalarıydı. Her insan zaman zaman kibirli olur, yani zaman zaman kötüleşir. Sürekli iyilik yoktur, sürekli hiçbir şey olmaz, ancak insanın yaşamda genel bir duruşu olur ve bu duruş insanın karakterini belirler. Karakterinde iyi bir insanın, bazen kötü şeyler yapması muhtemeldir, bu onu kötü birine çevirmez ancak karakterinde kötü bir insanın da iyi şeyler yapması muhtemeldir ve bu-da onu iyi birine çevirmez. Benim tanıdığım kötü insanların tümünün ortak noktası; kibirli olmalarıydı. Hangi dine inanıyor olurlarsa olsunlar, hangi milliyetten, cinsiyetten, renkten, hangi bakış açısından olurlarsa olsunlar; hepsi kibirliydi ve gerçektende bir çok dinden, milletten, cinsiyetten, renkten ve bakış açısından kötü insanlar tanıdım.
***
Onları yaşamımın farklı-farklı bölümlerinde tanıdım ve şahitlik ettim ki kibirliydiler. Kibirleri onları tüketiyordu, onlarla birlikte olanlara da zarar veriyordu. Kibirli insanların genel davası; egolarını tatmin edecekleri bir zemin bulabilmekti, hangi zemin onlara daha yatkın ise o zemine çöreklenmiş ve kibirlerini icra ediyorlardı. Çöreklendikleri zeminin davaları umurlarında bile değildi, fakat o dava için koştururlardı; sonra çıkıp "ben yaptım" derlerdi. Dava ne için olursa olsun, onlar için sadece kibir kaynağıydı. Solcuları, sağcıları, dincileri, dindarları, laikleri, muhafazakarları hepsi aynıydı; kibirliydi. Kötü insanlar tanıdım, hepsi kibirliydi. Bazılarıyla sokakları paylaştım, bazılarıyla sofrada ekmeği.. Bazılarıyla davayı paylaştım, bazılarıyla güneşi... hepsi kibirliydi. Siz de hayatınızdaki kötü insanları tanıyın.
Çerkes Malı
Gün geçmesin ki, Çerkeslerin yoğun bulunduğu tartışma platformlarında birileri, Çerkes Solu-Çerkes Sağı tartışmaları açmasın. Fakat gün geçiyor, bu tartışmalar açılıyor, süregenleşiyor, gündemdeki yerine konumlanıyor. Bende o zaman, size sağa-sola bulaşmış bir Çerkes malı hareketinden bahsedeyim, belki buradan çıkılacak yolla bu “sağ-sol” tartışmaları daha sağlıklı bir pozisyona konumlanarak tartışılır. Geziyle politize olan mizah (kara mizah) anlayışının halklar nedzinde ürettiği bir sloganın, Çerkesler için öznelleştirilmiş halinin konu başlığı “Çerkes Malı”, bahsini ettiğim slogan ise “Kahrolsun Halkların Salaklığı”dır. Bende o halde konunun en başlarından belirteyim, bu “salaklığı” Çerkesler içinde belli bir zümreye hitaben değil, aksine her zümrenin içinde bulunan salaklara icaben yazıyorum.
En başta, kendi okuyucularımın okumakta es geçebileceği fakat “halkımızın salaklarının” mutlaka okuması gerektiği bir zirve not yazıyorum: Güneşin doğduğu yöne doğu denir, güneş doğarken yüzünüzü güneşe dönüp; sağ kolunuzu kaldırırsanız kuzeyi, sol kolunuzu kaldırırsanız güneyi bulursunuz. Eğer bahsettiğiniz sağ-sol buysa, hatırlatmak isterim. Sağ denilen şey bu ülkede “milliyetçiliği-muhafazakarlığı”, sol denilen şey de; “sosyal demokratlığı-sosyalist düşünceyi” ifade ediyor. Kendinizi hangi tarafta hissediyorsunuz hiç ilgilenmiyorum, fakat kendinizi ait hissettiğiniz tarafları öğrenmeniz gerektiğini de ayrıca belirtmeliyim. Yoksa halkımızın “salağı” olmaktan kurtulamayacak, aksine bu salaklık sizde perçimlenecek ve gözünüze perde gibi inerek, size kendi onurunuzun bile kabul edemeyeceği “rezil” bir hayatın neferi haline getirecektir. En başta insanlık onurumdan gelen ve sizin tesadüfende olsa insan oluşunuzdan kaynaklanan bir sorumluluk duygusuyla yazıyorum bunu. Diğer bir konu ise, içimde zerre kadar hissettiğim aidiyet hissinden kaynaklı. Tesadüfende olsa, aynı halkın, aynı tarihin, aynı kaderin silsilesiyle ortak bir aidiyet hissimiz oluşmuş. Bunun da mutlaka bana ve bir çok insana yüklediği bir sorumluluk oluyor. Ha, eğer siz olayı doğru anlamışsanız, hala sosyal medyada olduğu gibi sürdürmekte ısrarcıysanız; hakikaten tanrı varsa, bizi ve tüm halkları sizin illetinizden korusun. Çünkü siz, artık markalaşma yolunda giden “mal” sıfatındasınızdır. Markanızı yaymak ve ticari olarak yayılmak hisleriyle, çamura bürüyemeyeceğiniz tek bir parçanız kalmamış demektir o zaman. O zaman-da, benim ve bir çok kimsenin vazifesi, halkını “markalı mallara” karşı olağan gücüyle savunmaktır. Bu-da bu yönden bence, kendini halkına adamış her kişinin sorumluluğudur.
_______________
İnsan yaşayarak öğrenen bir canlı, sonradan öğrenir. Hatta bu topraklarda bir söz der ki “bilmemek değil, öğrenmemek ayıp” ve Çerkesler-de “ayıp” yüz kızartıcı bir durumdur. Eskiden yüzü kızaran bir Çerkes, (ayıp eden) yurdun da bile barınamazdı. İntihara kadar yolu olurdu ve bu yüzden insanlar ayıp etmemek için ekstra çaba sarf ederlerdi. Bu kendiliğinden, yaşanılarak, tecrübelere dayalı nizami-hukuka biz Xabze deriz. Yazılmamış Anayasa'dan ziyade, yürürlüğü, tecrübeyle sabit toplumsal hukuk-vicdan diyebiliriz Xabze'ye. Ee, sadece dilimiz değil, kültürümüzde asimile oluyor dediğimizde; ayıp ettiğinde-yüzü kızarmayan Çerkeslerin dolup taşmasıyla belirginleşiyor değil mi? Bununla yola çıkarak, toplumumuzun doğaya, kadına, halklara, özgürlüğe, adalete ve kendine karşı değişen bakış açıları tartışabiliriz. Hatta bir çok yerde “gündem olamayan” tartışmaları da oldu. Fakat bizim konumuz; “Çerkes Malı”nın, “Çerkes Sağı-Solu” diye açtığı, iki tarafla da alakası olmayan, bomboş ve uzun bir tartışma. Bilmemek ya da çarpıtmak. Aptallık ya da hainlik.. Gelin tek tek bakarak, sağımızı-solumuzu tanıyalım?..
Popüler olan Çerkes Sağı(?)
_______________________
Gündemde sürekli taarruzda olan, nüfuz eden, tartışmalar açan, tartışmalar yaran ve adına başkaları tarafından “Sağ” eklenen Çerkeslerin, “Çerkes sağıyla” ne alakası var? Onlar olsalar olsalar Türkiye Sağı olurlar. Türkiye sağının politikalarının nüfuz ettiği Çerkesler olabilirler. Mantıksal olarak bakınca, eğer bir “Çerkes Sağı”ndan bahsetmemiz gerektiğinde, bu sağın gündemi yurdu, dili, kültürü, tarihi, geleneği vs. olurdu. Halbuki gündemdeki “Çerkes Sağı” Yurdundan bihaber, dilinden vazgeçmiş (latif-fars alfabelerini önemseyen), halkını “Kafkas” figürü üstünden tanıyan, bu figüre sürgün coğrafyaların değişik ülkelerinde yüklenen anlamlar ile bağlı, kendi tarihini; sürgün coğrafyaların resmi tarih kitaplarından öğrenen, yıllar önce birilerinin “kıvam” politikalarının bugün öngördüğü düzeyde “kıvama gelmiş” bulundukları ülkelerin yılmaz “vatan savunucuları” “askerleri” “kurtarıcıları” “kahramanları” “yediği kaba pislemeyenleri”dir. Ben kendim, ideolojik anlamda bir Anarşist olarak; popüler olan “Çerkes Sağı”nı, bir sağ olarak tanımıyorum. Bir “mal” olarak tanıyorum. İktidarın, adını gazlayarak sağına aldığı ve ne olduğunu bilmeyen, söylendiği şey olan “sağ malı” olarak değerlendiriyorum. Ben sağa, en çokta böyle “malları” üretmek için bir araç olduğu için karşıyım. İktidarın, Otoritenin her söylediğine inanan ve ne için dövüştüğünü bilmeyen “malların” dünyaya, insanlığa, kadınlara, işçilere, doğaya kazandırabileceği hiçbir şey yoktur. Ama, kendini milliyetçi adletmekten hoş olan kişilere-de, kimin milliyetçiliği yaptıkları konusunda bilinçli olmaya çağırıyorum. Yani, eğer siz, bir Çerkes sağı davasının neferi olacaksanız, sizin yolunuz bir hayli uzun. Çünkü en başta, sürgün coğrafyalarında dahili olduğunuz ülkelerin size nüfuz ettirdiği ulusal bilinçten, etnik tarihten, geniş figürlerden kurtulmanız ve daha sonra kendi ulusal bilincinize kavuşarak, tarihinize hakim olmanız ve kendi figürünüzü tanımanız gerekecek. Bu anlamda, bu anlamın karşısına doğurduğu “Solla” bu topraklarda “ilkesel” tartışma dışında hiçbir sorunu da yoktur. Zira, zaten Lenin “ezilen halkların milliyetçiliği”nde bugün Çerkeslerin Türkiye'deki durumuna uygun, kabullenilebilir bir zemin hazırlamıştır. Bu topraklarda Çerkes Milliyetçileri, neden Çerkes Sosyalistleriyle tartışsın ki zaten? Ne Sosyalistlerin istekleri Milliyetçilerin istediklerine, ne de Milliyetçilerin istedikleri, Sosyalistlerin isteğine aykırı değildir. Bir tartışma meselesi bile değildir. Yoğunlukları farklıdır. Fakat ikisi de iktidar değildir. İkisi de bu ülkede bir iktidar istememektedir. Bu ikisinin birbiriyle tartışmak için bir sebebi yoktur, bu ikisiymiş gibi malların birbirleriyle aralarında, sembolik sloganlara dayalı bir tartışma vardır. Belli bir açının “malı” olmuş “bazı-Çerkeslerin” açılarının kullandıkları slogan yönündeki tartışmaları, “Çerkes sağı-Çerkes solu” tartışması falan değildir. Hatta aksine, bugün görünen köy; kibirlerini aşan sağcı-solcu grupların bir gerçeklik etrafında ortaklaşabildiklerini de göstermektedir. Yurdunu, ulusuyla önemseyen Çerkeslerle, dünyayı eşitlikle arzulayan Çerkeslerin bir tartışması değil, aksine tartışmalarda ortak üslubu görülmektedir.
Gündemde sürekli taarruzda olan, nüfuz eden, tartışmalar açan, tartışmalar yaran ve adına başkaları tarafından “Sağ” eklenen Çerkeslerin, “Çerkes sağıyla” ne alakası var? Onlar olsalar olsalar Türkiye Sağı olurlar. Türkiye sağının politikalarının nüfuz ettiği Çerkesler olabilirler. Mantıksal olarak bakınca, eğer bir “Çerkes Sağı”ndan bahsetmemiz gerektiğinde, bu sağın gündemi yurdu, dili, kültürü, tarihi, geleneği vs. olurdu. Halbuki gündemdeki “Çerkes Sağı” Yurdundan bihaber, dilinden vazgeçmiş (latif-fars alfabelerini önemseyen), halkını “Kafkas” figürü üstünden tanıyan, bu figüre sürgün coğrafyaların değişik ülkelerinde yüklenen anlamlar ile bağlı, kendi tarihini; sürgün coğrafyaların resmi tarih kitaplarından öğrenen, yıllar önce birilerinin “kıvam” politikalarının bugün öngördüğü düzeyde “kıvama gelmiş” bulundukları ülkelerin yılmaz “vatan savunucuları” “askerleri” “kurtarıcıları” “kahramanları” “yediği kaba pislemeyenleri”dir. Ben kendim, ideolojik anlamda bir Anarşist olarak; popüler olan “Çerkes Sağı”nı, bir sağ olarak tanımıyorum. Bir “mal” olarak tanıyorum. İktidarın, adını gazlayarak sağına aldığı ve ne olduğunu bilmeyen, söylendiği şey olan “sağ malı” olarak değerlendiriyorum. Ben sağa, en çokta böyle “malları” üretmek için bir araç olduğu için karşıyım. İktidarın, Otoritenin her söylediğine inanan ve ne için dövüştüğünü bilmeyen “malların” dünyaya, insanlığa, kadınlara, işçilere, doğaya kazandırabileceği hiçbir şey yoktur. Ama, kendini milliyetçi adletmekten hoş olan kişilere-de, kimin milliyetçiliği yaptıkları konusunda bilinçli olmaya çağırıyorum. Yani, eğer siz, bir Çerkes sağı davasının neferi olacaksanız, sizin yolunuz bir hayli uzun. Çünkü en başta, sürgün coğrafyalarında dahili olduğunuz ülkelerin size nüfuz ettirdiği ulusal bilinçten, etnik tarihten, geniş figürlerden kurtulmanız ve daha sonra kendi ulusal bilincinize kavuşarak, tarihinize hakim olmanız ve kendi figürünüzü tanımanız gerekecek. Bu anlamda, bu anlamın karşısına doğurduğu “Solla” bu topraklarda “ilkesel” tartışma dışında hiçbir sorunu da yoktur. Zira, zaten Lenin “ezilen halkların milliyetçiliği”nde bugün Çerkeslerin Türkiye'deki durumuna uygun, kabullenilebilir bir zemin hazırlamıştır. Bu topraklarda Çerkes Milliyetçileri, neden Çerkes Sosyalistleriyle tartışsın ki zaten? Ne Sosyalistlerin istekleri Milliyetçilerin istediklerine, ne de Milliyetçilerin istedikleri, Sosyalistlerin isteğine aykırı değildir. Bir tartışma meselesi bile değildir. Yoğunlukları farklıdır. Fakat ikisi de iktidar değildir. İkisi de bu ülkede bir iktidar istememektedir. Bu ikisinin birbiriyle tartışmak için bir sebebi yoktur, bu ikisiymiş gibi malların birbirleriyle aralarında, sembolik sloganlara dayalı bir tartışma vardır. Belli bir açının “malı” olmuş “bazı-Çerkeslerin” açılarının kullandıkları slogan yönündeki tartışmaları, “Çerkes sağı-Çerkes solu” tartışması falan değildir. Hatta aksine, bugün görünen köy; kibirlerini aşan sağcı-solcu grupların bir gerçeklik etrafında ortaklaşabildiklerini de göstermektedir. Yurdunu, ulusuyla önemseyen Çerkeslerle, dünyayı eşitlikle arzulayan Çerkeslerin bir tartışması değil, aksine tartışmalarda ortak üslubu görülmektedir.
Popüler olan Çerkes Solu?
_____________________
_____________________
Sol yapısı itibariyle, bugün ezilmekte olan halkların adaleti, eşitliği gibi kavramlara sarılıdır. Popüler Çerkes Solu'nda bir yanılgıdan bahsetmek, bu yanılgıyı aşmış hareketlere de genellenebileceği için apayrı ve istemediğim bir haksızlık olur. Bugün Ümit Örten gibi, Nartan Mefewud gibi insanların ne solla, ne de Çerkeslikle ilgili çelişkili durumlarından bahsemeyiz. Fakat bir şekilde ortaya çıkmış eskinin “yetmez amacıları” yeninin “diktatör karşıtçıları” var. Onların siyasi “sol” söylemleri ve bugün onların ortaya çıkardığı “halkların mücadeleciliği” sağlıklı değil. Çünkü kendi bünyelerinde barınan ve hala bu söylemlere yakışmayan, bunu içselleştirememiş, solu araçsallaştırmaya kalkan “malları”nı yok sayamayız.
Çerkes Sağcısı, Çerkes Solcusu olmak sorun değil. Ama bu ikisinden biri olduğuna inanan bir “Çerkes Malı” olmak büyük bir sorun. Buna inanmadan, bunu araçsallaştırarak “markalı mal” olmak büyük bir tehlike. Bizde, bu “mallara” karşı artık daha dikkatli olmalı ve onların saçma tartışmalarına araç olmaktan daha uzakta kalmalıyız.
O zaman bir daha yazılı sloganları hatırlatarak yazımı tamamlayayım:
“Yaşasın Halkların Kardeşliği”
“Yaşasın Halkların Kardeşliği”
“Kahrolsun Halkların Salaklığı”
Şimdi, samimiyet sınavını geçme vakti*
Ön özet:
*****
Sochi Olimpiyatları,
Türkiye'de de Çerkes gündeminde bir hayli yer bulmuştu. Halkına
ve yurduna duyarlı kişi ve örgütler bir çok makale/bildiri
yayımlamış, kampanyalar oluşturmuş ve eyleme dökülmüşlerdi.
Aynı zamanda Çerkesya Yurdunun bugün üç bölgeye ayrılan
kısımlarından biri olan Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nin Başkenti
Nalchik'de de tam olimpiyatların açılış günü, aktivist
Çerkesler tarafından bir eylem organize edilmişti. Sochi Karşıtı
yapılan eylemler içerisinde gözaltı (30) olan tek eylem buydu.
Gözaltına alınan eylemcilerden Anzor (Aktivist) işkence görmüş
daha sonra serbest bırakılmıştı. Daha sonra yaşanan
gelişmelerle, Anzor'un hala baskı altında olduğu, dinlendiği,
takip edildiği ve taciz edildiği ortaya çıktı. Anzor,
yayınladığı bir bildiri ile “dayanışma” çağrısı yaptı
(*Çerkesya Yurtseverleri Çevirisi -Tuapse Press).
******
Her ne kadar ayrı
fikirler, eylemsel bir davranışa döküldüğünde birbiriyle
çatışsa dahi; aynı haksızlığa baş kaldıranların ve bu
başkaldırıda birbirinden bağımsız ya da birbiriyle iç içe
aynı amacı savunanların, kullandıkları dil, izledikleri yol her
ne kadar ayrı bile olsa birbirlerine karşı sorumlulukları vardır.
İşte Anzor Ahohov'a karşı, bugün Türkiye'de “Çerkeslik”
için mücadele ettiğini söyleyen tüm kişi/kurum/örgütlerin
sorumluluğu olduğu gibi. Bu sorumluluk, hepimizindir ve onun
dayanışma çağrısına cevap vermekte boynumuzun borcudur.
Samimiyet sınavımız, Çerkeslik için bir yerde yedeklendiğini
haykıran tüm örgütlerin, Ahohov için harekete geçmesini
gerektiriyor. Olacakları ve olmayacakları göreceğiz ve artık
olanlara ve olmayanlara karşı bir fikir sahibi olmamız gerektiği
de kesin. Bu sınav, halkımızın hakkı ve adaleti için mücadele
ettiğini söyleyenler içinde kimin kuru gürültü, kimin samimi
olduğunu gösterecektir. İşte bu nedenle Türkiye Diyasporası
için böyle bir özellikte barındırmaktadır.
Sevgili Ahohov,
Halkımızın
tarihsel adaleti ve gerçeğin duyulması için, tehlikenin tam
karşısında cesurca yaptıkların için minnettarım ve kendim
adıma sana ne kadar teşekkür etsem azdır. O soykırım
zamanlarında ölmemeyi başarabilen, Karadenizden Türkiye'ye ulaşma
şansını yakalayabilmiş, Salgın hastalıklar ve açlık
karşısında inatla yaşayan, geldiğimiz topraklarda, sokulduğumuz
çatışma ve savaşlardan da sağ çıkan atalarımın ve
Türkiye'nin tüm asimilasyon politikalarına karşı, en azından
Çerkes olduğunu söyleyebilecek kadar sağlam çıkan anne ve
babamın çocuğuyum. Halkım için düşünen ve birşeyler yapmak
isteyen kardeşin olarak; bizi tam birbirimizden kopardıkları
noktada, farklı tarihlere ayrıldığımız yerde, Sochi'de
birbirimizi unutmadığımızı haykırdığın için, aynı zamanda
yoldaş-ta olduğumuzu bilmeni isterim. Sana karşı yapılan
baskıları üzerime alınıyor ve buna karşı elimden gelen herşeyi
yapacağımı bilmeni istiyorum. Elimden gelen şeyler, bugün
Türkiye'de Çerkesler için oluştuğunu söyleyen tüm Çerkes
kurum/kuruluş ve örgütlerini, sana karşı yapılan baskılara
duyarlı olmaya çağırmak ve Rusya'ya senin yalnız olmadığını,
seni takip eden birilerinin olduğunu duyurmaya çalışmaktır. Bunu
yapacağım. Seni, bugün sürgün olarak geldiğimiz topraklardan
takip edeceğim. Sesini, buradaki soydaşlarına duyurmaya
çabalayacağım. Yalnız değilsin, bugün başka yurtlara sürülmüş
ve orada seninle aynı dava için çabalayan kardeşlerin var. Hep
birlikteyiz, Çerkesya'da ve Diyasporada. Birimiz hepimiz, hepimiz
birimiz için Ahohov.
Pazartesi Seansı: 2
Bir ülke, adalet, eşitlik, özgürlük getirerek bölünmez. Bir ülke, bunları ihlal ederek bölünür. Bölünür çünkü, bir gün adalet, daha önce ona hiç ihtiyaç duymayan birileri için de mutlaka gerekecektir. Bölünür çünkü, bir gün eşitlik daha önce ona ihtiyaç duymayanlar için de mutlaka gerekecektir. Bölünür çünkü, bir gün özgürlük herkese lazım olacaktır.
***
Bir ülkeyi bölmek istemiyorsanız, o ülkede ırkçılığa karşı savaşın. Nefret söylemlerinden vazgeçin, ötekileştirmek, her türlü birlikteliğe zarar verir. Eğer bulunduğunuz bir yapının bölünmesini istemiyorsanız yapabileceğiniz en güzel şey, o yapının içindeki tüm farklılıkları kabullenmektir.
Çerkes müşterekliği üzerine 2
-Birlik ve
beraberliğin önemi-
Bir amaçta
netleştikten sonra, o amaç için güçlenilir. Amacı
dallandırıp-budaklandırmaya, dolandırmaya, çeşitlileştirmeye
hiçbir gerek yoktur. Zaten bugün, esasını aldıkları adla,
mücadele verdikleri kulvar arasında adeta herkes “Çerkes” için
biricikleştiğini iddia ediyor. Ancak yaşanılan tartışmalar ve
son durum bize; “Çerkes” için biricikleşilmediğini,
Çerkesleri “bir şey” için biricikleştirdiklerini
göstermektedir. Bu durum hakkında, herhangi bir Çerkesin herhangi
bir itirazı veya desteği olabilir. Örnek vermek gerekirse;
Müslüman bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeyi
destekleme ve islama aykırı bir biricikleşmeye itiraz etmesi, buna
karşın başka bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeye
itiraz etmesi ve islama aykırı bir biricikleşmeyi desteklemesi
gibi, çokta çoğaltılabilecek durumlar gösterilebilir. Yani,
herhangi bir Çerkesin, Çerkesliğinin tam önünde ya da arkasında
taşıdığı ikinci kimliği mutlaka vardır, fakat bu ikinci
kimliğe dayalı bir yolun Çerkes halkını tamamen temsil etme gibi
bir şansı yok denebilecek kadar zayıftır. Bugün,
adına-hareketine-örgütüne Çerkes koyanlar her yapının bunları
iyice anlaması, araştırması, tartışması ve karar vermesi
gerekir. Çerkeslik bir davaya mı entegre edilecek, yoksa amacı
Çerkes Diasporasının dün yaşadığı problemleri anlayan, bugün
yaşamakta olduğu sıkıntıları kavrayan ve yarına sorunsuz bir
Çerkeslik bırakmak isteyen bir Çerkes davası, halkının zihnine
entegre edilecek? Açık olmak gerekirse, ikiside bir sorumluluktur.
Fakat sorumlulukların bulundukları şartlara göre asgari
sıralamaları da vardır. Bugün Çerkesler, bir davaya entegre
olacak düzeyde birikim sahibi değillerdir. Hatta, yaşadıkları
bölgelerde egemen olanların onlar için biriktirdiği suni
vasıflarla, etkisinde kaldıkları egemenlerin biriktirmek
istedikleri yere dolmaya hazır ve nazır durumda olduğumuzu
söylemek bile mümkün olabilir. Önceki yazımda-da belirttiğim
gibi, belki bu sorunların bir çok nedeni vardır, fakat temeli;
kendi müşterek tarihinden uzaklaşması ve başkalarının
kendileri için yazdığı tarihe tutunmasıdır. Bu sorunları
gerçekçi olarak, bilimsel düzeyde ele almak ve bugün Çerkes
Diasporasının tarihinden kopuk yapısını, tarihine
yakınlaştırarak toplumsal vicdanı oluşturmak gerekir. Bugünlerde
birileri tarafından söylenen o “toplumsal vicdan”ın kökeni,
Çerkesya halkının müşterek tarihinin derinliklerinden
gelmektedir. Çerkesya halkının Türkiye kopuntusunda ne yazık ki
hem o vicdanı oluşturan tarih silikleşirken hem de o tarihin
hepimizi müşterek kaldığı mirası tehlikeye girmektedir. Çerkes
halkı, kendini müşterek kılan tarihinden uzaklaştıkçada,
başkalarının kendileri için yazdığı tarihte ne yazık ki
istenildiğinde katil, istenildiğinde kahraman olmaya, o tarihi
yaşamaya mahkum olacak ve bu mahkumiyet, diasporanın tarihinden
tamamen uzaklaşması ve müşterek tarihinin kendine miras bıraktığı
değerleri de tamamen yitirmesiyle son bulacaktır. İşte bizim
içinde, farkında olmadan hızla gittiğimiz yerde ne yazık ki bu
sona varımdır. Çerkes halkının bu “sona varıma” gidişini
durdurmak için bir çok yol olsada, bugün içinde yaşadığımız
şartlar ne yazık ki her yol için bazı sorumlulukları yükümlü
hale getirmektedir. Bu sorumluluklar gözardı edilerek, yokmuş gibi
davranılarak, “at gözlüğü” ile bakılarak gidilecek türden
değildir. Kişiler, kendilerini ne kadar geliştirirse gelişltirsin,
kendilerini ifade edecekleri kitlelerin, o kişileri önce
dinleyebilmesi ve en önemlisi de sonra anlayabilmesi gerekir.
Halbuki bugün, son 150 yıldır yoğun bir şekilde bize tarih yazan
egemenlerin tarihini yaşamaktan ötesi olmayanlar büyük bir
çoğunluk içinde ve ne yazık ki kendilerini kontrol eden bir
otokontrolle, bazı şeyleri duymamakta kararlılar. Onların bu
kararlılığı özgün bir irade olmamakla birlikte, kabul etmek
gerekir ki söz konusu olan bir irade de, ancak onlarla mümkün
olabilmektedir. Hiç kimse onlara rağmen, onları dışlayan ve
Çerkes halkını kapsayan bir iradeden söz etmemelidir, zira bu
durum; bugünlerde diasporada en çok raslanan “siz kimsiniz ki
çerkesleri...” tartışmalarını doğurmaktadır. Bu tartışmalar
ise toplumsal olarak asgari düzeyde uzlaşabileceğimiz herşeye
zarar vermekle birlikte, bizleri müştereklerimizin çok dışında
farklılaşmış bir kamplaşmaya itmektedir. Çerkesler, A-B-C-D
olarak kamplaşıp, kendi içinde tartıştıkça, asıl problemleri
görmemekte ve sona varıma daha da yaklaşmaktadır. Diyaspora
olarak, sona varımın hangi aşamasında olduğumuzu tahlil etmeden,
sanki henüz daha bunun başındaymışız gibi, çok hızlı bir
şekilde bunu atlatabilecek güçteymişiz gibi davranma lüksümüz
olmamalı. Fakat biliyorum ki, çılgın radikallerimiz var. Jineps
Gazetesinin 2015 Ocak sayısında yayımlanması muhtemel olan
yazımda bir itibar açlığından bahsedeceğim. İşte orada
bahsedeceğim “İtibar Açlığı” burada bahsettiğim “çılgın
radikaller” içinde geçerli. Bir düşüncede kamplaştıktan
sonra, kendi kampımızda olmayanları suçlamak çok kolaydır.
Sosyalist bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok
kolaydır. Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi
eleştirmesi de çok kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider,
sonuçta; birbirine zıt iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini
eleştirdiği ve destek görebildiği genişlikte olur. Fakat
esasında soru; herşeyin yerinde ve yeteri kadar olup olmadığı?
Sınıf hareketini, kimlik hareketine bütünlemek Türkiye'de
popüler olsa bile, bunu popüler kılan yapıların kimlik
bilinciyle, Çerkeslerin kimlik bilincinin eşit olmaması ve bu
durumun bu şekilde incelenmeden, tahlil ve analiz etmeden mutlak bir
yolmuş gibi devreye sokması, acaba Çerkes Diyasporasının
çoğunluğunda nasıl bir etkidir ve bir tepki doğurmakta mıdır?
Gerçek sorunları, olağanca şeffaf bir biçimde önümüze
koymalıyız. Kişisel bir tavır sahibi olmak, insanı yolunda
karakter sahibi kılsa bile, kişisel tavrımızı tüm toplumsal
inkara rağmen bir topluma dayatmak da toplumsal olarak gidilen bir
yolda, eşit derecede kişiyi karaktersiz bir kişiye bürür.
Hepimiz hayatımızın bir bölümünde yanlış yapabiliriz, ancak
bu yanlışın esiri olmamak gerekir. Bu yanlışın esiri olmaya
başladığımız an, bu yanlışı çürütecek her doğruya
saldırarak, doğrudan saparız. Kibirli insan oluruz. Bizim,
kişisel kibirlerle minimize olmaya değil aksine bu kibirleri
yenmeye ve birlikte olmaya ihtiyacımız var. Bunu herkese
anlatabilmek imkansız, ancak çoğunluk olabilmek mümkün. Çoğunluk
olmak ise “Çerkesler” olabilmeyi başarabilmek demektir. Eğer
birlikteliklerimiz bir biricik etrafında oluyorsa, biriciğimiz de
Çerkeslikse, bu biricikler etrafında bir araya gelebilen zümrelerin
amacı “Çerkesler” olabilmeyi başarmak değil midir? Bir daha
hatırlayalım o zaman: Toplumsal müştereklerimiz etrafında
toparlanamayacaksak, bu müştereklerimize rağmen, bazı başka
gerçekleri-inançları-kavgaları bağırarak ayrılacaksak
“Çerkeslere rağmen” nasıl “Çerkesler” olacağız? Peki
Çerkesler olamadan hangi talebi, ciddiye alınacak güçte
seslendirebiliriz? Eğer müştereklerimiz etrafında
birleşebilirsek, Çerkesler olabiliriz. Nasıl ki Sosyalizmin
müşterekleri, enternasyonali oluşturuyorsa ve “devrim” bu
enternasyonalin gücü oluyorsa.. bir mücadeleye girişildiği
vakit, o mücadelenin amacına yönelik müştereklerin bir araya
gelip, bir güç oluşturması gerekir. Bu insanın toplumsal tabanlı
tüm hareketlerinin şartlarından biridir. Örgütlenmek demek,
müşterekler etrafında toparlanmak demektir. O halde tüm Çerkes
örgütlerinin, müştereklerini ortaya koyması gerekir. Eğer
müşterekler, Çerkesler ile oluşmuyorsa, örgütün kendine neden
Çerkes öznesini seçtiğini de düşünmesi gerekir. Devrimci
Çerkes örgütlerinin müşterekleri, devrimci gelenek- amacı da
Çerkeslerle devrime girişmek midir ya da İslami Çerkes örgütleri?
Ya da a-b-c'ci Çerkes örgütleri? O halde, kendi örgütlerine
seçtikleri özne, Çerkesleri amaçlarına yönlendirmek için
sayılabilir mi? Yani Leninist bir Çerkes, Leninizmi muzaffer kılmak
için, bazı Çerkesleri Leninist mücadele için örgütlemek
istiyor? Olabilir. Ya da Kemalist, ya da İslamist, ya da ... halbuki
onların örgütlü yapılarındaki bir çok çeperin kendilerine
ulaşmasındaki en önemli şey, Çerkesliktir. Çünkü Leninistler
için Leninist, Kemalistler için Kemalist, İslamcılar için
İslamist mücadele yürütecekleri bir çok özgün hareket varken,
yani aslında amacın kendisi, dallanıp-budaklanmadan ortada
dururken, bunların Çerkesi, Kürdü, Lazı, Arabı vs. olmasının
amacı nedir? Hiçbir fikrim yok. Bende, Çerkes halkının bir ferdi
olarak, Çerkesleri asimile eden sebeplere karşı bir araya
getirecek müşterekleri anlamayı, Çerkes halkının, halk olarak
kendine yönelen tehditlere direnebileceği bir mücadeleyi
oluşturmayı istiyorum. Akabinde, sınıf tabanlı mücadelemde,
kendi ideolojik kavgamıda verebiliyorum. Zaten bu iki mücadele, iki
gerçekle yol almaktadır ve birbirine alternatif değildir. Fakat,
işçi sınıfının kavgasına; henüz kendini anlayamamış bir
halkı entegre etmeye çalışmak, hem o halk için hemde işçi
sınıfının kavgası içinde fayda sağlayamaz. Eğer bir halk,
kendine özgün tehditler (asimile olma, kültürsüzleşme, vs.) ile
baş edemiyorken ve bunlara karşı, binlerce yıllık
müşterekleriyle bile bir araya gelemiyorsa, zaten o halkı başka
müşterekler etrafında birleştirmeye çalışmanında akla hizmet
edeceğini söyleyemeyiz. Her hırsatta, herkes kendi Çerkes
profilini baz alarak; işte bu profilin dışında kalanlara karşı
kötü suçlamalarda bulunuyor, halbuki halihazırda bulunan Çerkes
profili, işte bu tip suçlamalardan bıkmış ve usanmış, gençliği
halkı adına umudunu yitirmiş bir haldedir. Binlerce yılın
müşterek tarihiyle oluşan Çerkes profilini, bir kaç
ideolojik-inançsal revizeyle, kendi düşünceleri içinde eritmek
isteyenlere karşı; binlerce yıldır süregelerek oluşan bu Çerkes
müşterekliği, birgün kendisine takılan tüm budaklardan
arınarak, gövdesinde güçlenebilirse, yani en iyi Türk askeri, en
iyi komünist, en iyi müslüman, en iyi kapitalist gibi dallardan
arınarak, “en iyi Çerkes” olmayı başarabilirse, işte bugün
ortalık bulandıranlara en güzel cevap verilecektir. Aynı
zamanda, Çerkeslik ağacının gövdesi güçlendikçe, kendisiyle
birlikte bu halkın içinden çıkacak diğer düşüncelerde
güçlenecektir. Bugün, gövdesi(Çerkesliği) çok zayıf kalmış
bir ağaçtan(halktan), çok iri dallar(düşünceler) beklenmekle
hata yapılmaktadır. Bu ağırlıklar altında, gövde(Çerkeslik)
dahada zayıf düşmektedir. Müşterekler etrafında netleşmek,
bugün yok oluşa karşı dirençli bir güç oluşturmak gerekiyor.
Zira, Çerkeslik; tüm güzel sözlerin ardında artık tarihteki en
zayıf konumundadır, pamuk ipliğindedir. Bir halkın kimliği
dilidir ve bugün Çerkes dili, diyasporada yok olmaya yüz
tutmuştur. Bir halkın tarihinden kopukluğu, kendi geleneklerinin
sönümlenmesidir ve bugün Çerkes halkı tarihinden çok uzaktadır.
Müşterekler etrafında birleşerek, Çerkesliğe karşı
sorumluluklarımızı yerine getirmenin zamanı çoktan geldi, bu
artık kendine Çerkes diyen her birimizin görevidir. Birleşerek
irade oluşturmak için geç olsada, hiçbir şey için çok geç
değil. Bu saçma-sapan tartışmalardan arınarak, Çerkes halkının
ihtiyaçlarına yönelik talepleri savunacak müşterek bir harekete
ihtiyacımız var. Bugün değilse ne zaman? Biz değilsek kim?
Pazartesi Seansı: 1
...bir Çerkesin, bir türke, bir kürde, bir laza, bir gürcüye, bir kazaka, bir slava, kendisiyle ortak kültürü/coğrafyası olsun ya da olmasın sen "Çerkessin" dediğini düşünebiliyor musunuz?
Peki Çerkeslerin bağımsız bir devleti olsaydı, mesela "Çerkesya'da yaşayan herkes Çerkesdir" deseydi. Mesela Türkçe şarkıları yasaklasaydı, Kürtçe konuşmayı yasaklasaydı, bunun için baskı, işkence falan yapsaydı.. bu devlet, sizin gözünüzde nasıl bir devlet olurdu?
Peki devletin bu uygulamalarını destekleyen kişi nasıl bir karakter sergilerdi size?
peki mesela; bir Türk, bir Kürt vs. "Çerkesya da yaşayan herkes Çerkesdir" "Türkçe-Kürtçe bölücülüktür" "Hepimiz Çerkesiz" deseydi..
sizde kendi kültürel haklarınızı isteyen bir Kürt ya da Türk olsaydınız, o devletçi Türk-Kürt hakkında ne düşünürdünüz?
Mesela oradaki Türk-Kürt, Arap-Boşnak olsa ne fark ederdi? ya da Abhaz-Oset?
Kardeş olmak için aynı olmak zorunda mıyız? Bunu neden zorunlu hale getiriyoruz acaba? Mesela Türkiye'de "Kızıl Elmacı"lar hariç, kendini Türk hisseden ama Türk olmayanları neredeyse Türklerden çok seven faşistler yok mu? Türk olsunda, isterse uzaylı olsun, yabancı saymazlar.
Ben kardeşlik için, ortaklık için, birliktelik için aynılaşmayı savunanları, kendilerine ne derlerse desinler iyi niyetli, kötü işler yapan zavallı faşistler olarak görüyorum.
Kardeş olmak için aynı olmamıza gerek yok,
farklı dilleri konuşmamız, farklı kökenlere sahip olmamız, aynı acıları anlamamızı engelleyemez.