1 Mayıs'ın anısına; "evimizin görünmez işçileri: KADINLAR"


1 Mayıs, benim ve benim gibi düşünen hiç kimse için hiçbir zaman bayram olmadı, o; yenmiş hakkına itiraz eden, emeği uğrunda mücadele yürüten işçilerin onurlu tarihinin belki de bilinen bir başlangıcıydı. Fekku Ragabe diye bağıran El-Muhtare'li Kölelerin 863 yılında denediklerini Çerkesler, El-Muhtare'li Zenclerden tam 933 yıl sonra (1796) da deniyorlardı. Bzıyiko Irmağı kıyılarında ölen 400 Abzah-Şapsığ köylüsünün kanı ve Çipako Ahmed'in vaadettiği eşitlik hiç unutulmadı..  Dünya işçileri ise Zenc'lerden tam 1003 yıl sonra, Çerkeslerden ise 70 yıl sonra (1866) Haymarket'te bağırıyorlardı. "Kölelere Özgürlük" diyorlardı. Çünkü Haymarket olayları yaşanmadan önce, işçiler modern çağın ilk köleleriydi ve ne yazık ki son olmayacaklardı. El-Muhtare ve Bzıyiko zamanın ilkel kapitalizmine direnemedi ve tarihten bile  silindi fakat Haymarket ne tarihten silindi ne de silinmesine izin verilecek. Bugün, köle şartları iyileşmiş modern çağın yaşayan kölelerine; her fırsatta köleliklerini hafifleten bu onurlu tarihi hatırlacağız.  Eşitlik için mücadele yürüten sınıf tarihimizin üzerinde, hiçbir şeyden habersiz bayram kutlamanıza asla izin vermeyeceğiz. Bizim bayramımız, dünya üzerinde emeğiyle sefil kalan son işçinin de hakkını alacağı o "son savaştan" sonradır. İşte 1 Mayıs, tam da o gün; tarihine yakışır biçimde "kutlamaya" dönüşecektir. Bugün ise, o bayramdan çok uzağız.. Emeğiyle sefil olurken, hakkını istemeye ürken ve hakkını isteyenden "burjuvaziden" bile daha fazla nefret eden işçilerin çoğunlukta olduğu şu zamanlar da - gününün çoğunu patronunu zenginleştirmek için, ailesinden, dostlarından, hayatından vererek kullanıp, işçi düşmanlığı yapan işçilerin çoğunlukta olduğu şu zamanlarda, ölen yüzlerce-binlerce işçinin hemen unutulduğu, yeni ölümcül şartların hemen yaratıldığı şu zamanlarda; Bayramın uzağında, isyanın beşiğindeyiz ve bu beşikten, hep görmezden gelinen "EVİMİZİN GÖRÜNMEZ İŞÇİLERİNİ" hatırlatıyor, onları selamlıyor ve mücadeleye çağırıyoruz.

1 MAYISIN ANISINA; "EVİMİZİN GÖRÜNMEYEN İŞÇİLERİ" KADINLAR...

Tarla sürmek, duvar örmek, makine yapmak, elektrik ve su tesisatı kurmak zor işlerdir ancak! hiçbir iş, bu işlerden dönen, parasıyla evinin otoritesine dönüşmüş, bazen polisten daha saldırgan, bazen patrondan daha küfürbaz birinin her türlü açlığını gidermek kadar zor değildir. Hiçbir iş, kötü zamanlarda iyi insan yetiştirmek kadar zor değildir. Hiçbir iş, karşılık beklemeden çalışmaktan zor değildir ve bugün tüm bu zor ötesi işler, erkek egemen dünyası tarafından kadının omuzlarına yığılmıştır ve hepimizin evinde; sağlık güvencesi olmadan, ücretsiz ve sürekli çalışan kadın işçiler bulunmaktadır. Bu işçiler kimi zaman anne, kimi zaman kardeş, kimi zaman da eştir. İlkel zamanlarda efendilerin, kölelere reva gördüğü bu yaşam.. bugün erkeklerin kadına reva gördükleri yaşama çok benzer. Hiçbir karşılık verilmeksizin, tüm işgücü, tüm zamanı, tüm hayatı, tüm hayatı boyunca ve her an, sürekli, hiç durmaksızın "evimizin içinde" gözümüzün önünde çalışırlar.

ve 1 mayıs, en çok da.. işte bu şartlara karşı çıkan işçilerin isyanıdır ve mücadelesidir ve kadınlar, bu çağın 1 mayısı için, isyanın beşiği olmalılardır.

Share:

Çerkes Soykırımı "Ermeni Soykırımının" örtüsü haline çevirilemez.


Bundan 100 yıl önce gerçekleşen Ermeni Soykırımı, başta Ermenistan olmak üzere tüm dünyada anıldı. Bu anmalardan Ermenistan'da olanına Rusya Federasyonu Başkanı Vlademir Putin'de katılarak 'Ermeni Soykırımını' andı. Bunlar işin politik yönleri, diyelim ki Putin; Ermenistan'da sempati kazanmak için böyle yapıyor. İtirazım falan yok, ancak Putin bunu her ne kadar politik bir misilleme olarak yapsa bile, önemini yitiremez. İnsanlığın büyük trajedileri bir şekilde açığa çıkarmak ve bir daha olmasını önlemek üzere teşhir etmek gibi bir vazifesi olmalıdır ve bu vazife, öncelikle acıların bilinmesi ve bilincin yayılmasıyla oluşacaktır. Bu anlamda, Putin'in Ermeni Soykırımını kabul etmesi, her ne kadar kendi tarihindeki soykırımı kabul etmemesiyle bir paradoksa dönüşse bile önemlidir. Bu önem, 1915de Ermeni halkına yaşatılan büyük acıları dünyaya ulaştırmak, tartışılır hale getirmekte isteyerek ya da istemeyerek köprü olmasıyla başlıyor.

Bizler de Çerkes soykırımının lanetlenmesi, tanınması ve bilinmesi için mücadele yürütüyoruz. Peki bugün Türkiye, Çerkes Soykırımını kabul ettseydi-lanetleseydi.. Ermenistan'da veya Ermeni Diasporasında "Sen önce kendi tarihine bak" diye bir tepki doğursa ne hissederiz? Çerkes Soykırımının tanınmasına Ermeni Soykırımı, Ermeni Soykırımının tanınmasına Çerkes Soykırımı engel mi? Katillerin yaşattığı acıları ölçüştürmenin ne anlamı var? Aynı acıları farklı zalimlerin ellerinden yaşadık diye, birbirimizin acılarının açıklığa kavuşmasını engellemeye gerek yok. Bizlerin Çerkes Soykırımının tanınması, bilinmesi ve dünyanın bunun faillerini lanetlemesi için en az Ermeniler kadar mücadele vermemiz gerekirken, bugün Ermenilerin verdikleri mücadeleyle başarılarını, kendi soykırımımızla perdelemeye çalışıyoruz. Rusya'nın Ermeni soykırımını kabul etmesi (ediyor), Türkiye'nin Çerkes soykırımını kabul etmesi (etmiyor) Rusya ile Türkiye arasında politik bir mesele olsa da, Ermeniler ile Çerkesler arasında bir düşmanlığın sebebi değildir. Ermeni soykırımı açığa çıktıkça Çerkesler, Çerkes soykırımı açığa çıktıkça Ermeniler sevinmelidir. Çünkü dünya üzerinde birbirini, tarihini en iyi anlayacak iki halkız. Aynı acıları çekmiş, aynı sürgünlüğe mahkum edilmişiz. Acılarımız bu kadar ortakken, sevinçlerimiz neden bu kadar ayrı?

Ermeni soykırımı lanetlemeden, Putin'e "sen önce kendine bak" diyen Çerkesler de, olsa olsa Türkiye'nin bugünler için yedeklediği Çerkesler olmalılar. Size ne kardeşim Putin'in Ermeni soykırımını lanetlemesinden, sizde Tayyip'e Çerkes soykırımını lanetlettirsenize.. hepiniz onun kulu gibi olduğunuz halde, onun sizi bu kadar hiçe sayması hiç zorunuza gitmiyor da, Rusya'nın Ermeni Soykırımı lanetlemesi mi zorunuza gidiyor?

Size tavsiyem, sakın ha acımızı, başka acıların üstünde örtü olarak kullanmaya çalışmayın, ters tepersiniz.

Share:

Jıneps/Nisan: Çerkesler için Haziran

Türkiye Cumhuriyeti, nice seçimler atlattı, nice vekiller seçti, nice hükümetler oluşturdu ancak daha önce olan hiçbir seçim, seçilen partilerden hiçbiri, kurulacak hükümet hiç bu kadar önemli olmamıştı. Haziranda Türkiye'de bir seçimden fazlası yaşanacağı kesin. Biz Çerkesler de, giderek yaklaşan Haziran seçimlerinin etkisi altına giriyoruz doğal olarak, işte bundandır ki; istişare toplantıları, bağımsız milletvekili adaylarının ilk defa Çerkes halkını temsil etme isteğiyle propaganda yapmaya başlaması, platformlarda Çerkes halkının acil ihtiyaçlarının tartışılmaları, ihtiyaçlarına yönelik talepler oluşturulması ve bunların Çerkes Siyasi dünyasında yarattığı etkiler görülebilir düzeye geldi. 150 yıllık sürgünlüğün, 90 yıllık cumhuriyet döneminda daha önce kullanılmayan, unutulan, yapılmayan seçim tartışmalarıydı bunlar. Bu anlamda haziran seçimleri daha şimdiden Çerkes toplumu için verimli olmaya başladı diyebilirim. Pek tabi tarihine göre yeni sayılabilecek bu durum, Çerkes halkının içinde bazı küçük çatlaklar doğurabilir, hatta yarattığı çatlaklar üzerine endişelenmekte olan bazılarının endişelerini görmezden gelemeyiz, fakat şartlar bugün bu kadar olgunlaşmışken ve bu olgunluk halkımız yararına kullanılmaya bugün bu kadar yakınken onu yok sayarak, halkımızın siyasi tarihinden 5 yıl daha silemeyiz. Haziran seçimleri, Çerkeslerin siyasi beyanatıdır, varlığı ve varlığının ilk tarihi olacaktır ve halkımız yararına talepleriyle sokağa çıkmış gençliğin sesini taşıyacaktır. Haziran seçimleri; Çerkeslerin, Kürtlerle, Ermenilerle, Lazlarla, Araplarla, Pomaklarla ve diğer tüm halk ve inançlarla kardeşliğinin ilk adımı olacaktır. Haziran'a Çerkesleri taşıyan aktörler; halklarının iradesiyle ezilmiş her halkın, ezilmiş her sınıfın yanında olacak ve halkını, hakkettiği yerde; adaletin ve eşitliğin bağırıldığı saflarda bağıracaktır. Artık Çerkeslerin de siyasi griliği ve siyaseten tek bildikleri “oy verme” işlevi etkisizleşmekte, Çerkeslerin de bir gökkuşağı ve siyasete dahil olma, oy isteme zamanı geldi, Haziran seçimlerine, 3 kulvarda katılacak olan Çerkesler, Çerkeslerden ve diğer halklardan, kendi haklarını da isteyerek oy isteyecekler. Aynı zamanda giderek otoriterleşen iktidara karşı, sanal muhalefeti aşarak sokak muhalefeti ve siyasi muhalefete başlayacaklar. Yıllarca, Çerkesler bu dünyanın içinde ve gelişen herşeyden etkileniyor diyorduk, oysa yıllarca siyaset yapmak nasıl olduysa bölücülük, ihanetçilik vs. olarak algılandı. Böyle algılanması sağlandı. Bizler siyaset yapmadıkça, sorunlarımız hiç kimsenin dikkatini çekmedi, hiç kimse bizim adımıza bizim içinde olabilecek talepleri seslendirmedi. Oysa artık, toplumsal olarak bütün ihtiyaçlarımızı değerlendirebileceğimiz, ihtiyaçlarımız etrafında talepler oluşturabileceğimiz ve taleplerimizi seslendirebileceğimiz yeni bir yol görüyoruz. Bu yeni yolda; Türkiye'nin tüm halklarıyla tanışıyor, ortak dertlerimize ortak çözümler arıyor, ortak çözümleri oluşturan talepler etrafında güçlü bir örgütlenme yaratarak toplumlarımız için daha yaşanabilir bir Türkiye adına talepler geliştiriyoruz. Buna karşı alerji duyan zihniyetten bugünde örnekler çıkıyor, ancak her ne kadar bizi siyasetten uzak tutmak isteyen kişiler olsa da, bu durum, bu günleri oluşturan gençlerin yüksek şuur ve bilinçleri sayesinde istisnaya indirgenmiş biçimde. Sistemin tek dil, tek millet dayatmalarını hayat amacı edinmiş insanlar, (ki içlerinde Çerkesler de var) yükselen siyasi hareketliliğimiz karşısında susmaya mahkum oluyorlar. Çerkesler asimile olmuyor diye yalan atanlar, dilimizi istediğimiz gibi konuşuyoruz diye yalan atanlar; dünün devlet destekli asilzadeleri, bugünün halkların gençliği tarafından rezil edilmiş onursuz kişileridir ve halkımız tarafından da artık bu durum anlaşılabilir düzeye gelmiştir. Oy kullanacak çoğu Çerkes, artık öncelik olarak halkına nasıl fayda sağlayacağını düşünüyor. Kürtlerle niye düşman olmadığımız tartışılıyor ve asıl bölücülüğün ne olduğu hakkında konuşuluyor. Bir halkı dilinden, kültüründen uzaklaştırmak bölücülük değilse, o halkın kendi dili ve kültürü için siyasileşmesi hiç bölücülük olabilir mi? Bu halkların gençleri artık gerçeği hissediyor. Kürtler, Ermeniler, Araplar, Çerkesler, Lazlar, Türkler.. bu halkların gençleri el ele daha demokratik, daha insancıl, daha çoğunlukçu bir yarının umudunun garantisidir ve Haziran seçimleri Türkiye halkının bu gençlerin kavgalarını onaylamaktır. Benim de dahil olduğum HDK'lı Çerkesler, yani biz; haziran seçimlerinden önce örgütlemeye başladığımız dostluğu ve kardeşliği, seçimlerden sonra taçlandıracağız ve herkes bu kardeşliğin hiçbir halk için kötü sonuçları olmadığını en net o zaman görecek. En net o zaman anlaşılacak ki; Kardeşlik hiçbir halka kendisinden bedel ödettirmeyecek, aksine her halka ait olduğunu verecek. Sizler de; her kime oy verirseniz verin, size ve sizin için önemli olan ailenize, toplumunuza ne verip – ne alacağını iyi hesap edin. Bir milada, gün saymaktayız.

Bu yazı, Jıneps Gazetesi'nin Nisan sayısında yayınlanmıştır
Share:

Rica: Tartışmak değil, Tartışmamak sorundur!

Son zamanlarda Çerkes toplumu içerisinde çok fazla tartışmalara tanık oluyoruz. Kimi zaman sevinsekte, kimi zaman üzülsekte şurası bir gerçek ki bu tartışmalar kaçınılmaz ve gereklidir. Hiç kimsenin, mazereti ne olursa olsun bu tartışma ortamını sabote etmeye ve insanları susturmaya hakkı yoktur. İnsanlar tartışmalarda, zaman-zaman hararetini yükseltip birbirini kırsa da, üzse de; asırlık yanlışlıkları alışkanlık edinmiş toplumun buna ihtiyacı olduğunu da bilmek ve bilinçle tartışmaları sönümlendirmekten ziyade, üslubu dengelemek üzerine çalışılmalıdır. İnsanların birbirlerine küfür etmeleri, hakaret etmeleri; onların tartıştığını değil, tartışamadığını gösterir. Yani küfürler ve hakaretleri tartışmalara yormak yanlıştır ve her türlü açıklamada bu ayrım gözetilmeli ve tartışmaları hedef alan politikalardan ziyade, üsluba dikkat çeken bir dil kullanılmalıdır. Hatta insanları tartışmaya özendirmek, tartışmalara yönlendirmek gerekir. İnsanlar, karşıt fikirler karşısında kendi düşüncelerini özgürce ve baskı altında hissetmeden ifade edebilirse, kısacası kendisi gibi düşünemeyen insanlarla tartışabilirse, işte o zaman küfürler ve hakaretlerle baş edilir.

Kanaat önderleri ve sözü geçen kişilerin açıklamalarıyla tartışmaları ve ayrışmaları eleştirmesi, insanların kendilerini ciddi bir baskı altında hissetmelerine sebep oluyor ve hiçbir sebep, insanları baskı altında tutmayı haklı kılamaz. İnsanlar özgür olmalıdır. Yaşarken, konuşurken, seçerken, tartışırken özgür olmalıdır. Bu özgürlük ortamı, karşıt fikirlerin birbiriyle temas etmesini kolaylaştırır ve tartışılan konuya farklı bir perspektifle yeni bir boyut kazandırabilir. Bizler, kazanılacak bu perspektiflere ihtiyacımız olmadığını nasıl iddia edebiliriz. Bu konuda, tartışmaları eleştiren kişilerin açıklamalarında, tartışmalara ve karşıtlığa değilde, diyalogtaki üsluba yönelik eleştirilerde bulunmasını rica ederim.

Tartışmak değil aksine, Tartışamamak/Tartışmamak sorundur.
Share:

Çerkes halkına yönelik 'resmi provakasyon' gerçekleşebilir.


Haziran seçimlerinin, iktidar ve onun kurumsallaşmış çeperleri için ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok, ancak aynı zamanda haziran seçimleri; hem iktidara karşı tüm muhalefetlere, hem kadınlara, hem halklara, işçilere, doğaya yönelikte çok önemli. Son birkaç yıldır, Türkiye'de tüm doğal provakatörlere rağmen engellenemeyen ötekileştirilenlerin kavuşma hareketi, bu seçimlerde sonuç alabilecek güce erişti ve bu güç açıkçası devlet iktidarını, onun partilerini, onun düşüncesini, onun sermayesini ürkütüyor. Bu gücü durdurabilmek, ötekileştirilenlerin siyasi hareketinin bir sonuç almasını engellemek için yapmayacakları şey yok. Aslında bunun belirtileri de yaşanmaya başladı. Resmi provakasyon, bu ülkenin en büyük sorununu, can alıcı boyutlara taşınma riskine rağmen hayata geçirmeye başladı. Bugün, haber kaynaklarında dolaşan bir bakanın, Ağrı valisi ile konuşmaları ciddi iddialar ve bunun üzerinde durulmalı. Nihayetinde hepimiz, bir zamanlar kendi askerlerini dahi siyasi planlarına kurban götüren iktidarları biliyoruz ve bugün tekrar etmeyeceğinin garantisi yok. Türkiye, aynı Türkiye ve devletin iktidarına geçmiş partinin bakanları da, vekilleri de eski Türkiye'nin siyasi tarihinde bulunmuş kişilerdendir. Ancak "Eşit yurttaşlık" "Eşit hayat" "kardeşlik" ve "barış" eski Türkiye'de izi rastlanan şeyler değil. Bunlar, yeni yaşamın savunucuları tarafından siyasi tarihimize nakış nakış işleniyor. Kürtler, Çerkeslerin acılarını paylaşıyor ve siyasi güçlerini kullanarak bu acı için çözüm arıyor. Çerkesler de Kürtlerin mücadelesini paylaşıyor ve siyasi hareketlerine "güç" olarak katılıyor. Tüm savaş çığırtkanlığına rağmen toplumlar birbirleri arasında barışırken, iktidar bu barış hareketinin gelecekte kendini nasıl riske ettiğini görüyor. Son aylarda (özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra) Çerkes toplumunun içinde bir "vatan, millet, sakarya" sloganvari yaklaşımıyla bu dayanışma başlangıcı sabote edilmeye çalışılmış, siyasi örgütlerimiz bunun için "provakatörler" analizleri paylaşmıştı. Bu provakatif denemelerin bir sonuç yaratmadığı, halkların dayanışma hareketinin her geçen gün daha da ileriye gittiği görülüyordu. Özellikle Haziran seçimleri için partilerin Milletvekili adaylarını kesinleştirmesiyle, iktidarın sözcülüğüne soyunmuş zihniyetler, söyledikleriyle-olanların aynı olmaması sonucunda sinmiş, dayanışma hareketinin içinde olanların da söyledikleriyle-olanların aynı olması sonucunda Çerkes halkı tarafından daha da güçlenmişti. Şimdi ise bu gelişmelerden sonra, resmi zihniyetin barış sürecine darbe vurma girişimlerinin sonuçlarını yeterli bulmadığı ve sosyal medyaya sızan telefon konuşmaları iddialarıyla bu girişimin de başarısız olacağını ön görerek, resmi provakatörlerin provakatif eylemlerinden payımıza düşecek kısıma hazırlanmalıyız. Ciddi bir provakasyon bekliyorum. Çerkeslerin siyasi hareketini durdurmaya yönelik bir provakasyon olması muhtemeldir ve bizler de en kötü ihtimale karşı önlemlerimizi alırken, mücadelemizden bir milim dahi sapmadan çıktığımız yola devam etmeliyiz!

"Çerkeslik, İnsanlıktır" diyen atalarımıza layık, onların bize gösterdiği"insanlığın neferleri" olmalıyız! Savaşa karşı barışı, düşmanlığa karşı dostluğu savunarak, ezildiğimiz yere sinmiş korkak insanlar olmaktansa, ezene karşı mücadelesini yükselten onurlu insanlar olmak, tarihimize ve kimliğimze daha çok yakışacaktır!


Share:

Çerkeslerin "Asalet Masalı"

Öyle süreçler yaşadık ki, kitap olmaya değer şeylerdi ve yaşadığımız hiçbir şeyin yok olmasına izin vermeyeceğimizin de bilinmesi lazım. Biz yıllar önce ak ile karanın - iyi ile kötünün o sınır ayrımını yaptık ve birilerinin temsil edilmesini değil, bir anlayışın temsil edilmesi kanaatine vardık. Dünya üzerinde hiçbir halkı topyekün kötü ve düşman ilan etmezken, kendi toplumumuzun içinde yerleşmiş bazı zihniyetlere açıkça karşı geldik ve bununla mücadele yürüttük. Derlemeci değiliz ve ne tüm Çerkes halkını, ne de dar alanda bir diasporal bölgeyi topyekün derleyerek her anlayıştan tüm Çerkesleri bir amaca yöneltecekte değiliz. Biz tüm Çerkesleri kesinlikle temsil etmiyoruz ve edemeyiz. İradelerini birleştirip, biz her anlayıştan Çerkes sizleri temsilcimiz ilan ediyoruz deseler de bunu kabul etmeyiz. Çünkü buna hem gücümüz yok hemde her Çerkesi temsil edebilecek kadar midesiz olamayız da. Bizim temsil ettiğimiz şey bir anlayışa Çerkeslikle entegre bir şekilde yansıyan bakış açısından ötesi değil. Yani, bize siz kim oluyorsunuz diye hesap soran o tatlısu Çerkeslerinin yüreği rahatlasın, biz kesinlikle Çerkeslerin, onların sinmiş oldukları tarafını temsil etmiyoruz, böyle bir iddiamız yoktur ve böyle bir amacımız da asla olmayacaktır. Çok değil, daha iki gün önce e-posta kutuma gelen bir iletide kendilerinin Çerkes Partisi kurduklarını iddia eden bir kişi, bizim birlikte yürüdüğümüz siyasi yapıyı asılsız iftiralar ile suçlayan bir dille bana gittiğimiz yolun doğrı olmadığını söyledi. Sebebi ise, artık bize gına getiren, yaka silkilten şu "Asalet" olayı. Bende şu kadarını yazayım, kendi halkını asil görüpte, başka halklara hakaret eden, etmeye getiren ne kadar Çerkes varsa, aşağılığın ta kendisidir. Çerkes halkı, geçmişiyle ve mücadelesiyle tarihindeki tüm asalet ile dursa bile, bu asaletten nemalmamış aşağılık ruhlu Çerkeslerin varlığı da inkar edilemez durumdadır. Kendini asil zanneden köle ruhluların en büyük kompleksi, aşağılık kompleksidir ve bunu gizlemek içinde halkımızın onurlu tarihi onlar için bulunmaz hint kumaşıdır! Bazıları bu kumaşa sıkıca tutunmuşlar ve her yerde kullanıyorlar ama, tarih onların aşağılık varlığını es geçmeyecektir, bunu da bilsinler! Yaşadığı ülke neresi olursa olsun, gerek Türkiye, gerek Rusya, gerek Lübnan, gerek ABD, gerek İsrail, gerek Suriye hiç fark etmez, işte diaspora, yaşadığı yerdeki zulüme göz yumuyor, zalime omuz veriyorsa.. ağzından mazlumun değil, zalimin sesi çıkıyorsa.. yanında ezilenleri değil, ezenleri buluyorsa bilsin ki, gittiği yolun sonu karanlıktır. Hiç kimse Çerkeslerin kara kaşına, kara gözüne sevdalı değil.. Hiç kimse aptal değil ve hiç kimse özel değil. Eğer bugün, yanıbaşımız da birisi farklı olduğu için zulüm görüyor da, bu zulüm bizi teğet geçiyorsa şapkayı önümüze alıp "neyimizi verdik" ya da "neyimizi alıyorlar" diye düşünmemiz gerekir. Bu gerekirken, bununla övünüp, rolüne devam ederek "asalet" masalı okuyanlar da, e-posta kutularımız da bize ya hesap sorur olmuş ya küfür eder olmuş ya da tehdit eder olmuşlar. 

En başta dedim, şimdi de hatırlatayım. Mazlumun acısına göz yumup, gününü kurtarmanın derdine düşmüş ÇERKESLER dinleyin, biz sizin temsilciniz değiliz! Bizim yaptığımız iyi-kötü herşeyden muafsınız. Tüm Çerkesleri temsil ettiğimiz koca bir yalan, sizi temsil etmiyoruz! Biz hiç kimsenin askeri olmayan, kendi yurdunda dahi egemen milliyetçiliği savunmayan, Çerkesya'da bile eşitlik, özgürlük ve adalet isteyen bir anlayışı temsil ediyoruz!

Sizin için her anlayıştan Çerkesin bir araya gelmesi gerekiyor olabilir, ancak bizim böyle bir düşüncemiz yok. Bizim için ak aktır kara da karadır ve bu ikisiyle bir gri yaratmayacağız! Onurluyla onursuzu, namusluyla namussuzu, vicdanlıyla vicdansızı yan yana getirmeyeceğiz! Çerkesleri böleceğiz! 

İnsanların ASALETİ, tesadüfen doğdukları kimliğin tarihiyle elde ettiğini düşünmüyoruz. Aksine yaşarken verdiği mücadeleyle ördüğünü biliyoruz! Yani dememiz o ki; Asalet doğuştan elde edilen değil sonradan mücadeleyle kazanılan bir şeydir ve kimin ne mücadelesi verdiği bugün apaçık ortadayken, ASALET masalını okuyanların neredeyse hiçbiri, hiçbir şey yapmıyorlar.

Yani hep "Asalet Masalı" okuyorlar.
Share:

Kişisel yaklaşımlarımızı Çerkesliğe mal etmemeyi öğreneceğiz.

Biliyorsunuz, 1864 yılında, uzun süren savaşların ardından, yaşadığımız soykırımın ardından ve kalanların kendi yurdundan sürgün edilmesinin ardından dünyanın bir çok yurduna dağıldık. Bu dağılım sırasında zamanlama da hiç iyi değildi, zira neredeyse dağıldığımız her yurtta başka bir savaş sürüyordu ve gittiğimiz her yerde, o savaşlardan yakamızı kurtaramadık. Sanki, Nartların destanlarında anlattıkları bir kesit olan o "Son Savaş"ta kızdırdığımız tanrı tarafından lanetlenmiş gibi, gittiğimiz hiçbir yerde istikrar, barış yoktu. Gittiğimiz her yerde de, henüz dilini dahi konuşamadığımız halklarla omuz omuza savaştık. Bugünlere, o savaşların ardından süzüle süzüle, yurdumuzdan incele incele geldik. Şimdi bakınca; ne haldeyiz diye, durum hiç parlak değil açıkçası. Tamam durum kötü, kendi yurdu ve tarihine kopacağı yere kadar incelmiş hallerde olan Çerkesliğimizi bu kötü durumun kaderi mi terk edeceğiz? Bizim tarihten aldığımız miras bu mu? Kendisinden kat be kat üstün Çarlık ordularını görünce, yurdunu hiç savaşmadan bu zalim işgalcilerin kaderine mi terk ettiler? Hayır hayır... belki kaybettiler ama, savaşarak kaybettiler ve bizim de tarihimizden aldığımız miras budur. Biz mağlubiyeti kabul ederbiliriz ama teslimiyeti asla kabul etmemeliyiz. Edemeyiz, boynumuzun tarihe borcu budur, biz teslimiyetin değil, mücadelenin geleneğiyle yoğrulmuşuz. Yani, şuan inceldiğimiz noktaya bakıp, kendi halkımızın kimliğini taşıyarak halkımızın mücadelesine saldıranlara teslim olamayız, olmamalıyız! Bugün kü halimizde yaşadığımız acı tarihimizden kopuk değil, yaşadığımız her acı, yaşadığımız her zorbalık bizi bir duruma, şekilden şekile soktu durdu. Bugün, içinde yaşadığımız hiçbir şeyden bağımsız değiliz dediğim de anlaşılması gerekende bu aslında. Kendimizi çevremizde hiç kimse yokmuş gibi şekillendiremeyiz, bunu yapamayız çünkü çevremizde bir çok unsur var. Biz Türkiye'de, Tayyibist, Kemalist, Vahabist vs. diye diye 30 parçayız, "ne mutlu Türküm" demeyi asalet sanıp bunu söylemeyene "terörist" muamalesi yapanlar var bir de siz hayal edin, dünyanın diğer dağıldığımız ülkelerinde "Esadistler, ibranistler, lübnansitler vs. vs." kaç çeşit parçamız vardır. Biz tüm bunlara odalanacak konforda, donanımda, güçte, iradede miyiz? Hiç kimse, iradesini bizi yansıtmayan bir yere ipoteklememeli, irademizi halkımızın değerlerine en çok sahip çıkabileceğimiz yerlerde kendimiz, gür sesimizle haykırabilmeliyiz. Derdiyle neşesiyle, varlığıyla yokluğuyla, acısıyla tatlısıyla görülebilir olmak, sorunlarını tartışmış ve bunlara çözümler üretmiş, ürettiği çözümleri talep edebilir olmak zorundayız. Adımızın ne olduğunun, hangi filmi izleyip, hangi müziği sevdiğinin bizim için, bizi yansıtan bir değer olmadığını öğrenmeliyiz. Çerkesleri, hiç kimsenin askeri yapamayız. Hiç kimsenin, bizlere biçtiği misyonu yaşam vizyonumuz halie getirmesine izin vermemeliyiz. Kişisel olarak her dünyevi görüşten olabiliriz, ancak bunları kesinlikle Çerkesliğe mal edemeyiz. Söylediğimiz her sözü; Çerkeslere ne ifade ediyor diye düşünmeliyiz. Ucuz kahramanlık günleri bitti, ne kadar inkar eden olsa da, bugün asimilasyon batağının burnuna kadar batırdığı bir halkız ve bunun sebepleri belli. Bunu idrak edecek kapasiteye, buna üzülecek vicdana ve buna mücadele edecek yürekliliğe sahip olmalıyız.  Kişisel yaklaşımlarımız; Çerkesler yediği kaba pislemez gibi çirkin ifadelerimiz, başkalarına "tu-kaka" deyip kendi acınacak halimizle kutsal övüncümüz bunlar bize zarar veriyor. Biz, hiç kimse adına hiç kimseye düşmanlık veya dostluk kuracak keyfiyette değiliz. Bugüne kadar başkalarının askeri olarak ödediğimiz bedellerin Çerkeslikten uzaktan yakından alakası yoktur. Ne yani? Doğuda yurdunu savunan Kürt halkına karşı işgalci, işkenceci konumunda bulunan bir orduda Çerkeslerin neyini savunmuşuz? Şimdi ona ödenmiş bedellerin demagojisini yaparak siyasi irademizi tartalım? Bu onurlu birşey değil, aksine zamanında yurdumuzu Çarlık adına işgal eden Kazak askerlerinin yaptığı kadar onursuz bir davranış biçimidir. Bu yüzden, kişisel yaklaşımlarımızı Çerkesliğe mal etmemeyi öğreneceğiz, sonra öğreteceğiz, sonra haykıracağız ve bin yıllardır süren var kalma savaşımızın sönümlenmiş ateşini bizler tekrar körükleyeceğiz.
Share:

Ambalaja değil, içeriğe destek olacağız

Çerkeslerin, yüzyıllık suskunlukları bozulurken; yüzyıllık susulmuşlar bir anda uluorta, kıra-döke konuşulmaya başlandı. Trans-Çerkeslerin, artık modası geçmekte olan itaatkar siyasetlerinin büyüsü ne güzel dağılıyor değil mi? Beğensekte beğenmesekte, bizden olsa da  olmasa da; herkes tarafını kimliğine göre belirliyor? Adaylarımız, kuvai-milli ruh ile şovvari bir üslubu değil, bizden, bize ait olan ve bizi mahrum bıraktıkları şeyleri, kendi jargonlarına uygun biçimde anlatarak oy istiyorlar. Bu ileri bir adım değil mi? İleri bir adım! Hatta her çeşit dünyevi görüşten bir araya gelerek, Çerkes ortamlarında Çerkesiz diyenler bile, T.C.'nin asimilasyon programlarına itiraz ederek, halkımızın kendinisi temsil eden bir siyasi yapısı olduklarını öne sürerek, müştereklerimiz Çerkesliğimizdir diyor. Hoş gerçi; Çerkes ortamları dışında, Pomak, Arnavut, Rum, Ermeni, Laz da oluyorlar, ee-bizde siyasetin güleryüzlü ikililiği diyelim. Maalesef bu ülkede popüler siyasetin temelini, "nabıza göre şerbet" formülü oluşturuyor. Neyse.. biz gelelim bizim radikallere; yıllardır "adalet" diye bağıranlara, "eşitlik" diye haykıranlara "kardeşliği" dilinden düşürmeden "meydanlarda" omuz omuza veren yoldaşlara. Onlar da, hiç unutmadıkları kimliklerinin siyasetini bu kez, o kimliğe dayalı olarak temsil etme yetkisi istiyorlar. Bu yetkiyi isterken "biz Çerkesiz, bize oy verin" olarak değil.. "biz insanız, biz işçiyiz, biz kardeşliğin neferleri, eşitliğin sokakta bedel ödemekten, alacaklı duruma geçmiş insanlarıyız, biz; onlarca yıldır kardeşlik ettiğimiz halkların onurlu direnişçileriyle, halkların kardeşliğinin teminatıyız, onlarca yıldır özgürlük ve demokrasi için verdiğimiz mücadeleyle; o yolun sınır taşlarıyız! eşitlik ve adalet için gösterdiğimiz feragatlerle, gideceğimiz yolu gösteren pusulalarız; iki gün önce Türk milliyetçiliği yaparken, iki gün sonra Çerkes milliyetçisi olanlardan değiliz, iki gün önce neysek, bugün tam da oyuz!" diye haykırıyorlar. Yani, bakın ambalajımda Çerkes adı yazıyor gibi basit bir siyasetin değil, içeriğimde mücadele tarihi var diye köklü bir kavganın yüksek siyasetini yapıyorlar. Ee, bizi şimdi ambalajlar mı, içerikler mi temsil edecekler? Düşünün bakalım, üstünde "fasulye" yazan içinde "nohut" olan bakliyat poşetinden "ne kadar kurufasulye yapılır" diye? Baskıya direnişi "terör", hak istemeyi "ihanet", adını bağırmayı "kalleşlik" sürgünümüzü "kucağa oturma" bedel ödeye ödeye yaşamamızı "kabdan yeme" olarak zihnine bürümüş dünyevi görüşleri olan kişiler Çerkeslik müştereğiyle bir araya geldiğini iddia ederek bizi ne kadar temsil edebilirler? Şu şöyle bilinsin, biz onurlu insanlar; seçimlerde de, sokaklarda da; ambalajını haykıranlara değil, içeriğini yaşayanlara destek olacağız!
Share:

Meraklılarına "Çerkes Solu" Hikayesini anlatayım.

Lisede okumayı reddettiğim günden sonra  entellektüel sosyalistlerin "proleterya" dediği "işçilik" yılları başladı hayatımda. İlk önceleri, babamın arkadaşı olan bir adamın trafik takip bürosunda trafik şube müdürlüğü ile büro arasında evrak götüren, evrak getiren bir çocuk olarak, bilek gücü de, emek gücü de istemeyen, işlerin biraz tanıdıklarla, biraz tanışmışlık ve sürekli yapmanın ne yapacağını ezberlettiği süreçle yürüdü. Yani açıkçası, çokta üretim gücü olmayan, tembel orta sınıfın araçlarının ruhsatlarını çıkararak para kazanılan bir büroda, o büronun evraklarını taşıyan bir çocuktum. Hemen canım sıkıldı o işten, hemen başka bir işe, beni yoracak, bana öğretecek, beni uzmanlaştıracak bir işe ihtiyaç duydum, bu ihtiyaç duyma sürecim de öyle uzun sürmedi. Oturduğumuz evden 10 km uzakta, bana verdikleri haftalık, haftalık yol parama bile yetmeyen, ama bana nitelik kazandıracak bir işe ve ayrıca zihnen ve kalben dünyaya aynı baktığım kişilerle başladım. Elektrikçi çırağıydım. İki kooparatifte, tozlu topraklı bloklarda, bir elimde balyoz, bir elimde hilti, bir elimde pense, bir elimde kontrol kalemiyle, hangi kablonun nereden, ne için, nereye gideceğini öğrenmeye başladığımda doğal kalfalık süreci yaşadım. Uzmanlaştım, uzmanlaştıkça aldığım haftalık hem yol parama, hem hafta sonları dostlarla bir iki duble içkiye, hem sigara parama yetiyordu hemde biraz birikiyordu. Derken çalıştığım elektrikçi, bina iletişim otomasyonları işine (diafon vs.) yoğunlaştı. Böylelikle, uzmanlığımda yeni bir boyut, işçiliğimde yeni bir sınıf, yeni bir üretim alanı oluştu. Orada da uzmanlaştım bir süre sonra, artık aldığım haftalık yol ücretimi, dostlarla haftanın 2 günü üç-dört duble içkimi, hatta sevgilime hediye almamı, dışarıda yemek yememi karşılıyor, bir de bir kenarda daha çok birikiyordu. Uzmanlaştığım alanda kendimi en güzel geliştirmeye başladığım yıllarda beni, hiçte gönüllü olmadığım, hiçbir uzmanlığımın bulunmadığı bir hizmete zorladılar. Askerliğe. Hayatımdan 15 ay çalındı, 15 ay her an katil olmaya hazır, silahı olan bir militan olarak yaşama, istemeye istemeye zorla hizmet ettirildim. Bu zorlamaya teorik olarak karşı gelen bir çok örgüt, benim zorla götürülmeme, benim gibi binlercesine pratik olarak hiçbir şekilde karşı koymadılar, koyamadılar. Onları anlamak zorundayım, onlar henüz taleplerini iradeye dönüştürüp bir sistemi alt edecek kadar güçlü değiller tabii, öncelikli görevim onları anlamak ve anlıyorum. Yazımın bu kısmında, benim ve benim gibi binlercesinin gösteremediği bireysel feragat ve cesaret örneğini, benden kat be kat daha ağır şartlar altında göstererek iradesiyle mücadelemizi perçimleyen ilk vicdani retçi Tayfun Gönül'ün hatırasını selamlamak isterim. Her neyse, hayatımdan çaldıkları 15 aydan sonra bir de sözde babamı onure etmek için eve gönderdikleri "üstün hizmet belgesiyle" beni militan zindanlarından, yarı kapalı cezaevinden çıkardılar. Bir süre daha eski çalıştığım firmalarda çalıştım, eskiden bana yeten ücret artık yetmiyordu, bende yeni arayışlara girerek bir süre sonra tanıdıklarım vasıtasıyla Birleşik Arap Emirliklerinden Katar'ın Ad Doha kentinde yapılan "NDIA" projesine iklimlendirme personeli olarak girdim, iyi kazandım ve Türkiye'ye geldim, sonra Mersin'de bir yol yapım işine girerek belki de Türkiye Proleteryasının en yoğun hakkının sömürüldüğü şantiye düzenine katıldım. Harita bölümünde şenör olarak 8 ay, yarı oparatör olarak 4 ay, oparatör olarak 1,5 yıl çalıştım.

Şimdi sevgili okuyucum, biliyorum başlık "Meraklılarına "Çerkes Solu" Hikayesini anlatayım" dı ve ben iş hayatımı anlattım buraya kadar, muhtemelen biraz sürükleyici olsada konudan alakasız olduğu için gittikçe sıkıcı hale gelmeye başladı. İşte senin merağına, benim cevabım burada başlıyor. Hatay'da Vali Ürgen İlk. Öğt. Okuluna başladığım zamandan bu yana, sosyalizm sempatizanı, Antalya'da Konyaaltı Lisesine başladığımdan bu yana Sosyalist, Okumayı ret ettiğimden şu güne kadar Anarşizm sempatizanıyım. Hepsi için kendimi tatmin ettiğim kısımlar var, nedenlerim var, kendimi bulduğum yönler var. Beni ifade eden yerler var hepsinde. Yani anlayacağın, Trafik takipten, kooparatif elektrikçiliğine, otomasyondan topografiye.. hep sınıf bilinci, ideolojisini yaşıyorum. Hem de bir sınıfın, yani işçi sınıfının içinden biri olarak. Yani hem sınıfın içinde, hem sınıf bilincinin farkında biri olarak. Peki sınıf bilinci taşıyan ve kendi sınıfının mücadelesini yürüten bir PROLETER olarak bunca işte ne öğrendim biliyor musun? Hemen konuyu yukarıdaki hikayeyle devam ettireyim.

Üniversiteden gelen şefler, mühendisler, teknikerler hiçbir şey bilmezler. Her şeyi, işçi sınıfının öğrendiği gibi, şantiyede, iş sahasında öğrenirler. Yani, işin teorisini bilmeleri, sınavlarını geçmeleri, aldıkları dersler, fasa fiso.. bütün bunların tek bir anlamı var; sistemi yaşatmak, imza sürgüsü vermek, hiyerarşi oluşturmak.. sınıfları daim kılmak! İstisnai durumlar dışında, bir mühendis, bir şef, bir tekniker; hiçbir zaman şantiye okullarında bölümünü öğrenmiş bir formen, bir usta işçi kadar bilgi ve beceri sahibi olamazlar. Anladınız mı? Yani teori, size kağıt üstünde binlerce hesap, ihtimal ve tartışma yetisi kazandırsa da, iş sahada sizin kağıdın üzerinde yazıp çizdiğiniz gibi yürümez. İşte Çerkes Solu'da; sizin sınıf indirgemeci tüm tavırlarınız, kağıtların üstünde punto punto yazılarınızın, sosyalist argümanlarla süslemelerinizin, kendinizi beğenmiş entellektüelliğinizin dışında, sokakta; ezilmiş halkların davasını omuzlarken, şantiyede işçilerin haklarını da sahiplenerek pratikte ne olduğunu, nereye yürüdüğünü çoktan gösterdi. Çokta merak ediyorsanız söylüyeyim; Çerkes Soluna ilk tepkiyi de ben verdim, üstelik içinden, mücadelesinden, davasından, kalbinden.. "Türkün, Kürdün, Çerkesin, Lazın solu mu olur? İşçi sınıfının vatanı ve ulusu yoktur"u bizzat bu davayı yürüten arkadaşlarıma, mücadele yoldaşlarıma söyledim. Ama tüm bunları söylerken, daha evvelden ortalıkta Çerkes Solundan daha cazgır olan, ırkçılık semptomlarını ortaya saça-saça gösteren Türk Solu'na da söyledim. Eğer Çerkes Solu, teoride her ne kadar yanlış bir isim kullansa da, HDK'nın içinde diğer tüm halklarla dayanışma pratiği sergiliyor, emperyalist-kapitalist bir ülkenin iktidarına diğer halkların tamamıyla birlikte direniyor, mücadele gösteriyor, kapitalist savaşı değil barışı, hırsızlığı değil emeği savunuyorsa, siz teoride ne kadar sosyalist konuşursanız konuşun, pratikte sizden daha faydalı işler çıkarıyordur. Bu anlamda da; Çerkes Soluna, HDK'daki çalışmalarına hak vermek, takdir etmek gerekir. Ezbere eleştiriyi de, kolaycılık olarak değerlendirmek ve sadece fikir üretmek için insanları yıllarca birbirine düşmanlaştıranlara karşı kardeşliğin bayrağını taşıyanları eleştirmeyi de nereye sığdıracağımı bilmemek benim hakkım. Alın size, sınıf bilinci olan, savunduğu sınıfın içinden pişmiş bir Çerkes Solcusu, alın size Çerkes solu.. çok mu sağ geldi? çok mu komik? Artık klavye başından kendinizi beğenmiş entellektüel teori solculuğunuzun canını çıkarında, şantiyelerde tazecik ellerinizde bir nasıl çıkarın, savaşta barışı bağırın, nefreti yok edin, kardeşliğin kapılarını aralayın. Yetti sizin kendini bilmiş teorik solculuğunuz artık. Sizin tartışmalarınızın arasından akan yıllar bu ülke de işçi sınıfını ne bilinçlendirmeye, ne örgütlemeye götürdü.. siz o sol mu bu sol mu diye tartışırken yıllar ülkeye neo-liberalizmi getirdi, siz hala o sol mu bu sol mu diye tartışıyorsunuz. Aha sizin solculuğunuz!
Share:

Biz kazanıyoruz!

Bilenlerin, araştıranların, aydınların, gençlerin, halkı için düşünenlerin sesi çıkmaya başladıkça; Türkiye'de devlet milliyetçiliği yapan trans-çerkeslerin mobbing çabaları altüst oluyor. Onların mobbingi altüst oldukça, halklar kazanıyor, Türkiye; Kürdüyle, Çerkesiyle, Rumuyla, Ermenisiyle, Türkiye el ele, kardeşçe bir yaşama bir adım daha ilerliyor. Sevgili dostlar, siz sustukça sizin yerinize konuştular, onlar konuştukça düşmanlık hortladı, nefret hortladı, cinayetler işlendi üstü kapatıldı.. siz konuştukça; Çerkes halkının sesi, Türkiye'nin diğer halkları tarafından karşılık buldu. Susmayın, konuşun ve hatta bağırın. Siz; biz düşman değiliz dedikçe, halkımız kazanıyor! Biz düşman değiliz dedikçe, halklar kazanıyor! Biz düşman değiliz dedikçe, Türkiye kazanıyor. Bize, kendilerinin askeriymişiz gibi tarih yazanlar kaybediyor siz konuştukça! Bize "size kucak açtık" diye kaz gibi yolanların hayalleri başlarına yıkılıyor! Emin olun, siz konuştukça biz kazanıyoruz! Siz konuştukça kazanıyoruz ve 150 yılın suskunluğunu örgütleyerek çığlığa dönüştürme vakti gelmiştir.

Kürtler bizim düşmanımız değil, kardeşimizdir! Aynı acıların eleklerinden süzülerek bugünlere geldik. Bugüne kadar, birbirimizle konuşmamızı engellediler. Bugüne kadar Çerkesler adına Kürtlere, Kürtler adına Çerkeslere hep onlar konuştu. Hiçbir sorunumuz yokken, sanki bir çuval sorunumuz varmış gibi bize, birbirimizi dinlemeyi haram ettiler. Artık onların düşmanlıklar üreterek kurdukları saltanatı başlarına yıkmalıyız. Halklarla diyalog kurmalı, kardeşliği örgütlemeliyiz. Kardeşlik örgütlendikçe, nefret değil dostluk kazanacaktır. Dostluk kazandıkça, faşizm değil özgürlük kazanacaktır. Özgürleştikçe, Türkiye, içindeki tüm halklarıyla, Çerkesleriyle, Kürtleriyle, Türkleriyle, Rum, Ermeni, Arap, Lazlarıyla kazanacaktır. Yaşasın kardeşliğimiz, yaşasın bize dayanışma fırsatı sunan Kongremiz, yaşasın kongremizi meclise taşıyan partimi HDP. Halklar HDP'ye,
Share:

21nci yüzyıl, köleler ve özgürler

Bazen kendimizi öyle süslü aşağılıyoruz ki, süsüne takılı kalıp "aşağılanma" kısmına bir türlü vakıf olamıyoruz, nasıl bir halkın evladı ki; başka bir halka yüksek minnet ve sadakatini, kendi halkını aşağılayarak izah etsin? Biz öyle bir halkın çocukları mıyız? İşte insanın yüreğinde duran sabır taşını çatlatan türden olaylar bunlar. -Yok olur mu öyle şey- sakın demeyin, hepiniz hayatınızda en az 1 defa bunu yaşadınız ve inkar ettikçe hiçbir mesafe yürünemedi. Kendi asilliğini yorumlarken, kendini başkasına kul eden tiplemelere hiç şahit olmadım demeyin. "Biz Çerkesler o kadar asiliz ki" deyip kendi dilini, kültürünü, tarihini savunan dava adamlarına demediklerini bırakmadıkları bir zamanda hepiniz şahit oldunuz. Bunlar niye oluyor? Bunlar siz susuyorsunuz diye oluyor. Birileri konuşuyor çünkü siz susuyorsunuz. Siz sustukça, sizin adınıza konuşuyorlar. Bze, Xeku, Xabze gerçekten çok umurlarında mı? Nasıl bir umurdur ki; Xeku ile ilgili Kafkasya demekten bir adım ötesini bilmemekten, Bze'nin B'sine vakıf olmamaktan Xabze'nin hiçbir değerini taşımamaktan rahatsız değiller? Nasıl bir umurdur; asimilasyonun en can yakıcı şu zamanlarında, gençlerine bakıp eridiklerini gördükleri halde hiçbir ses çıkarmazlar? Gerçekten çok mu umurlarında? Onlar Çerkesliğin sadece övülebilir hikayelerini almışlar. Dedeleri, Khanskaya'nın bilmem hangi köyünden gelmiş, bilmem kim beyin kızıyla evlenmişte; onun çocuğularmış. Pşıhalive yerlermiş, güzel dans ederlermiş? En çokta övündükleri; güzel kızlarıymış.. böyle övünç mü olur? Bu mu "en iyi Çerkeslik?" Yerin dibine batsın böyle Çerkeslik. Sadece o kadar da değil, Diasporada dili yitip biterken buna duyarsız kalıp, birileri dilleri için siyaset yapmaya başladığında onlara "bölücülük yapmayın"diyen Çerkeslikte yerin dibine batsın. Bu ülke bize kucak açtı, biz o kucağa oturduk, bize kabdan yemek verdi, biz o kabdan yedik, minnet etmeliyiz, hak aramakta neymiş? diyen Çerkeslikte yerin dibine batsın. Kendilerini asimile eden milliyetçiliğe sımsıkı tutunarak, toplumda panik yaratıp bundan övünenlerin Çerkesliği de yerin dibine batsın? Bu mu Çerkeslik? Çerkeslik, tarihini, dilini, kültürünü, becerini, yeteneğini paylaşıp; başka uluslara askerlik yapmak, kendi hakkını savunan insanları bölücü ilan etmek mi? İşte böyle Çerkeslik, yerin ta en dibine batsın. Ne Çerkesliğin ne de Çerkeslerin böyle köle ruhlulara zerre kadar ihtiyacı yok. Hep kullanıyorum, birgün sırf şu hep kullandığım kelimelerden ötürü beni milliyetçi zannedecekler ama, başka türlü nasıl tarif edilir? Bütün Çerkeslikleri, tesadüfen Çerkes bir anne-babadan dünyaya bir Çerkes köyüne gelmiş olmak, birini gerçekten ne kadar Çerkes yapar? Kendi toplumunun sorunları adına endişelenmeyen bir Çerkes ne kadar Çerkesdir? Başkaları için seve seve askerlik-polislik yapıp, kendi toplumu için taş üstüne taş koymaya aciz Çerkesin, hangi Çerkese, hangi Çerkesliğe faydası olur? Çerkeslik köle ruhlu alçaklık değildir. Başkalarının askerliği, bekçiliği, itliği hiç değildir. Hiç kimse bir Çerkese, kime dost kime düşman olacağını söyleyemez. Her Çerkes, kendine zarar verenleri görür ve dostunu düşmanını öyle seçer. Bugün ise birileri, aramızda hiçbir husumet olmadığı halde başkalarını bize düşman olarak lanse etmeye çabalıyor, birileri de bu hareketin içinde gönüllü olmuşlar. Peki, soralım? Çerkesler neden Ermenilere düşman olsun? Aralarında ne problemi var?.. ya da Çerkesler Kürtere neden düşman olmalı, neyi paylaşamıyorlar? Bu sorulara verilen cevaplar, kişilerin hangi yönde köle bir zihniyete sahip olduklarının belgesidir. Efendim, Ermeniler masum çocukları, hatta hamile kadınları bile öldürmüş? Nereden biliyorsunuz? Bilmiyorlar.. Televizyonda öyle duydular, resmi tarih onları böyle militarize etti. EE Kürtler, hani şu Hamidiye Alaylarında birlikte Ermeni kasaplığı yaptığınız halk? Onlar? Onlar bölücü.. Adamların tüm biz ayrı bir devlet kurmak istemiyoruz, dilimizle, kültürümüzle, onurlu, kardeşçe bir yaşam istiyoruz demelerine rağmen onlar bölücü? Niye? bilmiyorlar.. çünkü TV'den öyle izlediler. Hiç kimse, bildiği bu yanlışın kaynağını araştırma zahmetine girmiyor, çünkü Türkiye, bilinçli olarak tembel ve cahil bir halk yaratıyor. Türkler de bilmiyor.. Bir insan, birisinden nefret edecekse; sebebini merak etmez mi? Hiç, Kurtuluş savaşını kazanmaktaki en büyük aktör Ethem Pşevu iken, savaştan sonra Pşevu Ethem'e "Hain Çerkes" demelerinin, Kürtlere bölücü demekle aynı politika olduğunu anlayamaz mı? Bir insanın bunları anlamaması için, araştırmaması için ve devletin her öğrettiğine hemen inanması ve radikal bir taraftarı olması için ne olması lazım?

Köle zihniyetli olmalı.

Halbuki Özgür bir kişi iyi bilir ki; düşmanının kendine tehlike arz etmesi gerekir. Peki ey özgür ruhlu Çerkesler, bizim diasporamıza tehlike arz eden şey nedir? Kürtlerin bölücülüğü mü? Yoksa Türkiye'nin asimilasyonu mu? Özgür bir kişi, kendisine her söylenene inanmaz. Peki ey özgür ruhlu Çerkesler; Ethem Pşevu'dan sonra sizlere yıllarca hain dendiğinde, sizler kendinizin de hain olduğuna, babalarınızın, dedeleriniz hainler olduğuna inandınız mı? da şimdi size terörist dedikleri herkese inanıyorsunuz?

Çerkesler, Türkiye'de huzur içinde, dillerini yaşatarak yurtlarına dönecekleri güne kadar kültürlerini yaşatarak, dilleriyle konuşarak yaşamak istiyorlar. Çok şey değil, bunun çözümü; adalet ve eşitlikle gelir. Kimsenin kendi değerlerini korumak için ölmesini, öldürmesini istemiyorlar. bunun çözümü Barış..  Kimse, bir Çerkeslerin namusuna göz dikmedikçe, dilini asimile etmedikçe, tarihini sömürmedikçe Çerkesin düşmanı değildir.


Share:

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler