Etnik Kimliğe dayalı Çerkes Ajitatörizminin Partileşme Çağı

İdeolojisini bir kenara bırakalım siyasetin, ahlakını konuşalım biraz..  Hangi siyaset biçimi, kendi söylemlerini bir başkalarının söylemlerinin üzerinde inşa etmek kadar değersiz olabilir? Bir kaç gün evvel, "Demokrat Çerkeslerden HDP'ye destek"  isimli bir açıklama yayınlandı. Altında da Çerkes toplumundan, toplumu için düşünen, üreten ve çabalayan bir çok kişinin imzasıyla.. Bu medya ve sosyal medyada yayılmaya başladığı gibi, tepki vermesi normal karşılanan aidiyet hissini yitirmiş kişiler bir yaygara koparttılar. Kopan yaygara alışıldık. Yıllardır bilinen, yurtsuz, tarihsiz, talihsiz, zavallı, kendini başkalarının varlığına armağan etmeyi "ilkokul" çağından bu yana bağıra bağıra içselleştirmiş annesinden-babasından tesadüfen Çerkes olmuş, Çerkeslik namına başka da kültürel aidiyet alametleri göstermeyen kişiler bunlar. Hem ben, hem biz, hem de "Demokrat Çerkeslerden HDP'ye destek" metni altına imzasını koyan herkes bu vakalara alışık. Toplum, aidiyet hissini yavaşça içselleştirirken, bünyesi kendi varlığına ağır gelen kişilerin kopardığı geçici gürültü bunlar. Onlara, kendi varlıklarını bünyelerine alıştıracağımız güne kadar kızamayız, en açık tabirle yalnızca üzülebiliriz.

Gel gelelim, siyasetin Çerkesler için gittikçe yaygınlaşmaya başladığı bu zamanlarda, ortalığa yayılan seçim ajitatörlerinin haziran seçimleri için düştükleri bu duruma. Her fırsatta kendini "devrimci çerkesler" olarak adlandıran, manifestosunda "çoğunlukçu demokrasi"nin noktasından-virgülüne kadar ilkelerini kullanarak kendini beyan eden ve kurucularının, yöneticilerinin, adaylarının çoğunlukça Çerkes olduğu örgüte.. "Kimlik yoksunluğu" ile  suçladığı kişilerin kaçını, ne kadar tanıdığı belli olmayan bir ajitatör (ki kendisi cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde (henüz Çerkes partisi yokken!!!), Kürt partisi olarak nitelediği partinin, Kadıköy-Caferağa'da düzenlediği dayanışma gecesine, diğer ajitatör arkadaşının konuşmasını destekleyerek, getirdikleri ekibi, sahnede seyrederek) "Demokrat Çerkeslerin" haberinin paylaşıldığı bir medya ortamında, kendi söylemlerini çürüten, kendi geçmişini, söylediklerini yalanlayan, provakatif bir ağızla ve üstelik nice değerli Çerkes aktivistini "yoksunlukla" suçlayarak ne kadar muhtaç, ne kadar bilinçsiz, programsız, zavallı olduğunu ortalığa sergiliyor. Üstelik işin kötüsü, biz bu tutumun "malum" kişinin bireysel bir hali olmadığını, bu ajitatörlüğün ve ajitatörlük için benimsedikleri yöntemin ne yazık ki "örgütlü" olduğunu düşünüyoruz.

Onlardan olmayabiliriz, onlar gibi düşünmeyebiliriz ancak, onların genel anlamda örgütlerine biçtikleri tam misyonu, bizler örgütümüz içinde "komisyon" biçiminde yürütüyoruz. Üstelik bu şartları oluşturan bizim siyasi örgütümüz. Hemende belirteyim size bizim siyasi örgütümüzü... Verdiği mücadele ile Türkçe dışında Radyo ve Televizyon kanallarının açılmasına vesile olan örgütümüzün açtığı bu yolda, o ajitatörlerin zamanında kurdukları bir hareket, bugün hala Çerkesce yayın yapan Radyo ve Televizyon kanalları talep edebiliyor. Örgütümüzün anadilde eğitim için verdiği mücadele ile elde ettiği "anadil dersi" ile belki o örgütün bir çok yapısından insanın çocuğu, örgütümüzün yeterli bulmadığı bu haktan yararlanabiliyor. Ayrıca, örgütümüzü oluşturan bileşenlerin on yıllardır verdikleri mücadele, bugün onların örgütleşebilmesinin bile zeminini hazırlayabiliyor. Kısacası, küçümsemek gibi olmasın ama; bugün onların bizi içinde örgütlü olduğumuz için "yoksunlukla" suçladıkları örgütümüz, onların varlığının teminatının ta kendisi. İş siyasete binince, toplumun genel kesiminin gazına gelerek, kendi içlerine girdikleri yola dahi taş koyduklarını farketmeyen bu ajitatörlerin kendilerini eğitmeleri gerekiyor.

Peki, Çerkes toplumu için ajitatörlük yeni mi? Değil. Yıllarca asaletin ve nezaketin ajitatörlüğünü yaparak bugüne dek hiçbir şey kazanmadan sürekli kaybeden olduğumuz, bugün içinde yaşadığımız coğrafyalarda ne hale geldiğimizle belirgin. Asalet ve Nezaket ajitatörlerinin telkinleriyle, atalarının onurlu tarihlerinde, canları pahasına korudukları özgürlük ve adalet mirasını yiye yiye, bu iki değerden zerresi kalmayan halkımız, bugün yeni yeni kımıldamaya başlamışken, bu kıvılcımı yangına çevirmesi gereken örgütlenmeler, nedense kıvılcımı söndürürcesine, düşüncesiz, bağnaz ve budalaca ajitatörlüklerin sonucundan medet umuyor. Bu durumu bir süredir gözlüyoruz, bu durumun geçici olmasını ve tüm örgütlerimizin, siyasallaşan kanatlarında tarihsel olguklarını yakalamasını diliyoruz. Ancak bugüne kadar, etnik kimliğe dayalı siyaset yapan Çerkes örgütlerinin, Ajitatörizme saplandıklarını gördüğümüzü de belirtmemiz gerekir. Biz, bugüne kadar başardıklarımız ve bugünden sonra kazanacaklarımızla, kendini ajitatörizm çağına zincirleyen bu hareketleri, cahil ajitatörlerin ellerinden, aydın siyasetçi geleceğe taşıyacağımıza ise, yürekten inanıyoruz.

Bir de, sürekli tekrarlanan cehaletlerinden ötürü kısa bir bilgiyi tekrar açıklama gereği duyuyoruz.

HDP'yi oluşturan HDK'nın bileşenleri aşağıdaki gibidir:

78'liler Girişimi

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)

Cam Keramik İş

Demokrasi ve Özgürlük Hareketi (DÖH)

Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)

Demokratik Pomak Hareketi

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP)

Disk Gıda İŞ

Emek Partisi (EMEP)

Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP)

Filistin Halkıyla Dayanışa Derneği (FHDD)

Gökkuşağı Kadın Derneği

Hevi LGBTİ

İstanbul LGBT

İşçilerin Sesi

Kaldıraç

Kaos GL

Küresel Eylem Grubu (KEG)

Limter İş

Marksist Tutum

Munzur Koruma Kurulu

Nor Zartonk

Özgür Demokratik Alevi Hareketi

Partizan

Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP)

Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP)

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP)

Tekstil Sen

Teori Politika

Toplum ve Kuram-Lêkolîn û Xebatên Kurdî

Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi (TÖPG)

Tüm Köy Sen

Türkiye Gerçeği

Yeşiller ve Sol Gelecek (YSGP)
Şimdi çok zeka gerektirmeyen, azıcık istek ve azimle HDP bileşenlerini de siz araştırın, bakın bakalım HDP, ne partisiymiş.. :)

Share:

HDP, Çerkesler ve bölücülük

Nasıl bir maya ile tutmuşsa bu bölücülük propagandası, 21nci yüzyılın şimdisindeki tüm olanaklara rağmen ortalıkta hala duyuluyor.  Bunlar bundan 20-30 yıl önce söylense; halkın bilgiye ulaşması zorlukları gözetilip biraz daha anlaşılır kılınabilirdi ancak, bugün; bilgi parmaklarımızın ucunda azıcık ilgiye yığınla gelebilir haldeyken hala bu propagandaya kapılan, bu propagandayka akım yaratmak isteyenlerin hiçbir anlaşılırlığı yok. Düpedüz cehaletin, en yoğun propagandası sayılabilir bu haller. Bırakın ülkenin karanlık tarihini araştırmayı, soruşturmayı, anlamaya yeltenmeyi.. bugününü bile araştırmaktan yoksul, zihin tembeli yığınları tarafından her türlü birleşme, eşitlenme, kardeşlik hareketi ve söylemi; bölücülük söylemleriyle yok edilmeye çalışılıyor. Ama artık bu söylemin geçerliliği yok. Bu söyleme kapılıp giden nesil, artık konuşmaktan ötesi olmayan bir nesildir ve yeni nesil eskiye göre daha çok araştırıyor, okuyor, konuşuyor. Zaten umutta eski nesilden ziyade yeni nesildedir.

Çerkesler kendini temsil etsinler! diye zırvalık dolaşıyor. Halbuki bugün ÇDP "Ç-oğunlukçu/Ç-erkes Demokrasi Partisi (farklı ortamlarda değişiklik gösterip Çerkeslik-Çoğunluk'a dönüşse de genelde Çerkes olarak algılanmaktadır) bir çok ortamda ve konuşmasında, en üst yetkilisinden, en basit misyonerine kadar biz Çerkesleri temsil ediyoruz diyorlar. "Çerkesler kendini temsil etsinler" diye zırvalayan kişilerin büyük bir bölümü, bu hareketin içerisinden de oldukça uzakta.

 Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz, Çerkes Soykırımının 151nci yılı anmaları yapıldı. Çerkesya Yurtseverleri ve KAFFED, Xeku'ya sembolik rakamlarda insanlar taşıyarak anlamlı bir iş çıkardılar. Takdire şahan ve bugün oluşmakta olan Çerkes Siyasetinin geleceğini belirleyecek pratiklerden birisiydi bu davranış.

Aynı zamanda Diasporanın Türkiyesinde hem yerellerde anmalar olurken, hemde 2 noktada büyük bir anma oldu. KAFFED, örgütleriyle Kefken'de bir program düzenledi ve hayli iyi geçti. En iyi noktalarından biri ise geçmişte örgütlerinin binalarına girerkenki "siyasi kimliğinizi dışarıda bırakın" siyasi ambargoyu, bizzat KAFFED'in en yetkili ismi tarafından delinmesi oldu. Zaten bu durum bir kaç yıldır yer yer yoğun yer yer az olsa da ihlal edilmekteydi. Ancak Kefken'de KAFFED başkanının konuşması dahil, bu durumun artık sürdürülemez olduğuna işaret etmekteydi. Gelecek, KAFFED'in siyasi ambargoları delmesiyle daha da güzel olacak. İkinci organizasyon ise İstiklal caddesindeydi. Biliyorsunuz ÇHİ, uzun zamandır her ayın 21nde 21de Rusya konsolosluğunun önünde toplanıyor ve eylem yapıyor. Bu muazzam hareketi, 2 kişi de olsalar, 200 kişide olsalar 2000 kişide olsalar sürdürüyorlar. Bu eylem ve söylem tutarlılığı, o kanaldan gelişen siyasi etkinliğin gelecekte gelenekselleşecek bir diasporal harekete öncülük etme olasılığı var. Mayıs'ın 21nde yaptıkları eylem, 21 mayısın aynı zamanda soykırımın anma günü olması vesilesiyle çok kalabalıktı. Bizzat biz, kendi örgütlü yapımızın gözlemcileri statüsünde bu organizasyona katıldık. Organizasyonda sunumu, sanıyoruz ÇDP örgütünce kayseriden bağımsız vekil adayı seçilen İshak bey yapıyordu. İlk konuşmayı ÇERFED başkanı ve AKP'nin Tokattan Milletvekili aday adayı Nusret Baş yaptı. Nusret Baş konuşmasında bir çok gafta bulundu. 21 Mayıs'tan "kutlama" olarak bahsetti. Çerkeslerin görevinin "zalimin yarasına derman olmak" olduğunu söyledi. Bizce dili sürçtü, umarız da öyledir. İşin açıkçası kendisini dinlemeye çok tahammüllü değilsekte, oradaydık. Nusret Baş'ın konuşmasından sonra mikrofonu eline alan ÇDP Genel başkanı Kenan Kaplan ise, hem organizasyona, hem siyasete, hem halka daha donanımlı olduğunu konuşmasından yansıttı. Kitlenin genel durumu göz önüne alındığında, daha başarılı bir konuşma yapılabilir miydi? bilmiyoruz. ÇHİ'nin 21 mayıs etkinliğinde sık sık "İntikam değil, Adalet istiyoruz" sloganları ve pankartları görülüyordu. Bu da, 21 eylemleri olarak lanse edilen bir dizi eylemin geleceğinin alacağı şekil hakkında bizlere ipucu veriyor. Şövenist ve ütopik söylemlerin yerine, giderek daha mantıklı ve olması muhtemel şeyler söylenirse sakın şaşrmayın.

Siyaset, Çerkesler için giderek normalleşiyor. İlk günlere nazaran tüm kesimlerin kabul edilebildiği ve küfürler/hakaretlerden başka şeylerin duyulabildiği ilk günlere girdik. Biliyorsunuz, Çerkes siyasetini tırmandıran ve kırılganlaştıran süreç, HDK içerisinde örgütlenmiş ve HDP'de kimlik siyasetinin Çerkesler ayağını yürüten Çerkes ekiplerin çalışmaları başlatmıştı. Ekiplerin siyasi ve sosyolojik tecrübeleri bu sürecin kendileri açısından daha yönetilebilir olmasını sağlıyordu. Dolayısıyla bu süreci, ülkenin ve Çerkes diasporasının güncelleriyle birlikte sırtlanıp yürütebildiler. Krizi fırsata çevirip, halklarına adadılar. Neyse ki, onların omuzlarında taşıdığı süreç şimdilerde durgunlaştı. Geçtiğimiz günlerde, anti-faşist çerkeslerin değerlendirme toplantısına katıldım. Sürecin topluma etkileri üzerine iyi analizler vardı. Süreç, kısa sürede Çerkes toplumunun ehli sakin halini tarumar edip, istenmeyen şeylerin olmasına yol açıp, bu durum kısa sürede kontrol altına alınıp toplumun tüm kanatları tarafından durgunlaştırılmış. HDK'lı arkadaşlar, sürecin öz kimlik söylemleri üzerine bilinçli bir hamleyle başlatıldığını ve toplumdaki reaksiyonuyla bir çeşit teşhire dönüştüğü ve psikolojik şiddet durumunun hemen kontrol altına alındıklarını bildirmişler. Gelin hatırlayalım. Çerkes sorunlarının araştırılması ve çözüm bulunması yönünde HDP bileşenleri tarafından TBMM'ne bir teklif sunuldu. Teklif parlementonun diğer örgütlerince reddedildi. Çerkes Soykırımının Tanınması yönünde çalışmalar yapıldı, çalışmalar HDP bileşenlerine iletildi, HDP bileşenleri bu çalışmaları teklif haline getirip TBMM'ne sundu. Teklif parlementonun diğer örgütlerince reddedildi, HDP, en üst düzeyde Çerkes soykırımını lanetlediğini, parlementoda kendi grup toplantısında söyledi. Halklar ve İnançlar Komisyonu üyesi, Çerkes asıllı bir partiliyi kürsüye çıkararak konuşma yaptırdı. HDP, açıkça ve belirgin bir şekilde Çerkes Soykırımı anmalarına katılarak safını belli etti, katılımda kriz yaşandı ve tüm krize rağmen HDP, İstiklal Caddesinde hem 21 mayıs günü toplandığı yerden soykırımı lanetlerken, hemde ertesi gün HDK bileşenleriyle birlikte "Çerkes soykırımı" etkinliği düzenledi ve etkinlikte tamamen Çerkeslerin lehine bir konuşma yaptı. Sochi olimpiyatları sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın olimliyatlara katılmaya gitmesine ithafen, HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş "Sayın Başbakan, yurttaşlarının acıları üzerinde yapılan olimpiyatlara gitme" çağrısını yaptı. HDK/P içerisindeki Çerkesler daha verimli çalışmalar yapmaya başladı ve gözükürlükleri arttı. İşte bu süreç, izbe yerlerinde yok olmaya gıdım ses çıkaramayan, devletin geleneklerinin yedeklediği bir kısım Çerkesi tetikledi ve sosyal medyada bizleri eril şiddete maruz bırakan bir kampanyanın tetiklenmesine yol açtı. Bu kampanya tetiklendiği andan itibaren, HDK/P içerisinde örgütlenmiş Çerkesler süreci kontrolleri altına alarak, devletin kendi yedeğine çektiği asimilasyona itiraz etmeyen ve hatta onun varlığını reddetmeye kadar varan bir takın Çerkesin kendini toplumuna teşhir etmesi pozisyonuna taşıdılar. Süreçte HDK/P içerisinde örgütlü Çerkesler, bir çok kritik hata yapsalarda, bu hatalar ne kendi içlerinde ne de toplum nedzinde olumsuz hiçbir durumu tetiklemedi. Bugün ise, tüm bu atlatılan süreçlerden sonra; HDK/P'li Çerkesler hem daha görülür, hem daha cesur hem de anlaşılabilir vaziyettedir. Yola ilk çıkılan güne göre, karşılarında konumlanan ve kendini rezilleştirenler bugün hem daha sinmiş hem daha korkak hemde ne oldukları halkımız tarafından daha çok anlaşılmıştır.

Siyasi oyunlara ve gerçekdışı komplolara inat, Çerkes Siyaseti bugün konuşması gereken dile daha yakındır. Acılarını ve acılarına sebep olanları daha iyi bilirken, tarihlerini ise tamamen sahiplenerek konuşuyorlar. KAFFED'li olsun, Çerfed'li olsun, ÇDP'li olsun, HDK/P'li olsun, Bağımsız olsun.. bugün tüm siyasileşen örgütlerimiz, toplumun geldiği noktanın farkındadır ve toplumun giderek daha siyasi olacağını da görebilmektedir. İşte değişen tüm söylemler ve uygulamalar, dün HDP'liyiz diye bize küfür eden omurilikler tayfasının bir yansımasıdır. Halk acılarına ve tarihine çözümün yolunu biliyor ve bu bilinç, Çerkes halkını yarına daha onurlu taşıyor.

HDP Çerkesler ve Bölücülük üzerine ise,

Çocuk masallarında bile rastlanmayan hayal gücü üretimi söylemlerin, çok ciddi şeylermiş gibi bazı çevrelerce kabul görülüp ortaya konulması, onların ne hallerde olduklarının en büyük göstergesidir. ne HDP ne Çerkesler; yeni bir ülke kurmanın değil, eski bir ülkeyi yenileştirmenin, özgürleştirmenin, eşitleştirmenin derdindeyiz. Adaleti, Eşitliği, Özgürlüğü; bu ülkeyi bölmeden de sağlayabileceğimizi biliyoruz. Yani asıl bölücü, kendi halkından başka bir halka yaşama olanağı sunmayan, silahlanmaya eğitimden ve sağlıktan daha çok bütçe ayıranlardır.


Share:

Çerkes mücadelesinin kolektifleşme ihtiyacı.

Bugün, diasporanın siyasileştiği apaçık bir gerçek ve bu gerçeğin, pratik karşılıkları oluşmaya başladı. Bunu oluşturan şartlar, planlı ya da doğaçlama gelişmeler, çabalamalar, üretmeler, örgütlenmeler.. aynı ya da farklı jargonlarda, aynı şeye odaklanmalar, farklı yollarla aynı yere ulaşma girişimleri hiç kimse tarafından inkar edilemeyecek kadar gerçektir. Tutarlı-tutarsız kehanetler ve niyet okumalar ise, bu durumun cilvelerinden başkası değil ve inanın ki bir kaç on sene içerisinde bunlar giderek törpülürken, bugün birbirini en radikal biçimlerde yeren gruplar dahi, ortaklaşmanın bazı noktalarını kavrayacak ve bugün belki, sokaktaki Çerkese hayretler ettiren gelişmeleri sıradanlaştırmayı başaracaklar. Şimdileri ortalarda, bir siyasi rekabetmişçesine; "toplumumu en iyi ben ifade ederim" yarışmaları, bu harekete öncülük etmek isteyenlerin, yazılmakta olan tarihe kendi adlarıyla kahramanlar olmak istemesinden fazlası değil. Fakat tarih, bu şartları oluşturan tüm grupların içerisinden öncüler ve kahramanlar yaratacaktır ve bu şartlara direnen, inat ve azimle mevcut durumunu inkar ederek, kendi kimliğini rezil eden itaatkarlaştırılmış omurilikler tayfasını yerin dibine sokacaktır.

Bugün siyasi hareketi oluşturan özneler, kendi dar yapılarını korumaya çalışarak ilerlemeye çalışsa dahi, bunu başaramadıklarını hissediyorlar. Biz de hissediyoruz. hareketlerin (hareketimizin de dahil) dar kalıplarını aşacak nesillerin hemen ardımızda, bugün yükselttiğimiz siyasi bayrağın en önde tutucuları olacaklarını belirgindir. Ve ardımızda, siyasi bayrağı tutmak ve ileriye taşımak için an kollayan nesil, hangi siyasi hareketin dahilinde olursa olsun, bir öteki hareketin içerisindeki akranlarıyla halkın geleceği için sorumluluklar ediniyorlar. Aynı şey için üzülüp, aynı şey için yaşayıp, farklı ifadelerle bunları konuşsalar da ve yazılamalarına, makalelerine kendi hareketlerinin damgalarını vursalarda, aslında onlar; bu sorumlulukların kendi ve örgütlerinin değil, halkının sorumlulukları olduğunu hissediyorlar.

Bu durum, otonom gelişen bir gençlik kolektifi oluştursa da, bu duruma direnen hareket öncüleri ve onların telkinlerinden çok fazla etkilenen çeperler tarafından bu gençlik kolektivzmi bir şekilde engellenebiliyor. Gün geçtikçe, gençlik; bu kolektif ruhun ağırlığı altında ya hareketinden uzaklaşıyor ya da telkinlere boyun eğmekten başka niteliği olmayan kişilerin öncü tuttuğu kişilerden uzaklaşarak başka yollar arıyor.

Kardeşler!

Kendinize her ne derseniz deyin, bugün halkınızın yarını için endişe duymakta birsiniz ve bu durum kolektif bir direnişin kaynağıdır. Bugün, kendinizi ayırdığınız isimleriniz altında ayırarak, sizlerle aynı şeyleri veya benzer şeyleri savunan yapıları yok say saymanız halkımızın geçici felaketinden başkası olmuyor. Tarih, bugün diasporanın öncü hareketlerine, halkları adına tekrar kolektif bir mücadelenin sinyallerini veriyor ve bu ihtiyaç tüm öncülerimizin ve entelejansiyamızın sorumluluğundadır.
Share:

Cenaze merasiminden, toplusam direnişimize: 21 Mayıs

Aynı olmamanın bedelini, dişimizle, tırnağımızla değil, canımızla, kanımızla ödedik. Aynı değiliz diye, öldürülmemizin bir değeri olmadı Çarlık  askerleri için. Aynı değiliz diye, Çarlık sınırlarına tehlikeydik. Aynı değiliz diye, evlerimizin yıkılması gayet normaldi çarlık ordusu için, kadınlarımızın, çocuklarımızın, ihtiyarlarımızın öldürülmesi ve ölmekten beter daha nicesi, sırf aynı değildik diye dehşet verici değildi. Çar'ın generalleri; sırf onlarla aynı değiliz diye kazak askerlerine gönül rahatlığıyla "öldürün" diye komut verebildi. Bizi öldürenler, sürgüne yollayanlar, yurdumuzu talan edenler, sırf onlarla aynı değiliz diye bu yaptıklarından hiçbir utanç duymadılar. Bizim yurdumuz için savaştığımız yüzlerce yıl, tarihin bir yerinde yenilgimize dönüşüyordu, yenilgimiz soykırım oldu ve kalanlar sürgüne yollandı. Anlayacağınız, savaşımız yenilgiye, yenilgimiz trajediye dönüştü. İşte o gün, abilerini, babalarını yurtlarında ölü olarak bırakan nesil, ölülerinin onurunu hiçbir zaman unutmadı. Nereye sürüldülerse, tüm gittikleri yerlere; yurtları için savaşan akrabalarının ve akranlarının onurunu da götürdüler ve bunu hep andılar. Şimdi ise, tüm bu onur taşımadan ziyadesiyle sapmış, cenaze merasimine dönüşmekte olan tarihi yaşamaya zorlanıyoruz. 21 mayıs ki, her ne kadar trajedimizin sembolik tarihi de olsa, unutmayın ki dirilişimizin de sembolik tarihi olacak. Bunu ben değil, Sürgün Andımız yazdı "..21 mayıs’ı / ulusal-kültürel dirilişimizin / günü yapacağımıza,.." (*1) ve öyle de olmalı. Tarihimizi, acılarıyla ve trajedileriyle hatırlayıp, gelecek nesillere de unutturmamak için çabalarken, aynı zamanda geleceğimizi de organize etmeliyiz. 21 Mayısı, Cenaze merasimi olmaktan kurtarmalı, Toplumsal direnişimize çevirmeliyiz. Ölenlerimiz bizim için öldüler, şimdi kalanlarımızın vazifesi de, yurdunu, özgürlüğünü, özgünlüğünü savunmak için ortaya koyduğu iradenin devamcısı olmaktır. Kalanlarımızın vazifesi, ölenlerimizin yolunu devam ettirmektir. Yoksa her 21 mayıs çıkıp ağlayarak-sızlayarak, cenaze merasimi havasında üzgün, soykırım ve sürgün yorgunu, bitkin bir şekilde, gelecek vizyonu taşımadan, talepler ve mücadeleler barındırmadan unutmasak ne olacak? 21 Mayısı, yurdumuzla-diasporamızla, adaletin tecelli etmesi yönünde bir politik mücadeleye çevirirsek, işte tam da sürgün andımızdaki "Ulusal-Kültürel Direnişimizin" günü olmaya doğru bir adım daha yaklaşacağız. 

Bize, farklı olduğumuz için reva görülmüş zulümleri, geçmişimize bakıp empati kurarak yaşadığımız hiçbir coğrafyalar da, hiçbir halka reva görmemeyi / onlara böyle bir geleceği reva görenlere karşı birlikte mücadele etmeyi /"Çerkeslik İnsanlıktır" diye bağıran atalarımızın onurlu geçmişine layık / adaletten ve insanlıktan zerre sapmadan ilerlemeyi ve tüm dünyanın halklarıyla ve özellikle Türkiye'de Kürtlerle, Alevilerle, Pomaklarla, Lazlarla, Ermenilerle ve hatta Türk emekçileriyle-köylüleriyle birlikte, eşit ve özgür yaşamın savunucusu olmayı başarabiliriz.

Hep birlikte, insanlara acı ve gözyaşından başka birşey veremeyen düşmanlıkları sonlandırabiliriz. Başkalarının acılarını sahiplenebilir, acılarımızı başkalarıyla paylaşır ve böylelikle acılara karşı ortak bir kardeşlik koalisyonu kurabiliriz.

Zulüme hep birlikte dur diyebiliriz.

21 Mayısı, Ulusal dirilişimizin gününe; dünyanın bütün halklarıyla birlikte el ele çevirebiliriz.

Bunu yapabiliriz!

Share:

Soykırımdan Siyasete.. (Anti-Faşist Çerkesler)

1864 yılının 21 mayısı olarak kabul edilen ve tüm dünyada Çerkesler tarafından 'unutulmadığı ve unutulmayacağı' vurgulanarak anılan soykırımdan bu yana 151 sene geçti. 151 sene önce, bizi atlarımızın özgürce koştuğu, çocuklarımızın xabzeyle büyüdüğü yurdumuzdan ölüme ve adını bilmediğimiz bir yerlere gönderdiler. Adını bilmediğimiz yerlerde, adını bilmediğimiz hastalıklara ne yazık ki adını bilmediğimiz halklardan önce rastladık. Açlığa ve savaşa da öyle oldu. Yani bir ateş çemberinden, diğer ateşler çemberine, hızlıca, topyekün, kitlesel bir geçiş yaptık. Tarihinde böyle bir şey olmayan, geçmişine baktığında kimliğinde bunu görmeyen bir halktan; bunun yarattığı toplumsal travma hakkında çok şey bilmesini bekleyemeyiz. Üstelik bunu anlatmadığımız, bunu bağırmadığımız, yaygınlaştırmadığımız sürece, bunu bilmesini de bekleyemeyiz. Halbuki bekliyoruz. Oturmuşuz köşe başlarımıza, falancalar bizi bilmiyor, filancalar bizi konuşmuyor diye dert yanıyoruz. (Asiliz, bilinmeliyiz değil mi?) Dertlerle yanıyoruz. Yanıyoruz. 151 senedir, bu dertlerle, bu tasalarla içten içe, sinsi sinsi yanmaktayız. İşte tam şu ara, acısını rantına çevirmekten ziyade dünyaya ve yaşadığı her kentte, her bölgede, ülkede her halka anlatarak, bir daha böyle acıların yaşanmaması için çabalayanlar, içten içe, sinsi sinsi ateşin gelip dayandıkları ve bu ateşe karşı direnenler. Tarihimizi barut ve kan kokusuyla doldurup, yurdumuzu cehenneme çevirenlerin ve bizi cehenneme çevirdikleri yurdumuzda bile çok görüp sürgüne gönderenlerin eş-politikalarına alet olmayanlarımız. Kendi tarihsel trajedisi, başka bir halkı daha yakmasın diye mücadele verenlerimiz. Görenlerimiz, duyanlarımız.. ateşin kokusunu, ateşini koklamaktan bilenlerimiz..

İşte bu kardeşlik hareketi, işte bu barış siyaseti, işte bu birbirine tutunma çabaları.. kadını zulmeden erkek faşizmine, halklara zulmeden milliyetçi faşizme, doğaya zulmeden insan faşizmine karşı.. somut mücadele yürütenlerimiz... aidiyetler üzerinden milliyetçi ajitasyonlar ardına sığınarak, kapılar arkasında başkalarını öteki kılıp, kendilerini muktedirlerin kardeşleri hissedenlerin halkımıza hayaller pazarlamasına karşı mücadele yürütenlerimiz. Çok değil, yüz-yüzelli kişi.. belki ikiyüz, belki ikiyüzelli. İkiyüzelli kişi; toplumsal trajedimiz olan Çerkes Soykırımının tanınması için, Türkiye Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisinde, Milletvekili sıfatıyla, seçilmiş birilerine "Önerge" verdirebiliyor. İkiyüzelli kişi; tarihsel anayurdumuzun başkenti olan Sochi'de, olimpiyat düzenleyen Çarlık Rusyasının Mirasçısı, Rusya Federasyonuna karşı çıkıp, kendi ülkesinin başbakanına, oraya gitmeme konusunda, Türkiye Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisinden, bir grup, bir parti adına çağrı da bulundurabiliyor. İkiyüzelli kişi; Anadilde eğitimden, eşit yurttaşlığa.. kimliksel anlamda zaruri ihtiyacımız olan herşeyi, bizim adımıza, seçilmiş milletvekillerine yaptırtabiliyor. İkiyüzelli kişi; gelecek milletvekilleri seçimlerinde Çerkesleri, Çerkesler temsil etsin(Çerkeslerin taleplerinin hiçbirine karşı çıkmadan) diye, eşitliği, anadili savunan ve seçilmesi muhtemel bir partiden adaylar çıkartabiliyor. İkiyüzelli kişi, beşyüz kişiye kendini anlatabiliyor artık. İkiyüzelli kişi; "Çerkeslik İnsanlıktır" şiarını, dosta-düşmana anlatabiliyor.

İkiyüzelli kişi, artık apaçık ortaya çıkabilir. Artık kendi adına da konuşabilir. Bu halkın dili, tarihi, kültürü, dünü, bugünü ve yarını için varını yoğunu ortaya koyup, artist artist konuşmaktan başka hiçbir becerisi olmayan tatlı su Çerkeslerden daha çok hakları. Artık, halkı adına birşeyler yapmaktan aciz, ses çıkarmayı bilmeyen, karşı gelmeyi düşünemeyen ne verilirse ona razı gelip, ne söylenirse onu yapmayı vazife edinen Çerkeslerin, bunca mücadelenin üstüne o ikiyüzelli Çerkese söyleyebileceği hiçbir şey yok. İkiyüzelli Çerkes, 140 yıl "Çerkes kızı, Çerkes tavuğu ve Çerkes dansın"dan ötesi konuşulmayan bu halkı, tarihiyle, diliyle, bugünüyle ve yarınıyla bu topraklardaki tüm halkların belleğine kazıdı. İkiyüzelli Çerkes, 10 yılda, 140 yıl bilinmeyen, 140 yıl kafkas türkü, vs. denilen bu halkı her yerde anlattı. İkiyüzelli Çerkes, kendileri adına yazılmış (şeyh şamil vs.) ama bu halkı yansıtmayan tarihi söküp attı, kendi onurlu tarihini meydan meydan, salon salon bağırdı ve tanıttı. Şimdi bu ikiyüzelli Çerkesin, ardıllarının, yoldaşlarının; her yerde, halkı adına konuşma hakkını kim çok görebilir? Hangi utanmazlık, kendini bilmezlik; kılını kıpırtdatmayanların halkı adına mücadele yürütenlere kötü konuşmasına sebep olur?

Biz, Çerkesler (yüz, yüzelli, ikiyüz, ikiyüzelli ve onbinler, yüzbinler..)

Halkımız adına yürüttüğümüz onca mücadelenin ardından, kendimizde halkımız adına konuşma yetkisini buluyoruz. Halkı adına mücadele yürütmeyenlerin tüm gürültüleri; bizi, bizi dinlemek isteyenlere karşı anlaşılmaz kılmaktır ve onların bu gürültülerini tanımıyoruz.

Biz ikiyüzelli Çerkesden, onlarcasıyız.. anti-faşist çerkesler ismiyle organize, kardeşliğin ve barışın, özgürlüğün ve adaletin mücadelesini yıllarca veren,
halkı adına milliyetçilikten arındırılmış her mücadeleye koşan ve dahil olanları adına,

Tarihimizde "Çerkeslik, İnsanlıktır!" şiarıyla onurumuz olan atalarımızın yolunda, tüm Çerkeslere, tüm halklara bildiririz:


Biz Çerkesler; Halkımız adına, dünyada, türkiye'de, kafkasya'da ve çerkesya'da her şartta barışı savunuyor ve barış politikalarının destekçisi oluyoruz

Biz Çerkesler, savaşın taraftarı değiliz ve hiçbir şartta, ne sebeple olursa olsun savaşı desteklemiyor ve savaş politikalarını reddediyoruz.

Biz Çerkesler, Eşit yurttaşlığı savunuyoruz ve tüm halkların ve cinsiyetlerin, yaşadığımız her yerde eşit ve özgür olması için mücadele edeceğiz.

Biz Çerkesler, Doğaya zarar veren her uygulamayı reddediyor ve özgür ekolojik politikaların desteçisi olduğumuzu bildiriyoruz.

Biz Çerkesler,
Yüzlerce yıl savaşmış, Soykırım yaşamış ve sürgüne gönderilmiş bir halk olarak, acı tarihimizi asla unutmayacağımızı, unutulmasına müsaade etmeyeceğimizi ve sürekli hatırlayacağımızı.. gelecek nesillere de öğreteceğimizi ve tüm halklara duyuracağımızı..

..ancak hiçbir suretle intikam değil, her zaman adalet isteyeceğimizi

Dünyanın tüm halklarına bildiriyoruz.


İkiyüzelli Çerkesin geri kalanlarını, halkı adına konuşmaya ve sessizliklerini bozmaya çağırıyoruz.
Share:

1 Mayıs'ın anısına; "evimizin görünmez işçileri: KADINLAR"


1 Mayıs, benim ve benim gibi düşünen hiç kimse için hiçbir zaman bayram olmadı, o; yenmiş hakkına itiraz eden, emeği uğrunda mücadele yürüten işçilerin onurlu tarihinin belki de bilinen bir başlangıcıydı. Fekku Ragabe diye bağıran El-Muhtare'li Kölelerin 863 yılında denediklerini Çerkesler, El-Muhtare'li Zenclerden tam 933 yıl sonra (1796) da deniyorlardı. Bzıyiko Irmağı kıyılarında ölen 400 Abzah-Şapsığ köylüsünün kanı ve Çipako Ahmed'in vaadettiği eşitlik hiç unutulmadı..  Dünya işçileri ise Zenc'lerden tam 1003 yıl sonra, Çerkeslerden ise 70 yıl sonra (1866) Haymarket'te bağırıyorlardı. "Kölelere Özgürlük" diyorlardı. Çünkü Haymarket olayları yaşanmadan önce, işçiler modern çağın ilk köleleriydi ve ne yazık ki son olmayacaklardı. El-Muhtare ve Bzıyiko zamanın ilkel kapitalizmine direnemedi ve tarihten bile  silindi fakat Haymarket ne tarihten silindi ne de silinmesine izin verilecek. Bugün, köle şartları iyileşmiş modern çağın yaşayan kölelerine; her fırsatta köleliklerini hafifleten bu onurlu tarihi hatırlacağız.  Eşitlik için mücadele yürüten sınıf tarihimizin üzerinde, hiçbir şeyden habersiz bayram kutlamanıza asla izin vermeyeceğiz. Bizim bayramımız, dünya üzerinde emeğiyle sefil kalan son işçinin de hakkını alacağı o "son savaştan" sonradır. İşte 1 Mayıs, tam da o gün; tarihine yakışır biçimde "kutlamaya" dönüşecektir. Bugün ise, o bayramdan çok uzağız.. Emeğiyle sefil olurken, hakkını istemeye ürken ve hakkını isteyenden "burjuvaziden" bile daha fazla nefret eden işçilerin çoğunlukta olduğu şu zamanlar da - gününün çoğunu patronunu zenginleştirmek için, ailesinden, dostlarından, hayatından vererek kullanıp, işçi düşmanlığı yapan işçilerin çoğunlukta olduğu şu zamanlarda, ölen yüzlerce-binlerce işçinin hemen unutulduğu, yeni ölümcül şartların hemen yaratıldığı şu zamanlarda; Bayramın uzağında, isyanın beşiğindeyiz ve bu beşikten, hep görmezden gelinen "EVİMİZİN GÖRÜNMEZ İŞÇİLERİNİ" hatırlatıyor, onları selamlıyor ve mücadeleye çağırıyoruz.

1 MAYISIN ANISINA; "EVİMİZİN GÖRÜNMEYEN İŞÇİLERİ" KADINLAR...

Tarla sürmek, duvar örmek, makine yapmak, elektrik ve su tesisatı kurmak zor işlerdir ancak! hiçbir iş, bu işlerden dönen, parasıyla evinin otoritesine dönüşmüş, bazen polisten daha saldırgan, bazen patrondan daha küfürbaz birinin her türlü açlığını gidermek kadar zor değildir. Hiçbir iş, kötü zamanlarda iyi insan yetiştirmek kadar zor değildir. Hiçbir iş, karşılık beklemeden çalışmaktan zor değildir ve bugün tüm bu zor ötesi işler, erkek egemen dünyası tarafından kadının omuzlarına yığılmıştır ve hepimizin evinde; sağlık güvencesi olmadan, ücretsiz ve sürekli çalışan kadın işçiler bulunmaktadır. Bu işçiler kimi zaman anne, kimi zaman kardeş, kimi zaman da eştir. İlkel zamanlarda efendilerin, kölelere reva gördüğü bu yaşam.. bugün erkeklerin kadına reva gördükleri yaşama çok benzer. Hiçbir karşılık verilmeksizin, tüm işgücü, tüm zamanı, tüm hayatı, tüm hayatı boyunca ve her an, sürekli, hiç durmaksızın "evimizin içinde" gözümüzün önünde çalışırlar.

ve 1 mayıs, en çok da.. işte bu şartlara karşı çıkan işçilerin isyanıdır ve mücadelesidir ve kadınlar, bu çağın 1 mayısı için, isyanın beşiği olmalılardır.

Share:

Çerkes Soykırımı "Ermeni Soykırımının" örtüsü haline çevirilemez.


Bundan 100 yıl önce gerçekleşen Ermeni Soykırımı, başta Ermenistan olmak üzere tüm dünyada anıldı. Bu anmalardan Ermenistan'da olanına Rusya Federasyonu Başkanı Vlademir Putin'de katılarak 'Ermeni Soykırımını' andı. Bunlar işin politik yönleri, diyelim ki Putin; Ermenistan'da sempati kazanmak için böyle yapıyor. İtirazım falan yok, ancak Putin bunu her ne kadar politik bir misilleme olarak yapsa bile, önemini yitiremez. İnsanlığın büyük trajedileri bir şekilde açığa çıkarmak ve bir daha olmasını önlemek üzere teşhir etmek gibi bir vazifesi olmalıdır ve bu vazife, öncelikle acıların bilinmesi ve bilincin yayılmasıyla oluşacaktır. Bu anlamda, Putin'in Ermeni Soykırımını kabul etmesi, her ne kadar kendi tarihindeki soykırımı kabul etmemesiyle bir paradoksa dönüşse bile önemlidir. Bu önem, 1915de Ermeni halkına yaşatılan büyük acıları dünyaya ulaştırmak, tartışılır hale getirmekte isteyerek ya da istemeyerek köprü olmasıyla başlıyor.

Bizler de Çerkes soykırımının lanetlenmesi, tanınması ve bilinmesi için mücadele yürütüyoruz. Peki bugün Türkiye, Çerkes Soykırımını kabul ettseydi-lanetleseydi.. Ermenistan'da veya Ermeni Diasporasında "Sen önce kendi tarihine bak" diye bir tepki doğursa ne hissederiz? Çerkes Soykırımının tanınmasına Ermeni Soykırımı, Ermeni Soykırımının tanınmasına Çerkes Soykırımı engel mi? Katillerin yaşattığı acıları ölçüştürmenin ne anlamı var? Aynı acıları farklı zalimlerin ellerinden yaşadık diye, birbirimizin acılarının açıklığa kavuşmasını engellemeye gerek yok. Bizlerin Çerkes Soykırımının tanınması, bilinmesi ve dünyanın bunun faillerini lanetlemesi için en az Ermeniler kadar mücadele vermemiz gerekirken, bugün Ermenilerin verdikleri mücadeleyle başarılarını, kendi soykırımımızla perdelemeye çalışıyoruz. Rusya'nın Ermeni soykırımını kabul etmesi (ediyor), Türkiye'nin Çerkes soykırımını kabul etmesi (etmiyor) Rusya ile Türkiye arasında politik bir mesele olsa da, Ermeniler ile Çerkesler arasında bir düşmanlığın sebebi değildir. Ermeni soykırımı açığa çıktıkça Çerkesler, Çerkes soykırımı açığa çıktıkça Ermeniler sevinmelidir. Çünkü dünya üzerinde birbirini, tarihini en iyi anlayacak iki halkız. Aynı acıları çekmiş, aynı sürgünlüğe mahkum edilmişiz. Acılarımız bu kadar ortakken, sevinçlerimiz neden bu kadar ayrı?

Ermeni soykırımı lanetlemeden, Putin'e "sen önce kendine bak" diyen Çerkesler de, olsa olsa Türkiye'nin bugünler için yedeklediği Çerkesler olmalılar. Size ne kardeşim Putin'in Ermeni soykırımını lanetlemesinden, sizde Tayyip'e Çerkes soykırımını lanetlettirsenize.. hepiniz onun kulu gibi olduğunuz halde, onun sizi bu kadar hiçe sayması hiç zorunuza gitmiyor da, Rusya'nın Ermeni Soykırımı lanetlemesi mi zorunuza gidiyor?

Size tavsiyem, sakın ha acımızı, başka acıların üstünde örtü olarak kullanmaya çalışmayın, ters tepersiniz.

Share:

Jıneps/Nisan: Çerkesler için Haziran

Türkiye Cumhuriyeti, nice seçimler atlattı, nice vekiller seçti, nice hükümetler oluşturdu ancak daha önce olan hiçbir seçim, seçilen partilerden hiçbiri, kurulacak hükümet hiç bu kadar önemli olmamıştı. Haziranda Türkiye'de bir seçimden fazlası yaşanacağı kesin. Biz Çerkesler de, giderek yaklaşan Haziran seçimlerinin etkisi altına giriyoruz doğal olarak, işte bundandır ki; istişare toplantıları, bağımsız milletvekili adaylarının ilk defa Çerkes halkını temsil etme isteğiyle propaganda yapmaya başlaması, platformlarda Çerkes halkının acil ihtiyaçlarının tartışılmaları, ihtiyaçlarına yönelik talepler oluşturulması ve bunların Çerkes Siyasi dünyasında yarattığı etkiler görülebilir düzeye geldi. 150 yıllık sürgünlüğün, 90 yıllık cumhuriyet döneminda daha önce kullanılmayan, unutulan, yapılmayan seçim tartışmalarıydı bunlar. Bu anlamda haziran seçimleri daha şimdiden Çerkes toplumu için verimli olmaya başladı diyebilirim. Pek tabi tarihine göre yeni sayılabilecek bu durum, Çerkes halkının içinde bazı küçük çatlaklar doğurabilir, hatta yarattığı çatlaklar üzerine endişelenmekte olan bazılarının endişelerini görmezden gelemeyiz, fakat şartlar bugün bu kadar olgunlaşmışken ve bu olgunluk halkımız yararına kullanılmaya bugün bu kadar yakınken onu yok sayarak, halkımızın siyasi tarihinden 5 yıl daha silemeyiz. Haziran seçimleri, Çerkeslerin siyasi beyanatıdır, varlığı ve varlığının ilk tarihi olacaktır ve halkımız yararına talepleriyle sokağa çıkmış gençliğin sesini taşıyacaktır. Haziran seçimleri; Çerkeslerin, Kürtlerle, Ermenilerle, Lazlarla, Araplarla, Pomaklarla ve diğer tüm halk ve inançlarla kardeşliğinin ilk adımı olacaktır. Haziran'a Çerkesleri taşıyan aktörler; halklarının iradesiyle ezilmiş her halkın, ezilmiş her sınıfın yanında olacak ve halkını, hakkettiği yerde; adaletin ve eşitliğin bağırıldığı saflarda bağıracaktır. Artık Çerkeslerin de siyasi griliği ve siyaseten tek bildikleri “oy verme” işlevi etkisizleşmekte, Çerkeslerin de bir gökkuşağı ve siyasete dahil olma, oy isteme zamanı geldi, Haziran seçimlerine, 3 kulvarda katılacak olan Çerkesler, Çerkeslerden ve diğer halklardan, kendi haklarını da isteyerek oy isteyecekler. Aynı zamanda giderek otoriterleşen iktidara karşı, sanal muhalefeti aşarak sokak muhalefeti ve siyasi muhalefete başlayacaklar. Yıllarca, Çerkesler bu dünyanın içinde ve gelişen herşeyden etkileniyor diyorduk, oysa yıllarca siyaset yapmak nasıl olduysa bölücülük, ihanetçilik vs. olarak algılandı. Böyle algılanması sağlandı. Bizler siyaset yapmadıkça, sorunlarımız hiç kimsenin dikkatini çekmedi, hiç kimse bizim adımıza bizim içinde olabilecek talepleri seslendirmedi. Oysa artık, toplumsal olarak bütün ihtiyaçlarımızı değerlendirebileceğimiz, ihtiyaçlarımız etrafında talepler oluşturabileceğimiz ve taleplerimizi seslendirebileceğimiz yeni bir yol görüyoruz. Bu yeni yolda; Türkiye'nin tüm halklarıyla tanışıyor, ortak dertlerimize ortak çözümler arıyor, ortak çözümleri oluşturan talepler etrafında güçlü bir örgütlenme yaratarak toplumlarımız için daha yaşanabilir bir Türkiye adına talepler geliştiriyoruz. Buna karşı alerji duyan zihniyetten bugünde örnekler çıkıyor, ancak her ne kadar bizi siyasetten uzak tutmak isteyen kişiler olsa da, bu durum, bu günleri oluşturan gençlerin yüksek şuur ve bilinçleri sayesinde istisnaya indirgenmiş biçimde. Sistemin tek dil, tek millet dayatmalarını hayat amacı edinmiş insanlar, (ki içlerinde Çerkesler de var) yükselen siyasi hareketliliğimiz karşısında susmaya mahkum oluyorlar. Çerkesler asimile olmuyor diye yalan atanlar, dilimizi istediğimiz gibi konuşuyoruz diye yalan atanlar; dünün devlet destekli asilzadeleri, bugünün halkların gençliği tarafından rezil edilmiş onursuz kişileridir ve halkımız tarafından da artık bu durum anlaşılabilir düzeye gelmiştir. Oy kullanacak çoğu Çerkes, artık öncelik olarak halkına nasıl fayda sağlayacağını düşünüyor. Kürtlerle niye düşman olmadığımız tartışılıyor ve asıl bölücülüğün ne olduğu hakkında konuşuluyor. Bir halkı dilinden, kültüründen uzaklaştırmak bölücülük değilse, o halkın kendi dili ve kültürü için siyasileşmesi hiç bölücülük olabilir mi? Bu halkların gençleri artık gerçeği hissediyor. Kürtler, Ermeniler, Araplar, Çerkesler, Lazlar, Türkler.. bu halkların gençleri el ele daha demokratik, daha insancıl, daha çoğunlukçu bir yarının umudunun garantisidir ve Haziran seçimleri Türkiye halkının bu gençlerin kavgalarını onaylamaktır. Benim de dahil olduğum HDK'lı Çerkesler, yani biz; haziran seçimlerinden önce örgütlemeye başladığımız dostluğu ve kardeşliği, seçimlerden sonra taçlandıracağız ve herkes bu kardeşliğin hiçbir halk için kötü sonuçları olmadığını en net o zaman görecek. En net o zaman anlaşılacak ki; Kardeşlik hiçbir halka kendisinden bedel ödettirmeyecek, aksine her halka ait olduğunu verecek. Sizler de; her kime oy verirseniz verin, size ve sizin için önemli olan ailenize, toplumunuza ne verip – ne alacağını iyi hesap edin. Bir milada, gün saymaktayız.

Bu yazı, Jıneps Gazetesi'nin Nisan sayısında yayınlanmıştır
Share:

Rica: Tartışmak değil, Tartışmamak sorundur!

Son zamanlarda Çerkes toplumu içerisinde çok fazla tartışmalara tanık oluyoruz. Kimi zaman sevinsekte, kimi zaman üzülsekte şurası bir gerçek ki bu tartışmalar kaçınılmaz ve gereklidir. Hiç kimsenin, mazereti ne olursa olsun bu tartışma ortamını sabote etmeye ve insanları susturmaya hakkı yoktur. İnsanlar tartışmalarda, zaman-zaman hararetini yükseltip birbirini kırsa da, üzse de; asırlık yanlışlıkları alışkanlık edinmiş toplumun buna ihtiyacı olduğunu da bilmek ve bilinçle tartışmaları sönümlendirmekten ziyade, üslubu dengelemek üzerine çalışılmalıdır. İnsanların birbirlerine küfür etmeleri, hakaret etmeleri; onların tartıştığını değil, tartışamadığını gösterir. Yani küfürler ve hakaretleri tartışmalara yormak yanlıştır ve her türlü açıklamada bu ayrım gözetilmeli ve tartışmaları hedef alan politikalardan ziyade, üsluba dikkat çeken bir dil kullanılmalıdır. Hatta insanları tartışmaya özendirmek, tartışmalara yönlendirmek gerekir. İnsanlar, karşıt fikirler karşısında kendi düşüncelerini özgürce ve baskı altında hissetmeden ifade edebilirse, kısacası kendisi gibi düşünemeyen insanlarla tartışabilirse, işte o zaman küfürler ve hakaretlerle baş edilir.

Kanaat önderleri ve sözü geçen kişilerin açıklamalarıyla tartışmaları ve ayrışmaları eleştirmesi, insanların kendilerini ciddi bir baskı altında hissetmelerine sebep oluyor ve hiçbir sebep, insanları baskı altında tutmayı haklı kılamaz. İnsanlar özgür olmalıdır. Yaşarken, konuşurken, seçerken, tartışırken özgür olmalıdır. Bu özgürlük ortamı, karşıt fikirlerin birbiriyle temas etmesini kolaylaştırır ve tartışılan konuya farklı bir perspektifle yeni bir boyut kazandırabilir. Bizler, kazanılacak bu perspektiflere ihtiyacımız olmadığını nasıl iddia edebiliriz. Bu konuda, tartışmaları eleştiren kişilerin açıklamalarında, tartışmalara ve karşıtlığa değilde, diyalogtaki üsluba yönelik eleştirilerde bulunmasını rica ederim.

Tartışmak değil aksine, Tartışamamak/Tartışmamak sorundur.
Share:

Çerkes halkına yönelik 'resmi provakasyon' gerçekleşebilir.


Haziran seçimlerinin, iktidar ve onun kurumsallaşmış çeperleri için ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok, ancak aynı zamanda haziran seçimleri; hem iktidara karşı tüm muhalefetlere, hem kadınlara, hem halklara, işçilere, doğaya yönelikte çok önemli. Son birkaç yıldır, Türkiye'de tüm doğal provakatörlere rağmen engellenemeyen ötekileştirilenlerin kavuşma hareketi, bu seçimlerde sonuç alabilecek güce erişti ve bu güç açıkçası devlet iktidarını, onun partilerini, onun düşüncesini, onun sermayesini ürkütüyor. Bu gücü durdurabilmek, ötekileştirilenlerin siyasi hareketinin bir sonuç almasını engellemek için yapmayacakları şey yok. Aslında bunun belirtileri de yaşanmaya başladı. Resmi provakasyon, bu ülkenin en büyük sorununu, can alıcı boyutlara taşınma riskine rağmen hayata geçirmeye başladı. Bugün, haber kaynaklarında dolaşan bir bakanın, Ağrı valisi ile konuşmaları ciddi iddialar ve bunun üzerinde durulmalı. Nihayetinde hepimiz, bir zamanlar kendi askerlerini dahi siyasi planlarına kurban götüren iktidarları biliyoruz ve bugün tekrar etmeyeceğinin garantisi yok. Türkiye, aynı Türkiye ve devletin iktidarına geçmiş partinin bakanları da, vekilleri de eski Türkiye'nin siyasi tarihinde bulunmuş kişilerdendir. Ancak "Eşit yurttaşlık" "Eşit hayat" "kardeşlik" ve "barış" eski Türkiye'de izi rastlanan şeyler değil. Bunlar, yeni yaşamın savunucuları tarafından siyasi tarihimize nakış nakış işleniyor. Kürtler, Çerkeslerin acılarını paylaşıyor ve siyasi güçlerini kullanarak bu acı için çözüm arıyor. Çerkesler de Kürtlerin mücadelesini paylaşıyor ve siyasi hareketlerine "güç" olarak katılıyor. Tüm savaş çığırtkanlığına rağmen toplumlar birbirleri arasında barışırken, iktidar bu barış hareketinin gelecekte kendini nasıl riske ettiğini görüyor. Son aylarda (özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra) Çerkes toplumunun içinde bir "vatan, millet, sakarya" sloganvari yaklaşımıyla bu dayanışma başlangıcı sabote edilmeye çalışılmış, siyasi örgütlerimiz bunun için "provakatörler" analizleri paylaşmıştı. Bu provakatif denemelerin bir sonuç yaratmadığı, halkların dayanışma hareketinin her geçen gün daha da ileriye gittiği görülüyordu. Özellikle Haziran seçimleri için partilerin Milletvekili adaylarını kesinleştirmesiyle, iktidarın sözcülüğüne soyunmuş zihniyetler, söyledikleriyle-olanların aynı olmaması sonucunda sinmiş, dayanışma hareketinin içinde olanların da söyledikleriyle-olanların aynı olması sonucunda Çerkes halkı tarafından daha da güçlenmişti. Şimdi ise bu gelişmelerden sonra, resmi zihniyetin barış sürecine darbe vurma girişimlerinin sonuçlarını yeterli bulmadığı ve sosyal medyaya sızan telefon konuşmaları iddialarıyla bu girişimin de başarısız olacağını ön görerek, resmi provakatörlerin provakatif eylemlerinden payımıza düşecek kısıma hazırlanmalıyız. Ciddi bir provakasyon bekliyorum. Çerkeslerin siyasi hareketini durdurmaya yönelik bir provakasyon olması muhtemeldir ve bizler de en kötü ihtimale karşı önlemlerimizi alırken, mücadelemizden bir milim dahi sapmadan çıktığımız yola devam etmeliyiz!

"Çerkeslik, İnsanlıktır" diyen atalarımıza layık, onların bize gösterdiği"insanlığın neferleri" olmalıyız! Savaşa karşı barışı, düşmanlığa karşı dostluğu savunarak, ezildiğimiz yere sinmiş korkak insanlar olmaktansa, ezene karşı mücadelesini yükselten onurlu insanlar olmak, tarihimize ve kimliğimze daha çok yakışacaktır!


Share:

Çerkeslerin "Asalet Masalı"

Öyle süreçler yaşadık ki, kitap olmaya değer şeylerdi ve yaşadığımız hiçbir şeyin yok olmasına izin vermeyeceğimizin de bilinmesi lazım. Biz yıllar önce ak ile karanın - iyi ile kötünün o sınır ayrımını yaptık ve birilerinin temsil edilmesini değil, bir anlayışın temsil edilmesi kanaatine vardık. Dünya üzerinde hiçbir halkı topyekün kötü ve düşman ilan etmezken, kendi toplumumuzun içinde yerleşmiş bazı zihniyetlere açıkça karşı geldik ve bununla mücadele yürüttük. Derlemeci değiliz ve ne tüm Çerkes halkını, ne de dar alanda bir diasporal bölgeyi topyekün derleyerek her anlayıştan tüm Çerkesleri bir amaca yöneltecekte değiliz. Biz tüm Çerkesleri kesinlikle temsil etmiyoruz ve edemeyiz. İradelerini birleştirip, biz her anlayıştan Çerkes sizleri temsilcimiz ilan ediyoruz deseler de bunu kabul etmeyiz. Çünkü buna hem gücümüz yok hemde her Çerkesi temsil edebilecek kadar midesiz olamayız da. Bizim temsil ettiğimiz şey bir anlayışa Çerkeslikle entegre bir şekilde yansıyan bakış açısından ötesi değil. Yani, bize siz kim oluyorsunuz diye hesap soran o tatlısu Çerkeslerinin yüreği rahatlasın, biz kesinlikle Çerkeslerin, onların sinmiş oldukları tarafını temsil etmiyoruz, böyle bir iddiamız yoktur ve böyle bir amacımız da asla olmayacaktır. Çok değil, daha iki gün önce e-posta kutuma gelen bir iletide kendilerinin Çerkes Partisi kurduklarını iddia eden bir kişi, bizim birlikte yürüdüğümüz siyasi yapıyı asılsız iftiralar ile suçlayan bir dille bana gittiğimiz yolun doğrı olmadığını söyledi. Sebebi ise, artık bize gına getiren, yaka silkilten şu "Asalet" olayı. Bende şu kadarını yazayım, kendi halkını asil görüpte, başka halklara hakaret eden, etmeye getiren ne kadar Çerkes varsa, aşağılığın ta kendisidir. Çerkes halkı, geçmişiyle ve mücadelesiyle tarihindeki tüm asalet ile dursa bile, bu asaletten nemalmamış aşağılık ruhlu Çerkeslerin varlığı da inkar edilemez durumdadır. Kendini asil zanneden köle ruhluların en büyük kompleksi, aşağılık kompleksidir ve bunu gizlemek içinde halkımızın onurlu tarihi onlar için bulunmaz hint kumaşıdır! Bazıları bu kumaşa sıkıca tutunmuşlar ve her yerde kullanıyorlar ama, tarih onların aşağılık varlığını es geçmeyecektir, bunu da bilsinler! Yaşadığı ülke neresi olursa olsun, gerek Türkiye, gerek Rusya, gerek Lübnan, gerek ABD, gerek İsrail, gerek Suriye hiç fark etmez, işte diaspora, yaşadığı yerdeki zulüme göz yumuyor, zalime omuz veriyorsa.. ağzından mazlumun değil, zalimin sesi çıkıyorsa.. yanında ezilenleri değil, ezenleri buluyorsa bilsin ki, gittiği yolun sonu karanlıktır. Hiç kimse Çerkeslerin kara kaşına, kara gözüne sevdalı değil.. Hiç kimse aptal değil ve hiç kimse özel değil. Eğer bugün, yanıbaşımız da birisi farklı olduğu için zulüm görüyor da, bu zulüm bizi teğet geçiyorsa şapkayı önümüze alıp "neyimizi verdik" ya da "neyimizi alıyorlar" diye düşünmemiz gerekir. Bu gerekirken, bununla övünüp, rolüne devam ederek "asalet" masalı okuyanlar da, e-posta kutularımız da bize ya hesap sorur olmuş ya küfür eder olmuş ya da tehdit eder olmuşlar. 

En başta dedim, şimdi de hatırlatayım. Mazlumun acısına göz yumup, gününü kurtarmanın derdine düşmüş ÇERKESLER dinleyin, biz sizin temsilciniz değiliz! Bizim yaptığımız iyi-kötü herşeyden muafsınız. Tüm Çerkesleri temsil ettiğimiz koca bir yalan, sizi temsil etmiyoruz! Biz hiç kimsenin askeri olmayan, kendi yurdunda dahi egemen milliyetçiliği savunmayan, Çerkesya'da bile eşitlik, özgürlük ve adalet isteyen bir anlayışı temsil ediyoruz!

Sizin için her anlayıştan Çerkesin bir araya gelmesi gerekiyor olabilir, ancak bizim böyle bir düşüncemiz yok. Bizim için ak aktır kara da karadır ve bu ikisiyle bir gri yaratmayacağız! Onurluyla onursuzu, namusluyla namussuzu, vicdanlıyla vicdansızı yan yana getirmeyeceğiz! Çerkesleri böleceğiz! 

İnsanların ASALETİ, tesadüfen doğdukları kimliğin tarihiyle elde ettiğini düşünmüyoruz. Aksine yaşarken verdiği mücadeleyle ördüğünü biliyoruz! Yani dememiz o ki; Asalet doğuştan elde edilen değil sonradan mücadeleyle kazanılan bir şeydir ve kimin ne mücadelesi verdiği bugün apaçık ortadayken, ASALET masalını okuyanların neredeyse hiçbiri, hiçbir şey yapmıyorlar.

Yani hep "Asalet Masalı" okuyorlar.
Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler